Dünyanın maneviyat ve adalet asrına hazırlanmasının destanını, Tarihe yazanlar!

Allah'ın muhteşem yaratığı ehli vicdan sahipleri...

Devletlerin iki dayanağı olur. İlki; halkı Allah'ın hesabına hazırlayan maneviyat ehli din alimler; ikincisi; Allah'ın hesabına hazırlanmış halkı iç ve dış emperyalist düşmana karşı koruyan ordusu.

İmam Hamanei: ABD, Şii-Sünni’ye değil gerçek müslümanlara karşıdır; dedi!

yani;

ABD „islam ülkelerini tarımar etmesi için“ muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi ile Irak'da, olduğu gibi Libya'da, Suriye'de anlaşma yapan küresel emperyal şirketlerin çatı örgütü taşeron bir devlet'dir;

 Müslümana düşman olan;

Peygamber efendimiz sonrası dinin bir kısmı görmezden gelinip, 'ucunu açıp şişirilerek geliştirilen parelel sünnü dinin' meshepcilik ile perdelenmiş ilahı şeytandır;

 Sünnü ve Şii olunca şeytan düşman olmuyor;

„dünyanın emniyeti islamın özü Ehl'i Beyt'i“ islam olmayan parelel sünnü din ile eşitleyip yardımcıları üzerinden hizbini imtihan ederek „ben sizin yardımcınızım size kimse güç yetiremez“ vaadi ile küresel düzey'de kaos ve anarşiye uygun konumlandırıyor; ama zaviyet ve korkularıı ile esir aldığı hizbini „mahkeme'de hesap zamanı“ doğası gereği ortada bırakıp kaçıyor'... yani, eşitleyemiyor hizbini Ehl’i Beyt evlatları üzerine sürüp zulum ettiriyor mahkeme ve hesaplaşma zamanı yardımcılarını ortada bırakıp kaçıyor. Hacı Bayazıt

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12

 

Akıl Sahipleri. 

Deccalizim misyonu dinin ikinci ana esası Peygamberini perdeleyen; peygaberi iblis olan yeni bir din, dinler arası diyalog misyonudur; siyonizim'de deccalizim misyonu icerisinde konumlanmıs bir idiolejidir. İnsan haram ve şüpheli'den korunur ise kalbi maneviyat ve adalete korunmaz ise siyaset ve menfate döner. Kalbi siyaset ve menfate dönenler aklı öne Vahyi arakaya alıp bilerek veya bilmeden muaviye mesrebi ile seytanın hizmetine girer; insanları şaşırtıp Peygamberinin izinden çıkartıp seytanın izine düşürüp cehenneme sürükler.

Deccalizim misyonu müslüman kılıklı din düsmanlarınca yapılır.

Din adamı kılığına giren münafık din düsmanları Vahyi akıllarınca siyasi ve menfatine uygun algıladığı telkinler ile tefsir ederek „ümmetin elinden Kur'an-ı yaşam biçimini alıp”    bir tevsir kendi kitabını vererek „gizliden Müslümanı dinden çıkartıp“, yoğun faliyetde olduğu bölgeyi çökertir...

işte siyonizim veya benzeri güçlerde „islam düşmanı“ bu grupların açık ve gizli faliyetleri ile çöken tarafin üzerine gelir...

Misal, Saidi Nursi dinler arasi diyalog misyonuna yol açan'dır.

Saidi Nursi manevi yolda ilerlerken islam dairesinden çıkıp cehenneme kapı aralamış şeytanslı tarikatlar önüne geçiyor;

Saidi Nursi kendi beyanı ile bu gurupları geçmek için, harmanlıyor;

geçemiyor,

şeytan Saidi Nursiye „ilmi siyaseti, haber taşımayı“ telkin ediyor, aldatıyor 'yanina' kız cini katıp dönderiyor.            

Saidi Nursi'nin ABD'ye methiyeler düzmesi bundandır;

yani bir müddet sonra, „şeytan kalbini dönderiyor itakatını bozuyor“, yardımı Allah(c.c)dan değil ABD'den bekler hale dönüşüyor; yani, „Allah(c.c) ile bağı kopmuş.“ Vefatından kısa süre önce (siyaset'den) pişmanlığı bu halden'dir.

Fetullah Gülen'de bu yolu takip ediyor. Şeytan onuda Vatikana sürüyor; Gülen Papa'ya isteklerini sunduğunda, „Papa'nın yardımcısı“ bu Oğlan diğerleri gibi degil bazı şeylere vetva veriyor; dedi... yani Fetullah Güleni Vatikana süren şeytan F.Güleni Papaya hoş gösteriyor; bu Oglan öbürleri gibi degil, derken; Mahmut efendi, Erbakan hoca gibi değil diyor. Şeytan bunların birkısmını radikal gösterip, diger kısmını hoş gösterip içeri atarak „çökertdiği bölgenin üzerine sürüyor.“ ...İlahi Kuralın gereği O bölge'de çöküyor.

Olayların manen, fikren ve fiziken üç aşama ile gelişdiği bu alanda din'in, neslin ve insanların en büyük düşmanı bu guruplar şeytanın yardımcılığı insi görevini üstleniyor.

Bu bakımdan alemlerin emniyeti son din islam'ın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesine karşı saldıran; asrın muaviye ve yezit'lerinin takipcileri Mustafa Özcan, Özgürder ve Fetullah Gülen gurubu gibilerin açık ve gizli „direniş cephesinin altın halkası Suriye ve ana üssü İran'a düşmanlık yapmalarının sebebi“ boyunlarında zincir vardır ucu şeytanın elinde olan.

Bu halin hakikat olan kısmı ise,

Hizbullah direniş cephesi bölgedeki Yahudi halkına; „dost görünen bu münafık taifeden daha faydalıdır;

yani,

öteyandan bir afat güç gelse İsraili yıksa bu munafık taife İsrail'in malına namusuna ganimet diye musallat olur;

Hizbullah direniş cephesi ise komşuluk hakkı diye bölgedeki Yahudi halkın malına'da namusuna'da sahip çıkar.“

Ehli Vicdan Sahipler haram ve şüpheli’den korunup kalbi maneviyat ve adalete dönük olanlar Hz Ali efendimiz meşrepli'dir. Onlar ilk engel Hz İbrahimi meşrebine gelince Hz İbrahim gibi yalnız Allah'a sığınır… Allah'ın yardımı ile nemrutun engelini geçenler sırası ile diğer engelleri'de geçer halkı Peygamberinin izine düsürüp Allah'ın hesabına hazırlar. Allah'ın selamı rahmeti „alemlerin varlık sebebi islamı tahrip ederek bölgeyi çökertenler ile mücadele eden din'in beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile onlara manen fikren ve fiziken desdek olanların üzerine olsun.“ Haci bayazit 08.10.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13

 

Allah'ın selamı rahmeti alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası 'maneviyatın' merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep/direniş cephesini ile masum ve mazlumların üzerine olsun.

Ehli Vicdan Sahipleri.

Suriye, dünyanın emniyeti islamın beli ve omurgası 'maneviyatın' merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesinin altın halkasıdır. Suriye, Filistinin Küdüs'ün güvencesidir. Suriye, Yahudü ırkının imhaya uğramaması için; muaviyenin takipcisi şeytanın hizbinin kuluçkuladığı siyonist zümrenin, zülmü önünde engeldir.

Suriye, kuresel güçlerin arkasına gizlenen deccalin askeri asrın muaviye ve yezitlerinin açığa çıktığı alandır.

Suriye, deccalizim misyonu içerisinde BOP Eş Başkanlığı görevini üstlenen AKP‘nin Millieğitimini „peygamberi iblis olan yeni bir din“ dinlerarası diyalogun merkez üssü, Diyanetini „sanki hiristiyan rahiplere nisbet edercesine” siz doğanı günah‘dan arındırıyorsunuz bizde ‘ömür boyu uyuttuğumuz‘, müslümana son dem musalla taşında helallik istiyor, öleni arındırıyoruz, kurumuna çevirmesi ile

dünyanın emniyeti İslamı dönüştürme gayretlerinin islamın en büyük düşmanı siyasi ve maddi hevesleri uğruna şeytanın askeri ayakları altına „ülkenin mukaddeslerini serecek kadar alçaklaşmış“ insanların en alçağı munafık kardeşler ihvanı müslüm üzerinden açığa çıktığı faliyet alanıdır.

Süriye, sünnet din‘in ikinci ana esası Peygamberinin hayatını harfiyen yaşamaktır; kendilerini sünnü isimlendiren aslında Peygamber düşmanı münafıkların yüzlerindeki islam maskesinin indiği meydan'dır.

Süriye, islam ümmetinin yerüstü yeraltı servetlerinin üzerine çullanmış hırsızların kan emici vampirlerin kiralık katillerin yapmış olduğu bunca zülmün „kendilerine dönüp“ saltanatlarının yıkılması için sebeplerin hazırlandığı mükaddes bölgedir.

Asrın siyasi ve askeri dehası Atatürk’ün tesbiti ile siyasi ve maddi heveslerini emperyalizmin istekleri ile eşleştiren hainlerin, münafıkların kiralık katillerin din‘in düşmanlarının hesabını görmesi için; Allah’ın vermiş mühlet İnşAllah dolmak üzeredir. Allah'ın selamı rahmeti Hüseyni meşrep ile ona manen fikren ve fiziken desdek olanların üzerine olsun. Hacı Bayazıt 31.12.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.14

 

Nasrallah, „Suriye, Direniş’in büyük hamisi ve dayanağıdır”

Nasrallah: Araplar Gazze’ye Yiyecek Dahi Vermezken Suriye Mücahidlere Silah Gönderdi. 33 Gün Savaşı’nda kazanılan zaferin altıncı yılı münasebetiyle yaptığı konuşmada üzerinden altı yıl geçmesine rağmen Siyonist rejimin yenilginin şokunu hâlâ atlatamadığını ifade eden Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, „Suriye, Direniş’in büyük hamisi ve dayanağıdır” dedi. 18 Temmuz 2012 gecesi yaptığı konuşmada 33 Gün Savaşı’nda yaşanan süreci ele alan Seyyid Nasrallah, Siyonist rejimin geçmişte benzeri olmayan yenilgisinden ve Direniş’in kazanımlarından söz etti.

Konuşmasının bir bölümünü Suriye’deki gelişmelere ayıran Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Nasrallah 33 Gün Savaşı’ndan sonra Lübnan’da yaşanan sürece de değindi. Siyonist rejim yenilginin şokunu hâlâ atlatamadı. Siyonist rejimin üzerinden altı yıl geçmesine rağmen yenilginin şokunu hâlâ atlatamadığını, üst üste oturumlar düzenleyerek, bir biri ardı sıra makaleler yayımlayarak, birçoğuna İsrailli yüksek makamların da katıldığı toplantılar tertipleyerek yenilgiyi enine boyuna tartıştıklarını ifade eden Seyyid Nasrallah, „Mossad Başkanı Meir Dagan’ın savaş zamanında, savaşın İsrail için bir musibet olduğunu, ağır bir darbe aldıklarını ve dönemin İsrail İstihbarat Bakanı Dan Meridor’un ise İsrail’in o güne kadar böyle bir şey görmediğini, hiç bu kadar dar boğaza girmediğini söylemiş olması bize yeter” diye konuştu.

İsrail hâlâ yenilgi bataklığında çırpınıyor. Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri Seyyid Nasrallah sözlerini şöyle sürdürdü: „Onlar hâlâ bataklıktalar ama buna rağmen halen bir şeyler elde etme peşindeler. Aldatmaca peşindeler, Temmuz Savaşı’nda büyük kazanımlar elde ettiklerini söylüyorlar. 14 Temmuz tarihli güvenlik zirvesinde önemli bilgilere sahip olduklarını, füze kalkanlarının Hizbullah’ın füzelerini ve İran üretimi füzeleri tanıdığını iddia ettiler. Hatta İsrail Savaş Bakanı Hizbullah’ın bütün füze sistemlerini tespit ettiklerini söylemişti. Operasyona izin verilirse savaşın hemencecik sona ereceğini, Hizbullah’ın belini bükeceklerini ileri sürmüşlerdi. Operasyonların Hizbullah’ı yenilgiye uğratacağını, Hizbullah’ın füze fırlatmaktan aciz olduğunu hayal ediyorlardı. Savaş kararının onaylanmasından bir saat sonra 40 savaşçı saldırıya geçti ve kırktan fazla nokta hedef alındı. 34 dakikada operasyonlarını gerçekleştirdiler. Sonra Halots, Olmert’i arayıp İsrail’in zafer kazandığını ve savaşın bittiğini söyledi.”

Savaşın ikinci gününde İsrail’in aldatmacaları. Seyyid Nasrallah şöyle devam etti: „İkinci gün Şimon Peres İsrail’in savaşı kazandığını ve Hizbullah Genel Sekreteri’nin Şam’a kaçtığını duyurdu. Oysa ben Dahiye’deydim. Sonrasında İsrailli yöneticiler, kazanım elde etmek için güvenlik önlemleri aldılar, istihbarat topladılar, taktik geliştirdiler ve bütçe görüşmeleri yaptılar. Durumu 1967’dekine benzetiyorlardı. Halots, Hizbullah’ın füze kapasitesinin %60-70’ini hedef aldıklarını iddia etmişti. Bu, Siyonist rejimin bir başka aldatmacasıydı.”

Mukavemet daima uyanıktır ve meydandadır. Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri konuşmasına şöyle devam etti: „Mukavemet’in daima uyanık, bilinçli ve zinde olduğuna delalet eden olaylar şunlardır: Mukavemet’in güvenlik birimi, Siyonist düşmanın füze radarı konusundaki kışkırtmalarının farkındaydı ama ifşa etmedi. Hatta ifşa etmemekle kalmayıp kışkırtmalarına göz yumdu ve istihbarat toplamada onlara yardımcı oldu. Bu süreçte zamanı geldiğinde yetenekli yönetici Şehid Muğniye ve diğer kardeşler İsraillilere darbe indirdi. Şehid Muğniye her zaman her savaşta ilk darbe vuran tarafın Mukavemet olması gerektiği düşüncesin- deydi.”

Mukavemet’in uyanık oluşunun ilk delili. Seyyid Nasrallah şöyle konuştu: „Mukavemet’in ilk güvenlik başarısı, Siyonist rejimin füze sistemlerinin yerini bildiğinin farkında olmasıydı. İkinci başarısı ise, Siyonist rejime fark ettirmeden füzelerin yerini değiştirmesiydi. Bu yüzden Siyonist rejim füze sistemlerinin konuşlan- dırıldığı bölgeleri füze yağmuruna tuttu, oysa füzeler oradan başka yerlere nakledilmişti. Mukavemet, Siyonist rejimle 33 gün süren savaşına bu süreçten sonra başladı. Hatta Tel Aviv’i bile hedef almaya hazırdı.”

Genel Sekreter Seyyid Nasrallah şöyle devam etti: „Siyonist rejimin ‘Özel Güç’ adını verdiği ve övündüğü hava operasyona biz ‘Özel Sanılan’ veya ‘Mukavemet’in Tuzağına Düşüş’ operasyonu diyoruz.  Mukavemet güçlerinin %70-80’i son güne kadar savaş meydanında mücadeleye ve direnişe hazır vaziyette varlık gösterdi.” Mukavemet’in uyanık oluşunun ikinci delili. Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri konuşmasını şöyle sürdürdü: „Belli sayıda füzeyle yetinseydik savaş meydanında daha fazla füze ateşleyebilirdik, ama biz zaman unsurunu da dikkate aldık ve bombardımanlarımızda savaşın uzayabileceği ihtimalini göz önünde bulundurduk. Savaşın ikinci günü Siyonist rejim gerçeğin farkına varınca Halots Güvenlik Komitesi’nde komite üyelerine haftalarca sürebilecek uzun süreli bir savaşa girdiklerini söylemek zorunda kaldı. Peres bu konuda kendini savunamadı ve bir şey söyleyemedi. Gerçi hâlâ bu konuda sessiz kalmaya devam ediyor.”

İsrail saldırdığı takdirde Hizbullah’a gafil avlanır. Hizbullah Genel Sekreteri şöyle konuştu: „Lübnan’daki durumu incelediğimizde halkın büyük çoğunluğunun çatışmaları, savaşları ve gelişmeleri yakından takip ettiklerini gördük. Bu onların hakkıdır. Fakat emin olun bütün bu karmaşaya, hercümerce rağmen bütün kadrosuyla gece gündüz düşmanla mücadeleyi ve ülkeyi korumayı düşünen Mukavemet erleri var! Bu yolda hiçbir şey onları gafil avlayamaz. Tabii aynı zamanda düşmanın da bizim hakkımızda istihbarat topladığını, darbeyi ilk indiren taraf olmak istediğini biliyoruz; önceki savaşlarda buna şahit olduk.”

Siyonist düşmanın vaatlerinin içi boştur. Seyyid Nasrallah konuşmasının devamında şunları kaydetti: „Siyonist düşmandan şu hususa teveccüh göstermesini istiyorum ve ona şunu söylüyorum: Sahip olduğun gücün içi boştur. Gelecekte vuku bulması muhtemel olan her türlü savaşta darbeyi ilk indiren taraf olmak istediğini biliyoruz. Ama sen ilk darbeyi indirdikten sonra Mukavemet seni gafil avlar! Siyonist rejime, onu gafil avlamayı vaat ediyoruz. Ama sizden ve bütün bölge halklarından Mukavemet’in güçlü, bilinçli ve uyanık olduğuna inanmanızı istiyoruz. Biz Lübnan’da, Arap dünyasında, İslam âleminde ve bu bölgede, beyinlere, kalplere, iradelere, azimlere ve güçlere sahibiz ve onların yardımlarıyla planlama yapabilir, projeler ortaya koyabilir, direnerek zafer kazanabiliriz. Alınyazımız, bazı Arap yazarların ve çoğu basın organının bize telkin etmeye çalıştığı gibi yenilgi ve güçsüzlük değildir. Temmuz Savaşı’nda ve sonrasındaki Gazze Şeridi Savaşı’nda verilen en önemli mesaj bizi zaferin beklediğiydi. 2000 ve 2006 yıllarında nasıl zafer kazandıysak, ileride meydana gelebilecek her türlü savaşta yine zafer kazanabiliriz.”

33 Gün Savaşı’nda amaç Mukavemet’i ortadan kaldırmaktı. Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah şöyle devam etti: „Savaş sona erdi. Şimdi ikinci bir konudan bahsetmek istiyorum. İsrailliler, Amerikalılarla bir olup savaşı değerlendirdiler ve ibret aldılar. Şimdi yeni bir sürece girdik. 33 Gün Savaşı’nı Lübnan’da Mukavemeti, bölgedeki en önemli hareketi yenilgiye uğratmak, dolayısıyla Mukavemet’in bölgedeki odak noktasını ortadan kaldırmak için başlattılar. Arap dünyasının bir kısmının bağlı kaldığı ve İran, Suriye ve Lübnan ve Filistin’deki direniş hareketlerinin odak noktası olan Filistin sorununu ve Arap topraklarının geri alınması meselesini… Ama bölgedeki birçok rejimin derdi başka. Onlar Filistinlilerin meselelerini unutma- larını istiyorlar. İstedikleri bu can alıcı meselenin unutulması ve Lübnan Mukavemeti’nin ortadan kalkmasıydı. Mukavemet Lübnan’da yenilgiye uğramış olsaydı savaş Suriye’ye sıçrardı. Çünkü Suriye mukavemetin hamisiydi. Siyonist rejimin ikinci planı Beşar rejimini devirmek ve Suriye’yi Amerika ve İsrail’e boyun eğdirip teslim almaktı.

Mukavemet’in zaferi düşman planlarını suya düşürdü. Seyyid Nasrallah şöyle konuştu: „Ama Mukavemet’in zaferi ikinci planı suya düşürdü. İsrail savaşın son günlerinde çözüm yolu aramaya başladı ve New York’taki Arap kuruluyla görüştü. İsrail bütün şartlarından vazgeçti. 1701 anlaşmasından tek bir şey elde etti, o da Mukavemet’in mahkûm edilmesiydi. Peki,İsrail bu savaştan ne kazandı?”

Seyyid Nasrallah konuşmasının devamında şöyle dedi: „İsrail F-6’sından korkmayıp kalbi titremeden Güney’de kalan bir gencin savunma stratejisi karşısında. Şimon Peres 1701 ateşkes anlaşmasını kabulüyle ilgili olarak, İsrail’in savaşı durdurmaktan başka çaresi yoktu, diyor. İsrail’in en büyük kazanımı işte budur.” Lübnan Hizbullah’ı Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasını, Mukavemet’in önderi İmam Musa Sadr’ı, Ordu komutanlarını, askerlerini, bütün siyasî güçleri ve Mukavemet’i destekleyenleri selamlayarak ve 2006 mucizesini gerçekleştirenler ile kendisini dinlemeye gelenlere teşekkür ederek bitirdi. Medyaşafak 21.07.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.15

 

Arabistan İslam alemi için ABD ve İsrail'den çok daha tehlikelidir

ABD'de öldüğü açıklanan Süleyman'ın çok önemli meslektaşı ve kişisel dostu Suudi Arabistan İstihbarat Şefi Migrin Bin Abdülaziz dün aniden ve şaşırtıcı bir kararla görevinden alınarak yerine Bender Bin Sultan atandı. Önce bu atamanın Suudi Kraliyet aile geleneklerine aykırı olduğunu söylemek gerek. Çünkü görevden alınan Migrin kurucu Kral Abdülaziz'in oğlu ama yerine atanan Bender ise bir torundur. Süleyman'ın ani ölümü ya da öldürülmesi ile Migrin'in görevden alınması arasında kesin bir ilişki vardır. 

Bence ABD önce Suudi Arabistan'ı sonra tüm bölgeyi yeniden dizayn ediyor. Hatırlanırsa Kaddafi'nin yıkılmasında da en önemli rolü olayların başlarında İngiltere'ye kaçan İstihbarat Şefi ve yeğeni Kaddafeldem ve eski İstihbarat Şefi ve Dışişleri Bakanı Musa Kusa oynamıştı. Suudi Arabistan'ın yeni İstihbarat Şefi Bender ise bölgenin son 30 yıllık tarihinde belki de en önemli figür. Mısır'lı Ömer Süleyman ile birlikte bu İkili ABD'nin coğrafyamıza yönelik tüm planlarında CIA'ya hep yardım etmişti. Bender ise çok daha önemli. Çünkü 1983'e kadar ülkesinin İstihbarat Şefi olan Bender o yıldan sonra ülkesinin ABD'deki büyükelçisi olmuştu. Peki ne zamana kadar? 2005'e kadar... Yani 22 yıl Washington'da görev yaptı ve Beyaz Saray'a kim geldi ise hepsi ile yakın ilişki kurdu. Peki Bender neden ülkesine döndü? Çünkü ABD Büyük Ortadoğu Projesi'ni (BOP) uygulamaya karar vermişti. 2005'te ülkesine dönen Bender kendisi için kurulan Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı'na atandı ve son dönemde bu coğrafyada yaşanan tüm gelişmelerden sorumlu kılındı. Tabi CIA ile birlikte..

İşte 'Arap Baharı' böyle bir ortamda başladı ve devam ediyor.. Belki de Bender işini çok iyi yaptığı için yeniden İstihbaratın başına getirildi. Anlaşılan Kral Abdullah, Başkan Obama'nın talimatı ile Bender'i bölgeyi yeniden dizayn etmek üzere daha yetkin ve etkin bir konuma getirdi. Hem de Suudi Arabistan'ın doğu bölgesindeki Şii ayaklanmaların hızla arttığı bir dönemde. Hem de Suriye'de önemli askeri ve istihbarat komutanlarının öldürüldüğü bir dönemde. Ben Taliban ve Kaide'nin kuruluşlarında önemli rol oynayan Bender'i hep yakından takip eder ve onunla ilgili her haber ve gelişmeyi önemserim. Bender ile ilgili son gelişmenin sonuçlarını önümüzdeki yıllarda hep birlikte göreceğiz. ABD Bender'e bir görev verdiyse coğrafyamızda önümüzdeki kısa, orta ve uzun vadede çok tehlikeli, kanlı ve karanlık gelişmeler yaşanacaktır demektir.. Çünkü Bender çok tehlikeli ve ABD'nin bu coğrafyadaki Lawrance + Brzezinski'sidir. Suudi Arabistan ise bu coğrafya yani Arap ve İslam alemi için ABD ve İsrail'den çok daha tehlikelidir. Çünkü Suudi yönetim 250 yıldır Haçlı-Siyonist İttifaka hizmet etmektedir. Hüsnü Mahalli 21.07.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.16

 

Tek din projesi!...

Yeni Dünya Düzeni tezgahının yeni hedefi. Küresel güçlerin dünyayı daha iyi sömürebilmek için dinleri farksızlaştırma planları hız kazandı. Şeytani tezgahın yeni bir adımı Münih’te Protestan Sankt Mathaeus Kilisesi’nde düzenlenen „Tek Tanrıya Müzik” konseriyle atıldı. Sanatla maskelendi. Önümüzdeki yüzyıllarda dünyanın kontrol ve yönetimini elinde bulundurmanın dinsel çatışmaların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabileceğini öngören küresel güçler bu amaca yönelik eylemlerini sürdürüyor.

Üç semavi dinin ilahi grupları, Almanya’da „Tek Tanrıya Müzik” konserinde buluşturuldu.

Kur’an’sız İslam. Türkİye ve AB’nin desteklediği „Tek Tanrıya Müzik” projesi için düzenlenen konserin arasında ezan okundu ve izleyicilere verilen iftarda su, hurma, sandviç  ikram edildi. „Tek Tanrıya Müzik” projesine tepki gösteren CHP’li eski müftü İhsan Özkes, „Bu tür faaliyetler, Muhammedsiz ve Kur’an’sız İslam anlamına gelir” dedi. İlahiyatçı ve Uzmanlardan tepki yağdı. Prof. Dr. Yümni Sezen -İlahiyatçı Sosyolog

Kesinlikle İslamiyete aykırı. Bu, Batı’nın, özellikle ABD’nin bir projesidir. İslam dünyasını kendileri için iyi bir iş arkadaşı yapmak, zararsız hale getirmek için. Daha ileri projeleri için engel teşkil etmesini önlemek bakımından bir projedir. Bizimkilerde buna bilerek, bilmeyerek uyuyorlar. Bu üç dinin bir arada olması ve bir dinmiş gibi takdim edilmesi yanlıştır. Buna makyaj lazım, süslemek lazım. Bu da müzikle, sanatla, insani bir takım etkinliklerle süslersiniz ama altta yatan gerçek çok kötüdür. Prof. Dr. Mustafa Erdem lahiyatçı MHP Milletvekili
Farzlar
ı olmayan inanç İslam’ın başkalarının da hidayete muhtaç oldukları konusundaki daveti Hıristiyan dünyasını tedirgin etti. Özellikle AKP iktidarı döneminde Diyanet’ten de buna uygun denilebilecek sıcak mesajlar verildi. Ülkemizde misyonerlik faaliyetleri İslam ile diğer dinler arasında ortak bir nokta olduğu konusunda yoğunlaştırılmakta. Farzları ve haramları olmayan bir din oluşturulmak işteniyor. Ilımlı İslam adı altında dişleri ve tırnakları olmayan bir aslan olması işteniyor. Aytunç Altındal - Araştırmacı yazar

İslam protestanlaştırılıyor. Kültürlerarası diyalog değil ama dinler arası diyalog adı altında yürütülen bazı girişimler var. Batı medeniyetine ait olan değerler İslam dininin uygulamasıymış gibi aktarılıyor. Türkiye’de İslam dininin protestanlaştırılması sürüyor. Avrupa da bundan yararlanıyor. İbrahim’i dinler palavrası ile batı medeniyetinin değerleriyle donatılmış İslamiyet ortaya getiriliyor. Hıristiyanlaştırma değil ancak, Hıristiyan dünyasına ait değerleri olduğu gibi Türkiye’ye aktarma var. Emperyalist uşaklar değirmene su taşıyor! AB tarafından desteklenen „Tek Tanrıya Müzik” projesine tepki yağdı. Eski müftü CHP’li Özkes, „Bu tür faaliyetler, Muhammedsiz ve Kur’an'sız İslam anlamına gelir” dedi.

Almanya’nın Münih kentindeki Protestan Sankt Mathaeus Kilisesi’nde, üç semavi dinin ilahi müziklerinin seslendirildiği „Tek Tanrıya Müzik” adlı konserin arasında ezan okundu ve izleyicilere iftar verildi. Türkiye ve AB tarafından desteklenen „Tek Tanrıya Müzik” projesi kapsamında düzenlenen konserde davetlilere hurma, sandviç ve su ikram edildi. Münih Belediye Başkanı Christian Ude’nin ev sahipliğinde, dini cemaat ve sosyal kurum temsilcilerinin katılımıyla gerçekleş- tirilen konserde, Mehmet Yeşilçay yönetimindeki 35 kişiden oluşan müzik topluluğu, tek tanrılı semavi dinlerin ilahi müziklerini bin kişi kapasiteli kilise salonunda seslendirdi.

Müzik topluluğu, Hafız Aziz Hardal, Francesca Lombardi Mazulli, Valer Berna-Sabatus, Bizans Korosu, Yahudi Hazan Yako Taragano, Ermeni Muganni Nisan Çalgıcıyan, Süryani Solist Sarah Ego, Cantilena Sacra Korosu ve İstanbul Tasavvuf Müziği İslamiyet’i yok sayma Benzer girişimler geçmişte Türkiye’de de yaşanmıştı.

Butün bu faaliyetler, tek din kavramını oluşturma, peygamberleri ortadan kaldırma ve İslamiyeti yok sayma olarak yorumlandı. Türkiye’de de bir benzerinin yapıldığı konserle ilgili görüşlerini belirten eski müftü CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes, inancımız gereği Müslümanların Hz. İsa’ya da, Hz. Musa’ya da inandıklarını, ancak Hıristiyanların ve Yahudilerin, ne Kuran-ı Kerim’i ne de Hz. Muhammed’i kabul etmediklerini ifade etti. Özkes şöyle dedi: „Tek ilah konusunda da net değiller. Tek ilah çatısı altında toplanmak Muhammedsiz ve Kur’ansız bir İslam anlamına gelir ki, bu da İslam olmaktan uzaklaşmaktır. İçi boşaltılmış bir din işteyenler, dış güçlerin güdümünde olanlar Atatürk düşmanlığı yapıp emperyalizme uşaklık edenler bu değirmene su taşıyor.”

Projenin şu anda pek başarılı olamayacağını ama Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) tam uygulamaya geçtiği zaman tehlikeli sonuçlar doğuracağını dile getiren Özkes, „Eğer BOP’ta bir mesafe alınırsa tabii o zaman inanç açısından vahim durumlar olabilir. Bunların hepsi BOP’un bir ayağı olarak yürütülen projelerdir. Bunlar boşuna rastgele olaylar değil. Planlı programlı olaylardır” diye konuştu.

Aya İrini’de de düzenlenmişti. Dünyaca ünlü müzisyenler, Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin ilahi müziklerini bir arada seslendirmek için AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın ev sahipliğinde 24 Nisan’da İstanbul’da düzenlenen „Tek Tanrı’ya Müzik” konserinde buluşmuştu. Bağış’ın ev sahipliğinde, Türkiye’deki dini cemaatlerin temsilcilerinin katılımıyla Aya İrini Müzesi’nde „Tek Tanrı’ya Müzik” konserinin düzenleneceği bildirilirken, „Tek ilah fikri altında birleşen, daha önce emsali hiç görülmemiş bu proje, dinlerin ve uygarlıkların bir aradalığını vurgulamak, Avrupa kültür mirasına katkıda bulunmak, dünya barışına ve toplumlar arası hoşgörüye sanat üzerinden destek vermek amacı ile gerçekleştiriliyor” denilmişti. Konserde Ahmet Özhan, Bizans Korosu, Yahudi Hazan Yako Taragano ve Korosu, Ermeni Muganni Nişan Çalgıcıyan ve Korosu, Süryani Solist Sarah Ego ve İstanbul Tasavvuf Müziği Korosu bu proje için bir araya gelmişti.

Hıristiyanlık adetini Türkiye’ye taşıyorlar. Hıristiyan toplumlardaki bazı uygulamaların Türkiye’de de yapıldığını hatırlatan Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, „Hıristiyanlıkta dini ilahiler ve kilise dışında bestelenmiş olan ilahiler var. Bunlar kiliselerin görüşlerini yaygınlaştırmak için halka sunulur. Halk bunları dinler ve kendini dini ilahi dinliyormuş zanneder. Bu seküler model Türkiye’de yaygınlaştı. Hıristiyanlaştırma değil ancak Hıristiyan dünyasına ait değerleri olduğu gibi Türkiye’ye aktarma var. Mesela kadınlar korosu kurulmuş. Koroda kadınlar çeşitli müzik aletleri çalıyor ve ilahiler okuyor. İslam dininde böyle bir uygulama yok. Batı medeniyetine ait olan değerler İslam dininin uygulamasıymış gibi aktarılıyor. Türkiye’de İslam dininin protestanlaştırılması sürüyor. Avrupa da bundan yararlanıyor. İbrahim’i dinler palavrası ile batı medeniyetinin değerleriyle donatılmış İslamiyet ortaya getiriliyor” dedi.

Farzı olmayan din! MHP Ankara Milletvekili Mustafa Erdem de, İslam dininin bir tür protestan Hıristiyanlığa benzetilmek iştendiğini ileri sürerek, „Farzları ve haramları olmayan bir din oluşturulmak işteniyor. İslam’ın başkalarının da hidayete muhtaç olma konusundaki daveti Hıristiyan dünyasını tedirgin etti.

Özellikle AKP döneminde Diyanet’ten de buna uygun denilebilecek sıcak mesajlar verildi. Ülkemizde misyonerlik faaliyetlerinin etkin hale getirilmesindeki gayretler İslam ile diğer dinler arasında ortak bir noktasının olduğu konusunda yoğunlaştırılmakta. Hıristiyanlık alemi hakkında sağlıklı bilgi edinmek işteyenlerin Kur'an'ı Kerim'e bakmaları gerekir. Ilımlı İslam adı altında dişleri ve tırnakları olmayan bir Aslan olması işteniyor” dedi.

Bir araya getirmek dine aykırıdır. „3 dinin bir dinmiş gibi algılanmasını sağlamak yani diyalog eski hızıyla devam ediyor” diyen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yümni Sezen de, şunları söyledi: „Dinleri bir araya getirmek ve yeni bir din ifade etmek dinimize aykırıdır. İsa’yı daha çok sevecekse Müslüman İsa demek anlamsızdır. Diyalog yapacaksan İslam’a davet edersin. Hiç de taviz vermezsin. Üç din yoktur, tek İslamiyet vardır. Yaşanan üç inanç siştemini birmiş gibi kabul etmek tamamen cehalet örneğidir ya da art niyettir. Bu batılının hümanist tavrına bir hizmettir. Zaten batının projesidir. Ilımlı İslam da onun bir parçası değil mi? Üç dinin bir arada olması ve bir dinmiş gibi takdim edilmesi yanlıştır.” yençağ 23.07.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.17

 

Allah’ın adıyla,

Ehli Beyt’in anlaşılmasından korkuyorlar

Ehli Beyt’in anlaşılmaması için Resül’ü Ekrem’den sonra tüm zamanlarda engeller koymaya çalışılmıştır. Tarihin zalimleri, Ehli Beyt’in anlaşılmasından korktukları için tüm zamanlarda anlaşılmasını engellemek için aralıksız mücadele etmişlerdir. Tarihin zalimleriyle beraber olan dini kisveli kişiler de bu konuda onlarla işbirliği yapmışlardır.

Resulü Ekrem’den sonra Ehli Beyt İmamları şehit edildiği gibi onları sevenler de ya şehit edilmiş ya da zulme uğramışlardır. Ehli Beyt mektebi açısından tarihin diğer dönemlerinden çok farklı ve ayrıcalıklı olarak ifade edebileceğimiz bir döneme ulaşıldı. Yüzyıllardır Ehli Beyt hakikatini kitlelere duyurma fırsatını bulamayan âlimler bu dönemde İslam İnkılâbı’nın bereketiyle değişen dünya şartları içerisinde seslerini duyurmaya başlamışlardır. Ehli Beyt mektebini bu mektebe gönül verenlerin dilinden duymaya tahammül edemeyen bir çok cemaat ve tarikat önderlerini bu durum rahatsız etmiş olacak ki her taraftan saldırılarını artırmaya başladılar. İslam İnkılâbı’nı ve Hizbullah’ı mahkûm etmeye çalışanların çoğu aslında Ehli Beyt mektebine karşı saldırganlıklarını ifade etmiş oluyorlar.

Türkiye’deki birçok İslamcı gurup ve cemaatlerdeki İslam İnkılâbı’na ya da Hizbullah’a yönelik saldırılarda dini, insani hiçbir gerekçe ortaya konulamıyor. İslam İnkılâbı ya da Hizbullah’tan hayırlı bir topluluğu hayal bile etmeye güç yetiremeyen bu çevrelerin saldırgan- lıklarının özel nedenleri olmalıdır.

Bu hastalıklı yapılar, herhalde İslam ümmetinin en büyük düşmanı olan işgalci İsrail’e karşı İslam İnkılâbı ya da Hizbullah’tan daha iyi mücadele verenlerden bahsedecek durumda değillerdir. Bu kesimlerin İsrail’e atılmış bir tane taşları olmamasına karşın bu kadar Hizbullah’a saldırmalarının arka planında başka nedenler vardır. Bir nedeni burada ele alalım.

Cemaat, tarikat ve İslamcı guruplar Ehli Beyt’in anlaşılmasından korkuyorlar. Bu korkuyla hareket edenler gerekçesiz karalamalar yapıyorlar. Bu cemaatlerin önderleri, peygamberimizin Ehli Beyt’inin anlaşılmasını kendilerini anlamsızlaştıracak bir gelişme olarak görüyorlar. Cemaatlerin önderleri kendi şahsi pozisyonları ve çıkarları açısından konuya yaklaşm- aktadırlar. Ehli Beyt İmamları’nı biraz okuyan, az da olsa anlamaya çalışan akıllı ve temiz hiçbir kimsenin bunlara iltifat etmeyeceğini biliyorlar. Ehli Beyt İmamları’nı araştırıp tanıyanların onlara artık yönelmeyeceğini farkındalar.

Cemaatlerini elde tutmaya çalışanlar, Ehli Beyt’in anlaşılmasını engellemeyi varlıklarının devamı için kaçınılmaz görüyorlar. Bunu açıkça dile getirecek durumda olmadıkları için konuyu İslami İran ve Hizbullah üzerinden konuşuyorlar. 

Bu cemaatler ve tarikatlar açısından, Ehli Beyt’in gündem edilmesi ve anlaşılmaya çalışılması çok yanlış bir tutumdur hatta fitnedir. Saldırgan üsluplar ve karalamalarla Kuran ve Peygamber’in dilinden Ehli Beyt’in öğrenilmesine engel olmaya çalışıyorlar.

Yeri gelse bizler Şiilerden daha çok Ehli Beyt’i seviyoruz diyen bu çevreler, asla İmam Ali (as)’ı imamın kendi dilinden anlamaya razı olmuyorlar. İmam; kendi yolunu, düşmanlarını ve yollarını nasıl tanıtıyor onu öğrenerek İmam Ali gibi olaylara yaklaşalım deseniz imamı çok sevdiğini söyleyenlerin buna razı olmadıklarını görülüyor.

İmam Ali, ilmin kapısıdır derler ama imamı basit bir ravi konumunda ele alırlar. Çoğu da imam adına uydurulmuş rivayetlerle. İlmin kapısı olan imamdan birkaç rivayetin ravisi olmanın ötesinde ilim onların ellerinde yoktur. Ellerinin boş olduklarını bile bilmiyorlar. Ehli Beyt kaynaklarıyla gelen sözlere de hiç yaklaşmadıkları için İmam Ali (as)’a ve imamlara karşı tam bir cehalet içerisindeler.

Bu kesimler mesela İmam Hüseyin’in Kerbela kıyamını, imamın ve evlatlarının dilinden hiç okumamışlardır, hiç anlatmazlar ve anlatılmasını iştemezler. Bu konunun konuşulmasına karşı çıkarlar. Hz. Hüseyin’in anlaşılma- sının doğuracağı sonuçları çok iyi hesap ederler.  

Bu cemaat grup ya da tarikatların zavallı gönüllüleri bir gün bu yapıları ve önderleri sorgulayacaklardır. Bu cemaatler körü körüne liderlerinin peşine takılacaklarına bu önderlere dönerek neden Resul’ü Ekrem’in pak Ehli Beyt’inden elinizde hiçbir söz yoktur diyecekleri gün maskeleri düşecektir. Ehli Beyt İmamları’ndan gelen ciltler dolusu bilgiden neden habersiz kaldık diyecekleri günlerden korkuyorlar. Bu cemaat ve tarikat önderlerine karşı sizlerin Resulü Ekrem’in Ehli Beyt’inden gelen bilgiye bu kadar uzak kalmanız hatta düşman olmanızı size dininiz mi yoksa aklınız mı emretti diye çıkışların yapılmasından korkuyorlar. Bu sürecin başlaması bu önderleri rahatsız ettiği için karalama kampanyalarına devam ediyorlar.  

Cemaat önderleri kendi şahsi hesaplarından dolayı Ehli Beyt’e karşı ilgisizliği ve bilgisizliği beslemelerini bir yere oturtuyoruz. Bu önderler ya bu konuda cehalet içerisindeler ya da çıkarlarının kurbanı olmuşlar. Bu konudaki cehaletleri elbette ki onlar için bir mazeret değildir. Onlar cahil kalmayı iştemişlerdir.

Cemaat ve tarikat gönüllüleri kardeşlerimiz, sizlerin Ehli Beyt’ten uzak kalmanız konusunda ne Allaha ne de Resul’ü Ekrem’e karşı verecek cevabınız yoktur. Ahirette kaybedeceğiniz gibi dünyada da kazanamayacaksınız. Bu cemaat önderlerini çıkarları ve cehaletleriyle baş başa bırakın. Bunlardan dolayı Allah’ın rızasından uzak kalmayın.

Bırakın önderlerinizin çirkin hesaplarını da, Ehli Beyt’i, Kuran’dan ve Resulü Ekrem’in dilinden öğrenin.

Bağlı bulunduğunuz bu önderlere bir bakın ki cennet gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin’den bir söz sizlere aktarmamışlardır. Sizler buna şahit olduğunuz halde aklımızı kullanmamanız normal değildir. İnşallah bu cemaat önderlerine rağmen Kuran’ın emrettiği Ehli Beyt sevgisi, tüm Müslümanlar arasında yaygınlaşa- caktır. Ehli Beyt’le aramızdaki engelleri kaldırmamızda Allah Teâlâ’dan yardım dileriz. Rasthaber Hüseyin Taş 25.07.2012

 

 22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.18

 

Muaviye’nin torunları Suriye’de isyanda…

Halife Osman’ın evi kuşatılmıştı… „Halife, Hz. Ali’den, halk ile arasını bulmasını rica etti.

Ancak Hz. Ali bunu bir şartla kabul etti. Buna göre halife Osman, İmam Hz Ali’nin kefil olduğu her şeyle amel edecekti'...

Hz. Ali ise halifenin, Allah’ın Kitabı ve Peygamberin sünneti ile amel edeceğine kefil oldu. İsyancılar, Hz. Ali’nin hatırı için onun kefilliğini kabul ettiler. Ve anlaşma imzaladılar… Bu belgeyi (anlaşmayı) Zübeyr, Talha, Sad b. Ebu Vakkas, Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit, Sehl b. Hanif, Ebu Eyyup (Eyüp Sultan) (r.a) gibi kimseler şahit unvanıyla imzalamıştırlar. 

Ayaklanmanın bastırılmasından sonra Hz. Ali, halife ile bir kez daha konuşma yaptı ve şöyle dedi;

„Halk ile konuşmalı ve onları inandırmalısın. İnkılâp dalgaları tüm İslam ülkelerini kaplamıştır. Bu yüzden halkın tekrar sana karşı ayaklanması ve senin de tekrar benden yardım iştemen mümkündür.” Halife çıkıp halkla konuştu ve hatalarından dolayı pişman olduğunu beyan etti.

Bu anlaşmaya binaen halifenin evini kuşatanlar Mısır’a gitmek için yola çıktılar.

Yolda bir köleyle karşılaştılar... Köle, Mısır valisine bir mektup götürdüğünü itiraf etti... Mektup halifenin mührünü taşıyordu ve heyettekilerin öldürülmesini emrediyordu.

Bu olay üzerine Mısırlılar tekrar Medine’ye dönüp, halifenin evini yeniden kuşattılar. İşler iyice kızışmıştı.” Mektubu Halife Osman mı yazmıştı? Hayır. Ama mühür var. İşte o mühür Emevi zihniyetinin günümüze kadar gelen anlayışının mührüdür. „Mektubu Mervan b. Hakem yazmıştı. Halifenin mührü de Ümeyye- oğullarından Hemran b. Eban’ın elindeydi. Bu şahıs Basra’ya gidince mühür Mervan’ın eline geçmişti.”

Mektubu yazan Mervan olduğu için Mısırlılar, halifeden Mervan’ı kendilerine teslim etmesini istiyorlardı. Ancak halife bunu kabul etmedi. Abluka gittikçe daralıyor, eve su girişine bile izin verilmiyordu. Ancak Hz. Ali, Haşimoğullarından birkaç kişi vasıtasıyla zorla içeri su gönderdi.” „Halife, kuşatma altında bulunduğu sırada Muaviye’ye mektup yazdı ve yardım iştedi. Fakat Muaviye, Hz. Peygamberin ashabına muhalefet edem- eyeceğini söyledi.”

„Hz. Ali, daha sonraları Muaviye’ye yazdığı mektupta, onun Halife Osman’la ilgili davranışlarını şöyle anlatıyor; „Hangimiz Osman’a daha düşmanız ve onun öldürülmesine sebep olduk? Kendisinden yardım iştediği halde gevşek davranıp kaderi gelinceye kadar eceli ona saçan kim? Yardımın sana faydası varken Osman’a yardım ettin. Yardımın ona faydası varken onu faydasız bıraktın.” Akın Aydın 26.07.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.19

 

Esad Devrildikten Sonra

„Zeynebiye” Adını „Yezid İbn Muaviye” Olarak Değiştireceğiz!

Suriye’de son yaşanan gelişmelerden sonra artık Vahhabi-Selefilerin bu ülkedeki isyan ve terörist eylemlerdeki çirkin rolü kimseye örtülü değil. Suriye’deki karışıklıkların sebeplerinden biri de kendi deyimleriyle Şii hilalinin ortadan kaldırılmasıdır.

Bu doğrultuda son yıllarda bazı Selefi-Vahhabiler Şiilere ve Ehlibeyt (a.s) mektebi takipçilerine karşı karalama kampanyaları başlatmış ve insanlık dışı uygulamalara girişerek katliamlar yapmışlardır...

Abdullah Bin Mur'ib adlı Vahhabi şeyh,Twitter hesabından Suriye devletinin yıkılması halinde Şam’daki Zeynebiye semtinin ismi değiştirilerek yerine „Yezid İbn Muaviye” isminin konacağını yazdı!  

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA-Suriye’deki son gelişmeler Amerika, İsrail destekli selefi-vahhabi teröristlerin Irak’tan sonra Suriye’yi de kan gölüne çevirdiğinin bir kanıtı. Artık Suriye’de yaşananlar kimseye saklı değil. Gerçekler gün gibi ortada. Bir tarafta tüm fitnelere rağmen vatan ve milletini savunmak için mücadele eden Suriye devleti, öte yandan Amerika, İsrail, Batılı devletler ve Kukla Arap rejimleri tarafından her türlü destek verilen İslam ve insanlık düşmanı kan içici zamane Hariciler.

Zamanımızın Haricileri olan Selefi Vahhabiler, her ortamda Peygamberin ailesine kin kusmakta ve onların katillerini aleni bir şekilde desteklemektedirler!

Abdullah Bin Mur'ib adlı Vahhabi şeyhlerden biri, Twitter hesabından Suriye devletinin yıkılması halinde Şam’daki Hz. Zeyneb’in (s.a) mübarek kabrinin olduğu bölgenin adı olan Zeynebiye semtinin değiştirilerek -Peygamber efendimizin ciğer paresi olan değerli evladı imam Hüseyin ve ailesinin yerine-katili „Yezid İbn Muaviye” (lanetullahi aleyhima) isminin konacağını yazdı! Yakındoğruhaber 26.07.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.20

 

BOP’un abdestli Kardinali ve tek din projesi!

Zaman Gazetesi haberi, „Dinlerin kardeşliği ve buluşması” diye verdi! Kastettiği, „Tek Tanrı’ya Müzik” ismindeki konserlerdi! İlki Aya İrini’de yapılıp, ikinci ve üçüncüsü Alman kiliselerinde sürdürülen bu etkinliği Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile AB finanse etti.

Müzik-sanat ambalajı ile kamufle edilip organize edilen bu tezgah, gerçekte evanjelist-siyonist ittifakı, ya da yeni emperyalizmin tek dine erişme projesidir.

Öyle, çünkü bizim inanç siştemimizde, yani İslam’da dinlerin kardeşliği ya da buluşması diye bir şey söz konusu olamaz! 

İslam, son hak din olduğu için kendinden öncekileri iptal etmiştir. Realite bu iken, bunun görmezden gelinmesi ve İbrahimi dinler safsatası ile üç kitaplı dinin bir potada eritilmeye çalışılması, sadece Hazreti Muhammed ve Kuran’sız bir Müslümanlığın tedavüle sokulması değil, aynı zamanda üç dinden ortak bir din yaratılmaya çalışılmasıdır! 

Bu projenin temel figürü veya dinamosu ise Fetullah Gülen’dir! Hoca efendinin „Fasıldan Fasıla” isimli eserinde, Hazreti Muhammed’i reddeden yani Kelime-i Tevhid’in ikinci bölümü olan Muhammedun Resululah kısmının kaldırılmasını teklif eden satırları ortadadır!

F Tipi cemaatin, dinlerarası diyalog ve ılımlı İslam ambalajlı, malum faaliyetlerinde şimdi ki durak. Üç dini bir potada eritmek, yani tek dinin yaratılmasıdır. Galiba beklentileri de, bu dinin peygamberliğinin kendilerine verilmesidir! Hayır, aktardıklarım komplo teorisi ya da yakıştırma değil var olan tablodur!

F Tipi güruh, küresel emperyalizme sadece yurt dışındaki okulları ve polis ile adliyedeki mensuplarıyla, TSK’yı çökertme operasyonuna omuz vermiyor. Aynı zamanda islamın, iğdiş edilip yeni bir dinin yaratılması bağlamında da hizmet sunuyor ki, AKP’de bu projenin merkezindedir ve iki camia arasında iş bölümü söz konusudur! Hedeflenen tek din projesi, tıpkı BOP misali, yeni dünya düzeninin olmazsa olmazıdır ve ikisi paralel olarak yürütülmektedir. BOP ve tek din projesinde, F Tipi güruh, abdestli kardinal, AKP ise abdestli zangoç konumundadır!

Ülke bölünürken AKP hala nasıl yüzde 50’lerde? Sahi bu tabloda bir anormallik yok mu? Türkiye, göz göre göre bölünmeye gidiyor ve toplum bunu adeta canlı yayında izliyor. Ama bu tabloyu hazırlayan AKP’ye milletten bir fatura yok. Zira anketlere göre, iktidar partisi hala yüzde 50’lerde seyrediyor! Bize göre, bu dramatik tablo şunların eseridir:

Toplum, AKP yerine oy verebileceği bir iktidar alternatifini göremiyor ve iştemese de oyunu yine ona veriyor. Tayyip Erdoğan, siyaset mühendislikleri ve iktidar gücü ile kendinden kaçacak seçmenin oy verebil-eceği yeni siyasi adreslerin doğuşunu türlü yollarla engelliyor. Erdoğan, iyi bir algı yönetimi ve iletişim tekniği ile dini kullanıp cepheleşmeler yaratarak tabanını diri tutuyor! Tayyip Erdoğan, ben gidersem istikrar bozulur imajını oluşturarak kitleleri yanında tutabiliyor. Toplum, geçiminin yani ekonomik durumun- un dışındaki şeylere tepki vermiyor.

Güce tapınma ya da güce eğilme toplumumuzun temel dinamiği haline geldi!

Tayyip’ten Halid Meşal’a, Haçlılarla beraber ol baskısı! Halid Meşal’i biliyorsunuz! Hamas’ın sürgündeki lideri! Peki, Meşal nerede mi sürgündeydi?

Suriye’de! Yıllar yılı Şam’a sığınıp, oradan çok büyük destekler alan Meşal’a şimdi, „ABD’nin köpeği ol ve Suriye’ye ihanet et“ deniliyor!

Diyen kim mi? Tayyip Erdoğan! Meşal, önceki akşam Türkiye’ye geldi ve Erdoğan’a iftar yemeği konuğu oldu! MİT Müsteşarı ile Dışişleri Bakanı’nın da katıldığı yemeğin gündemi Esad’ın düşürülmesi için Suriye’deki Filistinlilerin isyan ettirilmeleri imiş!

Görüyorsunuz, Tayyip Erdoğan, kendinin Haçlı zırhını kuşanması yetmiyormuş gibi, bir de bu Haçlı orduya asker topluyor.

Ömrünü İsrail ve ABD ile mücadelede geçiren birinin kıblesini değiştirmeye çalışıyor! İslam literatüründe, böyle davranana ne denir onu siz tahmin edin! Rasthaber Sabahattin Önkibar 28.07.2012

 

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.21

 

Suriye meselesinde hergün yeni bir yazı daha kaleme alınırken, açıklamalar ve yaşananlar ibretle takip ediliyor. 

Gün geçmiyor ki Şii ve İran düşmanı Yeni Akit'ten İran'a yönelik bir saldırı gerçekleştirilmesin. Yeniakit yazarı Abdurrahman Dilipak dünkü köşesinde İran İslam Cumhuriyeti hakkında saldırgan ve karalayıcı bir yazı kaleme aldı. Taha Haber

Mehmet Görmez kadir gecesi Suriyeli teröristler için dua etti AKP hükümetinin Suriye karşıtı politikalarına Diyanet İşleri de dahil oldu. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Göremez, Kadir Gecesi Kahramanmaraş'ta Abdülhamit Han Camii'nde verilen hutbede, yüzlerce kişiye Suriyeli teröristler için dua ettirdi.17 Ağustos 2012

Ehli Vicdan Sahipleri

devletler din adamlarının ferastei halkı Allah'ın hesabına hazırlaması ile kurulur; yıkılmasıda din adamlarının maneviyatı boşaltıp halkı şeytanın hesabına hazırlaması ile olur. Hacı Bayazıt

Ey silah mal ve terörist gönderen devletler! Hüsrana uğrayacaksınız

Suriye Cumhuriyet Müftüsü Şeyh Ahmed Bedreddin Hassun tüm Ortadoğu ülkelerine birlik çağrısı yaptı. Müftü, Kürdüyle Arabıyla, Hıristiyanı ve Müslümanıyla işgalcilere karşı savaşarak kazandıkları toprakları vermeyeceklerini vurguladı.

Suriye Cumhuriyet Müftüsü Şeyh Ahmed Bedreddin Hassun, Ortadoğu'daki tüm devletlere birlik çağrısı yaptı. „Öylediler ki hangi devlettensin? Bilmez misiniz dedim? Hayır dediler.

Benim devletim Mekke'den Cakarta'ya ve Mekke'den Magrib'e, Tahran'dan Golan Tepeleri'ne ulaşır. Benim devletimin sınırı yoktur. (01:02-01:29) İsa da bizim toprağımızdaydı Muhammed S.A.V da bizim toprağımıza geldi. Ha keza Musa da bizim toprağımızda hidayete erdi.

Şimdi kalkıp bizim devletimizin haritasını mı değiştireceksiniz!” 

Suriye Cumhuriyet Müftüsü, Kürdüyle Arabıyla, Hıristiyanıyla Müslümanıyla hep birlikte savaşarak Suriye'yi işgalcilerin elinden aldıklarını anlattı.

„İşgalciler idlib'e gidelim dediler. Dediler ki: Dağdakiler insinler Humus devletini kurun. İdlib'deki Kürt ve Araplar dediler ki: Onlar dağda kartallar gibi bizi korurlar. Biz de ovadan onları besleriz, siz işgalcilere karşı, böyle direniriz! Ova olmadan dağ, dağ olmadan ova olmaz.

Halep Hristiyan Başpiskoposu onlara dedi ki „Cumanızı kılın ve gelin, savaşa gidiyoruz!

Ama birbirimiz ile değil Fransızlar ile!“ Biz böyle bir ülkeyiz! Antakya'da Halep'te Humus'ta Hama'da beraber savaştık Fransız'la. Fransızlar yüzünden mescitleri kapatmak zorunda kaldık. Fakat Başpiskopos haber vererek kiliseleri cuma namazı için tahsis etti. Suriye halkı böyledir!”

Müftü Hassun, Suriye'ye silah, para ve terörist gönderen ülkelerin hüsrana uğrayacaklarını ilan etti. „Suriye'ye ve halkına yaklaşmayın! Hadis buyuruyor kim kötülük düşünürse hüsrana uğrar! Ey silah mal ve terörist gönderen devletler hüsrana uğrayacağınız gün yakındır Allah'ın izni ile!” abna.ir 18.08.2012

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Bismillah...

İmam Ali’nin İlmi Mirası

İmâm’ın (a.s) ilmî mirası „imâmet „ misyonunun „nübüvvet“in devamı olması hasebiyledir. İmâm Ali (a.s), risaletin ilk günlerinde İslâm ile müşerref olunca İlâhî buyruklara katışıksız bir teslimiyet gösterip hayatı boyunca „eylemi ve söylemi“ ile asla tenakuza düşmemiş „sabit ber kadem“ bir tablo çizerek  kendi çağından kıyamete kadar gelecek Müslümanlara  her haliyle „numune-i timsâl“ olmuştur. Ayrıca bununla birlikte miras olarak bırakmış olduğu yetkin, kuşatıcı ve kapsamlı ilmi kıyamete kadar ümmetin yolunu aydınlatmaya devam etmektedir.

Bilindiği üzere Allah Resulü’nün (s.a.a) ahirete irtihâlinden sonra yani „Sakife“deki eksen kaymasının akabinde İmâm (a.s) evine kapanıp uzun süre Kur’an-ı Kerim‘i nüzûl sırasına göre tertip ederek ayetlerin tevil ve tefsirini yapmakla meşgul olmuştu. Ümmetin ihtiyaç duyduğu her türlü bilgileri içeren bu „Mushaf“ İmâm Hasan’a (a.s) sonrasında İmâm Hüseyin’e (a.s) ve akabinde de diğer imâmlara miras olarak bırakılmıştır. Bu nedenle vahy ve nübüvvet ilminin taşıyıcıları, Kur’an ve sünnetin muhafızları, hak ve kakikâtin gerçek varisleri Ehl-i Beyt imâmlarıdır.  

İmâm Ali‘nin (a.s) irad etmiş olduğu hutbeler, çeşitli vesilelerle yazmış olduğu mektuplar ve sarfetmiş olduğu hikmetli sözlerinden oluşan „Nehc’ül Belağa“ isimli metin çeşitli dillere tercüme edilerek ümmetin istifadesine sunulmuş bir şaheserdir.

Nehc’ül Belağa’ya içerik olarak baktığımızda öncelikli olarak Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı sıfatlarıyla birlikte en mükemmel şekilde bizlere tanıtmaktadır. İmâm’ın (a.s) bu konudaki açıklamaları başta „İhlâs Suresi“ olmak üzere Kur’an’ın birçok ayetin tefsiri niteliğindedir.

Yine Nehc’ül Belağa, edep, ahlâk ve adab-ı muaşeret ile ilgili hutbe ve sözlerden müteşekkil, ailevî münasebet- lerden toplumsal ilişkilere kadar, Müslüman bireyin-ümmetin her bir ferdinin kişilik ve şahsiyetini şekillen- direcek „yaşam ilkeleri“ veya „hayat kılavuzu“ olarak sunulmuş ölçüler manzumesinin adresidir. 

-    Ayrıca İmâm’ın miras olarak bırakmış olduğu „es-Sahife“ adlı eser diyet ve kısasların fıkha tekâbül eden hükümlerini içermektedir.  Bu eserden Buharî, Müslim ve İbn-i Hanbel rivayetlerde bulunmuşlardır. (Daha önce de ifade ettiğimiz gibi ilk iki halife işin içerisinden çıkamadıkları hususlarda İmâm Ali‘ye (a.s) müracaat etmekte idiler.  Zira „İmâm“ demek aynı zamanda „fakih“ demekti. Ancak ne yazık ki onlar İmâm‘ın (a.s) fakihliğini kabul etmelerine rağmen imâmetini kabul etmemiş- lerdi.)

Öte yandan her Müslümanın bilmek durumunda olduğu helâl ve haramları içeren „el-Camia“ adlı eser İmâm’ın (a.s) paha biçilmez mirasları arasındadır. İmâm Cafer Sadık‘tan (a.s) rivayet edildiğine göre „el-Camia“ yetmiş zira uzunluğundadır. Bu değerli eser hakkında birinin derisini tırmalamanın şerî hükmüne varasıya dek, bütün ceza kanunlarını en ince ayrıntısına kadar ihtiva ettiği belirtilmiştir.

„Müsnedü’ül-İmâm Ali“ adlı eser ise Nesaî tarafından derlenip yazılmış bir kitaptır. Bu eser İmâm Ali’nin (a.s) Resulullah’tan (s.a.a) rivayet ettiği hadislerden müteşek- kildir.

„Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim“ isimli kitap ise Amidî tarafından kaleme alınmış bir eser. İçeriği ise İmâm Ali’nin (a.s) hikmetli ve özlü sözlerini ihtiva etmektedir. Ebu İshak el-Vatvat’ın „Matlub-u Kul-i Talib Min Kelâm-i Ali b. Ebî Talib“ isimli eseri İmâm Ali’nin (a.s) hikmetli sözlerinden derlenmiştir. „Miet-u Kelime“ (Yüz Söz) Cahiz’den nakledilmektedir.

Bir iki örnek daha verecek olursak Mecmau’l-Beyan tefsirinin müellifi Tabersî İmâm Ali’nin (a.s) hikmetli sözlerinden oluşan „Nesru’l-Leali“ isimli bir kitap yazmıştır. Nasr b. Muzahim’in „Kitabu’s-Sıffin“ adlı eseri ise İmâm’ın (a.s) bazı hutbelerini ve çeşitli vesilelerle yazdığı nasihatlerini içermektedir. Son olarak „Es-Sahifetu’l-Aleviyye“ isimli eser İmâm’ın (a.s) kendisinden rivayet edilen duaları kapsamaktadır.

İmâm Ali’nin (a.s) ilmî mirasını aktaran yüzlerce eseri örnek vermek mümkündür. Sayfa kapasitemizi aşma- ması bakımından biz bukadarıyla yetinmiş olduk. Sadece şukadarını söylemiş olalım: İmâm’ın (a.s) ilmî mirası „imâmet“ misyonunun „nübüvvet“in devamı olması hasebiyledir.

„Ali benim vasimdir.“ (Hadis) „Ben, öğrendiğim her şeyi, mutlaka Ali’ye öğrettim; o, benim ilim şehrimin kapısıdır.“(Hadis) İmâm Ali (a.s) buyuruyor ki: “Ben Allah Resulün’den (s.a.a) duyduğum her şeyi mutlaka ezberler ve asla unutmazdım.“ İmâm Muhammed Bakır’dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “İmâm Ali’ye (a.s) Resullah’ın (s.a.a) ilmi hakkında sorduklarında şöyle buyurdu: ‘Peygam- ber’in (s.a.a) ilmi, bütün peygamberlerin ilmidir; geçmi- şte olanların ve kıyâmet gününe kadar olacakların ilmidir.‘ Sonra şöyle devam etti: ‘Nefsimi elinde tutan Allah’a andolsun ki hiç şüphesiz ben de Resulullah’ın (s.a.a) bildiğini biliyorum; geçmişte olanların ve benimle kıyâmet arasında olup biteceklerin hepsini biliyorum.“

İmâm Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyur- maktadır: “Resulullah (s.a.a), İmâm Ali’ye(a.s) bin kelime ve bin bab vasiyet etti  ve her bab bin kelime ve bin kapıyı açmaktaydı.“ Aziz İmâm’ın (a.s) ilmî mirasından söz ederken ayrıca herkesin pek bilmediği „Cifr“ ilmine de bu vesile ile vurgu yapmış olalım. Zira İmâm’ın (a.s) ilmî mirası arasında „Cifr“ isimli eseri önemli bir yer tutmaktadır. Bu kitap önceki Peygamberlerle ilgili haberleri ve onların şeriatlarıyla ilgili hükümleri ihtiva etmekle birlikte gelecekteki hadiseleri, kıyamet alâmetleri ile ilgili bilgileri de içermektedir. İmâm’ın (a.s) lâhutî ilmi ile ilgili yukarıda aktarmış olduğumuz hadisler bu bağlamda  da değerlendirilmelidir.

İmâm Ali’nin (a.s) ilmî yüceliği, ilâhî buyruklara olan vukufiyeti, engin hikmet anlayışı, hak ile batılı kesin çizgilerle birbirinden ayırma yetisi, hayatı ve olayları irfanî bakışaçısıyla yorumlaması, enfüsî  ve afakî bilgilerle donatılmış olması onun velâyet makamına olan liyâkatini ortaya koymaktadır. İmâm’ın (a.s) ümmet nezdindeki konumu ve yüce makamı bilen için zaten izahtan varestedir.

Kısacası ve sonuç olarak diyeceğimiz o ki, İmâm Ali‘nin (a.s) biz Müslümanlara miras olarak bırakmış olduğu ilim henüz İslâm ümmeti tarfından sağlıklı bir zeminde tetkik edilip gereği gibi istifade edildiği kanaatinde değiliz! Bir buçuk milyarı aşan ve coğrafî olarak 57 parçaya bölünmüş olan İslâm âlemi içerisinde gerçek Ehl-i Beyt dostları diyebileceğimiz bir tek devlet (ki o da İran İslâm Cumhuriyeti’dir) ve değişik bölgeler- deki irili ufaklı birkaç cemaati müstesna sayarsak bu iddiamızın haklılığı ortaya çıkar kanısındayız. Sağduyu sahibi her mü’min zaten bu acı gerçeği itirâf etmektedir. 

İçimizi dilhûn eden bir başka acı gerçeği serdetme babında yine itirâf etmiş olalım ki, bu ümmetin en büyük eksikliği Ehl-i Beyt imâmlarını tanımaması ve Ehl-i Beyt misyonunu bilmemesidir. Katışıksız öz Muhammedî İslâm’a ulaşmanın yolu onları tanımaktan, haklarını teslim etmekten ve onların ilmî mirasından faydalanmaktan geçer. Aksi halde Emevî zihniyeti ile bulandırılmış din anlayışı bu ümmeti asla özlenen ve beklenen gerçek İslâm medeniyetine ulaştırmayacaktır. 

Allah Subhanehu ve Teâlâ, Tâhâ suresinin 124’ncü ayetinde “Benim zikrimden yüz çeviren topluluklara yeryüzünde istikrarsızlık vereceğim“ diye buyurmuyor mu? Kur’an Yüce Allah’ın zikri olduğu gibi başta İmâm Ali (a.s) olmak üzere Ehl-i Beyt imâmları da „yaşayan zikir“ dir. 

Yine Yüce Allah, Şura suresinin 23’ncü ayetinde “Ey Resulüm de ki; bu tebliğime karşı sizden bir ücret iştemiyorum, ancak buna karşılık Ehl-i Beyt’ime meveddet göstermenizi istiyorum“ diye buyurmuyor mu? İhtiram ve meveddet sadece kuru bir sevgi değildir. „Meveddet göstermek“, Ehl-i Beyt imâmlarınn velâyetlerini, rehberliklerini kabul edip ilimlerinden faydalanmayı zorunlu kılmaktadır. Konum ve makamlarına göre onlara değer vermek, bu değerin gereğini yerine getirmekle mümkündür. Hazım Koral/rasthaber 18.08.2012

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Mısır Müftüsü:

‘Selefiler zamanın haricileri ve cehennem köpekleridir’

Afrika kıtasındaki en ünlü imam zadelerinden ve İmam Hasan’ın (a.s) torunlarından olan Abdusselam El Esmer’in türbesinin Vahabi selefilerce yerle bir edilmesinin ardından bir çok Mısırlı önde gelen alim ve önder Vahabilerin bu çirkin saldırısını kınayan açıklamalar yayınladı. Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA-Libya’da bulunan halkın değer verdiği kutsal mekanların ve özellikle imam zade Abdusselam El Esmer’in türbesinin Selefilerce tahrip edilmesi Sünni olsun Şia olsun dünya Müslümanlarını ayağa kaldırdı.

Mısır Baş müftüsü Doktor Ali Cuma, ağır bir dille kaleme aldığı bir bildiri yayınladı. Bildiride selefilerin eylemini kınayarak şunları belirtti: Selefiler zamanın Haricileri ve cehennemin köpekleridir. Allah’ın evlerini ve Müslümanların kutsallarını yıkarak yeryüzünde fesat çıkarmaktadırlar.

Onlar, İslami temeddünü yıkarak Libya halkı arasında mezhep fitnesi çıkarmak ve halkı iç savaşlarla meşgul etmek için çaba sarf etmektedirler.” Mısır Müftüsü, Libya’da yaşanan son gelişmeleri cahiliyet dönemine benzeterek şunları kaydetti: „Her Müslüman söz ve eylemiyle bu tür girişimlerin karşısında durmalıdır. Ayrıca Libyalı yetkililerde bu durum karşında tepki göstermelidir.”

Doktor Ali Cuma, Vahabilerin bu eylemini mücrimce sayarak Libya’lı yetkililerden eylemi gerçekleştirenlerin Muharebe Haddiyle cezalandırılmasını iştedi. Çünkü onlar sapkın ve Müslümanları tekfir eden tebliğlerde bulunmaktadırlar. Dilleriyle mezhep fitnesini körüklemektedirler ifadesini kullandı. Hatırlanacağı üzere Mısır’da yaşanan halk devriminin ardından ülkede yaşayan selefiler de Mısır’da bulunan bazı kutsal mekanları yakmış ve hatta „Makam-ı Resü’l Hüseyin (a.s)”e saldırarak yakmaya kalkmış, ancak halkın direnmesiyle ve Ali Cuma ve El Ezher Şeyhi Ahmet Tayyib’in tepki göstermesiyle geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Abna.ir 28.08.2012

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Ayetullah Mekarim: İlim havzaları her zaman devletlerden bağımsız olmuştur.

Ayetullah Mekarim Şirazi, ilim havzalarının tarih boyunca daima devletlerden, hatta onların yönetimi İslami olduğu zamanlarda bile bağımsız olduğunu belirtti ve ekledi: Eğer ilim havzaları devletlere bağımlı olursa doğru ve isabetli söz söyleyemezler. Bu durumda devletler tarafından alınmış kararlar ilim havzasına hakim olur ve bu, ilim havzası için bir eksikliktir.

Büyük taklit mercilerinden biri olan Ayetullah Nasır Mekarim Şirazi bu sabah ilim havzalarındaki ders yılının başlaması münasebetiyle yaptığı konuşmada ilim havzalarının günümüzde çok güçlü bilim merkezlerine dönüşmüş olduğunu ifade etti ve şöyle konuştu: Talebeler ve âlimler bu büyük nimetin şükrünü yerine getirmelidirler ve bu ilahi hediyeye şükretmek ancak onu amacına uygun şekilde kullanmakla gerçekleşir. 

Ayetullah Mekarim Şirazi sözlerini şöyle sürdürdü: Bugün ilim havzalarına hakim olan feza her açıdan öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri için münasiptir ve eğer talebe ders okumaz, tembellik ederse nimete nankörlük etmiş olur. Bazıları zannediyorlar ki nimete nankörlük etmek sadece o nimetin kaybolmasına yol açar. Halbuki nimete nankörlük etmek sadece o nimetin kaybına neden olmaz, aynı zamanda ilahi nimeti doğru ve amacına uygun kullanmayan kişiye ilahi azabın ulaşmasına yol açar.

Kum ilim havzasının büyük fıkıh ve usul üstatlarından olan bu büyük taklit mercii sözlerine şöyle devam etti: Allah’a karşı sorumluluk hissi, gelişim ve ilerleme, iman ve Allah’a tevekkül etme, istiklal ve özgüven müminlerin özelliklerindendir. Biz, geçmişlerimizden büyük bir miras almış bulunmaktayız. Onu sadece korumakla değil, aynı zamanda artırmakla yükümlüyüz. İslam İnkılabı Rehber- inin de buyurduğu gibi ilim havzası ilim üretmelidir. İlim üretmek bilgi toplamak değildir. İhtiyaçlara ve yeni gündeme gelen konulara cevap vermektir. Peygamber- ler kendi zamanlarına uygun bir dil kullandıkları gibi ilim havzaları da bugüne uygun bir dil kullanmalı, zamanın ihtiyaçlarını iyi tespit edip onlara uygun cevaplar üretmelidirler. 

Ayetullah Şirazi sözlerinin devamında şöyle konuştu: İlim havzalarına, üniversite siştemi hakim olmamalıdır. İlim havzası kendini geliştirirken geleneksel hüviyetini kaybetmemeli, ilahi hedefleri ilerletmek öncelikli hedefi olmalıdır.

Ayetullah Şirazi, ilim havzalarının zamanın talepleri karşısında direnmemeleri gerektiğinden söz ettiği konuşmasını şöyle sürdürdü: İlim havzaları uluslararası bilimsel platformlarda İslam ve Ehlibeyt mektebinin sözünü herkese duyurmalıdır. Bugün iletişim çağındayız ve ilim havzaları bu fırsatı, İslam’ın hedeflerini ilerletmek ve dini tebliğ etmek için en iyi şekilde kullanmalıdır. Bugün biz yabancı bir ülkenin bilim adamıyla karşı karşıya gelip mütercime ihtiyaç duymadan sohbet edebilmeli ve değerlerimizi anlatabilmeliyiz.

İlim havzalarının bağımsız olmasının gerektiğinin de altını çizen Ayetullah Şirazi şöyle konuştu: İlim havzaları eskiden beri hep devletlerden bağımsız olmuştur. Hatta bu devletler İslami olsa bile… Eğer ilim havzaları devletlere bağımlı olursa doğru ve isabetli söz söyleyemezler. Bu durumda devletler tarafından alınmış kararlar ilim havzasına hakim olur ve bu, ilim havzası için bir eksikliktir.abna.ir 09.09.2012

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.

 

Mehdeviyete yönelmek adalet ve akılcılığa yöneliştir

Ayetullah el-Uzma Safi Kulpayigani üniversite öğren- cileri tarafından düzenlenen Mehdeviyet konulu „Ferec Yolcuları” isimli sempozyuma gönderdiği mesajında, Mehdeviyet inancına yönelişin, aslında adalet, akılcılık ve faziletin hüküm sürdüğü bir döneme yönelmek olduğunu kaydetti. Şafak ajansının ilim havzası haber merkezinden naklettiği habere göre Kaşan üniversitesinde düzenlenen ve üç gün sürecek olan bu sempozyuma Ayetullah Kulpayigani şu mesajı gönderdi:

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Selam olsun yeryüzünü cehalet, haksızlık ve zulümle dolmasının ardından ilim ve adaletle dolduracak olan efendimiz Hz. Mehdi’ye! Selam olsun Mehdeviyet sempozyumunu düzenleyen aziz üniversite öğrencilerine ki Hz. Mehdi hakkındaki bilgileri ortaya çıkaracak bir hareketi başlatmışlardır. Bu vesileyle öğrencilerin Hz. Mehdi hakkındaki malumat ve bilgilerinin derinleşmesinin yolunu açmışlar, mevlamızın kalbini tertemiz bir inanca sahip samimi müminler olan üniversiteli öğrencilerden hoşnut etmişlerdir.

Değerli hazirun, entelektüeller, ilim talipleri ve kıymetli üstatlar! Muasır dünya tüm zahiri cilve ve şatafatlarıyla beşerin terakki ve gelişimini teknoloji ve sanattaki gelişime bağlamış olsa da şu bir gerçektir ki maddi ve fiziki anlamdaki tüm gelişmelerle birlikte maneviyatta gerileme yaşanmaktadır; ruhsal sorunlar ve psikolojik baskılar insanoğlunu endişelendirmektedir. Beşer kalp huzurunu, manevi değerlerini, geleceğe ve hatta yaşadığı zamana ümidini yitirmiştir. Yaşama dair kafasında doğru bir izah yoktur. Şu maddi medeniyet için de doğru-dürüst bir mana bulamamaktadır. Dolay- ısıyla bugünün dünyasında ikinci cahiliye dönemi zuhur etmiştir.

İnsanların çoğu insani konular ve onun hayvandan olan farkları hususuna kayıtsızdırlar. Onların üzerinde yarışmalar düzenledikleri, ödüller aldıkları ve onur duydukları şeyler gerçek değerler sahasında asla onları tatmin etmemektedir. Sadece geçici bir süre onları içine düşmüş oldukları girdaplardaki gafletlerini artırmakta ve bu anlamsız yaşamdan ümitlerini yitirmelerini önlem- ektedir.

İnsana ümit veren ve onu içinde bulunduğu bu düşüşten kurtaracak tek bir şey vardır. O da manevi değerlere ve gayba iman etmesi, mektebi değerlere ve kurtarıcı vaadlere ve müjdelere yönelmesidir.

Mehdeviyete yönelmek, adalet, akılcılık ve fazilet asrına yönelmek demektir. Mehdeviyet ve âlemde bir kurtarıcının zuhur edeceği inancıyla yapılan bir tefsir tüm kaygıları giderir ve şaşkınlıkları ortadan kaldırır.

Âlemin yaratılışı beyhude değildir. İnsan hayatı, bunca programları görmesi, kâinatın sırlarına dair bilgi kazanması… bunların tümü onun terakki ve gelişimi içindir. İnişler ve düşüşler kınanmıştır. Beşerin geleceği, anne rahmindeki bir ceninin geleceği gibidir. Nitekim anne rahmindeki bir cenin o küçük, karanlık ve daracık yerden çıkmakta ve yerküre, gökyüzü, kehkeşanlar, okyanuslar, dağlar, bağlar, güller, çiçekler ve milyarlarca insanın bulunduğu geniş bir cihana adım atmaktadır…

Mehdeviyet, adaletin zulme, ilmin cehalete ve aydınlığın karanlığa galip gelmesini öngörmektir. İşte bu mana beşeri razı etmekte, ona neşe ve güç vermektedir. Kurân’ın müjdeleri de bu yöndedir: „Andolsun ki biz, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yazdık: Şüphe yok ki yeryüzü, temiz kullarıma miras kalır.” (Enbiya 105) „Ve bizse yeryüzünde zayıf bir hale getirilmesi iştenenlere lutfetmeyi ve onları, halka rehber kılmayı ve yeryüzüne, onları miras bırakmayı dilemedeydik.” (Kasas 5) „Allah, sizden inanıp iyi işlerde bulunanlara, onlardan önce gelip geçenleri nasıl yeryüzüne sahip ve hakim kıldıysa onları da mutlaka yeryüzüne sahip ve hakim kılmayı ve onlara, razı ve hoşnut oldukları dini nasip edip o dini, bütün dinlerden üstün etmeyi, korkularını emniyete tebdil eylemeyi vadetmiştir.” (Nur 55). Ve daha nice ayetler ve yüzlerce rivayetler hep böyle bir müjdeyi vermektedir.

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: „Eğer dünyadan sadece bir gün kalmış olsa bile Yüce Allah o günü uzatacak; ta ki bizim Kaim’imiz (kıyam edicimiz) çıkıp orayı zulüm ve haksızlıkla dolmasının ardından adalet ve hakkaniyetle doldursun.” (Bihar’ul-Envar c. 36, bab.41, hadis.201).

Hz. Mehdi’nin ahir zamanda zuhur edeceğine inanmak tüm uyuşuklukları, hareketsizlikleri, ilgisizlikleri ve gafletleri ortadan kaldırır. Islaha yönelik çağrı, barış ve hayrın hâkim olduğu sağlam bir düzene doğru davet etmek demektir. Böyle bir mektebi kutlamak gerekir.

Hz. Mehdi’nin zuhuruna olan inanç sayesinde tüm zafiyetleri bertaraf edeceğiz, ülkemizi kalkındıracağız, yolsuzlukların önüne geçeceğiz, emr-i maruf ve nehy-i münker farizasını yerine getireceğiz. Bu tür sempoz- yumlarla cihanşümul olan Mehdeviyet inancını tebliğ edeceğiz.

Mehdeviyet konusunu derinlemesine ele alan bu hareketin İslam kelimesini yüceltme yolunda ve zuhuru bekleyenlerin İslami değerlere sarılmalarını sağlama yönünde atılmış güzel bir adım olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda programın organizasyonunda emeği olan tüm öğrencilere ve üstatlara teşekkür ediyor ve Yüce Allah’tan hepsi için başarılar diliyorum.

Allah’ım, velinin ferecini çabuklaştır; ona güçlü bir yardımla yardım et. Bizleri onun yardımcılarından ve yarenlerinden kıl. Doğrusu sen duayı işitensin. Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatüh. Ayetullah Kulpayigani www.shafaqna.com/turkish 03.10.2012 

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Allah'ın selamı

alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası ‘maneviyatın‘ merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun.

Emekli Paşa Türker Ertürk savaş halinde İsrail'e atılacak füzelerin başarısız olacağını gelen füzeleri İsrailin füze kalkanı ile havada karşılayıp sonuçsuz bırakacağını, hesap ediyor;

ama hesap edilemeyen bu alemde herkim ne yapar ise mutlaka karşılığını bulur yaptığı hayır veya şer peşini bırakmaz mutlaka kendine döner; alemi Yaradanın koyduğu kuralı. Bu bakımdan ABD ve İsrail veya başka şer odaklarının yaptıkları zülümler kendine dönerken onların bunu karşılaması engel olması mümkün değil. Füze savunma siztemi hedef ülkeye gelen füzeyi O hedef ülke üzerinde yakalayabiliyor yere inmeden çarpışma ile yukarda imha oluyor...

Bu Olasılıkdan dolayı hedefe atılacak ilk füzelere değişik başlık takılılır;

böylece muhtemelen vuracağı hedefe yakın biryerde vurulunca taşımış olduğu başlığın işlevi, o bölgenin yeraltı yerüstü kaynağı askeri tesislerini imha edecek şekilde tasarlanmış olur; yani bir olasılık ile ilk vurulacak füzeler gideceği bölgenin yakındaki bütün iletişim ağlarını felç devre dışı bırakılacak şekilde tasarlanmış olur... ilk füzelerin arkasından ikinci gönderilen füzeler esas başlığı taşır.

Allah'ın sevgili kulları;

kötüler yaptıklarından kurtulamaz... yaptıkları birşekilde kendilerini bulur; „onları ilah edinleri“… onlardan daha büyük bir ceza yakalar; „onların azıtmasına emperyalist isteklerin‘de ümütlenmesine zemin hazırladıkları için...“ haci bayazit 28.10.2012

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

İran: ABD bizimle çarpışacak güçte değil

İran Devrim Muhafızları Komutanlarından Tuğgeneral Hüseyin Selami ABD uçağının ele geçirilmesini değerlendirdi…

Tuğgeneral Hüseyin Selami bugün yaptığı açıklamada, ABD'ye ait insansız hava aracının ele geçirilmesinin ABD'nin İran karşısında zayıflığını gösterdiğini vurgula- yarak, „ABD hükümetinin dünyanın siyasal düzeni üzerinde yüksek askeri ve ekonomik güç hâkimiyetine rağmen, İslami İran ile çarpışacak güçte değildir“ ifadelerini kullandı.

İranlı General açıklamasının devamında, „İran İslam Cumhuriyetinin uygulanan sert yaptırımlara rağmen düşmanını mağlup ettiğini“ kaydetti. Salami, „Eğer ABD'ye bu yaptırımlar uygulanmış olsaydı bir günde çökerlerdi“ diye ekledi. tevhid haber 05.12.2012

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Mukaddesatçı (Adnan Menderes)

Emekli Kurmay Pilot Albay Hüseyin Avni Güler anlatıyor; 1958’de Lübnan’da Müslüman Araplarla Hıristiyan Araplar arasında savaş çıkmıştı. Ben Ankara Etimesgut 12. Hava Üs Komutanlığı’nda Yüzbaşı olarak görevliydim. Bu üsten C-47 Dakota uçakları ile Lübnan’a yedi sefer uçtum. Her uçuştan önce uçaklarımıza sandıklar yükleniyordu.

Kapalı ve büyük sandıklardaki yükümüzün ne olduğunun farkında değildik, çünkü bilgilendiril- miyorduk. İlk yüklemelerde o zamanki Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu meydana geliyor ve uçağın yüklenişine bizzat nezaret ediyordu. O yıllarda Kıbrıs İngilizlerin elindeydi. Uçaklarımız önce Kıbrıs’a doğru uçuyor burada İngiliz jetlerine parola veriliyor daha sonra Lübnan istikametine dönülüyor ve Beyrut’a iniyorduk. İnişten sonra sandıklar boşaltılıyor, uçuç ekibine birer sandviç ve kola veriliyor, yakıt ikmali yaptıktan sonra da o gece Türkiye’ye geri dönüyorduk. Bu arada bir uçağımız yanlışlıkla Beyrut Havaalanı Müslüman Arapların eline geçtiği sırada indi, uçağımıza el konuldu ve uçuş ekibi tutuklandı. Bu personelimiz diplomatik girişimlerden sonra ancak ülkemize getirilebildi.

Lübnan’daki Hıristiyanlara Türkiye’den 85 uçak dolusu silah ve cephane gönderildi. Bizler de bilmeden Menderes’in günahına ve suçuna alet olduğumuzu sonradan öğrendik. O silahları ve mermileri kullanan Hıristiyanlar belki de binlerce Müslümanı öldürmüşlerdi.

Beni bu pis, kalleş ve emperyalist işbirlikçisi oyunlarına alet edenleri şimdi lanetliyorum. Bugün Anıtmezarda yatan o kimsenin ne mal olduğunu milletimin bilgisine arz ediyorum.“

Menderes Lübnan’a silah gönderiyordu! Sayın  Güler’in anlattıklarında eksik var fazla yok. O gün emperyalizmin emri ve çıkarları gereğince Menderes sadece hava yolu ile değil, deniz yolu ile de Hıristiyanlara Müslüm- an öldürmesi için silah ve cephane göndermişti. Çünkü ondan öyle yapılması işteniyordu.

Menderes’in emperyalist işbirlikçiliğine örnek çoktur! 1957’de emperyalizm iştedi diye Suriye’yi işgal etmek iştedi. Hani şimdi Erdoğan ve Davutoğlu Suriye’ye müd-ahale edebilmek için BAAS’ı ve Beşar Esad’ı bahane olarak gösteriyorlar ya! O zaman ne BAAS var, ne  Beşar var, ne babası Hafız Esad var. Hatta PKK ve ona verilen destekte yok.

Aynı Menderes 1958’de Cezayir’de emperyalist işgal- ci ve katliamcı Fransızlara karşı bağımsızlık müca delesi veren Müslümanları değil Fransa’yı destek ledi. Ki o Fransa, Cezayir’i Osmanlı toprağı iken 1830’da haksız yere işgal etmişti. Cezayir 132 yıl Fransız işgalinde kaldı ve bu süre içinde çok Müslüman öldürüldü. Sadece 1952-1962 arasında öldürülen Müslüman sayısı 1,5 milyondur. Cezayir bunun bir soykırım olduğunu iddia etmektedir. 

Kim bu Menderes? 1955’de Demokrat Parti (DP) Meclis grubunda “Siz öyle güçlüsünüz ki, hilafeti bile getirebilirsiniz“ diyen, 1956’de  Konya’da  “ortaokullara din dersi konulacağını“ açıklayan, 1957’de genel seçimler öncesinde „İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii’ni ikinci bir Kabe yapacağız“ sözü veren ve yine aynı yıl Kayseri’de “DP’nin iktidarda olduğu 7 yıl içinde 15 bin Camii inşa edildiğini“ söyleyen.

Evet, Menderes mukaddesatçı görünüm altında, din üzerinden siyaset yapmıştır. Hızlı Müslüman gözük- mesine ve halkı bu şekilde kandırmasına rağmen hep emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmiş ve son tahlilde Müslüman’dan ve mazlumdan yana hiç olmamıştır.

Başbakan Erdoğan daha şimdiden her bakımdan  Menderes’i sollamıştır bile! Erdoğan konuşmaların- da Menderes’i yere göğe koyamamakta, onun başına gelenler nedeniyle kendi beyaz gömleğinin de hazır olduğunu söylemekte ve onun gerçek halefi olduğunu iddia etmektedir.

Erdoğan’da Suriye’ye silah gönderiyor! Bakalım  Erdoğan Müslümanlar için neler yapmış? Müslüman Irak’ın istilası için ABD ile “at pazarlığı“ yaptırmış ve karşılığında para iştemiştir. Irak’ta 1,5 milyon Müslüman  öldüren ABD askerine hizmetleri için teşekkür etmiştir.  Libya’da Müslümanların kafasına bomba atılması için ABD ile işbirliği yaptırmış ve Libya’yı denizden kuşatan İtalyan Amiral emrine 6 savaş gemisi gönder- miştir.  İsrail’i koruyacak ve Müslüman İran’a karşı saldırganlık yapılmasını sağlayacak ABD radarını  topraklarımızda konuşlandırmıştır. Suriye’de Müslüma-nlar öldürülsün ve bu ülke karışsın diye teröristlere kucak açmıştır. Ama günahını almayalım bir yandan da Camii inşaatlarına hız vermiştir.

Bugün El Kaide militanları Suriye’de emperyalizmin ve İsrail’in çıkarlarına hizmet edecek şekilde Müslüm- anları katletmektedir.  Erdoğan  yönetiminde Türkiye bu pis savaşın pisliğine yarı beline kadar batmıştır. Türkiye Suriyeli Müslümanlar için terör üssüdür. Suriyeli Müslü- manları öldüren ve katleden silah ve cephane  Türkiye’den taşınmaktadır. Dün Albay Güler ve arkadaş- ları Lübnan’a ne taşıdıklarını bilmiyorlardı! O zaman bu işler daha gizli kapaklı yapılıyordu. Ama bugün  Türkiye’den Suriye’ye ne taşındığını bilmeyen yok. Bugünün Yüzbaşısı, Albayı, General ve Amirali bu suçun altından kalkamaz. Siz bu günaha ve suça bilerek alet oluyorsunuz.

Menderes zamanında ve şimdi işlenen bu suçlar ve günahlar mukaddesatçılık görüntüsü altında yapıldı ve yapılıyor, halk din ile kandırıldı ve kandırılıyor. Eğer birisi din üzerinden siyaset ve ticaret yapmaya çalışıyor ve size dince kutsal şeyler üzerinden yaklaşıyorsa, oyunuza, malınıza, mülkünüze, paranıza ve ırzınıza sahip çıkın. Saygılar sunarım ilkkurşun Türker Ertürk 22.12.2012

 

23.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

Suriye müftüsünden Erdoğan’a acı bir mesaj

Batılı emperyal güçlerin ve bu güçlerin uzantısı olan sahte cihat özenticilerinin kana buladığı Suriye’den çok dokunaklı bir mesaj geldi.

Mesajın sahibi Suriye Müftüsü Ahmed Bedreddin Hassun. Yol TV’den Fuat Ateş, Lübnan üzerinden Suriye’ye giderek, burada yaşadıklarını ilginç bir belgesel halinde yayınladı. Kendisini kutluyorum. Suriye Müftüsü Ahmet Bedreddin Hassun ile de görüşen muhabir yaptığı mülakatı yayınladı. Bugünkü yazımda Suriye Müftüsü Hassun’un konuşmasından bir kesit aktarmak istiyorum. Müftü Hassun’un oğlu Sariye Ahmed Bedreddin, Şam’da hain bir saldırı sonucu öldürülmüştü. Bakın neler diyor Suriye baş müftüsü:  

„Erdoğan’a şunu hatırlatmak istiyorum. Kendisiyle iki defa toplantıya katıldım. İlk olarak İstanbul Belediye Başkanı iken Hz. Muhammed’in kabri başında. Daha sonra da bundan 3 yıl önce başbakanken Ankara’daki Kocatepe Camisi’nde birlikte namaz kıldık. O zaman çok uzun bir süre de görüşme imkânı olmuştu. Kendisi Beşar Esad ve ailesiyle ilgili birçok iltifatta bulunmuştu. Ve bana dönerek şunu söylemişti: „Arap Baharı denilen bu dalgalar nedeniyle Suriye için çok korkuyorum.” Bu uyarısı için kendisine teşekkür ettim. Özellikle Suriye’ye gösterdiği ilgi ve ziyaretler için tekrar kendisine şükranlarımı sundum. Suriye’ye döndükten sonra Erdoğan ile gerçekleştirdiğimiz konuşmayı Beşar Esad’a da ilettim. Bugün Türkiye Başbakanı Erdoğan’a ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na şunu söylüyorum:  

Kıyamet günü Allah’ın huzuruna hep birlikte çıkacağız. Orada ben şunu söyleyeceğim. „Senin ülkenden gelen teröristler benim çocuğumu ve kırk bin masum Suriye vatandaşını katlederek senin yanına döndüler. Neden tüm bu olaylara izin verdiniz? Biliyorsunuz ki Peygamberimiz „komşunuza iyi davranın” diye buyurdu. Suriye’de bu ateşi yakanlar bilsin ki bu ateşin korları onları da yakacaktır.”  

Müftü Hassun daha sonra gözyaşları içinde konuşmasına şöyle devam etti:

„Benim çocuğumu neden katlettiklerini de açıklayayım. Benden Suriye’den ayrılmam iştendi. Ülkemden ayrılıp mevcut siyasi sişteme karşı olduğumu beyan etmemi iştediler. Özellikle Ürdün ve Suudi Arabistan’dan bazı isimler beni arayıp bir an önce ülkeyi terk etmem gerektiğini söylediler. Ben de onlara ülkeyi terk etmek yerine yöneticilerle muhalifler arasında köprü görevi görmem konusunda yardımcı olmayı önerdim. Fakat onlar benim bu tavrımı sistem yanlısı olmak şeklinde ilan ettiler. Ve buna cevap olarak da çocuğumu katlettiler. Ardından insanlara çocuğumu Suriye devletinin katlettiğini anlattılar. Bütün bunlar olurken çocuğumun katili olan iki kişi yakalandı. Ve ben bir toplantıda onlarla birlikte oldum. Sadece benim çocuğumu değil o saldırıda 15 insanımızı da katlettiler. Onlara „neden yaptınız bu işi?” diye sordum. „Bize dışardan böyle bir emir geldi” dediler. Ben kendi adıma onları affettim. Türkiye’deki kardeşlerime lütfen anlatın; Suriye’de işte bunlar yaşanıyor.”

Suriye Müftüsü vatanına, milletine, bayrağına, dinine, imanına sahip çıkarak tarihe bir kahraman olarak geçecek. Gelen baskılara direnerek ülkesinde kalan bir müftü olarak, gelen baskılara hiç direnmeden „Suriye’yi satan” Türk Başbakan’a çok önemli bir mesaj gönderdi. Ülkesinin emperyal çizmeler altında çiğnenmemesi için evladını şehit verdi. Türkiye’ye ve Başbakan Erdoğan’a güvenmenin bedelini çok acı ödedi.

„Erdoğan’la Kıyamet Günü Allah’ın(c.c.) huzurunda hesaplaşacağız” diye haykırıyor. Ankara’da aynı safta namaz kıldığı Başbakan’ı „oğlunu katledenlere kucak açmakla” suçluyor. Haçlının „aferinini” almak uğruna böylesine ağır bir günahla Allah’ın huzuruna gitmeye değer mi be Başbakan! Ben Suriye müftüsü Ahmet Hassun’un yaralı yüreğinin feryadını aynen aktardım. Gerisi başbakanın bileceği şey. Muharrem Bayraktar 07.01.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Nato: Hizbullah’a hiç kimse karşı koyamaz

Nato, Lübnan Hizbullah’ına karşı koyacak güçleri olmadığını itiraf etti. FHA'nın bildirdiğine göre Nato, yaptığı araştırmalardan edindiği bilgilere göre, Hizbullah’ın 15 bin profesyonel ve 50 bin yarı profesyonel askerlerden oluşan bir ordusun olduğunu ve hiçbir gücün bu orduyla savaşacak gücü olmadığınııkladı.

Nato’lu yetkili sözlerinin devamında şöyle dedi: „ Hizbullah’a bağlı sivil güçlerde o kadar büyük iman ve yakın var ki, bu iman ve yakin onları profesyonel kadar güçlü kılıyor. Suriye ile savaşa başlanırsa, Lübnan müdahale edecektir. Irak ve Ürdün’de bulunan Şialar patlamaya hazır bomba gibi savaşmak için Suriye’ye akın edecekler. Hizbullah’ın 65 binlik ordusuyla hiçbir gücün savaşamayacağını Nato çok iyi biliyor. Lübnan’a girmek, ateş üstüne benzin dökmeye benzer. Bu yapılırsa, Suriye, Irak, Filistin Lübnan, Ürdün ve sonu meçhul bir kargaşa başlayacaktır. Rast Haber 15.01.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Kur’an’ın „salyalı it” dediği alim taslağı

Kur’an-Kerim, Ar’af suresinde „dünyaya saplanıp kalmış ve nefsine uymuş din alimi taslağı”nı „salyalı it” diye tanımlayarak evrensel bir ilahî tahlil ortaya koyar (Araf 7/175-176). İşte bu mucize beyan, bu ayet-i kerime şöyle:

„Kendisine âyetlerimizi verdiğimiz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeytanın kendisini peşine taktığı, bu yüzden de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat… O, dünyaya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur… Şimdi onlara bu olayları anlat ki, düşünsünler” (Araf, 7/175-176).

Yüce Peygamber, „kuzu postuna bürünmüş kurtlar” şeklinde tarif ettiği bu „it cinsi”nin ahir zamanda çoğalacağını, hadisi-i şeriflerinde haber veriyor (Tirmizi, Sünen, Kitab’uz-Zühd 60 -2404, 2405). Bunlar Müslüman görünecekler; ama gayr müslimlerin safından Müslümanlara saldıracaklar. İslam alimi görünecekler; fakat ceplerine harçlık, önlerine kemik atan Haçlıların, Hıristiyanların, Yahudiler ve onlara özel hizmet veren münafıkların yanından gerçek mü’minlere karşı salyalarını akıtacaklar.

Hz. Peygamberin kılığına bürünecekler; lakin Hz. Peygamberi safdışı bırakanların cephesinde saf tutarak Hz. Peygamber’i ve Ehl-i Beyt’i seven Müslümanları, Hak dostlarını dillerine dolamaya kalkışacaklardır.

Kur’an Kerim, „it” dediği bu „İslam alimi taslağı” cinsinin üç temel karakterine dikkat çekiyor:  Kur’an ve Sünnet ibarelerini çok iyi bilecek, takır takır sayacak; fakat ölçülerinden sıyrılmış olacak, şeytanın peşine takılacak, şeytana hizmet edecek. Hakk’ın safında ve istikamete üzere değil, şeytanın ve gayr Müslimlerin safında yer alacak!

Dünyaya saplanıp kalacak. Dünyasını düze çıkartmak için, Allah’ı, Rasulullah’ı, onun dostlarını ve mü’minleri satacak. Korkutulacak, satacak ve iltifata kapılacak satacak… Her iki halde de İslam’ı ve Müslümanı hedef alacak. Mehmet Emin Koç 19.01.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Şii Sünni İhtilafı, Şeytanın İşi

Ahmedinejad, son zamanlarda gündeme getirilen Şii Sünni ihtilafı, şeytan tarafından kurulan bir kumpas olduğunu vurguladı. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, İran silahlı kuvvetleri Kur'an Kerim yarışmasının kapanış törenine katıldı. Korsan İsrail'in yalan ve hilekarlıkla müslümanların topraklarından bir bölümüne musallat olduğunu belirten Ahmedinejad, müslümanların bu tür durumlarda kendilerini savunmakta anlaşmazlık yaşadığını ifade etti. İslam Peygamberi -s-hiç bir müslümana başka müslümanı katletmeye müsaade etmediğini hatırlatan Ahmedinejad, son zamanlarda gündeme getirilen Şii Sünni ihtilafı, şeytan tarafından kurulan bir kumpas olduğunu vurguladı. Ahmedinejad, İslam Peygamberi -s-bütün beşeriyete ait olduğunu ve sırf müslümanlara ait olmadığını belirterek, Allah Resulü -s-hristiyanlar ve yahudilerin yanı sıra hatta budistlere ait olduğunu beyan etti.Fha 25.01.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

İslami Cihad: Türkiye, (akp) bölge direnişini hedef almıştır

Filistin İslami Cihad Hareketi Tahran temsilcisi Ebuşerif, Türkiye'nin bölge direnişini hedef aldığını vurguladı. FHA-Tahran'da düzenlenen „Direnişin haşmeti, Filistin'den Bahreyn'e“ başlıklı bir basın toplantısında konuşan Ebuşerif, bugün İslam dünyasının en büyük meselesinin, vahdet olduğunu belirtti.  Türkiye'nin bölgede ifa ettiği role değinen Ebuşerif, Türkiye bölgenin önemli bir ülkesi olduğunu, İran, Irak, Türkiye'den oluşan üçgenin bölgenin korunmasında önemli olduğunu kaydetti. 

Ebuşerif, ancak Türkiye izlediği yolda sapmaya maruz kaldığını, Türkiye İran ile ortak bir yol izleyebileceğini, ancak Suriye'nin parçalanmasını amaçlayan bir yol izlemeye başladığını, bu da korsan İsrail'in yararına olduğunu vurguladı.rasthaber 05.02.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Nasrallah’tan Abbas Musavi’ye

1952 Yılında Lübnan’da dünyaya gelen Şehid, 8 yıl kaldığı Irak’ın Necef Kenti’nde ilim okuyarak medrese eğitimini tamamlamıştır. Burada iken görüştüğü İmam Humeyni’nin tedrisatından geçen Şehid 1978 Yılında Lübnan’a dönerek Hizbullah’ın kuruluşunda yer alır. 1983-85 Yılları arasında Hizbullah’ın Özel Güvenlik Birimi’nin başında bulunan Abbas Musavi, bu görev- deyken Siyonistlere karşı yürütülen birçok gizli operasyonu başarıyla sonuçlandırır.

Alim olmasını yanı sıra aynı zamanda kahraman bir komutan da olan Şehidimiz, 1985-88 Yılları arasında Hizbullah’ın Askeri Kuvvetler Komutanlığını yaptıktan sonra Hizbullah’ın Liderliğine getirilir. Şehid Abbas Musavi, 16 Şubat 1992’de Hizbullah Önderlerin- den Şehid Ragıb Harb’ı anma programından dönerken Terörist Siyonistlerin Apaçi Helikopteriyle düzenlediği saldırı sonucu eşi ve Hüseyn ismindeki oğluyla beraber şehid olur.

„Gidin İsraillilere deyin, biz Muhammed’in Ordusu- ’yuz. Geri döndük ve Kudüs Yolunda ilerliyoruz” diyen Şehid, kanıyla İslam’ın Aziz savaşçılarına bir kez daha örnek olmuştu.

Şimdi sözü, Ondan sonra Hizbullahi Rehberlik Makamı’na gelen Hasan Nasrallah’a  bırakalım. „Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrullah'ın, İslami direnişin seyyid'uşşuhedası Şehid Seyyid Abbas Musevi'nin teşyii münasebetiyle, doğum yeri Nebi Şit'teki konuşması:

„O” Kerbela için doğmuştu, gönlünde Hüseyin'in adı ve anısı vardı ve damarlarındaki kan hışım ve inkılapla kaynıyorken gözlerinde toplanan yetimlerin ve kimsesizlerin gözyaşları idi. Mehdi'nin cesur adamlarıyla birlikte gerçekleştireceği zafere dikmişti gözünü. Soyu Muhammed (s)'e ulaşan ve yüksek makamlı, değerli babalar ve tahir anneler sülalesinden gelen, Resulullah (s)'ın torunu Ebu Yasir'di bu.

O; zahit bir düşünür, ilmiyle amel eden bir alim ve mücahit bir kıyamcıydı. Yoksul bir evden çıkmıştı ve bu özelliği değişmemişti; geriye ne ev ne mülk bıraktı, borçlarının ödenmesi için bile yeterli gelmeyen, yılların kullanılmış ve aşınmış hale getirdiği bir miktar sade eşyadan başka mirası yoktu. İşinde asla yapmacıklık bulunmayan mütevazı bir insandı, kimsesizleri sever ve fakirlere yakınlaşırdı. Mücahit ve şehitlere aşk duyar, şevk beslerdi. Yetimlere gözleriyle hizmet eder ve yaralara şifa bahşederdi. Esaret altındaki aziz mücahitler hep aklındaydı; o, öncüydü ve her zaman en ön safta duran bir liderdi. Hiçbir şeyi sadece kendisi için iştemezken, zamanın zorlukları karşısındaysa başkaları- yla yoldaşlık etmeye çekinmezdi.

O, Kerbela için doğdu ve oraya sefer etti, ceddi Hüseyin (as) gibi eşi ve çocuğuyla birlikte üstelik. Şehadet bir ümmetin azamet ve büyüklüğünü yaratan yüce bir kavramdır, bir milleti tek parça haline getirmek için yanan ve kül olan bir vücuttur; ümidi taşıyan ah ve üzüntüdür, tüm kinleri yıkayarak muhabbet ve dostluk meydana getiren bir gözyaşıdır. Burada azamet, birlik, ümit, muhabbet ve cihat bir araya gelerek kanın kılıç karşısındaki zaferini armağan olarak getirirler.

Büyük şehidimiz, 1982 yılında varlığını ilan eden ve en temel hedefi, yeryüzünün ve insanın özgürleştirilmesi ve saldırgan Siyonistlerle mücadele etmenin yanı sıra halkımız için barış ve huzurun sağlanması olan bir cihat hareketinin genel sekreteriydi. Elbette bu hareket, hiçbir zaman başkasının övgüsünü ve maddi yardımını talep etmemiştir ve en iyi gençlerinden oluşan yüzlercesini -ve hatta kendi rehberini -de bu yolda şehit olarak sunarak “istişhadi operasyonlar” dönemini açmış ve cihat ve fedakârlık ruhunu ihya etmiştir. Diğer temiz yaratılışlı silahşorlarla birlikte düşmana birçok insani ve maddi kaybın eşlik ettiği tarihi yenilgiler tattırabilmiş ve onları hiçbir kayıt ve şart öne sürmeden Lübnan'da işgal ettiği topraklardan geri çekilmeye mecbur bırakmıştır. Bu geri çekilmenin nedeni uluslararası baskılar değildi kesinlikle. Bu zillet yüklü geri çekilme, Emin Cemil'in hükümetinin gölgesinde imzalanan ve ihanet dolu 17 Mayıs anlaşması dışında hiçbir getirisi olmayan barış müzakereleri ve diyaloglarının sonucunda da gerçek- leşmiş de değildi

Bu hareket, hiçbir zaman seçtiği yolun doğruluğu ile ilgili olarak en küçük bir şüphe ve tereddüt duymamıştır ve tüm İslam ümmetinin yakın bir gelecekte, bu mantıklı ve kader belirleyici seçimin etrafında toplanacağına olan inancı tamdır.

Şüphesiz, şehit mücahit Seyyid Abbas Musevi'nin faziletli, savaşçı ve düşünür eşinin (Ümmü Yasir) ve masum çocuklarının İsrail tarafından suikaste uğratılması, Siyonist terör örgütlerinin kutsal Filistin topraklarına yürüdüğü ilk günden beri işledikleri seri cinayetler liştesine eklenmiştir. Bu terör mangaları; çocukların öldürülüp göğüslerinin yarılmasının; kadınlara ve kızlara saldırılıp erkeklerin katliama uğratılmasının ve evlerin yakılıp toprakların kanuni sahiplerinin elinden zorla alınmasının öncüsü olmuşlar- dır hep.

Tüm bu suç ve cinayetler, dünyanın büyük kuvvetlerinin doğrudan gözetimi altında ve destekleri sayesinde gerçekleşiyordu. Elbette onlar bu cinayetleri, Lübnan halkının direnişine veya Filistin halkının intifadasına cevap mahiyetinde gerçekleştirmiyorlardı yalnızca, esas hedefledikleri şey bölgenin esas halkını topraklarından sürmek ve ekilebilir araziyi, suyu ve diğer doğal kaynakları önceden hazırladıkları bir plan doğrultusunda ele geçirmekti. Tüm bunlar aslında, Amerikalıların desteği ve yardımı, silahı ve BM Güvenlik Konseyindeki veto hakları kullanılarak gerçekleştirilen bir devlet terörüdür. Bu, aynı zamanda dünyanın en büyük terörist devletinin Amerika, onun ardından da kendi eliyle bölgeye yerleştirdiği İsrail olduğunu göstermektedir.

Acaba bizim şöyle bir soru yöneltme hakkımız da mı yok? Saldırgan ve işgalci askerleri  öldürmeyi „terörizm” olarak adlandıranların, kadın, çocuk ve sivillerin katledilmeleri karşısındaki suskunluklarının sebepleri nelerdir? Bu, ölçütlerin mustazaf halkların lehine değil de büyük güçlerin iştekleri doğrultusunda belirlenmiş olduğu anlamına gelmemekte midir?

Şüphesiz, Siyonistlerin güçsüz oldukları dönemlerde bile asla vazgeçmeye yanaşmayacakları plan ve emelleri vardır, öyleyse nasıl oluyor da bazıları safça, kudretli oldukları bir dönemde bunlardan vazgeçmelerini mümkün görüyor? İsrail yalnızca Lübnan'ın güneyini değil tümünü ve bütün Arap ve İslam dünyasını tehdit etmektedir. Hırs ve tamahları sınır tanımamaktadır çünkü ve Talmud  kitabına dayandırdıkları planlarıysa vazgeçilmezdir. Onlar hem Müslümanlara, hem de Hıristiyanlara saldırmaktalar ve bizim inancımıza göre bazı Lübnan Hıristiyanları, liderlerinin İsrail'e gönül bağlama tecrübesinin kendilerine getirdiği vahim sonuçlardan ibret almalılar. İsrail uşaklarına ve satılmışlara gelince, onlara ihtiyacı kalmadığı an hepsini bir kenara fırlatıp atacaktır.

Lübnan milleti ve hükümeti, partileri, hareket ve şahsiyetleri; yani Seyyid ve ailesinin suikaste uğratılmaları suçunu tek bir yürek ve dille kınayanlar, İsrail'e yanaşmayı ve onun varlığının meşruluğunu kabul etmeyi de reddetmek ve  işbirlikçi hainlerin dışlanması yönünde adım atmakla görevlidirler. Direniş projesinin devlet ve halk tarafından desteklenmesi ve güçlendirilmesi; yeryüzünün özgürleştirilmesi ve izzetli ve sağlam temellere dayalı bir barışın gerçekleşmesiyle sonuçlanacaktır. Direniş, istikrar ve sebat için birçok fırsat hazırlayarak „iç birliğin” oluşturulması için de gerçek bir mihver olmaktadır. Zira, düşmanla işbirliği yaparak ona ümit bağlamış insanlar var olduğu sürece, her türden „iç birlik” darbeye açık ve geçici olmaya mahkumdur. İşte bu yüzden, Lübnan iç savaşının bitmesinin en önemli şartı; İsrail'e uşak olma utancından uzak durmak ve özgürlük projesini kabul ederek Arap ve İslam ülkelerine karşı Amerika'nın ve Batı ülkelerinin yardımını iştememektir.

Bölgedeki savaş ve şiddetin gerçek sorumlusu, İsrail'in Arap ve İslam dünyasının kalbindeki saldırgan varlığından başka bir şey değildir kesinlikle ve en belirgin özelliği saldırı, haddini aşma ve kan dökmek olan bir rejim barış için hiçbir iş yapamaz. Bilakis kendisini yeni savaşlara hazırlamak için sloganlar ortaya atacak ve anlaşmaların sorumluluğundan kaçmasını sağlayacak fırsatların peşinden koşacaktır. Onlar hatta, Allah ve Resulü ile olan ahit ve sözlerini bile tutmamaları ile meşhur olmuş bir kavimdirler.

Eğer dünya, gerçekten de bölgede daimi bir barışı arzuluyorsa eğer bunun tek bir yolu var ve o da şudur: işgalci Yahudiler geldikleri ülkelere, Filistin halkı da kendi yurduna dönsünler. Uzlaşma, geri çekilme ve hayali bir barışı elde etmek için düşmana taviz vermek; azgın ve tamahkar düşmanı, saldırı ve işgal yolunu sürdürmesi için teşvik etmeye yarayacaktır sadece.

Lübnan bugün İsrail ile savaşanları destekleyen bir ülke değildir yalnızca; düşman karşısında verilen büyük bir savaşı bizzat tecrübe ederek en büyük kahramanlık destanlarına da imza atmaktadır. Elbette hepimiz biliyoruz ki Lübnan'da, „belki bir gün Arap dünyası hareket eder ve bir şey yapar”şüncesiyle oturup beklemeye davet eden bir mantık mevcuttur. Bizim mantığımızsa bize diyor ki Lübnan'da direniş ve cihadı sürdürelim ve her zaman için direnişin destekçisi olmuş Suriye'nin yanında yer alalım. Biz, işgal altındaki Filistin'deki milletimizin intifadasının yanında yer aldık sürekli olarak; Filistin'in Müslüman halkı, bölge halklarına, tüm Arap ve İslam dünyasına açık bir örneklik sunarak İsrail karşısında durulabileceğini ve zaferin  kazanılmasının mümkün olduğunu ispatlamaktalar. Tüm bunlar bu halkların kıyam ederek ümit ve mücadele ruhunu canlı tutabilmelerine imkan bahşedecektir. Bu sayede direniş, tüm İslam ümmetinin asli kültürü ve büyük projesi olacak ve o gün geldiğinde de bu ümmetin İsrail'den ve onun dünyadaki tüm destekçilerinden daha güçlü olduğu anlaşılacaktır.

şmanın vahşice cinayetleri ve ondan sonraki olaylar, Allah-u Teala'nın Kuran Kerim'de buyurduğu sözünün yeni bir doğrulayıcısıdır: „Onlar tuzak kurdular ve Allah da tuzak kurdu ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” Direnişi ortadan kaldırmak istiyorlardı ama tam tersi gerçekleşti; bu hareket büyüyerek halkın bireylerinin içine ve vicdanına nüfuz etti. Onlar bizim için zayıflık ve aşağılık dilediler,  Allah ise bizim için kuvvet ve kudret irade etti. Seyyidimizi eşi ve çocuğu ile birlikte katlederek bir aileyi toptan ortadan kaldırdılar, bunun karşılığındaysa bütün bir ümmet ayaklandı. Ondan kurtulmak amacıyla suikast düzenlediler ama şehadetiyle belki de hayatından da büyük bir azamet kazandı.

Şüphesiz, Seyyid ve ailesinin şehadeti kıyam ve hareket doğurmak için öyle büyük bir kudrete sahip ki, direnişin imza attığı cihat operasyonlarının toplamı bile onunla eşit olamaz.  Biz onun şehadetinde, düşmanın bizi uğratmak iştediği ve beklentisinde olduğu o yenilginin dehşetinden defalarca kat daha yüksek ve daha büyük zaferlere tanık olduk.

Bizler, düşman liderleri ve komutanlarına, bizi yok etmekle tehdit eden ve bunun hesabını yapanlara diyoruz ki: „Biz böylesi hesaplaşmalar için hazırız ve İnşallah savaşı kazanacağız. Siz ümmetimiz içersindeki bir takım zelil adamlara bakmayın, aksine düşman için bazı özel hesapları olan ve zaferi kendilerine ait kılacak olan şehitlere ve kahramanlara bakın.”

Biz İran'a, İslam inkılâbına, Lübnanlı ve Filistinli İslami ve ulusal kuvvetlere diyoruz ki: „Hizbullah sizin yanınızdadır, aynı siperde kalacak, cihat ve istikamete dayalı aynı konumunu muhafaza edecektir ve asla uzlaşma ve yumuşaklık göstermeyerek hiçbir zaman geri adım atmayacaktır.”Çünkü bizim bu yolumuz kanımıza işlemiş ve ruhumuzun derinliklerine kök salmıştır. Bu savaşı birlikte sonuna ulaştıracağız ve hiç şüphesiz aramızdan bazılarını da şehid vereceğiz; bu savaş ve cihadın doğasıdır ama her halukarda galip gelecek olanlar bizler olacağız.

Biz sizinle ahitleşiyoruz ve söz veriyoruz ki bu misyona, bu ümmete ve güney Lübnan ile Aziz Kudüs'e; Şehit Seyyid Abbas Musevi ve onun vefalı eşi ve küçük Hüseyin'e vefakar kalacağız.

Seyyid'in kendi pak kanıyla meydana getirdiği bu görkemli ve yüce yolda hareket edeceğimizin sözünü veriyoruz size!

Ve son olarak ben, Hizbullah'ın komutanı ve önderi olarak ve şehidin ailesi ve İslami direniş hareketinin şerefli evlatları adına, bu şehadet düğününe  katılan herkese teşekkür ediyorum. Biz hep birlikte ve birbirimizin yanında kalacağız, eğer şehitlerin düğün törenlerinde birbirimizi görmesek de her halükarda direniş siperlerinde omuz omuza vereceğiz. Her biriniz için zafer arzulamaktayız „inşAllah ve Allah'tan size izzet ve büyüklük inayet etmesini diliyoruz.” Zülküf Er/Hürseda 21.02.2013

 

 24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Türkiye (akp) Modeli, Fitne Modelidir

Tahran Cuma namazı hatiplerinden Ayetullah Ahmet Hatemi, Türkiye’deki İslamcılık modelini fitne modeli olarak tanımladı.

Tahran Cuma namazı hatiplerinden Ayetullah Ahmet Hatemi, fitne akımları Türkiye modelini kullanarak İslam'a darbe indirmek iştediklerini vurguladı. Şehit aileleri ile görüşmesinde konuşan Ayetullah Hatemi, Suriye krizine değinerek, İran ta baştan bu krizin ancak diyalogla çözümleneceğini söylediğini belirtti. 

Ayetullah Hatemi, şimdi ise iki yılın ardından Amerika ve AB komplolarında başarısız olduğunu ve Suriye krizinin diyalogla çözümleneceğini itiraf ettiklerini kaydetti.  Fitne akımlarına da değinen Ayetullah Hatemi, bu akımların Türkiye modelini kullanarak İslam'a darbe indirmek ve İran'da yeni fitne çıkarmak iştediklerini ifade etti. Taha Haber 24.02.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Lübnanlı Alimler mezhepçlik fitnesine karşı harekete geçti

Lübnan Baş Müftüsü Şeyh Muhammed Raşid Kabbani ve Lübnan Yüksek İslam Konseyi Başkan Yardımcısı Şeyh Abdul Emir Kabalan, Pazartesi günü telefonla görüşerek ülkede mezhep çatışmalarının yaşanmaması için fikir alışverişinde bulundular. 

Kudüs Haber'in bildirdiği habere göreLübnan Baş Müftüsü Şeyh Muhammed Raşid Kabbani ve Lübnan Yüksek İslam Konseyi Başkan Yardımcısı Şeyh Abdul Emir Kabalan, Pazartesi günü telefonla görüşerek ülkede mezhep çatışmalarının yaşanmaması için fikir alışverişinde bulundular.

 Lübnan Fetva Konseyi tarafından yayınlanan resmi bildiride „Şeyh Kabalan, Şeyh Kabbani’yi telefonla arayarak; halk arasında ihtilaflı meseleler üzerinden yaygınlaşması muhtemel olan sloganik söylemlerin çatışma ortamına dönüşmesini engellemek için görüş alış verişinde bulundu” ifadesi yer alıyor.

Lübnan’da seçim yasası ile ilgili olarak devam eden tartışmalar hakkında da fikirlerin görüşüldüğü telefon konuşmasında „Lübnan parlamentosundaki milletveki- llerinin yeni seçim yasasını (kabul etmesi) sonrasında Lübnan’daki güvenlik ve istikrarın sarsılmaması için ne tür önlemler alınacağı”nın konuşulduğu belirtildi. Bu hususta öne çıkan en somut çözüm yolunun halka sunulacak bir yasa taslağı olduğu konusunda görüş birliğine varıldı. Neticede yeni yasanın halkın her kesimini memnun edecek şekilde hazırlandığı ve kendilerini memnun edecek yasanın ana hatlarının bilinmesiyle birlikte halkın asılsız söylentilere kulak asmayacağı belirtildi.      

Lübnanlı alimlerin özellikle son günlerde hem Sayda kentindeki hem de Suriye-Lübnan sınırındaki Şiiler ile Sünniler arasında yaşanan çatışmalardan sonra gerçekleştirdikleri bu önemli görüşmenin önümüzdeki süreçte Lübnan’da yaşanması muhtemel olan sıcak çatışmalara su serpeceği tahmin ediliyor.Rast Haber 09.03.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

Suriyeli Ünlü Alim El Buti, teröristlere karşı cihat fetvası verdi.

Suriyeli dünyaca ünlü alim Muhammed Ramazan El Buti, Şam Emevi Camisinde verdiği hutbesinde şunları söyledi:

„Suriye’nin bulunduğu bu koşullar altında cihat artık „kifayi cihat” değildir. Artık Suriye’deki cihat „Farz-ı Ayn’dır” ve her kimin gücü yetiyorsa „satılmış kuklalar” karşısında orduya yardım etmesi farzdır.

Ünlü Suriyeli alim şeyh Muhammed Ramazan Said el Buti, Dimeşk Emevi Camisinde, cihadın önemi ve İslam topraklarının savunulması konusunda uyarılarda bulunarak insanları cihada çağırdı.

Şeyh Ramazan El Buti şunları söyledi: „İçinde bulunduğumuz koşullar; şehir, ev ve barınağımıza kadar varan saldırılar karşısında cihat ve savunma farz-ı ayndır. Herkes kendi gücü oranında „satılmış kuklalar”ı bertaraf etmek için Suriye Ordusuna yardım etmekle mükelleftir.

Ünlü alim Ramazan el Buti, „Suriye’nin bulunduğu bu koşullar altında cihat artık „kifayi cihat” değildir. Artık Suriye’deki cihat „Farz-ı Ayn’dır” ve her kimin gücü yetiyorsa „satılmış kuklalar” karşısında orduya yardım etmesi farzdır” dedi.  Rast haber/Ajanslar 11.03.2013

 

24.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Devrim Muhafızlarının ABD ve Müttefiklerine Cevabı:

'Siyah Savaş'

Bu yazı, Amerika, İsrail veya batı bloğunun hep birlikte İran’a saldırması halinde İran’ın bu saldırıya vereceği muhtemel cevabı konu etmektedir. Bu yazının başlığından da anlaşılacağı gibi Devrim Muhafızlarının Amerika ve müttefiklerine vereceği cevap dünyayı en az bir on yıl karanlığa gömecektir.

Devrim Muhafızları Komutanları en son yaptıkları görüşmelerinde, İsrail’e karşı saldırı plan ve projeleri hazırladıklarını beyan ettiler. Komutanlar, beyaz sarayın „İran’a karşı askeri seçenek masadadır ve kaldırma- mıştır” sözüne karşılık „Bizler de bu seçeneğe karşı vereceğimiz cevabı hazır bekletiyoruz” yanıtını verdiler.

Bu yazıda İran Devrim Muhafızlarının vereceği muhtemel cevabın ne veya neler olacağına dair bazı öngörülerde bulunulmuştur. Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA-Bir an İran İslam Cumhuriyetinin üst düzey yetkilileri ile askeri komutanlarının bir araya geldiğini ve batıyla girişilecek bir nihai savaş hakkında strateji belirlediklerini düşünün. Bu savaşın ölüm kalım savaşı olacağını doğal olarak çok iyi bilmektedirler. Şöyle ki bu büyük savaş eğer kaybedilirse artık geriye ne İslam Cumhuriyetinden, ne İslam’dan ve ne de nizamın yöneticilerinden geriye bir eserin kalmayacağı çok açıktır.

Bu varsayıma göre bu yazının okuyucuları nihai savaş için belirlenen stratejinin ne olacağını çok rahat bir şekilde tahmin edebilirler. Evet, tahminleriniz doğrudur. Eğer İran İslam Cumhuriyetinin olmaması kararı alınmışsa, başkaları da olmamalı! Eğer İran’ın kuyuya düşürülmesi kararı alınmışsa, onların yakasından tutularak kuyunun dibine doğru onlar da çekilmelidir.

İran’ın askeri stratejisitleri ve analistleri, ikinci dünya savaşından bu yana Amerika ve İsrail’in bugüne kadar yaptıkları tüm askeri operasyon ve savaşları incelemişlerdir. Onlar, şu ana kadar uygulanan taktik ve yöntemleri çok iyi bilmektedirler. Özellikle balkan, Afganistan, Irak… savaşlarında kullanılan teçhizatları yeteri kadar incelemişlerdir. Onlar çok iyi bilmektedirler ki batının tüm askeri kudreti şöyle özetlenmektedir: „Karşı tarafa yeniden yapılanma ve savunma fırsatı vermeden kısa bir sürede  kapsamlı ve derin bir saldırıdırı.” Onlar, üstün bir askeri taktikte elektronik ve radar savunma siştemlerinin her şeyden önce ortadan kaldırılması gerektiğini çok iyi bilmektedirler. 

Onlar, krizin başlamasıyla birlikte iletişim ve medya seçeneklerinden hiçbiri üzerinde küçük bir hesabın bile açılamayacağını çok iyi bilmektedirler.

Onlar, bir yıkım için en temel operasyonun önceden hazırlanmış, satılmış gruplar tarafından yapılması gerektiğini çok iyi bilmektedirler. ve daha bir çok şeyi İran askeri yetkilileri çok iyi bilmektedir. Ve tabiidir ki verecekleri cevapta bunların hepsi hesaba katılmıştır. Ancak burada verilecek „Siyah Cevap” üzerinde durmak istiyor ve savaş hakkında bilinen genel şeylerin üzerinde durmak iştemiyoruz. Çünkü şu anda dünya medyasının neredeyse tamamı, tam anlamıyla tek taraflı olarak batının yapmak iştediği yönde analiz ve tahliller yapmakta ve İran’ın buna karşı vereceği yanıt üzerinde durulmamakta ve sessizliğe bürünmektedirler. Elbette bu sessizliğin nedeni açıktır. Çünkü onlar dünya kamuoyunun İran’a karşı girişilecek bir askeri operasyonun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bilmelerini iştememektedirler. Askeri saldırı durumun- daki bir sessizlik kesinlikle facianın boyut ve hacmini örtecektir.    

Siyah Cevap

1.Savaşın başlamasıyla birlikte otomatik olarak İran İslam Cumhuriyetinin politik ve görülen liderleri geçici olarak ülke hakkında alınacak kararlar konusunda geri plana itilecek ve her şey, çok önceden hazırlanarak görev ve sorumlulukları belirlenmiş olan siyah devletin (askeri devlet) eline geçecektir. Dolayısıyla bu liderlerden her hangi birinin savaşın başında veya daha sonra ortadan kaldırılması savaşın kaderine ve gidişatına her hangi bir etki bırakmayacaktır.  

2.Büyük bir ihtimalle önceden görevler taksimi yapılmıştır. Ülke sınırlarını koruma görevi İran İslam Cumhuriyeti ordusuna ve Besiçe (gönüllü birlikler) bırakılmış, İran sınırları dışında kalan dünya genelindeki  karşı saldırı ve savunma görevini Devrim Muhafızları Ordusu, Devrim Muhafızları Ordusu karşı istihbarat birimleri ve üçüncü orduya (Avrupa ve Amerika’daki Devrim Muhafızları Ordusunun çekirdek operasyonel timleri) bırakılmıştır.

3.Savaş başlar başlamaz, ‘tüm klasik savaşlarda askeri kuvvetler bir komutanlıktan komuta edilir’ stratejisinin aksine İran’ın üç ordusu tam olarak karar alma ve uygulamada bağımsız olarak hareket edeceklerdir.   

4.Düşmana verilecek tüm operasyonların yanıtı muhtemelen iki aşamaya bölünmüş olacak. Birinci aşamada caydırıcılık ve mat etmek, ikinci aşamada ise saldırgan güçleri yok etmek olacaktır.

5.Bağımsız güçlerin savaş meydanında bağımsız hareket etmesini dikkate aldığımızda karşı taraftan komuta alınmayacaktır, bilakis bu komuta otomatik olacağından düşmanın saldırısından en fazla kırk beş dakika sonra tüm savaş birlikleri çeşitli savaş cephelerindeki yerini alarak sıfır noktasına yerleşecek- lerdir.

6.İran, savaş başlar başlamaz (İran’a saldırması için) batılı ülkelerin askeri birliklerini barındıran askeri üsleri bulunan başkentlere saldıracağını duyuracaktır.

7.Büyük bir ihtimalle savaş başlar başlamaz kırk sekiz saat içinde Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in İran tarafından işgal edilme planı yürürlüğe konulacak- tır. Savaşın ikinci merhalesinin icrasında ise bu ülkelerin işgal edilmesi hayati öneme sahip olacaktır. Devrim Muhafızları Ordusu kara birlikleri ve saklı yedek birliklerle bu operasyonda ana rolü oynayacaktır.

8.Caydırıcılık merhalesi başladığında saldırgan güçlerle, destek birlikleri ve tedarik birliklerinin irtiba- tının koparılması için çalışılacaktır.

9.(İran taarruz birliklerinin odaklanacakları) öncelikli hedefleri şunlar olacaktır: Fars Körfezi, Umman Denizi ve Hint Okyanusunda bulunan Amerika, İngiltere, Fransa… uçak gemileri; Afganistan’da bulunan NATO komutası, Irak’ta bulunan Amerika ve İngiltere’ye ait Merkez Komutanlıkları; İsrail nükleer santralleri; İsrail’in askeri ve mühimmat depoları, havaalanları, su ve elektrik üretim tesisleri ve ekonomik olarak önemli sanat kuruluşlarına ve büyük bir ihtimalle şimdiden 2000 kilometrelik menzile giren Amerikan müttefiklerine ait nükleer santraller Şahap-3 Füzeleri tarafından hedef alınmış durumdadır.

10.Büyük bir ihtimalle, İran’ın taarruz birlikleri Batılı askeri birliklere ve İsrail’e saldırmasıyla birlikte Suriye, Lübnan, Irak ve Afganistan cepheleri genişleyecek ve İran’a gönül vermiş güçler Devrim Muhafızları kara birlikleri mesabesinde savaşa katılacaktır. Lübnan Hizbullah’ının savaşa girmesiyle birlikte Hamas, İslami Cihat… gibi güçlerin İsrail topraklarına gireceği bu planda öngörülmüştür.

11.İran’ın savaş sırasında tüm askeri gücünü düşmanın silah beslenme ana merkezlerine vereceği öngörülmektedir. Bu doğrultuda şöyle bir düşünmek yeterlidir: Amerika ve müttefiklerine ait savaş gemilerinin İran’ın bombardıman ve intihar uçakları ile yer altı ve karadan denize füzelerle yok edilmiş… bu durumda Fars Körfezi’nin ne kadar büyük bir ateşin içinde olduğunu düşünün. Artık Hürmüz boğazından petrol sevkiyatının yapılması en az on yıl gerçekleş- meyecektir. İsrail’de artık nükleer tesislerinin yok edilmesiyle konuşacak bir sözü kalmayacaktır. Ve muhtemelen İsrail batılılar için tatlı bir hatıra olarak tarihteki sayfasında yer alacaktır. 

12.Büyük bir ihtimalle, İran’a ait saldırı uçakları, aynı anda Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerine (Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerine) ait petrol ihracat merkezleri ve kuyularını ve aynı şekilde bu ülkelere ait rafinerileri bombardımana tutacak ve bu merkezlerin tamamen ortadan kaldırılması için çalışacaktır. Fars Körfezi, Hürmüz Boğazı ve Umman Denizi açıklarında bulunan bu ülkelere ait petrol gemileri de Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri tarafın-dan saldırıya uğrayacaktır. Bu saldırılar büyük bir ihtimalle savaşın başlamasıyla 24 saat içinde gerçekleş- tirilecektir.

13.(Muhtemelen savaş başlar başlamaz İran sınırları Pakistan ve Afganistanlı gönüllü savaşçılar için açılacak) ve Irak’taki Amerikan ve İngiltere’ye ait güçler bunlar tarafından ortadan kaldırılacaktır. Bu doğrultuda Taklit Mercilerin fetvalarıyla Irak’taki savaşçı Şiiler bu gruplarla işbirliği yapacaklardır.

14.İran’ın üçüncü ordusu (İran’ın Amerika ve Avrupa’da bulunan özel birlikleri) savaş başlar başlamaz Devrim Muhafızlarının saldırgan düşmana karşı operasyonunun başlamasıyla birlikte buradaki birlikler de İran’a karşı savaşta Amerika’yla birlikte hareket eden ülkelere ait enerji kaynakları, elektrik ve su tesisleri, ana sanayi, havayolları, köprüler, yollar… imha edilecektir. Büyük bir ihtimalle Batılı ülkelere ait kimyasal, biyolojik ve nükleer silah üretim tesisleri bu imha saldırısında öncelikli hedef olarak belirlenecektir.

15.Ülke sınırları ve şehirler arası savunmayı İran Ordusu uhdesine alacak ve şehirlerin ve yerleşim alanlarının savunmasını ise Devrim Muhafızlarına ait üç milyonluk seferberlik güçleri sağlayacaktır. Bir milyonluk Besiç güçleri ihtiyaç halinde Devrim Muhafızlarına destek güçleri olarak devreye sokulacaktır. Diğer askeri birlikler büyük bir ihtimalle Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’i ele geçiren taarruz birliklerinin yerine sevk edilecektir.

16.İran’a saldırıya karşı tüm operasyonlar sınır dışında ve muhtemelen en fazla on gün içinde gerçekleştirilecek ve operasyon sonrası tüm Ortadoğu saldırgan düşman birliklerinden temizlenecektir.

17.Büyük bir ihtimalle, savaş başlar başlamaz İran tüm uluslar arası anlaşmaları askıya aldığını açıklayacaktır.

18.Eğer düşman birlikleri İran’a nükleer silahlarla saldırıda bulunursa Devrim Muhafızlarının da Avrupa ülkelerinin başkentlerine biyolojik silahlarla saldırıda bulunma hakkı doğacaktır!

Şayet okuyucular bu yazında ele alınanların bir fanteziden ibaret olduğunu sanabilirler, ancak bu bir hakikattir ki eğer İran’la Batı arasında tam ölçekli bir savaş olacaksa Batılı ülkeler bilmelidir ki eğer İran’ın ortadan kaldırılması düşünülüyorsa İran onlar için bir kukla olmayacak ve batılılar için acıma duygularını yitireceklerdir!

Batılılar bilmelidir ki muhtemel bir savaşta İran halkı İran İslam Cumhuriyetinin arkasında yer alacaktır. Bunu karinesi ise çok basittir. Çünkü Batılı ülkelerin İran’a saldırısı, İran halkına, varlığına, ilke ve değerlerine bir saldırıdır. Dolayısıyla ülkelerini savunan güçlerle birlikte kendi varlıklarını ve değerlerini savunmak için düşmanın karşısına çıkacaklardır. Allahumme Accil liveliyyikel ferec… İnşAllah.Abna.İr 24.03.2013

 

25.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Allah’ın selamı, rahmeti üzerinize olsun

Ehli Vicdan Sahipleri, devletler maneviyat ehlinin feraseti halkı Allah’ın hesabına hazırlaması ile kurulur; yıkılmasıda din adamlarının maneviyatdan uzaklaşıp halkı şeytanın hesabına hazırlaması ile olur. Irakn küzeyine kıyametin alametlerini döşemek için Özaln kulağına şeytanın sol ayağı dişi tarafı Fetulahcılar sağ ayağı oğlan tarafı Süleymancılar Türkiye’nin himayesinde bir kürt devleti kurmayı üflüyorlar;

daha soğraki gelişen süreçde Özal’ın, bu planı zihnen ve fikren sürükleyeceği ortamı ‘müsait’ bölücü terörü levye olarak kullanamadı için;

Ben hem Umremi yaparım hemde viskimi içerim diyen Karısı, üzerine sürdüğü alkol karıştırılmış kozmetik,  yemiş olduğu haram ve şüpheli ile dışa vuran nefesi ve teri aracılığı/sebebi ile zehirlenmesine, bağısak düğümlenmesine, yarılmış göbek mide kasında atılamayan toksitlerin birikmesine zemin hazırlıyor; 

yani, karısı üzerinden Özalın himayesinde gelişip kulağına üfleyenler ‘zehirlenmesine’ zemin hazırlıyor; benzeri olaylar bu şekilde oluyor;

herkimki Allah’ın din’ini tahrip eder, „tahrip edene yardım eder, kollar gözetir sessiz kalır ise, tahrip edenlerin ateşi onlarıda sarar”, İlahi Hükmü gerçekleşiyor. Kalbi maneviyat ve adalete dönük direniş cephesinde olan her İnsan bunu anlayabilir korunabilir.

Tekrar aynı amaç için, benzer olayın yapılması ile Başbakanın burnuna dibine kadar sokulan avanelerine güvenen malum gurup fetullah terör tasarım örgütü açık ve imalı olarak Tayyip Erdoğan’ı tehdit etmiş ve ediyorlar... mesela, nefes mesafesine kadar yaklaşan bağımlıları veya Eğemen Bağış gibi hayranları ile iletişim sağlayıp duyu yollarından sinir uçlarına dokunup ani başdönmesi göz kararması, yenilen içilen birşeye sinen nefesleri ile hazımsızlık, bağırsak düğümlenmesi yapabilirler;

veya yenmiş ama henüz atılmamış „midede kalan bir parça üzerinde” ‘vucudun korunaksız bir anında’ mail, mesaj ve telefon ile iletişim sağlayıp bütün vucudu kaplayacak derecede soğukluk verip bir anda vucudun bütün ısısınışürüp yaşamsal öneme sahip, vucut ısısı ile yağları yakan organların işlevini engelleyebilirler.

Allah’a yemin ederimki ‘insanlık alemi, deccalizmle mücadele asrında olduğunu anlayacak’ insanları islam diresinden çıkartan bu gurupların önderlerinin, sürücü ve taşıyıcı bağımlılarının Resimleri dahi Hastane ve Sağlık Ocaklarına asılıp, özellikle hasta insanlar ‘zayıf anında, son nefes’de İtikat ve İmanını koruması için uyarılacak.

Korunmanın çaresi; haram ve şüpheliden manen, fikren ve mümkün olduğunca fiziken uzak durup euzu besmele ile, İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun okuyup ‘islam dairesi’nin tahribinden geçinen sağlı sollu şeytanın iki ayağı üzerinde toplanmış bu gurupların hertürlü müsübetinden  Allah’a sığınıp, en azından imanın en zayıfı ile onlara karşı Buğz etmek; ancak bu şekilde Allah’ın yardımı ile İbrahim (as)ın nemrutun ateşinden korunduğu gibi korunulur. 

Allah’ın selamı bereketi, dünyanın emniyeti mukaddes islam’ın beli ve omurgası ‘maneviyat’ın rahmet ve marifet kaynağı Hüseyni duruş/direniş cephesi ile manen fikren ve fiziken desdek olanların üzerine olsun. Hacı Bayazıt 01.04.2013    

 

25.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Bunların Allah yolu dediği şeytanın yolu.

Arkasında Amerika ve İsrail'in olduğu âlim müsveddeleri, âlim değil ancak zalim olabilir. Düşünün öyle mübarek, böyle mübarek bir adam? peki nerede? Ecnebi kucağında? Mübarekliği kucakta olmasından! Bu yüzden Müslümanları suçluyor, Haçlı işgallerinin yanında saf tutmayı, ehvenişer olarak niteliyor ve Amerikasız olmaz diyor. Her şeyin bir bedeli var. Baba evladını kucağına almıyor bu zamanda!

Sevgili Peygamberimiz on dört asır önce, Deccal hadisinde? Ümmetim hakkında en çok korktuğum Deccala uymalarıdır. Onun bir elinde ateş, bir elinde su olacaktır. Bilmiş olun ki; size su diye gösterdiği ateş, ateş diye gösterdiği ise sudur. Deccal ümmetim içerisinde çıkacaktır. Müslümanlar ona uyarak okun yaydan çıktığı gibi, dinden çıkacaklar. Ama dinden çıktıklarının farkında olmayacaklar. Mescitler dolup taşacak, içerisinde bir tane iman ehli ya bulunacak, ya bulunmayacak buyuruyor. Şimdi bu günleri yaşıyoruz. Deccala uyan çoğunluk, hakkı sayı çokluğu, demokrasiyi ise, iman göstermekte. Hem de, Amerikan demok- rasisini?

Bazıları bir zamanlar demokrasi bizim için araç... demişlerdi. Onlar için demokrasi şimdi de araç? İmanı ve İslamı boğma aracı? Hakkı, batıla karıştırma ve Tevhit ile teslisi barıştırma aracı? Ya da ılımlı İslamı, devlet eliyle dayatma aracı? Geçenlerde tartıştığım bir okurum, bir tek siz çoğunluğa muhalefet ediyorsunuz. Bütün cemaatler ve Müslümanlar yanlışta da siz mi doğru- dasınız? diyor.

Ona peygamberimizin Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir tanesi hak üzere bulunacak, yetmiş ikisi ise batılda ittifak edecektir hadisini hatır- latarak Allah'a şükrettim.

Her şey ortada? NATO ve BOP yoluna dinlerini çok az bir bedele satan sözde âlim bozuntuları Allah yolu deseler bu neyi değiştirir. Haçlı yolunda ilahi ve marş okuyarak, şiir söyleyerek durmak yok yola devam diyerek yürümek, bu yolu Allah yolu yapar mı? Elbette yapmaz. Suriye'de isyancılar tarafından şehit edilen büyük İslam âlimi Ramazan el Buti Hazretlerinin şehit olduğu görüntüler yayınlandı.

Şehit Ramazan el Buti, Amerika'nın kendisine teklif ettiği Amerika'da lüks içinde yaşama ve FBI polislerince çiftlikte korunma imkânlarını tereddütsüz geri çevirmiş. İslam âlimi ve Allah adamı böyle olur işte.

Eğer Şehit Buti,

Amerika, İsrail ve AKP'nin arkasında olduğu isyancı teröristlerin safına geçseydi, Esat yönetimi düşmüştü?

O, dinini az bir bedele satmadı. Kolaylıklarla çevrili olan cehennem yerine, zorluklarla, tehditlerle ve şantajlarla çevrili olan cenneti tercih etti.

Esat'ın yanında, Amerika ve İsrail'in karşısında durdu.

Bir de AKP'nin?

Ne mutlu ona ki, şahadet şerbetini içti?

Bizim nasipsizlerde Esat zalim diyen, Deccal politikalarının peşinden giderek, kızılcık şerbeti ve baldıran zehri içiyorlar. Esat, Haçlı koalisyonuna rağmen, teröristlere boyun eğmezken, bizim geldiğimiz nokta ortada? Arkasında Amerika başta olmak üzere küresel güçlerin olduğu siyasi ve dini kişilikler mutlaka Müslüman için büyük kötülük kaynağıdır. Siz onlardan olmadıkça sizi asla desteklemezler ilahi ölçüsü her şeyi anlatıyor.  

Bunların hak dediği batıl, batıl dediği haktır.

Âlim dedikleri zalim, zalim dedikleri âlimdir. Kardeş dedikleri kalleş, kalleş dedikleri emin olun, kardeştir. Bunların Allah yolu dedikleri şeytan yolu. Yusuf Karaca 13.04.2013

 

25.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

„Hakk-batıl savaşı kıyamete kadar devam edecek, herkes safını belirlesin”

Berlin İmam Rıza İslam Merkezi İmamı Şeyh Sabahattin son Cuma hutbesinde ülke ve bölgesel gelişimelere değinerek hakk-batıl mücadelesine dikkat çekti. İnsanoğlu var olduğu günden beri hakk-batıl savaşının var olduğuna değinen İmam Rıza İslam merkezi Cuma İmamı şöyle dedi:“ İnsan ve İblis var olduğu müddetce hakk-batıl savaşı var olacaktır. Hak ve batıl var olduğu gibi bu yolların takip edenleri, temsilcisi ve önderi de vardır.”

Batıl cephenin hakka karşı açtığı savaşlarda mubhem olan bir nokta olmadığına değinen Şeyh Sabahattin şöyle dedi:“Hakk asıl, batıl ayrıntıdır. Batıl hakkın önünde  engel oluşturmaktadır. Peygamberler hakk nurunu yaymak için yapmış oldukları mücadelede batılın çıkardığı engelleri büyük bir azimle aşmış ve kendilerine inanan muvahhidlere sırat-ı mustakimi göstermişlerdir. Peygamberler döneminde hakk ve batılı tanımada şimdiki kadar sorun yoktu. Batıl net bir şekilde ortada, hakk da çok net bir şekilde ortadaydı, insanların yapacakları iş sadece tercih ikisi arasında tercih yapmaktı.”

„Muvahhidler için Hz. İbrahim-Nemrut mücadeles- inde gizli bir nokta, anlaşılmayan mubhem bir durum yoktu. Hz. Musa-Firavun savaşında anlaşılmayan bir mesele yoktu, insanlar gayet iyi anlıyorlardı. Yani hakkı ve batılı teşhis etmede bir sorun yoktu. Saflar belliydi. Hz.İbrahim ve Hz. Musa’nın yanında yer alan muvahhidlerin tağutun yanında yer alması mümkün değildi.”

„Resulullah(sav) zamanında da aynı şekildeydi; Peygambere iman edenlerin Ehu Cehil’in yanında yer alması, Mekke müşriklerinin yanında olmaları imkansızdı. Yani Peygamberin müşriklerle savaşında müslümanlar ve müminler için hak ve batılı ayırt etmekte anlaşılmayan, gizli kalan bir nokta yoktu, inananların ve inanmayanların safı belliydi, herkes  kimin yanında yer alması gerektiğini gayet iyi biliyordu.”

Ama sıra hakk-batıl savaşı müslümanlar arasında ortaya çıkınca sorunlar da ortaya çıkmaya başaladı. Hz. Ali-Muaviye arasındaki hakk-batıl savaşında müslüman- lar arasında sorunlar başladı.

Hz. Ali'nin en büyük sorunu müslümanların arasından hakk temsilcisine karşı çıkılmasıydı; Cemel savaşında İmam cehalet ehliyle savaşıyordu; peygamberın hanımı ve sahabeden Talha ve Zübeyr gibilerle. Sıffeyn'de hile ile savaşıyordu; Muaviye ve hilenin başı Amr ibn Ass gibilerle. Nehrivanda ise fitne ile; aklı gözünde bağnaz, mürteci İslam anlayışına sahip haricilerle savaşıyordu.”

Günümüzde safların belirlenmesinin önemine değin- en Sabahattin hoca şöyle devam etti: „Günümüzde en büyük sorun hakk ve batıl cehpesinin saflarının belirlenmesidir. Herkes safını belirlemeli; Ya Muaviye’nin safı, Ya Ali’nin safı. Üçüncü halife öldürüldükten sonra Ebu Sufyan, oğlu Muaviye’ye bir tavsiyede bulunuyor: „Oğlum, şunu unutma ki Haşimilerle, Emevilerin savaşı kıyamete kadar devam edecek”

Günümüzde Emevilerin temsilcileri takipcileri kimlerdir? Haşimilerin temsilcileri takipcileri kimlerdir? Tanımak zor değildir. Emevi İslamı'nı savunun herkes Emevidir, Haşimi İslamı'nı savunan herkes de Haşimidir. Bu gün Velayet-i Fakih ve Taklid merciler Haşimilerin, Hz. Ali’nin temsilcileri ve takipcilerdir, bunların kaşısında olan ise Muaviyeci ve Emevi zihniyetin takipcileridirler.

Herkes safını belirlemelidir; Nemrut, hz.İbrahimi ateşe atmak için büyük bir ateş yakıyor, bir karınca da ağzına su almış ateşi söndürmeye gidiyor, soruyorlar nereye gidiyorsun, diyor İbrahimi ateşe atacaklar o ateşi söndürmeye gidiyorum. Senin bu suyun ne yapar ki o ateşe karşı dediklerinde karınca küçük, naçiz cüssesiyle insanlık tarihine ders olacak büyük bir cevap veriyor; „Ben safımı belirliyorum, ya İbrahim! seni seviyorum.  Ben, senin safındayım”.

Ey Müminler! İşte bugün saf belirleme günüdür; İlahi sen şahid ol biz hz. Ali’nin yolunu takip eden velayetin yolundayız. Velayetin dışındakiler Emevilerin takipciler- idir. Ali takipcilerinin kalbinde Muaviyecilerin sevgisi olamaz. Birgün Ali yarenlerinden biri hz. Ali’ye şöyle diyor: „Ya Ali! ben seni çok seviyorum”, hz. Ali birşey söylemiyor, o adam: „Ya Ali! Falancayı da ( Hazretin muhaliflerinden birinin ismini diyerek) seviyorum”. Hz. Ali buyuruyor: „ Benim sevgim ile muhalifimin sevgisi bir kalpde olmaz.”

Değerli müminler! Velayet sevgisi ve Ali sevgisi olan bir kalpte, Muaviye sevgisi, tağutların sevgisi, fasıkların sevgisi barınmaz. Saflarımızı belirlememiz gerekir.” Vesselamu Aleykum verahmetullahi ve berekatuh. Rasthaber 21.04.2013

 

25.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Haci BAYAZIT                            Wien, am 13.05.2013

Gschwandnergasse 45/4, 1170 Wien

An die

Landesgericht Eisenstadt

7000 Eisenstadt, Wiener Straße 9

 

Konu: Temyiz için 7 Hv 6/95, Vr   1120/94

 

Temyiz eden taraf: Haci Bayazit, 20.03.1957

Gschwandnergasse 45/4 1170 Wien

 

Konu: İadei itibar için düzeltme!

Dr. Wolfgang Blaschitz‘in tarih 19. 04. 2010 Verfassungsgerichof‘a benim için vermiş olduğu gözlem; 15 seneden beri „§§ 12 Abs. 1SGG u.a.” yatmış olduğu uyuşturucu dava ile ilgili ağzından bir kelime çıkmadı: Bilinçaltım’da insanların zararına olacak yaptığım veya yapacağım hiçbirşey olmaz; eğer olsa idi mutlaka birşekilde çıkardı. 

Temyize giden gerekçe

İnsanların yaptıkları hayır yada şer peşlerini bırakmaz mutlaka birşekilde karşılarına çıkar; aksi takdirde insan ve toplum hayatının direnci çöker.

Temyiz edilecek karar

Tarih 22.09.1995 Landesgericht Eisenstadt da, tarih 24.11.1994 Nickelsdorf da, diğer 4 kişi ile buluşup gümrükden uyuşturucu geçirdim şüphesiyle bana 4 sene hapis ilave iki kısımdan 10 ay da gümrük için ceza verildi.

Temyiz delili

Dosya da ismi geçen 4 kişi Nickelsdorf da tarih 24.11.1994 tutuklanmış. Narkotik Polisi tutukladığı kişiler den 4 gün sonra; tarih 28.11.1994 gözaltına almış beni. 

Ben bu kişileri tanımam ve ilgim olmamıştır; ben hiç bir şey bilmiyordum evim de Çocuklarım ile beraberdim! bu delil ile ceza almama dayanak oluşturan  nedene itirazımı Büyük Sazburg Gümrüğü kabul etti 4 seneye ilave 6 aylık hapis cezasını kaldırdı. Belge. „Tarih. 22 Austos 1997 ZH:Hv 6/95 Urteil des Landesgericht Eisenstadt V. 22.9.95 …” Bundan dolayı, Wien Norkotik Polisinin üzerimden almış olduğu Öş 23150 Landesgericht Eisenstadt iade etti.    

Temyiz kararı için zemin hazırlayan doğal sebepler

Bir çok defa Landesgericht Eisenstadt’a dosyanın temyiz edilmesi için dilekçe verdim; herhalde Landesgericht Eisenstadt ceza dosyasının maddi dayanağı kalktığı, fakat manevi ve fikri tarafı aydınlanmadığı için dosyayı temyiz etmedi.

İnsanlar hapsaneye ya zulmeder girer veya zulme uğrar girer; böylece zulme uğrayıp hapse girenlerin hapsanede hazırlanması ile zulmedenlerin düzeni yıkılır; işte bu onları takip eden peşlerindeki yaptıklarıdır.

Alemdeki herşey ‘din ahlak maneviyat dairesinde’, iki kural bağlamında; Vahy’in/ışığın öne aklın/gölgenin arkaya alınması kalbin maneviyat adalete meyletmesi insanların din‘e uyması ile Rahmani Hal hz Ali efendimiz meşrebin‘de Peygamberinin izine düşüp Allah’ın hesabına yatkın hazırlanması ile gercekleşir.

Veya

aklın/gölgenin öne Vahy’in/ışığın arkaya alınması kalbin siyaset ve menfate meyletmesi din’in insanlara uydurulması  ile şeytani Hal muaviye meşrebin‘de insanların şeytanın hesabına yatkın hazırlanıp izine düşmesi ile gerçekleşir… ancak insanların şeytanın izine düşmesi sonucu Allah ile arasındaki bağ kopar; böylece şeytanı ilah edinenler, „Allah’ın hesabı gereği” dünyada ve ahiretde kaybedenlerden olur.

Eisenstadt Landesgerich’de ilk aylar soruşturma süresinde bir mesele için Sosyalamta gitmiştim; odada bekler iken iki Sosyal amt görevlisi bayan kendi aralarında benim için „eğer biz olmasak imiş kendinden habersiz gelip geçecekmiş“ diye konuştular. Yaşamış olduğum olayları Mahkemeler üzerinden konuşup yazmamış olsa idim; sosyal amt görevlisi bayanların söğlediği gibi, dış alemin iç bünyesini tahrip eden ‘müslüman maskeli münafık‘ insan düşmanlarından habersiz gelip geçmiş olacaktım.     

(Osman) Mehmet Cemil Şahin 27.01.1995 tarihinde Landesgericht Eisenstadt da fırınla (ortaklarımdan alacağım Öş 700-000) ilgi işlerimi takip edecği vadi ile vekalet aldıkdan sonra; Savcı Kolonovits beni çağırdı...

Arkadaşın çok iddalı konuştu seni bunalıma sokup odada asacaklarmış; dedi, uyardı.

Allah(c.c) tuzak kuranların tuzaklarını tersine çevirir. Austos 1994 ilk aylar Polislere, beni tutuklaması için telefon etmişler. Tutuklamaya gelen Polisler Çocuklarımı görünce, benim kendilerine gelmemi söğleyip gitmişler. Polise gittiğimde, Bacılarım isminde birilerin telefon edip tutuklanmamı iştediğini dikkat etmemi, söğlediler. Bu olayı takiben Romanya’da bulunan M.Demirbilek orda bulan yiyenim Kenan ile tanışıp Wien’de bulunan diğer yiyenim Sinan ile  telefonda konuşmuş; M.Demirbilek’den dolayı İtalyanlar ismi konuşma esnasında işyerimin telefonuna takılmış. Bilgim dışında.

24.11.1994 diğer insanları tutuklayan Polisler 4 gün sonra 28.11.1994 beni tutukluyorlar „tutuklanma nedeni maddenin olmadığından dolayı” Süleymancı ortaklarım hocaları içeri alıyorlar... yani Agustos 1994 ilk haftalar Polislere Bacılarım ismi ile ihbar eden Süleymancılar, hazırlamış oldukları tuzaklarına (kuyuya) düşüyor. Polisler Süleymancı hocaları içeri alınca; hocalar bu adam içeri girdi „uyanacak hazırlanacak” ama biz engelleyeceğiz; diyorlar. Böylece insanlar ve gayri müslümler gözlerini günahdan korumazlar ise dini gelenek haline getiren ve şeytanın sağ ayağı oğlan tarafını teşkil eden süleymancıların önlerinde... fiziken görünmeyen sürücü insi şeytan olduklarıığa çıkıyor.

Süleymancılar ile samimi olunmuyor,

sanki eşcincel gibi görünüyorlar; yani  toplumu islah edici gibi görünerek dini menfatlerine uydurdukları, görünmeyen yanları ve yedikleri yasakları ile dış alemin iç bünyesini tahrip ederek toplumda bölgede „devletlerin ikinci dayanağı ordu içerisinde” cinsel (hastalık) bozuklukların hissi sebebini virüs gibi hazırladıkları için Ülkeleri çökertecek Allah’ın gazabını çekecek olaylara zemin hazırlıyorlar; ancak „yaratılışdan doğan haya utanma duygusu muafaza edilince”, onlar süleymancılar ile şeytan yaklaşamıyor; ...bundan dolayı yıllardır beklenen bu olayların meydana çıkmasını yazılıp söğlenmesini engellemek için... Wien’de bulananların da isteği üzerine 1988 de Türkiye’den özel olarak gelip, ‘evime kadar sokulan’ (Osman)M.Cemil Şahin ile evlenen ‘şeytanslı hale dönmüş cemat mensubu dişi insi şeytan’ Melek gelmiş.  

Yıl 1997 ilk aylar 3 de bir ceza affı ile tahliye kararı belirdi; ama ben kabul etmedim... yani suçu kabul etmedim; bunun üzerine Melek kadın telkinler ile oda arkadaşıma (Ramazan Boğatekin) ağır spor yaptırdı sol bileğinin ağrımasını sağladı; arkadaşda ağrıyan bileği için babasından hameyli getirtip sol bileğine taktı, böylece tuvalet ve diğer hallerde arkadaş muska ayete eziyet etmiş oldu; arkadaşın ayete eziyeti ile şeytan kadın melek güçlendi odanın içerisinde eteğini savurup durdu; bir gün öğle namazında çırııplak anadan doğma seccademin üzerine uzandı yattı; beni namaz’dan çıkartıp şehevi haller ile dikkat çekip özel olarak hazırlandığını algılatmak için avret mahalini yeni traş edip üç siyah nokta yapmış ikisi aşağıda birisi yukarda. (Osman) M.C.Şahin Karısı şeytanı oluşturacağı korku ve zafiyetler ile önce manen itikadımı bozup sonra fikren yanımda tutarak fizikende kalbime atabilse idi; direnç hücrelerimi tahrip ederek bunalıma sokup odada asacak idi. Bunun için Savcı Kolonovits beni çağırıp uyardı... Arkadaşın çok iddalı konuştu. diye!

Temyiz dilekçesi

Tarih 22.09.1995 Landesgericht Eisenstadt da, tarih 24.11.1994 Nickelsdorf’ da diğer 4 kişi ile buluşup gümrükden uyuşturucu geçirdim şüphesiyle, bana verilen 4 sene 4 ay cezanın kaldırılıp hak ve hukukumun iadesini talep ediyorum.

Temyiz eden taraf: Haci Bayazit  

     

25.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Erdoğan Esad'a „Filistin'e desteği kes Golan'ı al“ dedi

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Komutanlık lideri Ahmed Cibril, Al Mayadeen Televizyonu Genel Yayın Yönetmeni Gassan Bin Ciddo'nun konuğu oldu.

İsrail'in Suriye muhaliflerine yardım ettiğini söyleyen Cibril, „Şu anda da Golan sınırında yaşananları görüyoruz. İsrail ile bu silahlılar arasındaki işbirliği -lojistik, güvenlik ve iletişim gibi bir çok konuda-ortada. Biz görüşmelerini izliyoruz. Golan sınırında ''gözlerimiz'' var. Günlük olarak devam eden ilişkileri görüyoruz. Yemek yardımına kadar varan alışverişleri var. Hatta, aradaki iletişimi sağlamak için, donanımlı subaylar da iştediler. Silahlılar, sınır tellerine sadece 20 metre uzaklıkta bulunan Breka adlı bir köydeler. İsrail devriyeleri önlerinden geçip gidiyor. Birbirleriyle dostmuş gibi selamlaşıyorlar.“ dedi.

Erdoğan „Filistin‘e Desteği Kesin“ dedi

Cibril Erdoğan hakkında ise şu ifadeleri kullandı: „Amerikalılar, Suriye'nin bu duruşundan sonra, Suriye'yi ya ele geçirip kontrol etmeye çalışacağız ya da tahrip edeceğiz dediler. Öncelikle Suriye'yi dizginlemeye çalıştılar. Bu Hamad var ya Hamad, Katar'ın Şeyhi, Suriye ile ilişkilerini geliştirmeye başladığında Şam'a sürekli geliş gidişlerini görmeye başladık. Ben Cumhurbaşkanı Beşşar'a bu konu hakkındaki düşüncelerimi açıkça söyledim. Bu adam sevgisinden dolayı gelmiyor, bu adam Amerikan'ın mesaj taşıyıcısı dedim. Hamad sana, Lübnan'daki Hizbullah'tan ve İran'dan uzaklaş ve dile bizden ne dilersen diyecek dedim.

Katar Emirliğinin Şeyhi Hamad başarısız olunca aynı görevi üstlenen Erdoğan oldu. Erdoğan geldi ve Beşşar Esad ile görüştü. Ben de bu konuyu Dışişleri Bakanı Velid Muallim ile görüştüm. Ona, 'Size gelenlerden Golan'ı işteyin. Önce Golan konusunda yardım etsinler sonra da taleplerinize bakarız' deyin dedim. Muallim de bana, şu an ki taktiğimiz tamamen budur, cevabını verdi.

Erdoğan bu konu görüşülürken, elini göğsüne vurup, 'Ben size Golan konusunda yardım edeceğim ama İran İslam Cumhuriyetinden uzaklaşmanız ve Filistin ve Lübnan Mukavemetine desteğinizi kesmeniz şartıyla' demişti.“ Sunucunun „Bu talepleri Erdoğan mı dillen- dirdi?“ diye sorması üzerine Cibril „Evet bu konuları açıkça konuşuyorlardı. Beşşar Esad 'Önce Golan'ı istiyorum' dedi. Erdoğan da 'Peki müzakerelere hazır mısınız?' diye sorunca Esad, 'Biz müzakerelere hazırız ama aracılarla' diye yanıtladı. Ardından dolaylı yollarla İstanbul ve Ankara'da görüşmeler oldu ve gerisini biliyorsunuz.“

Sunucunun ısrarla „Siz şimdi, bir Suriyeli yetkiliden, Esad mı başkası mı bilmiyorum ama, Erdoğan'ın Suriyelilere Mukavemet'ten ve İran'dan uzaklaşmaları karşılığında Golan'ı önerdiğini işittiğinizi mi söylüyor- sunuz?“ diye sorması üzerine Cibril şu yanıtı verdi:

„Sadece bu da değil. Birleşik Arap Emirlikleri'nin dışişleri bakanını da gönderdiler. Bakan Suriyelilere harfiyen  'Güvenliği sağlamak adına Bahreyn ve Umman'ın her birine, Körfez İşbirliği Fonundan 2 milyar dolar gönderdik.  Sizin Suriye'de milyarlarca dolara ihtiyacınız var. Biz 20 milyar dolar ödemeye hazırız' dedi. Bunun karşılığında da 'İran'dan, Hizbullah'dan ve Filistin direnişinden uzaklaşın' diyordu. Cumhurbaşkanı Esad'ın cesur duruşu ve bütün önerileri reddedişi, Suriye'ye kurulan komplo operasyonlarının başlangıç noktasını oluşturdu. Tabi daha önceden Hariri'nin öldürülmesi ve diğer hazırlıklar vardı.“ Odatv.com 07.05.2013

 

25.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Siyonist Müslümanları tanıyalım

İsrail uçakları Suriye'de bazı hedefleri bombaladı. Bu hedeflerden biri de Şam'daki Bilimsel Araştırmalar Merkezi. İsrail ülkesinin güvenliği açısından bu saldırıyı yaptığını itiraf ediyor. Obama, İsrail'in kendini savunmaya hakkı var diye açıklama yapıyor. Oysa şu anda Suriye'den İsrail'e yönelik açık bir tehdit yok. Zira Suriye kendi ülkesindeki iç savaşı bastırmak gayretinde.

Hizbullah Lideri Nasrallah, Esad'a yönelik açık desteğini şu sözlerle ifade etmişti: Suriye, topraklarının ABD, İsrail ve tekfircilerin eline düşmesine izin vermeyecek gerçek dostlara sahip.

Peki, İsrail neden bu saldırıyı yaptı? Suriye'deki iç savaşı yakından ve günü gününe takip eden bir gazeteci olarak açık söyleyeyim: İsyancılar her geçen gün daha büyük darbeler alıyorlar. Suriye ordusu çatışmaların ilk aylarındaki şaşkınlığını çoktan üzerinden atmış durumda. Başta Şam olmak üzere Halep, Humus ve Hama'da nokta operasyonlar yapılıyor ve muhalifler ellerindeki mevzileri teker teker kaybediyor. Son olarak Şam'dan gelen haberler muhaliflerin teslim bayrağı çekmek üzere olduğunu gösteriyor.

World Tribune, Suriyeli muhalif kaynaklara dayandırdığı haberinde muhaliflerin de Suriye ordusunun Şam'da düzenlediği son operasyonlarda ağır bir yenilgi aldıklarını itiraf ettiklerini duyurdu. Suriye ordusunun Şam kırsalını aşamalı olarak kontrol altına almayı sürdürdüğünün dile getirildiği haberde ordunun stratejik öneme sahip Uteybe'ye yaptığı operasyon sonucu silahlı grupların buradan çekilmek zorunda kaldığı belirtiliyor. Konuyla ilgili açıklamada bulunan muhalif kaynaklar, isyancı grupların Uteybe'de ağır bir yenilgi aldıklarını belirterek Ürdün'den gelen tüm silahların toplandığı ve dağıtıldığı yer olan Uteybe'nin önemine dikkat çektiler. Ürdün ve Lübnan sınırında da ağır yenilgilerin beklediğini ifade ediyorlar.

Tarafsız ve batılı haber ajansları Şam'da silahlı grupların Uteybe'deki mevzilerini ve güçlerini korumak için büyük çaba sarf ettiklerini, bu bölgenin kaybedilmesiyle Şam civarındaki tüm bölgelerde yenilgi yaşayacaklarını söylüyorlar.

Siz gazetecilik değil ajanlık yapan, CIA'nın önlerinde koyduğu uydurma haberleri Türk halkına aktaran sahtekâr Babıâli haberlerini okumayı bırakın. Bunlar defalarca Esad öldü, Esad'ın eşi kaçtı haberlerini verirler, bunların yalan olduğunu bile bile manşete çekerler, ülkenin Müslüman halkını kandırırlar, sonra gider bu hizmetin karşılığı olan maaşlarını bankadan keyifle çekerler.

Tarafsız Batılı haber ajansları ise muhaliflerin Şam'da, Ürdün ve Lübnan sınırında bütün mevzileri kaybetmelerinin an meselesi olduğunu yazacak kadar namuslu.

İşte tüm olup biten karşısında isyancılara İsrail'den bombalı destek geldi! Şam'ın bombalanması Obama'nın emriyle İsrail'e verilen mutat bir görevden ibaret. İsrail, Türkiye'den özür dilerken Suriye konusundaki gelişm- elerin bunu mecbur kıldığını açıkça itiraf etmişti. İsrail'in açık ve yakın dostu olan Müslüman Türkiye siyasetçileri Şam'ın bombalanmasından büyük bir zevk almış durumdalar.

Bunlar her zaman İsrail'in ve Siyonizmin tezgâhtarı olmuş durumdadırlar. İsrail'in Müslüman Suriye'ye yönelik saldırılarına en büyük desteği veren kesim bu Siyonist tezgâhtarlarıdır. Böylece ülkede yeni bir kavramı rahatlıkla kullanmaya başlayabiliriz:

Siyonist Müslümanlar, boyunlarındaki Yahudi Üstün Cesaret madalyası ile bu savaşın asıl kan dökücüleridir. Mevki ve makam uğruna, siyasi ikbal uğruna böylesine soysuzlaşanların sonunun ne olduğuna dair Kuran-ı Kerim'de pek çok örnek vardır. Muharrem Bayraktar 07.05.2013

 

25.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Bakın Hizbullah’tan Nasıl Korkmuşlar

Nusra Cephesi Komutanı: Hizbullah savaşçıları meydana indiklerinde bölgedeki kontrolü kaybettik.

El Alem televizyonu haber portalının bildirdiğine gore Nusra Cephesi komutanlarından biri Kuseyr şehrinde Hizbullah  savaşçıları ile karşılaşmalar kon- usunda  şu itirafta bulundu.

„Ben Afanistan ve Irak’ta birçok büyük kompleks operasyona katıldım. Libya’da Kaddafi ile savaştım, ama El-Kuseyr’de bizimle savaşan adamlarda gördüğüm azim ve iradeye sahip korkusuz adamalara ömrümde rastlamadım.  Onlar ölüm konusunda bizden daha  üstündürler. Şöyle ki bu adamlarla karşılaşınca Nusra Cephesi savaşçıları daha ilk darbeyi aldıklarında Kuseyr’den kaçtılar.”

Aynı  Nusra Cephesi komutanı  açıklamasının devamında şöyle dedi: „Hizbullah savaşçıları meydana indiklerinde  bölgedeki kontrolü kaybettik. Onlar hakkında  bazı şeyler duymuştuk, ama  bu duyumlara dikkat etmemiştik, ama (Kuseyr’de)  bu gerçekleri gözlerimle gördüm. Rasthaber 05.06.2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Zorbalara karşı çıkmayanlar mümin olamaz!

Zorbalığa ve zorbalara tepki vermeyerek onlara itaati meşrulaştıran, hele bir de bunu dinleş-tirenlerin Allah’ın düşmanı olduklarını bize öğreten tek kitap Kur’an’dır. İslam ümmetine ve Anadolu halklarına ilk kez bu satırların yazarı tarafından gösterilen bu gerçeğin ayrıntılarını, yeni çıkan ‘Kur’an’ı Tanıyor musunuz?’ adlı eserimden lütfen okuyun.

Tam bu noktada, insanlığın önünde dev bir meşale yakan Zühruf suresi 54-56. ayetleri gör-mekteyiz: „Firavun, toplumunu küçümseyip horladı, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yol-dan sapmış bir toplum idiler. Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince, biz de onlardan öç aldık; hepsini suya gömüverdik. Onları, sonra gelecekler için bir selef ve bir örnek yap-tık.”

Bu ayetleri, tefsir kurallarını (semantik ve hermenötik incelikleri) dikkate alarak değerlen-dirdiğimizde şu gerçeklerin altını çizmemiz gerekiyor:

1.Firavunların yani diktatörlerin horlayıp ezmesi ile toplumun ona itaati arasında bağlantı vardır. O itaat olmasaydı bu horlayıp ezme de olmayacaktı.

2.Firavunların horlayıp ezmesine isyan yerine itaatle karşılık verilmesi Tanrı’yı öfkelendirir; Tanrı bunun üzerine o itaatçı kitleden intikam alır. Bu Kur’ansal gerçekler, zulme ve şirke karşı çıkışın ölümsüz önderlerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk tarafından şöyle ifade edilmiştir: „Dünyada her millet, icraatına ortak olduğu hükûmetin mesuliyetine ortak sayılır.”

Kur’an, bir kitlenin içinden birileri zalimlerle işbirliği yapmadıkça o kitlenin zulüm ve istilaya yenik düşm- eyeceğini bildirmektedir. Kur’an, Zühruf 54. ayette kullandığı sözcüğü kullana-rak kendisini tebliğ eden Peygamber’e şu emri vermektedir: „Gerçeği hakkıyla göremiyor olanlar seni asla küçümsemesin/ezip horlamasın!” (Rum, 60)

HZ. Muhammed Neyin Sembolü? Mesele gelip gelip şurada düğümleniyor: Hz. Muhammed, özgürlüklerin ve esaret tanıma-mamın sembolü müdür yoksa daha çok namaz kılmanın, daha görkemli sarık sarmanın sembolü mü? Kur’an, birinci şıkkı onaylıyor. Hz. Muhammed bu şıkka göre yaşadı ve onu miras bıraktı. Emevî, bu mirası yozlaştırıp ‘özgürlüklerin Peygamberi’ni ‘daha çok namaz kılmanın, daha görkemli Arap sarığı sarmanın sembolü’ haline getirdi.

Bu saptırma ve yozlaştırmaya ilk büyük isyan İmamı Âzam Ebu Hanîfe’den geldi. Arap fistanı ile Arap saltanatlarını dinleştirenler, İmamı Âzam’ı ‘namazsız ve isyancı bir din’ kurmakla, ‘ümmeti kana ve kılıca bulaştırmak’la suçladılar. İmamı Âzam, Hz. Peygam-ber’i özgürlüklerin ve esaret tanımamanın sembolü olarak öne çıkarmanın bedelini şahadetiyle ödedi. Ve İslam tarihi asırlarca Emevî zihniyetiyle yürüdü hâlâ da o zihniyetle yürümektedir.

Ahzâb 57. ayete göre, „Allah’a ve Peygamber’e eziyet edenler lanetlenmişlerdir.” Peygamber’e eziyeti anlamakta zorluk çekilmez ama „Allah’a eziyet nasıl olur?” diye sorulmaktadır. Zühruf 55. ayet bu sorunun cevabını getiriyor: Zulüm karşısında pasif kalarak zalim-lere dolaylı destek vermek, Allah’a eziyet etmektir. Allah bundan öylesine rahatsız ol-maktadır ki bunu bir intikam sebebi sayıyor.

Despotlara itaat, Allah’ı öfkelendiren tek kötülüktür. Hûd suresi 59. ayet bunu, ‘inatçı zorbaların emrine uymak’ şeklinde tanımlıyor. Yaşar Nuri Öztürk 11.06.2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Ehli Vicdan Sahipleri.

BOP Eş Başkanı, beslemesi dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu ile mukaddes islama ve müslümanlara tarihin en büyük zararını veren, „menfatleri doğrultusun- da şeytanın askerlerinin ayakları altına Ülkenin Mukaddeslerini serecek kadar alçaklaşmış“ insanların en alçağı İhvanil Müslümün ‘dini siyasallaştırmış kanadına’ güvenip, Hüseyni meşrep direniş cephesinin altın halkası Suriye’yi yaramayı amaçlıyor.”du.

Allah'ın muhteşem yaratığı akıl sahipleri; İnsanların yaptıkları hayır yada şer peşlerini bırakmaz mutlaka birşekilde kendilerine döner; aksi takdirde toplum hayatının direnci çöker.

Ehli vicdan sahipleri;

Alemdeki herşey ‘din ahlak maneviyat dairesinde’, iki kural bağlamında; Vahy’in/ışığın öne aklın/gölgenin arkaya alınması kalbin maneviyat ve adalete meyletmesi insanların din‘e uyması ile Rahmani Hal hz Ali efendimiz meşrebin‘de Peygamberinin izine düşüp Allah’ın hesabına hazırlanması ile gercekleşir.

Veya

aklın/gölgenin öne Vahy’in/ışığın arkaya alınması kalbin siyaset ve menfate meyletmesi din’in insanlara uydurulması  ile şeytani Hal muaviye meşrebin‘de insanların şeytanın hesabına hazırlanıp izine düşmesi ile gerçekleşir… ancak insanların şeytanın izine düşmesi sonucu Allah(c.c) ile arasındaki bağ kopar; böylece şeytanı ilah edinenler, „Allah’ın hesabı gereği” dünyada ve ahiretde kaybedenlerden olur.

Hüsnü Mübarek, „İsrail ile gizli işbirliği nedeniyle yargılanmayı ve idam edilmeyi beklerken“,

Mursi Mısırlılara İsrail adına bir cihad için Suriye’ye yürüme çağrısı yaptı. Böyle bir şeye Hüsnü Mübarek bile niyetlenmezdi.

Dünyanın emniyeti islam'ın beli ve omurgası maneviyatın, merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesinin... emperyalizim ile perdelenmiş deccalizmin isteklerine uygun dönüştürme yapılamadığı bir coğrafyada; „Siyonist varlığı tanısa bile Münafık Kardeşler İhvan’a siyasi iktidar açısından bir gelecek yok.“ Allah'ın selamı rahmeti alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun. Hacı Bayazıt 14.07.2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Allah'ın muhteşem yaratığı akıl sahipleri;
ABD hiçbir ülkede kara harakat
ı kazanamamıştır ve ne yapacağını şaşırdı Irak'dan kendilerine kaçış yolunu tekfirci selefiler, taliban ve elkaide artıklarının kaos ve terör ile açtığını unutuyor...

Irak'ın yiğitleri ABD'nin bölge ve dünyadan siyasi ve iktisaden soyutlanması ve kann emici vanpire dönüşen beslemesi teröristlerin saldırılarının, 'Allah'ın verdiği mühlet sonucu' kendilerine döneceği veya bir bataklığa çekeceği için sabır gösteriyor... Bölgenin yiğitleri ahitlerinde eğer, kollarında dahi birazcık ABD yanlılığı olsa kesip atacaklarına yemin ediyorlar. Allah'ın hesabı gereği gerçekleşecek birşey var‘ki şüphesiz ABD’nin emperyal hevesleri uğruna yaptığı sınır ötesi zülümler kendilerini kıskıvrak saracak. Allah'ın selamı rahmeti masum ve mazlumlar ile dünyanın emniyeti islam’ın beli ve omurgası maneviyatın rahmet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun. hacı bayazıt 19.07.2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Ehli Vıcdan Sahipleri

Devletler din adamı maneviyat ehlinin halkı Allah’ın hesabına hazırlaması ile kurulur; yıkılmasıda din adamlarının maneviyatı boşaltıp halkı şeytanın hesabına hazırlaması ile olur. AKP halkı şeytanın hesabına hazırlayan din adamları ile şeytanslı hale dönmüş guruplara yaslanıyor; bu hali ABD ile perdeliyor.

Akıl sahipleri AKP gizli anlaşmalarını uygulayabilmek için PKK'yi kaldıraç olarak kullandı ve bu gizli uygulamalarına muhalifet olabilecek anti emperyalist ulusalcı milli güçleri deccalizmin öncü birliği fetullah suç tasarım örgütü ve ABD yardımı ile berteraf eyledi. Bu bertaraf oluşumun ismini ise Ergenekon koydular. Bunlar Türke düşman türkün yeniden ayağa kalkıp insanlığın hizmeti için islam’ın askeri olacağından korkuyorlar; onun için Türkün var oluş efsanesi Ergenekonu birkaç düzmece delil ve gizli tanık ile karalayıp Türkün dini ve tarihi geçmişi ile hesaplaşıyorlar... Ama gerçek olan ise onların siyasi ve maddi ihtirasları uğruna yapmış olduğu zülmü nakış nakış tarihin işlemesidir ve şüphesiz  zulme maruz kalıp hapse girenlerin hapsanede hazırlanması ile zülüm edenlerin ve zülme yardımcı olanların düzeninin yıkılacak olması’dır. İşte bu ilahi gerçekleşecek „hakikat” onları takip eden peşlerindeki yaptıklarıdır. Hacı Bayazıt 12.08.2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Kiralık Casus Erdoğan

Mısırlı Yazar ve Medyacı Sena Sait, Receb Tayyib Erdoğan’ın bölge ülkelerini parçalama ve İsrail’in güvenliğini koruma hedefini taşıyan kiralık bir casus olduğunu söyledi.

Yazar Sait, el-Alem gazetesinin bugünkü sayısında yayınlanan makalesinde, Erdoğan’ın bugünkü hareket- lenmelerinin Siyonistlerin ve Amerikalıların gizli ortağı, bölge ülkelerine karşı örülen komploların uygulan- masında da kendisini bir öncü gibi ortaya çıkardığını ifade etti.

Yazar, bir direniş devleti olarak Suriye'yi yıkmak ve düşürmek için Suriye’de oynadığı role işaret ederek, Mısır’ın içişlerine küstahça karışmasının herhangi bir devletin dış politikasına hükmeden bütün kriter ve ilkelerle bağdaşmadığını söyledi. Komplosunu Mısıra taşımak işteyen Erdoğan hükümetinin Suriye’de oynadığı şeytani yıkıcı rol utancının kendisine yetmediğini belirten Mısırlı yazar Sait, Suriye'ye karşı kışkırtmaları, silahlı terör gruplarını mal, silah ve Türkiye topraklarından Suriye'ye hareket etmek için barınma temin etme yoluyla yıkmak için ucuz komplolarını Araplılık Suriye’sine musallat etmesi ve siyo-Amerikan yıkıcı komplosuna katılmakla komplocu ve kiralık bir rol üstlendiğinin kendisine utanç verdiğini ifade etti.

Yazar Sait, Erdoğan küstahlığının yüce Mısır ordusuna müdahale etmeye ve teröristleri desteklemek için Mısır’a silah kaçırmaya kadar vardığını söyledi. Sait, Mısır’a kaçırmaya çalıştığı silahların gelen bilgilere göre yaklaşık 20 bin şahsa yeteceğini ve Mısır evlatları arasında iç savaşa yol açabileceğini vurguladı.

Yazar Sait, Müslüman kardeşler mürşidinin Mısır’ı bir Osmanlı vilayetine çevirme işteğinin mümkün olmaya- cağını, dış iradelere boyun eğmesinin, İstanbul’un yöneteceği bir Osmanlı vilayetine dönüşmesinin de imkansız olduğuna dikkat çekerek, Mısır ordusunun 30 Haziranda halkın görkemli devrimlerinin yanında durmasıyla, Mürşid’in umutlarını suya düşürmüş Erdoğan’ın İslam Alemini idare etme rüyalarını da boşa çıkardığını belirtti. Taha Haber 31.07.2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Sosyal medyayı sallayan fotoğraf

İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın bu fotoğrafı sosyal medyayı salladı. 8 Yıl İran Cumhurbaşkanlığı yapan Ahmedinecad şu anda öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Facebook 'ta yayınlanan fotoğrafta Ahmedinecad'ın şehir içi yolcu otobüsünde ayakta yolculuk ettiği görülüyor.

Özellikle Türkiye 'de paylaşım rekoru kıran fotoğrafın altında ise şunlar yazıyor:

Bu adam 8 yıl İran’ın Cumhurbaşkanlığını yaptı. Sekiz yıl boyunca devlet bütçesinden maaş almadı, sadece öğretim görevliliği maaşını aldı! Kendisi için özel emeklilik yasası çıkarmadı ve eski mesleği olan öğretim görevliliğine geri döndü. Milliyet.com 11 Eylül 2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

İmam Hamanei’nin Suriye Krizini Sonlandıran Tehdidi

El Ahbar'dan İbrahim el Emin, Suriye krizinin sonlan- dırılması hakkında önemli bilgiler ifşa etti: „Bunlardan birincisi Ayetullah Ali Hamenei’nin Umman Sultanı Kabus ile görüşmesinde şunları söylemesiydi: Kim Suriye’yi yıkıma uğratmak isterse, bölgedeki gaz ve petrolünü kaybetmeye de hazır olmalıdır.”

Lübnan'da yayın yapan El Ahbar gazetesi genel yayın yönetmeni İbrahim el Emin 13 Eylül tarihli köşe yazısında, bazı diplomatik kaynaklara dayanarak Suriye krizinin arka planında yaşanan mesaj trafiği ve psikolojik savaşın ayrıntıları hakkında çok önemli bilgiler verdi. İşte o yazının ilgili bölümleri: 

„Yakın gözlemciler, Moskova'nın Tahran ve Şam'daki müttefiklerine, planlanan askeri operasyonun iddia edildiği gibi sınırlı olmayacağını, rejim güçlerini zayıflatarak muhalefetin Şam'ı kuşatıp Humus'u tekrar ele geçirmelerine imkân verecek daha geniş bir kampanyanın parçası olduğunu söylediklerini ifşa ettiler.

Buna göre Suriye'nin müttefikleri durumu ciddiye alarak hemen güçlerini seferber etmeye ve büyük çatışma için hazırlanmaya başlamışlar. Bu amaçla da büyüklüğü ve hızıyla Rusları bile şaşırtan bir savunma stratejisi yürütmeye giriştiler. Suriye'nin stratejik silahlarını hazırlamak için gösterilen özel bir çabaya, yapılacak saldırının sonuçları hakkında Amerikalıları uyaran mesajların iletilmesi eşlik etmiş.

Moskova, Amerikalı muhataplarına Şam'ın İran ve Hizbullah müttefikleriyle birlikte her hangi bir sınırlı saldırıyı kabul etmeyeceğini ve kendilerini büyük bir savaşa hazırladıklarını, kendilerinin de kenarda ellerini kavuşturup oturmayacaklarını, ABD'nin muhalefeti desteklediği gibi Rusya'nın da Suriye rejiminin arkasında duracağını iletti.

Bunlar arasında iki hayati önem'de mesaj vardı. Bunlardan biri Tahran tarafından, diğeri de Moskova'dan gönderildi ve kaynaklar bunların olayların akışında çok büyük etkisi olduğunu söylüyorlar.

Bunlardan birincisi İran'ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamenei'nin Umman Sultanı Kabus ile görüşmesinde şunları söylemesiydi: 'Kim Suriye'yi yıkıma uğratmak isterse, bölgedeki gaz ve petrolünü kaybetmeye de hazır olmalıdır.'

İkincisi de Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin'in Amerikalı meslektaşına 'Suriye'nin ülkesi için, İsrail ABD için ne kadar önemliyse o kadar önemli olduğunu ve Washington'un saldırısının sadece bölgeyi değil tüm dünyayı istikrarsızlaştıracağını' söylemesiydi. Medya safak. 15.09.2013

 

26-İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

„Şii anneleri yasa boğacağım”

Suudi Arabistan İstahbarat Şefi Bender Bin Sultan, Suriye'ye askeri müdahalenin iptal olmasına çok kızdı. Suriye'deki muhaliflere kimyasal silahları temin eden ve savaş komplosunun en önemli isimlerinden Bender Bin Sultan çabalarının boşa çıkmasına bi hayli köpürdü. Obama'nın Suriye'ye askeri müdahalesinden bir hayli ümitli olan Siyonist uşağı Sultan, savaşa engel olduğu için Putin'i tehdit etti.

Bender Bin Sultan, savaşın iptal olmasının asıl sebebinin „İran diplomasisi ve Hizbullah'a duyulan korkunun“ olduğunu vurguladı. Sultan, bunun intikamını İran, Hizbullah ve Suriye'den alacağını iddia ederek, özel bir toplantısında şu cümleyi kullandı: „Lübnan Şiilerinden alacağım intikam çok acı olacak. Şii anneleri yasa boğacağım.“ Rast Haber 15.09.2013

 

26.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Ben yalan söyleyemem diyen müezzin sürüldü

Gezi Parkı eylemlerinde, Erdoğan'ın camide içki içti iddiasını yalanlayan müeezzin Fuat Yıldırım, tayin edildi.

Yalçın Bayer, bu haberi köşesinde duyurdu. Bayer şunları yazdı: ‘Gezi'nin faturası din adamlarına da çıkarıldı. Dolmabahçe Camisi’nin müezzini, imamı ve Beyoğlu müftüsü görevlerinden alınarak başka yerlere verildi. Eylemler sırasında en çok tartışılan isim olan Dolmabahçe Bezmiâlem Valide Sultan Camisi Müezzini Fuat Yıldırım’ın, Başakşehir’e bağlı Kayabaşı köyüne sürüldüğü öğrenildi.

Gezi olayları sırasında camide içki içildiği iddia edilmiş, cami müezzini Fuat Yıldırım ise tüm baskılara rağmen içki içilmediğini söylemişti. Fuat Yıldırım bu davranışının bedelini sürgünle ödedi. İstanbul müftüsünün, „Sen çok yıprandın, seni başka yere tayin edelim” söylemlerine karşı; „Ben hiçbir şekilde yıpranmadım” cevabını vermesinin ardından müfettiş görevlendirildiği ve ‘teftişin selameti’ için müezzin Fuat Yıldırım’ın 6 ay süreyle Kayabaşı köyünde müezzin olarak görevlendirildiği söyleniyor. Dolmabahçe Camisi imamı Halil Necipoğlu’nun tayini ise Zeytinburnu’na yapıldı. Beyoğlu müftüsü Recai Albayrak ise Karadeniz Ereğli’ye tayin edildi.

Ben Yalan Söylemem. Başbakan Erdoğan'ın dilinden düşürmediği „camide içki içildi“ iddiasıyla ilgili açıklamalarda bulunan Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi Müezzini Fuat Yıldırım, „Ben camide içki içen görmedim, din adamıyım yalan söyleyemem“ demişti.Odatv.com 21.09.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Kur’an’daki En Üstün Manevi Nimet Velayet Bayramıdır.

Kur’an-ı Kerim’e göre büyük velayet bayramı olan Gadir-i Hum günü, ilahi manevi nimetler en üst sınırına ve derecesine ulaşmış bulunmaktadır. Hz. Ali’nin ve Hz. Ali’nin evlatlarının (a.s) velayetinden daha üstün bir nimet olmadığı için de Gadir bayramı, İslam ümmetinin en üstün bayramlarından biridir. Masum imamların teşrii ve tekvini velayetine inanmak ve onların aracı, şefaatçi ve vesile olduğuna iman etmek, İslam ümmetine nasip olmuş olan en önemli bereketlerden biridir.

Kur’an-ı Kerim’de sadece Gadir-i Hum ve Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) velayeti hakkında, „nimeti tamamlamak” özgün tabiri kullanılmıştır. „Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım”[8] Burada „sizlere nimet verdim” ifadesi kullanılmamıştır. Aksine Allah burada „sizlere olan nimetimi tamamladım” diye buyurmaktadır.

Yani, nasıl ki Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) risalet ve nübüvveti, risalet ve nübüvvetlerin en kamilidir ve ondan sonra hiç kimseye nübüvvet makamı verilmeyecektir, Hz. Ali’nin ve evlatlarının imamet ve velayeti de, velayet ve imametlerin en kamilidir ve dolayısıyla onlardan sonra hiç kimseye imamet makamı verilmeyecektir.

İmamet, Risaletin Devamıdır. Münezzeh olan Allah imameti, risaletin devamı ve eşi kılmıştır. Bu açıdan evrensel Gadir-i Hum olayında Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: „Eğer Ali b. Ebi Talib’i (a.s) kendi ellerinle tayin etmezsen ve velayetini açıklamazsan, asla bu ilahi risaletinle amel etmemiş olursun.” Yani imameti olmayan bir risalet, risaleti olmayan risalete denktir. Zira risaletin esasını koruyan şey, imametin bizzat kendisidir.

Gadir gününün azametini ve bu evrensel olayın yüceliğini en iyi tanıtabilecek olan şüphesiz Kur’an ve itrettir (Ehl-i Beyt’tir). On sekiz Zilhicce günü, Gadir-i Hum topraklarında nasıl bir olay meydana geldi ki bu günü ebedi olarak bayram haline getirdi? Münezzeh olan Allah, Maide Suresi’nde Resul-i Ekrem’e şöyle buyurmaktadır:

„Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.” Zira imam ve imamet, dinin aslını garantilemektedir.

İlahi Koruma Vaadi. Allah-u Teala bu ayetin devamında şöyle buyurmaktadır: Allah, şüphesiz seni insanların zararından ve kötülüğünden koruyacaktır: „Allah seni insanlardan korur.” Münezzeh olan Allah’ın, „Allah seni insanların kötülüğünden koruyacaktır” diye buyurmasının maksadı nedir?

Kafirlerin Ümitsizlik Günü. Peygamber (s.a.a) Gadir günü insanlara şunu sordu: „Acaba ben, ilahi risaletimle amel ettim mi ve acaba ben size oranla daha evla ve vali miyim?” Onlar, „evet” dediler. Daha sonra Peyamber (s.a.a) şöyle buyurdu: „Ben herkimin valisi ve yöneticisiysem, Ali (a.s) de onun valisidir.” „Ben kimin mevlasıysam, Ali de onun mevlasıdır”

Bu konuda, mübarek Maide Suresi’nin 3. ayeti nazil oldu ve şöyle ilan etti ki bugün kafirler, sizin dininizde bozgunluk çıkarmaktan ümitlerini kesmişlerdir. O halde onlardan korkmayınız ve benden korkunuz. Bugün sizin dininizi sizler için kamil kıldım ve sizler üzerindeki nimetimi tamamladım ve İslam’ı sizlere din olarak seçtim.

Bu ayette yer alan „el-yevm” kelimesi ilahi feyzin zuhur ettiği gün ve „yevmullah” olarak adlandırılan gündür. Yani, özel ilahi feyzin tecelli ettiği bir gündür. „Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçip-beğendim.” Yani o gün nakıs olan din, kemale ermiş ve eksik kalan nimet tamamlanmış ve Allah’ın beğendiği İslam insanlara tanıtılmıştır.

O halde bu ayetler nasıl olur da kafirlerin ümitsizliğe kapılmasına neden olabilir? Oysa, tam bir ilmihal yazmak ve yayınlamak bile kafirlerin ümitsizliğe kapılmasına neden olmamaktadır, nerede kaldı ki birkaç fıkhi hüküm kafirleri ümitsizliğe düşürmüş olsun. Öte yandan, Allah-u Teala, „bugün kemale erdirdim” cümlesinden önce şöyle buyurmuştur: „Dini ortadan kaldırma komplosunu hazırlayan kafirler, ümitsizliğe düşmüşlerdir.”

Kur’an’ın burada söylemiş olduğu kafirlerden maksat, sadece Hicaz bölgesindeki kafirler değildir. Zira onlar Mekke fethedildikten sonra, silahlarını bırakarak gruplar halinde Allah’ın dinine yöneldiler. „Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit”[29]

Onlar, ya Müslüman oldular ya da teslimiyet içine girdiler ve dolayısıyla da din düzenini ortadan kaldırmak hususunda ümitsizliğe kapıldılar. „Bugün küfredenler ümitsizliğe kapıldı.” ifadesinde yer alan kafirlerden maksat, Rum, İran ve Hicaz kafirleridir. Önceden de birkaç defa nazil olmuş olan sayılı bir takım fıkhi hükümler, kafirlerin ümitsizliğe düşmesine sebep olur mu? Anlaşılmaktadır ki Yevmullah olan Gadir gününde yeni bir haber ortaya çıkmıştır ve de ümmet ve din için sağlam bir üs tesis edilmiştir.

Münafıklar Tehlikesi. Bazı Ehl-i Sünnet müfessirleri şöyle demişlerdir: „Eğer Ali b. Ebi Talib’in velayet ve imameti, Allah ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a) tarafından beyan ve tebliğ edilmiş olsaydı, „Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun.”[30] gereğince hiç kimsenin, bunu inkar etmeye ve değiştirmeye gücü yetmezdi ve herkes bunu kabullenirdi. Lakin ümmetin bunu kabul etmemesinden anlaşıldığı üzere Hz. Ali’nin imameti, Allah ve Peygamber’in emri esasınca olmamıştır.”[31]

Söz konusu müfessir, Allah-u Teala’nın, „bugün kafirler ve münafıklar sizin dininizden ümitlerini kesmişlerdir” demediğini ve sadece kafirlerin (Hıristiyan, Yahudi ve putperestlerin) ümitsizliğinden söz ettiği gerçeğinden gaflet etmektedir. Dinin esasını ve yeni kurulmuş olan İslam devletinin temelini yıkmak isteyen kafirler, din ve ümmet masum bir öndere dayanınca ümitsizliğe düştüler.

Ama iç düşmanların en kötüsü olan münafıkların tehlikesi olduğu gibi duruyordu. Bu açıdan münezzeh olan Allah, ayetin devamında şöyle buyurmuştur: „Benden korkunuz.”

Ama iç düşmanlar‘, Allah’tan korkmadılar ve hakkı gizleyerek yalan söylediler. Bununla birlikte bu ayet, münafıkların tehlikesinin ortadan kalktığını beyan etmemektedir. Hatta bu ayette müfessirin iddiasının tam tersine bir takım deliller vardır.

Zira Kur’an, kafirlerin ümitsizliğe kapıldığını haber verdikten ve münafıkların adını zikretmedikten sonra şöyle buyurmaktadır:

„Şimdi kafirler ümitsizliğe kapıldılar, o halde benden korkunuz.” Bu da Müslümanlara, münafıkların ve nifak ehlinin tehlikesi karşısında uyanık olmaları gerektiğini bildiren bir uyarı konumundaydı.

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) münafıklar hakkında kendi dostlarına şöyle demektedir:

„To­humu yarana, insanı yaratana and olsun ki onlar (Muaviye ve taraftarları) Müslüman olmadılar,  zahiren teslim oldular. Küfürlerini gizlediler, kendilerine yardımcılar bulunca da açığa vurdular.”[35] Abna 23.10.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Allah’ın lanetini celbedecen tarihe nakşedilmiş bir not.

Erdoğan’a Libya aynası! „Yerden gökten ölüm yağdırıyor” diyerek Beşşar Esad’ı „Yezid”likle suçlayan Sayın Başbakanın „Yerden gökten ölüm yağdır” diye Obama’dan talep üstüne talepte bulunması içler acısı bir durum. Lâkin bazıları zannedebilir ki, Obama ölüm yağdırıp Beşşar’ı mezara sokarsa Suriye belki bundan daha iyi olur. Gelin görün ki bu bir „varsayım” bile değil. Çünkü önümüzde Obama ve Haçlıların vurduğu hiçbir İslâm ülkesinin öncekinden daha iyi olduğunu gösteren en ufak bir emare yok.

Milleti bu varsayımla kandırmaya çalışan Sayın Erdoğan’a „Libya senin için bir aynadır, karşısına geçip bakar mısın?” dememizde bir sakınca olmasa gerek. Ajanslardan okumuşsunuzdur. Libya’da Kaddafi’yi deviren isyancı liderlerden Süleyman Ali el-Fesi üç gün önce uğradığı silahlı bir saldırı sonucu hayatını kaybetmiş. Yani Libya’da terör bitmiş değil. Ülkenin bir bölümü, „Ben ayrı bir devlet olacağım” diye isyan bayrağını çekmiş durumda. Bingazi dâhil bütün şehirlerde adam kaçırıp karşılığında para alma sıradan bir iş haline gelmiş. Devlet büyükleri bile rehin alınıp üzerlerinden servetler devşiriliyor.

Her taraf kaos. Sokaklar karanlık, evler karanlık. İş adamları koruma orduları ile hayatta kalmaya çalışıyor. Fabrikalar, tarlalar en verimsiz yıllarını yaşıyor. Hani Kaddafi gidecek Libya güllük gülistanlık olacaktı! Oysa Kaddafi döneminde evlere elektrik ücretsiz veriliyordu ve elektriksiz tek ev yoktu. Bu kadar mı? Hayır! Su ve doğal gaz tıpkı hava gibi „zorunlu ihtiyaç maddesi” sayıldığından Kaddafi tarafından halkına ücretsiz veriliyordu. Hastalar ücretsiz tedavi oluyor, ilaçlarını beş kuruş ücret ödemeden alıyorlardı. Benzinin litresini Türk parası ile en fazla 15-20 kuruşa alıyordu Libyalı. Libya’da vergi sıfırdı. Yani hiçbir Libyalı devlete vergi ödemiyordu. Libya bankaları verdikleri kredi karşılığında tek kuruş faiz almamaktaydı. Libya’nın dış borcu da sıfıra yakındı. Kaddafi Libya’sında otomobiller halka fabrika çıkış fiyatına satılıyor, nakliye bedelleri devlet tarafından ödeniyordu. Evlenmek isteyen her çifte 150 metrekarelik daireler verilmekteydi. Yurt dışında okuyan öğrencilere Kaddafi’nin Libya’sı 1650 euro karşılıksız burs vermekteydi. Libya’da tüm üniversite mezunları iş bulana kadar maaşa bağlanıyordu. Ve daha neler neler..

Sayın Erdoğan ve Batılı dostları Libya’ya müdahale edip „bahar” ve „demokrasi” getirdi, Libya aç kaldı, açık kaldı, terör ülkesi halini aldı. İnsan bu aynaya şöyle bir bakar, „Libya’da ettiğim hatayı bari Suriye’de etmeyeyim” demez mi? Basiret bağlanınca, demez. Bugün Kaddafi’nin halkına sağladığı yukarıdaki imkânlardan değil ikisini, üçünü, birini bile sağlayabilsen Marmaray gibi sen onu sata sata en az beş seçim götürmez misin? Peki Kaddafi’nin suçu neydi?

İnanın, Erdoğan-Davutoğlu ikilisi içini karıştırmadan önce Suriye’de de bunca imkânsızlıklara rağmen halk pek çok hizmeti Libya’da olduğu gibi ücretsiz yahut Türkiye’dekinin onda birine tekabül eden bedelle elde etmekteydi. İşte „Yezid” ve işte „Diktatörlükle” suçlanan adamların ülkeleri. Ve işte „Gelişmiş demokrasi” ile yönetilen Erdoğan’ın yolsuzlukların ayyuka çıktığı ve gelir dağılımındaki uçurumu her geçen gün derinleştirdiği Türkiye’si.  Hasan Demir 05.11.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

İmam Hüseyin'in İslam İçin Kıyamı

Muaviye'den sonra Yezid İslâm Hükümeti tahtına oturdu ve kendisini Emirü'l-Müminin ilan etti! Yezid, haksız ve zalim saltanatını sağlamlaştırmak için İslâmî şahsiyetler ve isimlere haber gönderip onlardan biat almakta kararlıydı. Bu amaçla Medine valisine bir mektup yazdı ve o mektupta „Hüseyin'den bana karşı biat al, karşı koyarsa onu öldür.“ dedi. Medine valisi bu haberi İmam Hüseyin'e (a.s) iletti ve ondan cevap istedi. İmam Hüseyin (a.s) cevaben şöyle buyurdular:

„Biz Allah'tanız ve O'na geri döndürüleceğiz, Yezid gibi adamlar (şarap içen, kumar oynayan, imansız pis ve hatta İslâm'ın zahirini dahi korumayan kimseler) İslâm hükümetinin başına geçecek olursa İslâm'ın fatihasını okumamız gerekir. (Zira bu gibileri İslâm'ın gücüyle ve İslâm adına, İslâm'ı ortadan kaldırırlar.)[1]

İmam Hüseyin (a.s), Yezid hükümetini bu resmi açıklamayla tanımadığını bildirdiği için artık onu Medine'de yaşatmayacaklarını biliyordu. Onun için Allah'ın emri üzerine, gece gizlice Medine'den Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı.

İmam Hüseyin'in (a.s) Mekke'ye gelişi ve Yezid'e biat etmeyişi Mekke ve Medine halkı arasında çabucak yayıldı ve çok geçmeden bu haber Kûfe'ye de ulaştı. Kûfeliler Mekke'de bulunan İmam Hüseyin'i (a.s) Kûfe'ye davet edip onun kendilerine önderlik etmesini isteyince İmam Hüseyin (a.s) amcaoğlu Müslim b. Akil'i Kûfe'ye gönderdi ve Kûfelilerin hareket ve tepkilerini yakından izleyip durumu kendisine yazmasını istedi.

Müslim Kûfe'ye vardığında görülmemiş bir ilgi ve sevgi seliyle karşılandı. Binlerce Kûfeli, İmam Hüseyin'in (a.s) vekili olan Müslim'le biatleştiler. Bunun üzerine Müslim, İmam Hüseyin'e bir mektup göndererek durumu açıkladı ve hemen Kûfe'ye gelmesinin uygun olacağını bildirdi.

İmam Hüseyin (a.s) Kûfe halkını çok iyi tanıyordu; onların ne kadar vefasız ve dinî inançlarında ne kadar zayıf ve gevşek olduklarına, babasıyla ağabeyinin hükümetleri döneminde bizzat şahit olmuştu. Kûfelilerin söz ve biatlerine asla güvenilemeyeceğini bildiği halde bir imam olarak onlara karşı hüccet ve vazifesini tamamlayıp Rabbi'nin emrine itaat etmiş olmak için Kûfe'ye gitmeye karar verdi.

Ancak, bütün Mekke ahalisinin Mina'ya çıkmak üzere şehri heyecanla terk ettiği ve Mekke yolunda bulunan hacıların da Mina'ya zamanında varabilmek için aceleyle Mekke'ye ulaşmaya çalıştığı hicrî kamerî Zilhicce'nin 8. gününe kadar Mekke'de kaldı[2] ve tam böyle bir günde ehli beyti ve yarenleriyle birlikte Mekke'den Irak'a doğru yola çıktı. Böylece hem vazifesini yerine getirmiş ve hem de dünyanın dört bir yanından hacca akın eden Müslümanlara; Resulullah'ın (s.a.a) biricik evladı ve Ehlibeyti'nin (a.s) Yezid gibi birini halife olarak tanımadığını, ümmetin peygamberinin evladı olan İmam Hüseyin'in (a.s) Yezid'e biat etmediğini, bilakis ona karşı kıyam başlattığını anlatmış oluyordu.

Müslim'in Kûfe'ye vardığını ve şehrin neredeyse tamamının ona biat ettiğini öğrenen Yezid, Emevî iktidarının en iğrenç uşaklarından ve kendisine bağlıların en gaddarı olarak tanınan alçak bir karaktere sahip İbn Ziyad'ı Kûfe'ye gönderdi.

Kûfe halkının korkak, ikiyüzlü ve inancında gevşek olmasından yararlanan İbn Ziyad, tehdit etme ve dehşet yapma yöntemlerine başvurarak Kûfe halkının Müslim'i yalnız bırakmasını sağladı. Yapayalnız kalan Müslim, İbn Ziyad'ın askerleriyle çarpışmaya girdi ve yiğitçe savaşarak şehit düştü. Allah'ın selamı bu korkusuz yiğidin üzerine olsun.

İbn Ziyad ikiyüzlü, hain ve imansız Kûfe ahalisini İmam Hüseyin'in (a.s) aleyhine çevirmeyi başardı. İş öyle bir yere vardı ki, bizzat mektuplar yazarak İmam'ı (a.s) Kûfe'ye davet edenler, onu öldürmek için silahlanıp İbn Ziyad'ın saflarına katılmaya başladılar.

İmam Hüseyin (a.s), Medine'den ayrıldığı geceden başlayarak, Mekke'de bulunduğu süre zarfında ve Mekke'den Kerbela'ya uzanan şahadet yolculuğu boyunca şehit düştüğü ana kadar kimi zaman imalarla, kimi zamansa çok net bir ifadeyle sık sık şöyle diyordu:

Bu kıyamının amacı Rabbime karşı görevimi yerine getirip iyiliğe davette bulunmak ve kötülükten menetmektir; zulmün karşısına dikilmek, zalime dur demektir. Biliniz ki Kur'ân'ı korumak ve bu Muhammedî dinin hayatta kalmasını sağlamaktan başka gayem yoktur.

Evet! Bu, Yüce Yaratıcısının ona verdiği görevdi; canı pahasına, hatta çocuklarıyla yerenlerinin öldürülmesi ve ailesinin esir düşmesi pahasına bu görevi yerine getirecekti o…

Hz. Resulullah'la (s.a.a) Müminlerin Emiri İmam Ali (a.s) şehit edileceğini defalarca söylemişlerdi. Hatta İmam Hüseyin (a.s) dünyaya geldiği gün Hz. Resulullah (s.a.a) onu bağrına basarak bir gün ümmetin azgınları tarafından onun şehit edileceği haberini vermişti.[3] Binaenaleyh İmam Hüseyin de (a.s) imamet bilgisiyle bu yolculuğun şahadetle sonuçlanacağını biliyordu. Ama o, Rabbinin emri karşısında canından korkacak ya da ailesinin esaretini düşünerek geri adım atacak biri değildi asla. İmam Hüseyin (a.s) Allah yolunda gelecek her belayı keramet biliyor ve bu yolda şahadeti saadet olarak görüyordu. Allah'ın selamı ebediyen ona olsun…

İmam Hüseyin'in (a.s) şehit olacağı haberi öteden beri İslâm ümmeti arasında pek yaygın bir bilgi olduğundan, bu yolculuğun nereye varacağını herkes bilmekteydi. Zira Hz. Resulullah (s.a.a) İmam Ali (a.s), İmam Hasan (a.s) ve diğer sadr-ı İslâm büyüklerinden defalarca duyulmuş, işitilmiş bir gerçekti bu.

Bu nedenledir ki onca çekişmeler ve olaylardan sonra İmam Hüseyin'in (a.s) başlattığı bu hareket, onun şahadetini çağrıştırmaya başlamıştı zihinlerde. Dahası, bizzat kendisi de bu yolculuk boyunca sık sık: „Kim bizim yolumuzda şehit olmak ve Rabbine kavuşmak istiyorsa benimle gelsin.“ buyurmaktaydı.[4]

Bu sebeple bazı dostları onu bu yolculuktan vazgeçirmeye kalkıştılar; oysa Hz. Hüseyin (a.s) Ali b. Ebu Talib'in (a.s) oğlu, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) vasisi ve ümmetin imamıydı ve vasisi ve ümmetin imamıydı ve vazifesinin ne olduğunu herkesten daha iyi bilmedeydi. Rabbinin kendisine yüklediği sorumluluğa sırt çevirecek bir değildi o…

Onu caydırmaya çalışan bu fikir ve önerilerden zerrece etkilenmeyerek fevkalade bir azim ve iradeyle yoluna devam etti. Böylece gitti ve şahadete ulaştı; üstelik sadece kendisi değil, her biri İslâm semasında birer yıldız gibi parlayan çocuklar ve ashabıyla birlikte hem de… Evet, onlar gittiler ve şehit oldular, tertemiz kanlarıyla Kerbela çölünün kumlarını ılık ılık lale yağmuruna tuttular… Böylece İslâm ümmeti, Emevî hanedanının günah dolu geçmişinin artığı olan Yezid gibi birinin Hz. Resulullah'ın (s.a.a) halifesi olamaya- cağını ve esasen İslâm'ın Emevîlerden, Emevîlerin de İslâm'dan tamamen kopuk ve zıt iki şey olduğunu görüp anlamış oldu.

Sahi, İmam Hüseyin'in bu yiğit ve yürekler parçalayıcı kahramanca kıyamı olmasa Yezid'le emsallerinin gerçek- ten Hz. Resulullah'ın (s.a.a) halifesi ve temsilcisi olduğuna inandırılan halkın; Yezid'le avenelerinin saray- da işledikleri rezillikler ve hayvanca şehvetperestlikleri duyup gördükten sonra İslâm'dan ne kadar nefret edebileceğini hiç düşündünüz mü?! Peygamberinin temsilcisi Yezid olan bir İslâm gerçekten de iğrenç değil midir?

İmam Hüseyin'in (a.s) pak ailesi de, bu şanlı kıyamın son mesajlarını ümmete duyurabilmek için esir düştü. Yol boyunca ve nice şehirlerde, çarşı-pazarda, camilerde, İbn Ziyad'ın kokuşmuş konağı ve Yezid'in iğrenç sarayında, her zaman ve her yerde Kerbela gerçeklerini nasıl haykırdıklarını, Emevî satılmışlarının iğrenç ve cani yüzlerine çektikleri güzel maskeyi nasıl düşürdüklerini duymayan, bilmeyen Müslüman kalma- mıştır bugün. O şanlı esirler; Yezid'in şarap içip köpekle oynayan aşağılık biri olduğunu, halifelik gibi bir makama asla layık olmadığını ve bulunduğu makamın ehli kabul edilemeyeceğini ifşa edip ispatladılar ve böylelikle Hüseynî şahadetin gayesini kemale erdirmiş, bu ilâhî mesajı tamamlamış oldular. Onların canlarda ve vicdanlarda estirdiği o muazzam fırtına sonucu „Yezid“ adı her nevi rezalet, alçaklık ve aşağılığın ebedi simgesine dönüştü ve Yezid'in altın hülyalarını kül ederek onun bütün şeytanî plânlarını suya düşürdü.

Bu muazzam şahadetin bütün boyutlarını kavrayabilmek için çok ince ve derin bir görüşe sahip olmak gerekir kuşkusuz… Şahadetinin ilk anlarından günümüze varıncaya kadar; onu seven, onun Şiîsi olan ve insanlık onur ve şerefine değer veren herkes bu kutlu şahadetin her yıldönümünde karalara bürünüp yasa boğulmakta ve Hüseynî kervana reva görülen zulüm ve cefalara gözyaşı dökerek onu saygı ve sevgiyle anmakta, bu eşsiz kıyamın anısını olanca canlılığıyla yaşatmaya özen göstermektedir. Nitekim Ehlibeyt İmamları (a.s) da Kerbela vakasının anısını yaşatmak için özel bir itina göstermişlerdir. O hazret için bizzat yas merasimleri düzenleyip türbesini ziyarete gitmekle kalmamış; onun için üzülüp gözyaşı dökmek ve ona yas tutmanın faziletleri hakkında da defalarca hatırlatma ve tavsiyelerde bulunmuşlardır. Bunlardan birkaçını özetle aktaralım:

1-Ebu Ammare şöyle anlatır: Âl-i Muhammed'in (s.a.a) sadığı altıncı imamın (a.s) yanına gittim. „Bana, ceddim Hüseyin'in yasıyla ilgili birkaç beyit okur musun?“ buyurdu. Ben okumaya başlayınca ağladı. O hıçkırarak ağlıyor, ben ise okuyordum. Onunla birlikte, evdekiler de ağlamaya başladılar. Bütün ev ağlıyordu. Ben şiirimi tamamlayınca İmam Sadık (a.s) İmam Hüseyin (a.s) için ağıt yakıp mersiye okuma ve insanları ağlatmanın fazilet ve sevaplarını anlattı.[5]

2-Yine İmam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet edilmektedir: Hz. Hüseyin'in başına gelenler dışında hiçbir musibete ağlamak yakışık almaz; Hüseyin b. Ali'ye ağlamanın pek büyük bir fazilet ve sevabı vardır.[6]

3-Ehlibeyt İmamları'nın beşincisi olan İmam Bâkıru'l-Ulum (a.s) sahabesinin önde gelen isimlerinden Muhammed b. Müslim'e şöyle buyurdu: Şiamıza, İmam Hüseyin'in (a.s) makberini ziyarete gitmelerini söyleyin. Zira bizim imametimize inanan iman sahibi herkesin Ebu Abdullah'ın (İmam Hüseyin'in a.s) makberini ziyaret etmesi gereklidir.[7]

4-İmam Sadık (a.s), Hz. Hüseyin'i (a.s) ziyaretin bütün diğer iyi amellerden daha üstün ve faziletli olduğunu buyurmuştur.[8] Evet… Zira bu ziyaret insanlığa iman ve salih amel dersi veren muazzam bir okuldur; ruhu iyilikler, temizlikler ve fedakârlıklar melekûtuna kanatlandıran büyük bir okul… İmam Hüseyin'e (a.s) reva görülenlere ağlayıp o hazret için mahzun ve matemli olmak, mübarek türbesini ziyaret etmek ve onun destansı Kerbela'sının görkemli tarihini açıklayıp gözler önüne sermek elbette ki çok büyük bir değer ve kıymete haizdir.

Ancak bu matem, gözyaşı ve ziyaretin yeterli olmayacağı da bilinmelidir. Bilakis, bütün bunlar dindarlığın, fedakârlığın ve Allah'ın kanun ve hükümlerini korumanın felsefesini anlatabilmek içindir aslında; tek gaye budur. İmam Hüseyin'in (a.s) o muazzam kişiliğine vurgunluğumuzun yegâne nedeni, ondan insanlık dersi almak ve yüreğimizi Allah'tan başka her şeyden boşaltıp temizlemeyi öğrenmektir. Aksi takdirde; olayın sadece görünen boyutuna bakılması, bu kutsal Hüseynî gayenin unutulup gitmesine yol açacaktır. Abna.ir 07.11.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

IŞİD:“Hz Hüseyin'in takipçileri bizim düşmanımızdır.“

Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı terörist gurup, yayınladığı bildiride akıllara durgunluk veren bir açıklama yaptı.

Bildiride, Aşura ziyaretçileri tehdit edilerek şöyle denildi:

Hz Hüseyin, Muaviye'nin düşmanı olduğu için, Hz Hüseyin'in yolundan gidenler de bizim düşmanımızdır.

Ehlibeyt'in takipçileri Aşura merasimlerin'de Yezid'i eleştirdikleri için, işid ziyaretçilere karşı çıkmak için Aşura merasimine saldırma kararı almıştır. İşid aynı zamanda Suudi Arabistan'dan ülkede Aşura merasim- lerini yasaklamasını istedi.rasthaner 08.11.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

İncil ve Tevrat'ta „Kerbela Vakıası“

İncil’i Şerif, Yuhanna’nın Vahiy 6.Bap’ın 4. ayeti yazar: „Ve başka bir at, bir al at çıktı ve onun üzerine binmiş olana, Dünya’dan selâmeti kaldırmaya ve birbirlerini boğazlamak için ruhsat verildi. Ve kendisine büyük bir kılıç verildi”.

İncil’i Şerif, Markos 9.Bap’ın 12. ayetinde yazar: „O da, onlara şöyle dedi: Gerçekten de önce İlya gelir ve her şeyi yeniden düzene koyar. Ama nasıl oluyor da İnsanoğlu’nun çok acı çekeceği ve hiçe sayılacağı yazılmıştır? Size şunu söyleyeyim, İlya geldi bile, onun hakkında yazılmış olduğu gibi, ona yapmadıklarını bırakmadılar.”

Kerbela Vakası (Ninova Çölü)

Tevrat’ Şerif’in Nahum 2. Bap’ın 2 ve 3. ayetinde Ninova’nın gerçekleşecek olan zulmunün devamı şöyle anlatılır: „Çünkü Rab Yakup’un soyunu İsrail’in eski görkemine kavuşacak. Düşmanları onları perişan edip asmalarını harap etmiş olsa bile. Yiğitle allar kuşanmış, askerlerinin kalkanları kıpkızıl.

Savaş arabalarının demirleri hazırlık günü nasıl da parıldıyor! Çam mızraklar sallanıyor havada. Sokaklar- dan fırtına gibi geçiyor savaş arabaları. Meydanlar'dan koşuşuyorlar her yöne. Şimşek gibi seğirtiyorlar, görünüşleri meşalelerden farksız. Büyük adamlarını anıyorlar yürüyüşlerin'de sürçüyorlar onun çadırına seğirtiyorlar ve siperler hazırlanıyor *”

Açıklama: O zaman Ninova’da Hz. Hüseyin’in 72 akraba ve arkadaşları kalkanları ile kana bulanıp şehit olarak al kana belendiler. Tevrat’ı Şerif’in 2. Bap’ın 7. ayetinde; „Onları çıplak götürdüler güvercinler gibi inliyor kadın köleler” yazar.

(Kerbela'nın bir diğer adı olan Ninova İngilizce Ninova olarak telaffuz edilmekte, ancak Arapçadaki telaffuzu Neyneva'dır.)

*Kerbela Tarihi Kumru’da o gün Hz. Ali’nin Ninova’ya açıktan gelip, gariplerinin halini sorup teselli ettiğini yazar.

Nahum, 2.Bap, 8,9,10,11,12. ayetler: „Kaçıp gidiyor Ninova halkı, boşalan bir havuzun suyu gibi. Durun, durun diye bağırıyorlar, ama geri dönüp bakan yok. Yağmalayın altınını, gümüşünü yok servetinin sonu. Her tür değerli değerli eşyayla dolup taşıyor.

Yıkıldı, yerle bir oldu, viraneye döndü Ninova. Eriyor yürekler, bükülüyor dizler, titriyor bedenler, herkesin beti benzi soluyor. Aslanların inine, yavru aslanların beslendiği yere ne oldu? Aslanla dişinin ve yavrularının korkusuzca dolaştığı yere ne oldu? Aslan yavrularına yetecek kadar avladı.”

Açıklama: Eskiden beri çengel gibi akan Fırat, havuz göllenip dururken Hz. Hüseyin’in, çadırındaki çocuklara su getirmek için Ninova’nın havuz gibi göllenen Fırat suyuna varıp ok yağmuruna tutulanlara „kaçmayın durun” diyerek alayla çağırıldığı; dudakları susuzluktan kurumasına rağmen yüzünü sudan tarafa çevirmeyip döndükleri Kerbela tarihi gibi malum aynen yazmaktadır.

Nahum; Hz. Hüseyin’in çadırlarını yağma için İbni Ziyad ve Ömer melunlarının emir verdiğini ve kadınların gümüş ve altınlarını yağma edip, bayanların her çeşit değerli ve sonsuz eşyalarını ve Hz. Hüseyin’in ve beraberindeki zengin hazinesinin yağma edildiği Tevrat’ta tarihte okumuş gibi yazar. Ve olaylar Nahum’un anlattığı gibi olmuştur.

Ve günlerce gidilmekle sonu gelmeyen bir boşluk ve ıssızlık gibi olan Ninova, yani Kerbela Çölü’nün sessizliğinden korkan Hz. Hüseyin’in Ehl-i Beyt’inin eriyip çarpan yüreklerini ve bellerinin kırıldığını ve yüzlerinin solduğunu, olduğu gibi yazıyor.

„Ve Esedullahulgalip.” Yani Allah’ın yenilmez ve galip olan aslanı” adını alan Hz. Ali’nin Yahudilere karşı kazandığı zaferden sonra, Medine şehrine getirilen ganimetler sırasında, evladının başından geçecek olan Ninova (Kerbela) olayının açıklamasında bulunmuştur.“

Kur'an'da Hikmet Tarihte Hakikat Kur'an'da Hikmet İncil'de Hakikat Halil Öztoprak 08.11.2013 

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

İslam, Gadir-i Hum’da kemale erdi

„Kerbela Özel” programında önemli açıklamalarda bulunan Haydar Baş, „Hz. Ali’nin velayeti ve hilafetinin Gadir-i Hum’da Resulullah tarafından ilan edilmesiyle İslam tamamlanmıştır” dedi.

„Gadir-i Hum’da Cenabı Peygamber Efendimiz Hz. Ali Efendimizi yerine halife ve imam olarak tayin etti. O gün O’nu biatle kabul edenler sonra Cenabı Peygamber Efendimizin rıhletiyle birlikte Sakife’de bu biatlerini bozdular.  

Cenabı Hakk (c.c) „Ey Resul sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan peygamberliğini tebliğ etmemiş gibi olursun. Ve Allah seni insanlardan koruyacak” buyuruyor.

Esbab-ı Nüzul’da ifade ediliyor ki, burada Cenabı Hakk’ın peygambere tebliğ et dediği şey, Ali’nin velayetini ve hilafetini ilan etmesidir. Bunu ilan edeceksin senin görevin bu. Eğer bunu yapmazsan peygamberliğini hakkıyla yerine getirmiş olamazsın. Yani Hz. Ali’nin velayeti ve hilafeti ilan edilmemiş olsa İslam tamamlanmayacaktı. İslam’ın tamamlanması için illa bunun ilan edilmesi gerekiyordu.”

Gadir-i Hum’da İslam kemale erdi. „Peygamberimiz Arafat dönüşü Gadir-i Hum denilen yerde yukarıda ifade ettiğim ayeti kerime nazil oluyor” diyen Baş şöyle konuştu:

„Allah’ın Sevgilisi sahabesini toparlıyor ve İmam Ali’nin velayetini ve hilafetini ilan ediyor. Gadir-i Hum’dan sonra nazil olan bir başka ayeti kerimede Cenab-ı Hakk (c.c), „Bugün ben size dininizi kemale erdirdim. Size olan nimetimi tamamladım. Size din olarak İslam’ı seçtim ve razı oldum” diye buyuruyor.

Hz. Ali’nin hilafeti ilan ediliyor ve din tamamlanıyor. Cenab-ı Hakk, „Allah seni insanlardan korur” buyuruyor.

Demek ki bu hilafetin beyan edilmesinden sonra çok büyük fitneler çıkacak. Ama seni Allah koruyacak buyruluyor. Kuran’ı Kerim’de „Allah kâfirler topluluğuna hidayet etmeyecek” diye buyruluyor. Hz Ali’ye karşı çıkanlar da kâfirdir. abna.ir 15.11.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Hüseynî duruş, Zeynebî direniş.

Bazı şeyler mukadderat gibidir,

yaşanacaktır.   

İmam Hüseyin, Muaviye ve oğlu Yezid’in elinde İslam’ın güç ve egemenlik ihtiraslarının aracı hâline getirilmiş olmasına, çürütülmesine biat etmedi, edemezdi. Olan ile olması gereken arasında her zaman insanın karşısına çıkması mümkün çelişki, hep bir „mukadderat” olarak çıkmaz karşınıza, ama bu, bazen bir olmak ya da olmamak keskinliğinde karar vermek gücü gerektirir. Bu bir „Hüseynî duruş” sınavıdır. O çelişkiyi uzun süre taşıyamaz, kendi kararsızlığınızda, her canlının doğal yazgısı „yaşamak” güdünüze kurban edemezsiniz.

Adınız Hüseyin ise,

varlığınızda insan olmanın, imam olmanın en güzel erd- emleri soluk alıp veriyorsa, başka türlü davranamazsınız; bilirsiniz, üzerine üzerine gittiğiniz, ölümdür, insanlığın gördüğü, göreceği en büyük alçaklıktır, vahşettir, ama o yol, insanlık değerleri yaşasın diye önünüze çıkmış bir yoldur,  yürüyeceksiniz‘… Bazı şeyler mukad- derattır, yaşanacaktır. Ne Hüseyin olmak ve ne de onun yoldaşı olmak kolaydır Onun kararına, yoluna ve yürüyüşüne, kötülüğün görünür gücünün olanca ihtişamına rağmen, ortak olmak, yoldaş olmak, bir büyük dava bilincidir. Bakmayın sözcüğün düşürüldü- ğü hâllere, yoldaşlık, insan olmanın en güzel, en erdemli, en yürekli hâlidir; yol’a dairdir ve o yol da, zalimlere karşı insanlığı savunmaya dair bir destansı yürüyüş ise eğer... Ve yoldaş olmak, Zeynep’te bulmuştur en soylu anlamını.

Zeynep, İmam Hüseyin’in kardeşi değildir sadece; onun parçalanmış bedeninde çiğnenmek istenen davasının dirilişi ve direnişidir.

Mukadderattır, zordur bazen... Sözcüklerin anlatam- adığı bir katliama tanıklık etmişsiniz ve kaderiniz, yaşamak ve bu acıyı yüreklice taşımak ise, 

Zeynep  olacaksınız...

Hicabına el uzatılmıştır, dimdik duracaksınız. Zincirlere bağlanacak ve korku imparatorluğuna boyun eğmiş olmanın zavallılığıyla insanlığı can çekişenlerin önüne atılacaksınız, bir yenilgi timsali olmanız istenecek, teslim olmayacaksınız. Zindanlara atılacaksınız, sizi Kerbela’nın daha ötesi varmış gibi olmadık işkence ve eziyetle biat ettirmek isteyecekler, boyun eğmeyeceksiniz. Sadece Kerbela olacak dilinizde; susmayacaksınız. Kerbela, bir Hüseynî duruş ve Zeynebî yoldaşlık ve direniş destanı- dır. Birbirinden kopartılamaz iki değer. Hüseynî duruşu bir miras olarak taşıyan, bizlere ulaştıran, susturula- mayan, boyun eğdirilemeyen Zeynep’tir çünkü.

Kerbela, unutulur bazen, Yezid’in namlı komutanlarından Hûr’dur biraz da. O Hûr ki, İmam ve onun varlığına kenetlenmiş içlerinde kadın ve çocukların bulunduğu 71 kişiye teslim olmuştur ordusunu bırakıp. Hüseyin’in taş olanı ayağa kaldıracak hitabının karşılığıdır. Kendini en güçlü ve en muktedir zannedenin bağrındaki isyandır.

Ve unutmaya çalışmak nafiledir;  Kerbela  10 Muharrem 61 yılında durdurmuştur zamanı. Bu, herhangi bir tarih değildir; nice kutlu olay bu güne ve tarihe mal edilir. „Kutlamalar” yapılır, kutlama niyetine „aşure” kaynatılır; Aleviler yas tutarken. Alevilerin niçin aşure kaynattığını da bilmez çoğu kişi. Ve Yezid’e lanet okuyan siyasilere bakıyorum, kimsenin niyetini sorgulamıyorum, lanet okuyor ve Kerbela’yı bir „haydut sürüsünün katliamı” olarak biliyor, anlatıyorlar.  Cahil diyeceğim, ama İslam tarihini hatmetmişler; çarpıtıyorlar diyeceğim, sözkonusu olan 1333 yıllık bir hakikattir... Bir de „Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse...” diye başlayan cümleler kuruyorlar empati niyetine, acı veriyorlar... Kerbela, Emevi İslam’ının gerçeğidir. Sünni canlar bu gerçekle yüzleşebildikleri ölçüde islamı Kerbela ve Aleviliği anlayabilirler.

Bazı şeyler mukadderat gibidir. Yaşanacaktır. Ve yaşamak dediğimiz, bir Hüseynî duruş ve Zeynebî direniş mirasıdır bize. Hissederek anlaşılabilir. Ve anlamak, yol’un erdemine ulaşmak gayretinde bulur değerini. Kerbela, yas değildir sadece; Hakk’ın sırrına ermeye dair muhasebe zamanıdır Alevilerin. İbadettir. Söz ve sözleşmedir... Yaraların bizde kanıyor ya Şah-ı Şehid İmam Hüseyin... Cafer Solgun 15.11.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

Bize şehitler efendisi

İmam Hüseyin’in (a.s) kanı karşısında ne yaptığımızı soracaklar!

Asr suresi hakkında kısa bir açıklamada bulunan Ayetullah Vehid Horasani şöyle dedi: Bu suredeki tertibe göre hareket edecek olursak dünya abad olur. Önce kendimizden başlamalı, nefsimizi ıslah etmeliyiz. Daha sonra diğerlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeliyiz. Bizim sözlerimizin insanlarda etki bırakmamasının sebebi surenin başındaki iki emri yerine getirmediğimiz içindir. 

Ayetullah Vehid Horasani İlim Havzası Yüksek Öğretim Kurulunun yirmi beşinci oturumunda yaptığı konuşmada şöyle konuştu: Eğer Şia mektebinin gerçekleri insanlar için aşikâr olursa bu husustaki sapkın düşüncelerin birçoğu ortadan kalkar. Bugün İslam dünyasını tehdit eden tekfircilik müşkülünün çözümü Asr suresindedir. Bu mübarek sure iman ve Salih amel işleyenler dışında tüm insanların ziyan içinde olduklarını ifade ederek bireysel rüşdün yolunu, „hakkı ve sabrı birbirlerine tavsiye ederler” ifadesiyle de toplumsal rüşdün yolunu göstermiştir.

Peygamberimizin (s.a.a) „Ben ve yetimin kefaletini üstlenen kişi birlikteyiz” hadisine değinen Ayetullah Horasani sözlerini şöyle sürdürdü: İmamından ayrılmış kimse babadan yetim kalmış kişiden daha zor bir durumdadır. Siz âlimlerin işi bu yetimlerin kefaletini üstlenmektir. Hadise göre yetimleri cehalet girdabından kurtaran âlimler Arş-ı Ala’da Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeytle (a.s) birliktedir.

Eğer Şia mektebinin gerçekleri insanlar için aşikâr olursa tüm sapkın düşüncelerin kökü kazınmış olur. Ancak ne yazık ki Kurân ve Ehlibeyt bizim vehimlerimiz ve amellerimizden dolayı örtülü kalmıştır.

İmam Ali (a.s) hükümetinin gerçek İslami hükümet örneği olduğuna ve dünyada devrim yaptığına dikkat çeken Ayetullah Horasani sözlerine şöyle devam etti: Tüm yaratılış âlemi Emirulmuminin’in elinde olduğu halde onun yiyeceği üç lokma arpa ekmeği ile tuzdan ibaretti ve o şöyle buyururdu:

Benim sofram Hicaz’da veya Yemame’de yaşamakta olan en fakir kişinin sofrasından daha renkli olmamalıdır. Onun mektebinden terbiye almış olan Malik Eşter de kendisine karşı bir saygısızlık yapıldığında mescide giderek bu saygısızlığı sergileyen kişi hakkında istiğfar etmiştir.

İlim Havzasının İmam-ı Zaman’a ait olduğuna değinen Ayetullah Horasani şöyle konuştu: İlim havzası hiçbir şahsa, şahsiyete veya siyasetçiye ait değildir. İlim havzası tamamen Allah ve O’nun hücceti İmam-ı Zaman yoluna adanmış olmalı, bu yolda herkes sorumluluk şuuru içinde hareket etmelidir.

Ayetullah Horasani sözlerinin sonunda şöyle konuştu: Bize şehitler efendisi İmam Hüseyin’in (a.s) kanı karşısında ne yaptığımızı soracaklar! O imam ki İmam Sadık (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur: Gökte hiçbir melek ve Peygamber yoktur ki Allah’tan İmam Hüseyin’i (a.s) ziyaret etmek için izin istememiş olsun. İmam Hüseyin bu dini korumak için kanını verdi ve bizim bu dine karşı sorumluluğumuz çok büyüktür. Rasthaber 21.11.2013

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Hz. Mehdi ve yeni din felsefesi!

O, kıyam edince insanı İslam’a davet edecek, terk ettiği şeye hidayet edecektir..

Hz. Mehdi’nin (a.s) insanlara yeni din getireceği ve İslam hükümlerini kendi eliyle nashedeceği, konusu da bir takım rivayetlerde yer almıştır. Konunun açığa çık-  ması için bir kaç hadisi inceleyelim.[1]

Abdullah b. Ata şöyle diyor: „İmam Sadık’a (a.s) Hz. Mehdi’nin siret ve yöntemi nasıl olacaktır?” diye sordum, İmam şöyle buyurdu: „Hz. Resulullah’ın yaptığı şeyleri yapacaktır. Hz. Resulullah cahiliyeti ortadan kaldırdığı gibi O da bidatları ortadan kaldıracak ve İslam’a yeniden başlayacaktır.”

Ebu Hatice Hz. Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu naklediyor: „Kâim zuhur edince yeni bir işle gelecektir. Nitekim Resulullah da başlangıçta insanları yeni bir işe davet ediyordu.” [2]

Hz. Sadık şöyle buyuruyor: „Kâim zuhur edince yeni bir iş, kitap, yöntem ve hükümle zuhur edecektir ki bu, Araplara oldukça ağır gelecektir. Bir çok insan öldürece- ktir, kâfir ve zalimlerden bir tek insan bırakmayacaktır. O, görevini yaparken hiç kimsenin kınamasından çekinmez.” [3]

Hz. Mehdi’nin (a.s) Yolu Birçok hadisler Hz. Mehdi’nin yolunun da ceddi Hz. Resulullah’ın sireti ile aynı olduğu- nu ve Hz. Resulullah’a (s.a.a) nazil olmuş olan Kuran’ı savunduğunu beyan etmektedir.

Örneğin: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: „Benim Ehli Beyt’imden birisi kıyam edecek ve benim sünnetimle amel edecektir.” [4]

Ve yine şöyle buyurmuştur: „Kâim benim evlatlarım- dandır; adı, benim adım ve künyesi de benim künyem- dendir, insanları benim dinime, bana itaate ve Kuran’a davet edecektir.” [5]

Ve buyurmuştur: „Onikinci (göbekten) oğlum, insanlara görünmeyek bir şekilde gaybete çekilecektir. Bir zaman gelecek ki İslam’ın sadece ismi ve Kuran’ın da sadece bir kitap olarak fiziği kalacaktır. O zaman Allah O’na kıyam izni verecek ve onunla İslam’ı güçlendirerek yenileye- cektir.” [6]

Keza şöyle buyurmuştur: „Mehdi benim itretimden -soyumdan- olan birisidir ki benim sünnetim için savaşacaktır. Ben de Kuran için savaştım.” [7] Bu hadislerde de görüldüğu gibi Hz. Mehdi’nin sireti ve programı İslam’ı yayma, Kuran’ın azametini ihya etmek ve Hz. Resulullah’ın (s.a.a) sünnetini icra etmek için savaşmaktır. O halde birinci grup hadislerde birtakım icmal var ise de bu hadisler vasıtasıyla ortadan kaldırılmaktadır. Velhasıl o hadisleri de şöyle tefsir etmek gerekir: „Gaybet zamanında dinde bir takım bidatlar ortaya çıkacaktır, İslam ve Kur’an hükümleri insanların şahsi eğilimleri üzere tefsir edilecektir. Birçok hudud ve hükümler sanki hiç İslam’ın değilmişcesine unutulacaktır. Hz. Mehdi (a.s) zuhur edince bidatları kaldıracak ve ilahi hükümleri ilk şekliyle ortaya koyacak, İslami hükümleri müsamaha göstermeden uygulaya- caktır. şüphesiz bu da insanlar için beklenmedik bir vakaa olarak algılanacaktır.

Hz. Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: „Kâim kıyam edince Resulullah’ın (s.a.a) siretiyle amel edecek, Muhammed’in (s.a.a) yol ve sünnetini tefsir ve beyan edecektir.” [8]

Fuzeyl b. Yesar şöyle der: Hz. Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu duydum: „Kâim’imiz kıyam edince insanlar açısından bir takım zorluklarla karşılaşacaktır ki, Peygamber cahiliye döneminde o kadar zorlukla karşılaşmamıştı.” Ben, „Nasıl olur?” diye sordum İmam şöyle buyurdu: „Peygamber kıyam edince insanlar taş ve çubuklara tapıyordu. Ama Kâim’imiz, insanlar Allah’ın hükümlerini tam tersine tefsir ettikleri, Kuran vasıtasıyla aleyhide deliller getirdikleri bir dönem de zuhur edecektir.” Sonra da şöyle buyurdu: „Allah’a andolsun ki soğuk ve sıcağın evlerine girdiği gibi Mehdi’nin (a.s) adaleti de evlerine girecektir.” [9]

Hz. Mehdi’nin Açıklamaları Yenidir İslam’ın erkan ve usüllerini terkeden ve sadece İslam’ın kabuğuyla iktifa eden bir halk İslam’dan namaz oruç ve necis şeylerden sakınmak dışında bir şey bilemez. Bazıları da dini camil- ere hapsetmiştir, hareket ve amellerinde İslam’ın hiç bir etkisi görülemez, onların sokak çarşı ve pazarlarında İslam’dan hiç bir iz yoktur. Ahlaki ve sosyal hükümleri İslam’dan saymazlar; kötü sıfatlara hiç ehemmiyet vermez, helal ve haramları ahlakî kurallardan ibaret bir şey saydıklarından asla önemsemezler, Allah’ın haramlarını çeşitli hileler ve zahiri tevillerle caiz bilirler, farzları eda etmekten çekinir ve dini hükümleri istedi- kleri şekilde tevil ederler, Kur’an’dan geriye kalan kıraat, güzel sesle okuma ve kuru bir saygıdır.

Hz. Mehdi (a.s) zuhur edip „siz dinin hakikatinden uzaksınız, Kuran ayetlerini ve hadisleri gerçek dışı tevil ediyorsunuz. Niçin İslam’ın nurani hakikatini terketmiş ve bazı zahiri hükümleriyle iktifa ediyorsunuz? Siz, amellerinizin dine uyup uymadığına dikkat etmiyorsu- nuz. Kur’anı, güzel sesle okuma hususunda gösterdiğiniz bu dikkati Kuran ile amel etme hususunda da gösteriniz. Ceddim İmam Hüseyin (a.s) sadece ağlamak için kıyam etmedi, niçin onun hedefini unutup çiğnediniz?

Ahlaki ve sosyal hükümler de İslam’ın erkanındandır. Bunlara önem verin! Ahlaki haramlardan sakının. Mali haklarınızı ödeyin. Yersiz bahanelerle kibirlenmeyin. Bilin ki ağıt yakmak ve mersiye okumak, hums, zekat ve borçların yerini tutmaz faiz, rüşvet hilekarlık ve tezvir gibi günahlarınızı temizlemez.

İmam Hüseyin (a.s) maten ateşinin dumanı; yetim, dul ve mazlumlarının feryadının cevabı değildir. Yanlış tevillerle faiz, sahtekarlık ve dolandırıcılığı caiz kabul ediyorsunuz. Çeşitli bahanelerle farzları eda etmekten kaçınıyorsunuz. Takva ve mukaddes şeyleri ev ve camilere hapsetmeyin, toplumunuza da taşıyın, iyiliği emredin ve kötülükten sakındırın! Falan, filan bidatları İslam’dan atın.” diye söyleyecek olunca bu din çoğu müslümana yeni gelecek ve ondan ürkecek, hatta İslam olarak kabul etmeyeceklerdir. Çünkü onlar İslam’ı başka bir şekilde anlamışlardır, onlar zannediyorlar ki İslam’ın görkemi camileri süslemek, minareleri yükseltmek ve benzeri şeylerdedir.

Eğer İmam İslam’ın azametinin salih amel, doğruluk, dürüstlük, emanete sadakat, ahde vefa ve haramdan sakınmakta olduğunu söyleyecek olursa bu kendilerine yeni gelecektir. Zira onlar Mehdi zuhur edince onların amellerini tasdik edeceğini ve onlarla birlikte camide ibadetle meşgul olacağını sanırlar ama İmamın kılıcın- dan kan damladığını, halkı cihada, iyiliği emretmeye ve kötülükten sakındırmaya davet ettiğini, namaz kılan zalimleri öldürdüğünü, haram yolla elde edilen malları sahiplerine geri çevirdiğini ve zekat vermeyeni cezalan- dırdığını görünce yepyeni bir durumla karşı karşıya kalacaklardır.

Hz. Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

„Kâim’imimiz kıyam edince insanları İslam’a davet edecek, insanları terkettikleri şeye hidayet edecektir. İnsanları uzaklaştıkları şeye hidayet ettiği için de Mehdi olarak adlandırılmıştır. Hakkı ikame etmek için kıyam ettiğinden de Kâim olarak adlandırılmıştır.” [10]

Velhasıl insanların beklediği Mehdi ile gerçek Mehdi arasında oldukça fark vardır. Bu yüzden ilkönce Mehdi’nin işleri hoşlarına gitmediği için etrafından dağılacak ama ondan başka bir kurtarıcıları olmadığından yine dönüp ona teslim olacaklardır.

Hz. Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: „Adeta Kâim’i görür gibiyim ki uzun bir elbise giymiş, Peygamberin altın mühürle mühürlenmiş sözleşmesini cebinden çıkarıyor. Mührünü açarak onu insanlara okuyor, insanlar tıpkı koyunlar gibi etrafından dağılıyor. „Vezir” ve oniki „nakib” dışında hiç himse yanında kalmaz. Halk her yerde (kurtarıcı) aramaya koyulur. Ondan başkasını bulamayınca yine ona doğru koşarlar. Allah’a andolsun ki ben Kâim’in onlara ne dediğini ve onların inkar ettiği şeyi biliyorum.” [11]

Hz. Mehdi ve Hükümlerin Neshi Bu noktada da Hz. Mehdi’nin (a.s) teşri edici (yasa çıkarma hakkına sahib biri) olmadığını ve İslam’ın hükümlerini neshetmediğini, bunun ise şu iki hadisle uygun olmadığını söyleyenler çıkabilir: Hz. Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: „İslam’da iki kan helaldır. Ama hiç kimse Allah’ın hükmünü onlarda cari etmez. Ta ki Allah Teala Ehlibeyt’in Kâim’ini gönderir ve Allah’ın hükmünü şahitsiz onlar hakkında cari kılar. Birisi zina eden evli erkektir ki recmeder ve diğeri ise zekat vermeyenlerdir ki boynunu vurur.” [12]

Keza Hz. Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur. „Al-i Muhammed’in Kâim’i kıyam edince tıpkı Hz. Davud ve Hz. Süleyman (a.s) gibi insanlar arasında şahit olmaksızın hükmeder.” [13]

Bu hadisler bazı İslami hükümlerin Hz. Mehdi (a.s) tarafından neshedileceğini ve yeni bir hükmün icra edileceğini söylemektedir. Siz bu inançlarla ona peygamber adını vermeseniz de, nübüvvetini iddia etmiş oluyorsunuz!” Evvela bu rivayetler haber-i vahiddir. Yani yakin ifade etmemektedir. Ayrıca Allah’ın Peygamberine bir hükmü vahyederek, „Sen ve Müslümanlar Kâim zuhur edinceye kadar bununla amel edin. Ama onikinci vasin ve taraftarları ikinci hükümle amel etsin.” demesinin ne sakıncası olabilir ki? Böylece Hz. Resulullah (s.a.a) da vasileri vasıtasıyla onikinci imama haber vermiş olabilir; ne bir hüküm neshedilmiş ve ne Mehdi’ye yeni bir hüküm vahyedilmiş olur. Aksine, birinci hüküm baştan beri mukayyed ve şartlıdır, Peygamber de ikinci hükümden haberdardır.

Mesela ilk dönemlerde şer’i hakimin zahiri deliller, şahidler ve yemin vasıtasıyla dava sahipleri arasında hüküm vermesi salah görülmüştü. Nitekim İmamlar da bu şekilde hüküm veriyorlardı. Ama Hz. Mehdi (a.s) zuhur edip İslam devletini kurunca ilmi esasınca insanlar arasında hükmetmekle görevlendirilmiştir. O halde bu hükümler de İslam’ın baştan beri hükümlerinin bir parçası idi. Ama icra zamanı Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhur dönemidir.  Ayetullah İbrahim Emini

[1]- Bihar, c.52, s.352. / [2]- Isbat-ul Hudat, c.7, s.110.

[3]- Isbat-ul Hudat, c.72, s.83. / [4]- Bihar, c.51, s.82.

[5]- Ispat-ul Hudat, c.7, s.52. / [6]- Muntehab-ul Eser, s.98. / [7]- Yenabi-ul Mevedde, c.2, s.179. / [8]- Bihar, c.52, s.347. / [9]- Isbat-ul Hudat, c.7, s.86. / [10]- Keşf-ül Gumme, c.3, s.254, Irşad-u Mufid, s.343. / [11]- Bihar, c.52, s.326. / [12]- Bihar, c.52, s.325. / [13]- Bihar, c.52, s.320. / ehlader 06.12.2014

 

 27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

 

Amerikan İslamı ve İngiliz Şiiliği

İmam Humeyni (r.a) buyurduğu gibi, „Öz Muhammedi İslam’ın karşısına Amerikan İslam’ını çıkardılar”. Şimdi de Ali Şiiliğinin karşısında İngiliz Şiiliği piyasaya sürülüyor, hem de Hüseyin adıyla, Kerbela adıyla, Aşura adıyla.

Bismi rabbişşüheda ves-sıddıkin Hüseyni kıyamın, Aşura kahramanlığının Erbainini yaşadığımız bu günlerde dünya zalimleri karşısında en büyük dik duruş ve uyanış yürüyüşü olan Erbain yürüyüşü dünyanın en önemli matem ve anma merasimidir. Dünyada eşi benzeri olmayan bu Erbain yürüyüşü cahilleri cehaletten kurtarıcı ve delalette olanları hidayet edici mesajlar taşımaktadır. Bu evrensel hareketin gerçek hedefinden saptırılmasına izin verilmemelidir.

İmam Hüseyin’in (a.s.) Erbain ziyaretinde şöyle geçmektedir: „O da halka hücceti tamamladı ve ümmete mazeret bırakmadı, yumuşaklıkla nasihat etti ve kullarını cehaletten ve dalalet şaşkınlığından kurtarmak için senin yolunda kanını akıttı.” Bütün ezadarlıklar, matem meclisleri, sinezenler Allah’ın kullarını cehaletten ve delaletten kurtarmak için yapılırsa İmam Hüseyin’in (a.s)   Kerbela’daki çağrısına „Lebbeyk” denilmiş olur ve zamanın İmam’ı Hz.Mehdi’ye (a.f) biat edilmiş olur.

Müslümanlardan bazıları İmam Hüseyin’e (a.s) söyle dediler: „Biz biliyoruz sen haklısın ama bizim gelmemiz senin zafer kazanmanda etkili olacaksa geliriz aksi takdirde biz gelmiyoruz, başarı olmayacak bir savaşa katılıp ölmek istemiyoruz.” Hatta İmam’a nasihat ediyorlardı; sen de katılma, sonucu belli bir kıyama kalkmak akıl ile bağdaşmaz” diyorlardı. Yani İmam Hüseyin’i (a.s) yanlız bırakanların hepsi İmam’ı haksız görenler değillerdi.

Erbain Hüseyni kıyamın en önemli aşamalarındandır; kıyamın kemale ulaşması Aşura esirleri kafilesinin diyar diyar Aşura’nın mesajını iletmesiyle gerçekleşmişti.

Aşura ve Erbaini matem ve yastan iberet bilmek büyük bir gaflet ve kıyamın mesajını eksik anlamak demektir. Günümüzde Erbain, Aşura kıyamının aynası olmalıdır.

İmam Humeyni (r.a) buyuruyordu ; „Niceleri vardır ki İslam’ın zahmetsiz ve zararsız emirlerini yerine getirirler ama canlarına, mallarına zarar verecek fedakarlık gerektiren işleri yapmaktan kaçınırlar”.

Bazıları da kendilerine kolay Şiilik oluşturmuşlar; namaz kıl, oruç tut, Muharrem’de matem meclisleri düzenle, ağla, başa kama vur, cennetliksin başka birşey yok. Menfaatları olduğu müddetce ezadarlık yaparlar, çıkarları tehlikeye düşünce bundan da kaçarlar.

Kama vurup kanlarını dökerler ama kanlarını İmam Hüseyin yolunda dökmeye hazır olmazlar, zalime karşı sesleri çıkmaz, tağutlara karşı direnişe yanaşmazlar.

Ezadarlık ve matem meclisleri sürdürülmelidir, her yıl bir öncekinden daha görkemli ve daha yaygın şekilde düzenlenmelidir. Ama ezadarlık, Zeynebi hürriyeti/ Azadlığı gölgede bırakmamalıdır. Tağuti rejimlerin yaptıkları zülüm, yaygınlaştırdıkları ahlaki fesad, hakim kıldıkları ekonomik sömürü, dini hükümleri ayaklar altına almaları karşısında sessiz kalınmamalıdır.

İmam Hüseyn’e (a.s) göz yaşı dökülmelidir, bu gözyaşları sel olup tağuti rejimleri boğmalıdır, bu göz yaşları okyanus olup kurtuluş gemisini harekete geçirmelidir.

Aşura ve Erbain merasimleri, yürüyüşleri İslam düşmanlarının kalbine korku salmalıdır. Emperyalistler ve içimizdeki uzantıları tağuti rejimlere bir sorun oluşturmayacak, onlara karşı mücadele etmeyecek ılımlı bir Şiilik oluşturma peşindeler işte bu İngiliz Şiiliğidir.
Son zamanlarda, yıllar önce senaryosunu yazdıkları oyunu sahneliyorlar; medya ve kapı kulu alimler aracılığıyla İngiliz Şiiliğini yaygınlaştırıyorlar.

İmam Humeyni (r.a) buyurduğu gibi,  „Öz Muhammedi İslam’ın karşısına Amerikan İslam’ını çıkardılar”. Şimdi de Ali Şiiliğinin karşısında İngiliz Şiiliği piyasaya sürülüyor, hem de Hüseyin adıyla, Kerbela adıyla, Aşura adıyla. Ümmet arasında „Öz Muhammedi İslam’ın” karşısına Amerikan İslam’ını yayan Vahabilik, tekfircilik ve radikalizmini çıkaranlar, Ali Şiiliğinin karşısında da İngiliz Şiiliğini yayan Gulatları çıkarmaya çalışıyorlar. Kerbela ve Aşura insanları tağutlara karşı dik duruşa, zülme karşı uyanışa ve direnişe sevketmiyorsa bu İngiliz Şiiliğidir. Filistin’in mazlum halkının yanında yer alıp Siyonistlere karşı mücadele edecekleri yerde Irak ve Suriye’de terör yapanlar, baş kesenler, müslümanların namuslarını ayaklar altına alanlar Amerikan İslam’ına hizmet ediyorlar. Amerikan İslam’ına hizmet edenler sadece Şiilere değil Sünnilere ve topyekun İslam’a darbe vurmaktadırlar. Tağuti rejimlerin zülümlerine karşı direniş gösterecekleri yerde müslüman kardeşlerine hakaret ve saldırıda bulunan Gulatlar, İngiliz Şiiliğine hizmet etmektedirler. İngiliz Şiiliğine hizmet eden bu gafiller sadece Sünnilere değil, Şiilere, Şii dini mercilere de saldırarak İslam’a darbe vurmaktadırlar.

Peygamber varisi alimler, basiretli aydınlar ve İmam Hüseyin (a.s) aşığı müminler bu tehlikelere dikkat etmelidirler. Hüseyni kıyamdan düşmanı tanıma dersini iyi okumalıdırlar. Aziz İslam ümmetini bu gibi hilelerden ve oyunlardan haberdar etmelidirler.

Zamanın sahibi Hz.Mehdi’nin (a.s) hakikatleri ortaya çıkarıp adaleti hakim kılacağı günü hep birlikte görmek ümidiyle. Sabahattin Türkyılmaz 12.12.2014

 

 27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

 

Ehli vicdan sahipleri,

girdiğimiz asır deccalizim ile mücadele asrı fetullah terör örgütü‘de deccalizmin ileri birliği.

İnsan kılığına bürünmüş bu çete küresel güçlere emperyal hevesler telkin ederek  tahrik ediyor;

böylece

din'e olan düşmanlığını İran şii karşıtlığı ile,

Peygamber efendimize olan düşmanlığını din'ler arası diyalog ile,

Kur'an'ı Azim'e olan düşmanlığını'da aklı Vahy'in önüne alarak perdeliyor;

esas yanları ile haram ve şüpheli yiyerek iç bünyelerin'de büyütdükleri şeytan, fetullahın Suretini üzerine geçirip onlar üzerinden, din'in tahribi ile 'haya ve bereketin kalkmasına kaos ve anarşiye zemin hazırlayıp' insanları aldatarak Kıble'sin‘den sapıtıp toplu halde cehenneme ateşe sürüklüyor...

ve

insanlar sanıyorki Erdoğan onlara karşı savaş açtı;

Hayır,

Erdoğan'ın savaşı onların geldiği tahribat yolunun sonu ve onların peşini asla bırakmayan yaptıklarının karşılığı.

herkimki dünyanın emniyeti Allah'ın din'i islam'ı tahrip etmeye cüret eder ise bu sondan kurtulamaz; bu küresel çete katiller örgütünü çok daha yaman 'yapmış olduklar tahribat ve zulme eş değer' kasıp kavurucu bir son bekliyor.

Türkiye'de sağ sol kavgasın'da ilk ateşleyici cinayet fetvasını'da insan kılığına bürünmüş (fg)  bu insi adam vermiş; Hüseyin Üzmez bir ara konuşacak yazacak oldu, Muhsin Yazıcıoğlu'na uyguladıkları (suikast) yöntemin bir başka benzeri ile adamı olmadık şekle soktular.

Allah'ın ve mazlum ve masumların laneti ilahlarını küresel güçler ile perdeleyen bu çete üzerine olsun; herkimki en azınından imanın en zayıfı ile bu deccalist fetullah terör örgütüne karşı cephe alır ise Allah'ın selamı rahmeti'de onların üzerine olsun. Hacı Bayazıt 19.12.2014

 

 27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12

 

Hz. Peygamber(s.a.a),

Ebu Bekir’e böyle bir görev vermedi.

Ben de sana diyorum ki, Hz. Peygamber, Ebu Bekir’e böyle bir görev vermedi. Ebu Bekir’in böyle bir iddiası da yok. İkincisi Selmani Farisi, Ebu Bekir’e zaten biat etmedi. Meltem TV’de yayınlanan 2014’ten 2015’e Bakış programında yılın son dakikalarında önemli açıklamalarda bulunan Prof. Dr. Haydar Baş, „Ehl-i Beyt’siz İslam olmaz.

Velayette de İmam Ali’siz yol olmaz” dedi. Bizim ölçümüz Ehl-i Beyt’tir 2014’ten 2015’e Bakış Program- ında Ehl-i Beyt konusu da ana başlıklardan bir tanesi oldu. „Eğer biz sıratı müstakim üzerinde dosdoğru olmak istersek -ki dünyaya geliş maksadımız da budur- Ehl-i Beyt yolundan bir santim dışarı çıkmamamız lazım çünkü Ehl-i Beyt Allah tarafından bizlere tavsiye edilen bir yoldur” diyen BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, şöyle konuştu: „Ehl-i Beyt kimdir? Başta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav), damadı İmam Ali Efendimiz, Kızı Hz. Fatıma ve torunları Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimiz. Bu 5 kişinin adına Ehl-i Beyt denir. Bunların kıldığı namaz gibi namaz kılacağız, tuttuğu oruç gibi oruç tutacağız, nasıl komşuluk münasebeti kurdularsa onu hayata geçireceğiz, kime neden düşman oldularsa biz de o şekilde düşman olacağız. Yani bizim ölçümüz Ehl-i Beyt’in yaşantısı olacak.”

Ehl-i Beyt’siz İslam olmaz „Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Bunların hangisine tabi olursanız hidayete erersiniz” sözüne de dikkat çeken Prof. Dr. Haydar Baş, şu dikkat çekici açıklamalarda bulundu:

„O sahabe değil, Ehl-i Beyt’tir. Ehl-i Beyt’i Allah methediyor, bunları sevmeniz farzdır diyor. Sahabe muteber değil mi? Elbette muteber ama en mükemmel olanı terk ediyorsun, bu büyük bir iki yüzlülüktür’.

Onun için Ehl-i Beyt’siz İslam olmaz. Velayette de İmam Ali’siz yol olmaz. Velayetin başı İmam Ali’dir. Ben İmam Ali’nin hakkını da korurum. Ben O’nun yanınday- ım, yolundayım. Bunu da asla inkâr edemem. İmam Ali’yi naspeden Allah’tır, Maide Suresinin 67. ayeti kerimesiyle…

Yetmedi, bu ayete göre İmam Ali’yi yine naspeden Gadir-i Hum hutbesinde Peygamber Efendimizdir. Hz. Muhammed Efendimizin vefatıyla nübüvvet dönemi kapanıyor ve Hz. Ali ile de velayet dönemi başlıyor.

İmam-ı Azam,

„Hz. Peygamberin mübarek naaşı ortada, geliyorsunuz Sakife’de 3-5 kişiyle halife seçiyorsunuz. Niye? Evs ve Hazreç kabileleri birbirilerine girerler diye. ’Böyle bir şey yok’, Nerden çıkardınız? O cahiliye döneminde kaldı. Bunu gerekçe kabul edip 3-5 kişiyle sen ‘icma yaptım’ diyorsun. Bu batıldır, böyle bir şey yok” diyor. Şimdi bazıları ‘sen bunları neden karıştırıyorsun’ diyor.

Bunlar batıl temel.

Sen bu batıl temel üzerine dinini bina ettin. Ondan sonra Peygamberin vekili olarak, Ebu Bekir diyorsun, Selmani Farisi diyorsun, İmam-ı Cafer diyorsun. Ben de sana diyorum ki, Hz. Peygamber, Ebu Bekir’e böyle bir görev vermedi. Ebu Bekir’in böyle bir iddiası da yok. İkincisi Selmani Farisi, Ebu Bekir’e zaten biat etmedi. İmam-ı Cafer de hayatını bunlarla mücadele ile geçirdi. Sen şimdi bu batılı hak olarak bana yutturacaksın.

Sen helak oldun, beni de kendin gibi helak edeceksin!

Bunu demek mecburiyetindeyiz. Birinin gönlünü yapmak, birinin de gönlünü yıkmak için bunu demiyoruz. Biz bunu Allah rızası için söylüyoruz. Bildiği- miz doğru yoldur ve bu doğru yoldan da gitmeye mecburuz. İslam yaşanacaksa böyle yaşanacak. 2015 yılına geçerken milletimizin bu hakikatleri duyarak yeni yılı değerlendirmesini tavsiye ediyorum.” y.mesaj 02.01.2015

 

 27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13

 

Siyonistler ve Dostları Şokta

Ümmetin iftiharı Hizbullah çıktı sahneye Sürttü yine siyonist İsrail’in burnunu yere Selam olsun Ali evladı korkusuz Seyyide Tüm sözleri gibi verdiği sözü getirdi yerine İsrail savunmayı unuttu, o gün itibariyle Şoke oldu Hizbullah operasyon hareketiyle Nasrallah hamlesi sert tokat oldu İsrail’e Ümmeti Muhammed büründü büyük sevince İlk kıplemiz Mescid-i Aksa siyonist İsrail’in necis botları altında inim inim inlerken bu sesi duyan, bu feryada koşan Kudüs’ün özgürlüğü uğrunda kurulduğu ilk günden bu güne mezhebi taassuptan uzak Filistin halkının daima yanında olan ümmetin iftiharı Hizbullah 18 ocak’ta İsrail’in haince saldırısı sonucunda yiğit asker- lerinden bazılarını şehit vermişti.

Bu şehitler arasında seçkin kişiler de vardı.Ve birisi vardı ki şuana kadar verdikleri en üst düzeydeki üç komutandan birisi olan şehit İmad Muğeyni’nin yadigarı gencecik Cihat ta vardı. O gün herkes gibi Cihad’ın şehadet haberi bizleri de üzmüştü. Her ne kadar yüce şehadet makamına babası gibi ulaşsa da varlığı bereket ve bizler için önemliydi. İşte tam da o zamanda zamanın Malik-i Eşteri yiğit cesur komutan Seyyid Hasan Nasrallah kamera karşısında siyonist İsrail’e şu iki kelimeyi söyledi: ”Sığınaklarınızı,hazırlayın” Kimine göre üzüntüyle söylenmiş bir cümle iki kelimeydi. Ama seyyidimizi iyi tanıyanlar için hatta siyonist İsrail ordusu için dahi yeri ve zamanı geldiğinde gereken tokatın vurulacağı anlamı taşımaktaydı.Seyyid Hasan Nasrallah şu ana kadar ne dediyse sözünü yerine getiren birisiydi. Bu açıklamadan 10 gün sonra Seyyid Hasan Nasrallah yine sözünde durarak Lübnan-Filistin sınırında yeralan Şeba Çiftlikleri bölgesinde siyonist İsrail rejim güçlerine İsrail’i şok edecek bir askeri operasyon düzenledi.

Bu operasyonda 3 komutan, biri üst düzey askeri yetkili olmak üzere 15 İsrail askeri cehenneme gönderildi veya yaralandı. İlginç olan bu olay İsrail’in 2. kanalında:  ”Tehdit şaka değilmiş” sözleriyle 17 askerinden birisinin özel ordu komutanı olduğunu açıklamasını yapmasına rağmen Türkiye tv kanalları, yandaş medya, ulusal kanalımız T.R.T bile 2 israil askerinin öldüğü ve 7 askerin yaralandığı haberini vererek gerçekleri görmezlikten gelmeye devam ettiler.

Sahi Hizbullah’a hizbuşşeytan diyen ‘ağızdan çıkan söz doğru değil ise sahibine döner kuralına göre’... şeytanın hizbine çaktırmadan her türlü yardımı yapan hükümet temsilcisi Bozdağ nerelerde? Kameraların karşısına geçer ve İsrail’e başsağlığı diler diye’... dün gözler hep kendisini aradı. İHH nerede veya diğer kuruluşlar hani güya mazlum Filistin ve Gazze halkının yanında olduğunu iddia edenler?

Oysa Gazze ayaktaydı. Gazze’de tüm direniş hareket temsilcileri canlı yayın aracılığıyla tüm dünyaya Hizbullah’ın yanında olduklarını haykırdılar.Tatlılar dağıtıp sevinç yaşadılar.

Hizbullah’ı tebrik ettiler, yanlarında olduklarını haykırdılar. Beyler fırsat elden gitmeden bırakın büyük İsrail devletinin kurulması uğrunda çaba sarf etmeyi. Boşa kürek sallıyorsunuz. Bakın onca oyunların bir parçası oldunuz Hamas’ı, İslami Cihad v.s direniş gruplarını şanlı Hizbullah’a düşman ettirmeyi başara- madınız. Sanırım dünkü görüntü Gazze’de tüm direniş gruplarının Hizbullah’a bağlılık görüntüsü tüm İsrail müttefiklerini adeta kudurtmuş,çıldırtmıştır.

Selam olsun hak cephesinin korkusuz kahramanları Hizbullah’a. Selam olsun cesur komutan Seyyid Hasan NASRALLAH’a. selam ve dua ile Ebuzer Göktaş 29.01.2015

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.14

 

İslam tarihinde ilk fitne

İslam tarihinde ilk fitnenin Cemel ve Sıffın savaşlarından çıkıp çıkmadığı bendenize soruldu. İslam tarihinin ilk fitnesi, henüz Resulullah’ın defin işlemleri gerçekleşmeden Sakife’de yapılan ‘oldu bitti’dir.

Hz. Ali Efendimiz ve birkaç sahabe Hz. Peygamber’in cenaze merasimi ile ilgilenirken, aralarında Ebubekir ve Ömer’in de bulunduğu az bir sahabe topluluğu Sakife denilen yerde halifeyi reyleri ile seçmişlerdir.

İlk fitne ateşi de burada yakılmıştır. Zira Resulullah’ın rihletinden çok kısa bir süre önce Gadir mevkiinde Hz. Ali’yi halife ve yerine vasi olarak atadığını bilen başta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer olmak üzere bu sahabeler emre uymamış, duyduklarını inkâr etmiş ve kendi aralarında Hz. Ali’nin dışında bir halife seçmişlerdir. Altının çizilmesi gereken husus, İslam’da halifeliğin ümmet reyi ile belirlenemeyeceği konusudur.

Halifenin seçimi nas iledir. Cenab-ı Hakk’ın emri ile işaret edilir ve Resulünün sünneti ile seçim gerçekleşir.   

İmamı seçen ve işaret eden Allah ve Resulü’dür. Nitekim Hz. Ali’nin imam olarak tayini aynen bu şekilde olmuştur. 

Ne Ebubekir’de, ne Ömer’de, ne de Osman’da Cenab-ı Hakk’ın işareti ve Resulullah’ın halife olmaları yönünde bir nasp söz konusu değildir.

Sakife’den sonra, imamet ve hilafet makamı biri birinden ayrılmıştır.

İmamet, Hz. Peygamber’in hadislerinde beyan buyur- duğu, Ehl-i Beyt’inin yolundan gelen Hz. Ali’nin evlatlarının hakkıdır.

Hilafet ise bir koltuk sevdası şeklinde devletin başına geçme hevesi olarak farklı kişilerin elinde adeta bir topa dönüşmüştür. 220 Sünni âlimin eserinde yer alan ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak açıklıktaki Gadir-i Hum konusu, imamet ilanıdır ve Ehl-i Beyt dünyası için bir iman şartıdır.

Sünni ulemadan Hafız Ebu Cafer Muhammed b. Cerir-i Taberi, „El Velayetu Fi Turuk-ı Hadis-il Gadir” adlı kitabında Gadr hadisini Zeyd b. Erkam’dan şöyle rivayet ediyor: „Resulullah (sav) Veda Haccı’ndan dönerken öğle vaktinin sıcağında Gadir-i Hum denen yerde durdu. Büyük gölgelikler kurulmasını emretti. Gölgelikler kurulduktan sonra herkesin cemaat namazı için toplanmasını buyurdu.

Cemaat namazı için toplandık; Allah Resulü (sav) bizlere bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu:

„Allah-u Teala bana şu ayeti nazil etti:

‘Ey Resul! Sana indirileni tebliğ et.

Eğer bunu yapmazsan peygamberliğini tebliğ etmemiş gibi olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.’ (Maide, 67)

Cebrail, bana burada Rabbimin şu emrini  bütün herkese iletmemi emrettiğini bildirdi:

‘Ali b. Ebu Talib benim kardeşim, vasim ve halifem, benden sonra İmamdır.’ Ben de size tebliğ ediyorum. Ben her kimin mevlası isem, bu Ali (as) de onun mevlasıdır; bu Allah tarafından bana bildirilmiştir.” Maide suresi 67. ayetinin nazil olmasından sonra irad edilen bu hutbe göstermektedir ki, Hz. Ali’nin halife oluşu bizzat Allah’ın emri iledir. Bu hutbenin altı yerinde imamlığın Hz. Ali’nin olduğu belirtilmiştir.

1- Ali b. Ebi Talib, benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve benden sonra ki halifemdir.

2- Allah Resulü’nün (sav) halifesi odur. Müminlerin emiri odur. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı odur.

3- Ey insanlar! Bu Ali’dir! O benim kardeşimdir, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerindeki halifemdir.

4- Ey insanlar! Ben hilafet emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum.

5- Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır.

6- Benden sonra Ali, Allah’ın emri ile sizin veliniz ve imamınızdır.”

İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulü ile görüşeceğiniz güne kadar O’nun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır. 

Hz. Ali’nin imamet ilanından sonra henüz insanlar dağılmadan’... Maide suresi 3. ayeti nazil oldu: „Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetlerimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçtim.”

Resulullah (sav); „Allah-u Ekber! Din kemale erdirildi. Nimet tamamlandı. Yüce Allah benim risaletime, Ali’nin velayetine razı oldu” buyurdu.

Yani Hz. Ali’nin imametinin bilinmesi ile İslam dini tamamlanmıştır. Velayetin ilanı Allah’ın emridir. Bundan sonra İslam velayet yolu ile devam edecektir.

Bu açıdan değerlendirildiğinde Hz. Ali’nin imametini reddetmek, Allah’ın emrine karşı gelmektir.

Hz. Ebubekir’ in halifeliği ile başlayan sürece sahip çıkanlara 220 Sünni âlim aslında cevap vermektedir.

220 Sünni âlim Gadir-i Hum Hutbesi’ne yer verir. Mesela:

* İmam Fahr-i Razi, Erbain’de bütün ümmetin bu hadis üzerinde icma ettiğini söylemektedir.

* İbn Kesir, Bidaye, cilt 5, sayfa 212.

* Ahmed İbn Hanbel, Müsned, Cilt 4, sayfa 164, 165, 281… Suyutı’nin ‘Ed-Durr’ul Mensur’ eserinde, Vahidi’nin Esbab-ı Nuzül’ünde ve İbn Ebi Hatim’in Tefsir-ul Kur’an’il Azim’inde, Gadir Hutbesi’nde Hz. Ali’nin hilafetinin ilanı yapıldığı yer almaktadır.

İmam Gazali, Sırr’ul Alemeyn ve Keşf’i ma fid Dareyn isimli eserinde Gadir Hutbesi’nde Hz. Ali’nin hilafet ilanını ve reddedilmesindeki hatayı şöyle yazmaktadır: „Fakat hilafet hususunda delil bütün açıklığı ile ortaya çıktı ve konu aydınlandı’... Cumhur (Müslümanların tamamına yakın çoğunluğu) Gadir-i Hum Hutbesi’ndeki  hadisin metninde şeksiz şüphesiz tam icma ve ittifak ettiler.

Orada Resulullah şöyle buyuruyor: ‘

Ben kimin idarecisi isem, Ali de onun idarecisi ve velisidir.’ Dolayısıyla icmaya ve icma ile sabit naslara aykırı olarak teviller üretmek batıldır. Eğer onun (Hz. Ebubekir’in) hilafetini kurtarmak için ‘icma hasıl olmuştu’ derseniz, şüphesiz bu da doğru değildir. Çünkü onun hilafetinde icma yoktur. Nasıl olsun ki?

Hz. Abbas ve evlatları, Hz. Ali ve zevcesi, Hz. Fatıma ve evlatlarının hiç birisi biat halkasında bulunmadılar. Dahası Sakife’de bulunanların bile birçoğu muhalefet ederek oradan ayrıldılar.” (İmam Gazali, Sırr’ul Alemeyn ve Keşfi Ma fi’d Dareyn, Sayfa 16-18)

Hz. Ali Efendimizin ve Hz. Fatıma annemizin, imametin Hz. Ali’nin hakkı olduğuna dair beyanları ortadadır.

‘İslam’da halifenin seçimi nasp ile olması gerektiği halde demokratik yola başvurmak ilk fitne kıvılcımını ateşlemiştir.’

„Bundan sonra Muaviye geleneği ile Sünnilik diye bir yol ihdas edilmiştir.”

Bendeniz, bir Sünni olarak yetiştirilmeme rağmen, son beş yıldır Sünni dünyaya seslenerek ‘Sünnilik hakkında tek bir ayet veya hadis bana gösterin’ diyorum. Yoktur…

Oysa Ehl-i Beyt hakkında onlarca ayet ve yüzlerce hadis bulabilirsiniz. Hz. Ali Efendimizi seven ve onun tarafı olanlara Şii denir ve İslam’ın yolu da Ehl-i Beyt yoludur.

Şiilik, Sünnilik gibi Peygamber’den sonra ortaya atılan bir yol olmayıp; Hz. Ali’nin yanındaki ilk sahabelerle yaşanan Ehl-i Beyt yoludur. Gadir-i Hum’dan sonra Hz. Ali’ye biat eden sahabeler de ilk Şiilerdir. Selman-ı Farisi, Ebuzer Gıffari, Mikdad b. Esved, Ammar b. Yasir, Halid b. Said b.As, Bureyde Eşlemi, Ubey b. Kab, Huzeyme b. Sabit, Ebu Heysem b. Teyhan, Sehl b. Huneyf, Osman b. Huneyf, Ebu eyyub el Ensari, Cabir bin Abdullah el-Ensari, Huzeyfe b. Yeman, Sa’d b. Ubade, Kays b. Sad, Abdullah b. Abbas ve Zeyd b. Erkam ilk şiilerdir.

Cenab-ı Hak ayet-i kerimede, „Ey Ehl-i Beyt! Yüce Allah sizden, her türlü günahı, haramı, fenalığı, çirkinliği, basitliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab, 33) buyuruyor.

Yine Şura suresinin 23. ayetinde, „De ki (Muhammed’im), ‘Ben peygamberliğimi tebliğime karşılık sizden, Ehl-i Beyt’imi sevmenizden başka hiçbir ücret istemiyorum’ buyurmuştur.”

Hz. Peygamber Necran Hıristiyanlarıyla lanetleşmeye giderken yanına Hz. Fatıma annemizi, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizi almıştır.

Cenab-ı Hakk, Al-i İmran suresinin 61. ayetinde ‘Sana gelen bu hak ilimden sonra her kim seninle münakaşaya kalkarsa de ki, öyleyse gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendilerimizi ve kendiler- inizi çağıralım, sonra can-u gönülden lanetleşip beddua edelim de, Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun” buyururken yine Resulullah’ın Ehl-i Beyt’ini işaret etmiştir.

Ez cümle demek isteriz ki, Ehl-i Beyt sevilmiş, seçilmiş ve tabi olunması emredilen mübarek kişilerdir.

İslam dini, Allah’ın emri ve Resulullah’ın nasbı ile Ehl-i Beyt soyundan gelen imamlar ile yani velayet yoluyla kıyamete kadar devam edecektir. Maalesef Sünni dünyadan bazıları bu hakikati inkâr etseler de, Allah’ın rızası Ehl-i Beyt yolundadır. Prof. Dr. Haydar Baş 20.02.2015

 

27.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.15

 

Allah’ın adıyla

Evrensel adalet için küresel vahdet gereklidir..!

İran İslam Cumhuriyeti 6. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, geçen hafta Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında „akademisyen, aydın, entelektüel ve basın mensupları” „ile yaptığı soru-cevaplı söyleşi oturumunda bölgesel ve küresel pek çok meseleye değinerek çözüm önerilerini sundu.

Bu oturumda Ahmedinejad’ın: „Gerek bölgesel ve gerekse küresel sulta ve tasalluttan kurtulmanın yolu „vahdet”tir. Öyleyse „vahdet”i kimler, hangi şartlar ve hangi ilkeler çerçevesinde sağlamalıdır? İnsanlığı kurtaracak „vahdet”in ilke ve çerçevesi ne olmalıdır?” başlığı altında yaptığı değerlendirme ve sunduğu çözüm önerileri şunlar oldu.

Sizlere soruyorum: „Vahdet” hangi şartlarda gerçekleşir? Hedefleri farklı olan iki kişi nasıl birliktelik oluşturabilir? Bu mümkün değil. Birliktelik kurmak, vahdet yapmak isteyen iki kişi önce „ortak hedef ve ilkelerini” belirlemeli.

İkincisi ise: „Vahdet” hareket halinde olur. Oturmakla değil! Dünya meseleleri ile ilgilenmeyenlerin vahdet oluşturmasının ne manası olabilir? „Vahdet” ancak sorumluluk sahibi ve hareket halinde olan kişilerin gerçekleştirebileceği bir olgudur.

Ve yine: Eğer ben bölgeye hakim olma ve halklara sulta kurma peşinde isem; ve sen de bölgeye hakim olma ve halklara sulta kurma peşinde isen nasıl vahdet olabilir? Bu konunun bir başka önemli yönü de şudur: „Vahdet”i sadece Müslümanlar mı yapabilir? Diyelim ki yaptılar, sonra ne olacak? (Savaş, zulüm, kan vs’nin kapıları mı aralanacak?)

Bence insanlığın kurtuluşu için tüm milletler „vahdet” oluşturmalı. Küresel „adalet, özgürlük, barış” ancak „küresel bir vahdet” ile temin edilebilir. Hedef ne kadar büyük ise tefrika o kadar yok olur. Hedef çok yüce olmalıdır ki, vahdet kalıcı ve işe yarar olsun. İnsani meseleler, birbirleriyle iç içedir. İnsani meseleleri birbirinden ayrık ve bağımsız ele almak peşin başarısızlıktır. Mesela biz sadece İran ile ilgilenirsek, tüm dikkat ve enerjimizi İran’a odaklarsak ve Türkiye de tamamen Türkiye’ye ve kendi halkına yönelirse bu hiçbir işe yaramaz.

Çünkü insanların kaderi birbirine eklemlenmiştir. Biz „Dünya”nın problemlerini çözmek istemeliyiz ki, „bizim” problemlerimiz de çözülsün. Dünya’nın problemlerini çözmek için ise: Bütün milletlerin ortak olacağı „salih bir yönetim”den başkası düşünülebilir mi? Mesela Venezuela’ya „Gelin İslam bayrağı altında toplanalım” mı diyeceğiz? Bunun gerçekleşmesi (yani bir ülkenin topyekûn İslamlaşması) beş yüz yıl alır… O arada „emperyalistler” petrolü sömürerek orayı yönetir. Yönetim gücünü kullanarak her şeyi saptırır ve siz beş yüz yıl sonra bakarsınız ki, beş yüz farklı İslam oluşmuş!..

Ancak altında toplanacağımız ilke ve bayrağı „adalet” olarak belirlerseniz, bunu herkes anlar ve kabullenir. „İnsani tüm yücelikleri kuşanmış salih insanlar”ın yönetici olması gerektiğini savunursak, bu çağrımız tüm milletlerde karşılık bulur.

„Adalet, özgürlük, eşitlik” bayrağı altında herkes toplanabilir. Bu belli bir din ve mezhebin sloganı ya da belli bir ırk ya da milletin şiarı değildir. Bu tüm din ve milletlerin kabul edebileceği bir ilkedir.

Cenab-ı Allah Resulullah’ın dilinden Kur’anı Kerimde buyurdu: „Gelin ortak bir kelimede buluşalım”. Biz eğer bütün milletleri seferber etmezsek „emperyalizm” karşısında başarılı olamayız! Amerika, tüm mazlum ve mahrum millet ve ülkelerim katilidir! Ama ilginçtir; onların adına Amerika konuşmaktadır. Afrika adına, Asya adına, Latin Amerika adına.

Şundan emin olun:

Eğer „adalet” yerleşirse „şirk ve küfür” kendiliğinden gidecektir. Muntazar Musavi Rasthaber 08.03.2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Direniş, İslam’ı Koruyan Asli Unsurdur!

Mukavemet ve direniş İslam dinini koruyan ve sapmaların önünü alan aslı unsurlardan biridir… Irak’ın önde gelen müçtehitlerinden olan Ayetullah Seyit Muhammed Hekim, bir grup Bağdatlı üniversite öğrencisini kabul ettiği görüşmede ‘mukavemet ve direnişin hiçbir zaman kesintiye uğramadan İslam dinini koruyan ve sapmaların önünü alan asli unsurlardan biri’ olduğunu vurguladı.

Ayetullah Hekim konuşmasını şöyle sürdürdü: „Karşılaştığı sayısız sorun ve musibetlere rağmen her geçen gün biraz daha ilerleme kaydeden İslam ümmeti bu özelliği ile İslami değerleri olgu edinen eşsiz bir toplum olmuştur. Hepimiz İslami değer ve öğretilere dayanan İslam kültürüne sahip çıkmalı ve dinden uzak her türlü yabancı kültürlere karşı uyanık olmalıyız.

İslam düşmanları toplumları dinden uzaklaştırmak için İslami kavram ve yöntemleri inkâr etmiş, bu kavram ve yöntemlerin içini boşaltmış, bu kavram ve yöntemlere dinle alakası olmayan batıl ve boş manalar yüklemiş ve insanlar içerisinde yaygınlaştırmaya çalışmıştır.” Ehlader 10.03.2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Velayet’i kabul etmek, dosdoğru yolda hareket etmenin ilk adımıdır.

Velayet’i kabul etmenin sırat-ı müstakimde hareket etmenin ilk adımı olduğunu söyleyen Hüccetü-l İslam Reyşehri, „Salihlerin, Yüce Allah tarafından kendilerine nimet verilen kimseler olduğunu” belirterek, „Salihler’in sahip olduğu en önemli nimet, Velayet’tir” diye konuştu.

Resa Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, Hüccetü-l İslam Reyşehri, Kur’an ve Maarif televizyon kanalında yaptığı dini sohbetinde, Allah’ın, kulların ibadetinden müstağni olduğuna değinerek, şöyle konuştu:

Eğer alemde bütün varlıklar Allah’ı inkar etse ve O’na ibadet etmezse, yinede Allah’ın gani olmasından bir şey eksilmez; insanın yaratılış felsefesi, Allah’a ibadet etmektir. Bu alemde Allah’a kulluk mesirinde hareket eden ancak ilerleyebilir ve Allah’a kulluk mesiri, sırat-ı müstakimdir. 
Sırat-ı müstakimin zalim imamların değil, salihlerin yolu olduğunu söyleyen Hüccetü-l İslam Reyşehri, „Sırat-ı müstakimde yürümek isteyen kimse, Velayet’i kabul etmesi gerekir” dedi.

„Bizi İlahi Velayet’e tabi olmaya götüren sonuçlardan biride Salihler’in Velayeti’dir” diyen Reyşehri, „Allah’a kul olma yolunda hareket etmek isteyen bir kimse, Evliya- nın ve Salihler’in arkasından yürümesi gerekir; Salihler’in hareket ettiği mesir, sırat-ı müstakimdir” diye vurguladı. 

Sırat-ı müstakimde hareket etmenin birinci adımı, Velayet’i kabul etmek olduğunu söyleyen Reyşehri, şöyle devam etti: Salihler, Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerdir ve sahip oldukları en önemli nimette, Velayet nimetidir.

İnsanın Velayet nimetinden yoksun olması halinde kesinlikle zalim imamların mesirinde hareket edeceğini vurgulayan Reyşehri, „Zalim yöneticiler, Velayet nimetin- den yoksun olup bu nimete karşı duyarsız olan kimselerdir, bu nedenle İlahi öfkenin amacıdırlar” dedi. 

İnsanın Velayet nimetinden nasipsiz kalması halinde, dünyada şaşkınlığa kapılarak hakkı batıldan ayırt edemeyeceğini belirten Hüccetü-l İslam Reyşehri, şunları tasrih etti: Zalim yöneticiler halk üzerinde hakimiyetlerini sağlamak için sürekli batılı hakkın libasına ve suret-i hakka koyarak halka sunarlar; dolaysıyla, bu olaylarda ve nifak ortamında doğru yolu yada sırat-ı müstakimi ayırt edebilmemiz için Velayet nimetine iktida etmemiz gerekir. 

İnsanın Velayet mesirinde hareket ederek Allah’ın kulluğuna varacağını söyleyen Reyşehri, şöyle devam etti: Velayet ve Allah’a kulluk yolunda yürümek, insandaki vucûdî kabiliyetleri geliştirerek insanı, ilimle doldukça kapasitesi daha çok genişleyen bir kap gibi yapar, böyle bir insan sırat-ı müstakimde hareket ettikçe imandaki ihlas ve Tevhid’e ulaşır, Salihler’in ve Evliya’nın arasında yer alır.welayet 10.03.2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Rasulullahın diliyle Maide 67nin tefsiri

Peygamber Efendimizin (s.a.a) veda haccı dönüşü, Maide Suresi’nin 67. ayetindeki keskin emirle gerçekle- şen ve 220 Ehl-i Sünnet kaynağında da yer alan Gadir-i Hum Hutbesi’ni defalarca okuyup çok iyi anlamamız gerekiyor. Bu hutbede Allah Resulü’nün, Kendisinden sonraki dönemler için hiçbir soruya ve şüpheye mahal vermeyecek şekilde beyanda bulunması, tek doğru yolu ilan etmesi, birilerinin neden bu hutbeyi sanki hiç olmamış gibi asırlardır saklamaya çalıştığını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Hutbe çok uzun ama zaman zaman yazılarımda bölüm bölüm aktarmaya çalışacağım. Hutbe’nin tamamı Prof. Dr. Haydar Baş’ın Ehl-i Beyt Külliyatı’nda olan „İmam Ali” eserinde kaynaklarıyla beraber var. Mutlaka okuyun, hatta defalarca…

Şimdi Maide 67. ayet neden inmiştir, nerede inmiştir, nüzul sebebi nedir, ne hakkındadır bizzat Allah Resulü’nün mübarek ifadeleriyle aktaralım. Allah Resulü (s.a.a) Gadir-i Hum Hutbesi’nde, önce Cenab-ı Hakk’a uzunca bir hamd ve senada bulunduktan sonra şöyle buyuruyor:

„Allah Bana nazil buyurduğunu tebliğ etmediğim takdirde, risaletimi eda etmemiş olacağımı ilan etti. Beni insanların şerrinden koruyacağını garantiledi. Allah kifayet eden ve yücelik sahibidir.

Allah Bana şöyle vahyetmiştir: ‘Ey Resul! Rabbinden Sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah Seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez.’ (Maide, 67)

Ey insanlar, Ben Allah’ın Bana nazil buyurduğu hiçbir şeyi ulaştırma konusunda kusur etmedim ve Ben bu ayetin nüzul sebebini sizlere beyan ediyorum:

Cebrail üç defa Bana nazil oldu ve selam sahibi olan -ki O Selam’dır- Rabb’im tarafından bu toplantı yerinde ayağa kalkarak, beyaz ve siyah (ırktan) herkese şunu ilan etmemi emretti: ‘Ali bin Ebi Talib, Benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve Benden sonra imamdır. O’nun Bana nispet makamı, Harun’un Musa’ya olan makamı gibidir; şu farkla ki Benden sonra peygamber gelmeyecektir. O, Allah ve Resulü’n den sonra sizlerin velisidir (velayet ve tasarruf sahibidir)’ diye ilan etmemi emretti. Allah, bu konuda Kitabından Bana bir de ayet nazil buyurdu: ‘Şüphesiz sizin veliniz, Allah, Resulü, İman edip namaz kılanlar ve rüku halinde zekat veren müminlerdir.’ (Maide, 55)

Namaz kılıp rüku halinde zekat veren ve her halinde Aziz ve Celil olan Allah’a yönelen kimse Ali bin Ebi Talib’tir.”

Allah Resulü bunları ifade ettikten sonra bunu ilan etme konusundaki çekincelerinden ve bunların sebeplerinden bahsediyor: „Ey insanlar, Ben Cebrail’den Benim için Allah’tan, beni bu önemli şeyi tebliğ etmekten mazur görmesini dilemesini istedim. Zira takva sahiplerinin azlığını, münafıkların çokluğunu, kınayanların fesadını, İslam’ı alaya alanların hilelerini biliyorum.

Onlar Allah’ın, Kitabında kendilerini şöyle nitelendirdiği kimselerdir: ‘Hani siz, onu dillerinizle birbirinize yetiştiriyor, ağızlarınızla hiçbir bilgi sahibi olmadığınız bir şeyi söylüyor ve onu kolay sanıyordunuz. Halbuki o Allah katında büyük bir günahtır.’ (Nur, 15)

Hakeza, münafıklar defalarca Bana eziyette bulundular ve Beni ‘uzun’ (her sese kulak asan kimse) olarak adlandırdılar. Onlar Ali’nin Benden ayrılmaması, Benim kendisine teveccüh etmem sebebiyle böyle olduğumu sandılar. Sonunda Aziz ve Celil olan Allah şu ayeti nazil buyurdu: ‘(Yine o münafıkların içinde) O (Peygamber her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek Peygamberi incitenler de vardır. De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır.’ (Tevbe, 61)

Eğer Ben, Bana bunu (her söze kulak veren kimse olmayı) isnat edenleri açığa vurmak istersem, tanıtabilirim. Ama Allah’a yemin olsun ki Ben onların işi hususunda yücelik gösterdim. Bütün bunlardan sonra Ali hakkında Bana nazil olan şeyi tebliğ etmediğim takdirde, Allah asla Benden razı olmayacaktır.”

Evet, Peygamberimizin Gadir-i Hum Hutbesi’nin başlangıcı böyle… Fahri Kainat Efendimiz (s.a.a), vefatından hemen sonra yaşanacak gaspları, sonrasında yaşanacak olan katliamları yaşarcasına anlatıyor. İmam Ali Efendimizin imametini, hilafetini ilan etmesi durumunda başta İmam Ali ve Hz. Fatıma Annemiz olmak üzere Ehl-i Beytinin başına neler geleceğini, ümmetinin nasıl fesada sürükleneceğini görüyor ve biliyor.

Ama Maide 67. ayetle gelen emir o kadar net ki, Kendilerinin de hutbede ifade ettiği gibi ilan etmediği takdirde peygamberliğini yerine getirmemiş olacak kadar ağır bir konu… Allah’ın emriyle ve Peygamberimizin yüz bini aşkın sahabenin önünde ilan etmesiyle gerçekleşen böyle önemli bir konuyu asırlardır gizleyerek insanlığın yalan yanlış şeylerin peşinde gitmelerine neden olanların vay haline… Zaten Allah Resulü hutbesinin devamında onların başlarına gelecekleri de açıkça bildiriyor. Murat Çabas 29.03.2015   

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Allah’ın selamı rahmeti dünyanın emniyeti islamın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun.

Ehli vicdan sahipleri,

Bazı bölge Siyasetcilerinin varlığından ümüde kapılan Şeytan, emperyal hevesleri uğruna yıllardır yapmış olduğu sınır ötesi işgal ve zülüm'den dolayı peşlerini asla bırakmayan milyonlarca insanın kanı ve vebalinden; „ilah kural gereği” bölünüp yıkılıp tarih sahnesinden berteraf olacağı yaklaşmış ABD’ye can suyu verip tekrar heveslendir’di; bundan dolayı ABD beslemesi tekfirci teröristler üzerinden tekrar sahada top çevirmeyi kurguladı ama Beklenen bölgedeki gelişmeler siyasi ve maddi beklentilerini emperyalizmin hevesleri ile eşleştiren besleme bölge siyasetcileri ile ABD’nin emperyal dünyasının çok üzerinde’dir.

Allah’ın verdiği mühlet sonucu adaleti gereği; ABD’nin emperyal hevesleri uğruna yapmış olduğu zülüm ve kan „işbirlikcileri ile kendilerini kıskıvrak yakalayıp” tarih sahnesinden berteraf edecek. hacı bayazıt 03.04.2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5 

 

Haremeyn Suud Esaretinden Kurtarılmalıdır

Enfal suresinin 34. Ayetine göre Haremeyn-i Şerifeynin yönetimini takvalı insanlar üstlenmelidir, Suudiler değil.

Ayetullah Cevad Amuli, bugünkü tefsir dersinde şu izahatta bulundu: Daha önce Haremeyn ziyaretçilerin- den birçoğunun şehadetine sebep olan kanlı hadisenin yaşandığı yıl birçok kişi yazılar yazarak bu kutsal haremlerin yönetiminin kimlerin elinde olması gerek- tiğini tartışmaya açmıştı.

Enfal suresinin 34. Ayetine göre Haremeyn-i Şerifeynin yönetimini takvalı insanlar üstlenmelidir, Suudiler değil. O ayette şöyle der: „Onlar oranın (Kâbe’nin) velileri değiller, oranın velileri sadece takvalılardır.” Bu ayete göre Suud hanedanı Kâbe’nin yöneticisi olamaz. Bunlar, Kâbe’yi bir zamanlar puthane ve şaraphaneye çevirmiş olan müşriklerin torunlarıdır. Dedeleri hep Kâbe’nin üzerinde şarap zevk-u sefasına dalardı. 

Muhaddis Kummi’nin naklettiği rivayete göre onlardan bazıları Kâbe’nin anahtarını kumar oyunlarında birkaç kadeh içki karşılığında kaybetmişti… Mekke’de oynanan büyük kumar oyunlarında Kâbe’nin yöneticiliğini kumar konusu yapıyorlardı… Hâlihazırda Müslümanlar cihad-ı ekber (büyük cihad) yapmalı, Haremeyni Suud hanedanının esaretinden kurtarmanın yolları üzerinde çalışmalıdır. İmam Ali (a.s) bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: Eğer bunlar Gadir-i Hum’u söndürmek ve Sakife’yi canlandırmak istiyorlarsa bir milletin kültürünü söndürmeye yeltenmişlerdir; cihad kültürünü söndürm- eye teşebbüs etmişlerdir, böylece onları teslim almak istiyorlar. 

İmam Ali (a.s) sözlerine şöyle devam eder: Bunlar öncelikle bir milletin inancını esaret zincirine vurdular. Esir olmuş bir din, insanları harekete geçirme özelliğini kaybetmiştir. Emirulmuminin’den önce de hac, umre, Kur’an kıraati vb. dini etkinlikler vardı. Fakat Kurân-ı Natık olan Emirulmuminin (a.s) gücü elde ettiğinde Kur’an kârileri onun karşısına çıktı. Bir asırdan uzun bir süre hadis rivayetini yasaklamış olanların Kur’an’ın başıına ne musibet getireceğini kestirmek çok da zor değildir… Sonra bir planla hadis rivayetini serbest bıraktılar ve sistematik şekilde aklı devre dışı bıraktılar, onun yerine uydurma hadisleri bıraktılar. Toplumu akıldan ve düşünmekten uzaklaştırdılar. Böylece kendi hâkimiyetlerine meşruiyet kazandırdılar ve sadece belli kişilere rivayet etme izni verdiler. 

Allame Askeri’nin araştırmasına göre 150 uyduruk ravi icat ettiler… Bunların her birinden rivayet edilen bir sürü uydurma hadisler vardır… Evet, böyle bir fezada Gadir-i Hum’un ihtişamla arz-ı endam etmesini beklemek mümkün değildir. İşte bir ümmetin düşüncesi ve inancı bu şekilde esaret altına alınırsa Suud hanedanının içinde bulunduğu duruma düşer… İslam dünyası artık özüne dönmeli ve dini esaretten kurtarmalıdır; sahih rivayetler ve akıl özgürlüğüne kavuşmalıdır. Bugün Suud hanedanı tarafından esaret altına alınmış olan Haremeyn bu esaretten kurtarılmalıdır. safaqna 15 Nisan 2015 

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Allah'ın muhteşem kulları akıl sahipleri

islam'da meshepler yoktur; islam'da islamın itikat ve ameli meselelerini sıcağı sıcağına üç halin üzerinde vıcut bulması ile kayıt altına yazmış meshep'in imamları vardır; bunların ameli meselede sayısı 4 itikadı meselede 2 dir; ama hepsi'de Ehl'i Beyt imamlarına manen itikat olarak bağlıdır kalbin üzerindeki perdelerin kalkması ile ilmi ledüne erişme hakla batılı ayırt etme ferasetine ancak bedeni edep ve terbiye direkleri namaz olan bu köprü ile erişilir; aksi takdirde Ehl'i Beyt üzerinden imtihana tağbi tutulur ve genellikle'de şeytan ayaklarını kaydırır.

İmamı Şafi hazretleri ders verirken sık sık ayağa kalkarmış... öğrencileri neden sıklıkla ayağa kalktığı sorarlar; meshepin imamı dışarda oynayan çocuklardan birisi Seyyit O Pencereye yaklaşınca Ehl'i Beyte olan hürmetimden kalkıyorum; der. Akıl sahipleri Meshep imamı kolay olunmaz... İmamı Azam son iki sene olmasa Numan yok olmuştu; der. (İmam Cafer hazretlerine olan hürmetini ve aldığı ilmi kasdetiyor) İmamı Azamın yaşadığı İlde bir koyun çalınıır... İmam hazretleri duymuşki koyunun ömrü 7 sene 7 sene kasap'dan koyun almamış; böylesine şüpheliden korunur İmam.

Ehli vicdan sahipler, şüpheliden korunmanın farz'dan önceliği var'dır... çünkü şüpheliden korunmak ile kalpler Allah(c.c)a dönüyor namaz ve ibadetin kabul şartları oluşuyor. İmam Malik hazretleri muaviye'nin kafir olarak öldüğünü söyler... çünkü yakinen biliyorki, Hz Ali efendimiz üzerinden Ümmetin imtihanı başlamış Cennet ile cehennem ehli ayırt olmuştur. İmam Hanbel bin Ahmet'de benzer ilme cesarete sahiptir.

Meshepin imamları bilirki Allah(c.c) Ehl'i Beyt üzerinden ümmeti imtihana çeker; kalplerin eğriliği doğruluğu cennet ile cehennem ehli bu şekilde açığa çıkar.

Akıl sahipleri dinin beli ve omurgası maneviyatın güç kaynağı çok iyi kavranmalı „münafık din düşmanlarına oyun sahası bırakılmamalı“ bilinmeli ki din adamların feraseti halkı Allah'ın hesabına yatkın hazırlaması ile devletler kurulu; din adamlarının müsübeti halkı şeytanın hesanın yatkın hazırlaması ile'de devletler yıkılır. hacı bayazıt 25.04.2015 

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Allah'ın selamı rahmeti

alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni duruş/direniş cephesi ile ona manen fikren ve fiziken desdek/taraf olanların üzerine olsun.

Akıl sahipleri Türkiye dini ve tarihi mirasın üzerine kuruldu; AKP ise akresif cahil başörtüsü kur'an kursu düşmanları yüzünden 8 sene, son 2-3 senede deccalizmin ileri birliği fetullah terör örgütü ile  mücadele etdiği görünümü ile hükümetde tutunuyor;

ama bu zaman içerisinde Türk devletinin din'i ve tarihi mirasını deccalizim misyonunun siyasi ayağı büyük orta doğu Projesinin 'önündeki anti emperyalist ulasalci millici direnci' osmanlıcık meshepcilik sünnücülük maskesi ile aşıp altını oluşturmak gayesi için hovardaca yedi bitirdi.

Allah'ın muhteşem yaratığı akıl sahipleri;

artık Allah'ın izni ile islam alemi içerisinde ilah edindikleri şeytanı küresel emperyalist güçleri ile gölgeleyip onları empeyral hevesler ile tahrik ederek islamın beli ve omurgası maneviatın merhemet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesinin önüne sürecek „din bezirgani AKP örneği oluşuma tutunma alanı kalmadı.“

Ehli vicdan sahipleri herkim ne yapar ise yaptığı asla peşini bırakmaz İlahi Kuralınca bölgeyi kan gölüne çeviren zemin hazırlayan AKP yüzbinlerce insanın kanı ve gözyaşının hasabı altında boğulacaktır; bu sondan kurtulamıyacaktır. Onların hesabı planını Arz'ı alanın Sahibi tersine çevirip Onları kıskıvrak yakalayacaktır. İnşAllah hacı bayazıt 11.05.2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

Mezheplere Dair Önyargıları Giderecek Muhteşem Tespitler

Ehlibeyt imamları (a.s) müçtehit değil, müçtehit yetiştiricileriydi. İmam Sadık (a.s), gidip içtihat yapsınlar diye dört bin fakih yetiştirdi. İmam Sadık (a.s), hiçbir zaman onlara şunu buyurmadı: Ben bir risale yazdım ve ihtiyaç duyulacak her meselyi onda getirdim; siz o meseleleri insanlara olduğu gibi anlatmakla sorum- lusunuz. Aksine öğrencilerine şunu buyurdu: Biz temel kaideleri (ususlü) size beyan ediyoruz. Onların furuatı ve detaylandırılması ise size aittir. (Vesailu’ş-Şia, c.18, bab. 6, Sıfatu’l-Kazi, s.41).

Dolayısıyla Ehlibeyt imamlarını diğer mezhep imam- larıyla mukayese etmek onları küçültmek olur.

Ehlibeyt imamları, Peygamberimizin (s.a.a) canından birer parçalardı ve Allah’ın yasalarının beyan edicileriydi. Yani Allah’ın yasaları olan şeriatın açıklanması görevi, hayatta iken Resulullah’ın (s.a.a) göreviydi. Resulullah’ın (s.a.a) ardından bu görev Ehlibeyte intikal etti.

Yani İmam Ali (a.s) öyle bir konumda idi ki insanlar ondan bir söz duyduklarında bu sözü Resulullah’tan (s.a.a) duymuş gibi telakki ediyorlardı. Onun sözünü peygamberin sözü olarak görüyorlardı.

Yani Ehlibeytin davranış ve sözleri aynen Resulullah ’ın davranış ve sözleri gibi telakki ediliyordu. Yani nasıl ki Resulullah’ın (s.a.a) davranış ve sözleri içtihadın kaynağı sayılıyor idiyse Ehlibeyt de aynı konumda görülmektey- di. Dolayısıyla fakihler Resulullah’ın sözünü referans aldıkları gibi Ehlibeyt imamlarının da sözlerini içtihatlar- ında referans alıyorlardı.

Mesela Hanefi mezhebinin büyüklerinden olan İbn-i Abidin şöyle der: Ali b. Ebutalib’den nakledilen rivayet, peygamberden nakledilen rivayet gibidir. (Haşiye-i İbn-i Abidin, c.3, s.371). Maliki mezhebinin önderi İmam Malik’e sordular: Neden namazda ellerin açılmasına fetva veriyorsunuz? Şu cevabı verdi: Ehlibeyt âlimlerinin, yani İmam Bakır ve İmam Sadık’ın eli açık şekilde namaz kıldıklarını gördüğüm için bu fetvayı verdim. İbn-i Nedim’in fihristinde şöyle gelmiş: Birisi İmam Şafii’ye bir soru sordu. İmam Şafii de onun sorusuna cevap verdi. Fakat söz soruyu soran şahıs şu itirazda bulundu: Sizin bu görüşünüz Ali b. Ebutalib’in görüşüne aykırıdır. Bunun üzerine Şafii şöyle dedi: Eğer Ali’nin (a.s) bundan farklı bir şey söylediğini bana ispat edersen ben yanaklarımı toprağa sürerek görüşümü değiştirir ve İmam Ali’nin (a.s) görüşüne uygun fetva veririm!

Sarahsi’nin el-Mebsut kitabında humusla ilgili bir meselenin beyanında „zevi’l-kurba” , yani „yakın akra- balar” hususunda „acaba fakir olmaları şartı var mıdır?” meselesi anlatılırken Hanefilerin fakir olma şartını ileri sürdüklerinden söz ediliyor. Fakat İmam Şafii, bunu kabul etmeyip Kur’an ayetinde hükmün genel olduğuna temasta bulunuyor. Hanefiler „fakir” olma şartına dair sahabenin icma ettiğini delil olarak getirdiğinde Şafii, „ben bu icmayı kabul etmiyorum” diyor. „Neden?” diye sorulduğunda „içinde Ali b. Ebutalib’in yer almadığı bir icma delil olamaz” diyor.

Peki, Ali’nin bu icmada bulunmadığı konusundaki delilin nedir? Diye sorulduğunda ise şu cevabı veriyor: İmam Bakır’ın sözü benim için delildir. Zira o, ceddinin sözünü söyler.

İbn-i Hazm el-Muhalla kitabında şöyle der:

Ali b. Ebutalib’in içinde bulunmadığı bir icmaya lanet olsun! İşte, Şia’nın sözü de budur. Şia şunu diyor: Biz ancak içinde Ehlibeytin bulunması koşulu ile bir icmayı kabul ederiz.

Hanefi fıkhı Küfe’den, yani Hz. Ali’nin (a.s) hilafet merkezinden neşet etmiştir. Küfe ise Ali ve onun İbrahim Nehai gibi öğrencilerinin kültürü ile terbiye edilmiştir. Hanefi âlimlerinden Veliyullah Dehlevi şöyle diyor: Hanefi fıkhının %80’i İbrahim Nehai’nin fıkhından alınmıştır. Birçoklarına göre ise İbrahim Nehai Şiadır. Dolayısıyla Hanefi fıkhındaki birçok mesele Kur’an ve Peygamberden (s.a.a) sonra Hz. Ali’den (a.s) alınmıştır.

Sünen-i Tirmizi’nin mukaddimesinde şöyle geçer: Ebu Hanife şöyle der: Bir konuda benim görüşümle Ali b. Ebutalib’in görüşü karşı karşıya geldiğinde onun görüşü mukaddemdir (tercih edilir).

Ehlisünnet mezheplerinin hepsi hacla ilgili meseleler- de İmam Bakır ve İmam Sadık’ın rivayetlerin den fayda- lanmışlardır. Ehlisünnetin tüm sahih kaynaklarında bu rivayete dayanılmıştır. Ayetullah Burucerdi bu rivayeti Arabistan kralına gönderdi. Böylece ona şunu ispat etti: Sizler de hac menasiki konusunda Kur’an ve Peygam- berden sonra İmam Bakır ve İmam Sadık’ın rivayetler- inden faydalanıyorsunuz.

Şu anda bile Arabistan’da Peygamberimizin (s.a.a) haccı ile ilgili yayımlanmış birçok kitapta İmam Bakır ve İmam Sadık’tan övgüyle söz edilmiştir. Yani, sözün kısası Ehlibeyt imamları birer kaynak olmuşlardır, müçtehit değil.

Dolayısıyla bizler Ehlibeyt imamlarını birer müçtehit konumuna düşürmemeliyiz.

Yani birilerinin Şaffi, Hanefi, Hanbeli… olduğu gibi biz de Caferiyiz ifadesini kullanmak, böylece İmam Cafer Sadık’ı bir müçtehit konumuna düşürmek doğru değil- dir.

İmam Sadık’ın yazılı tedvin edilmiş bir fıkıh kitabı olmamıştır. Nitekim Peygamberin de fıkıh kitabı olmamıştır. Peygamber halka şunu buyuruyordu: Ben nasıl namaz kılıyor isem siz de o şekilde namaz kılın. Yani kendisini bir kaynak olarak sunuyordu. Ehlibeyt imamları da böyle olmuştur. Yani usulü ve temel prensipleri beyan etmişlerdir. Ama furuat ve detaylan- dırma işini öğrencilerine tevdi etmişlerdir.

Vesail’uş-Şia kitabının „Kaza” babında şu rivayet yer almıştır: Bir gün İmam Sadık (a.s), Medine mescidine girdi ve öğrencilerinden birinin halka fıkhi hükümleri anlattığını gördü. İmam Sadık (a.s) onu teşvik etti. O, İmam Sadık’a (a.s) şöyle arzetti: Efendim, ben belli bir mezhebe bağlı kalmıyorum ve her gruba kendi tabi olduğu mezhebe göre hükmünü açıklıyorum. Eğer sizin takipçilerinizden olursa sizin görüşünüzü beyan ediyo- um. Başka birine tabi ise onun görüşünü söylüyorum. Acaba doğru yapıyor muyum? İmam buyurdu: Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun, doğru olanı yapıyorsun. Böyle yapmaya da devam et. Daha sonra şöyle buyurdu: Ben de böyle yapıyorum.

Yani imamlarımız asla şöyle buyurmamıştır: Hiç kimsenin içtihat etme hakkı yoktur! Dolayısıyla hiç kimse dört Ehlisünnet mezhebinin Ehlibeyt (a.s) imamlarının fıkhı karşısında tesis edildiği düşüncesine kapılmamalı- dır. Zira bu mezheplerin imamları direkt veya dolaylı şekilde Ehlibeyt imamlarının öğrencilerindendir. Elbette Ehlibeyt İmamlarına yaşadıkları zamanın yöneticileri tarafından birtakım kısıtlamalar konulduğu da bir gerçektir. Bu yüzden insanlar bazen rahat bir şekilde onlara ulaşamıyordu. Hatta tarihte şu anektodu da görüyoruz: İnsanlar İmam Sadık’a sözlerini ulaştırmak için bazen salatalık satıcısından istifade ediyordu! Veya büyük fıkıh önderleri ile çağdaş olan İmam Kazım (a.s) uzun süre zindanlarda kalmıştı.

Dolayısıyla zamanın zalim yöneticileri Ehlisünnet fıkhını Ehlibeyt aleyhinde kullanmaya çalışmışlardır. Fakat Ehlisünnet fıkıh imamlarının Ehlibeyte düşman olduklarına dair hiçbir delil bulunmamaktadır. Ebu Hanife Abbasi hükümetinin kadılık görevini kabul etmediği için zindana atıldı ve orada öldü. Çünkü Abbasilere muhalifti ve hükümetin Ehlibeytin hakkı olduğuna inanıyordu. Malik, hükümete karşı olduğu için kırbaçlanmıştır. Ahmet b. Hanbel de zindana atılmıştır. Şafii, Yemen’de rafizilikle itham edilmiştir. Bu yüzden Bağdat’a getirilmiş ve neredeyse idamın eşiğine gelmiş- tir. Hüccetül İslam Biazar Şirazi shafaqna 20 Mayıs 2015

Özet olarak, Alemleri mükemmel şekilde yaratan Zatı Zülcelal mülkünde ortakcı kabul etmez. İnsanların cüzzü iradesi belirli bir alan içerisinde sınırlıdır.

Allah’ın yarattığı bütün olaylar islam üzerinden iki kurala bağlı gelişir. İslam’da meshepler yoktur; İnsanların itikat ve ameli konularını öğretip kayıt altına almış amelde meshebin dört imamı vardır‘… bu meselenin senedi; alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası maneviyat’dır.

Maneviyat manen fikren ve fiziken üç halin örtüşmesi kemer ve köprüler ile kurumlaşır vucut bulur. Bu yolda İmam hz Ali efendimize çıkmayan her yol batıldır; Peygamber efendimiz izine düşemez Allah’ın hesabına olamaz.

Meshep’in itikat ve ameli dört imamı manen ve kalben Ehl’i Beyt imamlarına bağlı’dır; değilse kemer ve köprüleri olmaz yolları İmam Aliy’ye çıkmaz Peygamberi izine düşemez.

Meshepleri sonraki gelen takipcileir çıkartmıştır; yani sonra gelenlerin kemer ve köprüleri olmadığı için Ehl’i Beyt imamlarına tutunamamış ayakları kaymış; meshep imamlarına mualif olarak dini bölücü meshepler çıkmıştır. Meshepcilik dinsizliğe açılan kapı’dır.

Misal; İmam Azam Ebu Hanife hazretlerinin bulunduğu kasabada bir koyun çalınmış, İmam duymuş’ki koyunun ömrü 7 sene, 7 sene boyunca şüpheli’den korunmak için kasap’dan koyun eti alıp yememiş, „şüphel’den korunmanın farz namaz’dan önceliği var“‘… İmamı Azamı takip etmesi gereken İmam Yusuf faize fetva vermiş, ayağı kaymış.

Misal; İmam İmşafi hazretleri Namaz meselesinde en tavissiz. İmam Şafiye göre kadına dokunmak abdesi bozar... düşünmek’de abdesi bozar; İmam Şafi’yi takip etmesi gerekenler‘… değil dokunmak düşünmek, cin şeytan ile evlenmeye fetva vermişler.

İmam Yusuf ve İmam Şafi’yi takip edenler neden İmam Azam ve İmam Şafi’ye mualif fetva verip ayakları kaymış; onlar’da İmam Azam ve İmam Şafi’nin manevi fikri ve fiziki hali olmadığı için şeytan kalplerini dönderip ayaklarını kaydırıp meshepciliğe zemin hazırlamış.

Tarikat dinin beli ve omurgası maneviyatın olgunlaşması ve kurumlaşmasına zemin hazırlar;

Seyyit Abdulkadir Geylani hazretleri zamanın alimlerinin boynu benim ayaklarımın altın’da der. Bu hal ile Kadri tarikatı oluşur… Sonra gelenler bu hale tutunamayınca şeytan yaklaşır „imama mualif olarak“ sen benim yardımcılarımın boyunlarını ayağının altına alırsın, bende senin takipcilerini cin ve şeytan ile evereceğim diye, fetva verdirir‘... meshepcilik’de aynı hal ile olmuştur. 

Alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası maneviyat'dır; maneviyatın özü Ehl’i Beyt’dir. Ehl’i Beyt’e tutunamayan islamı anlamaz yüzünden okuduğu dini islam sanır kalbi döner Peygamberinin değil şeytanın izine düşer.

Açıkcası‘… Allah(c.c) ümmeti (genelde insanları) Ehl’i Beyt üzerinden imtihan eder kalpleri doğru olanlar ile eğri olanlar birbirinden ayrılır Allah(c.c) gelişmeyi yaratır. Alem bilerek veya bilmeden bu iki halden birisine taraf olur. Hacı Bayazıt

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

”Arabistan, Katar ve Türkiye birleşti!”

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, direniş hareketi mensupları ve gazilerle yaptığı görüşmede bazı açıklamalarda bulundu. Nasrallah, „Lübnan şartlarının 1982 yılından (İsrail işgali) daha tehlikeli olduğunu” belirterek, yakında gerçekleştirilecek bir genel seferberlik ihtimalinden söz etti.

Nasrallah’ın Konuşması Şu Şekilde:

Bu Yolu Sıffın'a Kadar Sürdüreceğiz. Önümüzdeki merhaleler için ümitsiz olmaya gerek yok. Bu merhalede tekfircilerle mücadele için tüm güç ve imkanımızı kullanacağız… Her mekanda ve sınırsız bir şekilde ve hiç kimseden utanmadan açık bir gözle mücadele edeceğiz. Bizim bu seçeneğimizden hoşlanmayanlar nasıl uygun görüyorlarsa öyle davransınlar. Moralimiz iyi ve güçlü olmalı. Zaferlerimizi küçük göstermek isteyen ya da inkar edenlere aldırış etmiyoruz, hatta tüm şehirlerimiz de düşse de irademizde zayıflık olmaz…

Allah bu savaşı bize vacip kıldı, tıpkı Resulullah (s.a.) ile birlikte olanlara Bedir Savaşını ve Hayber’e kadarki diğer savaşları vacip kıldığı gibi… Bu yolu Sıffın’e kadar sürdüreceğiz ve kim sabit kadem durursa maksada ulaşacak.

Arabistan, Katar Ve Türkiye Karşımızda Birleşmiş Durumdadır.

Önümüzde üç seçenek var:

1) Geçmişteki dört yıldan daha fazla savaşmak; 2) Teslim olmak suretiyle kadın ve kızlarımızın boğazlanıp esir olmasına göz yummak, 3) Ya da Filistin’in işgali gibi yeni bir faciayla yüzleşmek, sürgün olmak. Eğer bu savaşta yarımız şehit düşer ve diğer yarımız sağ kalır ve izzet ve şerefle yaşarsa bu bizim için daha iyidir. Hatta bu savaşta dörtte üçümüz şehit olsak ve geriye dörtte birimiz kalsak, ama izzet ve şerefle yaşamaya devam etsek bu da iyidir. Elbette inşallah bu kadar şehit vermeyeceğiz fakat fiili durum büyük fedakarlıklar gerekmektedir, zira saldırı büyüktür. Artık Arabistan, Katar ve Türkiye arasındaki ihtilaflar son bulmuştur ve hepsi karşımızda birleşmiş durumdadır. Artık her kim başkalarını gönülsüz kılıp morallerini bozar ve bundan başka söz söylerse ahmak, kör ve haindir. Amerikan elçiliğinden beslenen Şiiler hain ve satılıktırlar ve bizim bu konudaki kabulümüzü asla değiştiremezler.

Artık daha fazla sessiz kalmayacak ve hiç kimseyi idare etmeyeceğiz. Bu, direnişin varlık yokluk savaşıdır. Onur ve din savaşıdır. Gün seferberlik günüdür.

Buna herkes katılabilir, isterse sadece dille olsun. Herkes bu seferberliğe katılabilir. Halkın gözünde itibarı olan herkes bu seferberliğe katılmalıdır, alimler konuşmalıdır. Önümüzdeki aşamada da tüm halk için genel seferberlik ilan edebiliriz. Her yerde savaşabiliriz diyorum. Bugün kimse karşısında susmayacağız. Her kim bizim karşımızda durur ve sözle buna engel olmak isterse gözlerinin içine bakacak ve sen hainsin diyeceğiz, ister büyük olsun ister küçük. Medya Şafak 23 Mayıs 2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

 

Sahabe neslinin gulûl suçlarına karşı tavrı

Gulûl suçlarına yani devlet ve millet malının talan edilmesine karşı ilk radikal tavrı koyan kuşak, Muhammedî sünnetin Kâbesi sayılan Medine’nin sahabe neslidir.

Sahabe kuşağı, Müslü-manların üçüncü halifesi seçilen Osman bin Affân’a karşı koyarak, kamu malı talanına bulaşanların aflarının söz konusu olamayacağını göstermiştir.

Yani Hz. Peygamber’in bu konuda-ki sünnetinin gereğini bihakkın yerine getirmiştir.  

Emevîci saltanat dinciliği, tarihin bu sarsıcı gerçeğini Müslümanlardan saklamış, gulûl suçu yüzünden Müs- lüman mezarlığına defnedilmesine bile izin verilmemiş bir yöneticiyi, sırf Emevî kodamanlarının hatırı için bu suçla hiç ilgisi olmayan biri gibi göstermiştir.  

Şimdi biz, Emevî hanedanınına yüz yıllık saltanat yolunu açan üçüncü halife Osman’ın, sahabe nesli taraf- ından ağır biçimde cezalandırılan gulûl suçu serüvenini kısaca verelim: 

Osman'ın Gulülcü İcraatı Ve Bunun Yol Açtığı Felaket 

Tarih, imkânları ve mevkii Halife Osman kadar sömürülen devlet adamına çok az tanık olmuştur. Emevî zihniyeti, Osman’ın önce dirisinden yararlanmak için onu korkunç yanlışlara sürüklemiş, sonra da onun ölüsünü iktidar aracı olarak sömürmüştür. 

Halife Osman’ın tüm halifelik dönemi, özellikle döneminin ikinci yarısı, tarihin en bü-yük gulûl ihlalleriyle doludur. Osman, Müslüman hazinesini ve devlet mallarını akrabası Emevîlerle yandaşlarına hiç sınır ve kural tanımadan talan ettirdi. Osman, Irak’ın en verimli yerleri olan ve öncelikle oraları fetheden gazilerin hakkı olması ge-reken toprakları „Sevad-ı Irak Kureyş’in bahçesidir” diyerek yandaşlarına ikram etti. Osman, akrabası Emevîleri, her türlü melanetlerine rağmen devletin en iyi yerlerine getirdi. Özellikle maliyeyi onlara teslim etti. Ve maliye, Emevî kodamanları tarafından fütursuzca yağmalandı.  

Muhammedî sünnete sahip çıkma mevkiinde olan sahabe nesli, Halife Osman’ı, gulûl suçları yüzünden dinden çıkmış sayıyor, ona Müslüman muamelesi yapılmasına izin vermiyordu.  

Müslüman Mezarlığına Gömdürmediler 

Osman’ın, halifeliği boyunca, özellikle halifelik döneminin ikinci yarısında akrabası, yandaş-ları hesabına talan ettirdiği devlet hazinesi Müslümanlara yardım ve yarar üreten bir hazine olmaktan çıkmış, Emevîlerin özel ‘talan havuzu’na dönüşmüştü. Bunun adı, Maun suresi ihlali veya gulûl suçu idi. Ve Maun suresi ihlali, insanı dinden çıkarıp lanetlik hale getirirdi. Bu suçu işleyenlerin cenaze namazları Hz. peygamber tarafından kılınmamıştır.  

Halife Osman, İslam dışına çıkmış kabul edilen gidişini düzeltmesi için, Müslüman toplumun aydın ve bilge kişileri tarafından çok ısrarlı biçimde uyarıldı ama bu uyarılar hiçbir işe yaramadı. Tam tersine, Osman, kendisini uyaranları kendisine darbe yapmakla suçluyor, onları olabilecek en ağır cezalarla, hatta işkencelerle cezalandırıyordu.

Bu-nun en ürpertici örneği, büyük sahabî Ebu Zer’dir. 

Gulül Suçluları Müslüman Mezarlığına Defnedilemez

Osman, nihayet, maruz kaldığı bir halk hareketiyle makamından indirildi ve halka çektirdiklerinin cezasını hayatıyla ödedi.

Ama iş bununla bitmedi:

Sahabe nesli, Osman’ın yaptığı kötülüklerin sadece başını vermekle ödenemeyeceği kanısındaydı. Osman’ın cenazesinin bir Müslüman cenazesi olarak Müslüman mezarlığına defnedilmesine izin vermedi.

Osman’ın cenazesine Osman’ın üç kölesi, bir kızı ve bir de Mervan bin Hakem katılmıştır. (Taberî, Tarih, 35. yıl olayları; İbnül Esîr, el-Kâmil, 3/76; Askerî, Âişe, 1/172-173)   

Daha da ilginci, Medine halkı, özellikle Medine’nin esas yerlileri olan Ensâr, Osman’ın, Müslümanların gömülü bulunduğu Bakî’ mezarlığına defnedilmesine izin vermemiştir. Bakî’in bitişiğinde ve Bakî’den bir duvarla ayrılan Haşşukevkeb adlı bir bir Yahudi mezarlığı vardı; Osman oraya defnedildi.

Daha sonraki zamanda, Haşşukevkeb’le Bakî’ arasındaki duvar, Muaviye tarafından yıkılıp Osman’ın da gömülü bulunduğu Yahudi kabristanıyla Müslümanların mezarlığı olan Bakî’ birleştirildi. Ve o günden sonra „Osman Bakî’ mezarlığına defnedilmiştir” sözü yaygınla- ştırılarak defnin yaptğı utanç tablosu örtüldü. Prof. Dr Yaşar Nuri Öztürk 23.06.2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

 

Bismillahir Rahmanir Rahim

Alimlerin bu devirdeki vazifesi insanları Mehdiliğe yönlendirmek olmalıdır.

Sırat-ı mustakim, insanları Allah’a götüren yolun adıdır. İlahi vahiy bu yolun düsturlarını beyan etmiştir. „Kuşkusuz, Allah benim de sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin İşte sırat-ı mustakim budur. „ Al-i İmran/ 51

Doğru yol sırat-ı mustakimde olmanın alameti Rabbe „itaat ve ibadet” etmektir. Peygamberler bu yolun hem ilk yolcuları ve hem de Yaradan tarafından tayin edilmiş önderleridir. „Kuşkusuz sen peygamberlerdensin ve doğru yol/sırat-ı mustakim üzeresin.” Yasin/3-4

Bizlere de sırat-ı mustakimde olmak için dua etmek emredilmiştir; hem de günde beş vakit namazda ilk iki rekatında „ihdinassıratel mustakim” „bizi sırat-ı mustakime hidayet et” demesi emredilerek. Kul hergün Rabbine „beni hak yola hidayet et” diye yalvarır. Yüce Yaradan da buyuruyor: „Allah dilediğini sırat-ı mustakime iletir.” Bakara/213

Ve Rabb kimi hidayet edeceğini de şöyle buyuruyor: „Allah’ın ayetleri size okunduğu ve Allah’ın Resulü aranızda bulunduğu halde nasıl inkara saparsınız? Kim Allah’a sarılırsa şüphesiz, sırat-ı mustakime iletilmiştir.” Al-i İmran/ 101

Hidayete ulaşma şartı Allah’a sarılmak olarak beyan ediliyor.

Asrı-ı saadetten uzaklaştıkca sırat-ı mustakimin yanında yolların sayısı çoğaldı; bütün bu yollar tali ve yan yollardır ama malesef insanlar bunu anlayamadılar. Bu yolların bazıları alternatif yol olarak ortaya çıkarılmıştır, bazıları da bu asıl yoldan sapmının neticesinde ortaya çıkan yapay yollardır.

Bu sırat-ı mustakimin beşeriyet tarihi boyunca nişanesi peygamberlerin bu yolda gitmesiydi. Salihlerin, şehidlerin ve sıddıkların bu yolu peygamberleri takip ederek gitmeleri diğer nişanelerdir.

Günümüzde bu sırat-ı mustakimin bir nişanesi olması gerekir; herkesin kabul edeceği, Kur’an kaynaklı ve sünnet onaylı bir nişane olmalıdır. Aski takdirde insanların sırat-ı mustakimde gitmemelerine bir gerekçesi olmuş olacak, tali yollara girmeleri için ellerinde bir bahane olacaktır

İşte bu nişane Mehdiliktir. Günümüzde sırat-ı mustakim Mehdiliktir. Hak- batıl arasındaki terazi ve mizan „Mehdilik” inancıdır. Mehdilik dışındaki diğer bütün yollar eğer yolcularını asıl yola sırat-ı mustakime ulaştırırsa yani Mehdiliğe götürürse hak yoldur aksi takdirde imam Humeyni (r.a) dediği gibi Amerikan İslamıdır veya İmam Hamanei’nin dediği gibi İngiliz Şiiliğidir.

İnsanlar, sırat-ı mustakim olan Mehdilik yoluna yönlendirilmelidir. Bunun ilk adımı bu yolun karşısında veya paralelinde bulunan yolların batıllığını insanlara anlatmaktır, insanlar batıl yollar kendisine tanıtıldığında sırat-ı mustakimi bulacaklar ve kendileri bu yolda haraket edeceklerdir.

Günümüzde ilim ehlinin, düşünürlerin, aydınlar ve kanaat önderlerinin en büyük cihadı belki de yegane cihadi sırat-ı mustakimi tanıtmak ve bu yolun dışındaki bütün yolların batıllığını beyan etmektir.

Sırat-ı mustakimin yolundaki dikenler  temizlenir, hakkı görmeyi engelleyen perdeler kaldırılır ve ilerlemeye mani olan barikatlar yok edilirse sırat-ı mustakimin saf ve temizliği ortaya çıkacaktır.

Bütün peygamberler bu yola davet etmişlerdir. Bütün dinlerin mesajı bu sırat-ı mustakime davettir.

Bu yolun önderleri insanları Mehdi inancına yaklaştıracak her türlü çalışmayı yapmalıdırlar. Bütün faaliyet ve çalışmaların temel stratejisi Mehdilik dok- trinine göre ayarlanmalıdır. Ticaret, muaşeret, eğitimöğ- retim, savaşbarış, emniyet-güvenlik, uluslararası ilişkiler, hukuk, ahlak, siyaset ve müdüriyet gibi toplumsal işlerin hepsinin temel stratejisi Mehdilik olmalıdır.

„Zuhur asrı” diye  bilinen bu asırda en önemli görev „Zuhur nesli” yetiştirmektir. Ulemanın günlük geçici politik entrikaların içinde yer almaları onları yıpratır ve asli görev olan peygamberin varisliğini yerine getirmeyi engeller. Alimler kendilerini meşgul eden ve insanın bütün enerjisini yok eden  geçici ve boş işlerden uzak durmalıdırlar ve Mehdilik inancına layik „zuhur neslinin” yetişmesi için çaba harcamalıdırlar.

Dünyadaki özellkle de Ortadoğu’daki olayların hepsi Sırat-ı mustakimin / Mehdiliğin ortaya çıkmasını engellemek içindir. Müstekbirler, zuhurun yaklaştığının farkındadırlar. Sırat-ı mustakim yolcuları bu yolun imam ve hüccetinin kim olduğunu tanımalı ve tanıtmalıdırlar. Bu ilahi öndere asker ve yaren yetiştirmelidirler. İşte zuhurun ortamını hazırlayacak u zuhur neslidir. Berlin İmam Rıza (as) İslam Merkezi hocası Şeyh Sabahattin Türkyılmaz Rasthaber 26 Haziran 2015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12

 

„Stratejik Derinlik”te boğulmak!

Allah’ın adıyla

Cumhuriyet tarihi boyunca iktidardan uzak kalmış, kendini ötelenmiş ve ikinci sınıf hissetmeye itelenmiş Türkiye muhafazakârları açısından 2003’te mutlak güçle hükümeti elde etmiş olma tarihi bir dönüşüm ve kırılmanın da başlangıcı oldu.

İktidar olmanın siyasi, ekonomik ve sosyal nimetleri/rantları ile tanışan Türkiye İslamcılığı birkaç zaman içinde çözüldü. Hatta daha doğru bir ifade ile gerçek genetik yapısı aşikâr oldu. On küsur yıllık kesintisiz iktidar tecrübesi Türkiye İslamcılığının hiçbir alanda derinliği olmayan sığ bir düşünsel anatomiye sahip olduğunu açığa çıkardı. Ve bizler, mezhep taassubu ve ulus kavmiyetçiliğinin Türkiye İslamcılığının tüm genlerine işlemiş olduğunu maalesef üzülerek müşahede ettik.

Sırtını emperyal güçlere dayamakta, „büyük şeytan”ı „stratejik müttefik” ilan etmede dini, siyasi ve sosyal hiçbir problem görmeyen Türkiye İslamcıları, iktidar sarhoşluğu içinde güç tutulması yaşayarak olmaz hülyalar görmeye başladılar. Adını „stratejik derinlik” koydukları hayalperest dış politika ile tüm Ortadoğu’ya nizam vermenin; Osmanlı’yı diriltme hülyası olarak tanımlanabilecek „Neo-Osmanlı” hayali ile de kendilerince küresel oyun kurucu rolü oynamaya başladılar.

Emperyalizm ve siyonizmin esası BİP (Büyük İsrail Projesi) olan ancak halkların ayıkmaması için „insan hakları, demokrasi, özgürlük” gibi kavramlarla makyajla- nmış BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile Türkiye İslamcılarının hayalleri örtüşünce küresel güçler bir taşla kuş katliamı yapmak için sırtını sıvazlayarak Türkiye İslamcı Hükümeti’ne ön ve yapay bir rol verdiler.

Türkiye İslamcıları ve İslamcı hükümeti, Suriye’de diktatör olarak tanımladıkları „Esad rejimi”ni devirip Şam’ı örtülü bir eyalet haline dönüştürmek, Irak’ı parçalayarak „Şii”lerin Irak’a vaziyet etmesini önlemek, Kuzey Afrika’dan Arap Yarımadası’na „İhvan” veya muadili hareketleri iktidara taşıyarak „Sünni İmpara- torluk” kurma hayali ile tüm donanımlarını kuşanıp sahaya çıktılar.

Oysa „küresel emperyalizm ve siyonizm”in çok daha üst planları vardı. Antiemperyalist ve antisiyonist Esad yönetimi yerine kurulacak uydu bir hükümetle İsrail’in güvenliğini garanti altına almak, İslam İnkılâbı ile Lübnan Hizbullah’ı ve İsrail’e karşı mücadele eden diğer mukavemet hareketleri arasındaki bağlantıyı kesmek, Irak’ı parçalayarak İslam İnkılabı’nın etkinliğini kırmak veya en azından daraltmak, Büyük Şeytan Amerika ve gasıp siyonist rejimin kontrol ve güdümünde olacak Türkiye-İran-Irak ve Suriye’nin parçalanmasına kapı aralayacak bağımsız Kürdistan’ı şekillendirmek, İslam toplumlarını terörize etmek ve bitmek tükenmek bilme-yecek „mezhep ve etnik” çatışmaların fitilini ateşlemek, gelecekte başka plan ve desiselerde kullanabilmek için Selefizm ve Vahhabizmin yaygınlaşmasını sağlamak, „Batı”nın kucağına düşmüş Türkiye ve Arap diktatör- yasını İslam İnkılabı’na karşı kullanmak emperyalizm ve siyonizmin ilk bakışta görülebilecek hedefleriydi.

Kendilerine verilen yapay „bölgesel güç, küresel oyun kurucu” rolü ile önce Ortadoğu halk ve hükümetlerine „ağır abi” raconu kestiler. Ancak „ağır abi” raconları ile istediklerini elde edemeyince dünyanın dört bir yanından devşirilen „vahşi mağara insanı” görünümün- deki „cihadist terörist”lerin Suriye ve Irak’a geçişine zemin hazırladılar. Kendi yumurtalarını pişirmek için Ortadoğu’da cehennemin kapılarını zorlamaktan çekinmediler. Fikri ve yapısal olarak on küsur, fiili olarak ise beşinci yılını doldurmaya yönelmiş savaşın ardında ise içeride elde kalanlar; teröristlerin ana güzergâh ve lojistik üssü olarak kevgire dönmüş sınırlar, dünya da terör destekçisi bir ülke algısı; mezhebi ve etnik olarak tahrik edilmiş, ihtilafları kaşınmış ve derinleştirilmiş bir toplum; Selefileşmiş yapı, cemaat ve zihinler, birkaç milyon mülteci, özellikle güney bölgelerinde bozulmuş sosyal ve demografik yapı oldu.

Harici olarak durum iç görünümden farklı değil. Artık Libya ve Mısır’ın açıktan düşman ilan ettiği, bölgede Suud-i Amerika ve Katar dışında müttefiği kalmamış, her şeyi birlikte kotarmalarına rağmen „Batı”nın bile suçlu ilan ettiği, tüm hariciye politikaları emperyalist Amerika ve gasıp Siyonist rejimle örtüşür hale gelmiş, küresel emperyaller adına vekalet savaşı yürüten bir taşeron olarak görülen, Esad’ı devirememek bir yana kendi toprak bütünlüğü için tehlike çanları çalmaya başlamış bir ülke konumundayız.

„Bölgesel güç, küresel oyun kurucu” naraları ile çıkılan Neo-Osmanlı yolunda „stratejik derinlik” tam bir „stratejik bataklık”a dönüştü!

Gelinen son nokta „aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” durumuna bile rahmet okutacak cinsten. Zira ne yana tükürürsen tükür girdapsal rüzgâr onu tekrar kendi yüzüne yapıştırıyor!

„Stratejik bataklık”a saplanmış Türkiye İslamcıları ve „İhvanvari” İslamcı hükümeti son günlerde ise artık „vekalet”ten „esas”a geçecek savaş naraları atıyorlar. Yaşananlardan zerre kadar ders çıkarmamışlar. Mezhep taassubu ve kavmiyetçilik tüm basiret ve ferasetlerini köreltmiş!

Yalın bir akılla gözlemlediğimizde, Türkiye’nin Ortadoğu politikası iflas etmiştir. Ve bu müflis politikanın esaret ve yıkıcı zararlarından kurtulmanın yolu bizatihi savaşa girmek değildir! Türkiye’nin Suriye’ye bizatihi savaş ilan etmesi Ortadoğu’da cehennemin kapılarının ardına kadar açılması demektir. Bu bölgesel hatta küresel bir savaşa kapı aralamadır. Türkiye böyle bir savaşın başlatıcısı olabilir ama böyle bir savaşın sonunu tek parça olarak görebilir mi bunu düşünmesi, özellikle Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na sürüklenmesi ve küresel emperyaller tarafından nasıl yağmalandığını hatırlaması gerekir.

Peki, çözüm nedir?

Mezhep taassubu ve kavmiyetçi faşizm ile basiretleri körelmemiş akıl sahipleri açısından bu sorunun cevabı ilk günden bu yana nettir.

Küresel emperyalizm ve gasıp Siyonist rejimin menfaat ve hedefleri için başlatılmış „Suriye Vekalet Savaşı”ndan Türkiye acilen çekilmelidir. Bu savaşta oynadığı her türlü rol ve dahli sonlandırmalıdır. Güney sınırlarında tam bir kontrol temin etmeli her türden „cihadist-terörist” ve lojistiğin geçişine engel olmalıdır.

Esad yönetimi ile bir an önce iletişim ve ilişki kurulmalı, Suriye’nin toprak bütünlüğü esas alınarak terörizme karşı Esad’a destek olunmalıdır. Irak’ta tüm ilişkiler „merkezi hükümet” üzerinden yürü- tülmeli ve Irak’ta „Sünnicilik” oynama terk edilmelidir.

Emperyalist ve Siyonist baskı ve tehditlere boyun eğmeyerek, İslam İnkılâbı ile gerek ikili ve gerekse bölgesel olarak tam bir işbirliğine gidilmeli ve tüm bölgesel sorunların çözümünde ortak hareket edilme- lidir.

İsrail ile ilişkiler „sözel olarak” değil „reel-pratik” olarak dondurulmalı ve Siyonist İsrail ile örtüşen her türlü bölgesel ve küresel siyasetten vazgeçilmelidir.

Kürt realitesi emperyalizm ve Siyonizm ile değil; İran, Irak ve Suriye ile işbirliği içinde ele alınmalı ve Kürt Halkının insani her türlü hak ve özgürlüğünün garanti edildiği reel bir çözüm üretilmelidir. Muntazar Musavi / Rasthaber 30.06.3015

 

28.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13

 

Ehl-i Beytin değeri

İnanan Müslümanlar içinde en üstün sınıf takva sahibi Ehl-i Beyt’tir. Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendilerimizdir. Cenab-ı Hak ayeti kerimede, „Yüce Allah ancak ve ancak siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister” (Ahzab, 33) buyurmuştur.

Yine „De ki: Ben bu (Peygamberliğimi tebliğime) karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiç bir ücret istemiyorum” (Şura, 23) buyurur. 

Ehl-i Beyt’in üstünlükleri hakkında onlarca ayet ve yüzlerce hadis vardır. Biz bu ikisini vermekle kifayet ediyoruz.  

Bugün çeşitli bahaneler ile birliği bozulan, tevhid akidesinin manasını unutan İslam dünyasının tekrar bir ve beraber olması için tek payda ise Ehl-i Beyt’tir. Birlik mayası Ehl-i Beyt, bilinçli bir şekilde gizlenmiştir. Hatta Hamse-i ali Aba hadisinde ısrarla altı çizildiği şekliyle 5 kişi olan Ehl-i Beyt’in içine Hz. Peygamber’in hanımları, Haşimoğulları, ümmetin tamamı dahil edilmek istenmiştir. Ehl-i Beyt’in beş kişi ile sınırlandırılması, İslam’ın devamında üstlendikleri rol sebebiyledir. Ehl-i Beyt, Cenab-ı Hak tarafından sevilmiş, seçilmiş ve üstün tutulmuştur. Ehl-i Beyt’in üstünlükleri mübarek imam- ların döneminde de tartışılmıştır.

İmam Rıza Efendimiz ile Memun arasındaki bir münazarayı vermek istiyoruz.

Ayette geçen ‘temiz ıtret’ hakkında Halife Memun’un sorusuna İmam Rıza ayetlerle izah getirmiştir: „İmam (as): Onlar Allah-u Teala’nın kendi kitabında şu şekilde vasfettiği kimselerdir: ‘Ancak ve ancak Allah, siz Ehl-i Beyt’ten  her çeşit günah ve çirkinliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.’ Yine onlar Resulullahı haklarında şu şekilde buyurduğu kimselerdir:

Ben aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Allah’ın kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt’im. 

Bilesiniz ki, bu ikisi havuzu başında Bana gelinceye dek birbirlerinden ayrılmazlar. Öyleyse Benden sonra bu ikisi hakkında nasıl davranacağınıza dikkat edin. Ey insanlar! Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın zira onlar sizden âlimdirler.”

Ehl-i Beyt ümmetin güvencesi, sığınacak limanıdır.

Resulullah buyurdu: „Yıldızlar yeryüzündekilerin 'denizde' boğulmamalarını sağlayan yegâne güvencedir. Ehl-i Beyt’im de ümmetimin ihtilaflar karşısındaki yegâne güvencesidir.” (Müstedrek-i Hakim, c.3,sayfa 149) Kısaca Ehl-i Beyt olan beş kişi ve onlardan devam eden soy ümmetten üstündür. Prof. Dr. Haydar Baş 04.08.2015

 

29.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Öbür dünyada dokunulmazlık nasıl sağlanır

Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'nün eski bir konuşması, bugünlerde tekrar popüler oldu.

Sosyal medyada paylaşılan videoda Cübbeli Ahmet Hoca, ahirette insanların başına neler geleceğini anlatırken kimlere dokunulmayacağını da belirtiyor ve şunları söylüyor:

„Ali Haydar Efendi hazretlerinden işittim. Yarın Ahiret'te kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürlerken yaka paça, o adam dese ki 'ben Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım' dese bırakırlar.“

Bu video bugünlerde „öbür dünyada dokunulmazlık nasıl sağlanır“ mesajıyla paylaşılıyor. Odatv 04.10.2015

Cübbeli doğrunun tersini (içerden) yazmış;

Nakşi tarikatı takipcilerinin defteri kapalı olur... Onlar islamın kemale erip sağlam kulpa bağlandığı İmam Ali(a.s) Velayet'ine mualif muaviyenin takipcisi şeytanın hizbidir; şeytan onları izine düşürür imtihan ederek yardımcı edinir „Allah(c.c) ile bağı koparır“ defteri kapatır; onların ahiret'de imtihanı olmaz. Allah'ın ‘ihtarı‘ vaadi gereği doğru ateşe cehenneme sürülürler.

Bu olayın senedi.1;

Bahauddin Nakşibend, mesleği Cellatlık, merhamet duygusunu yitirmiş yaptığı iş’den de „pişmanlık duymayan” islam dairesinde tahribat yolu açmış birisidir kalbine merhamet ve marifet ilmi gelmez... merhamet ve marifet ilmi üç halin örtüşmesi ile Hüseyni meşrep'de olur... Hüseyni meşrep islamın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifetin kaynağıdır.   

Bu olayın senedi.2;

Bu alemde  Allah(c.c)ın yarattığı bütün olaylar islam üzerinden iki kurala bağlı gelişir; tesadüfen hiçbirşey olmaz‘…

yıl 27.01.1995 Eisenstadt Hapsane‘ye görüşüme gelen Osman „Türkiye’de duymuşlar herkes bayram yapıyor“ sen içerde hazırlanacakmışsın nasıl olacaksa, bizde bütün guruplardan çetrefelli adamları etrafımıza toparlıyoruz; yakında sana iki kitap gelecek ondan sonra bizde kesin tavır alacağız, dedi; gelen Kitap’ın birisi Kutup‘la ilgili ama içeriği boş, ikinci kitap (İmam Rabbani takma isimli) Ahmed Sirhind,‘nin yazdığı Mektupat idi.

Mektupat’da mektupların birinde yazıyorki; şeytanı yardımcı olan komutanın yapamayacğı yoktur‘…

bir başka mektup’da yazıyor’ki İmamı Rabbani‘nin oğluna, hocası pazardan şüpheli yedirirmiş çocuğu yumuşatmak için.

Ben o zaman Rabbani‘nin Mektubat Kitap’ını tahrip etmişler sandım; Rabbaninin Mektupatını kabullenmedim; Kutup, kitapının içeriği’de boş, idi‘… şeytanı yardımcı edinsem (bu mümkün değil Ehl’i Beyt evlatları kabullenmez) çocukların şüpheli yemesini kabul etsem (oda mümkün değil) şeytan yaklaşıp haram ve şüpheli yedirip itikadı bozup amelleri zayıflatıp ‘alıp‘ hapisde bulunduğum davadaki suçu kabullendirip mahkemeler üzerinden yardımcılarının açığa çıkmasını önleyecekti‘…

Mektupatı kabullenmeyip şeytan’da yaklaşamayınca Osman ve karısı etrafına topladığı adamları ile içerde bana dışarda Çocuklarıma eziyet etmeye başlamış‘… vermiş olduğum mücadeleyi dışardan takip edenler’den. Avukat Mahkemede Hakim Alfred Ellinger’e efendim Bayazit’ın dosyasını diğer insanlardan ayıralım, dedi‘…

Yani, Bayazit onları kabullenmedi onlarda Bayazit‘ın  çocukları ve ailesine eziyet ediyorlar; demek istedi.

Bu hali gören ve dinleyen Hakim Alfret Ellinger tercüman Nermin Dürdane’ye sordu; bak kafasına önünde ışık görüyormusun dedi; Tercüman evet dedi‘… bu arada şeytan yaklaştı üfürdü; Hakim kalbini dönderdi yüzünü buruşturdu dilinin ucu ile tüf, diye tükürdü‘… O zaman burda kalıyor, dedi;

yani, Peygamberler zamanındaki olaylar devamlı aynı amaç için değişik usuller ile tekrarlanır;

Bayazit bunları kabullenmedi, bir daha bir „Sıffın olayı“ tekrarlanmayacak „Kur’an ile aldatamayacaklar“ bu defa soysuz münafıklar mahkemeler üzerinden imha edilecek‘… bu sefer yardımcılarını kurtaramayacaksın ‘derdecesine‘ yüzünü buruşturup kalbini dönderip tüf, diye şeytana tükürdü‘… Mahkemeler için, Davut aleyhisselamın sapan taşı gib; taşlara zemin hazırladı.

İslam hukukun'da mesleği kasaplık olanın bile şahitliği makbul olmaz iken; mesleği cellatlık olan merhamet duygusu yütirmiş biri; insanları eğitici doğru yola sevek edici ilmi olmaz;

onlar sadece şeytanın yardımcısı olur.

(İmam Rabbani takma isimli) Ahmed Sirhind, Mesleği Kasaplık. Bahauddin Nakşibend, mesleği Cellatlık.

Hacı Bayazıt

 

29.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Dr. Hermine MOLLIK-KREUZWIRT                 

Fachara für Psychiatrie und Neurologie         

Beeidete und gerichtlich zertifizierte. Sachverständige 

An das                                                 Wien,03.09.2015

Bozirksgericht Hemals

Kalvarienberggasse 31, I170 Wien 

Betrifft: Sachwalterschaftssatbe

BAYAZIT Haci                                        AZ. 1 P 28/13 h

Gschwandnergasse 45/4, 1170 Wie     

Psychiatrisches und neurologisehes

Sachverständigengutachtsn

Aufgrund des Beschlusses des Bezirksgerichtes Hernals vorn 12.08.2015, unterzeichnet von Herrn Dr. Michael Stich, ist Befund und Gutachten über folgende Thernen zu erstatten:

-ob die betroffene Person noch an einer psychischen Krankheit leidet o,der geistig behindert ist und aus diesem Grund ihre Angelegenheiten oder einen bestimmten Kreis hievon nicht ohne Gefahr eines Nachteils für sich

Zusammenfassung und Gutachten

Aus fachärztlieher psychiatrischer Sicht kann zum jetzigen Zeitpunkt dem Betroffenen keine fassbare psychische Erkrankung oder geistige Behinderung testiert werden, wobei sich gewisse Zeichen einer Affektlabilität zeigen, die vor allem im Zusammenhang mit stattgehabten Ereignissen stehen. Es besteht das subjektive Empfinden, sehr missverstanden worden zu sein bzw. ungerecht behandelt worden zu sein und auch das Bestreben, subjektiv empfundenes Recht zu bekommen.

Insgesamt scheint er, soweit dies beurteilt werden kann, einen ausreichenden Überblick über seine Situation und Angelegenheiten zu haben.

Die Sachwalterschaft wurde zuletzt auch eingeschränkt auf „Vertretung gegenüber Gerichten“.

Wie im psychiatrischen Status beschrieben, war der Betroffene bei der Begutachtung örtlich, zeitlich und situativ orientiert.

Der Sprach- und Gedankengang soweit kohärent, teilweise etwas wiederholend, auch in einer gewissen „Umständlichkeit''. Die SV musste sieh auch unter

Beiziehung eines Türkisch-Dolmetsch viel Zeit für den Betroffenen nehmen, um sein Anliegen in halbwegs geordnete Bahnen zu lenken und er immer wieder dazu angehalten werden musste, konkret auf Fragen zu antworten.

In der Gesamtheit kann jedoch nicht von einem krankheitswertigen paranoiden bzw. wahnhaften Geschehen ausgegangen werden.

Sein Verhalten mag schon ein „Handicap“ sein bzw. sich als eine gewisse Defizienz darstellen, vor allem, was den Umgang mit Gerichten anbelangt bzw. in den angestrebten Gerichtsverfahren, zumal er auch der deutschen Sprache nicht in so ausreichendem Maße mächtig ist, um seine Anliegen chronologisch und verständlich nachvollziehbar darzustellen.

Es zeigen sich sicherlich Persönlichkeitsstrukturen, eine gewisse Rigidität und einem gewissen Eigensinn, der teilweise sehwer zu durchbrechen ist bzw. ist er herabgesetzt fähig, Korrekturen, die von Seiten anderer kommen,  zu akzeptieren. Es besteht streckenweise auch eine gewisse Beharrlichkeit. Die mnestischen Leistungen betreffend Langzeit-, Mittel- und Kurzzeit- gedächtnis waren entsprechend sowie auch die Konzentrationsfähigkeit und die Aufmerksamkeits- belastung.

Es. bestehen keine fassbaren Anhaltspunkte für ein krankhaft psychisches Ceschehen, das es dem Betroffenen unmöglich mächt, sich, urn seine Angelegenheiten nicht selbstständig kümmern zu können. Er scheint, soweit beurteilbar, ausreichend Ressourcen zu besitzen und seine Angelegenheiten ohne die Gefahr eines Nachteils selbstständig besorgen zu können. Es liegen zurzeit keine fassbaren Anhaltspunkte vor, dass bei dem Betroffenen eine psychische Erkrankung bzw. geistige Behinderung besteht, Er ist aus Sicht der SV auch - wie schon beschriebenfähig, Grund und Zweck einer Vollmacht bzw. eines Widerrufes zu begreifen und gegebenenfalls auch Prozessvollmacht zu erteilen. Er ist auch fähig, mit entsprechender Einsicht und Urteilsfähigkeit, Hilfeleistung zur eventuellen Unterstützung eigenen Handelns verstehend Gebrauch zu machen.

Es ist daher aus medizinischer Sicht eine Sachwalterschaft aufgrund einer derzeit nicht den Kriterien des § 268 ABGB entsprechenden bestehenden psychischen Erkrankuns bzw. geistigen Behinderune als n i c h t notwendig anzusehen.

 § Ob sie noch testierfähig ist: Die Testierfähigkeit ist als nicht eingeschränkt anzusehen.

 § Ab ihre Anwesenheit in der Verhandlutng über die

Bestellung eines Sachwalters ihrern Wohle abträglich wäre:    Das Beisein bei der Verhandlung ist dem Betroffunen als nicht abträglich anzusehen. Dr. Hermine Mollik-Kreuzwirt, 7 Haziran 2015 10:51

-

Sachwalter insanların, muaviyenin takipcisi şeytanın yardımcı hizbini öğrenmesini perdeleme maksadı ile 14 sene bıkkınlık usandırma amacına uygun ısmarlama Raporlar ile Mahkemeleri engellemek istedi. Hacı Bayazıt

 

29.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Küresel emperyalizmin önündeki bağımsızlıkcı anti emperyalist direnci aşmak için,

teröristlere dışişleri bakanı ve istihbarat eli ile çantalar dolusu dolarlar ve silah taşıyıp Irak’da Libya’da ve Süriye’de milyonlarca insanı yerinden yurdundan edip bölgeyi kan gölüne çeviren buna zemin hazırlayan 'deccalist bop projesinin uşakları', emperyalizmin bölgedeki uzantısı fitne eli hain münafıklar; İnşAllah İlahi adelet gereği Allah’ın, masum ve mazlumların ahı ve laneti sizleri kıskıvrak yakalıyacaktır...

ve bunca zaman besleyip komşunun din'ine canına namusuna bağımsızlığına tecavüz etdirdiğiniz cani teröristler, „insanlar yaptıklarından kurtulamaz“ İlahi adaletince, gelip sizi bulup döşünize oturup ümünizi sıkıp nefesinizi kesecektir. hacı bayazıt 6.10.2015

 

29.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Allah’ın selamı rahmeti

asrın bağımsızlık senbölü 'alemlerin emiyeti islamın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep İran Hizbullah ile direniş cephesinin altın halkası Suriye Lideri Esat ile İpek eldiven içerisinde çelik iradeli „küresel sömürü zülümün önündeki aşılmaz set“ altın yumruk Rusya Lideri Putin üzerine olsun; milyonlarca masum ve mağdurun sevgi muhabbeti onlar üzerine olsun.

Allah’ın ve masum ve mazlumların laneti de emperyalist bop projesi uğruna bölgeyi bölüp parçalamak isteyenler ile münafık işbirlikçileri üzerine olsun. hacı bayazıt 07.10.2015

 

29.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Ehli Vicdan Sahipleri,

İran islam devleti kurulunca, bölgede islam ümmetinin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının üzerine çullanmış hain işbirlikci soytarı çete şeyhler; „bölge halkının uyanıp İran islam inkilabını örnek alıp düzenlerine yönelebileceği korkusu ile Saddamı İran islam devleti üzerine saldılar.“

Saddam'ın İranı yıkması için yapmış olduğu savaşının büyük bölümünü Küveyt karşıladı ama uzun yıllar yapılan savaş karşılığında Saddam başarı elde edemedi ve savaş sona erdi... Sonuç olarak Küveyt Saddama vermiş olduğu maddi kaynağı geri istedi.

Borcu kabullenmiyen Saddam, siz İran ile savaşmam için para verdiniz, şimdi neden geri istiyorsunuz diye kızıp Küveyti işgal eder; „bu fırsatı kollayan emperyalist güçler“ Saddam'ın sonunu hazırlar;

sonuç olarak Saddam'ın yaptıkları kendisini kıskıvrak yakalar.

„Saddam Hüseyin'in küresel sömürgeci emperyalist düzen adına vermiş olduğu hizmeti“

bire bir tekrarlayan, deccalist bop projesinin eş başkanı şeytanın hizbi akp'nin... Saddam Hüseyinin akibetinden kurtulması Arzı Alanın sahibi Allah(c.c)ın adaleti gereği mümkün değil;

„onlar iliklerine kadar sinmiş bekledikleri akibeti“ halkı ile bütünleşmiş insan olmanın varlik sebebi direniş cephesinin altın halkası Beşar Esat korkuları ile karaltılıyorlar.

İnsanların yaptığı hayır yada şer asla yapanın peşini bırakmaz İlahi kuralınca; milyonlarca masum ve mağdurun ahı ve vebali „biriken dip tepkiyi tekikleyecek“ ve İsrail adına Suriye'ye sefer açan Mısır'daki münafık kardeşler benzeri sona, onları hazırlayacak. İnşAllah. hacı bayazıt 16.11.2015 

 

 29.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Hacı Bayazıt                                    Gz: 20 Cg 19/01 p

Gschwandnergasse 45/4 - 1170 Wien

                                                       Wien, 25.01.2016

An das

Landesgericht für ZRS Wien                                   

Schmerlingplatz 11 - 1011 Wien

Konu: Tarih 03.03.2014 vermiş olduğum An den OGH Wien antraga cevaben, Landesgericht für ZRS Wien „Ihr Abänderungsantrag vom 03.03.2014 wurde am 06.03.2014 zur allfälligen weiteren Veranlassung an Ihren Sachwalter gesendet.”, aradan geçen zaman’da Sachwalter önceden olduğu gibi hak ve hukukumu oyaladı/engelledi.

Wien’de görülmekte olan bu dava Allah’ın insanlara rahmeti’dir.

6 Ob 133/04h Oberster Gerichtshof, Wien 24. Juni 2004 kararından sonra Hakim Hans Sperl ile görüştüm. Bana biz oğlan şeytanın süleymancılar’dan geldiğini sanıyorduk; dedi, ben evet süleymancılar şeytanın sağ ayağı ama ırkcılığı temsil eden M.Cemil Şahin şeytanın fitne elidir ve vekaleti M.Cemil Şahin istismar edip haklarımı üzerine geçirmiş, dedim.

Hakim Hans Sperl Antragın üzerine

„Kalage ist Unhaitlich Unrichtig” yazdı..,

yani,

Soysuzlar, ilk üç halife (Ebubekir, Ömer ve Osman) devrinin üstünü karaltılayıp, din’in bir kısmını görmezden gelerek müslümanın (inasanların) Ehl’i Beyt üzerinden imtihanını gizleyip,

rahmet Peygamberinin soyuna zulmederek sünnü diye bir din geliştirmişler, Sachwalteri’de yandaş yapıp Mahkemeye Kumpas kurmuşlar; demek istedi.

Hak ve hukukumu Wien 27. Oktober 2015 tarihine kadar engelleyen Sachwalterin kaldırılması ile Tarih 03.03.2014 vermiş olduğum abänderunsantragi yeniliyorum.

ABÄNDERUNGSANTRAG

An den OGH Wien

İlk düzenleme.

Bezirksgeriht Hernals vom, 12.03.2002, wurde Rechtsanwalt Dr. Wolfgag Blaschitz zum Sachwalter für den Betroffenen gemäß § 273 ABGB mit dem Wirkungsbereich „Vertretung des Betroffenen gegen- über Gerichten, insbesondere hinsichtlich von ihm eingebrachter Klagen” olarak atadı

İlk düzenleme ile ilintili karar.

19 E 7133/01 k-2 (VB)  Bezirksgericht Leopoldstadt, Datum, 8. Mai 2001 kararı ile başlatılmış M.Cemil Şahin üzerine Euro 50.870.99 haciz işlemini; 20 CG 19 /01 p - 38 (KL) Landesgericht für ZRS Wien Datum, 6. Oktober 2003 durdurdu.   

Şahsi itirazlarım sonucu devam eden sürede,

6 Ob 133/04h Oberster Gerichtshof, Wien 24. Juni 2004

Mit Beshluss vom 21.3.2003 (ON 31) hat das Erstgericht die vom Kläer verfasste Berufung gegen das klageabweisende Urteil des Erstgerichts vom 8.11.2002 zurückgewiesen, weil sie trotz des Verbesserung- sversuches vom Sachwalter des Beklagten nicht unterfertig wurde. Das Rekursgericht wies den dagegen erhobenen Rekurs des Beklagten mit Beschluss vom 10.6.2003 (ON 35) zurück und sprach aus. dass der ordentliche Revisionsrekurs nicht zulässig sei. Der Sachwalter habe  klagergestellt, dass er keine Berufung gegen das Urteil erheben werde. Der Kläger gehe trotz Belehrung davon aus, es bedürfe keiner Genehmigung seiner Prozesshandlungen durch den Sachwalter, weshalb sich ein weiteres Verbesserungs- fahren erübrige.

Gegen diesen Beschluss erhob der Kläer abermals erkennbar ein Rechtsmittel (außerordentliches Revision- srekurs).Davacı bu karara yeniden itiraz etmiştir (olağanüstü temyiz).

Sachwalter, OGH'nin bu kararından (Yargıtayın Süleymancıların içlerindeki şeytanı bir kap içindeki suya üfleyerek, suyu istenilen yerlere serpiştirmesi ile kuluçkulama yöntemini görmesinden sonra) sonra, değiştirme antragını benim yazmamı, söğledi... ama Bezirksgericht devam eden sürede ilk düzenlemesini değiştirmedi.

İşleyen süreç;

Allah'ın selamı rahmeti,

dünyanın emniyeti islam'ın beli ve omurgası 'maneviyatın' merhamet ve marifet kaynağı hüseyni meşrep/direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun.

Deccalin takipcileri ilahlarını gölgelededikleri emperyalist güçlere, o kadar iman ediyorlardı'ki herşey onların istekleri doğrultusunda gerçekleşeceğini sanıyorlar'dı...

Hakikat olan ise;

Alemdeki herşey ‘din ahlak maneviyat dairesinde’, iki kural bağlamında;

Vahy’in/ışığın öne aklın/gölgenin arkaya alınması kalbin maneviyat ve adalete meyletmesi insanların din‘e uyması ile Rahmani Hal hz Ali efendimiz meşrebin‘de Peygamberinin izine düşüp Allah’ın hesabına yatkın hazırlanması ile gercekleşir.

Veya

aklın/gölgenin öne Vahy’in/ışığın arkaya alınması kalbin siyaset ve menfate meyletmesi din’in insanlara uydurulması  ile şeytani Hal muaviye meşrebin‘de insanların şeytanın hesabına yatkın hazırlanıp izine düşmesi ile gerçekleşir… ancak insanların şeytanın izine düşmesi sonucu Allah ile arasındaki bağ kopar; böylece şeytanı ilah edinenler, „Allah’ın hesabı/adaleti gereği” dünyada ve ahiretde kaybedenlerden olur.

Bu iki kural asla bir araya gelmez; ve sonuçların gelişmesi sadece zaman ile ilgilidir ama Allah’ın vadi/adaleti gereği asla değişmez... açıkcası, belki ibret alırlar diye Allah (c.c) bazı olaylar „Ehl‘ Beyt“ üzerinden alemi imtihana çeker muaviyenin/şeytanın takipcilerini bertaraf eder. Hacı Bayazıt

İlk düzenlemenin değişmesi.

12 senelik mücadelemin ardından, Bezirksgeriht Hernals Wien, 28.Jänner 2014, wurde Rechtsanwalt Dr. Wolfgag Blaschitz zum Sachwalter für den Betroffenen gemäß § 273 ABGB mit dem Wirkungsbereich „Vertretung des Betroffenen gegenüber Gerichten, insbesondere hinsichtlich von ihm eingebrachter Klagen” kararını kaldırdı

İlk düzenleme ile durdurulmuş olan haciz işleminin durdurma kararının kaldırılımasına gerekçe.

Sachwalter değişen iki Avukat arasında Mahkemeye verdiğim delilleri gölgeleyip M.Cemil Sahin‘in telkinleri ile 20 Cg 19/01p anklagenin arkasınıık bıraktı… yani, düzenlenen ilk anklageden, M.Cemil Şahin'in tarih, 27.01.1995 soruşturma süresinde tutuklu olduğum Landesgericht Eisenstadt'a habersiz getirdiği Noter ile tercüman olmadan Benden aldığı Vekaleti  „suistimal ve nitelikli dolandırıcılık”  ile kullanıp %10 hissemi üzerine geçirmesini  Anklageden çıkartıp, Anklagenin arkasını açtı... Bu nedenden dolayı M.Cemil Şahin  € 50.870.99 (PM 700 000, -) ilave % 10 hisse bedelini (€ 7259) Sachwalterin dolaylı engellemesi ile ödemedi.

ANTRAG

Hak belki bir süre farkedilmez üzeri perdelenebilir ama asla kaybolmaz kuralına dayanarak; Ailevi ve Şahsi Hak ve Hukukumun iadesi için, „20 CG 19 /01 p - 38 (KL) Landesgericht für ZRS Wien Datum, 6. Oktober 2003 haciz işlemini durdurma karaının kaldırılması”, 19 E 7133/01 k-2 (VB)  Bezirksgericht Leopoldstadt, Datum, 8. Mai 2001 kararı ile başlatılmış M.Cemil Şahin üzerine Euro 50.870.99 haciz işlemini üzerine % 10 hisse bedeli (€ 7259)  ile yıllık enflasyon farkı ilave edilerek devam etmesini An das OGH Wien arz ve talep ederim.

Haci Bayazit

 -

Dosya tarih ve Numara:  Wien, 23.06.2018,  “ECHR-Ager,  SW/tku” 83763/17

Gögkübbe maneviyat ve adalet üzerine bina edilmiştir; bu sebep ile ilk tur dava dosyası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kayıtlarına olay ve faillerin „teşhisi“ maksadı ile muaviyenin takipcisi şeytanın hiziplerini insanların bilmesi uyarılması ve açığa çıkması için şikayet yolu ile  girmiştir... Mahkemeye intikal eden dosya zaman aşımına uğramaz mutlaka sonuçlanır.  

-

Allah'ın izni ve yardımı ile dünyanın maneviyat ve adalete hazırlanması amacı ile muaviyenin takipcisi şeytanın hizbine karşı mücadelemiz; islam dairesi içerisinde Kitap 4'de devam ediyor ve Kitap 4 de  40‘ bölümde toparlanacak.

-

Allah'ın selamı rahmeti masum ve mazlumların yüreğini ısıtan rahmet rüzgarı Kasım Süleymanı üzerine olsun.

Al Jazeera'da Yer Alan Süleymani Potresi, Şu Cümlelerle Başlıyordu:

Benim adım Kasım Süleymani. Şunu bilmelisin ki İran’ın Irak, Lübnan, Gazze ve Afganistan politikalarını ben kontrol ederim.'

Irak’taki ABD işgal güçlerinin komutanı General David Petraeus, 2008 baharında, bir toplantı esnasında Irak eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin uzattığı cep telefonundaki bu tuhaf mesajı okuduğunda fazla şaşırmadı.

Çünkü mesajın sahibini gayet iyi tanıyordu: İlkokul mezunu eski bir inşaat işçisi olan ve Irak’ta kendilerine yıllardır kök söktüren Kudüs Gücü’nün başındaki

Kasım Süleymani.