İslam dairesi ...
Allah'ın muhteşem yaratığı ehli vicdan sahipleri; insanlar
iki kısımdır... İlki, İslam fıtratına yatkın yaratıldığı üzere İslam olan, islama gelenler, islama gelecek olanlar;
ikincisi, islam'da açılan
tahribat yolları ile İslam dairesin'den
çıkartılanlar.
Akıl sahipleri. Devletler
din adamı maneviyat ehlinin halkı Allah'ın hesabına
hazılrlaması ile kurulur; yıkılması'da din
adamlarının maneviyatı boşaltıp halkı
şeytanın hesabına hazırlaması ile
olur. Hacı Bayazıt
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
İnsanın Takvası
Takva:
korunma, sakınma,
engel... gibi anlamlara gelir. Takva, kişi ile kötü şey arasında engeldir. İmanlı, sabırlı... insanların en güzel
özelliklerinden biridir. Yüce yara- tıcıya karşı
sorumluluk duyarak her türlü günahlardan kendini korumanın niyet ve
gayreti içinde olmaktır. Allahın rızasını kazanmak için, Onun
himayesine girer- ek, emirlerine sımsıkı sarılmak ve
yasaklarından sakın maktır. Takva, İnsanın yaratıcısına karşı
minnet ve şükran
borcunu farkedip kul olduğunu sezme
bilincine ermesidir. Takva, Allaha olan kamil imanın ve ona duyulan gerçek sevgi ve saygının
ifadesidir.
İnanan kişi için
birinci derecede sakınılması gereken
Allahtır. Allahtan sakınan kişi ancak Ondan yardım ister, Ona güvenir
ve Ona dayanır. Takva, İnsanı
tehlikelerden korumakta ve bütün hayırları içine almaktadır. Takva, inanç ve davranışlarla, eğri ve batıldan sakınmak anlamına gelmektedir. Her şeyin kendine yakışan bir zineti vardır, müminin zineti de günahları terk ederek takvaya devam etmektir.90
Takvalı olan
kimselere Kuran muttakiler diyerek
bahseder. Bu insanların ne gibi özelliklere sahip olduklarını anlatır. Kuranın kendileri
için bir hidayet rehberi olduğunu ve akibetlerinin kurtuluş olacağının müjdesini
verir.
الم. ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِي
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا
رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ
وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ أُوْلَـئِكَ
عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Elif. Lam.
Mim. O kitap, (Kuran) onda
asla şüphe
yoktur. O muttakiler için bir bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz
kılarlar, kendilerine
vediğimiz
mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine
onlar sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler, ahiret gününe de
kesinkes inanırlar. İşte
onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa
erenlerde ancak onlardır. 91
Kuranda bazı
kimselerden takva sahipleri Muttakiler diyerek bahsetmesi, bu insanlarda
bulunan üstün vasfın ve
davranış
ayrıcalığıyla sergiledikleri meziyetlerin bir neticesindendir.
Onların gayba
imanı: Allahı
görmeden O nun
eserlerine bakarak inanmak ve her an Onun gözetiminde olduğunun bilinciyle yaşayarak kötülük- lerden sakınmaktır.
Muttakilerin Allah yolunda infakı ise, yoklukta ve darlıkta, gece, gündüz, gizli, açık sırf Allah
rızası için
harcamalarıdır.
Muttakilerin
özelliklerinden bir diğeri,
Allahın
kitaplarana inanmalarıdır. Kuran da
bahsedilen takva sahipleri, Allahın rasulünü örnek alarak ibadeti ve insanlara
hizmeti zevkle, rıza anlayışı ile yapanlardır. Takva, nefsin korkulduğundan
korunağa almaktır,
günahta ısrarı
terketmek, farzları yerine
getirmektir. İtaatla
gurulanmayı bırakmak,
peygambere uymaktır. Takva
Allahın seni
yasakladığı şeyde görmemesidir. Muttakiler günahların büyüğünden
küçüğünde kaçınırlar. Şirkten,
putlara tapmaktan kaçınan, sırf Allah
rızası için
ihlasla ibadet eden kişler,
topluluklardır.
O kişidir ki,
kendisine haram kılınan ve şüpheli şeylerden
sakınır, vacip
kılınan şeyleri
yapar. Mümin
salih amelleri ile Allahın gazabından kaçınır. 92
O üstün vasıfta olan
insanlar,
imanlarında ve
ibadet- lerinde, hareketlerinde mükemmellikler sergilerler. Böyle bir gayret
içinde olan müminler,
nefislerini kötü sıfatlardan
arındırarak,
kazandıkları ilahi
ahlak ile kemal olma vasfına erişirler.
Böylelikle takva sahibi kul olma seref ve değerine ve devamında da Allahın sevgisine ererler. Onlardaki takva ahlaki
bozulmalara karşıda
bir kalkandır. Bu
özellikleri taşıyan
üstün şahsiyetler,
Allahın dostluğuna ve
sevgisine nail olan, imanlı ve nefsini kötülüklerden arındırmış
kemale ermiş kimse-
lerdir. 90.Dr.H.Emin.Sert.K.İnsan Tipleri. S 205.91, Kuranı Kerim.Bakara.1-5-92.İbni-Kesir,Hadiseler
İbnı Kesir
Tef- siri. C.2.S.159.161.suffe@live.nl
22.01.2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.2
Gevşemeyiniz..!
Kitab'a,
Rasul(a.s.)'a sarılalım. Bir anlık gevşemenin Ka'b
b. Malik'e nelere mal olduğunu hatırlayalım. Kendi ellerimizle kendimize zulmetmeyelim. Küresel
hendek- lerin kazıldığı bu günlerde küresel iblislerin kazdıkları
hendeklerin işçisi
olmayalım. Vahye
kulak verelim ve adayanlardan, adananlardan olalım. Korku ve karamsarlık putunu ellerimizle kıralım.
Rabbani yolda
kalabilmek, bu yola girebilmekten daha zor. Öyle ki fıtrat
üzerindeki, şeytan ve
dostlarının ablukası yolda
kalanlarda daha bir derinleşmekte, dava da sebat ve süreklilik zorlaşmaktadır. Şeytan ve
dostlarının beşer fıtratını önden,
arkadan, sağdan ve
soldan kuşatma altına aldığını Kur'an
bize bildirir. Her bir
cephe başlı başına
irdelenmesi gereken bir yazı konusu olmakla beraber İnşAllah
bunları başka çalışmalarımıza bırakalım. Ve Adem
(a.s.)'ın sınavını bir
nebzecik hatırlayalım.
Derken şeytan, O'na
vesvese verdi: Ey Adem dedi. Sana
ebedilik ağacını ve
ebedilik saltanatını göstereyim
mi?
(Taha 20) Bu vesveseyi veren Şeytan davasından vazgeçmiş değildir.
Vesvese ile ebedilik ağacına her
dönemde çağırmaktadır. Bizler
hangi yasak ağaca çağrıldığımızı düşünmeliyiz.
Bu gevşemişliğin, vurdum-
duymazzlığın adeta el etek çekercesine köşeye çekilişler yasak ağaca kurban
gidişler mi?
Önümüze sunulan yasak meyvelerin kurbanı mı olduk,
duyarsızlaştık? Rabbani
yolda kalabilmek, rabbanilerden olmakla mümkün ki, o rabbaniler vahyin ortaya
koyduğu, Rasul
(a.s.)'ın pratize
ettiği yola
talib olanlardır. Ve onlar
bu yolda sebat edenlerdir. Cahili sistemlerin dümen suyunda sele kapılıp
gidenlerden olmamak için direnmeli, yönelmeli, savrulmamalı... Savruk,
eğreti düşüncelere La demeli.
Direnişi, İntifadayı önce
nefislerimizde yaşamalı, sapanlarımızdaki taşların yönünü
önce nefislerimizde hissetmeliyiz. Kendi intifadasını gerçekleştirememiş bireylerin
bölgesel ya da küresel intifadaya katkısı ne
olabilir ki?
Allah adına aldatıcılar dün olduğu gibi bugün de boş durmamakta, şeytanın adımlarını, adamlarını takip ettirircesine yol ve yöntemler sunm aktadırlar.
Sen onlara
yumuşaklık
gösteresin de, onlar da sana yumuşaklık göstersin
isterler şeklindeki
Kur'ani ikazda ifade edilen uzlaşı, asimile arayışlarına devam
etmektedirler. Çağrıldığımız Yasak Ağaçları idrak
etmeliyiz. Hayatımızdaki yasak
bölgeler neler? Benlerimiz mi
yoksa yasak ağaçlar?
Statümüz, konumumuz, ilmimiz, liderimiz, istikbal endişelerimiz, eşlerimiz,
çocuklarımız, ya da yıllarca
sürdürdüğümüz mücadelemizde
arpa boyu yol katedemeyiş yeisimiz
mi? Hangi yasak bölgelere takılıp kaldık? Yoksa
afyonvari bir din bize de mi galebe çaldı? Geleneğe
direnen bizler teslim mi olduk? Geç değil asla geç değil. Gevşemeyiniz! diyor. Haydi bu hitap ile silkilinelim ve hayatlarımızı bu
yasak bölgelerde heder etmeyelim. Durgunluğumuzu ve duyarsızlığımızı ancak kurbansızlı-ğımızla ifade edelim ve yeniden İbrahim
(a.s.) gibi İsmaillerimizi
arayalım.
Kim
Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder (Talak 2) Gevşemeyiniz hitabı karşısında sığınağımız, Ashabı Kehf gibi mağara bile olsa meşru olsun. Yalnız Rabbimizin gösterdiği limanlara sığınalım. Şeytan ve dostlarının sunduğu düşünce ve yöntem- lerden Alemlerin Rabbi olan Allah'a hicret edelim.
Talut askerlerle
beraber (Cihad için) ayrılınca: Biliniz
ki Allah sizi bir nehirle imtihan edecek, kim ondan içerse benden değildir.
Eliyle bir avuç içen müstesna, kim ondan içmezse bendendir dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi nehirden içtiler.. (Bakara 249)
Savruk ve asimile düşüncelerle
Calut'a asker olmayalım. Hayatımızdaki
nehirlerimizi bir bir tesbit edelim. Susamışlığımızı, susuzluğumuzu
cahili yol ve yöntemlerde değil vahyin pınarında arayalım. Ve kana kana içelim o pınardan. İmtihan
için verilen, bahşedilen
bu ömrü dünyevileşme sularında zayi
etmeyelim. Uhud Ashabı gibi,
oklarımızı ve
yaylarımızı bırakıp,
gözlerimizi dünya sevgisi bürümesin. Korku ve karamsarlık
çökmesin yüreklerimize. Zamanın Tebük'lerini oluşturup, geri kalmayalım. Oklarımızı ve yaylarımızı bıraktığımız yerden yeniden elimize alıp daha
bir sıkı sarılalım.
Kitab'a, Rasul(a.s.)'a sarılalım. Bir anlık gevşemenin Ka'b b. Malik'e nelere mal olduğunu hatırlayalım. Kendi
ellerim- izle kendimize zulmetmeyelim. Küresel hendeklerin kazıldığı bu günlerde küresel iblislerin kazdıkları
hendeklerin işçisi
olmayalım. Vahye
kulak verelim ve adayanlardan, adananlardan olalım. Korku ve karamsarlık putunu ellerimizle kıralım. (Firavun): Mutlaka ellerinizi, ayaklarınızı
çaprazlama keseceğim,
sonra da hepinizi asacağım
(deyince), Onlar; Biz zaten Rabbimize döneceğiz dediler. (Araf 124,125)
Küresel iblislerce
estirilen korku putu karşısında
ye'se düşmemek,
vahyin sunduğu
örneklikleri gözönüne getirmek, yalnız ve yalnız ona sığınmak. Ölümü bile ayakta karşılayabilecek
bir bilinci kuşanmak...
Fıtrat bu
bilince muhtaç. Bunun susuzluğunu çekmekte. Akan kanlar ve çığlıklar,
gözyaşları,
gasbedilen mukad- des mekanlar, hunharca liğme liğme edilen bedenleri ekranlarda seyrederken boğazımıza tıkanan
lokmalar... Hala öze dönmeyecek miyiz? Yaradılışımızın özüne! Bizi biz yapan değerlere...
O tatlı koşuşturmacaları
özlemedik mi? Soğuk kış
günlerinde, insanların sıcak
evlerinden çıkamadıkaları
günlerde yoğun kar
altındaki
yürüyüşlerimizi
özlemedik mi? Gece yarısı bir
kardeşimizin
derdine derman olduğumuz,
Kitabı
tedricen tertil üzere okuduğumuz o günlere ve gecelere ne oldu? Yoksa, Ey iman
edenler, İman
ediniz
ayetine
mi takıldık? Aşamadık mı? İmanın
üstünlüğü gerçeğini mi
unuttuk? O halde hatırlatalım ve hatırlayalım... Gevşemeyiniz,
üzülmeyiniz. Eğer
gerçekten inanıyorsanız üstün
olan sizlersiniz. (Alı İmran139) İlim ile yoğrulup, amel ile doğrulmak duasıyla... Mükerrem Bulut 16.01.2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.3
Rabbani
Yol ve Sünnetullah.
Geçmişte helak
edilen bütün kavimlerin, beklemedikleri veya kendilerine bildirilmeyen bir
helakla karşılaşmadıklarını belirtmiştik. Helak
edilen bütün kavimler, toplumları helak eden bu Sünnetullah gerçeği ile uyarılıp ikaz
edilmişlerdir.
Şanı yüce
Rabbimiz hiçbir ülkeyi, hiçbir halkı gafil bir halde iken helak etmemiştir. Çünkü
bu konuda da Rabbimizin kesin ve değişmeyen
sünneti vardır. Biz
hangi ülkeyi helak ettikse, muhakkak o ülke halkını uyaranlar
olmuştur. Onlara
öğüt verilmiştir. Biz
zulmetmiş değiliz.
26 Şuara
208.209
Bunun sebebi, Rabbinin
ülkeler halkını gafil
haldeler iken onları zulüm ile
helak edici olmadığındandır. 6 En'am131
Ayetı kerimelere
dikkat edilirse, şanı yüce
Rabbimiz gafil olan bir ülkenin helak edilmesini 'zulüm' olarak ifade
etmektedir. Biz
zulmetmiş değiliz veya Rabbin
zulüm ile helak edici değildir buyruğu ile
ülkelerin gafil haldelerken helak edilmedikleri, edilmeyecekleri bildirilme
ktedir.
Meselenin bu noktasında bir
ülkede yaşayan
Firavunların ve
Firavunları
destekleyen mustazafların topyekün
helak edilmesi ile ahiret azabını
birbirinden ayrı değerlendirmemiz
gerekir. Dünyevi helak ile ahiret azabı birbirinden ayrı şeylerdir. Ahiret azabında helak yoktur. Cehennem azabına müstehak
olan müşrikler ve
kâfirler, cehennem azabının şiddeti karşısında helak
olabilmek için Rabbimizin onları helak etmesi için feryat edecekler, fakat bu istekleri
kabul edilmeyecektir. Birçok ayetıkerimede beyan edildiği gibi dünyevi helak ile ahiret azabı
birbirinden ayrı, birbiri-
nden farklı şeylerdir.
Onlardan öncekiler de
yalanlamışlardı ve böylece
kendilerine hiç ummadıkları yönden
azap geliverdi. Allah onlara dünya hayatında zilleti tattırdı. Ahiret
azabı elbette
daha büyüktür. Bunu bilselerdi. 39 Zümer 25.26
Hiçbir ülkeyi gafil
halde iken dünyevi helak ile azaplandırmayacağını beyan eden
Rabbimiz, helakini veya kurtuluşunu murad ettiği kavimlere mutlaka ve mutlaka uyarıcılar
göndermiştir. Söz
konusu ülke halkına
emirlerini ve bu emirlere karşı gelirlerse sünneti ile helak olacaklarını bildirmiştir.
Senin Rabbin, ana
merkezlerine ayetlerimizi okuyan bir resul göndermedikçe ülkeleri yıkıma uğratıcı değil- dir.
Biz ancak halkı
zulmetmekte olan ülkeleri helak ederiz. 28 Kasas 58.59
Biz bir
ülkeyi yıkıma uğratmak
istediğimiz zaman,
oranın nimet ve
refahtan şımarmış
elebaşlarına emirler-
imizi bildiririz.... Onlar
ise onda (emirlerimizde) bozgu-nculuk yaparlar. Artık onun
üzerine hüküm hak olur ve o ülkeyi kökünden helak ederiz.17 İsra 16
Sünnetullah'la ilgili
bu gerçek kavrandığı zaman, peygamberlerin, gönderiliş gayesi
daha iyi anlaşılacaktır.
Peygamberler kavim- lerini İlahi hükümlerle Allah'a kulluğa davet
etmişler ve bu
daveti kabul etmezlerse Rabbimizin kesin ve değişmeyen
sünneti ile helak olacaklarını bildirmişlerdir.
Hepimizin bildiği gibi
Resulullah (s.a. v.) son peygamberdir. Ancak Resulullah (s.a.v.) 'in son
peygamber olması ve
Rabbimizin başka
peygamber göndermeyeceği gerçeği,
Resulullah (s.a.v.)'in vefatından sonraki insanların, toplumların, ülkelerin peygamber mesajından mahrum
kalacakları anlamına gelmez.
Çünkü Resulullah (s.a.v.)in tebliğ ettiği Rabbani mesajı yani Kur'an'ı Kerim'i kıyamete kadar muhafaza edeceğini beyan eden Rabbimiz, bu Peygamber
mesajını, Kıyamete
kadar yaş-ayacak insanlara, toplumlara
ve ülkelere tebliğ etme
görevini,
Resulullah (s.a.v.)'e ümmet olan dünya Müslümanlarına, ve bu Müslümanların arasında bulunan
seçkin alimlere yüklemektedir.
Peygamberlerin bizatihi
olmadığı bu dönemlerde, peygamber mesajını dünya insanlarına bu kutlu
Müslümanlar götüreceklerdir. Çünkü Resulullah (s.a.v.)'in daveti, Resulullah
(s.a.v.)'in vefatıyla son
bulan bir davet değildir.
Bu Davet, peygamberlere
ümmet olma şuurundaki
seçkin Müslümanlar tarafından, kıyamete
kadar gündeme
gelecektir. Cahiliyenin yerleştiği bir
toplumda tevhidi mücadele ile görevlendirilen Resulullah (s.a.v.) insanları nasıl ki İlahi
hükümlerle Allah'a kulluğa davet
etmiş ve
Sünnetullah gerçeği ile uyarıp ikaz etmişse; günümüz
Müslümanları da dünya insanlarını İlahi
hükümlerle Allah'a ve kulluğa davet edecekler ve Sünnetullah gerçeği ile uyarıp ikaz
edeceklerdir... Çünkü dünya insanları, Kur'an'ı Kerim'e inansalar da, inanmasalar da, akıbetleri bu
yüce Kitap'taki hükümlere, ve bu yüce Kitap'taki kanunlara göre olacaktır... Ne
yaparlarsa ne ile karşılaşacakları, bu yüce
Kitap'ta açıkça
bildirilmiştir.Yerçekimi
kanununu inkar eden bir İnsan,
yerçekimi kanunundan kurtulmayacağı gibi, İlahi kanunları inkâr eden insanlar, toplumlar veya ülkeler de, inkâr ettikleri bu
kanunlardan kurtulamayacaklardır... İsteseler de, İstemeseler de akıbetleri kendilerine bildirilen bu Kitap'a göre olacaktır
Biz hiçbir
ülkeyi bilinen bir kitabı (yazısı hükmü) olmaksızın helak etmedik.15 Hicr 4
Günümüzdeki dünya
müstekbirleri ve bu müstekbirleri destekleyen dünya mustazafları da, Allah'ın
hükümleri ile karşı
karşıya
getirilecekler, ve bu hükümleri
yalanladıkları zaman
Rabbimizin kesin ve değişmeyen
sünneti ile helak olacakları, kendilerine bildirilecektir. Beşeri
anlayışlar
ve değerlendirmeler
ile müstek birlere veya mustazaflara öğüt vermenin fayda sağlamayacağı zannına kapılınsa bile, bu delilsiz ve mesnetsiz zan, dünya Müslümanlarını İlahi
davetten alıkoymamalıdır
Kur'an'ı
Kerim'de, bu şekilde
düşünen ve
davetten umudsuz olan insanlar açık bir şekilde uyarılmaktadır.
Aralarından bir
topluluk; Allah'ın
(dünyada) helak edeceği veya
(ahirette) şiddetli
azaba uğratacağı
bir kavme ne diye öğüt
veriyorsunuz?
dediler. Öğüt
verenler; Rabbinize
karşı
bir özür için ve umulur ki sakınırlar dediler. Kendilerine hatırlatılanı
unuttukların- da
ise, Biz kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme
sapanları da
yapmakta oldukları fısk dolayısıyla pek
zorlu bir azapla yakalayıverdik.
7 A'raf 164.165
Bu İlahi
buyruk ile Rabbani davetin neden ve niçin yapılacağı beyan edilmektedir. Tebliğin
faydasız olacağı
zannı ile öğüt
vermekten içtinap eden kimselere verilen cevap açıktır; Rabbinize karşı bir özür için ve umulur ki sakınırlar. İlk neden
özürdür. Bu özrü hem kendi açımızdan, hem de onların açısından değerlendirmeliyiz. Rabbimizin emrettiği İlahi
daveti gündeme getirmekle, insanları İlahi hükümlerle Allah'a kulluğa davet
etmekle ve bu daveti kabul etmezlerse karşılaşabilecekleri akıbeti onlara bildirmekle, bizler üzerimize düşen
görevi yerine getirmiş
oluyoruz. Bu görevi yerine getirdiğimiz zaman şanı yüce Rabbimize karşı
Ya Rabbi azaba müstahak olan bu insanların
durumundan bizler sorumlu değiliz. Çünkü emrettiğin hükümleri, gücümüz nispetince onlara bildirdik.. diyerek, mazur olduğumuzu ifade edebiliriz. Bu Rabbani görevi yerine
getirdiğimiz
zaman bizlerin beyan edeceği bir özrü olurken, daveti reddeden kimselerin de
hiçbir özürleri olmayacaktır. İlahi daveti reddeden kimseler Ya Rabbi
bilmiyorduk, bizlere bildirilmemişti.. diyerek bir özür ileri süremeyecek-lerdir. Tabi ki İlahi
daveti bu insanlara
iletmesek, bu sefer bizim Rabbimize karşı
beyan edeceğimiz bir özürümüz olmayacak ve kötülük yapanların uğrayacağı
azap bizlere de dokunacaktır.
Oysaki Rabbimiz,
bildiğimizi
bildirmemizi ve bize bildirilen İlahi hükümlerle bu insanları açıkça
uyarmamızı
emretmektedir. Bu insanlar açıkça uyarılmalı ki, Rabbimize karşı beyan edecekleri bir özürleri, bir mazeretleri olmasın.
Ülkeleriyle, saraylarıyla,
askerleriyle birlikte helak edildikleri zaman, gafil oldukları ve
kendilerine bildirilmeyen bir helakla karşılaşmış olmasınlar. Eğer biz onları daha evvel (uyarmazdan önce) azap ile yıkıma uğratmış
olsaydık, şüphesiz
diyeceklerdi ki: Rabbimiz
bize bir elçi gönderseydin de şu zillete ve rüsvaylığa uğramadan önce Senin ayetlerine tabi olsaydık.. 20 Taha134
Dünya Müslümanlarının bu İlahi
hükümleri idrak etmeleri ve eylemlerine bu idrak ile yön vermeleri gerekir.
Rabbani davete muhatap olan dünya insanlarına mutlaka ve mutlaka bu davet götürülecektir. Haktan
ve hakikatten habersiz olan insanları, toplumları, devletleri gizli faaliyetlerle helak etmeye çalışmak,
Müslümanlara emredilen Rabbani bir davranış değildir. Bu gibi faaliyetleri yürüten kimselerin,
Rabbimizden yardım
istemeye de hakları yoktur.
Çünkü Rabbimizin emrettiği davranış,
emrettiği yol bu
değildir.
Dünya insanları açık, apaçık
ayetlerle cennete davet edilecekler, bu daveti reddettikleri ve küfürlerinde ısrar
ettikleri zaman cehenneme terk edileceklerdir. Hiçbir peygamber, kavmini
cennete davet etmeden cehenneme terk etmemiştir. Peygamber varisi alimlerin ve bu alimlere tabi
olan Müslümanların da bu
sünnete dikkat etmeleri gerekir.
İlahi
davetin gündeme getirilişindeki
ilk nedenin özür olduğunu
belirtmiştik. Aynı ayetı
kerimede ikinci neden de zikredilmek- tedir; Umulur ki sakınırlar! İlahi
davetin gündeme getirilişindeki
ikinci neden, onların
kurtuluşunu arzu
ve umud ettiğimiz
içindir. Belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar, belki firavunluktan ve firavunlara kulluktan
vazgeçerler, belki hakkı bilip,
batıldan
içtinap ederler, belki kurtuluş bulurlar, belki.
Sünnetullah'ın
Tecellisine Ait Örnekler. Kur'an'ı Kerim'in birçok yerinde toplumların
akibeti ile ilgili Sünnetullah meselesi üzerinde önemle durulmakta ve bu
Sünnetullah'ın
tecellisine ilişkin
birçok örnekler zikredilmektedir. Nuh, Ad, Semud, Lut ve firavun kavimleri, bu
konuya verilen açık
örneklerdendir. Peygamberleri vasıtasıyla İlahi hükümlerle Allah'a kulluğa davet
edilen ve Sünnetullah ile uyarılan bu kavimler, İlahi daveti reddettikleri için Sünnetullah'ın gereği olan
azapla helak edilmişle-rdir.
Bu kavimlerin durumlarına ve akıbetlerine
ilişkin
verilen örnekler, Kur'an'ı
Kerim'in muhtelif yerlerinde zikredilmektedir. Kur'an'ı Kerim'i
okumaya ve anlamaya çalışan
her kardeşimiz, bu
örnekleri açık bir şekilde
müşahade
edeceklerdir. Bu örneklerden sadece bir tanesi olan Nuh kavmini ve bu kavmin
akibetini, bu konuda verilen haberlerden bir kısmını zikrederek verebiliriz; Hiç şüphesiz
biz Nuh'u: Onlara
acıklı bir
azap gelmezden evvel, kavmini uyarıp korkut diye kendi kavmine gönderdik.
Dedi ki: Ey
kavmim, gerçek şu ki,
ben size (gön derilmiş) apaçık bir
uyarıcı
korkutucuyum. Allah'a kulluk edin, O'ndan korkup sakının ve
bana itaat edin. Günahlarınızı mağfiret
etsin ve sizi belli bir ecele (ölümünüze) kadar ertelesin. Muhakkak ki, Allah'ın takdir
ettiği ecel
(iman etmezseniz mukadder olan helak) gelince ertelenmez, eğer
bilseydiniz. 71 Nuh1...4
Andolsun biz Nuh'u
kavmine gönderdik. (Onlara) Ben sizin için apaçık bir uyarıc korkutucuyum. Allah'tan başkasına
kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acıklı bir günün azabından korkmaktayım (dedi). Bunun üzerine kavminden küfredenlerin elebaşıları
(önderleri): Biz seni
kendimiz gibi bir İnsandan
başka (birşey)
olarak görmüyoruz. Aksine biz sizi yalancılar sanıyoruz dedi(ler).11 Hud 25..27
Onlar: Ey Nuh,
bizimle çekişip
durdun, bu çekişmede
ileri de gittin. Eğer doğru
sözlülerden isen, bizi tehdit edip durduğun (azab)ı haydi getir dediler. Dedi ki: Dilerse onu size ancak Allah getirir ve siz (Allah'ı) aciz bırakabilecek
değilsiniz.
Eğer Allah
sizi helak etmeyi dilemişse, ben
size öğüt
vermek istesem de, öğüdüm
size fayda vermez. O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürülece- ksiniz. 11 Hud 32... 34
Nuh'a şöyle
vahyedildi: Kavminden
(daha önce) iman edenlerden başka hiçbir kimse iman etmeyecek. O halde yaptıkları şeyler-
den dolayı
kederlenme. Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap. Zulme sapanlar konusunda
da Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda boğulacaktır. 11 Hud
36.37
Sonunda Rabbine dua
etti: Gerçekten
ben yenik düşmüş
duru-mdayım. Artık Sen
intikam al. Biz de boşanırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık.
Böylece (her iki) su takdir edilmiş bir emr üzerinde (hükmümüzü gerçekleştirmek
için) birleşti.
Onu (inananlarla
birlikte Nuh'u) ise perçinlenmiş levhalardan yapılmış (gemi) üzerinde taşıdık. Kendisine nankörlük edilmiş olan
(Nuh)a bir mükâfat olmak üzere (gemi) gözetimimiz altında akıp
gitmekteydi. Andolsun biz bunu bir ayet olarak bıraktık. O halde düşünüp ibret alan var mı? Ki uyarılarım ve azabım nasılmış? 54 Kamer 10.16
Sadece bir kısmını
zikredebildiğimiz bu
haberler, Sünnetullah'ın
tecellisine ilişkin bir
örnek niteliğindedir.
Kur'an'ı
Kerim'in muh- telif yerlerinde toplumların helakıyla ilgili genel kanun zikredil- mekte, bu kanunun
veya bu sünnetin tecellisine ait örnekler veril- mekte, yaşayan
müstekbirlerin ve müstekbirlere destek olan mustazafların bu
örneklerden ibret almaları
istenmek- tedir. Andolsun biz sizin benzerlerinizi yıkıma uğrattık. O
halde (bu örneklerden) ibret alıp düşünen var mı? 54 Kamer 51
Bu uyarılardan
ve beyan edilen bu örneklerden sonra helak edilen veya helak edilecek olan
kavimlerin, Rabbimize karşı
ileri sürecekleri herhangi bir mazeretleri kalmamaktadır. Çünkü
Allah (c.c.)'ın
hükümleri ile Allah'a kulluğa davet edilmişler, bu adaveti kabul etme-zlerse Sünnetullah'ın gereği olan
helak ile uyarılmışlar
ayrıca geçmiş
kavimlerden örnekler verilerek davetin ve uyarılarının hak olduğu kendilerine bildirilmiştir. Bu durumda kendilerini mazur gösterebilecekleri
herhangi bir mazeretleri kalmam- aktadır. Siz, kendi nefislerine zulmetmiş olanların
diyarlarına yerleştiniz.
Onlara ne yaptığımız size açıklanmıştı ve size (apaçık) örnekler de vermiştik. 14 İbrahim 45 Sayfa; 108 16/01/2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.4
Nesh
a)Giriş.
Müslümanların öncelikli
görevi Kur'ani doğruları hayatta
pratize edebilmeleridir; ama Kur'an'ın gereğince okunmadığı, buna bağlı olarak da
yeterince anlaşılamadığı bir toplumda yaşıyoruz. Bunun sebepleri de çeşitli olmakla
ve uzun bir tarih sürecine dayanmakla birlikte, bugün artık Kur'an'a
bakış açıları olumlu
anlamda yavaş yavaş değişmektedir.
Bu değişimi hızlandırmak
içinse, Müslümanların her şeyden çok
Kuran okumaları ve O'na şekilsel
ta'zim göstererek sorumluluktan kurtulamayacaklarını anlamaları gerek-
mektedir. Kur'an'ı hayata
geçirmek için O'nu iyi tanımakla, iyi tanımak da O'na doğru ve önyargısız yaklaşmakla
gerçekleşebilir.
Kafamızdaki bir
takım bilgilere
Kur'an'dan delil aramak yerine, Kur'an'ı kalkış noktası edinerek bilgilenmek ve böylelikle bir bakış açısı kazanmak
zorundayız. Çünkü; Gerçekten
bu Kur'an (İnsanı) en doğru yola
iletir. (17/9); işte o kitap;
kendisinde şüphe
olmayan, müttakiler için de kılavuz olan bir kitaptır. (2/2)
Bu yaklaşım tarzıyla Kur'an'ı incelemeye
başladığımızda ise
bize 'mutlak doğru' diye
aktarılan pek çok
anlayışın Kur'an doğrularıyla örtüşmediğini görürüz, işte bu konulardan biri de Kur'an bünyesinde nesh olup
olmaması
meselesidir.
Bütün bir İslam tarihi
boyunca alimler (yazıda geçen alim kavramını,
geleneksel ifadesiyle araştırmacı, uzman anlamında kullanıyoruz) arasında bir
ittifak sağlanamasa
da tartışılmış
bulunan nesh konusunun bugün genç beyinlerin kafasına takılması ve
sorgulanmaya başlanması, yukarıda vurgulamak
istediğimiz
Kur'an'a bakış açılarının değiştiğinin bir
ispatı olsa
gerek. Çünkü nesh, Kur'an'ı hükümlerin hayata geçirilme çabası ile aynı zamanda
akide ile ilgili bir meseledir. Ve Kur'an'ın hükümlerini yaşama azmi taşıyan herkesin bu konu ile yüz yüze gelmesi kaçınılmazdır.
Genelde; Kur'an'da bir
ayetin hükmünü diğer bir
ayetin iptal etmesi şeklinde
yaygın kabul
gören nesh anlayışının gerek tanımında,
gerekse kapsamı hususunda
alimlerin ittifak sağlayamamış
olmaları ve yine
konunun Kur'an'ın ebediyete
kadar hükmü geçerli olma özelliği ile çelişiyor olması meselenin önemini ve doğru tahlilini zorunlu kılmaktadır.
Nesh; lügatta bir şeyi iptal
etmek ve onun yerine başka bir şeyi ikame
etmek, yer değiştirmek,
nakletmek, gidermek (izale etmek), yazdırmak manalarına gelir.1 Hac, 22; Casiye, 28 29 ve Nahl,101.
ayetlerdeki kullanımları bu şekildedir.
Istılahta ise
nesh; şer'i bir
hükmün yürürlüğe konmasından sonra,
gelen diğer bir şer'i
hükümle kaldırılması, iptal
edilmesi demektir.2 Hükmü kaldıran ayete nasih, hükmü kaldırılan ayete
de mensuh denir. Mensuh ayet ile amel edilemez.
Klasik görüşte nesh
genel olarak bu şekilde anlaşılmakla
birlikte, bazı alimler,
bu kavramı başka
anlamlarda kullanmışlardır. Mesela; İbn Mesud'a
göre müteşabih
ayetler mensuh, muhkem ayetler nasih olarak isimlendirilmiştir. Zerkeşi ise
Kur'an'ın LevhI
Mahfuz'dan indirilişini nesh
olarak tanımlamıştır.3 İbn Hazm ise
beyan ve istisnanın nesh olduğu konusunda
ısrar etmiştir.
Tercümanü'l Kur'an diye adlandırılan ve
Kur'an'da bilmediğim hiçbir
ayet yoktur diyen İbn Abbas
muhkem ve müteşabihi nesh
saydığı gibi bazı rivayetlerde istisnayı bile nesh saymıştır. Hz. Aişe ve
Abdullah b. Zübeyr'in nesh anlayışları da bunun
gibidir.4 Bunları iktibas
etmemizin sebebi, nesh kavramı üzerinde bile tam bir ittifakın olmadığını
vurgulamaktır. Ama
Kur'an'ın çelişkisizliği açısından
akidevi bir boyut taşımakta
ve şer'i
hükümlerin sürekliliği bakımından hayati
öneme haiz bulunmaktadır.
Nesh konusunda
Somali'deki hükümetin 1970 'lerdeki uygula- ması ibret vericidir. Somali'deki mevcut tağuti
iktidar, geleneksel tefsir usulünün yargılarından
kalkarak Kur'an'ın bazı
ayetlerinin nesh edildiğini iddia
etmiş ve
geleneksel ulemanın bu iddiasına dayanak
Kur'an'ın bazı muhkem
ayetleriyle çelişen kanunlar
çıkartmıştır. Bu
iddialara karşı çıkan bazı
Müslümanlar ise idam edilmiştir. Bu olay karşısında Ezher
Üniversitesi'ne bağlı İslami
Araştırmalar
Akademisi Şubat 1975te bir
toplantı düzenleyip
idamları kınamış ve
konuyu tartışmıştır.
b)Nesh Konusuyla İlgili
Ayetlerin Değerlendirilmesi.
Şimdi
Kur'an bünyesinde neshin varlığını savunanların delil olarak getirdikleri ayetleri inceleyelim:
1) Biz bir ayeti başka bir
ayetin yerine getirdiğimizde
ki Allah neyi indirdiğini
gayet iyi bilmektedir, 'Sen yalnızca uyduruyorsun,' dediler. Hayır, onların çoğu
bilmezler. (16/101)
Bu ayet hakkında ilk
dikkate alınacak
husus, ayetin Mekkî oluşudur.
Emir ve nehiy bildiren ayetler ise genellikle medenidir. Dolayısıyla
bunların yer değiştirmesi
söz konusu olamaz. Nesh meselesini Kur'an'a dayandırmak
isteyenlerin bu ayeti delil getirmeleri bu yüzden geçerli değildir.
Nitekim bu ayetler, İslam'
dan önce gönderilen şeriatların
neshinden ve İslam'ın onların yerine
gelmesinden bahsetmektedir.
Ayetin indiği sıralarda
Yahudi ve Hıristiyanlar
kendi dönemlerinin ve büyük oranda tahrif edilmiş bulunan dinlerinin son bulmasını
kabullenemedikleri için Hz. Peygamber'e karşı çıkıyorlar ve çeşitli ithamlarda bulunuyorlardı. Yine
bütün bunlarla ilgili olarak da Hz. Muhammed (s)'in işte böyle
bir ortamda Allah (c) Biz bir
ayeti başka bir
ayetin yerine getirdiğimizde...
buyurarak onların şeriatlerinin
yerine artık Hz.
Muhammed'in şeriatinin
geldiğini ve
O'nun geçerli olduğunu
bildirmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir
husus da ayet
kelimesinin kullanılmasıdır. Ayet
kelimesi Kur'an'da tekil sigayla kullanıldığında delalet, hüccet, mucize, işaret ve
geçmiş
risaletler anlamı
kastedilir.6 Yukarıdaki
ayette de bu kelime geçmiş
risaletler anlamında
kullanılmıştır.
Nitekim İbn
Abbas'ın
talebesi Mücahid buradaki ayetin şeriat anlamında olduğunu söyler.7 Buradan da ayetteki değiştirmenin
önceki risaletlere işaret
ettiğini
rahatlıkla
anlayabiliriz. Kısacası, söz
konusu ayet Kur'an'daki ayetlerin birbirini iptal etmesi anlamında
Nesh'e delil olamaz. Konuyla ilgili olarak gündeme getirilen bir başka ayet
de şudur:
Biz daha
hayırlısını veya
benzerini getirmedikçe bir ayeti neshetmez veya unutturmayız. (2/106)
Burada nesh, 'daha
iyisini veya benzerini getirme' şartına bağlanıyor.
Daha iyisi veya
benzeri getirilince zaten o ayetin iptali söz konusu olmaz, aksine sağlamlaştırılması söz
konusu olur. Dolayısıyla
buradaki nesh bizim anladığımız şekilde ıstılahi manadaki nesh değildir.
O halde burada neyin
neshi anlatılıyor?
Ayeti siyak ve sibakıyla ele
alır, nüzul
ortamını da göz
önünde bulundurursak buradaki neshin de daha önceki ayette olduğu gibi
geçmiş
risaletlerin iptali anlamında olduğunu
kolaylıkla
anlarız.
Şöyle ki
ayet, yine Yahudiler'in durumlarının anlatıldığı bir ortamda geçiyor. Kendi şeriatlerinin
geçerliliğinin
kaldırılmasına,
Peygamberin kendi soylarından
gelmemesini bir türlü hazmedemeyen Yahudiler, çeşitli şekilde itham ve itirazlarda bulunuyorlardı. Allah
yaptığını bozar mı? indirdiğini iptal eder mi? Öğretilerinin unutulması mümkün mü? şeklinde karşı çıkıyorlardı.
Kıblenin
değiştirilmesi
olayını da ağızlarına dolamışlar,
Muhammed ashabına bir şey
emrediyor, yarın ondan
vaz geçiyor diyorlardı.
Rabbimiz bu ayetle onların şeriatlerinin
son bulduğunu,
onun yerine gönderdiği Hz.
Muhammed'in şeriatine
uymaları gerektiğini emir
buyurmuştur, İslam'dan
önceki şeriatin
sembolü olan Kudüs'ün kıbleliğinin
neshedilmesi, değiştiril-
mesi de bunun bir işaretidir.
Ayrıca bir
önceki ayette Kitap
ehlinden olan kafirler ise, Rabbinizden hiç bir hayır
indirilmesini arzu etmezler. Allah ise dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.
Duyuruluyor. er Razi buradaki 'rahmet' kelimesinden vahiy olduğunu
söylüyor ve Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? (Zuhruf, 32) ayetini de buna delil getiriyor.8
Yani Yahudiler kendi soylarından olmayan birine rahmet'in indirilmesini kıskanıyorlar,
Allah ise rahmetini dilediğine tahsis edeceğini haber veriyor. Zaten ayetin siyak ve sibakı da
bunları
tamamlayıcı bir
seyir çiziyor.
Kısacası bu
ayette de Kur'an bünyesindeki nesh değil, geçmiş şeriatlerin neshi ve unutturulması anlatılmaktadır.
Nitekim En'am Suresi'nin 146. ayetinde Yahudilere tırnaklı her
hayvanın, sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç iç yağlarının haram kılınmasından bahsedilir. Bu hükümler Hz. Muhammed'in
risaletiyle neshedil- miştir ve
bu yiyecekler Müslümanlara helal kılınmıştır. Ayetin Medine dönemi başlarında,
yani neshe konu olacak ayet-lerin henüz inmediği bir ortamda, inzal edilmesi de bu görüşü
kesinleş-
tirmektedir.
Kur'an'da klasik
anlamda neshin olduğunu
ileri sürenlerin delillerinden (!) biri de; Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ümmü'ı Kitap onun katındadır. (13/39) ayetidir.
Bu ayete geçmeden,
bir önceki ayeti de okumamız yerinde olur: Her ecel (tesbit edilmiş süre) için bir kitap (hüküm, son) vardır. Burada
yine Allahu Teala
tespit edilmiş bir
sürenin sonundan haber veriyor. Yani yine Kur'an'ın vahyedilmesine itiraz eden EhlI
Kitab'a dönemlerinin son bulduğu ve Allah'ın dilediğini silip, dilediğini bırakacağı haber veriliyor. Ayetin Mekki oluşu da
üzerinde durduğumuz
neshe delil olamayacağı
konusunu belirlemektedir.
c)Nesh Konusunda İcma
Delili. Neshi savunanların diğer
delilleri de bu konuda icmanın oluşudur. Halbuki neshin tanımı konusunda ve hatta icmanın tanımı
konusunda bile icma yoktur. Mesela İbn Hatim'e göre 'indirilmeyen' demek olan nesh; Ibn
Abbas'a göre 'müteşabih'
anlamındadır, işte asıl önemli
olan konu bu şekilde
tarih boyunca alimlerin ıstilahi
anlamda neshi farklı
anlamaları, ona
göre varlığını veya yokluğunu dile getirmeleridir. Yani bir alim nesh vardır
derken, bizim yukarıda verdiğimiz bir
ayetin bir ayeti iptal etmesi anlamını kasdetmemiştir. Dehlevi de nesh konusunun tefsirinde zorlanma
nedeni olarak selef ve sonraki alimlerin neshe fıkhi istilahi anlamlar vermesini göstermiştir. İbn
Kayyum Selefin çoğu
nasih mensuh derken âmmın tahsisi, mutlakın takyidi, zahir bir emrin tefsirini kasdederler.
Hatta istisna şart ve sıfatını nesh
sayarlar. demiştir.
Nesh konusunda icmanın olmadığı diğer bir husus, mensuh ayetlerin sayısı
konusudur. Bazı alimler
Kur'an'da ikiyüz ayetin nesh olunduğunu söylerken, Suyuti el îtkan'da bunun yirmi
tane olduğunu
söylemiş ve
mensuh ayetlerin sayısının çoğaltılmasını uygun
görmemiştir.
Dehlevi ise bu ayetleri beşe kadar indirmiştir.9 isfehani ise bu anlamdaki neshi sistemli olarak
reddetmiştir.
- Şüphesiz
ki Allah (c.c) kitabının hangi
ayetinin geçerli, hangisinin geçersiz olduğunu kullarının içtihadına bırakmamıştır. O'nun kitabının tümü, Ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da güzelce açıklanmıştır. (11/1 2). O'nun kitabı içinde
hiç bir eğrilik
(18/1), şüphe
(2/2) olmayan ve içine batılın karışmadığı (41/42), eşsiz (41/41) bir kitaptır.
Şurası açıktır ki
alimlerin ayet üzerinde tartışma- ları, ihtilaf etmeleri, hükmü kalkmış
kalkmamış
gibi görüş
bildirmeleri Kuranı Kerim
ayetleri üzerinde herhangi bir değiştirme ve tesir gücüne sahip değildir.
Tüm İslam
alimleri bir ayete mensuh deseler, onu Kur'an'dan çıkarma
yetkisine sahip olamazlar. Bu hükmün böyle olduğu konusunda itikat ve amelde tüm mezhep imamları ittifak
halindedir.10 Elbette Kur'an'da herhangi bir ayetin çıkarılması söz
konusu bile olamaz. Ancak bu ayetin hükmü kaldırılmış, fakat gözlere şifa olması için Kur'an'da vardır demenin de hiç bir anlamı yoktur.
Kaldı ki
Kur'an'da herhangi bir ayetin hükmünü kaldırma yetkisi Hz. Peygamber'e bile verilmemiştir. Rasulullahtan
bize ulaşan
haberlerde şu ayet şunu
neshetmiştir şeklinde
tek bir Hadisi Şerif
nakledilmemiştir.
Bunun aksine Rasulullah, bir ayet hakkında tartışan bir cemaatin yanına gelmiş ve Size ne oluyor? Sizden evvelki milletler böyle
davranmakla ve peygamberlerine muhalefet etmekle ve kitabın bir kısmını bir kısmıyla çarpıştırmakla
helak oldu. Muhakkak ki Kur'an bir kısmı bir kısmını yalanlar olarak inmedi. Aksine birbirini doğrular
olarak indi. Ondan anladığınızla amel edin ve bilmediğinizi bilene havale edin. buyurmuştur.11
Bu konuda Hz. Peygamber, ashabının bir ayet hakkında hasıl olan anlaşma- zlığı diğer bir ayetıkerime ile gidermiş olduğunu kasdetmiştir.12
d)Kur'an'da
Nesh İddiasına
Örnekler. Bu açıklamalar-
dan sonra nesh edildiği
söylenen ayetler üzerinde durmak gerekecektir. Tabii bunlar bu yazıya sığmayacak
kadar çoktur. Ancak hemen ilk akla gelen ayetleri kısaca
özetleyebiliriz, içki ayetleri bunun en açık örneklerin- dendir.
Bildiğimiz
gibi içkinin yasaklanması dört
safhada olmuştur. Bu
konuda ilk inen (16/67) Hurma ağaçlarının
meyvelerinden ve üzümlerinden hem sarhoşluk veren içki, hem de güzel rızık elde
edersiniz. ikinci
inen (2/129) Sana
içkiden ve kumardan soruyorlar. De ki: 'O ikisinde de büyük günah vardır, insanlara
bazı
faydaları varsa
da günahları
faydalarından
büyüktür.
ayetleridir. Üçüncü inen ayet (4/43) Ey inananlar! Sarhoşken namaza yaklaşmayın. Yaklaşmayın ki, ne dediğinizi bilesiniz. Ve son olarak da (5/90 91) Ey
inananlar! içki, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytan işi pisliklerdir. Öyle ise bunlardan kaçının ki
kurtuluşa
eresiniz. Gerçekten şeytan
içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin
düşürmek,
sizi Allah'ı
anmaktan alı koymak
ister. Artık vaz
geçtiniz değil mi?
ayetidir. Burada içkinin yasaklanması konusunda uygulanan tedrici metod, çok açık bir şekilde
görülmektedir, ilk ayette Allah Teala içkiyi diğer güzel rızıklardan ayırarak, onun güzel rızık olmadığı noktasına dikkat çekiyor, ikinci inen ayette zararının faydasından
daha büyük olduğunu
bildirerek inananların
içkiden uzaklaşmaları
konusunda ikinci adım atılıyor.
Daha sonra Allah, kullarının içkili
olarak namaza durmalarını, ne
dediklerini bilmeleri gerektiğini emrediyor. Allah'a ibadetten men edilme olayının insanların
psikolojileri üzerindeki etkisi, içkiye bakış açılarının değişmesi yönündeki etkisi elbette büyüktür. Ve bundan
sonra Allah Teala bedenen ve ruhen içkiyi terketmeye hazırlanmış
kullarına
içkiyi yasaklıyor. Artık bundan
vaz geçtiniz değil mi?
ayetiyle bu kademeli yasaklamanın son bulduğunu anlıyoruz. Elbette ilk ayet indiği sırada da
içki Allah katında
necis ve haramdı. Ancak
kullarının içki
gibi bağımlılık yapan
bir maddeyi bir çırpıda bırakamayacaklarını bilen
merhamet sahibi Allah bu tedricilikle onların içkiyi terk etmelerini sağladı. Çünkü Allah
hiç kimseye güç yetireceğin
den başkasını
yüklemez.
(2/286).
Özet olarak İslam'ın
tedrice riayet etmesi, gayesini gerçekleştirmede kullandığı bir yöntemdir, İslam o günün toplumunu, bir sosyal vakıa olarak
olduğu gibi
kabullenmesi manasında
gerçekçi, aynı
toplumdan ideal bir ümmet oluşturma amacı güden gayeci bir dindir.13 Bu mükemmelliğini, şirk
bataklığındaki Arap toplumunu tüm İnsanlığa
örnek teşkil
edecek bir toplum yapmadaki başarısıyla ispatlamıştır. Bu metodun başarısı herkes tarafından kabul edilmektedir. Fakat üzerinde durulması gereken
nokta nesh taraftarlarının son inen
ayet ile ilk ayetlerin yürürlülüğünün tamamen kalkmış olduğunu iddia etmeleridir. Yani aynı metodun
bundan sonra uygulana mayacağını savunmalarıdır. Şöyle ki İslam'ın ilk indiği yıllarda insanlara kademeli olarak içki terkettiriliyor, fakat
sonraki nesillerde Müslüman olan topluluklardan onu bir çırpıda
terketmeleri bekleniyor. Bu adeta İslam'ın tedricilik ve gayeciliğine uymaz. Aynı metod her zaman uygulanabilir ve mutlak başarı sağlanabilmesi
için uygulanmalıdır da.
Ancak bundan ilk inen ayetler yürürlükteyse ki o ayetlerde içki haram kılınmamıştı o
halde içki içilebilir gibi bir sonuç kesinlikle çıkartılamaz. Bu olayı örtmek olur. Kur'an içki içenlere içmeye devam edin
dememiş,
bilakis içki bağımlısı bir
topluluğun bu
illetten nasıl
kurtulacaklarının yolunu
göstermiştir.
Sonuç olarak bu metodu oluşturan ayetlerin hükmü ebediyyen kaldırılmamıştır. Aynı şartlar
oluştuğunda bu
metod devreye girer ve uygulanır. Bu, bütün zamanlar ve nesiller için geçerlidir. Bu
konuya örnek verilebilecek diğer bir ayet ise Tevbe Suresi'nin 5. ayetidir. Haram
aylar çıkınca müşrikleri
nerede bulursanız
öldürün. Onları yakalayın,
muhasara edin ve her gözetleme yerinde onları bekleyin. Neshi savunanlar, bu ayetle pek çok ayetin
neshe dildiğini
iddia ederler. Şimdi sen
ne ile emrolunuyorsun. Onu apaçık bildir, müşriklere aldırış etme. (Hicr, 94); Allah'ın elçisi üzerine tebliğden başka (vazife) yoktur. (Maide, 99); Kendinden
başka hiç
bir ilah bulunmayan rabbinden sana vahyedilene uy. Ondan başka ilah
yoktur. Ve müşriklerden
de yüz çevir.
(En'am,106;. Sizin
dininiz size, benim dinim banadır. (Kafirun, 6) gibi ayetlerin ve buna benzer (tebliğ etme,
onlara iyi davranma, Allah yoluna hikmetle çağırma, eziyetlerine sabretme anlamlarında
olan) pek çok ayetin Tevbe Suresi'nin 5. ayetiyle neshedildiğini
iddia ederler.14 Hatta bu ayette neshedilen ayetlerin sayısını 114'e çıkaranlar
dahi vardır.
Kur'an'ın tebliğ ve mücadele metodundaki tedriciliğin bütüncül olarak iyi kavranamamasndan doğan hatalarla bu sayıyı daha da artıranlar vardır. Ancak bildiğimiz gibi Kur'an 22 yıl boyunca indirildi. Rasulullah vahyin inişinden itibaren bu ayetlerin kendisine
çizdiği yol doğrultusunda müşriklerle çeşitli ilişkilerde bulundu, ilk vahiyle birlikte
onlara tebliğe başlamış, onların alay ve eziyetlerine sabretmiş ve onlarla savaşmıştı. Müslümanlar artıp kafirlerle savaş başlayınca onlarla savaşmış, anlaşmalar yapmıştı. Devlet olduktan sonra da farklı uygulamalarla ilişkiler sürdürülmüştü. Ayetler de bu olayların seyri boyunca inmiş, onlara nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol göstermişti. Son takınılan tavrın, ilk zamankilerin aynısı olmaması, ilk hareketin artık tamamen uygulanamayacağı ve iptali anlamına gelmez...
Çünkü
Kur'an kıyamete kadar geçerli hükümleri uygulanacak
bir kitaptır.
Rasulullah'ın ilk
zamanlardaki tavrı, bugün
de aynı ortam
oluştuğunda takınılması gereken
tavırdır. Bu
yüzden müşriklerle
olan ilişkileri
düzenleyen bu metodun bir kısmının iptal edildiğini, amel edilemeyeceğini söylemek gerçekçi ve Kur'ani bir yaklaşım
değildir.
Çünkü İslam,
her hal ve durumda ortama itibar etmiş, gerçekçi bir yaklaşımla hüküm vaazında bulunmuş bir dindir.15
Ayrıca müşrikleri
öldürün
ayetiyle diğer tebliğ
ayetlerinin neshedildiğini
iddia edenlere, bugün niçin ellerine geçen müşrikleri öldürmedikleri sorulabilir. Yaşayan
hayat bile bunun aksini söylemektedir. Eğer gerçekten önceki ayetler neshedildi ise, bugün tüm
Müslümanların
ellerinde silah, müşrik
öldürmekle meşgul
olmaları
gerekirdi. Bunu yapmak, örneğin, bizim ortamımızda ve mücadele safhasında nasıl İslami değilse, kafirlerle savaş haline girildiğinde de onları güzel bir öğütle dine davet etmek, onları hoş görmek
o derece gayri İslamidir.
Mesele zaman ve zemin meselesidir. Tebliğ ortamında olanların durumu, nasıl savaş ile ilgili ayetleri belli bir süre yaşanmaz kılıyorsa;
savaş ortamı da
tebliğ ile
ilgili ayetleri bir süre yaşanmaz kılar. Ancak bu süre belirli ve geçicidir. Ebediyete
kadar aynı şekilde
sürecek değildir.
Savaş ve barış
durumlarının
ebediyete kadar sürmediği gibi...
Kısacası bu
ayetlerin neshedildiğini
söylemek, Kur'an'i bir yaklaşım değildir. Neshedildiği söylenen ayetler Kur'an'ın
bütünlüğü
içerisinde incelendiğinde her
birinin geçerliliği ortaya
çıkacaktır.
Mesela Celaleddin es Suyuti neshedildiği söylenen ayetleri belli bir tetkike tabi tutmuş ve sayılarını 20'ye
indirmiştir.16
Daha sonra gelen Hindistanlı alim Şah Veliyyullah Dehlevi, Suyuti'nin mensuh saydığı ayetleri incelemiş ve sayılarını 5'e indirmiştir.17
Kur'an'da hükmü
kalktığı iddia edilen ayetler (mensuh) hakkındaki
tezi 5 ayete kadar indiren Ehlı Sünnet akımı içinde Islahatçı çabalar göstermiş olan Şah Veliyullah Dehlevi'nin iddialarını gözden
geçirmemiz, konuyu daha çok aydınlatacaktır.
e:Dehlevi'nin 5
Mensubu. Ömer Rıza Doğrul,
Dehlevi'nin bu 5 mensuh ayetini tetkik ederek mensuh olmadığını ispatlamıştır.
Şimdi
bu kısmı
alıntılamak
istiyoruz:
1-Bakara180.
ayet: Birinize
ölüm geldiği zaman,
eğer bir
hayır (mal)
bırakacaksa
anaya, babaya, yakınlara
uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.
Neshi kabul edenler
miras ayetinin bu ayeti neshetmiş olduğunu söylerlerse de Kadı Beydavi ile İbn Cerir bu fikirde değildirler. Beydavi der ki: Miras ayeti bu ayete zıt değildir.
Belki onu destekler. Çünkü vasiyeti mutlak surette tekide delalet etmektedir...
Filhakika miras ayetinin bu ayeti neshetmesi için hiç bir sebep yoktur. Bu ayeti kerimede miras da hak sahibi olanların hakları anlatılır ve
bunların
hepsinin yapılan
vasiyeti yerine getirilmesinden ve bırakılan borcun edasından sonra yapılacağını bildirir. Böylece Bakara Suresi'ndeki 180. ayetinde
bahis mevzuu olan vasiyetin yapılmakta olduğunu açıklar.
(Maalesef ki Kur'an'ın
hadisle de nesh olunacağını iddia
eden bazı
muhaddisler, bu ayetin Hanbel'in Müsnedi'nde geçen Varisçiye (mirasçı)
vasiyet yoktur.18 hadisiyle neshedildiğini iddia edebilme gafletinde bulunmuşlardır.19)
2-Bakara
240. ayet: içinizden
ölüp de (geride) eşler bırakacak
olanlar (evlerinden) çıkarılmaksızın
senesine kadar yararlanmaları için bir vasiyet bırakırlar. Bu ayetin mensuh olduğu iddia
edilmekte fakat, SahihiBuhari'de
Mücahid gibi yetkili bir şahsiyet
bu ayetin mensuh olmadığını bildirmektedir. Mücahid diyor ki: Cenahı Hak kadına, tam
sene veriyor. Bunun yedi ay yirmi günü vasiyet ile ihtiyarıdır. Kadın
isterse kocasının
evinden ayrılır ve
yeniden evlenir. Çünkü Kuranı Kerim Kendi isteği ile çıkarsa size bir vebal yoktur. diyor.
O halde 243. ayet nakzetmiyor. Sonra bu ayetin 243. ayetten sonra nazil olduğunu
gösteren deliller vardır. Bu
yüzden onun tarafından
neshedilmiş olmasına imkan
yoktur.
3-Enfal
65. ayet: Eğer
sizden sabreden yirmi kişi
bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlup
ederler. Ve eğer
içinizden yüz (sabreden kişi) bulunursa kafirlerden binini yener.
Bu ayetten sonra
gelen Şimdi Allah
yükünüzü hafifletti ve siz de zaaf bulunduğunu bildi, onun için sizden yüz kişi sabırlı olursa
iki yüze galip gelirler. ayeti
ilkini nesh etmiştir,
deniliyor. Halbuki ikinci ayette (şimdi) kelimesiyle başlayarak halden, yani Müslümanların zayıf oldukları,
silahları
bulunmadığı ve harbe alışık olmadıkları, genç ihtiyar hep bir arada yola çıkmağa mecbur
kaldıkları sıradan
bahsediyor. Daha evvelki bir ayet ise İslam ordularının tam teçhizatlandığı ve teşkilatlandığı sıralara aittir.
4-Ahzab
52. ayet: (Ya
Muhammed), bundan sonra kadınlar ve bunları başka eşlerle değiştirmek güzellikleri senin hoşuna
gitse bile sana helal olmaz.
Bu ayetin de neshine
delil (!) gösterilen Ey
Peygamber! Gerçekten biz sana ücretlerini verdiğin zevcelerini... sana helal kaldık. ayeti;
ele aldığımız ayetten daha önce inmiştir. Dolayısıyla daha önce inmiş bir ayetin daha sonra gelen bir ayeti nesh etmesi
bahis mevzuu olamaz. Vaziyetin şu merkezde olduğu anlaşılıyor. Nisa 3. ayeti nazil olarak zevcelerin sayısını 4'le
tahdit etmiş, Ahzab
Suresi'nin 50. ayeti de bunu teyid etmiştir. Aynı şekilde Hz. Peygamber'e de Ahzab 52. ayetle başka bir
kadın
almaması
bildirilmiştir.
Görülüyor ki burada da nesh söz konusu değildir.
5-Mücadele12:
Ey iman
edenler! Peygamber ile danışacağınız, gizli konuşacağınız zaman, konuşmadan önce bir sadaka verin, bu sizin için daha iyi ve
daha temizdir. Bulamazsanız şüphesiz
Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyicidir. Diğer ayet; Gizli konuşmadan önce bir sadaka vermekten mi telaş
ettiniz? Çünkü yapmadınız. Allah
sizin tövbelerinizi kabul etti. Bu ikinci ayetin birincisini neshetmesine katiyyen
lüzum yoktur. Çünkü ikincisi sadaka vermenin zaruri değil,
ihtiyari olduğunu;
farz olan sadakanın zekat
olduğunu
anlatıyor..20
f)İki Yaklaşım:
Hamidullah ve Ateş.
Muhammed Hamidullah bu meseleyi tahkik ederken konuya bir soru ile giriyor: Hz.
Peygamberin devri saadetlerinde Kur'anı Kerim'in herhangi bir parçası nesh
veya tebdil edilmiş midir?
Kuranı Kerim
bundan iki defa bahsediyor. II. surenin106. ayeti ve XVI. surenin101. ayeti. Bu
neyi ifade eder? Hz. Peygamber bir ayet yerine başka bir ayet mi koymuştur? Ve devam ediyor: Bu meselenin büyük mütehassısı
el Cessas bunu kabul etmiyor ve diyor ki; bahis mevzuu olan,
eskiden vahyedilmiş kanunların eski
peygamberlerin kitaplarının yerini
Kur'an'ın almasıdır,
bizzat Kur'an'dan bir şeyin
yeri alınmamıştır. Diğer
alimler ise; Hz. Muhammed'in hayatı boyunca nesh imkanını kabul ediyorlar ve delil olarak vazıh
olmayan bir iki hadise zikrediyorlar. En meşhuru şudur: Hz. Ömer naklediyor: İlahi
kanunda zina edenlerin recm edilmesine dair emri okuyorduk; Hz. Peygamber'e
bunun Kur'an'a dahil edilmesinin icap edip etmediğini sordular, fakat o istemedi. (ibn Kesir, III, 261).
Bazıları
buradaki ilahi
kanun
tabirini Ve başka
birinin karısı ile
zina eden adam, hem o, hem kadın mutlaka öldürülecektir. (Kitap. Allah) Kitabı
Mukaddes (Levililer, XIX,1014) olarak izah etmektedirler. Tevrat'taki bu kanunu
Hz. Muhammed'in tatbik etmiş olduğuna inanmakta hiç bir mahzur yoktur. Zira Kur'anı Kerim
(VI, 90) ayetinde eskiden bildirilmiş ilahi kanunların, onlar Kur'an tarafından nesh edilmedikçe yürürlükte olduğunu
kabul etmiştir.
Bununla beraber bu kanunlar Kur'an'a dahil edilmez. Kur'anı
Kerim'in ayetlerinden nesh edilenler olmuş mudur? Şayet evet ise, bunlar şimdi Kuranı Kerim 'in dışında mıdır? Yoksa her zaman içinde mi kalmıştır? Fazla
dikkatli olmayan yazarlardan gelen bazı rivayetlerde bazı mensuh ayetlerin çıkarılmış ve şimdi unutulmuş olduğu bildiriliyor. Burada ravilerin yanlış
anladıklarını düşünüyoruz,
behemehal, rivayetler şüphelidir,
zira verilen misallerdeki parçaların üslubu zayıf ve Kur'an'ınkine müsavi değildir. Bunların, Kur'an'ın bazı parçalarının Hz. Peygamber tarafından yapılan tefsirler olması ve Hz. Peygamberin konuşmasının başında bulunmayanların, bunları Kur'an zannetmeleri muhtemeldir. Her zaman Kur'anı
Kerim'de bulunan ve muhtevasının neshedildiği bildirilen ayetlere gelince, bunların çoğunun
durumu nesh kelimesine verilen manaya bağlıdır. Bazen Kur'an yeni emre kadar bunu yapınız. der. Bunun arkasından yeni emir gelir: Şayet bu durum nesh olarak kabul edilirse, Kur'an'da
böyle bir kaç misal vardır; fakat
bu neshten ziyade tamamlamadır. Ben Kur'anı Kerim'de bir defa a'yı yapınız ve diğer bir defa Ayı yapmayınız şeklinde mutlaka bir neshe misal teşkil eden
halleri katiyyen bilmiyorum.21
Günümüz
müfessirlerinden Süleyman Ateş ise neshin Hz. Peygamber'e indirilen fakat Kur'an'a
geçirilmeden unutturulan ayetler üzerinde olduğunu iddia etmektedir. Bu yaklaşım
izzet Derveze'nin de benimsediği görüştür. Kur'an'ın bünyesinde mensuh ayetin olmadığını vurgulamakta, fakat Kur'an'a geçirilmeden neshedilmiş az sayıda
ayetin varlığına işaret etmektedir.22 Ateş, yoruma kaynak olarak A'lâ Suresi 6. ve 7. ayetleri
göstermiştir:
Seni
okutacağız da hiç unutmayacaksın.
Allah'ın
dilediği
müstesna. Çünkü O, açığı da, gizleneni de bilir.
Seyyid Kutub bu
ayetlerin tefsirinde şöyle
diyor: Seni okutacağız
da hiç unutmayacaksın. Bu,
Kur'an'ı korumak
hususundaki meşakkati
kaldırarak ve
Hz. Peygamberin omuzundan büyük bir yükü alarak başlıyor,
istisna ise, ilahi iradenin erginliğini belirtmekte ve Peygambere gelen ayetlerin
unutturulmayacağım
bildiren sadık
vaadden varit olmaktadır. Ta ki
mesele ilahi iradenin geniş çerçeveleri dahilinde kalsın. Ve
daima vaad olunanlar içerisinde Allah'ın sınırsız iradesi gözetilsin. Ve böylece ilahi iradeye bağlanan
kalpler devamlı bir
uyanıklık
içerisinde kalsın. Çünkü O,
açığı da gizleneni de bilir. Bu ifade de bölümde geçen korunma ve istisnası ile
ilgili hükmün sebebi mahiyetindedir.23 Mevdudi de buradaki istisnanın Şayet
dilersem bu Kur'an'ı hafızandan
silerim. şeklinde
Allah'ın
Rasulullah'a verdiği bir
tenbih ve tavsiye olduğunu
söylüyor.24
Sonuç olarak ilahi
iradenin genişliğini
vurgulayan Allah'ın, bir
takım
ayetleri indirip sonra Hz. Peygamber'e unutturduğu sonucuna gitmek vakıasız bir iddia olur. Kaldı ki bu ayetlerin az sayıda olduğu Kur'an'a geçirilmediği şeklinde kesin yargılara varmak da Kur'an'ın yakin ve kesinlik ifade eden vakıası karşısında
delilsiz iddialardır,
vehimdir.
g) Sonuç. Konuyu
toparlayacak olursak; nesh kavramı Kur'an'da vardır ve geçmiş şeriatlerin iptali, yenisiyle değiştirilmesi
anlamında
kullanılmıştır.
Kur'an'ın kendi bünyesi
içinde bir ayetin diğerini
iptal etmesi ve o ayetin hükmünü ebediyyen yürürlükten kaldırılması söz
konusu değildir.
Musa Carullah,
konuyu veciz şekilde
özetlemiştir: Şeriatlarda
neshin zorunluluğu, fakat
Kur'anı
Kerim'de onun yokluğu. 25
Her ayet kendi ortamı
tahakkuk ettiğinde yaşanır.
Kur'an'ın her çağda yaşanır
olabilmesi de zaten bunun sonucudur. Kaldı ki Kur'an'da birbirini iptal etmeyi gerektirecek çelişkili
ayet yoktur. Eğer o,
Allah'tan başkasının katından
olsaydı, kuşkusuz
içinde bir çok ayrılıklar
(çelişkiler)
bulacaklardı.
(4/82)
Kur'an'ın bir
konuyla ilgili farklı bakış
açısı kazandıran
ayetlerin olması onun yaşanan
ortamı
gözetmesinin ve tedriciliğinin doğal bir
sonucudur. Bu ayetlerin çelişmesi ve birbirini iptali anlamına asla gelmez.
Bu ayetlerin tedriciliği yanında
birbirini tahsis, takyid, tefsir etmesinden söz edilebilir.
Allah,
ayetlerini hükmedilsin diye indirmiştir.
O'nun ayetlerinin
hükmünün kaldırıldığını iddia edebilmek için katiyyet ve yakin ifade eden
muhkem bir nass gerekir. Yoksa insanların zanna dayanan içtihadlarıyla veya
içinde zan barındıran
haberlerle, hükmü ve vakıası kesin
olan herhangi bir Kur'an ayeti iptal edilmez. Kur'an'da ıstılahı
manadaki neshe delil olabilecek bir ayetin olmadığı gibi bu konuda bizlere Rasulullah'tan bir haber de
ulaşmamıştır.
Bizatihi Kur'an'daki ayetlere yönelik bir neshin olmadığı hakkında bir hadis rivayetine de yukarıda yer
verdik. Bu Kur'an'a ve akla uygun bir hadistir. Alimler de tarih boyunca nesh
kavramı ve
mensuh ayet sayısı
konusunda ittifak edememişlerdir.
Nesh bize göre
akideyi ilgilendiren bir mevzudur, ihtilaf kabul etmez. Ve Din artık
kemale erdirilmiştir. (5/3).
Eksilme ve artma söz konusu değildir. Bize sadece, görüş ve düşüncelerimizin sağlamasını Kuran'la yapmak, O'na sımsıkı sarılmak, Rasulullah'ın örnekliğin de O'nu hayatın her anında yaşanır kılmak düşmektedir. Fatma Candan Günaydın
Notlar: 1: İbn Munzır,
Lisanu'l Arab, cilt 3, Kum1363. /2:Ragıp el lsfehani, el Müfredat, s. 509, Mısır1324.
/3:M. Said Şimşek,
Kur'an'ın Anlaşılmasında iki
Mesele, s. 94, İstanbul
1991./4: Mehmet Yolcu, Kur'an'da Nesh, s.120, Selçuk Univ. llahiya Fak. Bitirme
Tezi,1983. /5:Ezher Dergisi, 48/3, s. 265 268, Mısır 1975.
/6:Şimşek, a.
g. e; s.103. /7:Yolcu, a. g. e; s.122. /8:Fahreddin Razi, Tefsirdi Kebir,
c. III, s. 295, istanbul 1988. /9:ismail Cerrahoğlu,
Tefsir Usulü, s.127, Ankara 1989. /10:Yolcu, a. g. e; s.119. /11:Ahmed Ibn
Hanbel, Müsned,11/181, Mısır1313.
/12:Ö. Rıza Doğrul,
Tanrı Buyruğu, s.
LXXXVII, İstanbul
1980. /13: Mehmed Erdoğan, İslam
Hukukunda Ahkamın Değişmesi,
s.149, İstanbul
1991. /14:Ahmed Gürkan, Kur'an'ın Nasih ve Mensuh Ayetleri, Ankara 1980.
/15:Erdoğan, a.
g. e; s.153. /16:Celaleddin es Suyuti, el ltkan fi
Ulumi'l Kur'an. s. 60 62, İstanbul 1987. /17:Şah Veliyullah Dehlevi, el Fevzu'l Kebir Fi
Usulit Tefsir, s. 35, İstanbul 1980. /18 Ahmed ibn Hanbel, Müsned,
IV/186, 238, Mısır1313.
/19:İbn
Kuteybe, (Te'villû Muhtelifi'i Hadis) Hadis Müdafaası, s.
256, İstanbul 1979.
/20:Ö. Rıza Doğrul,
Tanrı Buyruğu, s.
LXXXVII, İstanbul
1980 /21:Muhammed Hamidullah, Nasih Mensuh Meselesi, Hilal Dergisi, s. 40, İstanbul
1963. /22:Süleyman Ateş, Kalem
Dergisi, Cilt 2, Ankara 1989. /23: Seyyid Kutub, Fizilalil Kur'an,
c.16, s.164, İstanbul
1973. /24: Mevdudi, Tefhimu'l Kur'an, c. 7, s. 92, İstanbul 1986.
/25:Musa Carullah, Uzun Günlerde Oruç, s.129, İstanbul 197519/ 11/2007
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.5
Sevgi
hoşgörü
kadar buz kin de
mukaddestir
Sevgi
ve nefret, hoşgörü ve
kin, hubb ve buz, bir
bünyede aynı konuda aynı anda
cemolmayan derunî iki zıt haldir.
Biraz daha açarsak; din ve iman konusunda hubb (iki be ile) ve buz aynı anda aynı gönülde
bulunmaz, bulunamaz. İmanın söz
konusu olduğu yerde ne
derece hubb/sevgi mukaddesse, inkarın, küfrün söz konusu olduğu yerde de buz/kin de aynı ölçüde, hatta daha da fazla mukaddestir, kutsaldır.
Birbiriyle çelişik gibi
görünse de her iki hal de mümin olmanın bir gereğidir. Yani, imanın vazgeçilmezi olan hubb/sevgi kadar, yine aynı imanın bir başka
vazgeçilmezi buz/kindir.
Bu, birbirinden tamamen farklı iki halin bağlandığı ölçü ise tektir; Lillah/Allah için olmak. Yani, sevgide esas olan lillah (Allah
için) ölçüsü, kaydı, önşartı, buz/kin için
de aynen olmalıdır, bulunmalıdır ki, hak
olsun, karşılığında sevap olsun. Bünyesinde lillah/Allah
için kaydı bulunmayan
ne sevgi ve de kin rızâ-yı ilahiye uygun değildir.
Ebu Zer-i Gifarî
hazretleri (ra), Resulullahın (as) söyle buyurduğu haber vermiştir: Amellerin en üstünü, Allah için sevmek, Allah için kin
tutmaktır. Her
Müslüman için değişmez kural
olan bir Muhammedî ölçüyü ortaya koyan bu hadis-i şerifi
muhtelif sahabiler rivayet etmişlerdir. Hazreti Ebu Zerin (ra) rivayeti daha geniş malumat vermektedir. Şöyle buyurur Ebu Zer hazretleri; Resulullah sallellahu
aleyhi ve sellem yanımıza geldi ve
Allah katında hangi
amel daha sevimlidir, bilir misiniz? buyurdu. Namazdir, zekattir, cihaddir diyenler oldu. Resulullah (s.a.) ise; Allah katında en
sevimli amel, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, kin tutmaktır buyurdu.
Abdullah ibni
Abbastan (ra)
gelen rivayette ise, Hz. Peygamber (as) meseleyi daha netleştirir; İmanın en güçlü
belirtisi /tezahuru, Allah için dostluk, Allah için sevmek, Allah için kin
tutmaktır. Mümini diğerlerinden
ayırt eden en
önemli ölçü işte budur.
Dostluğu ve düşmanlığı Allah için kaydıyla yapmak.
Sevdiğini Allah
için sevmeyen, sevmediğine de yine
aynı niyetle
kin tutmayanın hareket
noktası iman değildir. Herkesin
memnun olduğu İnsan münafıktır
prensibinden yola çıkarsak şuraya varırız. Her
müminin mutlaka Allah için edindiği dostları olacağı gibi, yine yanı sebepten düşmanları da olacaktır. Bir yerde bu niyetten dolayı dostluk
varsa, o dostluk ölçülerine uymayanlar peşinen düşman olacaklar demektir. Değişmez ölçüyü
bir daha tekrar edersek, bu duruşta mutlaka Allah için kaydı gerekir. Münkere ilk tepki el ile olmalıdır. Bu
mümkün olmazsa dil ile müdahale gerekir. İlk ikisi mümkün değilse üçüncü yol ise kalben tepkidir, buzdur, kin
tutmaktır. Ama bu
üçüncü şık en
cılız imanın tercih
edeceği yoldur.
Muhammedî ölçü budur.
Sizden biri
bir münkeri görürse onu eliyle maruf hale getirsin
şeklinde başlayan
hadis-i şerif meşhurdur.
Münker marufun zıddıdır. Maruf;
hak ve hakikattır. Maruf;
Allahın yapın dediği şeylerdir.
Maruf; yapılması Allahın hoşnut ve rızasını kazandıran herşeydir.
Münker de bunların dışında kalanlardır. Allahı sevdiğini iddia edenin, aynı anda Allahı sevenleri de sevmesi gerekir. Gerekir ki, sevgisinde
samimi olduğu anlaşılsın. Aynı şekle,
Allahı sevdiğini iddia
edenin Allaha düşmanlık yapanlara
düşmanlık yapması gerekir
ki, Allah sevgisinde samimi olabilsin. Özellikle son yıllarda
organize bazı çalışmaların Müslümanı bu imanî
ölçüden uzaklaştırdığını üzülerek
müşahede
ediyoruz. Allaha ve Onun Nebisine düşmanlığı prensip haline getirenlere Müslümanların sevgisini
sağlamaya çalışanların hiçbir
haklı
mazeretleri olamaz.
Yukarıda geçen
hadis-i şerifleri en
iyi anlayan ve hayatına en
samimi uygulayanların başında
gelenlerden büyük veli Hz. Mevlanayı; mümin-kafir
fark etmez, o herkese hoşgörüyle
yaklaşmıştır şeklinde
tarife kalkışmak
ona yapılacak en
büyük bühtandır, iftiradır. Ne Hz.
Mevlana, ne de bir başkası, bu
Muhammedî ölçünün dışına çıkması asla mümkün değildir. Çıktığı an bu değişmez ölçünün
sahibiyle çelişkiye düşer ki, Hz.
Muham- medle (as)
çelişenden
veli/Allah dostu şöyle dursun
sıradan bir
mümin bile olmaz. Kuranda bu
konuda değişik haberler
ve ölçüler var. İşte
onlardan biri. Müslim Karabacak 31.01.2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Sadıklarla
beraber olma mesuliyeti
Biz
Müslümanlar için dinen Allahû Teâlaya verdiğimiz ahde sadakat gösterip sadıklarla
beraber olma, sadıklardan
yana tavır koyma
mesuliyetimiz vardır.
Rabbimiz buyuruyor: Ey iman
edenler! Allah'tan korkunuz ve sadık olanlarla/doğrularla beraber olunuz. (Tevbe Sûresi/19) Kuranı Kerîm
çerçevesinde genel bir değerlendirmeye
tabi tutuldukları zaman
Allahın elçileri
ve İnsanlığın hidâyet önderleri olan peygamberlerin, gerçekten dikkat
çekici birtakım nitelik
ve özelliklere sahip oldukları görülmektedir. Meselâ KuranıKerimde anlatılanlar,
anlatılma-
yanlar; Hz. Harun, İbrahim ve İsa
aleyhimüsselâm gibi cemâlî, Hz. Nuh ve Musâ aleyhimasselâm gibi celâlî yapıda olanlar;
Ulül
azm peygamberler, komuta yetkisi olanlar, komuta yetkisi bulunmayanlar, sonuç
almış
olanlar, alamamış
olanlar, hatta öldürü- lenler, Nuh ve Lut aleyhimesselâm gibi hanımları
kendilerine inanmayanlar, kitap sahibi olanlar, olmayanlar
Bu ve
benzeri farklı- lıklara sahip
bulunan peygamberlerin hiç şüphesiz ortak oldukları özellikleri de bulunmaktadır. Allaha kulluk ve Tâğuttan uzak
kalma temel görevleri; Allaha karşı
saygılı olun ve
bana uyun! çağrıları; Ben Allahın size
gönderdiği güvenilir
elçisiyim, buna karşı
sizden herhangi bir şey de
istemiyorum diye
kendilerini takdimleri; nefsin/bireyin terbiyesi, ümmetin/toplumun yönetimi
gibi meşguliyet
alanları, ilahlık iddiası ve Allah
adına yalan söylemek
gibi yetkisiz oldukları konular,
onların ortak
niteliklerinin başında
gelir. Peygamberlerin ortak sünnetlerinden birisi de, inan- anlardan yana tavır takınıp sadıklarla
beraber olmaktır.
İnananlara
sahip çıkmak,
Müslümanların da kıyamete
kadar devam eden müştereklerindendir.
Kurânı Kerîm den öğrendiğ- imize
göre hemen bütün peygamberler, görev yerleri ve sürelerinde en büyük
mukâvemeti/karşı
koymayı o
toplumların
genellikle yönetici/önde gelen kesiminden görmüşlerdir. KuranıKerîmin mele diye tanımladığı bu takım, peygamberlere inanmakta fazla bir problem yaşamayan sade
insanları küçük
görmüş ve
peygamber lerden bu insanları çevrelerinden uzaklaştır- malarını,
kendileriyle görüşmemeyi ön şartı olarak
istemişlerdir.
Peygamberler de genel bir uygulama olarak inananlardan yana tavır alıp onlara
kol kanat germişler, müminlerle beraber olmayı tercih etmişlerdir.
Hz. Nuhun şu sözleri,
hem bu tür istekleri hem de peygamber lerin bu istekler karşısında takındıkları tavrı ve
inananlardan yana duruşlarının gerekçe-
lerini yansıtmaktadır:
Ey kavmim!
Allahın
emirlerini bildirmeye karşılık sizden
herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfâtım ancak Allaha aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü
onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat
ben sizi câhil bir topluluk olarak görüyorum. Ey kavmim! Ben onları kovarsam,
beni Allahın azabından kim
korur? Düşünmüyor
musunuz? Ben size Allahın hazineleri benim yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmem. Ben bir meleğim de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü
kimseler için, Allah
onlara asla bir hayır
vermeyecektir
diyemem. Onların
kalplerinde olanı, Allah
daha iyi bilir. Onları kovduğum
takdirde ben gerçekten zâlimlerden olurum! (Hud Sûresi/, 29 31)
Peygamberler, kendi
dâvâlarını insanlara takdim ederlerken hep şeffaf
davranmışlardır. insanlara
sadeliği ve
samimiyeti tavsiye etmişlerdir.
Zalimlerin, zorbaların,
maddeperestlerin hatırı için
inananları terk
etmemişl-
erdir. Bakınız
Rabbimiz örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (s.a.v)e şu talimat verilmiştir: Sabah akşam Rablerine Onun hoşnutluğunu dileyerek dua/ibadet edenlerle birlikte ol, bunda
sebât et.. Dünya hayatının süsünü
isteyerek gözlerini onlardan çevirme! Kalbini bizi anmaktan gâfil kıldığımız, kötü arzularına esir olmuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme! (el Kehf Sûresi/ 28) Müminlere
karşı
alçak gönüllü ol!
(el Hıcr
Sûresi/ 88) Sana
tabi olan müminlere
merhamet kanadını indir! (eş Şuara
Sûresi/ 215)
Dikkat edilirse
Rasûlüllah (s.a.v) de müminlerden
yana tavır takınmakla
emrolunmuştur.
Hiçbir güç ve kuvvet bizi din kardeşlerimizden ayıramaz. Her yerde ve her zaman tercih hakkımızı sadakat
sahibi sadık müminlerden
yana kullanmakla mükellefiz. İnanan insanlara kuşku ile bakan ve onları küçük gören, tabiatıyla kendilerini de o toplumun söz sahipleri,
ekâbirleri diye tanımlayan
elitlerin ve egemenlerin hemen her devirde aynı tutum içinde oldukları tarihî ve sosyal bir gerçektir. Bu kaba tutumlarına çağdaşlık,
modernlik gibi
gerekçelerle kılıf
uydurmaya çalışmaları ise,
egemen ve inançsız sınıfların beyin
ve idrak sefâletlerini örtmeye asla yetmemiş ve yetmeyecektir.
Tarihte Firavunların,
Nemrudların, Ebu
Cehillerin bir vasfı olan
özellikle tercih noktalarında hep
kendileri gibi düşünen ve
yaşa-
yanları
öncelemeleri, inananları ise
ötelemeye çalışmaları ve
kendileri için tehlike odağı görmeleri ne yazık ki günümüzün de çağdaş Firavunlarının, Nemrudl- arının, Ebu Cehillerinin en büyük modernlik saplantısı olarak
gözükmektedir. Asırlar ve
nesiller değişiyor ama
küfrün mantığı değişmiyor. Dinî değerleri dışlamak için modernitenin ya da monarklaşan resmi
ideolojinin kimi ilkeleri gerekçe olarak ileri sürülmesi, inananlara yönelik
tarihî tavrın güne
yansıyan
boyutunu oluşturmaktadır. Yani
Firavunluğun,
Nemrud- luğun mantık olarak
hâlâ devam ettiğini
göstermektedir.
Geçmişte
böylesi ortamlar, peygamberlerin inananlara sahip çıkmaları,
onlardan yana tavır
koymaları ile
düzeltildiği gibi
bugün de aynı şekilde,
inananların tercih
sorumluluklarını
inananlardan yana kullanma- larından başka düzelme ve düzeltme yolu olmadığı açıktır. Sadıklardan yana tavır takınmak, hainlerin saltanatına nokta koymaktır. Yani hainlerini saltanatını sona
erdirmenin çaresi, Müslümanların yardımlaşması, dayanışması ve her hâlükârda müminlerden yana tavır takınmasıdır. Mustafa Çelik 06.02.2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat,
tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Tesettür
adet değil,
ibadettir.
Soytarıların sosyolog
kabul edildikleri bir ülkede sosyal problem- lerin çözümünü sosyologlara havale
etmek; sadıklarla
beraber olma mesuliyetine ihanet etmektir... Sadık olanlar, mümin olan- lardır... Müminlerin kardeş oldukları da nassı Kuran ile sabittir. Allahû Teâla buyuruyor: Müminler
ancak kardeştirler.
öyleyse kardeşlerinizin
arasını düzeltin
ve Allah'tan korkun ki esirge- nesiniz. (Hucurat Sûresi/10) Müminler birbirlerinin kardeşleri
oldukları için her
zaman birbirlerini desteklerler, korurlar, birbirle-rinin aralarını Allahın dinine
göre düzeltirler. Birbirlerini düşmana teslim etmezler ve birbirlerini dışlamazlar.
Firavuni engelleri hep beraber dayanışma halinde aşarlar. Sahih iman ve Sâlih amel kavgasını veren sadıklar,
birçok eziyetlere, baskılara,
hakaretlere, işkencelere,
hapislere, asmalara ve kesmelere rağmen, hiç taviz vermeden gayelerine ulaşıncaya
kadar, yılmadan,
korkmadan kötüleyenlerin kötülemesine, kınayanların kınamasına aldırmadan çalışmalarına devam
eden kimselerdir.
Dünyada sadıklar kervanı Allah'ın bir
nurudur, istemeyenler bu nuru ilahiyi söndüremeyeceklerdir. Allah(c.c) şöyle
buyuruyor: Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu
söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu
tamamlayacaktır. (Saf
Sûresi/ 8) çağdaş Firavunların,
Nemrutların bütün
plan ve projelerini sakatlayıp ortadan kaldıran şey, sadıkların sadakatidir. Firavun- ların, Nemrutların izinde giden itler ürüyecek ama Hz. Muhammed (s.a.v)in izinde giden
sadıklar kervanı yılmadan
yoluna devam edecek... Kâfirler, münkir ve müşrikler istemese de Allahın emrettiği hükümler Müslümanların hayatlarında geçerli olacaktır. çünkü Allahın hükümleri müminlerin hayatlarını düzenlemek
ve onların hayatlarında geçerli
olmak için gelmişlerdir... ...Buna karşı çıkanlar
yorulduklarıyla ve
kazandıkları günahlarıyla baş başa
kalacaklardır...
Yalanlarla, yasalarla, yasaklarla Allahın hükümlerine tahdid getirenler veya onları hayatın taşrasında tutmaya
çalışanlar,
bulutlara karşı
havlayan köpekleri andırırlar. Şu bir
hakikattir ki; köpeklerin havlaması, bulutlara zarar vermez!..
Yeryüzünde Firavunluğa, Nemrutluğa oynayan
bütün sosyal ve siyasal güçler, kuvvetler, keyfî, küfrî ve cebrî idareler,
Allahû Teâla ile savaşmaktadırlar...
Böyle güçlerden yana tavır koyanlar,
Firavunların,
Nemrutların
kölelerini çoğaltanlardır. Altını çizerek
diyoruz ki; zorla ve insanları aldatarak idareleri ele geçirip insanlara
zulmeden zalim idarecilerden korkarak, onların zulmün- den kurtulmak için, onların tarafını tutup,
onlara meyletmek, ... doğrudan doğruya İslâm
dininden istifa etmektir. Allah
korkus- uyla bütün korkuları yenemeyenler, kullara kul olmaktan kurtulamazlar. Allahû
Teâla buyuruyor: insanlardan korkmayın, benden korkun. Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah(c.c)'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar
kafirlerin tâ kendileridir. (Maide Sûresi/ 44)
Biz müminler için
Allah korkusu, yeryüzünün en büyük emniyet kanunudur. Yürekleri Allah korkusunu
kuşanmış
olanlar, sadıkları yalnız bırakmazlar.
çağdaş Firavunların,
Nemrutların
tehditleri, korkutmaları karşısında İlahi
emanete karşı
sadakatini ortaya koymuş olan sadıklarla
beraber olmayanlar, kullara kul ve köle olanlardır. Meselâ günümüzde genelde İslâm coğrafyasında özelde
ise ülkemizde Allahû Teâlanın tesettür
emrine karşı
sadakatini ortaya koymuş mümin kızların ve kadınların
tesettürünü yasal yalanlarla kamusal alanda yasakla- maya kalkışanlardan
yana tavır koyanlar,
büyük bir yanlışın içindedirler.. Altını çizerek
diyoruz ki; mümine kız ve kadınların tesettürü
siyasetin değil, imanın sem-
bolüdür. Tesettürü yasaklayanlar, imanı yasaklamak- tadırlar. Dolayısı- yla
tesettür meselesinde sadakatini ortaya koymuş tesettürlü kadın-lardan yana tavır takınmak, sadıklarla beraber olma mesuliyetimiz- dendir... Müslüman
olarak bu mesuliyetimizi yerine getirirken M. âkif Ersoyun şu dizesini
göz önünde bulundurmalıyız. Kızımın iffeti
batıyor rezilin
gözüne Acırım tükürüğe billâh,
tükürsem yüzüne!
Yüzüne bile tükürmeye
değmez
zorbalara aldırmadan
sadıklarla
beraber olmaya devam etmeliyiz. Şunu bilelim ki; sadıkların dayanışması, çağdaş Firavunların engellemelerini sone erdirecektir... Mustafa Çelik
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.8
Gerçek Takva Sahipleri
Takva:
Allahtan
korkmak, Kur'an'la amel etmek, aza razı olmak ve Ahiret Gününe hazırlanmaktır. (Ali b.Ebî Talip r.a) Bakara suresinde ise Allah (c.c)
takva sahiplerinin özelliklerini şu şekilde açıklıyor;
177 Yüzlerinizi Doğu ya da Batı tarafına
çevirmeniz iyilik demek değildir. Asıl iyilik Allah'a, Ahiret gününe, meleklere, kitaba,
peygamberlere inanan; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yarı yolda
kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara (kölelere, tutsaklara) mallarını
sevmelerine rağmen yardım edenle-
rin; namazı kılanların, zekâtı
verenlerin, antlaşma yaptıklarında yapmış
oldukları antlaşmaları yerine
getirenlerin; zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerin tutumudur. İşte
doğrular
(sözlerinin erleri) onlardır, takva sahipleri de onlardır.
Yukarıdaki
ayetlerde Müslümanların kıble değişikliği mese-
lesinde Yahudilerin anlamsız tartışma ve itirazlarına cevaben açık- lamalar yapılıyor.
Yüzlerinizi doğu ya da batı tarafına çevirm-
eniz iyilik değildir
deniliyor. Çünkü tarif
edilen takva içi boş, hayata
etkisi olmayan bir ibadet şekli değildir. Oluşan duygu ve düşüncelerin ve pek tabii eylemlerin (amel) bütününü oluşturan bir
davranış
biçimidir. Yani
toplum içerisinde etkisini gösteren somut bir davranış
biçimidir. Dikkat ederseniz ayette takvanın taşıdığı manaya yapılan vurgu, inançlarımızın, yaşadığımız topluluk
içerisinde somut bir şekilde yaşanmasıyla alakalıdır.
Yüzümüzü sadece doğuya ya da
batıya döndürdüğümüz şekilsel bir
ibadetten ziyade, mallarımızı sevmemize
rağmen
yoksullara dağıt-
mamızdan, zekât
veriyor ve namaz kılıyor olmamızdan, antlaşmalarımıza sadık kal- mamızdan, savaşta, zorda
ve darda sabredip davamızdan
vazgeçm- ememizden, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman
etmemizden bahsedilmiş. Doğru sözlü
olmamız ve takva
sahibi olmamız da bu şartları yerine
getirmemize bağlanmıştır. Bunların hiç birini
yapmıyor iken doğru sözlü
olduğumuzu
söyle- mek kendimizi kandırmaktan
öteye gitmeyecektir. İşte
Rabbimiz pratik hayatta uygulaması olmayan bu kuru ibadet şeklini kabul etmiyor. Bu şekilde Kur'an'ın bizlere yol göstermesi de beklene- mez. Çünkü; Doğru olduğu kuşkusuz olan
bu kitap, takva sahipleri için hidayet kaynağıdır. (Bakara-2)
Peki neden takva sahipleri için hidayet kaynağıdır ? Çünkü
onlar, öteki dünyanın varlığından bütün kalpleriyle emindirler. (Bakara-4)
Japon araştırmacı Dr.
Toshihiko İzutsuda 'Kuranda Allah ve
İnsan' adlı eserinde
takva kavramı üzerinde
de durmuş ve yukarıdaki ayette
de geçtiği üzere
takvanın ahiret
günü düşüncesiyle
yakından
ilgisine dikkatleri çekerek şöyle demiştir: Bu meselenin mihveri, Allahın her şeyin tek ve mutlak hakimi olduğu, bütün insanların Allahın huzurunda
başları eğik olarak
sessiz duracağı
uhrevi hüküm günü kavramıdır. Böyle
bir günün düşüncesi,
devamlı olarak insanların gözleri
önünde tutulmalıdır ki, bu
inanç insanları hayatta
hafiflik ve dikkatsizlik yerine, tam bir istekle hareket etmeye sevk etsin. İşte İslam
zühdüne hakim olan fikir budur. Kuranı okuyan
herkes, özellikle Mekke devri ayetlerinde, gelecek hüküm günü [yani ahiret] şuurunun çok
kuvvetli olduğunu görür. İşte
bu şuura
orijinal anlamıyla takva
denir.
Görüldüğü üzere
takva, hüküm günü yani ahiretle ilgili bir kavramdır. O halde
iki türlü bir hayat biçimi üzerinde olmaktan vazgeçmeliyiz. Zaten bu durum
gerçek manada mümkün değildir.
Çünkü Her tercih
bir vazgeçiştir.
Üstelik hidayete ve
kurtuluşa ermemiz
takvalı olmamızla direkt
ilişkili olan
bir meseledir. Yoksa öteki dünya ile ilgili kuşkularımızın olduğu ve bu kuşkuları- mızdan dolayı tavizkar
bir İslam'ı yaşadığımız bir
süreçte Kuran bizler
için hidayet kaynağı
olmayacaktır.
Günümüzde ise takvaya
yüklenen mana oldukça basite indirgenmiştir. Hatta gerçek manasından saptırı- lmıştır. Takva
kavramı daha çok
ahiretle ilgisi dışında dindarlık manasını almıştır. Hal
böyle olunca iman ve takvanın olaylara müdahale eden eylemsel şekli
kaybolmuştur. Giyim
tarzımız, yemeği sağ elle
yememiz, misvak kullanmamız, sakalımızı kaç santim
uzataca- ğımız hatta
gümüş yüzük
takmak gibi birtakım konular
takva olarak algılanır- ken
Allah yolunda tavizsiz bir yaşantıyı tercih
etmemize, inancı- mızı yaşantımıza yansıtmamıza
bozgunculuk (fesad) manası yüklenmeye
çalışılmıştır. Tabii bu
toplumumuzun güç algısıyla da
ilgili bir hadisedir. Hâlbuki takva iki hayat arasındaki
tercihtir. Yani yukarıda anlaşıldığı üzere bu yaşamın bitiminde
başlayan diğer hayata
kalpten inanmamızdır. Takva
konusunu en sağlıklı biçimde
anlayabilmemiz Kur'an'da takva sahipleriyle ilgili kıssalara
müracaat etmekle mümkündür.
İşte
Kur'an'dan bir sahne :Ta ha suresinde korkunç bir tartışma
yaşanıyor. Çağın
Firavununun tehdit
dolu sözlerine şahit
oluyoruz. Kendisine danışılmadan Musanın Rabbine
iman eden sihirbazların topunu
asmakla tehdit ediyor.
(Firavun) Dedi ki: Ben size
izin vermeden önce O'na iman ettiniz öyle mi? (Taha-71) Sihirbazlar Musanın
Rabbine iman etmişler. Artık Rabb
(hüküm koyucu) olarak Hz. Musanın Rabbine tabi olacaklarını ilan ediyorlar. Tabii bu çok basit bir tercih değil. Ve
arkasından
Firavunun
tehdit dolu sözleri geliyor;
Andolsun
sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama
keseceğim,
topunuzu asacağım. (Taha-71)
Bu ölüm tehdidi sihirbazlarda pek de korkuya sebebiyet vermemiş gibi
görünüyor. Çünkü
onlar, öteki dünyanın varlığından bütün kalpleriyle emindirler.(Bakara-4)
Burada takva
kavramının ahiretle
ilişkisi çok
güzel bir örnekle ortaya konulmuş. Sihirbazlar öteki dünyanın varlığına tam bir teslimiyetle inandıkları için
Firavunun
tehditleri sihirbazlar üzeri-nde pek bir etki göstermiyor. Onlar daha çok öteki dünyadaki sonları ile
ilgili bir endişe taşıyorlar.
Yani Allah'tan asıl
Rablerine inananların ilki
oldukları için
kendilerini affetmesini diliyorlar. Bu noktada Firavun'a da bir çift sözleri
var, diyorlar ki; Sen, yalnızca bu dünya hayatında hükmünü yürütebilirsin. Gerçekten biz Rabbimize
iman ettik; günahlarımızı ve
sihir dolayısıyla bizi
kendisine karşı
zorlayarak sürüklediğin
(suçumuzu) bağışlasın. Allah, daha hayırlıdır ve daha süreklidir. (Taha-72-73)
Firavun'a hükmünün
dünya hayatı için
geçerli olduğunu
söylüyorlar ve kendilerine yöneltilen tehditlerden korkmayarak yapmaları gereken
davranışı da sergiliyorlar. Rablerinin karşısında
sorguya çekilecekleri güne hazırlık yapıyorlar, zira o günün varlığına ölümü göze alma pahasına kalpten inanmışlar. Yaşanılan dönem itibari ile bu takva sahibi müminler Peygamberleri
olan Hz. Musaya böyle
bağlılık
göstermişler ve
onun Rabbine iman etmişler. Hz.
Musanın iman
ettiği Allahı yegâne
Rabb (Hüküm koyucu) olarak kabul etmişlerdir. Peki, biz Müslümanlar karşılaştığımız bu ve benzeri olaylar karşısında Hz.
Muhammed (S)e aynı bağlılığı gösterebiliyor muyuz ? Onun inandığı Allahı yegane Rabb (Hüküm koyucu) olarak kabul ediyor muyuz
? Kabul ettiğimize
dair birtakım işaretler
hayatımızda müşahede
edilebiliyor mu ? Bu soruları kendilerini gayet iyi tanıyan
kardeşlerimiz
cevapla- sınlar.
Ama genel itibari ile şu anda
bizlerin yaptığı şey, Mekke' deki Hanifler gibi sadece törensel bir din algılayışını hayata yansıtmamızdır. Öyle ki, mevcut otoriteye/sisteme/yönetime karşı
gelen bir din anlayışına sahip değiliz. Şu bir gerçek ki, mevcut beşeri
sistemler için kendi kendimize yerine getirdiğimiz gündelik ibadetler herhangi bir tehlike oluşturmuyor.
Aynı şekilde
Mekke deki
Hanifler için de müşriklerin
putlarına
tapmamalarına rağmen
böyle bir tehlike söz konusu değildi. Çünkü mevcut sisteme karşı
herhangi bir itirazları yoktu.
Eğer
Rabbimiz Haniflerin bu davranışını onaylamış olsaydı Peygamber Efendimizi (S) bu topluluğa uyarıcı olarak
göndermezdi. Fakat Rabbimiz böyle bir din anla- yışını kabul etmemiştir. Ve bizler için yaşam içerisinde tehlike oluştumayann
bu yüzdelikli din anlayışını da Rabbimiz kabul etmeyecektir. Peki, bu korkularımız,
dünyaya bağlılığımız bizleri nasıl bir İslami anlayışın savunucuları konumuna dönüştürdü?
Bir takım çabalar
gösteriyoruz ama bu çabalarımız kendi
kimliğimizi yansıtan çabalar
olmaktan epeyce uzak. Ötekilerin
rahatsızlıkları karşısında yanlış
anlaşıldığımızı düşünerek sürekli açıklamalarda bulunuyoruz. Üstelik onların doğru anladıkları
konularda bile siz bizi
yanlış
anladınız gibi çok yakışıksız sözler sarf ediyoruz. Dilerseniz bu konuyu Hz. Şuayb
Peygambere danışalım. Bakalım Hz. Şuayb
Peygamber nasıl
cevaplar veriyor:
Soydaşları dedi ki; Ey Şuayb,
atalarımızın taptıkları ilahlara
tapmayı bırakmamızı ve mallarımız konusunda
dilediğimiz
tasarru- fları yapmaktan
kaçınmamızı emreden,
empoze eden faktör, şu kıldığın namaz mıdır? Aslında sen
yumuşak huylu,
uslu ve aklı başında
bir adamsın. (Hud 97)
Ayette geçtiği üzere
aslında müşrikler
Hz. Şuaybı çok doğru algılamışlar.
Bu durumda da herhangi bir gariplik görünmüyor. Fakat yukarıdaki
ayette müşriklerin
sorduğu soruya
Hz. Şuaybın verdiği cevap
bizim verdiğimiz
cevaplarla büyük farklılık arz
etmektedir. Üstelik verdiğimiz
cevaplardan öyle anlaşılıyor ki,
kıldığımız namazın ötekileri rahatsız eden bir yanı da yok. Acaba böyle bir soru sorulmuş olsa
nasıl bir
cevap verirdik ? Ayrıca bu
yaptığınız şey sistem için bir tehdit olarak görünmüş ise Siz beni
yanlış
anlamışsınız, aslında ben öyle demek istememiştim mi derdik? İyi de insanlar, gerçekten hep yanlış
anlaşıldığımızı söylediğimiz, İslam'ın net açık mesajını ortaya koyamadığımız bir ortamda İslam'la nasıl tanışacaklar? Hz. Şuayb Peygamber de namazın anlamını, işlevini doğru algılayan düşmanlarına, yok canım, siz beni yanlış anlıyorsunuz mu demeliydi ? (M.Durmuş) Rabbimiz açık bir şekilde Hz. Şuaybın diliyle bizlere müşriklerden ayrışmamız gerektiğini, onlarla aynı şekilde düşünemeyeceğimizi ve ibadetlerimizin onları rahatsız eden
bir yanının olması gerektiğini bildiriyor.
Yani bizzat kendi söz ve eylemlerimiz doğ- rultusunda müşriklerin bizleri yanlış (!) anlamalarını istiyor. Bizim ismimiz (Müslüman), ibadetlerimiz
onları rahatsız etmeli
ve biz bu sebeple inancımızı
gizlememeliyiz. Zaten Hz. Şuayb da öyle yapıyor. Evet, benim kıldığım bu namaz sizin kurulu küfür düzenlerinizi yıkmamı
emrediyor diyor; Bunlar takva sahipler- inin batıl karşısında
vermiş
oldukları
mücadeleyi ortaya koyan örneklerdir. Dışarıda bir kavga var ve iman iddiasındaki
bizlerin mutlaka bu kavgada taraf olmamız gerekir. (particilik bağlamında değil).
Çünkü,
Hak ile
batılın
çarpıştığı savaş alanında olmadıktan sonra; çağının şahidi, toplumunun şehidi
olmadıktan
sonra nerede olursan ol! İster namaza dur, ister içki sofrasına
otur; ne fark eder ! (Ali Şerati)
Şunu hiçbir
zaman aklımızda çıkarmayalım ki, her
ne yapacak olursak olalım bunu bu
dünyada iken, iş işten
geçmeden yapmalıyız. Eğer bir günah bataklığında isek şu an hala sağ olmamız tüm bu çirkin hayatımızı değiştirmek için kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Gerçek manada iman ve takva sahipleri olalım. Güç
algımızı Allahtan yana
kullanarak korkularımızı
yenelim. Bizi bu dünyaya bağımlı hale getiren ayartıcılara karşı direnç gösterelim. Unutmayalım ki; Kim bu
dünyada (hakikate karşı)
kör ise; o ahirette de kördür. Yol bulmadaki şaşkınlığı daha da beterdir. (isra:72) Selam ve Dua ile. Hikmet Ertürk. 01.04.2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat
ve İnsan.9
Papa, 3 bin
kişilik
şeytan
çıkarma
ordusu kuruyor
İnanılması güç bir
projeye imza atan Vatikan, 3 bin kadrolu şeytan çıkarmada uzman papaz atayacağını açıkladı. Yapılan açıklamada her
piskoposluğa birer
adet olmak üzere 3000 yeni Exorcist atayacağını ilan etti.
Bunun üzerine Roma'daki Papazlık Üniversitesi Regina Apostulorum'da düzenlenen Exorcism
kurslarına talepler
arttı.
Son yıllarda
inançsızlığın artış göstermesiyle birlikte şeytanla başı belaya girenlerin de çoğaldığını ve
kendilerine bu tür şikayet-
lerle gelenlerin sayısında büyük
artış
gözlendiğini
belirten İsviçreli
Papaz Domherr Christoph Casetti, meselenin uluslararası bir önem
arzettiğini ifade
etti. Exorcism'in geçmişi Avrupa'da
1614 yılına kadar
uzanıyor. Şeytan çıkarma
ritualinde papaz mağdur İnsanı Hristiyanlık inanışı gereği kutsal su ve dua yardımıyla şeytanın
esaretinden kurtarmaya çalışıyor.19.03.2008 Vatikan Yenisafak
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.10
From:
haci bayazit
Sent:
Monday, May12, 200810:54 PM
Subject:
SElam
Kimden:
Personel D. Bsk.
mailto:personel@diyanet.gov.tr]
Gönderilmiş: Çar
14.05.2008 16:16
Kime:Disiplin
Konu: Fw: Selam
Aşağıdaki
mail ilgisi nedeniyle Dairenizce değerlendirilmek ve sonucundan müştekiye bilgi
verilmek üzere Biriminize yönlendirilmiştir. Arz ederiz.
Disiplin ve Değerlendirme Şubei
Müdürlüğü
Müftülüğün Vâizeler
Korosu Kutlu Doğum Konseri
Vermiş! İstanbul
Müftülüğü Türk
Tasavvuf Musikisi Kadınlar
Korosu, Kutlu Doğum Haftası
münasebetiyle özel bir konser vermiş. Koro elli kişilikmiş.
Peygamber sevgisini
ilahî ve kasidelerle anlatan kadın korosu izleyenler tarafından büyük ilgi görmüş. Konserde duygulu anlar yaşayan İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı, başörtülü
bayanların konser
vermesinin medya tarafından eleştirilmesinin
çok yanlış
olduğunu söylemiş.
Çağrıcı, Dininin
buyruğu olarak
giyinmiş başörtülü kadınların konser
verdikleri için eleştirilmeleri
çok büyük haksızlık... diye konuşmuş. Müftülük
kadınlar
korosu, sınavla alınmış ve
özel olarak yetiştirilmiş 50 vaize
ve Kuran öğreticisi
kadından oluşuyormuş.
Müftü Mustafa Çağrıcı, din ile
sanatın ikiz
kardeş gibi kabul
edilmesi gerektiğini beyan
etmiş. İstanbulun ilk ve
tek bayan müftü yardımcısı Kadriye
Erdemli, müziğin İslâmın her alanında var
olduğunu
belirtmiş, Kadriye
Erdemli, Ezan zaten
kendi başına
müzikli bir tebliğdir demiş.
Kadriye hanımdan başka bir
inci: Yıllar boyu İslâm,
müzikle gönüllere kazınmıştır.
Yukarıda anlattığım hadiseyi Kitabullaha, Resulün sünnetine, fıkha, şeriata bağlı bir
Müslüman olarak protesto ediyorum.
1.Başları örtülü de
olsa vaizelerin ve kadın Kuran öğretmenlerinin
erkeklere konser vermeleri dinimiz tarafından yasaklanmış ve haram kılınmıştır.
2.İstanbul Müftülüğü1400 yıllık İslâm
tarihinde görülmemiş böyle bir
bidate imza
attığı için büyük bir günahı irtikab etmiş, korkunç bir dinde yenilik ve dinde reform kapısını açmıştır.
3.Bu yapılan Kuran-a, Sünnete,
icmaıümmete, Şeriata, fıkha, ahlâkıislâmiyeye,
tasavvufa tarikata aykırıdır.
4.Yakın
tarihlerde, rakı içip
demlenen bir Dede, kadın ve erkek
semazenleri birlikte döndürmüştü.
5.Zaman
gazetesini, bu haberi övücü bir üslupla verdiği için kınıyorum.
Böyle bir şey dine
uymaz.
6.Ankara
Diyanet İşleri
Başkanlığı bu bidati derhal önlemeli, erkeklere konser veren vaizeler ve
Kuran öğretmeni kadınlar
korosunu dağıtmalıdır.
7.Böyle
bir koro sadece ve sadece kadınlara konser verebilir mi? Bu husus ehliyetli,
liyakatli, icazetli, takvalı bir müftüler heyeti tarafından
karara bağlanmalıdır.
8.Bu hususu
resimleriyle birlikte, İslâm dünyasının 25 ifta
makamına (fetva
veren ulemasına ve ulema
heyetlerine) bildirerek fetva isteyeceğim. Maneviyat din'in beli ve omurgasıdır;
maneviyat ile müzük bir arada olmaz; din'i müzük din'deki ilk tahribat aşaması nefsin
sarhoşluğuna zemin
hazırlar.
9.Ezan zaten kendi başına müzikli bir tebliğdir sözü çok
tartışılacak bir fikirdir. Ezan elbette güzel sesle ve nağmeli olarak
okunacaktır ama o
asla bildiğimiz müzik
değildir.
10. Din ile
sanatın ikiz
kardeş gibi
oldukları iddiası bir
müftüye yakışmaz.
Din asıldır; sanat
onun topluma tarihe nakışı işlemesidır. Bu ikiz
kardeşliği kim çıkarttı?1400 yıllık İslâm
tarihinde böyle bir söz edilmiş midir?
11.İstanbul Müftülüğü hayırlı bir dinî
hizmet yapmak istiyorsa, şehirdeki üç
bin camiden günde beş kez güzel
ezanlar okunması için çalışsın, ezan
kursları açsın,
müezzinlere ders verdirsin. Yine namazlarda kıraatin düzgün olması için çalışsın.
Din
iman, şeriat elden
gidiyor... Ülkede korkunç bir irtidat cereyanı var. Yüce dinimize her
taraftan saldırılıyor. Fısk, fücur, bidat, nifak, fitne, fesat, küfür, şirk
almış yürümüş...
Bunlarla gereği gibi mücadele edilmiyor. Onun
yerine vaize ve Kuran kursu kadın hocalarına müzik eşliğinde ilahî okutuluyor. Hem de erkeklere.
Sanırım bu
hareket de dinlerarası diyalog
ideolojisinin zehirli meyvelerindendir.
Sevgili Peygamberimizin
(salat ve selam olsun Ona)
ruhaniyeti böyle şeylerden hoşnud olmaz.
Dindar Müslümanlar böyle dehşetli bidat ve günahları protesto etmezler, üzerlerine vacip olan emrımaruf ve
nehyımünker
farizasını yerine
getirmezlerse tokatlara hazır olsunlar. Mehmet Şevket Eygi 19.04.2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.11
İmam
Humeyni,
Uzlaşmacı
Anlayışı Kesin Olarak Reddetti.
İran İslam
Devrimi önderi İmam
Humeyni'nin vefatının19. yıldön- ümü.
3 Haziran 1989 akşamı vefat eden
İmam
Humeyni' nin vefatını tüm dünya
4 Haziran'da duymuştu. 24
Eylül 1902 doğumlu
Ayetullah Seyyid Ruhullah Musavi Humeyni, hareketiyle, evrensel İslami
harekete kalıcı bir miras
bırakmış;
Siyonizme ve emperyalizme tarihlerinin en büyük darbesini vurmuştu. Vefatının yıldönümünde
kendisini bir kez daha rahmetle anıyoruz.
Bu vesileyle Dünya ve İslam
dergisinin11. sayısında
(Yaz1992) yayınlanan ve İmam
Humeyni'nin mücadelesini, mesajını ve mirasını değerlendiren
Rıdvan Kaya'nın İmam Humeyni
ve İslami
Hareketin Seyri başlıklı makalesini
sizlerle buradan paylaşıyoruz.
Bu makale Rıdvan Kaya'nın Ekin Yayınları tarafından basılan İslami
Kimlik: Mücadele ve Muhasebe adlı kitabın 203 - 214. sayfalarında yayınlanmıştır.
İmam Humeyni
ve İslami
Hareketin Seyri
İmam Humeyni
adeta ismi İslam
Devrimi ile özdeşleşmiş bir şahsiyettir.
Humeyni'nin imam oluş süreci ile
ona biat etmiş İran
halkının ümmet oluşunu çağdaş İran
tarihinin ikiz süreçleri olarak yorumlarken Hamid Algar da bu duruma dikkat
çekmektedir.1 Bununla birlikte İslam ümmetinin tarihsel ve sosyal planda tek bir canlı organizmayı temsil
ettiği inancı, farklı zaman ve
mekanda ortaya çıkmış
olsalar da İslami
hareketlerin tümünü bir bütünlük zemininde ele almayı
gerektirir. Bu durumda1978 1979 yıllarında İran İslam Devrimi'nin gerçekleşmesiyle zirvesine çıkan İmam Humeyni'nin hareketi, ancak İslam
ümmetinin tarihsel ve sınırlar üstü
çerçevesi içinde konumlandırıldığında gerçek önemini ve anlamını
kazanabilir.
Fransız işgal
kuvvetlerinin18. yüzyılın sonunda Mısır'a çıkışından itibaren İslam dünyasının hemen her
karış
toprağında
adeta çekirge sürülerinin istilalarını hatırlatacak şekilde yaygınlık kazanan
sömürgecilik olgusuna karşı
sürdürülen İslami
direniş geleneği, İmam
Humeyni'nin yaslandığı temel, üzerinde yükseldiği kök olarak görülmelidir. Bu noktada emperyalizme ve
sömürgeciliğe karşı
verilen yaygın ve
kitlesel İslami
mücadelelerin hemen hemen tümünde gördüğümüz belirleyici birçok unsuru İmam
Humeyni'nin hareketinde de görmekteyiz. En başta, direnişi mümkün kılacak şekilde hem ahlaki, hem de politik güvenilirliğe sahip
mutlak ve karizmatik bir liderin ortaya çıkması ve halkın büyük bir şevkle ona itaat etmesi şeklinde beliren tecdid hareketlerinin ortak karakteristiği İmam
Humeyni'nin hareketi için de geçerlidir. Bu yönüyle İmam
Humeyni'nin hareketi; Hindistanlı Seyyid İsmail Şehid, Cezayirli Emir Abdulkadir, Dağıstanlı Şeyh Şamil
hareketlerinin bir devamıdır.2
Geleneksel Çizgi ve Tavırdan Farklılaşma Mamafih,
İmam
Humeyni'nin hareketi köksüz, nevzuhur bir hareket olmayıp ve son
kertede geleneksel İslami
direnişler
zincirin den bir halka olmakla birlikte, ayırıcı bazı
özelliklerinin de bulunduğu gayet açıktır. 20. asrın son çeyreğinde yoğunlaşan Iran İslam
Devrimi yaklaşık
son iki yüz yıldır İslam dünyasını bir uçtan
diğerine
süsleyen İslami kıyamlar
zincirinden birtakım sosyal,
kültürel, siyasal yönleriyle farklılaşmaktadır. Yine bu
devrimin lideri olarak İmam
Humeyni'nin diğer kıyam
hareketlerinin liderliklerinden birçok açıdan farklı özellikler taşıdığı da bir gerçektir.
Mesajın Kuşatıcılığı ve Derinliği İmam
Humeyni'nin geleneksel hareketlerden farklılaştığı temel noktalardan biri geleneksel hareketlerin bir çoğunun
yöreselliğe mahkum
kalmalarına karşın İmam
Humeyni'nin evrenselliği
yakalayabilmiş olmasıdır.3
Gerçekten de İmam mesajını coğrafik veya
sosyal sınırlarla sınırlamamış,
muhatap kitlesi olarak da yalnızca İranlı Müslümanları veya yalnızca Şii Müslümanları veyahut da yalnızca Ortadoğulu Müslümanları görmemiştir. Daha, Amerikan kuklası
Şahlık rejimine
karşı
mücadelesinin en başından
beri, İmam asla
hareketini İran ve İranlılara özgü
unsurlarla kayıtlı tutmamıştır.1971 yılında Hacc'da
dünya Müslümanlarına hitaben
yayınladığı bildiri örneğinde olduğu gibi, Pehlevi diktasına karşı muhalefetini yoğunlaştırdığı temel odaklardan biri olarak Şahlık rejimi
ile Siyonist İsrail arasındaki
münasebetler konusunda olduğu gibi, sürekli olarak İran'daki İslami hareketi İslam ümmetinin evrensel dinamikleriyle iç içe bir biçimde
ele almıştır.
İmam'ın bu yaklaşımı Devrimin
zafere ulaşıp İslam
Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam etmiş ve İslam ümmeti her zaman bir bütün olarak İmam'ın mesajının muhatabı olagelmiştir. Hatta İmam mesajını İslam
ümmeti ile de sınırlamamıştır. Dünyanın yalın ayaklıları, dünyanın müstezaf
halkları kavramlarında
ifadesini bulan klasik ve yeni sömürgeciliğin kurbanları, bir bütün olarak İmam'ın mesajının
muhataplarını teşkil
etmektedirler. İşte
bu mesajın sıcaklığı İrlandalı özgürlük savaşçısı Boby
Sands'ın direnişine,
Nikaragua halkının onurlu
mücadelesine, Güney Afrikalı mazlumların kararlı yürüyüşlerine evrensel İslami hareketin selamını iletmiş, aynı zamanda
evrensel İslami
hareketin de gönlünü ve ufkunu genişletmiştir.
Allah'tan dilediğimiz,
sadece Müslümanların Kabesi'n
den değil, dünya
kiliselerinden bile Kahrolsun
Amerika, Kahrolsun
Rusya feryadının
yükselmesini sağlamamız için bize
güç vermesidir.4 İmam
Humeyni'nin ideal olarak ortaya koyduğu bu yaklaşımın taşıdığı evrensellik kaygısı,
geleneksel ve çağdaş bir çok İslami
hareketin kendini coğrafik,
kültürel, tarihsel kalıplarla sınırlaması ile karşılaştırıldığında çok ileri bir adım oluşturmaktadır. Gelenek- sel İslami hareketlerin bir diğer yaygın özelliği (eksikliği) de, bu hareketlerin sömürgeciliğe, Batı'ya,
uluslararası
emperyalizme karşı
oldukça güçlü bir tepki göstermekle birlikte, bu karşı
koymanın,
tepkisellik boyutunu pek aşamamasıdır. Bu
duruma bağlı olarak, çoğu zaman ya
reddedilenin yerine neyin ikame edileceği noktasında belirgin bir cevap sunulamamış,
birçok durumda da reddedilen, farklı kılık ve
görüntülere bürünerek varlığını sürdürmeyi
başarabil- miştir.
Sömürgeciye, Batı'ya karşı
gösterilen duyarlılık,
sömürgecilerin yerli işbirlikçilerine,
Batıcılara karşı aynı kararlılık ve
netlikte gösterilememiştir.
Bu noktada, İmam
Humeyni'nin hareketi ıslahatçı gelenek çizgisinin
yetersizliğini,
eksikliğini aşabilmiştir.
Pehlevi diktatör- lüğü nün
Amerikan emperyalizminin bir kuklası olduğu gerçeğinin sürekli altını çizmesi,
yalnız Şahlık rejiminin
yıkılmasını değil, aynı zamanda
Devrim'i de talep etmesiyle, İmam Humeyni'nin hareketi bir anlamda ıslahatçı gelenek
çizgisine devrimci bir dönüşüm geçirtmiştir.5
Bugün dünyanın çok değişik
bölgelerinden ve birbirl- erinden çok farklı etnik, mezhebi veya siyasi kökenden gelen Müslümanlar
hakkında çoğu zaman bir
suçlama, bir olumsuzluk ifadesi olarak Humeynici sıfatı yaygın olarak
kullanılagelmektedir.
İslam'ın tevhidi
özünü kavramış,
zulme ve istikbara karşı
duyarlı
Müslümanlar hakkında
özellikle İslam dışı çevrelerin bu nitelemeyi kullanmaları pek de
anlamsız değildir. İmam
Humeyni' nin hareketinin içinde bulunduğumuz dönemde evrensel İslami mücadeleye kazandırdığı açılım ve
derinlik, hatta İmam Humeyni
ve hareketi hakkında olumsuz
kanaat ve tutum sahibi Müslümanların dahi, belli yaklaşımları yüzünden Humeynici şeklinde nitelenmelerine yol açmıştır.
Gerçekten de,
emperyalizme karşı çıkan, işbirlikçi
laik sistemlerle mücadele içinde olan tüm İslami oluşumların Humeynici sıfatıyla
nitelenmesi, İmam
Humeyni'nin hareketinin evrensel İslami mücadele çizgisine etkileri ve kazandırdıkları ile ilgili
bir konudur.
-
Uzlaşmacılığın Reddi İmam Humeyni'nin çağdaş İslami
hareket tarihinde ortaya çıkan en belirgin yanı, uzlaşmacı anlayışı kesin olarak reddetmesi, uzlaşmacı tavrı her fırsatta
mahkum etmesidir. İslami
mücadele tarihinde iyi niyetler ve samimi gayretlerle başlayıp yürütülen
fakat sonunda gelip uzlaşma denilen
girdaba yuvarlanan ve nice Müslümanın kanları ve terlerinin heder olmasıyla sona eren onca sonuçsuz çaba göz önüne alınacak
olursa, İmam'ın işbirlikçi
iktidarlarla, emperyalist güçlerle ve çıkar çevreleriyle uzlaşmama noktasında geliştirdiği ve sürdürdüğü kararlı ve ilkeli tutumdan çıkartılması gereken çok önemli dersler vardır. Mücadele
çizgisi ve kararlılığıyla İmam, kendisinden önce hiçbir Müslüman liderin veya İslami
hareketin hayal bile edemeyeceği bir saygınlığa
erişmiştir. Devrim
öncesi dönemde yalnız Müslüman
kitleler değil, sol ve
laik muhalefet güçleri dahi İmam'ın peşine, takılıvermişlerdir.
İmam
Humeyni'nin uzlaşmaz bir
devrimci kişiliğe sahip
olduğu, daha
mücadelesinin yoğunlaştığı dönemin başında kendisini gösterir.15 Hordad (5 Haziran1963) kıyamının ardından idam
istemiyle yargılanmak
üzere tutuklanır ve önde
gelen bir grup ayetullahın, onu
Ayetullah el Uzma ilan ederek idamını
engellemesi üzerine serbest bırakılır. Hapisliği sırasında rejim
güçlerinin kasıtlı olarak çıkarttığı, içerdeyken rejimle uzlaştığına ilişkin söylentiler üzerine hemen bir konuşma yaparak
hiçbir şekilde
sindirilemeyeceğini
vurgular. Serbest bırakılmasının kendisini
yumuşatabileceğini sanan
rejim güçleri çaresizlik içindedir. Aynı konuşmasında İmam
Humeyni, şahlık rejiminin
İslam
Üniversitesi kurma planını alaycı bir dille
eleştirir ve
bunu Muaviye'nin, askerlerinin mızraklarına Kur'an ayetlerini taktırmasına benzetir.6
En zor ve olumsuz
görünen koşullarda
dahi takınılan bu
kararlı ve ilkeli
tutum Devrim'e giden yolun başarısının ardında yatan
temel noktayı teşkil
etmektedir. İmam
Humeyni'nin hareketi; bir çok İslami gayretin düştüğü açmaza düşmemişse,
gündelik hesapların, geçici çıkarların anaforuna
kapılmamışsa,
çoğu zaman bir
ayak bağı
halini alan maslahatçılık aldatmacasına sapma- mışsa,
bu belli ilkelerin önceliğini esas
almış
olması nedeniyledir.
İlkelerden
taviz vermeme kararlılığını, ilkeleri
önceleyişini,
harekeetinin hemen her noktasında çok açık olarak görmek müm- kündür.
Devrim'in hemen
akabinde, İran'ın içinde
bulunduğu kargaşa ortamından
istifade ederek Irak saldırdığında, dönemin Cumhurbaşkanı Beni Sadr,
tutuklanan subay- ların orduya
dönmelerine izin verilmesini önermişti. İmam Humeyni, buna kesin olarak karşı çıktı., Devrim'in
ekonomik refah, yeni bir siyasi sistem denemesi veya İran'ın toprak
bütünlüğünü sağlamak için
değil, yalnız ve yalnız İslam için
yapıldığını hatırlattı bir kez
daha... Eğer orduya,
önceden halkı ezmek için
kullandıkları gücü
vermeksizin ülke savunul-amayacaksa İran'ın kurtuluşunun hiçbir değeri olmaya-cğını
söylüyordu.7
İmam
Humeyni; asıl belirleyici
olanın geçici
kazanımlar değil, ilkeler
olduğu gerçeğini ve
pratik kaygıların İslami netliği
gölgelememesi gerektiğini Hazretı Ali'den
aktarılan bir
rivayetle vurgular:
-
(Sıffin'de)
tam savaşa başlayacakları sırada birisi
Emiri'l Müminin'e tevhid hakkında bir soru sordu, o da soruyu cevaplamaya başladı...
-
Şimdi bunun
sırası mıydı? diye,
itiraz edilince şöyle
söyledi:
-
Biz bunun
için muaviye ile savaşıyoruz,
dünya menfati için değil Asıl amacımız Suriye'yi
almak değil, Suriye'nin
değeri nedir
ki?
-
Peygamberin veya Emiri'l Müminin'in amacı Suriye'yi
veya Irak'ı almak değil, insanları Hakiki
Birer İnsan kılmak ve
onları her türlü
Zulmün Pençesinden Kurtarmaktı.8
Tarih süreci içinde çeşitli
sapmalara uğramış ve
son iki yüz yıldır da doğrulma sancıları içinde kıvranan İslami
mücadele geleneğini İmam
Humeyni'nin devrimci bir çizgiye oturtması O'nun en özgün yanını oluşturmakla
birlikte, evrensel İslami
hareket geleneğine kazandır- dıkları yalnız bununla sınırlı olmamıştır. İmam
Humeyni' nin hareketi İslami
harekete çeşitli
alanlarda ışık tutmuştur. Belirtmek gerekir ki, bu noktalar aynı zamanda İmam
Humeyni'nin hareketinin nasıl başarıya ulaştığının kısmen de
olsa bir açıklamasını sunmaktadır.
Ulemanın Harekete
Geçirilmesi İmam Humeyni
her yönüyle mücadele, içinden gelen bir şahsiyet- tir. Halka liderlik pozisyonuna gelişi de verdiği
mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yoksa
liderlik verili sosyal konum- unun, kendisini getirdiği bir yer
değildir.1963
yılında yönetim
aleyhine başlayan
kitlesel gösterilerle birlikte İran'daki İslami hareketin liderliğine tırmanmıştır.9 Ve Şia
tarihinde belki de ilk defa, ulema içinde birisi, kitleyi siyasi seferberliğe
geçirebilmesine bağlı olarak
merceitaklid
konumuna gelmiştir.
İmam
Humeyni'yi taklid eden yığınlar açık bir tercih yapmıştırlar.
Denilebilir ki İmam Humeyni
ile mukallitleri arasındaki iletişim devrimci
eylem zemininde doğmuş ve pekişmiştir. İmam Humeyni
bu yönüyle bir anlamda laik bir anlayışın hüküm sürdüğü, genel olarak cami medrese çerçevesinin
içine sıkışmış
olarak varlığını idame
ettiren ulema geleneğinin
pasifist çizgisini yıkarak
ulemaya hayatın içinde
oynaması gereken
önemli rolünü hatırlatmıştır. Belki de
mevcut iktidarın yıkılmasından daha
zorlu ve sancılı bir
mücadeleyi gerektiren, ulema çevrelerinde hüküm süren bu pasifist tavrın aşılmasında İmam Humeyni
geleneksel anlayış ve
tutumların oluşturduğu engelleri
Kur'an'ın hidayete
ulaştırıcı mesajıyla aşıp
geçmiştir. 8
Ocak1978'de Kum'da yapılan gösterilerde
katledilenlerin şehadetinin
40. günü münasebetiyle İmam
Humeyni'nin19 Şubat 1978
tarihinde, Necef'teki Şeyh Ensari
Camii'nde yaptığı konuşma, İmam'ın bu soruna yaklaşımını çok açık bir
biçimde ortaya koymaktadır:
Fakat şimdi
ulemadan birinin (Allah onu affetsin) [tutumunu] açıklamak için
şöyle dediğini
duyuyoruz: Eğer
Sahibu'z Zaman (s) gerektiğini düşünürse, gelecektir. Ben İslam'ı ondan daha çok düşündüğümü iddia edecek durumda değilim ya; öyleyse bırakalım İmam uygun
gördüğünde,
gelsin ve bizi bu sıkıntılardan
kurtarsın! Benim
bir şey yapmama
ne gerek var?
Bu mantık
sorumluluklarından kaçmak
isteyenlerin mantığıdır. Biraz ısrarlı araştırmalar
sonucunda, böyleleri bize, örneğin başımızdaki
sultanlarla anlaşmamız gerek- tiğini ya da
onlar için dua etmemizi söyleyen birtakım rivayetlerle gelirler. Fakat bu rivayet- ler Kur'an'a
aykırı- dır. Hatta bu
rivayetlerden yüzlercesini dahi bulsalar, başlarını duvarlara
vurmaktan başka bir iş yapmış
olma-yacaklardır. Çünkü bu
rivayetler Peygamber'in sünnetine aykırıdır. İslam bu tür
rivayetleri kabul de etmez, değer de vermez.10
-
Kavramların Tecdidi
İmam
Humeyni'nin hareketinin en çok dikkat çeken yönlerinden biri de zaman içinde
asli içeriklerden yalıt- ılmış
olan birçok İslami
kavramın yeniden
sorgulan- masına ve
tevhidi içeriğine tekrar
kavuşturulmasına yönelik
çabalardır. Bu
çabalar sonucunda unutulmaya yüz tutmuş, Kur'an meallerinde dahi yanlış
yorumlan- maya başlanmış
birçok önemli kavram yeniden hayata döndürülmüştür. Soyutlamalarla izah edilen birçok kavramın somut karşılıkları ortaya
konulmuştur.* Bu
meyanda Kur'an'ın bildirdiği tağut kavramı, işbirlikçi
zalim diktatörlüklerle; istikbar kavramı,
emperyalist sulta ve yayılmacılıkla; müstezaf kavramı kurtulma-
ları için
mücadele edilmesi gereken yoksul ve mazlum kitlelerle somutlaşmıştır. Cuma
namazları, kitlesel
eğitim
odakları haline
getirilmiş; hacc,
bilinçsizce bir turistik seyahat ve kalıplaşmış bir
menasıklar bütünü
olmaktan kurtarılarak,
yüzlerce şehidin kanı pahasına da olsa,
yalnızca Allah'a
teslimiyetin ve İslam
ümmetinin evrensel dayanışmasının zirvesi
olarak yeniden anlam kazanmıştır.
İmam
Humeyni'nin genelde Kur'ani kavramlara yeniden asli içeriklerini kazandırma çabaları yanında, özelde
Şia mezhebine
özgü bir çok kavramı yeniden
yorumlama çabalarına da değinmek
gerekir. Bu çabalarla intizar anlayışının sonucu
olarak yüz yıllardır, Gaip İmam'ın dünyayı adaletle
dolduracağı
zamanı bekleye-
duran toplumu, beklemekten vazgeçmeye ve sorumluluklarını üstlenmeye
çağırmıştır. Müslüman
sorumluluğu ve şahsiyeti
ile çelişkiler taşıyan
geleneksel takiyye anlayışını İslam'ın tehlikede
olduğu bir
durumda asla caiz değildir diyerek
sarsmıştır. VelayetıFakih
kavramını yeniden
yorumlayarak zalim iktidarların çıkarlarına işleyen,
intizar felsefesinin pasifist zincirlerini kırmıştır. Pratikte
gerçekleşen, Gaip İmam'ın bulunmasından başka bir şey değildir aslında.
Yine İmam
Humeyni, Hüseyn ve Aşura
kavramlarının üzerin
deki tarihsel örtüyü kaldırarak yüzyıllar
boyunca sine dövüp, zincir sallayarak
Hüseyn'in
hatırasını canlı tutmaya
çabalayan topluma, Hüseyn'in eyleminin gerçek anlamını yeniden öğretmiştir.11 Kalkın ve yeni
bir Aşura meydana
getirin,, 12
diyerek tüm Müslümanlara gerçekte Hüseyn'in hatırasının nasıl canlı
tutulabileceğini açık olarak
göstermiştir.13
-
Kadın Erkek
Birlikte Mücadele İmam
Humeyni'nin İslami
mücadele anlayışı ve pratiğine önemli bir diğer katkısı da kadınların da
erkekler gibi mücadelenin asıl özneleri olduğunun altını
çizmesidir. Hem bir cinse ait olmaktan önce bir Müslüman olarak üstlenilmesi
gereken sorumluluğun
yüklenilebilmesi, hem de toplumun yaklaşık yarısını oluşturan bir
kesiminin İslami bir
hareketin başarısı için vazgeçilmez
önemi düşünüldüğünde kadınların mücadele
içinde yerlerinin ne olması gerektiği tartışması açıklığa
kavuşur. İslami
hareketlerin bir çoğunun anlayışında; mücadele içinde hemen hemen hiçbir fonksiyona sahip
olmayan, en iyi ihtimalle ikincil planda kalan kadınlar İmam
Humeyni'nin hareketinde vakarla sahnedeki asıl yerlerini almışlar ve hem devrim öncesinde, hem de sonrasında aktif
katılımları ve
fedakarlıklarıyla
belirleyici bir rol oynamış-
lardır.
Kadınların İmam
Humeyni'nin hareketinde sahip oldukları bu sorumluluk sahibi ve eşit konum ya kadınları adeta sorumsuz varlıklar, bir eşya, bir vazo gibi algılayan ya da Batılı zihinsel
kirlenmelerin de etkisiyle feminist tepkiselliğe varan yaklaşımlar arasında boca- layan Müslümanlar için oldukça öğretici ve
aydınlatıcı bir örnek
oluşturmuştur.14
İmam
Humeyni'nin Mirası, İmam
Humeyni, hareketiyle, evrensel İslami harekete kalıcı bir miras
bıraktı... İmam tüm
dünyanın ezilmiş Müslüman
halklarına; Batı ve Doğulu süper
güçlerin kendilerini her yönden baskı ve egemenlik altında tuttukları bir zamanda, bir ümit, güven ve onur kaynağı
oldu. Hatta sadece Müslüman- lara değil, istikbarın sultası altında Müslümanlarla aynı kaderi paylaştıklarını düşündüğü tüm
ezilenlere seslendi. Kendisinden önce hemen hemen hiçbir İslami
hareketin gündeme bile almaya gerek duymadığı, muhatap olarak görmediği müstezaf yığınları kucakladı, içinde bulundukları ezilmişlik ve sömürülmüşlük olgusunun ardında yatan asıl nedenleri hedef gösterdi. Kurtuluşlarının İslam'da
olduğunu, buna
ulaşmak için de
kendilerine ait sorumluluğu bizzat
kendilerinin yüklen- meleri gerektiğini açıklıkla ortaya
koydu. Böylelikle müstezaf kitlelerin sahip oldukları devrimci
potansiyelin açığa çıkarılmasında
belirleyici bir rol oynadı.
Birçok lider ve öncü,
küfre ve zulme karşı
kitlelerin mücadele bilinci ve kararlılığı hakkında son derece kötümser ve karamsar bir ruh hali
içindeyken; o, halkın imanına ve bağlılığına güvendi. Ve halk da onun güvenini boşa çıkarmadı. Bu halk,
sadece yaşamında değil,
ölümünde dahi dost düşman herkese
onun ne kadar büyük olduğunu
gösterdi. Tarihin en yüksek kitle katılımlı cenaze
töreni; İmam
Humeyni'nin ölümüyle İslam
Devrimi'nin İran'da
çökeceği, hatta
tüm dünyada İslami
hareketlerin gerileyeceği
propagandasını yayan
emperyalist çevrelerin yüzünde bir şamar gibi patladı. On yıl önce coşkulu halkın İmam'ı karşılarken
izhar ettiği bağlılığın, on yıl sonra onu uğurlarken azalmadığı, bilakis arttığı gözleniyordu. Gördükleri tablo karşısında yeniden
umutsuzluğa kapılan
emperyalistler ve işbirlik-
çileri halkın çıldırdığına dair yorumlar yapıyorlardı. Kendilerinin bunca nefret ettikleri ve korktukları birine
Müslüman halkın bu derece
bağlılık
göstermesi karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Oysa
onlar anlamasa da, her şey gayet açıktı: O, İmam'dı! İslami
yöneliş. 05.06.2008
13.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.12
Türk
devletlerinin kuruluşunda tasavvuf büyüklerinin etkileri
Türk
devletlerinin kuruluşunda
tasavvuf büyükleri etken rol oynamışlardır. Osman Gazinin manevi destekçisi Şeyh Edebalidir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad da Mevlananın babası Sultanı Ulema
Bahauddin Veledden feyz
almıştır.
Timurlenk (Topal Demir) diye ünlenen bir diğer Türk hükümdarı da yine büyük bir mutasavvıfa bağlıydı. Kendisi,
vasiyeti üzerine Semerkandda, başı hocasının ayakları altına gelen
bir türbe içinde yatmaktadır. Osmanlı ordusu olan Yeniçeri Ocağı da Hacı Bektaşı Veliye bağlanır. Elbette
Hacı Bektaşın,
Yeniçeri Ocağının kuruluşuyla bir
ilgisi yoktur ama Yeniçeri Ocağında Hacı Bektaştan feyz almış erenlerin nefesleri vardır. Askeri teşkilata tasavvufi bir yön verilmesi, bu teşkilatın
fütüvvetle ilişkilendirmesiyle
başlar.
Yiğitlik
tasavvufta yüksek mertebedir! Türk devletlerinde askeri teşkilat kendisini Ömere değil Hz. Aliye bağlar. Bunun sebebi de Hz. Peygamberin, Uhudda canını Peygambere siper
ederek Zülfikar adlı kılıcıyla onu
savunan Hz. Ali için, Alinin üstüne
feta (yiğit) yoktur.
Zülfikarın üstüne de
kılıç yoktur sözüdür
(Taberi, Tarih: 3/27). Abbasi halifesi Nasır Lidinillahın (1180 1225), yiğitlik sembolü fütüvvet giysisini, bizzat dönemin büyük
mutasavvıflarından Şeyh
Abdülcebbarın elinden
giymesiyle fütüvvet şalvarı kuşanma
gelenekleşmiş, birçok
emirlere ve devlet adamlarına fütüvvet payesi verilmiştir. Feta yiğit, fütüvvet yiğitlik demektir. Nefsin kötü arzularına karşı
direnme, her türlü iyiliği, güzel
ahlakı uygulama
yolu olduğu için
fütüvvet, tasavvufta yüksek bir mertebedir, fetaların yani
erlerin yoludur. Bu manada Hz. Ademden Hz. Muhammede kadar bütün peygamberler birer feta kabul edilmiştir. Cenabı Hak, İbrahim
Aleyhisselama feta
unvanını verdiği gibi
(Enbiya: 60) puta tapmamak, tek Allaha kulluk etmek için kavimlerinden kaçıp mağaraya sığınan Ashabı Kehfe de fityeh (fetalar) demiştir (Kehf:10,13)
Gönüllüler ordusu!
Fütüvvet sahibi olan kişi, malını dostlarına verdiği gibi
mevkiini dahi verir. Bu konuda derin bilgi için Süleminin tarafımdan yaklaşık 35
yıl önce yayınlanmış
olan Fütüvvet
Kitabını okumanızda yarar
vardır. Aslında bu
cereyanın
ribatlarla da ilgisi vardır. Sınır boylarında
mücahitler evi olarak yapılan
ribatlarda kalanlara murabıt denilir.
Murabitun (murabıtlar)
genellikle gönüllülerden oluşurdu. Birçokları belli bir zaman cihat görevini yaptıktan sonra
yurtlarına döner,
başkaları onların yerini alır, böylece
yılda birkaç
kez törenle mürettebat değişimi olurdu.
Düşman saldırısı karşısında
mürettebat, civarda eli silah tutan erkeklerle takviye edilir ve bunlar davul
çalınarak
toplanırdı. Ribatta
hayat, nöbet tutmak, askeri eğitim yapmak ve ibadetle geçerdi. Murabıtlar, saygın bir şeyhin
yönetimi altında
ibadetlerle şehit olmaya
hazırlanırlardı. Süleyman
Ateş 22.08.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.1
İbadetlerin Onda Dokuzu Helal Kazanç
Ahmed
bin Abdullah İsfehani
hazretleri buyurdu ki: İbadetler on
kısımdır, dokuz kısmı helal
kazanmaktır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün
ibadetlerdir. Abdullah
bin Ömer Buyurdu ki: Kambur
oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi
oluncaya kadar oruç tutsanız, haramdan
kaçınmadıkça, kabul
edilmez, faydası olmaz. Süfyani Sevri
Buyurdu ki: Haram para
ile sadaka veren, cami yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi
idrar ile yıkayan
kimseye benzer ki, daha çok pislenir.
Yayhya Bin Muaz Buyurdu
ki: Allahü
tealaya itaat etmek, bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı dua,
anahtarın dişleri de
helal lokmadır. Sehl Bin
Abdullahi Tüsteri
Buyurdu ki: Hakiki
imana kavuşmak için,
dört şey lazımdır: Bütün farzları edeple
yapmak, helal yemek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan sakınmak ve bu
üçüne, ölünceye kadar devam etmeye sabretmek.
Haram yiyenlerin yedi
azası,
istese de, istemese de günah işler.
Helal yiyenlerin azası, ibadet
eder. Hayır işlemesi
kolay ve tatlı gelir. Abdullah İbni Mübarek
Buyurdu ki: Şüpheli olan
bir kuruşu sahibine
geri vermeyi, bin lira sadaka vermekten daha çok severim. Helal
kazanmanın
ehemmiyetini gösteren nice hadisışerifler ve büyüklerin sözleri vardır. Bunun
içindir ki, vera sahipleri haramdan çok sakınmışlardır.
Bunlardan biri Vehb ibni Verd idi ki, nereden geldiğini
anlamadan bir şey yemezdi.
Bir gün annesi, buna bir bardak süt vermişti. Sütü nereden aldığını ve parasını nereden
verdiğini ve
kimden aldığını sordu. Hepsini
anlayınca, bu koyun
nerede otlamış? dedi.
Müslümanların hakkı bulunan
bir yerde otlamıştı. Sütü
içmedi. Annesi, Oğlum! Allah
sana rahmet etsin, iç! dedi. Ona, günah işlemekle
rahmetine kavuşmak istemem dedi ve
içmedi. Mehmet Oruç 30.08.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.2
Keramet gibi görülen istidraç!
İslam büyükleri, haram yediği halde hal sahibi olanlara şüphe ile bakarlardı. Böylelerinin şeytanın oyuncağı olduğunu söylerlerdi.
İbrahim Edhem hazretlerine, falanca yerde bir genç var.
Gece gündüz ibadet ediyor. Vecde gelip kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip,
üç gün müsafir kaldı. Dikkat
etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, halsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve
gayretli haline şaşıp
kaldı. Genci, şeytan
aldatmış mıdır, yoksa
halis ve doğru mudur,
anlamak istiyordu.
Yediğine dikkat
etti. Lokması helalden
değildi. Allahü
ekber, bu halleri hep şeytandandır deyip,
genci evine davet etti. Kendi lokmalarından bir tane yedirince, gencin hali değişip, o aşkı, o arzusu,
o gayreti kalmadı. Genç, İbrahim
Edhem hazretlerine Bana ne
yaptın? diye
sorunca Lokmaların helalden
değildi. Yemek
yerken, şeytan da
midene giriyordu. O haller, şeytandan oluyordu. Helal yiyince şeytan
giremedi. Asıl, doğru halin
meydana çıktı dedi.
Haram yemek, kalbi karartır, hasta
eder. Hasta bir kalbden de keramet hasıl olmaz. İstidraç hasıl olur.
Zünnunı Mısri buyurdu
ki: Kalbin kararmasının dört
alameti vardır:
1-İbadetin tadını duymaz.
2-.Allah
korkusu, hatırına gelmez.
3-Gördüklerinden
ibret almaz.
4-Okuduklarını, öğrendiklerini
anlamaz, kavrayamaz. Bişrı Hafi
hazretlerine, Ne yiyip,
nereden geçiniyorsun, bu hale nasıl geldin? dediklerinde, El eden kısadır. Yani,
Sizin yediklerinizi Ben yemiyorum, yiyip de gülen ile, yiyip de ağlayan arasında çok
fark vardır buyurdu...
Bunun içindir ki, eskiden bir Müslümanın birinden yüz dirhem gümüş alacağı olsa, doksandokuz dirhem alırdı. Hak geçme
korkusundan, tamamını almazdı. Hazreti
Hasen bin Ali çocuk iken zekat malından ağzına bir
hurma koymuştu.
Resulullah, Pis pis,
onu at! buyurmuştu. Halife
Ömer bin Abdülazizin yanına ganimet
eşyasından misk
getirdiler. Burnunu tıkadı. Bunun
faydası kokusudur.
Bu ise, Müslümanların hakkıdır dedi.
Büyüklerden biri, bir gece, bir hastanın başında bekliyordu. Hasta ölünce kandili söndürdü. Kandilin yağı, şimdi
vârislerin hakkı oldu dedi.
Haramı, helali, şüphelileri
ve faizi bilmeyen, bunları
birbirinden ayıramayan,
haramdan kurtulamayıp, ibadetleri
boşuna gider.
Mehmet Oruç 31.08.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.3
Nefsin
dereceleri
Mutasavvıflara göre İnsan ruhu
maddeden soyutken çok yüksek bir cevherdi. Buna nefsınatıka denilir.
Bu nefsınatıka denilen ruh,
maddeyle birleşince yedi
perdeyle asli halinden perdelenmiştir. İşte nefsınatıka üzerine
çekilen bu perdelerden her biri nefsin bir derecesi sayılmıştır.
Şu halde
soyut ruhun tam yedi perdeyle perdeli şekli nefsıemmare, bu perdelerden birinin kalkmasıyla nefsı levvame,
ikisinin kalkmasıyla nefsı mülheme,
üçünün kalkmasıyla nefsı mutmainne,
dördünün kalkmasıyla nefsı zekiyye,
beşinin
kalkmasıyla nefsı razıyye, altısının kalkmasıyla nefsı marzıyye hasıl olur.
Ruhun yedi perdeyle perdeli hali nefsı emmaredir. Perdelerden her biri kalktıkça ruha manevi âleminden ışıklar sızar. Nefsin yedi perdeli hali mana âleminden hiçbir ışık sızdırmaz. Perde
sayısı
azaldığı nispette nefs saflaşır. Bütün
perdelerin kalkması halinde
nefsınatıka tamamen
nur kesilir ki bu, Hz. Peygamberin makamıdır. Süleyman
Ateş 11.09.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.4
Hz.
Peygamberimizin,
kamunun
haklarına, mallarına musallat
olanlara, Kuransal deyimiyle,
gulûl
suçuna ilişkin tavırları.
Kuran kaynaklı bir kavram
olan ğulûlün ne
demek olduğunu dört
günden beri evire çevire anlatıyoruz. Biraz uzun tuttuk ama varsın uzun
olsun! Uzun olsun ki, bu suçtan çektiği acılar kelimelerle tarif edilemeyecek boyuta ulaşan Türk
halkı meseleyi
Yüce Kurandan ve
güvenilir tarihsel kaynaklardan iyice öğrenmiş olsun. Siz istediğiniz kadar uzun deyin. Bu konuda daha söylenecek çok şey var. Biz
burada, şimdilik,
Peygamberimizin, ğulûl suçu işleyenlerin
cenaze namazlarını kılmadığına ilişkin bilgiye kaynaklık eden çok önemli ve göz ardı edilmesi
mümkün olmayan eserlerden çarpıcı bazı örnekler
göstermekle yetineceğiz.
Hadis ve fıkıh alanının en büyük
isimlerinden biri olan İbn Hemmam
(ölm. 211/826) dev eseri el-Musannefte bize bildiriyor ki, Hz. Peygamber, kamu malından birkaç
kuruşluk bir
miktarı çalan Eşcalı
sahabîsinin cenaze namazını kılmamıştır. (İbn Hemmam; el-Musannef,
5/244) Hadis ve fıkıh alanının önemli
isimlerinden biri olan İbnül-Kayyım
el-Cevziyye (ölm.751/1350 ) ise İslam düşüncesinin zirve kaynaklar- ından biri olan eseri Zâdül-Meadda şunu
bildiriyor:
Hz. Peygamber, kamu malı çalmış,
kamu hakkına
tasallutta bulunmuş olanların cenaze
namazlarını kılmamıştır. (Zâdül-Mead, Beyrut1981 baskısı, 1/515,
3/107-108)
Olayı, İbnül-Kayyımın
sözcükleriyle verelim de kaynak sıkıntısı (!)
çekenlerin ufku açılsın:
Bir harp
sonrasında Hz.
Peygambere: Filanca,
filanca, falanca şehit oldu diye
tekmil verdiler. O, bunlardan birisi için şöyle dedi: Hayır! İşte o
dediğiniz kişi şehit olmamıştır. Ben onu
cehennemin içinde görüyorum. Sebebi de, kamu mallarından çaldığı bir giysi- dir. Hz. Peygamber bunun ardında Hattab oğlu Ömeri çağırarak şu talimatı verdi: Git, ey Hattab oğlu, git de insanlara şunu duyur: Cennete yalnız ve yalnız müminler gidecektir. (Ayrıca bk. Müslim, iman bahsi; İbn Hanbel, Müsned,1/30, 47)
Peygamberimizin Ömere söylediği söz, kamu
malı hırsızlarının mümin
niteliğini
yitirdiklerine kanıt olarak değerlendirimelidir.
Nitekim, Mâûn Suresinin söylediği de budur.
Peygamberimizin Ömere
söyledikleri, anılan surenin
bir açıklaması, gibidir.
İbnül-Kayyım devam
ediyor: Hayber seferi sırasında ölen
birinden söz ettiklerinde Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Arkadaşınızın cenaze
namazını siz kılın. Bu sözü
duyan sahabîlerin yüzü renkten renge girdi. Bunu gören Hz. Peygamber şöyle
buyurdu: O arkadaşınız, kamu
mallarından bir
miktar aşırmıştı.
Cenazesini kılmamamın sebebi işte budur. Bunun
üzerine, sahabîler, ölen adamın eşyasını karıştırıp baktılar; bir de
ne görsünler, halkın malından bir
deri pabucu aşırmış.
(Olay için ayrıca bk. İbn Hanbel; Müsned,
2/213; Ebu Davud, hadis no: 2712; Hâkim, el-Müstedrek, 2/127)
Allah ile aldatanların bu
gerçekleri halkımızdan asırlarca
sakladıklarını artık hiç kimse
inkâr edemez. Din üzerinde hegemonya kuranların bilgisizlikleri veya suçları ortaya çıkmıştır. Bu
bilgisizliği veya suçu
halkın gözünden
kaçırmak için hiç
durmadan türban yaygarası koparıp mağdurluk nağmeleri
döktürmekse ayrı bir
suçtur.
Deniz Feneri soygunuyla
gelinen yer, din adına işlenen ğulûl suçlarını
örtülemeyeceğinin
görüldüğü bir
yerdir. Allah ile aldatan ğulûl mücrimleri bunu anladıkları için işi gürü- ltüye boğarak, bir tür kişisel kavga hazırlayıp faciayı
unutturrmak üzere ona buna saldırmaktadırlar. Ne yazık ki, suçluların telaşi içinde yapılan saldırılar daha başka suçların itirafı olmaktan
öteye gidememektedir.
Gerçek şu ki, İslam din ve
imanının, İnsan hayatına ruh ve
ufuk verecek en ciddî mesajları, İslamı
temsil ve savunma iddiasıyla ortalığı kasıp kavuranlar tarafından saklanmakta, savsaklanmakta veya saptırılmaktadır. Bu
hayatî mesajlar yerine kitlelere, avutucu, uyutucu bir takım dinleştirilmiş uydurmalar
ve yapay kutsallar
yutturulmakta, hatta dayatılmaktadır.Halk bu yutturma ve dayatmalarla avunurken ğulûl
suçluları, İnsanımızı ülkenin
içinde ve dışında soyup soğana çevirmekte, edindikleri muazzam servetleri de aydınlığın ve çağdaşlığın yok edilmesi için şerir bir güç olarak kullanmaktadırlar. Ne
yazık ki,
siyaset, büyük ölçüde medya ve hatta devlet bütün bunlara seyirci kalmaktadır. Anlaşılan
o ki, Mâûn Suresi çok daha ağır tokatlarla bizi sarsmaya devam edecek. Prof.Dr.Yaşar
Nuri Öztürk 19.09.08
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.5
Kötülüklere
göz yumanın
hali
Nasihat
etmek, dinimizin çok mühim bir emridir. Gücü yeten Müslümanlar, hakkı, doğruyu
söylemezse, yani emri maruf ve
nehyi münker
yapılmazsa, o
ülkenin başına
büyük belaların geleceğini dinimiz
haber vermektedir.
İbni Abbas hazretleri, Ya Resulallah, içinde iyilerin de bulunduğu bir ülke
helak olur mu? diye
sorunca, Evet helak
olur.
buyurdular. Sebebi sorulunca, Allahü teâlâya isyan edildiğinde iyiler sükut edince, hepsi helak olur.
buyurdular. Peygamber efendimiz yine kötülüğe mani olmakla ilgili buyurdu ki: Allahü
teâlâ, bir meleğe, bir
kasabanın altını üstüne
getirmesini emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemeyen bir
zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp
kurtarmayacağını sual
edince, Cenabı Hak, Bütün şehir halkı ile onu da
alt üst et! Çünkü o zat, bana isyan edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir buyurdu.
Hazreti Âişe validemiz
tarafından bildirilen
bir hadisi şerifte de, İçinde
Peygamberler gibi ibadet eden seksen bin kişi bulunan bir ülke azaba maruz kalmıştır... Çünkü
onlar, Allah için, buğzetmedi,
emri maruf ve
nehyi münkerde
bulunmadı.
Daha başka hadisi şeriflerde
de, iyiler, kötülükleri
önlemeye muktedir iken, önlemezlerse, o ülkede azabın umumi olarak geleceği bildirilmiştir... Emri
maruf, iyiliği emretmek,
yaymak demektir. Mehmet Oruç 25.09.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Bilgilendirme
Allaha hamdü
senalar olsun. Sevgili Peygamber efendimize selätı selam olsun. Onun izinde ve ona dost olanlara selam
olsun.
Ey Ehli vicdan
sahipleri din adamları toplum
hayatının mimarlarıdır. Din
adamlarının hali ile
toplum hayatına ya rahmet,
Veya, siyaha yakın, boz acımsı duman şeklinde müsibet yağar.
Allah(c.c) Sizler ile insanları müsibete hazırlayan, din tahripçilerin bertaraf eyleyip; insanları rahmete
hazırlayan bu
yolda mücadele edenlere yardım eylesin.
Yıl 2007 ilk
çeyreğinde, Türkiye
Gazetesine telefon ederek Mehmet Oruç bey ile diğer Beylere İslam dairesini muhafaza eden tarikatın hak tarafını doğrulayan yayınlarından dolayı teşekkür
ettim;
Allahu Ekber,
Çok sevindi,
O bize yeter, Öbür tarafta; dedi. Bizde bilmiyorduk yaz, dedi. Yani bu yazılanalar ile iki kitap halinde toparlanmış bilgileri, söylüyor.
Bir beldede insanlar
kendi yaptıkları puta
taparmış;
orada bir de Alim/salih kul varmış. Bir gün bu Alim İnsan paltasını alıp putu kırmak için
yola çıkıyor; bir
müddet sonra önüne şeytan
geçip; yoldan çevirmek için mücadele ediyor.
Mücadelenin sonunda,
Alim kişi şeytanı alt
ediyor; altta olan şeytan, ey
Alim İnsan putu kırınca eline
ne geçecek vazgeç; ben her sabah yastığının altına, altın bırakırım sende
onları Çocuklara
dağıtır sevap
kazanırsın, diyor...
Alim kişi düşünüyor, teklif akla
yatkın kabul
ediyor. Her gün, şeytanın bıraktığı altınları Çocuklara dağıtıyor; bir
müddet sonra altınlar
gelmiyor... Hışımla yerinden kalkıp, paltasını alarak tekrar
yola çıkıyor; aynı yerde, şeytan
tekrar önüne geçiyor; tutuşuyorlar mücadeleye, bu sefer şeytan Alim zatı yıkıp, üzerine
oturuyor.
Altta kalan Alim zat, şaşırıyor; nasıl oldu
geçen sefer ben seni yenmiştim; diyor... şeytan, nasıl olacak, altın ile ihlası değiştik, diyor.
Allah(c.c) sevgili
kulları, özellikle
Çocukların dini eğitimini, ihlası altına değişen yoldan
çevrilmişlerin insafına/ateşine emanet
etmeyin.
Yıl 2004
ortalarında, 17
Wien Marien gassedeki evime,
binadan içeri gireceğim vakit,
(Binan altı Süleymancıların Camisi)
Bayram hoca ile bir kişi çapraza
almış
gibi, bana bakıyor/bekliyorlardı.
Binanın dış kapısından içeri
girdim, şeytan
arkadan gelerek enseme çarptı; haram ve şüpheliden
korunulur insanları islamdan sapıtan şeytanın yardımcı
guruplarına da kalbi yakınlık olmaz ise,
etkisi olmuyor.
Aynı yer, Camin
dış
giriş kapısını, yıl 2005
Onbirinci ay olabilir bombalamışlar. Mesaj açık; demek istiyorlarki bizde
sizin ensenizdeyiz deccali saltanatınızı başınıza
geçireceğiz.
Yıl,
02.05.2005 iltica Mahkemesinde Hakim, Bayazıt sen sakin ol, dedi... Her ayın birinde,
anlaşma gereği tramvay
bilet parasını bankaya
yatırıyor, hafta
sonunda kontoda kalan paraya göre harcamalarımı yapıyordum.
Banka veya Bilet
dairesi, beşinci ve altıncı ayın parasın zamanında çekmemiş, bende
bilmediğim için,
iki ay ödememiş olmuşum. Durumu
öğrendim,
birazda kızgın olarak
Bilet dairesine gittim; görevli yere yaklaşırken, öbür taraftan iki tane Süleymancı geldi.
Süleymancıların taşıdığı
şeytan, telkin ediyor ki; bizi deşifre etmez, dost olur, insanları uyarmaz hak yer günah işler isen, yediğin hak, işlediğin veya ortak olduğun günah ile yaklaşır, İçerden devletin içindeki önemli
haberi getiririz...
Din'in
siyaset ve menfaate aleti ile yardımcı edindiği insanlara; Allah(c.c)
ve Peygamberine muhalefet yap- tırıp din'de yapılan
tahribat oranında güç
elde ederek; etnik milliyetçi ırkçılara yaklaşıp
aldatıp
sürükleyerek dünyanın musibet
ve kaosa hazırlanmasının sebepleri
hazırlatılıyor.
Ey Aklı selim
sahipleri, büyüklü
küçüklü iki ayak üzerinde toparlanmış dünyaları için dini yırtan, bu
gurupların sofrasına oturan
onlar ile gönülden sohbet eden; devlet erkanının sırrı olmaz, şeytan onlar
üzerinden haber taşır, ırki ve
milli duyguları hassas ve
zafiyetleri olan insanlara, duyu yollarından yaklaşarak, haram ve şüpheli ile kalbe attığı, kana karışan telkin ile, zihinsel kontrol ederek hata yaptırır. Dinin tahrip
edildiği yırtıldığı oranda dünyanın 'yaşam kenarı' kutuplardaki yırtılma/erimenin
sebeplerini hazırlatır.
Yaratılmışların en
asili... Allah(c.c) Sizler ile Ehli Vicdan sahibi tarihçileri, maneviyat deryasında hazırlayıp; kol kırılır yen
içinde, aldatılması ile insanların maddi/manevi
birikimlerinin boşaltılıp, itikat ve
amallerinin zafiyete uğratılmasını
bekleyenleri, deşifre,
bertaraf eyleyip; yaratılış
gayesine uygun İnsanlığın geleceği için, mücadele edenleri desteklesin. Amin. Hacı Bayazıt
19.10.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Vahiy yağmuruna
bahçe olmanın kıstasları.
Yeryüzünde
İnsan,
vahiyde hayat bulur. Çünkü vahiyde hayat vardır. Hayatı anlamlı kılmanın yolu ve çaresi, şeksiz ve şüphesiz vahye bağlamaktır. Vahiy, hayatın anlam kaynağıdır. Ondan uzak düşen hayatı ve hayatın anlamını kaybeder. Vahiy, hayatın hayatıdır. Onsuz kalan, hayatsız kalır.
Rabbimiz buyuruyor: İşte biz böylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Yoksa sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Fakat
biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyo- ruz. Şüphesiz ki sen
de insanları doğru
bir yola götürüyorsun. (Şura
Sûresi / 52)
İslâm âlimleri bu ayet i kerimede bir ruh vahyettik ibaresinden maksad, Kuran olduğunu beyan etmişlerdir.
Allahû
Teâlanın Kuran-a / vahye ruh
ismini vermesi, cehalet ölümünden diriltici hayatı
ihtiva etmesi dolayısıyladır.
Malik b. Dinar (r.a.) şöyle demiştir: Ey Kuran ehli! Kuran sizin kalbinize neler ekti. Şüphesiz
yağmur
yeryüzünün baharı olduğu gibi,
Kuran da
kalplerin baharıdır.
(el Camiu Li Ahkâmil Kuran (İmam
Kurtubî) C:16 , Sh: 55, Beyrut/1967)
Kuran okuyup vahyin bahçesi haline gelmek, saadeti
dareyni yudumlamaktır. Bu
herkese nasip olacak bir şey değildir.
Ölmüş hocalarına, şeyhlerine,
efendilerine hitaben Biricik
bakışınla yeşerdi kaç kerbela, sen nazar etmeden içim kuraktı canım
diyenlerin kulakları çınlasın. Kuranın yeşertmediği kalbi
kim yeşertebilir
behey gafil? Asrımız Kuran
okuyup Kuransız kalanların her
gün biraz daha çoğaldığı bir hüsran ve gaflet asrıdır. Bu asırda
vahiy yağmuruna
bahçe olmak kolay değildir.
Yeri geldiği için şunu da
beyan etmekte fayda vardır: Doğruyu eğrilerde
aramayalım, ama
denk gelince de almaktan sakınmayalım!
Vahiy yağmuruna bahçe olmak; din görevlisi değil, din
gönüllüsü olmaktır. Din
gönüllüsü olmak; karanlığı kovan güneş olmaktır. Din görevlisi olmak ise, karanlıkta yıldızları sayıklamaktır. Ayıklayan
ile sayıklayan
hiç bir olur mu?
Vahiy yağmuruna bahçe olmak; yürüyen Kuran olan
Rasûl anlayışını evrenselleştirme çaba ve gayreti içinde olmaktır. Her
yerde ve her zaman vahyin aklın kölesi değil, efendisi olduğunu bilmektir. Aklın kalp evinde reisin vahiy olduğunu
bilmesi kâfi değildir.
Akıl kalp
evinde tek reisin vahiy olduğunu kabul ettiği gibi, kalp meydanında da yegâne amirin vahiy olduğunu
kabul etmedikçe vahiy yağmuruna
bahçe olamaz. Din meselesinde sınırı çizecek olan beşer, ancak Rasûlullah (s.a.v)dir ve o
da ancak vahiyle çizer. Kuran, bunun dışındaki sınırları iptal etmiş, geçmiş ve gelecek faillerini de hükümsüz kılmıştır.
Hevâ ve bidattan içtinap edip, kitap ve sünnete sımsıkı yapışmak,
vahiy yağmuruna
bahçe olmaktır.
Vahyin bereketi böylelerinin üzerine iner. Gözlerimize rahmet damlaları yağması için Peygamber
kıstaslarına
ihtiyacımız var.
Peygamber (s.a.v) etrafında-
kilerin kalblerine Kuran
ayetlerini ekiyordu. Bakınız Hz.
Peygamber, Hz. Hatice ile Peygamberliğinden uzun bir zaman önce evlenmiş ve
onunla 25 sene yaşamıştır.
Kendisine ilk vahiy geldiği zaman,
Hz. Hatice Ona
fevkâlede bir destek verdi, Onu rahatlattı, müjdeledi. Hz. Hatice Ona şöyle
diyordu: Müjdeler
olsun, sen sözün doğrusunu
söylersin, emânete riayet edersin, akrabanla ilgilenirsin, güzel ve iyi ahlâklısın. Sebat
et. Vallahi ben, senin, bu ümmetin Peygamberi olacağını umarım. Hiç
korkma! Allah seni hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye uğratmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini
görmekten âciz olanların yükünü
taşırsın.
Yoksula, kimsenin veremediğini verir, kazandıramadığını kazandırırsın, misafirleri ağırlarsın, uğradıkları musibet ve felâketlerde halka yardım
edersin. (Prof.
Dr. Hüseyin Algül, Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed, Ankara 1994, s. 29)
İşte
Hz. Hatice (r.a.)ın
Rasûlullah (s.a.v)in şahsında şahid
olup, saymış
olduğu bu vasıflar,
vahiy yağmuruna
bahçe olmanın kıstaslarıdır. Bu kıstaslara
sahip olup vahiy yağmuruna
bahçe olmak, bütün İnsanlık için
olmaktır. Vahiy
yağmuruna
bahçe olmayanlar, vahiy ağacının
meyvelerinden yiyemezler. Vahiy ile ilişkisini kesmiş İnsan, hayatının hayatiyet damarları kesilmiş İnsandır. Ondan şerden, münkerden gayrisi beklenmez.
Vahiy yağmuruna bahçe olmak, vahiy ile çelişen ve
çatışan
değerlere
ve değerlendirmelere
asla ve kata itibar
ve iltifat etmemektir. Vahiy yağmuruna bahçe olmak; Sıratı müstakim
üzere herkes tarafından
görülecek ve örnek alınacak
bir konumda olmaktır. Bu
konum bütün insanlar
için vahyi ölçüleri açısından yol
gösterici bir konumdur. Vahyi tanımada, anlamada ve yaşamada İnsanlığa örnek ve önder olmak, adres ve ders olmak, vahiy yağmuruna
bahçe olmaktır. Vahye layık olmayan, vahye uymayan, vahiy yağmuruna
bahçe olamaz. Müslümanın vahye
bahçe olması, okuduğu Kuranın
kalbine ne ektiğine bağlıdır. Okuduğunuz Kuranı
kalbinize ve kalıbınıza âmir,
yapmamışsanız, vahiy
yağmuruna
bahçe değil, çağdaş
iblislere akçe olursunuz.
Kulluk kitabımız Kuran her gün yeniden nazil olur. Her gün üstümüze vahyi
yağmuru
yapar. Yağan vahiy
yağmuruna
rağmen
hayatımız vahiy
bahçesine dönüşmüyorsa,
bizim kelâmımızda ve
kalemimizde, söylemimizde ve eylemimizde bir ihanet, hıyanet
var demektir.
Şunu
bilelim ki; kelâmımız ve
kalemimiz Allahı tesbih
ettiği sürece
canlıdır. Dolayısıyla
kelâmı ve
kalemi Allahû Teâlayı tesbih
edenler, bu tesbihatlarına
hayatlarını,
siyaset- lerini, münasebetlerini şahid kılanlar, vahiy yağmuruna bahçe olmanın kıstaslarına sahip olanlardır. Mustafa Çelik 17.12.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Dini yanlış okumanın hüsranı.
Türkiyedeki din
istismarı, Allah ile
aldatmayı meslek
edinenlerle dini yok sayanların ortaklaşa hazırladıkları bir sonuçtur. Allah ile aldatanlardan dini sömürme-
melerini bekleyemeyiz... Onların ayakta durabilmeleri bu sömürüye bağlıdır... Bizi şaşırtan,
varoluş sebepleri
ve görevleri Allah ile aldatmak olmayan insanların bu
istismara dolaylı biçimde
yardımcı olmalarıdır. O nasıl olmuştur? İşte
o, dini
umursamamak veya yok saymak yanlışı yüzünden olmuştur. Burada bir teo-filozfi (ilahiyatla bağlantılı felsefe)
veya teo-sosyoloji (ilaiyatla bağlantılı sosyoloji)
dersi vermemiz gerekecek.
Verelim: Din, daha doğrusu dine kaynaklık eden iman, asla nötr kalmaz. O, ya yapacaktır ya yıkacaktır... Eğer yapmıyorsa yıkmasını bekleyin;
eğer yaptıramıyor- sanız yıkmasına hazır olun... Eğer dinsel
imanı bir hazırlayıcı, yapıcı enerji
olarak hayatınıza
sokamazsanız;
bilinki, birileri, onu sizin hayatınıza bir
tahrip enerjisi olarak mutlaka sokacaktır... Bu bir hayat kanundur. Şaşmaz ve
Iskalamaz. Yani, kalp
ve kanda bulunan manevi,
fikri, fizik haram ve şüpheli
durumuna göre zihin yolu ile vucudun bütün hücrelerine ya Rahmani /yapıcı veya şeytani/yıkıcı enerji dağılır. Türkiye
Cum- huriyeti, imanın bir
tahrip enerjisi halinde toplumu kemirmesine örnek gösterebilecek belki de bir
numaralı ülkedir.
Prof.Y.Nuri Öztürk 23.12.2008
14.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Mümin,
Kurandan Kuran-a hürmeti, hizmeti
kadar anlar.
Yeryüzünde Müslüman bir ferd ve toplum için en büyük
felâket, Kuran okurken
Kuransız kalmaktır. Kuran Mekkede nazil
oldu, Mısırda okundu, İstanbulda yazıldı diye meşhur bir söz
var. Bu söz, adeta Kuranın tarihteki
serencamını özetliyor:
Nazil oldu, okundu, yazıldı. Peki nerede
anlaşıldı? Nerede yaşandı? O niye
yok? Manidar değil mi? Kuranın anlaşılmasını ve yaşanmasını gereksiz
görenler, günün 24 saati Kuran okusalar dahi, Kuransız kalmaya
mahkûmdurlar.
İnsanoğlunun Kuran-a muhtaç
olmadığı an yoktur. İnsanlık her an Kuran-a muhtaçtır. Aslında Kuran, hem itikada, hem de amele müteallik meseleleri İnsanlığa
bildirmek için indiril- miştir. Bu itibarla beşer, daimi bir dersi olarak, kesintisiz, süresiz Kuran-a muhtaçtır. Halbuki
hayat-ı
içtimaiyede vazifelerin çokluğu ve mesainin yoğunluğu herkesin her an Kuranın bütününü
okumasına imkân bırakmıyor. Onun
için Kuran-ı Mûcizül-Beyan, çeşitli
sûreler içinde Kuranda geçen
bütün ahkâmı sık sık tekrar
ediyor. Ta bütün Kuran-ı Kerimi okumaya
muktedir olamayan kimse, uzun bir sûreyi okuduğu zaman, tafsilen olmasa bile, icmalen bütün Kuranı tezekkür
edebilmiş olsun...
Yani Kuranı anlamak
için Kuranla irtibatı asla ve
kata kesmemek
gerekir.
Kuran her an
canlıdır. Ona
ölüler muamelesi yapanlar, ölülerden sayılırlar. Altını çizerek
diyoruz ki; bir yerde Kuran elde taşındığı halde şuurda taşınmıyorsa, en
yüksek yerlere konulduğu halde
hayata konulmuyorsa, dilde olduğu halde kalbde yer almıyorsa, kendisi göz önünde olduğu halde
talimat- ları gözardı
ediliyorsa, sesi dinlendiği halde
sözü dinlen- miyorsa, matbaalarda basılması serbest bırakıldığı halde mekteplerde okunması ve öğrenilmesi yasaklanıyorsa, orada Rabbimizin Ruh ismini
verdiği Kuran-a ölü metin muamelesi
yapılıyor
demektir...
Kuran-a ölü metin muamelesi
yapanlar, Allahtan başkasına
tapanlardır. Mehmet Âkif
Ersoy ne güzel söyler: Ya açar
Nazm-ı Celilin bakarız yaprağınaYahut
üfler geçeriz bir ölünün toprağına Donmuş ve
dondurulmuş akılla Kuran anlaşılmaz.
Kuranı anlamak
için akleden bir kalbe sahip olmak gerekir. İnsanoğlu için akleden kalbe dönmenin yolu Kuran-a
dönmektir. Kuran, aklı dondurmaz,
aksine Kuran aklını çalıştır- mayanları ağır
bir şekilde kınar.
Rabbimiz buyuruyor: Allahın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullan-
mayanlar üzerine Allah bir rics/pislik yükler. (Yunus Sûresi / 100)İman bir nuru manevi olup donmuş ve
dondurulmuş akılları çözer. Kuran-a hizmeti
kadar Kuranı anlamaya
çalışan,
vahyin fikir işçiliğini
yaparken imanını aklına âmir
yapandır. Ona kin
besleyen ise, sahte ilahlara tapandır.
Kuranı anlamayı basite
almayalım.
Günümüzde Kuranı meâl aracılığıyla okuyacakların dikkat etmeleri gereken bir husus bulunmaktadır: Meâl,
hiçbir şekilde Kuran değildir.
Meâl, onu hazırlayan
tarafından kısmen ve
biraz da eksik bir şekilde
Türkçeye aktarılmış bir
anlamdır. Bir İnsanın yazdığı bir kitabın bile bir başka dile bizatihi kendi dilindeki güzellik içerisinde sadık bir anlam
ve güzel bir üslûpla aktarılamayacağı dikkate alınırsa, bunun
Allahın sözü için
ne kadar imkânsız bir durum
olduğu anlaşılır. Dolayısıyla Meâl
okumak Kuranı anlamanın sadece ve
sadece bir aracıdır. Kesin
ölçüsü ve ölçütü değildir.
Meâller bize Kuran-a dair
-tabir caiz ise- bir taslak çizerler. Ancak bu taslakta figürler, şekiller,
çizgiler, velhâsıl
görüntüler net ve yerli yerince değildir. Bu yüzdendir ki; meâl okuyan birinin buradan
hareketle Kuran-a dair
nihaî hükümler çıkarması, imanı olan bir
kişinin yapacağı bir
iş değildir.
Keyfî ve indî gerekçelerden yola çıkarak Kuran
okuyanlar, Kurandan bir şey
anlamazlar. Kuran okumaya
başlamadan
önce her türlü şeytanî ve
nefsânî niyet ve düşüncelerden
hem aklımızı, hem de
kalbimizi arındırmalıyız.
Dilimizle Eûzû çekerken
bunu bütün ruhumuzla hissetmeli, nefsimizden veya çevremizden kaynaklanarak
bize bulaşan her
türden dürtü, ayartma ve fısıltılara karşı
Allahın manevî
desteğine sığınmalıyız.
Kuranı okumaya başlamadan
evvel nasıl ki akıl ve kalp
manevî kirlerden arındırılmalıysa, aynı şekilde
onu okurken de peşin
hükümlerden, indî ve keyfî değerlen-dirmelerden de kendimizi kurtarmalı ve korumalıyız. Keyfî ve
indî hizmetlerin içinde yer alanlar, Kurandan bir şey
anlamazlar. Kuranı anlamamızın miktarı, Kuran-a olan
hizmetimizle mukayyeddir. Kuranın değerlerini
hayatımızın neresine
taşıdık... Ashaptan Ebu
Derda (r.a.) rivayet ediyor: Peygamber (s.a.v) ile beraberdik; gözü
ile semaya baktı ve şöyle dedi: Şu an ilmin insanlardan
kaybolma zamanı; hatta ilim
adına hiçbir şeye güç
yetiremeyeceklerdir. Ziyad
b.Lebid: Bizden ilim
nasıl çalınacak? Biz
devamlı Kuranı okuyoruz.
Kuranı okutup öğretiyoruz.
Çocuklarımıza, hanımlarımıza da öğretip
okutuyoruz.
Efendimiz söyle buyurdu: Ey ziyad! Annen
senin hasretinle yansın; seni
Medine- nin
fakihlerinden sanıyordum
Söyle
bakalım: İşte
Tevrat Yahudilerin elinde, iste İncil Hıristiyanların elinde, onlara bu kitapların hiçbir
faydası var mıdır?
(Tirmizi; Müslim, İlim: 5; İbn Mâce,
Mukaddime: 1)
Günümüzde Kuranın tilaveti, kıraati, tevcidi, hıfzı, etüdü var. Ama Kuran hayatın merkezinde değil. Mektep ve mahkeme penceresinde bakınca; Kuran
mehcur, Kuran
metruk ve Kuran
mahkûm
Kuranın hafızları bir
hayli. Ama
ahkâmının muhafızları kibriti
ahmar gibi az. muhammed İkbalin ifadesi ile: Kuranın mânâsı senin
kalbine yeniden nazil olmuyorsa ne Razinin tefsiri, ne de Zemahserinin Kessafi senin
dertlerine çare bulamaz.kuran
hizmetinde değil de başkalarının
hizmetinde isen; dünyada yazılmış
bütün tefsirleri okusan da, ezberlesen de, Kurandan bir şey
anlayamazsın!
Şunu da
unutma ki; Kuran-ı anlamak,
kaf dağının ardında değil, İlayi
Kelimetullah, için yükselen Cephe yıldızının bayrağındadır! Mustafa
Çelik 31.12.2008
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Hz.Hüseyin
ve Ehli Beytin
Onurlu Kıyamı
İnsan yaratıldığı günden beri mücadele içinde bir yaşantıya
sahiptir. İnsan,
karakteri ve yapısında
birbirine zıt
unsurlarla yaratıldı. Ona çok
çeşitli eğilimler
verildi. İstek ve
arzuları oldukça
farklı ve sürekli
çatışır. İnsanın bazı istekleri
ve arzuları hayvani
(maddi) istekler dediğimiz heva
ve hevesten kaynaklanan istekleri vardır. Bir de İnsanı şehevi arzular alanından uzaklaştıran ve daha
üstün ve yüce bir mevki olan manevi, İnsani ve nurani yaşama yücelten, bir takım güçlü eğilimler İnsanda aynı anda varlığını
sürdürürler.
İnsanın iradesi,
yeteneği ve gücü
sürekli olarak bu birbirine zıt ve farklı yönde hareket eden istek ve eğilimler
arasında, bir
çekişme,
mücadele ve ıstırap
içerisindedir. Basit bir iş için bile yapsam mı yapmasam mı ikilemi yaşar. İyi mi, kötü müdür? Nefis yap, akıl yapma der, ya
da tersi olur. Bu iki zıt
unsurdan birisi zafer elde edene kadar mücadele sürer. Farklı yönelişler olan
bu iki eğilimden
hangisi kazanırsa
irade de o doğrultuda
devreye geçer ve İnsanın
faaliyetleri de başlar. İnsan yaşamı
mücadele temeline oturtulmuştur ve mücadele kaçınılmazdır. Bazen İnsanın kendisi bile içsel savaşından
gafildir ve çekişme ve
mücadeleden uzak ve emanda kaldığını sanır. Örn: Düzenli bir işi vardır. Aşı, maaşı çol-çocuğu ve tekdüze yaşantısı olan İnsan böyle sanır. Oysaki mücadelesiz bir yaşam
mümkün olmadığı için nefsimizle sürekli bir mücadele ve çatışmaya
girmemiz kaçınılmaz- dır. Ancak
girişeceğimiz
mücadele yüce, mukaddes bir hedef uğruna olmalı, başarılı, heyecanlı, yararlı ve dinamik bir mücadele olmalıdır. Peki,
acaba bir mücadeleyi zafere götüren koşullar nelerdir? Bu konudaki muğlâklık aşılmalıdır ki,
Hz. Hüseyin ve çağlar
boyunca gelen Ehli Beytin
kıyamlarını anlamamız mümkün
olsun. İlk
olarak mücadelenin açık,
belli, somut ve kesin bir hedefi olmalıdır. Hedefi olmayan mücadelenin anlamı yoktur!
Aslında her
mücadelenin bir hedefi vardır. Fakat bazen oluyor ki, hedefler açık değil,
belirsizdir.
Bakıyorsunuz bazı insanlara, ömrünün
tümü müca- deleyle geçiyor ama sonuca ulaşamıyor. Çünkü mücadele boyunca açık, somut
ve kesin olan bir hedefe değil de belirsiz ve karanlık bir noktaya yönelip zikzaklı bir
hareket ortaya koyuyor. Bu yüzden başarıya ulaşamıyor. O yüzden mücadelede açık bir hedefin bulunması gerekir. Hedef, insanlara
sunulmaya layık ve
itimat edilir olmalıdır.
İkinci
olarak mücadelenin hedefi yüce ve değerli olmalıdır. Bazen hedef açık, belirgin ve somuttur. Ama uğrunda
mal ve mülkünü harcamaya değmez. Bazen hedef daha değerlidir, uğrunda malı harcamaya değer ama canını vermeye değmez. Bazen de hedef öyle mukaddes ve yüce olabilir ki,
İnsan
kendi canını ve en
sevdiği yakınlarının canını da bu
hedefe ihlâsla feda etmeye hazır olur! Tüm insanların özelde Müslümanların uğrunda mücadele etmeleri, mallarını ve
canlarını
vermeleri gereken mukaddes hedef işte böyle bir hedeftir!
Bu yüce hedef Allahın rızasıdır ve mücadelenin ilk şartıdır. İkinci şartı mücadeleci İnsan eylem ve çalışma adamı olmalı, rotasını belirlemeli ve sözünde durmalıdır. Rabbimiz
Allahtır deyip
sonra da doğrulukta
devam edenlere, onlara melekler ölümleri anında: korkmayınız, üzülmeyiniz, size söz verilen Cennetle sevinin. Biz
dünya hayatında da
ahirette de size dostuz. Burada canlarınızın istediği, umduğunuz şeyler, bağışlayan ve acıyan Allah katından bir ziyafet olarak size sunulur diyerek
inerler!
Fussilet-30-32. Mücadelede sebat edenleri işte melekler böyle müjdeliyorlar!
Sebat etmeyen insanlar
ise milletlerini zillete duçar eder. Önderlerini saptırırlar.
Gerçek mücadelecileri de gaflete düşürürler ve etkisiz bırakırlar. Hâlbuki Allah Teala, savaş esnasında kurşundan
yapılmış
duvar gibi düşman karşısında
direnen kullarını sever.
Mücadelenin önemli olan üçüncü şartı ise doğru
mücadele metodudur. Bütün mücadele metotlarının zamanı, konumu, kendine özgü tarzı ve
taktiği vardır. Bu açıdan
mücadele metodu ve taktiğiyle,
hedef arasındaki
uyum oldukça önem taşır.
İşte
Kerbela hadisesinin baş
gösterdiği ortamı, ortaya
çıkan şartlarını bu açıdan iyi
kavramalıyız. Aksi
takdirde Peygamber soyunun uğradığı bu devasa zulmün nedenlerini anlayamaya-cağımız gibi,
mevcut zulüm sistemlerinin bu kıyamı örtbas etme,gözden kaçırma ve duyurmama gibi oyunlarına da
kanabiliriz. Şimdi o
döneme ve şartlarına bakıyoruz
Muaviye ölmüş, veliaht olarak fısk-u fücurda bulunan oğlu Yezidi İslam Sultanı, İslam Peygamberinin halifesi sıfatıyla
Müslümanları
yönetmek üzerine musallat etmiştir. Yezit, açıkça içki içiyor, sefih ahlaklı,
hayvanlarla oynaşan,
kumar oynayan, danışmanları Hrıstiyanlardan
oluşan ve sınıfsız İslam
toplumunda yeni sınıflar
ihdas eden, kavmi ve ailevi ayrıcalıklar oluşturan zalim bir hükümdardır. İşte
böyle sefih, dirayetsiz, ayyaş, akılsız biri Müslümanların hükümetini ele geçirmiştir. Yezit, layık olmadığı bu makamda kalabilmek için tüm toplumdan biat alıp,
kendini ve yönetimini meşrulaş- tırmak
istiyordu.
İslam beldelerinde zulüm kol geziyor, ilahi
yönetim tarzı hızla beşeri saltanata dönüşüyordu.
Kufede ikiyüzlü, ölü, nefsine ve Yezitin ayak
oyunlarına ram
olan bir kalabalık vardı. Fakat
sayıları az olsa
da, Hz. Alinin
mektebinde terbiye edilmiş güzide insanlar
da vardı. İşte
halktan böyle bir grup toplanıyorlar ve kendi aralarında Yezite biat edilemeyeceğine karar verdiler. Bu makama layık olmadığını ve kabul edilemez olduğunda hem fikirdiler.
Peki, kimin peşinden gideceklerdi? Araştırdıklarında Hicazda belli başlı 4 kişinin Yezite biat etmediğini görürler. Bunların başında Peygamber torunu Hz. Hüseyin(a.s) gelmekteydi. İşte
bu halktan kişiler,
Hz. Hüseyine
beraber mücadele etmek için mektup yazarlar. Hz. Hüseyin, durumu incelemek ve
doğru bilgi
almak için amcası oğlu
Müslim b. Akili Kufeye
gönderdi. Hz. Hüseyin in kıyamı bu
merhalede başlıyor.
Peki, Hz. Hüseyinin
hedefi neydi? Müslüman beldelerde ve özelde Irakta, Kufede hâkimiyet mi kurmak istiyordu? Saltanata mı
talipti? Kesinlikle hayır!
Onun hedefi hâkimiyet değil ilay-ı Kelimetullahtı! İster başarıya ulaşsın, ister ulaşmasın, hak ve batılı daha açık bir şekilde göstermekti Onun hedefi
O, Hakkı göstermek istiyor ve Hakka talipti! Eğer
hükümeti ele geçirmeye muvaffak olsaydı, hükümetin güç ve kudretini Allahın istediği yönde
kullanırdı. Fakat
muvaffak olmasa da yine istediği hedefe ulaşmış olacaktı! Burada biraz kalalım ve şöyle devam edelim: mücadele için seçeceğimiz kimseler, ayağı sürçmeyen insanlar olmalıdır. Sosyal bir harekete yön vermek isteyenler, İmam
Hüseyinden ders
almalıdırlar.
İmam Hüseyin
savaşa karar
veriyor. Savaşta da
iki grubun katılımı
gerekiyor. Birincisi erkândır, yani mücadelenin sütunlarıdır. Bu
kimseler mücadelenin iskeletini teşkil eder.Dizginler onların elindedir. Bu kims-eler itimat edilir, idealist,
güçlü ve güçlerinin iradesine sahip, direnmiş kimseler olmalıdırlar.Aynı zamanda vazifesinde müdrik, teşkilatçı ve muti olmalıdırlar. İmam Hüseyin (a.s) bu grubu dikkatle seçti. Müslim b.
Akil, Kays b. Mezahir
İkinci
grup ise ihtiyaç duyulduğunda
güçlerinden istifade edilebilecek sempatizanlardır. Bu gruba 1. grup kadar dikkat edilmez. İmam
Hüseyinin
kervanında
böyle takipçiler de vardı. Çoğu geri
döndüler Kufe yolunda Hazretten... Bu arada Kufede de durum değişmişti. Kalpler Hüseyinle kılıçlar ise Ona karşıydı! Mücadele alanı değişmiş, mücadele metodu da değişmeliydi. Artık yalnızca aşk ve sefa dolu, kendini Allaha adamış
ve dünya bataklığından kendini kurtarmış insanlar Onun yanında
kalmalıydı. Müca-
delelerde oldukça önem taşıyan
sorunlardan biri, güvenilir ve doğruya çalışan bir irtibat mekanizmasının varlığıdır. Bu mekanizma da çevik, imanlı ve
hedefe kalpten bağlı olmalıdır. Hz.
Hüseyinin
görevlendirdikleri arasında biri
de Hasin b. Numeyrdi. İbn-i
Ziyad, Hasin b. Numeyri
tutukladığında bağışlanması karşılığında, Hz. Hüseyine küfretmesini önerir. O ise övgüler yağdırır
Hüseyine
İbn-i
Ziyad ve Yezite de
lanet okudu. Sonunda sarayın damından aşağı atılır ve şehit edilir.
Hz. Hüseyinin hedefi açık ve belliydi. Dinin, Hak ve hakikatin müdafaası ve İslamın izzetinin korunması
Yol da belliydi. Hz. Hüseyin dönüşü
olmayan bir yola girmişti.
Öldürüleceğinin,
tamamen şuurundaydı. Bu
yüzden kendine bağlananlara
ve yakınlarına
defalarca dönebileceklerini söyle mişti. Onları tercihlerinde serbest bırakmıştı. O kendi kanı pahasına İslamın hakikatinin koruna- cağını biliyordu. Eğer Peygamber ailesinin bir ferdi olarak bu kutlu cihadı başaramazsa,
Müslüman ümmet, zalim hükümet- lere boyun eğmeyi izzet zannedebilirdi. Hâlbuki hem, bu İslam dışı yönetimlerin maskelerini düşürmek,
hem de haram ve helalleri, Kurandaki hükme geri döndürmek istiyordu.
Şimdi
denebilir ki o zamanda yönetim tarafından hadler uygulanmıyor muydu? Uygulanıyordu, uygulanmasına da yönetimin çıkarları gözetilerek uygulanıyordu! Zina yapan halktan biri ise ceza uygulanıyor,
yönetimden biri ise ya da bizzat Yezitin kendisi ise uygulanmıyordu! İşte böyle bir ortamda Hz. Hüseyin, münafık tıynetli insanların,
mücadelesini yanlış
ve saptırarak
anlatma- larını önlemek
için de önlem almıştı!
Örnein: her ortamda vaaz veriyor, insanların
kendisini ve niçin kıyam ettiğini
anlamalarını sağlamaya
çalışıyordu. Halk içindeki münafıkların İbn-i
Ziyad bizi kandırdı. Başka
birinin geldiğini
zannetmiştik. Eğer
gelenin Hüseyin olduğunu
bilseydik kesinlikle onunla savaşmaz- dık. Hatta ona yardım ederdik şeklindeki nifaklarına mazeret bulamasınlar diye onları sürekli uyarmıştı.
Bir defasında, Yezit ordusunun önünde durup haykırmıştı; Ey insanlar!
Eğer beni
tanımıyorsanız,
gidiniz ve beni aranızda Peygamber
soyunu bilenlerden sorunuz. Peygamber torunu olduğumu bilmiyor musunuz? Hz. Hüseyin bunları söylemeyecek olsa hakikat, hile ve desiselerle örtbas
edilecek ve Kufe halkının kimler
tarafından
saptırılıp aldatıldığı perde arkasında kalacaktı. Tabii haliyle hükümet aleyhine kıyam eden
herkes nifakla suçlanacak ve kanı helal olacaktı. O ısrarla şunu demek istiyordu; Sizler beni davet ettiniz. Ben de
davetinize icabet ettim. Allahın dini
ayaklar altına alınıyor
dediniz. Onun
dinini korumak için Medineyi terkedip bu topraklara geldim. O halde insanlara
Hüseyini davet
ettiğinizi,
sonra da toplanıp onu
Kerbelada şehit
ettiğinizi
nasıl izah
edeceksiniz? Kerbela
hadisesinde önemli olan bir nokta da şudur: Mücadele hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır. Mücadelenin
en güzeli de Hakk lehinde ve batıl aleyhinde olandır! Mücadele, Hakk düşüncesini canlı tutabilmek ve Hakkın kanunlarını icra edebilmek içindir.
Kıyamın Sebepleri. İmam Hüseyin, İslam ümmetinin hicri 60. yılda
büyük ve tehlikeli bir sapma ile karşı karşıya olduğunu görmüştü. Kanlı bir kıyamdan başka bu şiddetli sapmanın önünü alabilecek bir başka yol
yoktu. Bu bozukluk ve fesadın önü başka türlü alınamazdı. Ve İslamın hayat sürmesi için İmamın kıyamından başka çare kalmamıştı. Hz. İmam bu ümmetin hayatta kalması için,
rüya âleminde Resulullahtan aldığı iki vakıa gerçekleşmeliydi. Bu rüyada İmam Resulullahın şunları söylediğini görmüştü:
1-Allah kendi yolunda senin şehadete
ermeni ister.
2-Allah çocuklarının da esir edilmelerini diledi. İmam
Hüseyin şehit
olsa bile çocukları, bacıları, İslam
âlemine musallat olan azgın
Emevileri ifşa edip,
zalim Yezidin
gerçek yüzünü ortaya koyarak onun İslam ile alakası olmadığını Müslümanlara anlatacaklardı. Kıyamın
sebeplerini anlamak için en sağlam yöntem Hz. Hüseyinin kendi vasiyet ve konuşmalarını incelemektir.
Bir defasında şöyle buyurmuştu:
Biz
Allahtan
geldik Ona
döneceğiz.
Eğer İslam ümmetinin yönetimi Yezid b. Muaviyenin
eline düştüyse,
artık İslama veda etmek gerekir
- Resulullahtan duydum: Hilafet Ebu Süfyan sülalesine haramdır!
Nefsime
yemin ederim ki, Müslümanların imamı, ancak Kuran ile hükmedendir
Adaleti ayakta tutan, hak dine uyan, nefsini Allah
yoluna adayan ve kendisini Allaha vakfedendir! Hakka amel edilmediğinin farkında değil misiniz? Hak ile amel edilmediğinin
halkın batıldan ayrılmadığını görmüyor musunuz? Ben bu yolda ölmeyi şehadet
biliyorum. Mevcut şartlarda
yaşamayı ise
kendim ve müminler için yenilgi, rezalet, uyuşukluk ve ruhsuz- luktan başka bir şey olmadığına inanıyorum. Diyordu.
Yine,
Ey insanlar! Büyükbabam, İslam ümmetinin Peygamberi şöyle buyurdu: her kim Allahın haram kıldığını helal sayan Allahın koyduğu sınırları aşan, Allaha olan ahdini çiğneyen ve Resulün sünnetine karşı çıkan zalim bir sultan, adaletsiz bir
yöneticiyi görür de kıyam etmezse, amelen veya en azından sözle bunu engellemezse, Allah bu
Müslümanı bu zalim sultan ile aynı hükme tabi tutmayı kendine vacip görür. Yezid, nar önderiydi. Mal, makam, mevki, kadın, altın ve göz korkutmayla emrine aldıklarını cehennem ateşine götüren bir önder.
Hz. Hüseyin (a.s) nur önderidir. insanları düştükleri
karanlıktan İslamın aydınlığına çıkaran nur önderi
İslam maskesi takan fasıkları, zalimleri, münafıkları deşifre edendir. Adaletsizlik, zulüm ve Kuran-a
muhalif davrananlara karşı
onurlu bir direniş ortaya
koymuştur. Ey halk!
Biliniz ki, bunlar (Yezid ve etrafındakiler) şeytanın yolunu takip etmekteler
Şeytana
itaat etmeyi kendilerine gerekli kılmışlar ve Allaha itaat etmeyi bırakmışlardır
İslam ümmeti arasında açıkça fesat işlemektedirler. Allahın ahkâmını, Hududullahı terk etmişlerdir.
Yezidin yönetiminde hadler uygulanıyordu
fakat yöneticilerin menfaatleri ekseninde dönüyordu. Suçu işleyen
yönetimden ise suç görmezden geliniyor, halktan biri ise en acımasız bir
biçimde halka gözdağı
verircesine yerine cezalandırılıyordu. Yönetimin önemli sapmalar- ından
biri de halka ait olan amme
gelirlerini halkın
ihtiyaçlarına değil,
yöneticilerin şahıslarına, şahsi
menfaatlerine göre kullanılıyor
olmasıydı.
Haramları helal,
helalleri de haram sayıyorlardı. Bu
yüzden Hz. Hüseyin, mukaddes kıyamının Hak üzere olduğunu ve bu hareketinin sonuçsuz kalmayacağına
güvenmenin gönül rahatlığı içinde olduğunu göstermektedir.
İmamın kıyamı, İslami kıyamların
tümünün merkezi durumundadır. Kendinden önceki kıyamlar onun kıyamıyla doğrulandı. Ondan sonra meydana gelen kıyamlar
ise ondan ilham almışlardır. Bu
arada İmama karşı
çıkan Kufe
halkı
özelinde dünyaya dalan, dünyanın güzelliklerine, süsüne, konfor ve rahatına düşkün İnsan
portresinden de söz etmek lazımdır. Çünkü onlar Hz. Hüseyinin
Peygamber torunu olduğunu Ehli
Beytten olduğunu ve
hak yolda olup Kuranla
amel ettiğini
biliyorlardı. Ama peşin olana
kendilerini kaptırdık- larından, O
aziz İmama
ihanet etmişlerdi.
Yezidin onları zaaflarından
yakalamış
olduğunu ve
bu zaaflarından
dolayı onları köle
edindiğini
görüyoruz.
Demek ki, Müslümanı bitiren ne Yahudi ne de Hrıstiyanların saldırılarıdır.
Sadece ve sadece kendi nefislerinin ayartmasıyla dünyayı talep etmeleri ve dünyanın parasına,
makam ve mevkisine kendilerini kaptırmalarıdır. Yani Müslümana karşı Müslümandır, Kerbela! Özde Müslümana karşı,
sözde Müslüman var
İslam
tarihini ve gelişen
olayları
yeterince idrak edemediğimiz de
çağın
Yezidlerine karşı
savunmasız bir
durumda kalabiliriz. Yolumuz çetrefilleşir, aydınlığımız kalmaz. Alaca karanlıkta hak ile batıl birbiriyle anlaşır görünür. Hâlbuki Rabbimizin muradı Hak ile
batılın
tamamen ayrışmasıdır.
Peygamber torunlarının kanı pahasına da olsa.
İşte
Hz. Hüseyin bunun bilincindeydi ve gerekeni cesurca yapmaktan bir an bile geri
kalmadı... Hala
İslam
dini yaşıyorsa,
dünyanın dört
bir yanından
müntesipleri artıyorsa bu
onun onurlu, aziz kıyamının
bereketidir. Onun kıyamı İslama karşı İslam çıkarılmasını sonsuza dek engellemiş, bu son dini ve ahkâmını ebediyen Allah katından geldiği ve Resul tarafından tebliğ edildiği şekliyle yaşamasını sağlamıştır. Bu anlamda imamın kıyamı asla bir kayıp ya da intihar değildir! Aksine ferasetle bakıldığında tam da kurtulu- şun ve kazanmış olmanın en bariz görüntüsüdür. Bu açıdan İmamın kıyamını her
yönden iyice tetkik etmekte günümüz Müslümanı için de hayati önemde işaretler vardır.
İslam ve
dünya Müslümanları Hz.
Hüseyinin bu mukaddes
kıyamının
gölgesinde canlı
kalabilmişlerdir
desek, yanlış
söylemiş olmayız. Onun
yolundan giden, Ehli Beytin
sevgisiyle yoğrulan ve
onları takip
eden, safını
onlardan yana belirleyenden oluruz İnşAllah!
Vesselam
Şükran Taşdelen
10.01.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
İnançsız,
filozof da olsa, cahildir!
Yalnız fen ilimlerinde uzman olup mâneviyâttan haberi
olmayanlar, her ne kadar titr ve
paye sahibi
iseler de, gerçekte câhildirler. Bu, abartılı bir ifade gibi gelebilir. Filozoflar,
fen veya sosyal ilimlerde profesör olanlar nasıl cahil olur? diye düşünülebilir.
Ne var ki, meselenin püf noktası
yakalandığında kesinlikle böyle oldukları
görülecektir. Bu husus genel bir prensiptir: Bir ilimde uzman, âlim olan, diğerinde
gabî, câhil olabilir. Bu normal bir durumdur. Hepimiz öyle değil
miyiz? Mesleğimizin
uzmanı iken,
diğer
mesleklerin cahili olabiliyoruz.
Her ne kadar iman ve özellikle tevhid, fen ilimlerinin
de şehadetiyle
sâbit ise de; mânevî ilimlere girerler. Madde ile uğraşan veya
maddede boğulanlar
maneviyâtta kördür; gerçeği
göremez! Meseleye şu örnek
penceresinden bakabiliriz:
Sosyal veya fen ilimlerinden herhangi birinden
bahseden bir kitap düşününüz.
Yazanını,
konusunu, mahiyetini, içindeki hakikatleri bilmeyen; eni, boyu, sayfa adedi,
paragraf sayısı, yazı
karakteri gibi maddî ve şeklî
yönünde uzman dahi olsa; bu bilim/ilim değildir. Belki feyizsiz, kuru ve ruhsuz bir bilgidir.
Ki, ilim sahibi olmayan birisi, bir cetvelle ölçer, biçer, bu hususları ortaya
koyabilir.
Bu perspektiften bakıldığında; kâinat kitabını inceleyen, Kim yazmış, niçin yazmış, kitabın anlamı nedir? sorularını hiç düşünmeden; fizikî, kimyevî veya biyolojik yönlerini
ortaya koysa da aslında bu
gerçek bilim değil, cehalettir!
Dolayısıyla fen
ilimlerinde mesafe katedip, maneviyâttan haberdar olmayan her bilgi sahibi,
ilim ehli değildir.
Dolayısıyla,
kâinat kitabının maddî
boyutlarını ele alıp, yaratılış
gaye, hikmet ve sebeplerini araştırmamak, iç yüzünü okuyamamak, hikmet dilini çözememek,
sentez yapamamak bir cehalettir. Bu hakikati, 20. yüzyılın büyük
âlimi, fizikçisi ve filozofu Albert Einstein (1879-1955) şöyle
ifade eder:
Duyabileceğimiz en
güzel ve en derin heyecan mistik heyecandır.
Bütün hakikî ilim bundan çıkar.
Gönülden gelen mânevî heyecanı tanımayan, yaratılmış tabiat karşısında hayrete düşmeyen ve bu mükemmelliği, muhteşemliği yaratan Allahın huzurunda huşu ile eğilmeyen kimsenin ölüden farkı yoktur.
Bizim sınırlı aklımızla
anlayamadığımız, gözlerimizle görme kudretinden mahrum bulunduğu- muz şeyin
gerçekten var olduğunu,
parlak bir güzellik halinde kendini gösterdiğini bilmek, işte hakikî dindarlığın temelinde bu bilgi ve bu duygu vardır.1
İnkârcıların bakış
açısı gerçek,
harfî, ilmî bir bakış
değil,
belki ismî bir bakıştır. Mânâ-ı ismî
ile bakış;
bir şeyin
sadece kendisini bilip tanımak, eşya ve hadiselere maddî cephelerinden, sathî,
üstünkörü, kendi hesabına, tek
yönlü bakmaktır. Diğer bir
ifadeyle varlığı, maddî, dünyevî boyutuyla algılamak,
nefsî çıkarlar
açısından
görmektir. Oysa, her şeye harfî bakılırsa,
sanatkârı, ustası
görülür. Harfî bakış,
bir şeyin
kendisini değil,
sanatkârını tanıttığı, bildirdiği mânâdır. Yani, anlamını, sahibini, ustasını, kâtibini, yazarını, sanatkârını gösteren, bildiren, tarif eden bir bakıştır. Bu
bakış;
harflerin, kelimelerin şekil ve
renginden önce, anlamını görür.
Bir sanat
eserine, Nasıl yapılmış,
neyden yapılmış? diye
bakılırsa;
madde, şekil ve
görüntünün dar kalıplarının
ötesine geçilemez. Kim yapmış,
niçin yapmış,
ne anlatmak istemiş ve
hangi mesajı vermek
istiyor? sorularına da
niyet edip bakarsınız;
bilginiz, ufkunuz pek çok âlemlere açılır.
İşte
mânâ-yı harfî, Cenâb-ı Hakkın yaratmış
olduğu şu koca
kâinat kitabına, Onun
hesabına bakmak;
niçin yazmış,
neler yazmış
olduğunu
anlamak ve anlamlan- dırmaktır. Eğer
kâinata harfî bakışla,
Cenâb-ı Hakkın
azametini, büyüklüğünü
gösteren bir eser nazarıyla bakılırsa, o
oranda kıymet de
kazanır.
Meselâ, bir resim Ahmet Hamdi, Leonardo da Vinci veya Picassoya
dayansa, bir tespih tarihî şahsiyetlere isnat edilse, değeri yüz
milyarlarca liralarla ifade edilir. Ancak aynı değerde bir resim veya antika eser; bir ressama veya
sanatkâra isnat edilmezse, kıymeti hiç hükmündedir. Dipnot: 1- Saliha Şahan, Büyük Hayatlar, s. 84-85. 23.01.2009 Ali Ferşadoğlu
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Ehl-i
Beytle
imtihan olmak
Lailahe
illallah Muhammedün Resulüllah ifadesinde abideleşen iman hakikati, ancak ehlince izah edilebilecek bir
keyfiyet taşır.
Bu nedenle sırlarla
dolu Kelime-i Tevhid cümlesini kuru bir cümle seviyesine indirmek büyük
nasipsizliktir.
Aslında temel nasipsizlik tabii ki imandan uzak olmaktır.
Alemlerin Rabbini şeksiz şüphesiz birlemeyen
ve Onun (c.c)
alemlere rahmet olarak gönderdiği Habibine (s.a.v) iman edip tâbi olmayan bir kalb, bahsedilen
iman nimetinden zerre nasibini almamıştır.
Alemlerin yaratılışındaki nüveyi Aşk-Muhabbet oluştur- ur. Nitekim Cenab-ı Hak biricik Peygamberimize (s.a.v) hitaben, Sen
olmasaydın, Sen
olmasaydın,
alemleri yaratmazdım buyurmuştur. Bu İlahi
sevgi varlığın oluşumuna temel olmuş, kün emrine temel teşkil etmiştir. Aşkın kaynağı Allahtır. Seven de, sevilmeye layık olan
da bizzat Kendisidir. Habibini seven, Zatına Mirat-Ayna kılan da Odur (c.c). Dolayısıyla, sevginin bizzat yaratıcısı olan
Allahın (c.c),
Kendine Habib kıldığı İnsanı sevmek, imanın kendisidir, var olma nimetinin bir teşekkürüdür.
Bu sevgi, silsile olarak devam eder. Peygamberimizi
(s.a.v) sevmek, tabii olarak Onun sevdiklerini sevmeyi beraberinde getirir. İşte
bu nedenle Allahın
Sevgilisinin
(s.a.v) Beytim dediği
ailesini ve Yıldızlarım diye
taltif ettiği
sahabe-i kiramı sevmek
bir iman rüknüdür. Gayrısını düşünmek
abesle iştigaldir.
Buradan hareketle, sahabe arasında ayrımcılık yapmak, bazılarını sevip bazılarını sevmemek, hatta işi hakarete kadar vardırmak terbiyesizliğin en büyüklerin den olduğu gibi,
bu duygulara sahip olanı iman
dairesinden alıp küfrün
karanlık
çukuruna savurabilir. Allah cümlemizi bu hallerden muhafaza buyursun. Bu tür
hallere sahip olanlara ikaz, müminlerin kalbindeki muhabbet duygularını daha da
kavileştirmek
mahiyetinde şu
delillere dikkatlerimizi çevirelim:
Allahü Teâlâ, Ehl-i Beyte buyuruyor ki: Allah
sizlerden ricsi (her kusur ve kiri) gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet
ile temizlemeyi irade ediyor (Ahzab: 33). Peygamber Efendimiz, Hazret-i Aliyi,
Hazret-i Fatımayı,
Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyini mübarek abâları ile örterek şöyle dua etti: İşte benim Ehl-i Beytim bunlardır. Ya
Rabbi, bunlardan kötülüğü kaldır ve
hepsini temiz eyle!
(Mesabih).
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v) buyurdu ki, Şu üç
hürmeti gözetenin, dini ve dünyası muhafaza edilir, yoksa hiç bir şeyi
korunmaz. İslama,
Peygambere ve Onun
nesline hürmet
(Taberani).
Yine hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: Ehl-i
Beyti seveni Hak Teâlâ sever, buğz edene de buğz eder (İbni Asakir). İslamın esası, Bana ve Ehl-i Beytime sevgidir (İbni
Asakir). Her şeyin
temeli vardır.
Müslümanlığın temeli ashab ve Ehl-i Beytimi sevmektir (İ.
Neccar).
Allahın Kitabı ve
Ehl-i Beytime uyan, hidayette olur, uymayan sapıtır (İ. Hibban). Ehl-i Beytim, Nuhun gemisi gibidir. Tutunan kurtulur, tutunmayan, boğulur
(Taberani). Tutunduğunuz
vakit, asla dalalete düşmeyeceğiniz iki
şeyi bıraktım: Allahın Kitabı Kuran ve
Ehl-i Beytim (Hatib).
Ehl-i Beytime buğz eden, yüzüstü Cehenneme atılır.
Ahmed). Ehl-i Beytime, Cehennemlikten başkası buğz etmez (İ.
Ahmed). Fatıma,
Cennet hatunlarının
üstünü, Hasan ve Hüseyin de Cennet gençlerinin yüksekleridir
(Tirmizi). Ya Fatıma,
Allah-ü Teâlâ senin gazabın için
gazap eder, senin rızan için
razı olur (Hakim).
Allah-ü
Teâlâ, Fatıma ve
nesline Cehennemi haram kıldı (Hakim,
Taberani). En
iyiniz, Ehl-i Beytime iyilik edendir (Hakim). Ehl-i Beytimi sevmeyen, ihtilafa düşer ve şeytana
yoldaş olur
(Hakim). Vallahi
Ehl-i Beytimi sevmeyenin kalbine iman girmez (İ. Ahmed). Benim soyuma dil uzatarak, Beni incitenlere, Allah-ü
Teâlâ çok azap yapar (Deylemi).
Ya
Rabbi, Hasan ile Hüseyini
seviyorum. Sen de sev. Bunları sevenleri de sev (Tirmizi). Fatıma Benden bir parçadır. Onu inciten Beni incitmiş olur.
(Hakim). Fatımayı Aliden daha
çok severim, Ali, Bana, Fatımadan daha çok kıymetlidir (Hakim). Kızım Fatımanın adı, Allah onu ve sevenlerini Cehennemden korur manasındadır (Deylemi).
Aliyi ancak
mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğz eder (Nesai). Aliyi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi, Müslümanların günahını yok eder (İ.
Asakir). Aliye düşman olanın düşmanı Allahtır
(Ramuz). Ben
ilmin şehriyim,
Ali ise kapısıdır
(Deylemi).
İlim on kısım.
Dokuzu Alide, biri
diğer
halktadır. O, bu
biri de onlardan iyi bilir (Ebu Nuaym). Aliyi seven, Beni sevmiştir. Ona düşmanlık, Bana düşmanlıktır. Onu inciten Beni incitmiştir.
Beni inciten de Allah-ü Teâlâyı incitmiş olur (Taberani). İmanın birinci alameti Aliyi sevmektir. Ensara ancak münafık buğz eder. Ehli Beytime buğz eden de münafıktır (İ. Asakir). Ehl-i Beytimi ve ashabımı çok sevenin, Sırat köprüsünde ayağı kaymaz (Deylemi, İ. Adiy). Ashabımı, ezvacımı ve Ehl-i Beytimi seven, Cennette Benimle beraber olur (Ramuz).
Allahı seven
Beni sever, Beni seven de, Ehl-i Beytimi sever (Tirmizi)
- Benden sonra Ehl-i Beytimle imtihan olunacaksınız
(Taberani). Bana ve
Ehl-i Beytime salevat getirilmedikçe, dua ile Allah arasında
perde vardır (Ebuşşeyh).
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) Ehl-i Beytine ve sahabesine olan muhabbetini
anlatan bu ifadelerin sayısını çoğaltmak
mümkün. Aslında
sadece bir tanesi üzerinde yapılacak kısacık bir tefekkür bile İnsanın hayatını derinden etkileyecek nitelikte. Fakat bir tanesi var
ki, dünü ve bugünü anlamamız noktasında çok çarpıcı.
- Allahın Sevgilisi (s.a.v) şöyle
buyuruyor; Benden
sonra Ehl-i Beytimle imtihan olunacaksınız.
Evet, başta Kerbelada yaşanan facia olmak üzere, tarihte yaşanan ve
müminleri yakından
ilgilendiren bütün hadiselere bir de bu hadis-i şerif ışığında bakmak lazım.
Bugün Müslümanlar olarak üzerimizde dolaşan kara
bulutların sebebi
ne ola acaba? Ve ülkemizde yaşana- nlar
Toplumsal ayrışmaya doğru gittiğimizin, değerlerimizi tek tek yitirdiğimizin
farkında mıyız? Yoksa
biz de Ehl-i Beytle
imtihan mı
oluyoruz? Allah kazanmayı nasib
eylesin. Okan Egesel 12.02.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Allahın
muhteşem
yaratığı güzel insanlar.
Alemlerin emniyeti
islamın beli ve
omurgası maneviyatın olgunlaşma hali ile hz Ali efendimize çıkan hak yoluna kemer ve köprüler ile tarikat zemin hazırlar islam
dairesini muafaza eder; Kuranın bir kısmını görmezden gelerek
dinin ucunu açıp şişirilerek
geliştirilen parelel
dinin tarikatı, şeytanın
yardımcıları asrın Nemrutları,
Firavunları, Ebu Cehilleri,
Muaviye ve Yezidlerine karşı Maneviyat
ve Adalet ile - amansız, kıyasıya -
mucadele eder Peygamberinin izine düşüp Allahın hesabına uygun
Kuranı hayat
nizamı olarak yaşar.
insanları cehenneme
sürüklemede şeytanın yardımcılığını yapan
parel dinin tarıkatında kemer ve
köprüler olmadığı için takipcilerini muaviyenin takipcisi yapar şeytanın hesabına hazırlayıp izine düşürür.
Allah(c.c) onların
müsübetinden bütün alemi korusun. Haci Bayazıt 30.07.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Allahın
muhteşem
yaratığı, tarihin şahitleri güzel insanlar.
Lütfen şunu
birtarafa yazın. Terör
toprakdan çıkan mahsül
gibidir, esas
suçlu onu ekendir. Bölgede dinsel federe eyalet ayrılacalığın
sosyal ve siyasi alanın olmasına engel için idiolejik olarak pkknin örgütlenmesi gayleye alınmadı... Ama sonra, deccal hizbinden bölücü dinsel milliyetci Fetulahcılar
Süleymancılar Özal'ın
kulağına Irakın küzeyinde Türkiyenin himayesinde kürt devleti kurmayı üflüyor; böylece bin kadar olan örgüt çekiç gücünde bölgeye gelmesi
ile kısa sürede
yirmi binleri buluyor.
Devlet sebepleri hazırlayıp, taşıyanların önüne düşen insi dinsel bölücü insi şeytanları bertaraf etmeden onlara sağladığı desdeği kesmeden
diğerleri,
müsübet ve terörün taşıyıcılarını önleyemez.
Çare, İslam
toplumun mayasıdır, İslam
dairesi felsefi akımlar ile
hertürlü bölücü fitneci bitadci unsurdan arındırılıp, devlet
tarafından akıl baliğ çağından
ilk okuldan başlatılmalı; dinin neslin
güvencesi çocuklar bölücülerin menfatine ateş, malzeme olmaktan kurtarılmalı. Ehli Vicdan Sahipleri meselenin çözümü; devletin asli
unsurlarının meseleye
duyarlı olup,
insanları müsübete
müstahak hale hazırlayanlara en azından imanın enzayıfı ile Buğz etmesi
ile önlenir.
hacı bayazıt
09.08.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Selam sevgili kardeşim. iletinizi okudum ama doğrusu
anlamadım.
isterseniz demek istediğinizi acıkça yazabilirsiniz. selamlar dualar. Cemal Nar
Güzel Ağbim, alemi İslam ve İnsanlığa ait bilginin ve vebalinden kurtulmak amacı ile,
Alemdeki olaylar din ahlak maneviyat dairesinde iki
kurala bağlı gelişir. Devletler
maneviyat ehlinin feraseti, halkı Allahın hesabına yatkın hazırlamsı ile kurulur. Yıkılıması da din
adamlarının
maneviyatdan uzaklaşıp dinde tahribat
yolu açarak halkı şeytanın hesabına yatkın hazırlamsı ile olur.
Bayezid-i Bistami hazretleri, kalbimin köşesinde
bekleyeni melek sanıyordum meğer şeytanmı; der, otuz senelik ibadetini iade eder. Ama aleme ışık tutacak böylesi bilgiler gizlendiği için;
Müslüman, şeyhin
efendinin abinin karanlık tahribat
yolundan gelip kalbinin köşesine yerleşmiş şeytanı, cibril
olmuş nefsi sanıyor.
Edirnede Selimiye Camisi yapılırken, işçinin biri
devamlı taşı
birakacağı
temele bırakmadan
geri götürürmüş. Bunu
gören Mimar Sinan sebebini sorar. İşçi sabah boy abdesi alacak su bulamadım onun için
gönlüm razı değil boy
abdessiz, bu Mabedin temeline bir taş koymaya der. Mimar Sinan hemen işi paydos
edip önce hamam yaptırır.
Devlet böylesi itikat ve amele sahip Mimar İşçiler
ve Cemat üzerinde maneviyat ve adalet burcuna yükseliyor. Bu olaya
mütakip
Muhalifeten; icazet alacak Şeyh adayları Edirnede başka bir Caminin odasına akşam girip beklermiş. Bir müddet sonra bir kız cin gelir; eğer icazat alacak aday gece cin kıza namaz kılmayı öğretir ise
sabah birlikde çıkar, Haya
Perdesini Bırakıp icazati alırmış.
Böylece, ulu Mabedler içinde cinler insi taşıyıcıları ile cirit
atmaya başlayıp, devleti,
maneviyat ve adalet burcundan aşağı doğru dinin dört ana
esasından
ikisini hafife alan tefsirci mealci kız tarafı ile boşaltıp, diğer ikisinide gayleye
almayan, gelenekci/bidatci oğlan tarafı ile yıkılmaya
müstehak hale hazırlamışlar.
Saidi Nursi yiğit adam, vefatından üç sene önce, Ben siyaset yolu ile devlete hizmet
etmek istemiştim,
diyor... dinin
siyasete aleti, kız cin ile birlikdeliği ima ediyor,
pişmanlığını dile getiriyor... yani, Süleyman
(a.s) gibi, şeytan haber taşımaya mecbur edilir, diye fetva vermiş; şeytanı perdelemek için
de evliyanın ruhaniyeti sineğin kanadı ile gelir demiş; şahsi manevisi ismi ilede yol açmış. Böylece sinek kılığında gelen şeytan nur şakirtlerini telkine alıştırıp sonra kulak ve kafasına girip ağrı ile bağımlı ediyor.
Kuranda, Neml
Süresi. 39 ve 40 belirtilen, Süleyman (a.s)ın Belkisin tahtı ile ilgili, Cinlerden bir ifrit, Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz
ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim dedi. 40. Kitaptan ilmi olan kimse ise, Gözünü açıp
kapamadan, ben onu sana getiririm dedi. İlim sahibi zatın, Süleyman (a.s)ın veziri Asäf bin Bahriyä, yahut da Hızır olduğu riväyet
edilmektedir.
Vezir, ifriti koğup, kendi ilmi ile tahtı getirir. Cinlerin, Süleyman (a.s)ın
hizmetinde çalışdığı anlatılan kıssada; ise, cinlerin gaibin ilminden habersiz olduğunu haber ve söz taşımasına inanılmamasını ikaz
eder... Aksi durum, Kuran-a muhalifetdir.
Din adamları manevi yolda ilerlerken İbrahimi karekteri ile karşilaşınca; şeytan iki erkek, folklorik Sofiler ve Kuran
musallat olmuş faize fetva verip, Allaha şavaş açan Süleymancılar olarak görünüp, (onları sürer) döndermek
için
telkin eder... Onlar iki kişi, sende bu kız çocuğu ilmi siyaset ile ol güçlen der... Böylece her
dönen birisi ile insanlar müsübete müstehak hale hazırlanıp, bölge ve bölgesel oluşumlar zafiyetler ile onların bilmeyeceği şekilde yanıltılıp,
terörün fiziki hale dönüşmesinde
insanlar,
sebeplerin
manevi arzi boyutunu hazırlayanlar ile içli dışlı olup, bilmeden müsübete açık hale geliyor, getiriliyor. Dini ve tarihi
mirasın beşiği bölgenin
üzerinde rahmet bulutlarının oluşması
için, diğerlerinin
deşifre edilip, insanların uyarılması gayreti
ile Allahın selamı, üzerinize
olsun. Haci Bayazit 27.08.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Müminin
ferasetinden sakınınız
Bir hadisi şeriflerinde Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.v)
Efendimiz, feraset (öngörü, sezgi) hakkında şöyle buyurur; Müminin ferasetinden sakınınız; zira o
Allah Teâlânın nuru ile
bakar (Suyûtî,
el-Câmius-Sağır,
1, 24). Feraset konusunda Ayeti kerimede de şöyle buyurulur; Ey iman edenler! Şayet Allahdan ittika ederseniz, o size furkân (hem zahir, hem batında hak
olanı
olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir (el-Enfâl,
8/29).
Kanaat önderlerinin taşıdığı vebal. O zaman önümüze çok hassas bir ölçü çıkmaktadır. Hadiseleri
doğru okumak
ferasetin ürünüdür. Feraset
kişinin yaşantısında daha doğru bir
istikamet için çok önemlidir. Feraset, kanaat önderlerini ve toplumda önderlik
konumunda bulunan kişileri çok
daha yakından
ilgilendirir. Çünkü etkiledikleri, ya da peşinden sürükledikleri kişilerin ve toplumun sorumluluklarını üstlenmek
gibi bir vebal ile karşı karşıyadırlar.
Fertlere düşen; peşinden
gittikleri kanaat önderlerini ya da fikir adamlarını feraset açısından mutlak
değerlendirmektir.
İtimat
ettikleri kişiler eğer
ferasetten yoksun iseler, yanlış istikamete yönlendirilme tehlikesiyle karşı karşıya
olduklarını bilmek
zorundadırlar.
Toplumun genel durumuna bakılınca
maalesef endişe duyduğumuz bu
durumun gerçekleş- tiğini görmek
mümkündür. Nitekim yanlış
yönlendirmelerin neticesinde İnsanımızın geldiği durum meydandadır. insanlar,
hadiselerin yanlış
okunması ve yanlış
yönlendirilmeleri neticesinde yanlışa sürüklenmiş, amelî ve itikadî hatalar batağına
sürüklen- miştir.
Gelinen durum; sadece ferdi planda kalmamış, toplum olarak tehlike çemberine düşürülmüştür.
Toplum, kimin peşinden gittiğini sorgulamalıdır. Toplumun
geldiği noktada
kanat önderleri ve fikir adamlarının, parti
liderlerinin, medya patronlarının,
yazar-çizerlerin mutlaka katkısı vardır. Fertlere
düşen; kimin
fikirleri ile beslendiklerini ya da kimin peşine takıldıklarını gayet yakın muhasebe
etmektir. Dinlerarası diyalog, ılımlı İslam
ve başka değişim
rüzgârlarının arkasındaki
gerçekler milletimizden gizlenmiş, gerçek maksatlar ve hain emeller rahatlıkla
saklanabilmiş,
ferasetten yoksun kişilerin alet
olması
neticesinde de iş çığırından çıkmıştır. Normal İnsan aklıyla bile
anlaşıla-
bilecek gerçekler, ferasetten yoksun kanaat önderleri sayesinde saptırılmıştır. insanlar
kendi akıl
melekelerini kullanarak gerçeklere ulaşmak dururken, fikrine önem verdiği kimselere
müracaat etmiş, onların
hadiseleri yanlış
okuması
neticesinde de tahribat hız kazanmış,
toplumdaki fertler kolayca kandırılmıştır. Uğur Kepekçi
09.09.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Din Mercii
olan bir alim, siyasi akımlara kapılmaz
İranın önde
gelen büyük alimi Ayetullah Safi Gülpaygini, merci konumunda bulunan din
alimlerinin çizgisinin, İslam ve Kuran-ı Kerim
çizgisi olduğunu ve
asla, siyasi akım ve
kanatlara
girmeyeceklerini vurguladı. İmam ve
rehberlik çizgisini izleyenler cephesi üyelerini kabul eden İslam
aleminin büyük alimi Ayetullah Safi Gülpaygani, İslam inkılabı rehberi
Ayetullah Hamanei- nin çizgisinin rahmetli imam Humeyninin -ks-
çizgisi olduğunu belirterek,
ulema
ekseninde hareket eden, ve İslam hedeflerini izleyenlerin, mutlaka
amaçlarına ulaşacaklarını vurguladı.
Ayetullah Safi Gülpaygani konuşmasının devamında ancak, sadece
tahrip etme pişinde olan,
ve rehberliği korumayı düşünmeyenler, gerçekte İslama ihanet
etmiş olurlar ve
kendilerini düzeltmeleri gerekir, ifadesini kullandı. Ülkenin
güvenliğinin
korunmasına da temas
eden Ayetullah Safi Gülpaygani, İslam dini ve İslami nizamın korunması için bütün herkesin çaba sarf etmesi gerektiğini, siyasi
parti ve kanatlar arasındaki
ihtilafların bir
kenara bırakılması gerektiğini, çünkü
bu tür ihtilafların gerçekte
ülkenin bağımsızlığı ve İslam için tehlike arz ettiğini vurguladı. Ayetullah Safi Gülpaygani: 14.11.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Vera,
nafile namazdan daha hayırlı
Mısır evliyâsından Ali
bin Şihâb
hazretleri, zâlimlere
yardımcı olduklarını tahmîn
ettiği
kimselerin hiçbir şeyini alıp yemezdi. Bir gün
kendisine, birisi yemek getirdi. Getirilen yemeği yemedi
Getiren kişi; Efendim bu
helâldir. Alnımın teri ile
kazandım deyince; Ben
terâzisini tutanın, hangi
tarafın ağır
bastığını, ihlâsla
gözetmeyenin yemeğini yemem! buyurdu.
Ali bin Şihâb hazretleri verâ sâhibi olmada meşhur di. Şüphelilerden
çok sakınırdı. Değirmene
gittiğinde,
kendisinden önce un öğütülmüş ise, taşı
kaldırır, başkalarının un kalıntılarını temizler,
bunları toplayıp hamur
yapar, sonra hayvanlara verirdi. Daha sonra kendi buğdayını öğütürdü.
Kendisine getirilen hediyeleri dul ve yetimlere dağıtırdı.
Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî bir sohbetinde buyurdu ki: Verâ, şüphelilerden
temizlenmek ve her an nefisle muhâsebe etmektir.
Endülüs, Mısır ve
Filistin taraflarında yaşamış
büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî buyurdu ki: Verâ yâni şüphelilerden kaçmak, amellerin, ibâdetlerin esâsı,
temelidir. Büyük
velîlerden Ebû Osman Mağribî
buyurdu ki: Verânın, şüpheli şeylerden
sakınmanın faydası, âhirette
hesâbın kolay
olmasıdır. Hindistanda yetişen büyük İslâm
âlimlerinden ve evliyânın en
üstünlerinden Muhammed Ubeydullah Serhendî tarafından zamanın sultânı olan Ebül-Muzaffer Muhyiddîn Muhammed Âlemgîre yazılmış
olan mektub- un bir bölümü şöyledir: Seite|Page\*Mergeformat 38
Peygamber
efendimiz buyurdu ki: (Verâ sâhibi ol ki, insanların en âbidi
olursun!) Hasan-ı Basrî
buyurdu ki: Zerre kadar
verâ sâhibi olmak, bin nâfile oruç ve namazdan daha hayırlıdır. Kıyâmet günü,
Allahü teâlânın huzûrunda
kıymetli
olanlar, verâ ve zühd sâhipleridir. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki: Bana yaklaşanlar,
sevgime kavuşanlar
içinde, verâ sâhipleri gibi yaklaşan olmaz. Hadis-i şerifte, Allahı en iyi tanıyanınız ve Ondan en çok korkanınız benim buyuruldu. Bir kimse, velâyet derecelerinde
yükseldikçe, Allahü teâlâdan korkusu da artar. Mehmet Oruc 22.11.2009
15.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
Nasrullahtan İrfan
Dersleri
Hizbullah lideri Seyyid
Hasan Nasrullahın Dini
terbiye Yöntemi ve Nefisle Mücadele konusunda Hizbullah mensuplarına verdiği dersler.
Bugüngü dersimizde İmam Humeyninin Dini
Terbiye Yöntemi ve Nefisle Mücadele konusundaki bakış açısını daha iyi
anlamak için kendisinin ameli yöntemleri hakkında konuşacağız.
Acaba Hz. İmama (r) göre
nefsimizi nasıl ıslah
edebilir, onunla nasıl mücahede
edebiliriz? Başka bir
ifadeyle Allaha kavuşma yolunu
nasıl
katedebiliriz? Bu konunun derki birkaç noktanın anlaşılmasına bağlıdır: Bu
âlemde varlığın (vücudun) iki boyutu bulunmaktadır (burada
ahlak ilminin ıstılahlarını kullanmak
zorundayız):
Bunlardan birincisi teorik ve ilmi olanı, yani uzmanlıkla ilgili olanıdır ve nazari
irfan şeklinde tanımlanmaktadır. Bu bilim
için üstada ve kitaba ihtiyaç duymaktayız. Tıpkı herkesin
hizmetinde olan felsefe ve tıp kitapları gibi bu alanın da kendine has kitapları vardır; alanın üstatları öğrencilerine
bu kitapları öğretir,
kendi yorumlarını da
ilaveten eklerler.
Seyr-i sülukun ikinci boyutu ise, Kuran-ı Kerim,
Resul-ü Ekrem ve Ehli Beytin (s)
bizlere açıkladıkları ameli
yöndür. Yüce Allaha seyr ve
süluk etmenin nasıl olacağı, ve
nefsi emmare ile cihadın
mertebelerini ve yolunu öğrenebilmek
için ayetleri ve rivayetleri bizler için tefsir ve tebyin edecek büyük
âlimlerimize de başvurmak
zorundayız. Zira hiç
kimsenin kendi kendine seyr-i süluk yöntemi icad etme yetkisi yoktur. Bu konuyu
Allah-u Teâlâdan öğrenebiliriz
yalnızca. Peki,
bu konuların teorik
bilgisini elde ettikten sonra amel ve tatbik aşamasında üstat ve mürşide ihtiyacımız var mı yok mu,
arifler ve âlimler bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Önemli sayıda bir âlim ve arif topluluğu, seyr-i sülukun kendi nezareti altında
sürdürüleceği bir üstadın varlığının
gereklilik olduğunu
söylerler.
Başka bir görüşe göreyse,
eğer yolun
özelliklerini (dinin ve seyr-i sülukun hususiyetlerini) örneğin İmam Humeyni
gibi güvenilir âlimlerden öğrenmiş isek artık özel bir üstat ve mürşide ihtiyacımız
kalmayacaktır; her ne
kadar üstada sahip olmak daha iyi olsa da. Daha emin olmak için İmam Humeyniye onlarca
yıl yarenlik
etmiş olan yaranından
birine, Ayetullah Tevessüliye bu konuyu sormuştum: Acaba Hz. İmam amel aşamasında mürşid ve üstadın varlığını zorunlu
buluyorlar mıydı? Kendileri İmamın bunu şart olarak
görmediğini
söyleyerek İmam Humeyninin ameli
seyr-i süluk, nefisle cihad ve tezkiye ile meşgul olup manevi makamlara eriştiği sıralarda
özel üstadı yoktu.
Evet, teorik irfan dersleri görmek için hocalarının huzurunda
bulunuyordu ama ameli seyr-i sülukta hiçbir üstadın şakirdi değildi dediler.
İmamın hayatının hiçbir
evresinde hiç kimse ile şunu yap
bunu yapma, kendi hallerini bana anlat, ne ettin ne etmedin? vs. şeklinde bir
üstatlık ilişkisi olmamıştır.
Ayetullah Tevessülinin dediği gibi Esasında İmam Humeyninin üslup
ve yöntemi böyle değildi. Eğer birisi kendisinden vaaz ve nasihat isterse
tavsiyelerde bulunurdu yalnızca. Elbette bu yönelime sahip olan başka
arifler de vardır.
Nefisle Cihadın iki Makamı (Zahir ve Batin) İmam Humeyni (r) nefisle cihad alanında iki
makam ve mertebe olduğunu
belirtmiştir:
Nefisle cihad kâmil olduğunda ve İnsan, Şeytanı bu memleketten (yani nefisten)
atmayı ve onu meleklerin ve Allahın salih kullarının mesken, vatan ve mabedi kılmayı başardığında -yani sözünü ettiğimiz her şeyle amel ettiğinde- ve nefsimizi şeytanın askerlerinin yuvası olmaktan kurtardığımız bir merhaleye ulaştığı- mızda süluk-u
ilallah kolay ve İnsaniyetin
sırat-ı müstakimi aşikâr olacaktır.
Bu durumda Yüce Allah basiret gözümüzü açacak ve yolu
bizler için apaçık ve aydınlık kılacaktır. İşte o vakit cennetin bereket
kapıları İnsanın yüzüne açılacak ve cehennemin aşağı mertebeleri (derekat) bize
kapalı olacaktır.
Âdemoğlunun yolu ilahi maarifin kapılarına açılacaktır, bu, insanların ve cinlerin yaratılışının nihai hedefidir. Yüce Allah bu kişinin
elini tuttuğunda artık
üstat ve şeyhe ihtiyacı kalmayacaktır, zira bu baştan sona tehlikelerle kaplı yolda onun
kalbini ve aklını
kendi marifet nuru ile aydınlatan bizzat Allahu Teâlâdır.
Seyr-i sülukun en önemli kısmı olan nefisle cihad ve nefsin tezkiyesi alanındaki hedef zahir ve batınımızın,
dilimizin ve aklımızın Yüce Allahın istediği gibi olma- sıdır. Eğer böyle olunursa Allahın has kullarından olunmuş demektir. Ubudiyet, kulluk budur. Kulluk, kişinin efendisi karşısında isyan edememesi, görüş önerememesi
ve itiraz sadedinde bir söz söyleyeme- mesidir. Bütün emirlerine itaat etmesi
ve teslim olmasıdır.
Meleklerle Şeytan arasındaki fark da meleklerin Allahın
emrine asla itaatsizlikte bulunma- masıdır.
İnsan da zahir ve batınında ve bütün
işlerinde Allahın
istediği şekilde
davranırsa halis bir kul olur. Ubudiyet makamı çok yüce bir makamdır, şehadet kelimesinde Eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resuluhu
dememizin nedeni de budur. Eğer Peygamberin (s.a.a.) ubudiyeti olmasaydı risalet makamına da ulaşamaacaktı.
İşte bu nedenle
Yüce Allah bizden hayatımızda, zahir ve batınımızda kendi sevdiği gibi olmamızı istemektedir; Şeytan ise bundan hoşnut olmamaktadır.
Savaş ve mücadele tam da burada kopuyor. Allah kendi istediği gibi olmanı istiyor, Şeytan ise buna razı değil. Şeytan için senin ne olup ne olmadığın hiç de önemli değildir; sana istediğini yap ve yeter ki Allahın dilediği gibi bir kul olmayasın. Şeytanın vazifesi budur. Amacı bizleri Allaha ulaştıracak olan yolu kapamaktır, savaş bunun için çıkmaktadır.
İmam Humeyni (r.a) ise İnsanın beden ve ruh olmak üzere iki
unsurdan mürekkep olduğunu, bedenin topraktan
ruhun ise melekût adlı başka bir âlemden geldiğini söylemektedir.
Çamur dünyadan ruh ise semadandır; İnsan yerin ve göğün bileşimi olduğu için kendisini hem toprağa hem de göğe çeken güçler mevcuttur.
Ruhtan yoksun bir beden hiç mesabesindedir, ölüdür...
Bedeni faal kılan ruhtur. Cisim, nefsin (nefs-i natıka,
ruh anlamında) sevk ve idaresi altındadır, kararları alan bu nefistir. Nefsanî (Nefsi Natıkaya
Ait) Kuvvetler: Demek ki
esas mesele İnsan
nefsidir. Hz. İmam ve
bütün ahlak âlimleri İnsan
nefsine ait olan iki türlü kuvvetten bahsetmişlerdir: 1-Zahiri kuvvetler; İmam
Humeyninin Kırk Hadis
Şerhi
kitabında
belirttiği üzere
bu kuvvetler göz, kulak, dil, mide, tenasül uzvu ve el ile ayaktan ibarettir.
Bâtıni kuvvetleri ise akıl, vehim, şehvet ve gazap oluşturmaktadır. Bazı ameller gazap kuvvesi ile ilgilidir, bazıları da şehvet,
vehim ve hayalle. İmam iki merhaleden
bahsettiği için
birinci aşamada
nefsin zahiri kuvvetleriyle, ikinci aşamada da bâtıni kuvvetleriyle verilen mücadele hakkında açıklamalarda
bulunmaktadır. Biz
de ilk önce zahiri kuvvetler alanında nasıl mücadele edeceğimizden söz edecek, sonra da ikinci aşamaya,
yani batıni
kuvvetlerin hallerinin şerhine
yöneleceğiz.
A) Zahiri
Kuvvetlerle Cihad (Akıl ve
Cehalet Arasındaki
Mücadele) Akıl ve din
bir yanda, Şeytan da
öte tarafta olmak üzere zahiri kuvveleri kendi tarafına
çekmek için şiddetli
bir kavga verilmektedir. Akıl ve din; göz, kulak, dil ve diğer
zahiri organların ilahi
iradeye teslim olmasını
istemektedir, Şeytan
ise bu güçlerin Allahtan başkalarına itaat
etmelerini istemektedir. Hz. İmam, nefsin bu zahiri organlarını ele
geçirmek için verilen mücadeleyi Rahmanın ve Şeytanın ordularının çatışması veya başka bir tabirle Akıl ve cehalet ordularının savaşı olarak isimlendirmektedir. Akıl ve
nefis, örneğin gözü
farklı yerlere
çekmek istemektedir ve İnsan tam
da burada savaşa
girmekte, nefis ile cihadın bu ilk
merhalesinde son sözü söylemekte ve savaşın kaderini tayin etmektedir.
Yüce Allah bizlere namahreme bakmayı
yasaklamıştır. Bu
durum her gün yüz yüze olduğumuz, açık bir örnektir. Her gün gözümüzün önüne çıkan reklam
panolarına ve
televizyon dizileri ile filmlerdeki sahnelerin, dergilerin çoğuna
bakmak haram ve masiyettir. İşte burada aklın ve dinin sana Bakma!, nefs-i emmaren ise Bak, nasıl olsa sonra tövbe ve istiğfar
edebilirsin
demektedir. Fakat İnsanın sağ
kalabileceği ve
tövbe edebileceği kesin
değildir. İnsanın tam da
bu haram ile meşgulken
ölmesi ve fırsatı
yitirmesi mümkündür. Şeytan İnsanı kandırmakta
ve yoldan geri çevirmektedir.
Başka bir örneği de Kuran kıraatinden verelim. Kuranı ezberden değil de yüzünden okumak müstehaptır,
böylece Ayet-i Şerifelere
göz teması sağlanabilmektedir.
Fakat Şeytan İnsanı bu işten de
alıkoymaktadır.
Kuranı açar açmaz esnemeye başladığımız ve uykumuzun geldiği hiç olmamış mıdır? Bu Şeytanın işidir. Şeytan zincirlerini İnsanın boynuna geçirebilmek için bütün çabasını kullanıyor.
Bazen İnsanın
uykusunu getirmekte, bazen de zihnini değişik vesveler ve endişelerle meşgul etmektedir. İlk aşamada Kuran okumasını engellemek istemekte, bunu başaramaması durumundaysa
kalp huzuru olmadan ve anlamına dikkat etmeksizin dağınık bir kafayla okumasını sağlamaya çalışmaktadır.
Demek ki gözlerinin bakmak istediği şey her
ne olursa olsun eğer bu
bakışta
Allah rızası
bulunursa aklın ve
dinin sana Bak
diyecektir ve nefs-i emmaren de aksini isteyecektir senden. Burada sen tam yol
ağzındasın. Seç
ve kararını ver.
Hiç kimse seni mecbur etmiyor. Ne akıl, ne din, ne melek ve ne enbiya ve imamlar; ne de şeytan
boynuna kılıç uzatıyor. Kıyamet
günü Şeytan
sana Yaptığın işlerin benimle hiçbir ilgisi yoktu
diyecek. Şeytan o
gün kendine tabi olanları kınayacak.
Burada son sözü söyleyecek olan ve kararını verecek olan sensin. Acaba harama bakacak mısın yoksa
bakmayacak mısın?
Kulaklarda da durum böyledir. Gınaya
kulak vermek haramdır ve bu
türden sesler İnsan
iradesinde etkili olan en olumsuz unsurlardandırlar. Şeytan nefs-i emmarene Bu güzel bir şarkıdır, niye dinlemiyorsun? derken aklın ve dinin Niçin bu tür müziklere kulak veriyorsun? Bu haramdır ve
Allah sana bu yüzden azap edecek demektedir. Burada kendini engelleyecek olan yalnızca
sensin. Gıybete
kulak vermek ve laf taşımakta
da aynı şey
geçerlidir.
Dile gelince, Allah senden dilinin doğruluk
mazharı olmasını
istemekte, Şeytan
ise yalan söylemeni. Allah dilinin ıslah aracı olmasını dilerken şeytan dilinin fitne ve koğuculuk
aleti olmasını
istemektedir. Allah senden hayra davet eden bir dil talep etmekte, Şeytansa
bu dilin sapkınlık,
hokkabazlık ve
üçkâğıtçılık dili
olmasını
istiyor. Dilden kasıt dilin konuşabilme
yeteneğidir,
yoksa ağzımızdaki şu et
parçası değil. Konuşabilme,
açıklama
yapabilme ve konuları
aktarabilme yeteneğidir.
Dil üzerinde verilen bu kavgada son sözü söyleyecek olan kişi de
sensin ve nefisle cihad tam da budur.
Mideye gelince, acaba haram mı
yemeliyim yoksa helal mi? İçki içeyim mi yoksa içmeyeyim mi? Acaba başkalarından
gasp edilen şu malı yesem
mi? Süluk ehli sana Her
zaman oruç tut, sürekli aç kal ve açlıktan öl! demiyorlar, helal ve temiz olan şeylerden
yemeni istiyorlar. Burada da seçim senindir.
Cinsi şehveti tatmin meselesinde de durum budur. Şeytan ve
nefis cinsi şehvetini
hangi yoldan olursa olsun doyurmanı isterler. Yüce Allah da bu şehveti
inkâr etmiyor, sana dediği bu
ihtiyacını helal
yoldan tatmin etmendir ve helalin yolunu, yani evliliği de İnsana öğretmiştir. İnsan
elleriyle pek çok iş
gerçekleştir-
mektedir. Geçmişte
ellerinden daha çok yemek ve içmekte yararlanmaktaydı, bugün
ise bilgisayar ve internetle iş görmektedir, resim ve heykel yapmaktadır. Elin
kullanılabilirlik
alanları bilim
ve teknolojinin gelişmesiyle
birlikte daha da artmıştır.
Ellerin imza attığı bütün bu işlerin iki boyutu bulunmaktadır.
Birincisinde Allaha
itaatsizlik, diğerinde
ise Onun rızası
yatabilmektedir.
Ayaklar ise bazılarını mescitlere ve cephelere, şehid
cenazelerine taşırken
bazılarını ise
Allah göstermesin fesat ve lehviyat meclislerine götürmektedir. Bu yedi organ
üzerinde hâkimiyet kurmak için hiç bitmeyen bir mücadele verilmektedir ve İnsan bu
karşılaşmada
muzaffer olmak zorundadır. Göz
memleketi öylesine korunmalıdır ki hiçbir zaman Şeytan ordularının eline geçmesin, kulak yurdundaki murakabe de bu
organın Şeytanın oyuncağı
haline gelmesine engel olmalıdır. Diğer zahiri kuvvetlerde de durum böyledir.
İnsan bu savaşta yedi askeri karargâhı elinde tutan ve bunları savunmak zorunda olan asker gibidir.
İnsanın bu
yedi mevzinin tümünün savunmasında muzaffer olması gerekmektedir. Altı cephede çok iyi olsa ve yalnızca bir
cephenin savunulmasında başarısız olsa
bile bu durum yeterli olmayacaktır. Örneğin İnsan göz, kulak ve avret organlarını
haramdan korusa fakat dilini kontrol gücüne sahip olmasa, Şeytan
karşısında
kâmil bir galibiyet elde etmesine imkân yoktur. Tek bir mevzide Şeytana
yenilmiş olmak,
diğer
karargâhlara da yol bulmasına neden olabilir.
Şeytan
ile mücadelede önemli noktalardan biri de ümitsizliğe düşmememiz
gerektiğidir.
Mesela üç karargâhı bile
kaybetmiş olsak
ümidimizi korumalı ve savaşı
bu karargâhları geri alıncaya
dek sürdürmeliyiz. Bugün ve bu aşamada elimizden gelen budur. Bazen Rahmanın
orduları bu
mevzilere hâkim olurlar, bazen de Şeytan orduları. Televizyon seyrederken haram sahnelerle karşılaşır
karşılaşmaz
kanalı değiştiren
veya televizyonu kapatan biri göz cephesinde Şeytan orduları karşısında galip gelmiş demektir. Fakat aynı kişi başka bir gece haram sahnelere gözünü açarsa göz
memleketinde şeytanlar
hüküm sürüyorlar demektir.
Bu merhalede muzaffer olmamız
durumunda güçlü bir şekilde
ikinci merhaleye adım
atabiliriz. Fakat ilk aşamada
yenilgiye uğrarsak eğer
hiçbir zaman ikinci merhaleye geçmemiz mümkün olmaz. Çatışmanın
Silahları (Seyr-i
Sülukun Ameli
Aşamaları): Bu
meydanda hangi silahlar kullanılmak- tadır? Bizler bu meydana girmek ve çatışmaya
katılmak
istiyoruz. Bu meydanda mücehhez olmamız gereken silahlarımız nelerdir? İmama bu savaşa hangi silahlarla gireceğimizi
sormak istiyoruz. Bu meydanda nasıl dik duralım? Şeytanın ordularını nasıl dışarı atalım? İmamın bu savaşta kullanımımıza sunduğu silahlar şunlar:
1-Tefekkür, 2-Azim, 3-Tövbe, 4-Murakabe, 5-Muhasebe,
6- Müşarete,
7-Tezekkür.
Biz yalnız bu yedi silahtan bahsedeceğiz,
özelliklerini açıklayacağız
ki kendimiz için bir program hazırlamamız durumunda buna sadık kalalım ve sürdürebilelim. Devamlılık çok
önemli ve temel bir şarttır. İnşAllah sonunda
öyle bir noktaya ulaşacağız
ki Şeytan ve
askerlerinin bu yedi zahiri kuvveye nüfuz etmeleri tamamen imkânsız
olacaktır.
Fakat burada daha önemli olan nokta, bu yedi silaha ek
olarak her anımızda
Allaha
tevekkül içinde olmamız
gerektiğidir. Bu
çok önemli bir noktadır ve İmam (r)
da sürekli olarak bu konuyu vurgularlardı. Her anımızda ümidimiz ve inancımız Ona olmak zorundadır. Sürekli olarak dergâhında dua ve istiğase etmeli ve Şeytan, nefs-i emmare ve şehvetimiz karşısında bize yardım etmesini istemeliyiz. Eğer Allaha
tevessül edersek bizlere yardım edecektir, tıpkı düşmanlar karşısında verdiğimiz savaşta bizlere yardım ettiği gibi. Eğer Allaha yardım ederseniz O size yardım eder. (Muhammed Suresi, 7. Ayet)
İmam (r)
burada çok ince bir noktaya işaret etmekte ve şöyle buyurmaktadır: Yüce Allaha, kendi nezdindeki en sevgili varlıklarla,
yani Muhammed ve Ehli Beyti
(s) ile tevessül etmeliyiz. İmam Humeyninin önemle üzerinde durduğu başka bir
konu da Yüce Allah karşısındaki
aczimizi ve kusurlarımızı
alçakgönüllüce ve huşu
içersinde itiraf etmenin gerekliliğidir. İnsanın marifet, basiret ve nuraniyeti arttıkça
Allah karşısındaki
aczine ve yoksulluğuna olan
vukufu da derinleşmektedir.
İşte
bundan dolayı, bu
meydanın temel şartlarından
biri kalbimizin kendisinden memnun olmaması ve yalnız Allaha güvenmesi ve Ondan yardım dilemesidir. Güvencimiz Allaha olmalıdır.
Yarattıkları arasında
kendisine en sevimli gelen Muhammed ve Ailesinin (s.a.a.) vesilesiyle Rahman
olan Allaha
tevessül edelim. Kendimizi sadece dilde değil amelde de Onun karşısında küçük ve aciz bilerek dergâhına
tevessül edelim. İnsan
bazen oturarak tevessül eder bazense secde eder. Secdedeki tevazu ve huşu daha
fazladır. Bazen
de secde eder, yüzünü toprağa koyar, gözyaşı döker ve kendisini Hakkın karşısındaki aczin, yoksulluğun zirvesinde görür. Böylesi bir tevessülün eseri ve
faydası
hepsinden daha çoktur
Az önce bahsettiğimiz bu yedi başlık hakkında açıklamada bulunacağız, önce tefekkür, sonra da azim hakkında. 1.
Tefekkür İmam şöyle
buyuruyor: Tefekkür
nefis ile cihadın ve
Hakka doğru
yolculuğun ilk şartıdır. Bizim
buradaki konumuz ilk merhaledir ve ikinci merhale hakkında yeri
gelince konuşacağız.
Elbette İmamın Kırk Hadis
kitabında
sözünü etmediği bazı
merhaleler de bulun- maktadır. Tefekkür seyr-i sülukun bütün aşama- larında
istifade edilen bir silahtır fakat tefekkürün her aşamadaki düzeyi farklılık göster- mektedir.
Bu merhalede sözünü ettiğimiz tefekkür, Şeytan ve ordusu ile yedi zahiri kuvvenin hâkimiyeti
için verilen savaştaki
tefekkürdür. Bu Merhaledeki Tefekkürün Düzeyi Burada şu soruyu
sormamız
gerekiyor: Bu merhaleye uygun olan tefekkür düzeyi nedir? İmam (r) şöyle
diyor: Her birimiz tek başınayken
-yalnız
olunması daha
iyidir- tefekkür ve teemmül etmeliyiz. Bunun illa da bir karanlık odada
olmasına gerek
yok. Sahilde, deniz kenarında veya
bir dağ başında
oturarak düşünsün.
Önemli olan etrafında
kendisini meşgul
edecek kişilerin
olmamasıdır.
Tefekkür ve teemmül esnasında
kendi hakikatine baksın ve
kendisine şunu
sorsun: Beni yaratan ve yaratılışımı en güzel bir şekilde gerçekleştiren, beni türlü türlü nimetlere boğan (göz,
kulak, ruh, akıl
) Yüce
Allah, beni bütün mevcudattan ve hayvanlardan mümtaz kıldı ve
bütün bu varlık
âlemini benim için musahhar eyledi. Onun bütün bu dünyayı ve ahireti, cenneti ve cehennemi; ne hayvanlar, ne yıldızlar ve
ne de bu dünyanın
idaresinde, rızıkların
indirilmesinde ve ruhların
kabzedilmesinde etken kıldığı melekler için değil de yalnız ve yalnız İnsan için hazırlamasındaki hedefi ne idi? Bütün bunların da
ötesinde bizim için Peygamber gönderdi ve bu Peygamberlerle birlikte kitaplar
nazil etti.
Eğer bütün bu konuları kabul ediyor, onlara iman ediyorsak öyleyse şu soruya
da cevap vermek zorundayız: Acaba
bunca nebiyi, resulü ve kitapları İnsan için göndermesi, Peygamberlerin bütün bu dert ve
işkencelere
göğüs
germeleri ve bizlerin hidäyeti ve terbiyesi için şehid olmaları yalnızca bu dünya için mi? Yani hedef yalnızca bu
dünya mıdır? Ben
ve sizler beş on yıl,
bilemedin yüz yıl yaşayalım, yiyip
içelim ve şehvet
duygumuzu dindirelim; bu sultan veya diğeri hâkim olsun, şu zengin bu fakir olsun diye aramızda savaşmamız için
mi bütün bunlar? Yaratılışın hedefi bu mu? Bu sonsuz nimetlerin, binlerce
Peygamberin ve onca ilahi kitabın hedefi bu mu?
Her birimiz azıcık düşünmekle bile bu yüce hedefin saydıklarımızdan
ibaret olmasının muhal
olduğu
neticesine ulaşacaktır. İnsanın önünde
yemek içmekten daha önemli bir hedefi vardır. İnsanoğlu bu durumu, özellikle bu dünyanın türlü
hallerine iyice dikkat ettiğinde daha iyi kavramaktadır. Bu
dünyadaki nimetlerin hepsi yok olucudur, ebedi ve sonsuz nimetler bu dünyanın
ötesindedir. Bu âlemdeki tüm lezzetler dert ve eziyet ile karışıktır; mutlak, katışıksız lezzeti yoktur. Fakat bu dünyanın
maverasın- daki
cihanda içersinde hiçbir şekilde
dert ve yorgunluk bulunmayan, asla aklınızdan bile geçmemiş lezzetler bulunmaktadır.
Kuran-ı Kerimin ayetlerinin çoğu ahiret hakkında, Yüce Allahın mümin ve itaatkâr, salih amel işleyen
kullarıyla,
kâfirler mücrimler ve münafıklar için hazırladıkları şeyler hakkındadır
Niçin Düşünmüyoruz?
Dünyanın hali buysa ve diğer âlemin başlangıcı da can verme öncesindeki sıkıntılar,
ölüm ve ruhun bedenden ayrılması ve bunların ardından kabir, yalnızlık, korku ve karanlık; sonrasındaysa sorgu ve azap ise, niçin sonumuz hakkında düşünmemekteyiz?
Kabirde başımıza
gelecekler hakkında
niçin düşünmüyoruz?
Kıyamet
gününe kadar berzahımız olacak
olan o kabri? Kıyamet
gününde başımıza
gelecek olan şeyler
hakkında
niçin düşünmüyoruz
peki? En büyük
açlık ve en büyük
susuzluk gününü,
insanların en
sevdiklerini terk edecekleri o günü? O gün herkesin kendisini meşgul
edecek işi vardır. (Abese,
37) Bütün sırların açığa
çıkacağı
o gün. (Tarık, 9)
insanlara
defterlerinin arz edileceği ve bazılarına ateşe git
deneceği o gün
hakkında,
cehennemin özellikleri hakkında niçin düşünmüyoruz? Cehenneme giden insanlar
iki türlü pişmanlık
duyarlar: Cehennemin azabı ve
cennetten yoksunluğun azabı.
Cennetlikler için de iki mutluluk vardır: cennetten alınan haz ve cehennemden kurtuluşun
mutluluğu.
İnsan
tefekkür ehli olmalıdır. Niçin
pek çok ayet ve rivayette ölüm, kabir, berzah, cennet, cehennem ve kıyametten
söz edilmektedir? Elbette kitabı doldurmak için değil hâşâ! Burada amaçlanan insanların düşünmesi
ve uyanmasıdır. insanlar uykudadırlar, öldüklerinde uyanırlar. (Bihar-ül Envar; 4, 43) Ölmeden önce kendinize gelin,
zira gaflette ve uykuda olanların ölümden sonra uyanmaları bir işlerine
yaramayacaktır. Fakat
bu hayatlarında
gaflet uykusundan uyanan kişilerin eksikliklerini telafi etmek için fırsatları vardır. İşte
bu tefekkür o tefekkürdür. Tefekkür Yüce Allaha seyr ve süluk etme yolunun başlangıcıdır. Eğer
mümkün se her gün otur ve değişik yöntemlerle bu konuları ve
anlamları
zihninden geçir. Bunun yollarından biri de Kuranı Kerimi ve kabir, ölüm, cennet ve cehennemden, dünya ve
ahiretten bahseden rivayetleri okumaktır. Geçmiştekilerin öykülerine ibretle bir bak. Bak,
neredeydiler, ne oldular ve şimdi neredeler? Böyle düşünen bir kişi marifet makamına ulaşacak ve gaflet uykusundan uyanacaktır. İnsanın asıl sorunu
gaflettir ve düşünmenin
en önemli faydaları ise şunlardır:
1-Gafleti
ortadan kaldırır,
gaflet ise Şeytanın işidir. Şeytan
sen Allah, ahiret ve kendinle ilgili hakikatlerden gafil olduğunda peşine düşmektedir.
2-Haramların
terkinde İnsan
için teşvik
edici bir unsur olmaktadır.
Azim: İkinci etken de azim ve iradedir. Düşündükten
ve helali ve haramı tanıdıktan,
dünyanın ve ahiretin
hallerine vakıf
olduktan sonra karar vermek zorundayız. Yani İnsanda artık bundan sonra Yüce Allahın
emirlerine isyan etmemeye niyetlenme hali oluşmalıdır. Öyleyse tefekkür, bilinç ve tanıma tek
başına
yeterli değildir.
Tefekkürden sonra azim ve iradenin varlığı
şarttır. Haram işlememe ve Şeytanla nefs-i emmare ile cihad kararı almak
seyr-i sülukun olmazsa olmaz şartlarındandır. Bunun gerçekleşmesi için pek çok fedakârlıkta
bulunmalı ve
zorluklara katlanmalıyız.
Hz. İmamın (r)
buyurduğu üzere
sağlam bir
azim ve iradenin elde edilmesi şu şartlara bağlıdır:
1-
Günahların terki
2-Taat
ve ibadet ile meşgul
olmak
3-
Boynumuzdaki vaciplerin kazasını gerçekleştirmek
İmam (r) şöyle
demektedir: Azim, İnsanın namaz
ve oruç gibi üzerinde geçmişten kalan tüm vaciplerin kazasını
gerçekleştirme ve
zulüm ettiği biri
varsa ondan da helallik dileme kararı almasıdır. Azim yolun başında şart olduğu gibi yolun sürdürülmesi için de şarttır.
İmam şöyle
buyuruyor: Azim ve
iradeyi en çok zayıflatan şey günah
işlemektir.
Bu yüzden İnsan
kendisine günah işlemek
için izin verir vermez ve bu hayâsızlığı işlemesiyle birlikte iradesi zayıflama-
ktadır. Hz.
İmam, çok
değer verdiği hocası
Ayetullah Şehabadiden
-büyük ihtimalle kendisi İmamın teorik
irfan hocasıdır- şöyle
nakletmektedir: Azim, İnsaniyetin
cevheri ve temelidir. insanların değişik mertebelerde bulunmalarına neden
olan şey,
hepsinin azimlerinin farklı olmasıdır.
Peygamberler (s) bile böyledirler; Yüce Allah onları azim ve
iradelerine göre derecelendirmiştir, bundan dolayı bazı Peygamberlerimiz ulül azm iken bazıları da ulül ilm ve ulül ibadet olmuşlardır. Azmi zayıflatan ve ortadan kaldıran şey günahlardır.
İmam şöyle
devam ediyor: İnsanın azim
ve iradesini zayıflatan
önemli günahlardan biri de gınaya kulak vermektir. Gınanın söyleyenleri ve dinleyenleri için en büyük tehlikesi
irade ve azmi ortadan kaldırması ve İnsanı Şeytanın emirlerinin itaatçisi yapmasıdır.
Sonunda da Şeytan İnsanı
kendisiyle birlikte sağa ve
sola döndürmekte ve onu günahlara daldırmaktadır. Dolayısıyla tefekkür ve azim çok önemlidir ve bu kavramlara
gereken önem gösterilmelidir. Bunlardan birincisi, yani tefekkür hakkında sayısız ayet
ve rivayet vardır.
Tefekkür, bu rivayetlerin birinde yetmiş ve hatta yedi yüz yıllık ibadetten daha faydalı addedilmiştir. Tövbe Tefekkür ve azimden sonra atmamız
gereken üçüncü adım
tövbedir. Tövbe çok beğenilmiş bir
davranıştır. Yüce
Allaha şu şekilde
yakarmalıyız: Allahım!
Bugüne kadar işlediğimiz
bütün günahlardan dolayı senden
bağışlanma diliyor ve sana dönüyoruz. Ömrümüzün geride
kalan yıllarında pek
çok günah işledik,
pek çok vacibi terk ettik, insanlara zulümler ettik.
Allaha varacak bir yola adım atan İnsanın yükü ağır olmamalıdır. Birisine Gel şu dağı aş dediklerinde bu kişi elinden geldiğince yükünün az olmasına çalışacaktır. Günahlar ve başkalarının hakları İnsanı Allaha kavuşmaktan alıkoyan ağır yüklerdirler ve bundan dolayı da
azimden sonra yapılması gereken
ilk iş tövbe
etmektir. Yüce Allah hiç kimse dergâhından ümitsiz olmasın diye bu kapıyı açık tutmuştur.
Resül-i Ekrem (s) zamanında gerçekleşen mezar hırsızın- ın hadisesini duymuşsunuzdur mutlaka. Bu kişi Müslümanların mezarlarını kazıyor ve kefenlerini çalıyordu. Bir gün de yeni vefat etmiş
Müslüman bir kadının kefenini
çaldıktan
sonra cesedine tecavüz etmiş! Sonra da Peygamberin (s) huzuruna geliyor ve
tövbesinin kabul olup olmayacağını soruyor. Efendimiz ise ona meclislerini terk
etmesini, zira gökten gelecek olan bir ateşin üzerlerine düşeceğinden korktuğunu söylüyor. Bu kişi de çöldeki bir dağa gidiyor ve gece gündüz burada günahı için ağlıyor,
istiğfar
ediyor. Bu kişi en
sonunda Allah tarafından bağışlanıyor ve gufrana mazhar oluyor. Tövbe kapısı işte bu
kadar açıktır hem
de! Allah Kuran-ı Kerimde De ki,
Ey kendi nefisleri aleyhinde aşırıya giden kullarım, Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah bütün günahları affeder diye
buyurmaktadır.
Tövbenin Aşamaları ve Unsurları. Tövbenin pek çok merhalesi vardır,
bizler şu an
içersinde bulunduğumuz
merhalesinden söz edeceğiz, yani
günahlar mevzu- sundan. İmam şöyle
buyurmaktadır: Rivayetlerimizde
İnsanın beyaz
kalbi diye bir konu bulunmaktadır; çok temiz ve parlak bir levha gibi. İnsan
günah işlediğinde bu
günahı,
büyüklüğüne göre
İnsan
kalbinde siyah bir nokta bırakmaktadır. İnsanın günah- larına devam etmesi durumunda kalbinin kararması kişinin
tamamen Allahı
unutarak gafillerden olmasına yol açmaktadır. Allah da onu unutmakta, bu kişi de
hatta kendi kendisini unutmaktadır. Nesullahe feensahum enfüsehüm Onlar
Allahı
unuttular Allah da onlara kendi kendilerini unutturdu. (Tövbe,
67) Nesullahe
fenesihumAllahı
unuttular, Allah da onları unuttu. (Haşr, 19)
Şeytan
böyle bir İnsanı tamamen
kendi kontrolüne geçirmekte ve ona şöyle demektedir: Sen artık benim hizbimdensin, zira artık senin
için hiçbir ümit kalmamıştır. Böyle
bir durumda tövbe etmenin yolu kalpteki bütün karanlıkları ve
siyahlıkları
temizlemek ve kalbi en baştaki
haline döndürmeye çalışmaktır. Demek
ki tövbenin işlevi
temizlemekten ibarettir; yani kalbi siyahlıklardan, karanlıktan ve günahlardan temiz- lemek, ta ki İnsan
seyr-i sülukunu gerçekleş-
tirebilsin ve Allaha ulaşabilsin.
Allah Kuran-ı Kerimde Şüphesiz
Allah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever (Bakara, 222) demektedir. Hadis-i şerifte
ise Günahından
tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir (Usul-ü
Kâfi, 2. Cilt, 435) diye buyrulmaktadır. Peki, tövbe nasıl gerçekleşecektir? İmam şöyle diyor: Sadece, Allahım bizi bağışla, Sana döneceğiz demek yeterli değildir. Zira tövbe dil laklakası değildir.
Tövbenin iki rüknü, iki de kabül şartı vardır. Yani eğer bu ikisini gerçekleştirirsek tövbemiz daha kâmil olacaktır. Demek
ki tövbenin hakikatinden olan iki rükun, onsuz tövbenin kabul edilmediği iki de
şart vardır.
Tövbenin iki rüknu işlenen
günahlara pişmanlık duymak
ve bir kez daha bu günahları işlememeye karar vermektir. Bu iki şey
tövbenin hakikatiyle ilgilidir. Yani pişmanlık olmadan ve bir daha günah işlememeye
niyetlenmeksizin tövbeden söz etmek mümkün değildir.
Tövbenin İki Kabul Şartı. 1-Kişinin hakkını yediği kişilere (kul hakkı) olan borcunu ödemesi gerekir. Bir daha hırsızlık
yapmamaya, fitne çıkarmamaya
niyetlenmesi yeterli değildir.
Malını yediği
yetimlere haklarını
ödemelidir, aralarında fitne
çıkardığı eşler arasında tekrar sulh ve sükûneti sağlamalıdır... 2-Eğer
üzerinde namaz ve oruç gibi ilahi haklar bulunuyorsa bunların kazasını
gerçekleştirmelidir.
Hac, zekât, humus ve kefaretler gibi vaciplerde de aynı işlemi
yapmak zorundadır.
Tövbenin kemali için iki şart daha
bulunmaktadır; yani
bu iki şartı
gerçekleştirmemiz
durumunda tövbemiz daha iyi ve daha faziletli olacaktır. Pişman
olmak, azim ve hakların
iadesiyle tövbemiz gerçekleşmiş, hakikati hâsıl olmuştur ve kabul şartları gerçekleştirmiştir. Fakat kusursuz ve sürekli bir tövbenin peşindeysek
bunun gerçekleşmesi
için iki şarta
daha ihtiyacımız var ve
İmam
bunlara kemal şartları
demektedir: 1-Bu şart
vücudunu haram mal ile semirtmiş kişilere mahsustur, yani hiç helal mal yememiştir bu
kişi. İmam Bu
etleri erit! İster
oruçla, ister yemeyerek! Sonra da ikinci kez helal maldan yemeye başla ki
derin ve kemiklerin arasında
helal maldan helal et oluşsundemektetir.
Bu şartı
gerçekleştirmek
zor olduğu için
kemal şartı olarak
tanımlanmıştır. 2-Cismine
günahın
lezzetini tattırdığın gibi (zira günahın zahiri bir lezzeti vardır) itaat
ve kulluğun acısını da tattırmalısın.
Tefekkür, azim ve tövbe hakkında konuştuktan sonra murakabe muhasebe ve müşarete
hakkında da
bazı açıklamalarda
bulunmak zorundayız.
Murakabe. Murakabe sabahtan geceye kadarki bütün
eylemlerimize ve konuşmalarımıza
dikkat etmemiz anlamına
gelmek- tedir. Gözümüzle nereye baktığımıza, dilimizle ne konuştuğumuza dikkat etmeliyiz, aynı şekilde
diğer
zahiri organlarımıza da. Sürekli
kendisini murakabe altında
tutan bir İnsan
hata ve günah işlemez, Şeytan
böyle bir kişiye
musallat olamaz, ayakları
sürçmez. Murakabenin anlamı budur. Şeytan bu alanda da bizi kendi halimize bırakmıyor; gün
boyu kendi halimize dikkat eden ve ibadet etmek ve günahları terk
etmek için uğraşan
bizler üzerine ins ve cin şeytanlarını sevk etmektedir. Bunu özellikle muraka- beye niyet
ettiğimiz ilk
gün gerçekleştirmektedir,
zira ilk gün ihanet eden kimsenin ikinci ve üçüncü günlerde de bunu tekrarlaması daha
kolay olacak ve daha rahat günah işleyecektir. Şeytan seni bu imtihanda başarısız kılmak ve
sonrasında da Artık başarılı olamazsın, daha
önce de sana yapamazsın demiştim ama
dinlememiştin! demek
için bütün silahlarını,
yöntemlerini, hile ve tuzaklarını kullanmaktadır. İşte bu yüzden İnsan günün başlangıcında dikkatini iyi toplamalıdır ve tüm
eylemlerine ve sözlerine dikkat etmelidir. Murakabenin ilk günü için özellikle
önemli olan şeylerden
biri de, İnsanın Şeytana
kendi derununa nüfuz etme izni vermemesinin zorunluluğunun hatırlanmasıdır. Şeytanın sıza-cağı
en küçük bir delik ve çatlak bile bırakılmamalıdır.
Muhasebe (Kendini Hesaba Çekme) Günümüzü iyi ve ciddi
bir murakabe ile tamam- lamamızın ardından uyku vakti geldiğinde muhasebenin zamanı da gelmiş demektir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: Her gün veya her gece kendi muhasebesini yapmayan
bizden değildir. (Usul-ü
Kâfi; Cilt 2, 453) Her gece uykudan önce kendinle halvete girmeli, sabahtan akşama yaptığın her şeyi yazmalı ve sonra da bakmalısın; acaba yalan söyledin mi? Kimseyi aldattın mı? Eğer
bunlardan hiçbirini yapmadıysan galip gelmişsin demektir, artık burada secdeye vararak Yüce Allaha sana
inayet ettiği bu
nimetten dolayı şükretmelisin.
Kıyamet
günü bu gününü çok nurani olarak göreceksin. Elbette benliğinle mağrur olup
ben, ben
dememeye gayret etmelisin, aksi takdirde gerisin geriye dönersin. Allaha şükürler
olsun ki elimden tuttu, Şeytanı benden
uzak tuttu ve bana nefs-i emmarem karşısında galip gelme gücü verdi, bana ibadet etme tevfikini
nasip etti
demelisin. Her zaman lütuf ve faziletin Allah tarafından
geldiğini ve Onun
inayeti olmadan hiçbir iyi ameli gerçekleştirmeye gücünün yetmeyeceğine iman
etmelisin.
Muşarete. Bugün günah işlemediğine emin olduktan sonra -bunda başarılı olmak
çok zor değildir-
ikinci gün de tıpkı ilk gün
gibi olmak için kendi kendine söz vermelisin. İkinci gün de ilk gün gibi kendini murakabeye almalı ve
günün sonunda hesap defterlerini açmalı, tıpkı ilk iki gün gibi üçüncü günün kararını almalısın. Bunu
Yüce Allaha kavuşuncaya
kadar sürdürmelisin ki ne gecen ve ne de gündüzlerinde hiçbir günah yazılmamış
olsun. Bahsettiğimiz
noktaya ulaşabilmek
için zorunlu olan şart,
devamlılık ve ısrardır. Eğer yalnızca bir
hafta bu program doğrultusunda
hareket edip sonra bundan vazgeçersen bir fayda elde edemezsin, hatta bunu bir
ay sürdürsen bile faydadan halidir. Eğitimle ilgili meselelerde az bile olsa sürekli yapılan bir
eylemin etkisi bölük pörçük yapılan işlerden daha etkilidir. Örneğin İnsan bir
gün pek çok müstehap işlese
fakat sonra buna bir ay süreyle ara verse bunun çok faydasını
görmeyecektir. Küçük fakat sürekli ve sebatla sürdürülen işler daha
faziletli ve etkilidir. Zira devam İnsanda meleke oluşturmaktadır. Meleke ya İnsanın tabiatında olan, doğuştan getirdiği bir özelliğidir ya da alıştırma ve telaşla elde edilmiş bir hususiyettir. Bu yüzden başında
cimri olan birinin asla cömert bir İnsan haline dönüşeme- yeceğini zannetmemeliyiz.
Aksine, bir İnsan sürekli olarak kendini cömertlik göstermeye
zorlar ve bu yönde davranmayı sürdürürse cömert bir İnsana dönüşecektir. Ailesi ve çevresi yüzünden çocukluğundan
itibaren yalan söylenen bir ortamda büyüyen ve yalan söylemeye adet etmiş, yalan zati
tabiatı olmuş bir kişinin de
bu özelliğinden sıyrılamayacağını düşünmemiz
doğru
olmaz. Israrlı bir şekilde
doğru
söylemeyi sürdürürse bu sıfat
vücudunda yer edinecek ve meleke halini alacaktır.
İnsanın hedefi
bünyesinde ibadet ve günahı terk etmeyi meleke haline getirmektir. İşte
bunun içindir ki fakihler cemaat imamı için zorunlu olan adalet vasfını tanımlarken Adalet,
sahibini günahtan alıkoyan
deruni bir melekedir demişlerdir.
Yani doğumundan
bugüne kadar günah işlememiş bir İnsanın adalet
sıfatına haiz
olması zorunlu
değildir.
Adil olması için
itaat etmek ve günahtan kaçınmak o kişi için meleke olmak zorundadır. İşte
bundan dolayı adil
bir İnsanın ayağının
sürçmesi ve günah işlemesinin
ardından
tövbe etmesi halinde, bu günahı adalet sıfatını kendisinden selbetmemektedir. Tövbe eder etmez arkas-ında
namaz kılmak
mümkündür, zira adalet sıfatı onun
için meleke halini almıştır, hatasının ardından
tövbe etmesiyle bu melekesini yanında hazır bulacaktır. Demek ki İnsan için önemli olan doğru söylemesi değil, doğru söylemeyi kendisi için meleke haline
getirmesidir. Önemli olan takva, vera, huşu ve alçak gönüllülük, kalp huzuru ve Allah korkusu
gibi sıfatların İnsanda
hâsıl olmasıdır.
Süreklilik ve çaba ile her İnsan kendisinde bir meleke oluşturabilir,
her nefsin bunu kabul etme ve en üst dereceli sıfatları edinme liyakati ve yeterliliği
bulunmaktadır.
Zikir ve Tezekkür. Seyr ve sülukun ve nefisle cihadın bu son
merhalesinde bahsedeceğimiz son
konu zikir ve tezekkür konusudur. Hz. İmam bunu en önemli ve en etkili etken olarak tanımlamaktadır. Bu
konuda pek çok hadis nakledilmiştir. Örneğin Resülullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Biliniz ki Rabbiniz katındaki en hayırlı ameliniz, dereceleriniz içinde en temizi ve en yükseği ve
güneşin
üzerine doğduğu en hayırlı şey
Yüce Allahın anılmasıdır. Allah
kendi halinden haber vermiş ve buyurmuş- tur: Ben, beni ananla birlikte otururum.
(Vesail-üş Şia;
7. Cilt, 162) Başka bir
hadiste de şöyle
buyrulmaktadır: Hiçbir şeyi
Allahın
zikrine tercih etmeyin. Çünkü Allah Zikrullah her şeyden yücedir (Ankebut, 45) demektedir. (Bihar
ül Envar; 74. Cilt, 109)
Resülullahdan (s.a.a.) Cihadın niçin yapıldığı soruldu. Efendimiz cevaplarında Eğer Allahın
zikrinin hatırı için
olmasaydı hiçbir
zaman cihad emri verilmezdi dediler. Cihad kelimetullahın
yüceltilmesi ve insanları karanlıklardan aydınlığa hidäyet etmek ve yalnızca Allaha kulluk edilmesini sağlamaktır. Bedir Savaşında Hz. Peygamber şöyle dua etmişti: Eğer bu topluluk yok olursa yeryüzünde artık Sana
ibadet edecek hiç kimse kalmayacak. Onlar yalnızca cihad etmek için savaşmadılar,
özel bir hedef için savaştılar.
Allahı anmak
savaşın
kendisinden daha sevimlidir.
Emirül Müminin İmam Ali (a.s.) Kalbin temizliğinin temeli Allahı anma ile meşgul olmasıdır (Gurerül Hikem) diye buyurmaktadır. Hz.
Ali başka bir
yerde de Zikre
devam ruhun gıdasıdır demiştir. İmam
Cafer Sadık (a.s.)
da En
faziletli tavsiye Allahı
unutmaman ve Rabbini sürekli hatırlaman, günah işlememen ve otururken ve ayaktayken Ona
ibadet etmendir.
(Bihar-ül Envar; 75. Cilt, 200) diyor. İmam Sadıktan gelen başka bir rivayette ise şöyle deniyor: Allah şöyle diyor, ey âdemoğlu beni kalbinde an ki ben de seni anayım, beni
yalnızlıkta an
ki ben de seni kimsenin olmadığı yerlerde anayım, beni kalabalıkta an ki ben de seni kalabalıkta
(meleklerle) anayım. (Bihar-ül
Envar; 90. Cilt, 157) İmam Caferin yakın ashabından birine şöyle dediği rivayet edilmektedir: Allahın kulları için vacip kıldığı en zor şeyleri size söyleyeyim mi? Halka insaflı davran,
kardeşini
kendine ortak kıl (rızıkta) ve
her yerde Allahı an. (Vesaül
üş Şia;
15. Cilt, 255)
Zikir ve Tezekkürün Manası. Zikrin
seyr-i sülukun en önemli ve en büyük amili olduğunu söylemiştik, fakat zikir ve tezekkürün geniş
anlamları olduğuna
dikkat etmeliyiz. Zikrin manasının en açık mısdaklarından biri de unutmanın, yani nisyanın karşısındaki anlamıdır. Hem itaatte, hem de masiyette Allahı hatırlamalıyız. Nimet
anında Onu anmalı,
musibet zamanında da
Yüce Allahın
zikrini dilimizde cari kılarak
ilahi kaza ve kader karşısında
sabretmeliyiz. Dolayısıyla burada
zikirden kastedilen her durumda Allahı anmaktır. Örneğin çok sevdiği bir yakını vefat eden bir şahıs bu esnada sürekli Allahı anma
ile meşgul
olursa Allah da ona kalp itminanı ve dinginlik verecek ve bu kişiye
ayaklarını yere
sabit basmasını inayet
edecektir; zira bu İnsan
musibet anında
Rabbini anmıştır.
Zikrullah her hal ve durumda, hareketlerinde ve
sözlerinde, pazarda ve camide İnsanın beraberinde olmalıdır. Uyanık olduğun sürece tezekkür halinde olmalısın.
Burada zikrin örneği olarak
gösterdikleri şeylerden
biri dil ile yapılan
zikirdir, yani kitaplarda mevcut olan ezkar ile -örneğin Estağfirullahe
Rabbi ve etubu ileyh, La ilahe
illallah gibi-
yani Yüce Allahı kendi
isimleri ve mukaddes sıfatları ile
anmak. Dolayısıyla dua
bir zikirdir, Kuran
okumak zikirdir, namaz zikirdir. Tüm bunlar rivayetlerde önemle tekit edilen
dille zikrin örnekleridirler. Başka bir zikir çeşidi de kalple zikirdir. Bu, başlangıçta da söz ettiğimiz unutmanın karşısında yer alan durumdan farklıdır. Öyle
bir zaman gelir ki dilin tevhid kelimesini söylerken kalbin de buna eşlik
etmeye başlar, İnsan
için bunun gerçekleşmesi
mümkündür. İmam
(r.a.) üstadından
naklederek şöyle
demektedir: Dilinle
zikrettiğinde
bunun etkili ve değerli
olmasını
istiyorsan mutlaka kalp huzuru ve teveccüh sahibi olmak zorundasın. Bir İnsan
dikkati dağınık ve
kalp huzurundan yoksunken eline tespih alsa ve günde bin kere Subhanellah, La ilahe
illallah ve Allahu
Ekber dese
bunun bu kişiye etki
etmesi mümkündür fakat bu eser çok az olacaktır. Etkili olan zikir teveccüh, kalp huzuru, tefekkür
ve tedebbür ile birlikte yapılan zikirdir. Bazen İnsanın kırk yıl namaz kılıp bu namazın kendisini kötülüklerden alıkoymadığı olmaktadır. Bu kişi hala manevi sorunlarından kurtulamamıştır zira namazında huşusu ve alçakgönüllülüğü eksik; ibadeti gaflet ve kalp huzuru yoksunluğu,
tefekkürsüzlük ve kalbi Allahtan başkasıyla meşgul etmekle beraberdir. Böyle bir namazın etkili
olmayacağı
çok açıktır. Zikir
de böyledir. Eğer bazı özel
tesbihat, salâvat ve namazlara devam ediyorsak ve bunu gaflet içersinde ve huşusuz
gerçekleştiriyorsak,
bunu günde bin kez de olsa yapsak nasibimiz yorgunluktan başka bir şey
olmayacak ve değerden
yoksun olacaktır.
Bundan dolayı dille
zikirde kalp huzuru şarttır.
Zikrin ilk merhalelerinde kalp dilin takipçisidir fakat kalbin iyice öğrenmesi
ve alışması halinde
bu sefer kalp zikredecek ve dil de onu takip edecektir. Şu an
bahsettiğimiz
zikrin geniş anlamı, her şeyden
önce Allahı anmamız ve Onun hazır ve nazır olduğunu hissetmemizdir.
Bu hissedişin
kendisi zikirdir. Bu zikrin manasıdır ve daha önce geçtiği gibi iki çeşittir: dilinle bir zikri söylemen ve kalbin ve ruhunda
bu zikri tekrar etmen.
Bu konuyla ilgili diğer temel konuları ele almadan önce tezekkürle ilgili halleri biraz daha
açıklayalım - İmam
Humeyni de bu konuyu geniş bir şekilde
ele almıştır- ve
tezekkürün bereket ve sonuçlarından bahsedelim. Dikkatinizi dille yapılan
zikirle ilgili bir meseleye çekmek istiyorum. Hakkında konuştuğumuz İmam
Humeyninin
metodunda bir kişinin şeyhine
giderek belli bir zikri alması diye bir durum yoktur. İmam Humeyniye göre bu iş doğru değildir. İmam şöyle diyor: Eğer zikir istiyorsan Ehl-i Beytin (s)
kapısına git
ve bize hangi zikirleri öğrettiklerine
bir bak. Sana şu
zikirleri çek şunları çekme
diyecek bir üstada ihtiyacın yok
İmamın dayandığı kitap Şeyh Abbas Kumminin Mefatih kitabıdır. Bu kitapta zikirler, dualar ve pek çok müstehap
namaz ve amel mevcuttur, bunlardan istifade edebilirsiniz.
Zikrin Ortamları ve Merhaleleri. İmam
zikrin değişik
mertebeleri olduğunu
buyuruyor, bunlardan biri de işaret ettiğimiz gibi her yerde Yüce Allahın varlığını, huzurunu hissetmek, sizinle birlikte olduğunu ve
amellerinize nazır olduğunu
bilmektir. Bizler de Onu yâd
etmeli ve kudreti ve huzurunda eşi ve benzeri olmayan Ona ihtiram etmeliyiz. İmam büyük bir İnsana ihtiram göstermenin kâfir veya mümin olsun bütün
insanların fıtratlarında
mevcut olan bir özellik olduğunu kaydetmektedir. İnsanın inancı ne olursa olsun her güçlü ve saygın kişi karşısında
ihtiram göstermektedir. Halk padişahlara, başkanlara ve para sahibi insanlara
ihtiram göstermektedir, çünkü bu insanların büyük olduklarını düşünmekteler. Peki, herkesten daha güçlü, daha büyük ve
daha zengin olan kimdir? Azıcık düşünmekle Allahın Malikül Mülk ve Rabbül Âlemin olduğunu
anlarız. Eğer
büyüklere ihtiram göstermek vacipse ilk önce Yüce Allahı
ululamak ve Ona
kulluk etmek, yalnız Ona itaat
etmek ve sadece Ondan
korkmak zorundayız, zira
gerçek güç sadece Ona
aittir, Ondan başka
kimsede güç ve kudret yoktur, gücü olan da kudretini Ondan
almaktadır. Demek
ki ihtiram göstermek İnsan
için fıtri bir
duygudur fakat İnsan
bundan gaflet etmekte ve benzeşen durumlar karşısında şaşırmaktadır, yoksa dikkatli düşünen bir İnsanın Allahın yegâne mutlak kudret olduğunu ve
bu yüzden kendisine saygı
gösterilmesi ve sevilmesi gerektiğini fark etmesi zor olmayacaktır.
Nimet Verene İhtiram Göstermek. İmam Humeyninin bahsettiği ikinci örnek de nimet verene ihtiram gösterilmesi ve
teşekkür
edilmesidir ve bu özellik de mümin-kâfir herkesin doğasında
mevcuttur. Verilen nimet büyüdükçe minnet altına giren kişinin kendisine cömertlik gösteren kişi karşısındaki
hürmeti ve sevgisi de artacaktır. Bu iyilikle başka bir şeyin hedeflenmemesi ve karşı
taraftan bir şey talep
edilmemesi durumunda ise teşekkür duygusu daha da artacaktır.
Yüce Allahın bize inayet ettiği dünyevi nimetleri saymamız mümkün
değildir ve
kendisine kulluk etmemiz durumundaysa bizlere ne gözümüzün gördüğü, ne işittiğimiz ve
ne de aklımızdan
geçmiş olan
uhrevi nimetler ihsan edecektir. Acaba böylesi bir nimet sahibi Zat sürekli anılmaya,
itaat edilmeye, sevilmeye ve şükredilmeye layık değil midir? Nimet ihsan etmede kim Allah ile mukayese
edilebilir? İmam (r)
bütün bunlardan sonra İnsanın her
zaman zikir halinde bulunmasına yardım edecek olan unsurun tefekkür etmek olduğunu
söylemektedir ki biz başta
bundan söz ettik. Tefekkürün düzeyi arttıkça zikrin mertebesi de yükselecektir. Yani tefekkür İnsanı tezekküre
yöneltmektedir. Faydalı zikir
zat, nefis, ufuklar ve gökler ve sahip olduğumuz şeyler hakkında düşün- menin mahsulü olan zikirdir. İmam bu
konuda şöyle
buyurmaktadır: Tezekkür
tefekkürün sonuçların- dandır ve
tezekküre vesile olan her tefekkür bütün amel ve ibadetlerden daha büyük, daha
değerlidir.
Böylesi bir tefekkürün değeri bir
yıllık
ibadetten bile fazladır.
Hadis-i şerifte Bir saatlik tefekkür atmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır denmiştir. (Bihar-ül Envar; 66. Cilt, 292) Bir saatlik
tefekkürün, İnsanın yüzüne
yetmiş yıllık
ibadetin açamadığı ilahi marifetlerin ve bereketlerin kapılarını açmış
olması
mümkündür. Önemli
olan İnsanın Allaha yaklaşması, bilinç
sahibi olması ve
kendisinde ilahi aşkın vücuda
gelmesi, ilahi huzuru hissetmesidir. Tefekkürün ve tezekkürün İnsandaki
eserinin maddi ibadetlerden daha fazla olması mümkündür.
İmam şöyle
devam etmektedir: Peygamberlerin,
imamların ve
irfan ehlinin tefekkür ve tezekkürleri böyledir. Tefekkür ve tezekkür birlikte,
ahlakı ıslah
ve sülukta avam ve orta dereceli insanlar için en iyi yoldur. Bu
bahsin sonunda şunu
görüyoruz ki İmam bize
en iyi programı vermiştir ve eğer bunu
uygular ve gözümüzün nuru sayarsak pek çok kapının yüzümüze açılması mümkündür. Demek ki İnsan her halinde Yüce Allahı anmalı ve Ondan
gafil olmamalıdır. Zikir
diğer
hiçbir işe de
engel olmaz. Sokakta, işyerinde
veya sınıfında
Allahı anma
ile meşgul
olabilirsin. Ebette dilinle ifade etmek zikrin şartlarından biri değildir, zikir Allahın varlığını hissetmendir. Zikir bütün varlığınla Allahın seni gördü- ğünü ve Onun huzurunda olduğunu hissetmendir. O kalbinden geçenlere vakıftır ve
sana şah damarından
daha yakındır. Allahı anmak kalplerin ışığı ve dinginliği,
gönüllerin şifasıdır.
Zikir, Şeytanı İnsandan
uzaklaştırma-
ktadır da aynı
zamanda.
B) Batını
Güçlerle Cihad. İmam
Humeyni diğer
âlimler gibi nefsin batıni
kuvvetlerinin dört tane olduğunu söylemektedir: 1-Akıl
kuvveti, 2-Gazap
kuvveti, 3-Şehvet
kuvveti, 4-Vehim ve
hayal kudreti. Demek ki deruni (içsel) kuvvelerimiz akıl,
gazap, şehvet ve
hayalden ibarettir. Bu Dört Kudretin Tarifi. Bir kısım âlime
göre İnsan
için en önemli hedef kendi nefsini tanımasıdır. Yani önce nefsini tanıyacak, sonra da seyr-i süluka yönelecektir ki maksadına ulaşabilsin.
Başkaları ise kişinin
nefsini tanımasının anlamının, kendi
nefsinin ihtiyarında olan
şeyleri
tanıması olduğunu
-yani nefsinin sahip olduğu zahiri
ve batıni
kuvvetlerini- söylemek- teler. Kendi ihtiyarımızda olan bu İnsani nefsi ve bu nefsin güçlerini ve imkânlarını tanımak
istiyoruz. Zira bir yola girmek isteyen kişi elindeki olanakların nelerden ibaret olduğunu bilmek zorundadır. Uçakla mı gidecektir yoksa otobüsle mi? Aracı sağlam mıdır yoksa
arızalı mı? Allaha doğru
seyr-i süluk etmek istemek isteyen bir İnsan da nefsinin zaaf ve kuvvet noktaları hakkında
yeterli bilgiye sahip olmak zorundadır. Biz de imkânımız ölçüsünde bu kuvvetler hakkında açıklam-
alarda bulunmaya çalışacağız.
1-Akıl Kuvveti: Eşyanın hakikatini bu kuvvet sayesinde derk etmekteyiz.
Dünya ve ahiret, Peygamberler ve imamlar hakkındaki bütün hakikatleri bu güçle kavramaktayız. Yine
bu nefsanî kuvvetin yardımıyla
nesneler ve olgular arasındaki
farkları anlıyor; doğruyu
yanlıştan,
faydalıyı zararlıdan ayırt
ediyoruz. Aklın yardımıyla başardığımız işlerden biri de yol gösterici talep etmek ve hidäyet
olarak doğru yolu
bulmaktır.
2-Gazap Kuvveti: Gazap tabirinin anlamı günlük
dilde. kullanılan kızgınlık manasından
daha geniştir.
Bütün bu bağırıp çağırmalar,
kırıp
dökmeler gazabın mısdakların- dandır fakat
gazap, İnsandaki
bu hayvani parçalayıcılık sıfatından
daha geniş bir
manadadır ve bazı davranışların ve bir
ahlak anlayışının kökenidir. İleride bunu daha ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Kısacası kudret ve şiddetin bulunduğu her yerde gazap kuvveti devrededir demektedir.
3-Şehvet
Kuvveti: Şehvetten
kasıt İnsanın
arzuları ve
nefsanî istekleridir ve bunun an belirgin örnekleri de yemek yeme ve cinsel şehvettir.İnsan
ahlakına etkide
bulunan ve farklı
sonuçlara neden olan başka şehvetler
de vardır
(bunlarla ilgili ayrıntılı açıklamalar
ilerde yapılacak).
4-Hayal ve Vehim Kuvveti: İnsan bu gücünün sayesinde hile ve tuzak kurabilir,
hokkabazlık
yaparak yolu başkalarına tıkayabilir.
Başkalarına üçkâğıtçılık yapmayı aklımızdan öğren- diğimizi
zannediyoruz ama bize hile yapmayı öğreten vehim ve hayal kuvvetimizdir.
En Önemli ve En Zor Aşama. Asıl savaş meydanı burasıdır. İmam bu merhalenin ilk merhaleden bile daha önemli ve
tehlikeli olduğunu
belirtmektedir. Savaşı
burada kazanan orada da kazanmış demektir, zira ilk merhalede bile göz, kulak ve el
deruni kuvvetlerin takipçileridirler. Örneğin bir İnsan gazap kuvvetini kontrol ve ıslah
etmemişse bir İnsana kızması
durumunda ona vuracak ve zulmedecektir, eğer şehvet duygusuna hâkim değilse de haram işleyecek ve zina edecektir. Şehvet
yüzünden harama bakmakta ve harama kulak vermektedir. Bu batıni
güçlerini kontrol altına alacağı
bir merhaleye ulaşması
durumunda hiç şüphesiz
zahiri güçlerine de üstün gelmiş demektir, bu yüzden nefsin içsel kuvvetleriyle
mücadele etmek daha tehlikeli ve zordur. Buradaki savaş
cephenin ilk hattın- dadır ve
ikincil değil
stratejik mevzileri ele geçirmek için verilen bir mücadeledir. Bu savaş, sonucu
belirleyen bir çatışmadır.
Mesela harama bakıştan
gözünü koruyabil- mene rağmen
etkisi içinde kalabilir. Eğer bu duyguyu içinden söküp atmışsan
gözünden, dilinden ve kulağından da kesinlikle atmışsındır demektir.
İmam
Humeyni bundan dolayı şöyle buyurmaktadır: Gerçek
nefisle cihad buradadır, en
önemli, en zor ve en tehlikeli merhale burasıdır. İnsanın benzersiz bir önem vermesi gereken bir aşamadır burası. Bizden
istenen şey yalnızca
nefsimizi kötü ve şeytani
ahlaktan temizlemek değildir.
Nefsimizde aynı zamanda
iyi ahlaki vasıfları da
yerleştirelim.
Yani güzel ahlak içimizde bir melekeye dönüşmeli, bizim tabiatımız olmalıdır.
İmam
Humeyninin
seyr-i süluk yönteminde ahlaka çok önem verilmektedir. Hz. İmama göre
seyr-i süluk namaz ve oruçtan ibaret değildir: Güzel ahlak olmadan İnsanın ilahi visale ulaşması mümkün değildir.
Resül-i Ekrem (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: İslam güzel ahlaktan ibarettir. Başka bir
hadiste de şöyle
denmektedir: İyi
ahlaklı bir kul
bu ahlakı
sayesinde ahiretteki en yüksek makamlara ulaşmaktadır, hatta ibadeti az bile olsa. Bu
hadis çok önemlidir, bazılarının bunu işitmekle şaşırmış olmaları
mümkündür; zira bu kişiler
hayattaki vazifelerinin yalnızca fazlaca ibadet etmek ve kuru bir maddi zühd olduğunu
zannetmek- tedirler. İmam
Cafer Sadık (a) da
şöyle
buyuruyorlar: Allah
katında,
müminin Allaha sunduğu
ameller arasında
vaciplerden sonra hiçbir şey insanlara
güzel ahlak göstermekten daha sevimli değildir. (Usul-ül Kâfi; 2. Cilt, 100) (Çünkü vacipler zaten
uygulanmak zorundadır ve
burada bir sorun yoktur. Bazıları vacipleri beş vakit namaz ve bazı sınırlı fiillere hasretmekteler ki bu yanlıştır.) Başka şaşırtıcı hadisler de vardır. Örneğin Din doğru sözlülük ve emaneti eda etmektir gibi.
(Usul-ül Kâfi; 2. Cilt, 239) Bu hadis az önce söz ettiğimiz
rivayetlerle çelişmemektedir,
zira doğru
sözlülük güzel ahlakın
mazharlarındandır zaten.
Dolayısıyla İslam dinimizde temel önem verilen bu konu İmam
Humeyninin seyr-i
süluk yönteminde önemle vurguladığı bir başlıktır. Güzel ahlak meleke halini aldığında her şey çok daha kolay olacaktır. Kökünden
Sökmek Değil Islah
Etmek Burada önemle işaret
etmemiz gereken bir konu bulunuyor. İslam nefsi tezhip etmek isterken nefsin bu
kuvvetlerini ortadan kaldırmak
istemiyor. İslamın talebi
gazap sıfatını yok
etmek değildir
örneğin, zira
gazap kuvveti pek çok güzel ahlaki hasletin ve güzel sıfatın kaynağıdır. Eğer İnsan
kendi derunundaki gazap sıfatından
yararlanmaz ise artık cesur
ve mücahit bir İnsana
dönüşmesi
mümkün değildir.
Öyleyse niçin bu gücünü tamamen körleş- tirmek ve öldürmek istiyorsun? Kötü ahlaka neden
olduğu için
mi? Fakat aynı zamanda
iyi sıfatların da
kaynağıdır bu
kuvvet. insanlara
zulüm yolunda kullanıldıkları için Fizik,
kimya ve matematik gibi bilimleri okumak haramdır diyen bir kişiye Müslümanlar bu bilimleri okuyarak güçlü olur ve namus
ve şereflerini,
dinlerini korurlar, bu ilimleri niçin tahsil etmeyecekmişiz? diye
cevap verdiğimiz
gibi, bu kişiler karşısında da İslamda İnsanın gazap
gibi bir nefsanî kuvvetini ortadan kaldırmasını salık veren bir hüküm olmadığını belirtmek zorundayız. Esasında böyle bir şeyin olanağı da yoktur, zira bu güç bize Allah tarafından
verilmiştir ve
bunu tabiatımızdan çıkarıp atmamız mümkün
değildir. Şehvet ve
hayal kuvvetlerini de İnsandan
çekip almak imkân- sızdır. Eğer hayal
ve vehim yeteneklerimiz olmasaydı dış âlemde ve manalar dünyasındaki
seyrimizi gerçekleştir-
emezdik. İslamın bizden
istediği bu
güçleri ıslah etmemiz
ve dinin kontrolü altına
sokmamızdır. Böyle
yapmamız
durumunda bu nefsanî güçlerden yardım alarak huluk-ul azim sahibi olmamız mümkündür.
Ahlaki Melekeleri Edinmenin Yolu. Sözünü edeceğimiz son konu, iyi ahlaki melekeleri edinmenin ve kötü
ve fasit melekelerle (rezail) mücadele yolunun nasıl olacağı
hakkındadır. İmam
bizlere hepim- izin başarabileceği ve
ahlak âlimleri tarafından da
tavsiye edilen bir yol öğretmektedir.
Bu yöntemin kaynağıysa
gerçekte İmam Alinin
(a.s.) Eğer nefsi
zor olan şeyde
kendisine itaat etmezse sevdiği şeyi ondan yoksun bırakır şeklindeki ifadesinde yatmaktadır.
(Nehc-ül Belağa; 193.
Hutbe)
Şöyle ki,
İnsanın
nefsinin hoşuna
gitmeyen bir şey
yapmak istediği için
nefsinin kendisine itaatsizlik etmesi durumunda -örneğin kişi
ihtiyaç sahibine bir miktar para vermek isterken nefsin Hayır, bizim
de ihtiyacımız var demesi
halinde- bu kişi kendi
nefsine muhalefet etmeli ve aksi yönde davranmalıdır. Böylece nefsine galebe çalması ve
kendini ıslah
etmesi müyesser olacaktır. Bahsimizin
sonunda İmamın pek
çok kez vurguladığı bir hususa dikkat çekmek istiyoruz: Nefsin tezkiyesi
yolunda hareket edip günahtan kaçınma ve farzlarla amel etmeye, nefsimizin zahirini ve
batınını kontrol
altında
tutmaya çaba gösterdiğimiz
bütün aşamalar boyunca
Allaha
tevekkül etmek ve Ona sığınmak zorundayız. Bu yolda eğer ciddi çaba gösterir ve Allahtan yardım
dilersek Şeytan ve
nefs-i emmare karşısında
muzaffer oluruz ve bizlere ilahi yakınlığın en üst derecelerine ulaşma
kemali nasip olur, İnşAllah.
Rast Haber 08.12.2009
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Kerbela
mesajı ve
dersleri insanları cesur yetiştirir
Kerbela dersleri, insanları cesur yetiştirir.
Muharrem ayı ve Kerbela
olayı dolaysıyla bir açıklama yapan
İranın önde
gelen büyük alimlerinden Ayetullah Tebatebainejad, Kerbela derslerinin cesur insanlar
yetiştirdiğini
vurguladı.
İranın İsfahan
kentinin Cuma namazı imamı Ayetullah
Tebatebainejad, İmam Hüseyinin (sa) tam
anlamı ile bir
feraset sahibi olduğunu, bu
büyük şahsiyetin şehit düşeceğinden
haberdar olduğunu
belirtti.
Ayetullah Tebatebainejad, imam Hüseyin (sa) İslamın tealimine
itaat ettiği için kıyam ettiğini, çünkü İslamın tealimine
göre eğer Allahın dini
zarar görecekse, şehit olacağını bildiğin halde
harekete geçmek gerektiğini
kaydetti. İranlı alim
Ayetullah Tebatebainejad, bu yüzden Kerbela olayının büyük bir
hadise olduğunu ve bu
hadisedençıkarılan dersler
ve alınanmesajlar
insanları cesur yetiştirdiğini
vurguladı. FHA 23.12.2009
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Bugün öz
Muhammedi İslamı ve
ilahi ilkeleri tanıtma
zamanıdır
İran
cumhurbaşkanı İran
milletinin önemli görevinin has Muhammedi İslam ve ilahi ilkeleri tanıtmak olduğunu söyledi.
Mahmut Ahmedinejad bugün İran'ın güneyindeki Fars eyaleti seçkinlerinden bazılarla bir
araya gelerek yaptığı açıklamasında İran
milletinin üzerinde son derece ağır bir sorumluluk bulunduğu ve bu meselenin bir taratan iftihar vesilesi iken diğer taraftan
da sorumluluk gerektirdiğini
söyledi.
Ahmedinejad, İnsanlığın nihai hedefe ulaşmak için çağımızda
Marksizm ve Liberalizm gibi iki önemli engelle karşı karşıya
bulunduğuna değinerek İslam inkılabının zaferi
sonucu Marksist düzenin çöktüğü günümüz uzmanlarının da İslam inkılabının bu düzeni
çöktürdüğüne inandıklarını belirtti.
Ahmedinejad kapitalist liberal düzenin sonuna yaklaştığına değinerek milletlerin genelde savunup korudukları düşünce ve
medeniyetin kalıcı olduğunu
söyledi.
Ahmedinejad günümüz toplumunun ihtiyaçlarını karşılayabilen
tek ekol ve kültürel düşüncenin İslam inkılabı ilke ve düşüncesi olduğunu
söyledi. Ahmedinejad, velayet ve imamet hükümetinin kurulmasıyla
emperyalizmin hırslılık, yağmalama ve
sert çıkışlarına fırsat kalmadığını söyledi. İran
Cumhurbaşkanı
Ahmedinejad konuşmasının devamında, İnsanlığı bekleyen yeni dönemin, halkların ilahi değerlere yöneldiği nurlu ve aydın bir dönem olduğunu belirterek, Böyle bir
dönemim gerçekleşmesi, ilahi
vaaddir... İlahi
vaad de kesin olandır
ifadesini kullandı.
24.12.2009
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Hz. Zeynebin Yezide Muhteşem
Hitabı
Bağlanmış ve
zincire vurulmuş halimizle
huzurunda bizi el pençe divan durdurmakla bizi zavallı tutsaklar
durumuna düşürdüğüne ya da
bu yolla bizim üstümüzde egemnlik kurduğuna mı inanıyorsun?
Her şeyi bilen, her şeyi yaratan Allahın adıyla
Allahın selamı Resullerin güvencesi olan dedemin üzerinden eksik
olmasın.
Allah aynen şöyle diyor: Allahın ayetlerini yalan- layandan ve onlardan yüz
çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmele-
rinden dolayı kötü
bir azapla cezalandıracağız. (Enam:
157)
Ey Yezid! Bizi aç ve sefil bıraktığına, bizim varlığımızı tehlikeye soktuğuna mı inanıyorsun gerçekten? Bağlan- mış ve zincire vurulmuş halimizle huzurunda bizi el pençe divan durdurmakla
bizi zavallı
tutsaklar durumuna düşürdüğüne ya
da bu yolla bizim üstümüz- de egemnlik kurduğuna mı inanıyorsun? Allah katında bizim itibarımızı yitirdiğimizi, gözden düştüğümüzü, buna karşılık sizin de yüceldiğinizi, şereflendirildiğinizi mi düşünüyorsun? Sizin dış görünüşteki başarınızın yüce şerefinizden ya da üstün konumunuzdan ileri geldiğini mi
sanıyorsun?
Kibirli ve basiretsiz kılığına bakmadan buna mı dikmişsin gözünü? Dünya âlemi elde ettiğine,
bütün cihan üstünde nüfuz sahibi olduğuna mı inanmaya başladın yoksa? Dalavere işlerinizin düzlüğe çıktığını ve kendini ülkenin efendisi, devletin de yöneticisi
olduğunu mu
sanıyorsun?
Bekle, bekle
Cahilin cühelanın aklını çeliyorsun. Allahın inkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz
sürenin sakın
kendileri için hayırlı olduğunu
sanmasınlar.
Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye süre veriyoruz Küçültücü azab onlaradır (Âl-i İmran:
178) diyen buyruğunu nasıl da
unutursun?
Ey Âzâd edilmiş kölelerin zürriyetinden olan!
Sizin kadınlarınız perdelerin arkasında saklanacak da, Resûlullahın kızları, onlar
hep tutsak edilecek ve pazar pazar, kapı kapı dolaştırılıp halka teşhir edilecek öyle mi? Bu mu sizin adaletiniz? Bizim
hicaplarımızı açtırmakla
Resûlullahın Ehli Beytinin
masumiyetini gerçekten ayaklar altına düşürdün. Senin kaprislerin yüzünden kent kent dolaştırıldık. Dağlarda yaşayanların, yol kıyılarında, Pınar başlarında çadır
açanlarıyla varlık- lısıyla,
yoksuluyla, şereflisiyle,
şerefsiziyle,
yaşlısıyla
genciyle herkes, binbir çeşit İnsan, uzak demeden, yakın demeden bizi seyretti. Eli iş tutan
bir erkeğimiz yok
ki yardıma
gelsin, bir yakınımız yok ki
imdada yetişsin.
Yezid! Bu yaptıklarında Allaha karşı kibirlilik davası güttüğünü en kesin biçimde kanıtladın. Onun Rasulünü tanımamak. Kutsal Kitabın ilkelerini ve Allahın Resulüne indirdiği öğretiyi reddetmek
Ama bunlar ne diye garip karşılanacakmış
ve ne diye şaşırta-
cakmış? Kutlu
bir soydan gelen ve Resûlullahın mübarek kurultayında terbiye gören ilk İslâm şehid- lerinin (Örneğin Hz. Hamzanın) ciğerlerini dişleriyle yiyenlerin soyundan gelen birisi değil misin
sen? Senin ataların değil midir ordular hazırlayıp da bizzat Resûlullahın kendisine kılıç çekenler? Böylesi adamların
torunlarının
zulümde, hilede ihanette, fitneye ve fesada yol açmakta, Allaha ve Onun
Resûlüne karşı
girişilen her
hareketin başını
çekmekte Araplar içerisinde şöhret bulmaları oldukça doğaldır. Şunu bil ki senin bu âdi, bu iğrenç, bu
pis hareketlerin, sizin ruhunuza işlemiş olan inançsızlığınızın tâ Bedir Savaşından beridir kalbinizde alev alev yanan intikam hırsının dışa
vurmasından başka bir şey değildir.
Bize karşı
kin, garez ve intikam beslersin, Resûlullahın Ehli Beytine karşı olan düşmanlığını açıkça ilan etmekten de çekinmezsin. -Sen Resulullahı hiçe
sayarsın ve
damlara çıkıp göğsünü
gere gere, övünerek haykırırsın,
dersin ki, Bana
Yezid derler, Resûlullahın oğlunun
katili ve kasabı benim.
Aile bireylerini tutsak eden benim. Sen yaparsın bunu; sence bunun kötü bir yanı yoktur
asla
Senin
bu şeytanî
başarını ataların
görebilseydiler, atılırlardı hemen
ve Aferin
sana Yezid. Bileğine
kuvvet, intikam- ımızı iyi aldın diyerek
sana cesaret verirlerdi.
Yezid! Şu meclisin huzurunda zevkten dört köşe olarak
ve ağzın
kulaklarına değerek,
elinde asayla Ebu Abdullah el-Hüseyinin dişlerine vuruyorsun. O dişlerin, o dudakların Resülullahın öpüp sevdiği dişler ve dudaklar olduğunu biliyor musun bari? Yemin ederim ki güzellikte
Gençliğin
Efendisini,
Resülullahın ve Alinin oğlunu,
Abdulmuttalib sülalesinin nur saçan tek ışığını söndürmekle bizi derin bir eleme boğdun.
Yezid! Otur da kendini dinle bir an. Son derece menfur
ve dehşet
verici olan şu işlerini şöyle bir
gözlerinin önünden geçirmen bile kollarının bileklerinden kesilmesini candan istemene ya da
anandan doğduğuna pişman
olmana yetecektir, çünkü düşünürsen bir an, Allahın sana karşı gazaplandığını ve Resülullahın sana düşman kesildiğini kavrarsın
Ey yüce Allahım!
Hakkımızı bize geri ver. Bize zulmedenlerden intikamımızı al ve kanımıza girenlerin, yeminlerini bozanların, bütün erkeklerimizi kılıçtan geçirenlerin ve masumiyetimizi
kirletenlerin başlarına gazap
yağdır.
Ey Yezid! Sen ancak sizin o sulanmış
kuş beyin-
lerinizin düşüne-
bileceği bir şey işledin.
Ama unutma ki, bu suçu işlemekle
kendi derinizi dilmiş, kendi
etinizi parça parça etmiş oldun.
Gerçekten çok kısa bir
zaman sonra bu büyük günahınla birlikte, varisinin kanları henüz
ellerinden silinmemiş olarak
Resülullahın
huzurunda bulacaksın
kendini. Onların şereflerine
ve manevî makamlarına karşı
işlediğin
suçlar da cabası. Bütün
Peygamber sülalesinin bir araya toplanacağı ve onların düşmanlarına hüküm biçileceği bir zamandır bu zaman.
Ey Yezid! Bu vahşi azgınlığın günahı üstüne, bu katliam üstüne cümbüş yapma.
Canlarım hak
yolda sebil edenlerin, Allahın şanı uğrunda kurban olanların öldüğünü sanmayasın sakın. Hayır, onlar diridirler. Allahtan gıdalarını aktadırlar. Onlar,
yaratıcıları tarafından
kendilerine bağışlanan yüce şehadetin kutsallığıyla mest olmuşlardır. Senin defterini dürmek için yalnızca
Allah yeterlidir; davacınsa
Resülullah olacaktır; ve
sana karşı
bizim yardımcımız,
koruyucu- muz da Cebrail olacaktır. Seni devlete başkan yapanlar ve Müslümanların sırtına zorba
saltanatını
yükletenler çok geçmeden görecekler başlarına nelerin geldiğini. Mezalimin meyvesi ancak nefrettir ve her taşkınlığın ardında bir acı yatar, içinizden hanginiz fark edebilirsiniz, kimin
azıttığını, kimin sapıttığını?
Ey Yezid! Konuşmam sırasında bütün kötülüklerini sayıp
döktüm, gelecekte seni nelerin beklediğini tüm berraklığıyla ortaya sererek yaptıklarına lanet okudum. Müslümanları
facialarla bunaltıp onların
gönlünde onulmaz yaralar açtığından dolayı bir anlık pişmanlık duyacağını ummak boşunadır. Bunu düşünmek bir hayalden ibarettir; çünkü sen kalpleri katılaşmış;
fıtrattan
kokuşmuş,
tipleri bozulmuş olanların ve
varlıkları hem
Allahın hem de
Resulünün gözünde hiç bir değer taşımayanların takınmadansın. Senin gibilerin kalbine şeytan
yuva yapmıştır da
murdar yumurtalarını hep
oraya yığıp durmaktadır. Gerçekten de senin karakterin Şeytanın en
çirkin eserlerindendir.
Resullerin torunlarının ve Resullerin varislerinin ve ihlâslı insanların; alçak kölelerin ve hainlerin ve münkirlerin
torunları tarafından kılıçtan
geçirildiğini
gördükçe, bunların
ellerinin onların kanıyla
boyandığını gördükçe, doğrusu İnsanın küçük dilini yutası geliyor... Onların kutsal ve pak bedenlerinin oklarla delik deşik edilişlerini,
ateş gibi
kumların
üzerine seriliverişlerini,
linç edilmiş
halleriyle oracıkta
kabirsiz ve gömülmemiş olarak
terk edilişlerini
düşünmek ne
kadar zor geliyor İnsana.
Yezid! Bu aşikâr kepazelikleri hala savunacak kadar körsün. Unutma
ki, Duruşma Gününde bu
kepaze- liklerin cezasını mutlaka
çekeceksin. Allah, kullarına asla
zulmetmez, biz ancak Ona
dayanmaktayız. Ona
inanmaktayız. Bizi
korumaya Allah tek basma yetecektir; tek sığmağımız Odur bizim, bütün umudumuz O nadir. Gerçek çehreni
saklamak istediğin için
istediğin kadar
hileye başvur. Kitabını bize
indiren Allah üzerine yemin ederim ki, siz bizim sahip olduğumuz şeref ve mertebeye asla ulaşamayacaksınız. Ne
bize bırakılan
mirası ortadan
kaldırmaya,
bizim ışığımızı söndürmeye gücün yetecek, ne de bize karşı
giriştiğin iğrenç ve
alçakça hareketlerinle kendi hesabınıza kaydettiğiniz rezaletleri silip yok etmeye gücün yetecektir.
Konuşmasının burasında susar Zeyneb
Meclistekiler de, Yezid ve çevresinde bulunanlar,
sanki kafalarında kuş oturmuşçasına
hareket etmeksizin susuyorlardı. Meclis te oturanlardan birisi, yaşlı
bir adam, Yezidin hala,
elindeki değnekle
Hz. Hüseyinin kanlı başıyla
ve dişleriyle
oynadığını görünce bağırdı:
Yezid,
Allahtan
kork, senin bu ağaçla
vurduğun yeri
ben defalarca Hz. Peygamberin koklayıp öptüğünü gördüm. Öteki Dünyada Onun şefaatçisi
Hz. Peygamber olacak. Senin ki de İbn-i Ziyad, bunu bil. Canı iyice sıkılmış olan Yezid adamlarına bu adamı Meclisten atmalarını buyurdu. Zeynebin konuşmalarına bozulm- uştu Yezid. Çevredeki havanın değiştiğini de hissed- iyordu. O sırada Ali İbn-i Hüseyini zincirlere vurulmuş halde içeriye getirdiler.
Ali haykırdı: Eğer Allahın Resulü beni böyle zincirlere vurulmuş
görseydi, hemen serbest bırakılmamı
isterdi. Yezid,
aklı hâlâ
Zeynebin konuştuklarına takılı
cevapladı: Doğru
söylüyorsun. Ve Eli
ibn-i Hüseyinin
zincirlerinin çıkarılmasını
emretti. Onu yanına çağırdı, sonra;
Ey
Hüseyinin oğlu!
Görüyorsun ki, baban ailelerimiz arasındaki bağı iyice kopardı ve bana ait hakları tanımamakta direndi. Benim hükümetime karşı
savaş açtı ve
bunun için de Allah Ona gördüğün sonu
hazırladı. Ali İbn-i
Hüseyin de: Biz
hükmü yerde ve gökte câri olan ilâhî kazadan başka bir şey görmedik. Yezid: Sen, Allah tarafından öldürülenin oğlusun diyerek, tıpkı Ibn-i Ziyâd gibi suçunu Allahın
iradesine
yıkmak istedi. Ali İbn-i Hüseyin yine karşı çıktı ve dedi ki: Ben, senin tarafından zulümle öldürülenin oğluyum. Yezid
bir an ne diyeceğini şaşırdıysa da,
Ali İbn-i
Hüseyinin yanında
susarak etrafındakilere
küçük düşmek
istemediği için
aklına gelen
bir Ayet-i Kerime ile karşılık vermek
istedi hemen: De ki:
Allahım,
hükümranlık Senin
içindir. Dilediğine
verirsin hükümranlığını ve dilediğinden alırsın. (Kuran-ı Kerîm) Ancak hemen susmak zorunda kaldı Yezid
Çünkü
içeriden kadınların ağlayışları,
feryatları
geliyor, bunlar gittikçe yükselerek kulakları tırmalıyordu. Toplantının fazla uzaması mümkün değildi. Zaferim ve üstünlüğünü kutlamak için etrafına topladığı adamları nasıl dağıtacağını bilemedi Yezid. Ezici askerî başarısı olarak
göstermek istediği olay
gittikçe kendi aleyhine dönüşmekteydi. Halk vicdan azabı duyuyor, Hz. Hüseyinin başına gelenlerden dolayı kendilerini sorumlu tutuyor ve bu olayın baş
müsebbibi olarak gördükleri Yezide karşı bir tavır almaya doğru gidiyordu. O günlerde gerek Küfe, gerek Şam ve
öteki şehirlerde
Hz. Hüseyinin başına
gelenlere ağlamayanın kalmadığı söylenir nitekim. Üç gün sürdürülür bu yas.
Yezid, olayın geniş boyutlara ulaşmasının önüne
geçmek ister ve esirler kervanını Medineye göndermek için harekete geçer. Esirler kafilesi
Medineye doğru yol
alırken,
Yezid evine yollanıyor ve
kulaklarında
Zeynebin
sözleri çınlıyordu
hala
Bu
sözler, etrafını çeviren
dalkavukların ona
yaptığı tüm işleri haklı gösteren riyakârlıklarından öte bir gerçeği yansıtıyordu. Artık Yezid de anlıyordu sonuna değin dilediğince ve ölçüsüz davranmasının mümkün
olamayacağını.
- Şamda, Yezidin camide düzenlediği toplantıda Kerbelâ cephesinin ikinci mücadelesi başarıyla sona
ermişti.
Yezidin
gönlüne kuşku düşmüş, bu kuşku Onu,
dilediğince
davranma hususunda tedirgin etmiş, esirler kafilesi, Zeyneb ile Ali başkanlığında yeni bir yolculuğa, yeni mücadelelere doğru yola çıkmıştı.
Bir başlangıçtı Kerbelâ ve son bulmayacaktı yankıları.
Kaynak: Hz. Zeyneb Kerbela Şahidi Yazar.
Cihan AKTAŞ
26.12.2009
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Suruş
ve Nehcul Belağadan
Cevap
Kulları Hidäyet
eden Allahın adıyla. Değerli
Rasthaber okuyucularının,
Abdulkerim Suruşun
Ayetullah Hameneiye yazmış
olduğu
mektuba bir cevap yazılma- sında ısrar
etmelerinden dolayı bu
cevabı yazmayı şeri
bir vazife gördük. Bu mektup yeni değil aylarca önce yazılmış olup fitnecilerin fitnelerinin ayyuka çıktığı, hakikatlerin ters yüz edilerek gösterildiği bu
dönemde tercüme edilerek sunulması da işin başka bir ilginç yanı olsa gerek. Konu eğer bilimsel bir hakikatin ortaya çıkarılması ise
bunun muhatabı düşünürler,
alimler ve fakihler olması
gerekirdi. Hayır,
siyasi bir mesaj ise yazarın siyasetçi olmasını gerektirirdi. Kısacası yazanla muhatap arasında akademik veya siyasal bir ilişki
kurmak güç olduğu gibi
mektubun içeriği bir
aydınlatma
ve açıklama
isteğinden
ziyade karalama ve iftiralarla doludur.
Suruş bu mektuptaki küfür ve saldırılarını, son
cumhur- başkanlığı seçimlerinde iddia edilen ve hiç bir şekilde
ispatlanamayan hile ve tutuklulara tecavüz iddiaları ve
düzmecelerine dayandırmakta
ve Velayet-i Fakih temelli İslam Cumhuriyetini devirme denemeleri sırasındaki
karışıklıkların zirveye çıktığı bir dönemde anlaşılan heyacanlanarak kaleme almış
bulunmaktadır.
Heyeca- nlanmasının sebebi
ise siyonist medyanın
dolduruşuna
gelmesi ve İslam
Cumhuriyetinin yumuşak
darbe/kadife devrim ile yıkılacağına
dair haberlere inanmasıdır. Bunun
için iftira ve hakaret dolu mektubun içeriğini ilmi, akli ve dini dayanaklardan yoksun gördüğümüzden
iddialarına değinmeyi şimdilik
uygun görmedik.
Ünlü düşünür vs. ünvanlarla tanıtılan Abdulkerim Suruşun düşüncelerini
incelemeyi ve başka İslam düşünürlerinin
görüşleriyle
karşılaştırmayı başka bir fırsata bırakarak
ve Abdülkerim Suruşun bu
mektubunu bahane ederek İranda İslami
geçmişe sahip
ve İslam İnkılabının
gerçekleşmesinde
ve sonrasında
zahmetlere katlanmış
bir takım
alimler ve aydınların
ayaklarının kayma
ve dimağlarının dumura
uğrama
sebepleri üzerinde durmak istiyorum. İlim havzasında dini eğitim görmüş, edebiyat, tefsir, felsefe, irfan derslerinin yanısıra
müsbet bilimler okumuş bu şahıslar nasıl bu duruma geldiler ve geçen
bu çeyrek yüzyıl
içerisinde niçin bazen yüzseksen derece dönüş yapabildiler? Maneviyat, ahlak, irfan, takva ve iman nurunun yayıldığı bir yuvadan nasıl nasiplenmemiş ve gaflet pisliği ile kirlenmiş, kararmış kalbi bu nurla nasıl yıkıyamamış, bunu anlamak kolay olmasa gerek.
Hem Suruş gibilerinin durumunu anlamak ve hem de kendimizin
ibret almamız
ümidiyle Hz.Alinin
(a.s) Nehc-ül Belağada
yeralan 7.hutbesini kısaca açıklamanın en
güzel cevap olduğunu düşünüyoruz.
İşlerinde
şeytanı ölçü
aldılar, şeytan da
onları
ortaklar edindi. Şeytan
gönüllerinde yuva yaptı,
yumurtladı, civciv
çıkardı, onları kendi
eteğinde
terbiye etti, büyüttü. Böylece onların gözleriyle baktı, dilleriyle söyledi. Onları hatalar
merkebine bindirdi, onlara kötülükler süsleyip güzel gösterdi. Sonunda işleri,
güç ve saltanatında şeytanla
ortak olanın ve
onun diliyle batıl söz
söyleyenin işine
benzedi. Nehc-ül
Belağa.
Hutbe/7
Hz. Ali (a.s) bu hutbesinde insanların şeytanın tuzağına
düşüp onun
velayeti altına nasıl girmiş
olduklarını beyan
buyurmaktadır. Şeytanın, insanları sırat-ı
mustakimden çeşitli
tuzak ve yollarla ayıracağını Allahın
izzetine and içerek söylediğini, Allahın Kuranda nakl etmesi bunun gerçekleşeceğini ve
bazılarının bu
tuzağa düşeceğini
göstermekte ve uyarmaktadır.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: İşlerinde şeytanı ölçü aldilar, şeytan da onları ortaklar edindi. Şeytan gönü- llerinde yuva yaptı. Bir
grub şeytana
uyarak helaket çukuruna düşerler çünkü onlar gaflet uykusundadırlar, şeytan
önce onların
kalplerinin etrafında dolaşır
durur, onların henüz
uykuda olduklarını görünce
kalplerine girmek için bir kapı arar, onlar uykuda olduklarından
rahatca kapıyı bulur
ve kalplerine girer. Girdiği yerde kendisini emniyette hissetti mi, yavaş yavaş orda
yuvalanmaya başlar. yumurtladı, civciv
çıkardı, onları kendi
eteğinde
terbiye etti, büyüttü Şeytan bu
insanların
kalbinde yuva yaptıktan
sonra yumurta ve tohumlarını bırakır, orda
büyütmek, yeşertmek
istediğini yeşertmeye
başlar.
Böylece kalbin tamamını kendi
emrine almış
ve sahiplenmiş
görürsün, bu merhaleden sonra şeytan o kalbin sahibi ve maliki olmuştur artık. Böylece
onların
gözleriyle baktı,
dilleriyle söyledi Bu merhalede
artık İnsanın kalbi şeytanın
emrinde olduğu gibi
azaları da ona
hizmet eder, dünyaya o kalbe hakim olanın gözüyle bakar, olayları onun gözüyle değerlendirir ve böyle olunca da kalbe hakim olan şeytan
onun diliyle konuşur, onun
gözüyle bakar. Kalp şeytanın
velayetine geçtiği gibi
göz, kulak, dil de şeytanin
velayetini kabullenir. Artık gözü şeytanın görme aleti, dili şeyatanın konuşma vesilesi olmuştur. Bundan sonra o şahıs ne konuşursa şeytanın sözüdür, ne duyarsa, ne görürse artık şeytanın duyması ve
görmesidir. Şeytan
onun gözüyle görür, onun kulağıyla işitir ve onun diliyle konuşur. Onları hatalar
merkebine bindirdi.
Allahın arşı olan kalp şeyatanın tasarrufuna girdi mi o İnsan
hatalar işlemeye
başlar,
hatalar zinciri başlar,
çünkü gaflet uykusundan uyanıp bindirildiği hatalar merkebinden inmediği sürece
hataların sonu
gelme- yecek tir. onlara
kötülükleri süsleyip güzel gösterdi bu merhalde ise İnsan kendi hatasını görmez kendisini hakk mihveri/ekseni, diğerlerini
de batıl olarak
görür; hakkı, batıl
olarak, batılı da hakk
olarak görmeye başlar. Şeytan,
tamamen onu kendi velayeti altına aldığından ona kötülüklerini süsleyip güzel gösterir, akıl da artık
tamamen şeytanın
tasarrufuna geçmiştir artık. Bu aşamadan
sonra yaptıkları her
kötü ameli şeytan
süsleyip, güzel gösterir.
Hani şeytan
onlara işlerini
güzel gösterdi...
Enfal/48 Ayet-i celilesi şeytanın tuzaklarından birini beyan etmektedir. Bu merhaleden sonra artık şeytanın
velaye- tine girmiş bu İnsan şeytan-
laşmıştır. Böylece her Peygambere İnsan ve cin şeytanlardan bir düşman var ettik. Enam/112.
Kuran şeytanın, İnsan ve cin olmak üzere iki kısım olduğunu
beyan ediyor, Hz.Ali(a.s) İnsanın, şeytanın tuzağına düşerek şeytanın velayetinin gölgesinde nasıl şeytanlaştığını açıklıyor. Bu merhalede artık kendisi şeytan olmuş ve sıratı mustakimin yanında durmuş, insanları o yoldan saptırmaya çalışmaktadır.
Belam b. Bauranın nasıl şeytanın arkasına takıldığını Kurandan ibretle okumak gerekir: Onlara o
kimsenin haberinide oku ki, o kimseye ayetlerimizi vermiştik,
onlardan sıyrılıp ayrıldı. Şeytanda
onu kendisine tabi kıldı. Artık sapıklardan
olmuş oldu.Araf/175
Bu mübarek ayetler, birtakım
ilimlere, hidäyet vasıtal- arına nail
oldukları halde
dünya varlığına meylederek şeytana tabi olan, o hidäyet vasıtalarını elden çıkaran ıhtiraslı
kimselerin çirkin äkibetlerini tasvir ederek nazarı dikkate
sunmaktadır...
-
Şöyleki:
Resülüm!. O Yahudi kavmine ve benzerlerine (o kimsenin haberin de) hayatındaki
macerayı da
(oku) hatırlat,
nazarı
dikkatine sun (ki, o kimseye) vaktiyle (ayetlerimizi vermiştik) ona
Tevrat gibi ilahi kitapların hükümlerini öğretmiştik, Allahın biriğine ve diğer dini meselelere, delillere muttaki olmuştu.
Fakat bunlardan istifade etmedi, o ayetlere göre hareketlerini düzenlemedi,
bilakis onlara muhalif hareketlerde bulundu (onlardan sıyrılıp ayrıldı.) onları
terkedip arkasına atıverdi. (Şeytanda
onu kendisine tabi kıldı.)
Cenäb-ı Hakkın
emirlerine muhalifer ederek şeytanın vesveselerine uyup gitti. (Artık sapıklardan
olmuş oldu.)
Sapıklığıa düşmüş; helake uğramış kimseler zümresine girmiş
bulundu.
İmam Rıza (a.s)
Belam hakkında şöyle
buyuruyor: Bir rivayete göre böyle bir feci akibete maruz kalan şahıs, Belanı Ibni
Bavradır. Bu
Kenan
ilinde zorbaların
bulunduğu bir
köyde yaşıyordu.
ilim ve marifet sahibi idi, iyi hal sahibi olarak tanınırdı. Fakat
bu köye yönelen Hz Musa aleyhine dua etmek için kavmi kendisine müracaat etmişler,
hediyeler vermişler,
bunun tesiriyle o Yüce Peygamber aleyhine dua etmiş, din
dairesinden çıkmış,
bu yüzden şeytana
uyarak İlim ve
marifetten mahrum kalmıştır. İşte
dünyalık için
dinini fede
edenlerin ibret almaya değer
akibetü. Kuran-ı Kerim
Tefsiri-Ö.Nasuhi Bilmen
Kuran insanlara, Hz.Musanın (a.s) insanlardan olan şeytanının somut örneğinin Belam olduğunu beyan etmektedir. İnsan için bu merhaleden sonra da artık son aşama başlar
ilahlık
taslamak; heva hevesine uyan ve şeytanlaşmış nefsin bitmek tükenmek bilmeyen istekler- ine tabi
olarak nefsini ilah edinen kimse hakkında Kuran buyuruyor: Nefsinin isteklerini kendine ilah edinen kimseyi
gördün mü?..
Furkan/43
Allahın velayetinden çıkıp şeytanın veliliğini kabul eden, şeytanın besleyip büyüttüğü ve nefsini ilah edinen bu İnsan artık Ben
sizin en yüce rabbinizim.
Naziat/24 demeye başlar.
Neticede, Hz. Ali`nin (a.s) Nehcul
Belagada buyur
duğu gibi
Allah`ın gazab
ve azabının ve
izlal fiilinin mazharı olacaktır. İşte
A.Süruş gibiler
Belamın Fıravuna meyl
ederek şeytanı takip
eden kimselerdendir. Süruş gibiler
Batılı seküler
şeytanlardan
değildir,
onlardan daha bir üst mertebededirler, yani Batılı şeytanların -önünde insi sürcü, onları
bilemeyecekleri şekilde
sürükleyen- onların takip
ederek kendilerine üstad seçtikleri makama çıkımıştır. Şimdi bu gibi şahısların söz ve yazılarına, mektup ve kitaplarına ne kadar güvenilir.
Allah Kuranda hem şeytanın hilelerini beyan etmiş hem şeytanilerin kimler olduğunu ve hem de onların hile ve tuzaklarından kurtulma yollarını. Bu yollardan bir tanesini şöyle
beyan ediyor: Şüphesiz
takva sahipleri, şeytan
tarafından bir
vesveseye uğrayınca
(Allahı)
anarlar da hemen -geldiği yeri
tesbit ederek oradan 'manen fikren ve fiziken' uzaklaşıp-
basiret sahibi olurlar. Araf/201
Muttaki olanlar, kalplerinin haremine yabancı biri, dost elbisesi giyerek kalbe girip orada yuva
kurmasın,
civciv yumurtalarını ve
tohumları ekmeye
kalkmasın diye şeytan ve
yardımcılarına karşı
dikkatlidirler. Hemen onu kalp den dışarı atarlar. Muttaki, şeytanın niyetini bildiğinden hemen istiazeyle (euzubillahimineşşeytanir-
racim diyerek) onu kapı dışarı eder... dini tahrip ederek yardımcı edindiği -insi taşıyıcılarına karşıda- manen fikren ve fiziken kalbi ve bedeni tekayyüz
halinde olur, insanları uyarma görevini ifa eder, böylece şeytan ve
yardımcılarına karşı
verilen mücadele Allah'ın yardımı ile
Takva sahiplerini donanımlı
korunaklı ve
güçlü eder. Takvalılar,
istiaze zikriyle onu recm ederler, eğer uyanık olmaz ve görmezse şeytan bu alana girecek ve ondan sonra tamamen
ona musallat olacaktır ve onun
diliyle konuşacaktır.
Bu gibi şahısların sözleri dini, ilmi, akli delillerden yoksun olduğundan ve
hedefleri tamamen izlal, sıratı mustakimden saptır(mak)an evliyalarının emirlerine itaat olduğundan cevap vermek boşa vakit kaybetmek olur, yapılacak
tek şey
istiaze zikriyle onları recm
etmektir.
Allah bizleri nefsimizin, İnsan ve
cin şeytanlarının şerrinden
korusun.amin Selahattin Türkyılmaz 24.12.09
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Haya,
imanın
diğer
yarısı
Resulullah
(s.a.v) buyurdu ki, Haya ve iman birbirlerinin yakınlarıdır. Birarada bulunurlar. Bunun için bunlardan
biri kaldırıldığı vakit, diğeri de kaldırılır.Her
ibadetin zahiri ve bâtını, kabuğu ve özü
vardır. Her
ibadetin kabukları
hususunda da dereceleri ve her derecenin de kademeleri vardır. Bunu
bildikten sonra dilersen sadece kabukla yetinir, öze inmezsin, dilersen akıllıların er
meydanına
inersin. (İhya-i
Ulumuddin/İmam-ı Gazali)
Mucemmi bin Harise amcasından
rivayet ediyor.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Enesin rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle
buyurmuştur: Fuhuş
(kötülük) bir şeyde
bulunursa mutlaka onu çirkinleştirir; haya da bir şeyde bulunursa mutlaka onu güzelleştirir.
İbni Ömerin
rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Haya ve iman birbirlerinin yakınlarıdır.
Birarada bulunurlar. Bunun için bunlardan biri kaldırıldığı vakit, diğeri de kaldırılır.
İbni Ömer anlatıyor: Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: Allah bir kimseyi helak etmek istediği zaman ondan utanmayı kaldırır.
Utanması kalkınca hep
kötülük işlediğini
görürsün. Kötü kişiye
kimse güvenmez. O zaman hep hainlik yapar ve hainliğe uğrar. Bu
defa da acıma
duygusundan mahrum olur ve lanetlenerek kovulur. Böylece o kişi İslâmdan
uzaklaşır.
yenimesaj 12.01.2010
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
En büyük düşman
olan şeytanın
mahiyeti
Şeytan
nasıl bir
yaratıktır? Neden
isyan etmiş, İnsan- oğluna
niçin bu kadar öfke duymakta, kin beslemektedir? Ona ve Hakka apaçık ve şiddetli
düşman
kesilmesinin sebebi nedir? Gerek inanmayan, gerekse inançlı kişiler
üzerindeki etki sahası ve yaptırım gücü
nedir?
Nâr-ı semûm denilen dumansız ateşten; 1 İnsan vücuduna işleyebilen siyah enerji boyutundan yaratılmış
olan şeytan
cin taifesinden bir mahlûktur. Baştan ayağa, süfliyât, kötülük, enâniyet ve kibre bürünmüştür.
Allahın emrini çiğnemiş, Âdemoğluna apaçık düşman kesilmiştir. Allahu Teâlâ bu hususu şöyle
tasvir eder: Sizi
yarattık, sonra
size biçim verdik, ardından da Âdeme secde
edin dedik. İblisin dışında herkes secdeye kapandı, o
secde edenlerden olmadı
Allah: Emrettiğimde
seni secde etmeden alıkoyan
nedir? dedi.
O: Ben
ondan daha hayırlıyım, beni
ateşten onu
çamurdan yarattın dedi.
Allah: Öyleyse in oradan, orada kibirlenmek senin haddin değildir.
Çabuk çık, çünkü
sen alçağın
tekisin.İblis: Bana
onların
diriltilecekleri güne kadar mühlet verir misin? dedi
Allah: Haydi sen mühlet verilenlerdensin
buyurdu. İblis: Öyle ise
beni azgınlığa
mahkûm ettiğin için,
ben de onları
gözetlemek üzere senin doğru
yolunun üzerine pusu kurup oturacağım. Sonra onların önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından sokulacağım. Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın dedi.
Allah: Alçak ve kovulmuş olarak çık oradan! Onlardan her kim sana uyarsa iyi bilin ki
Cehennemi sizlerle dolduracağım.2
Şeytan;
bütün hayır,
iyilik, güzelliklere kapanmış; cevher ini bozmuş, özündeki gelişmeye açık hayır tohumlarını kurutmuş, bütün fenâ hasletleri kendisinde toplanmış;
lânetlenmiş;
kovulmuş bir
mahlûktur. Şeytan, İnsanı isyana
teşvik
eder. Kin ve nefret doludur. Etkileyici, cazibedar/sehhârdır.3
Yüce Allah, onun İnsanoğluna karşı
öfke, kin ve nefre-tten müteşekkil düşmanlığını, Şeytan sizin düşmanınız- dır. Siz de onu düşman belleyin. O, kendisine tâbi olanları alevli
ateş halkından
olmaya çağırır4 diye
haber vermiş,
müteyakkız/dikkatli
olmamızı öğütlemiş tir.
Nâs Sûresinde cinnî ve insî (İnsan) şeytanların varlığından bahsedilir.
insanlardan da şeytan olur mu? sorusuna karşılık Resûli Ekrem (asm), Evet, olur, hattâ onlar cinnî şeytanlardan
daha tehlikelidir5
buyurur.
Şeytanın vasıfları,
özelliklerini öğrenmeden
ona karşı
tedbir almak zordur. Mümin, en
büyük düşmanını iyi tanımalıdır.
Dipnotlar: 1- Kurân, Hicr, 27; M. Vehbi, Hülâsül-Beyan,
VII, s. 2742-43. 2- Agk, Araf, 11-18. 3- Agk, Maide, 91. 4- Agk, Fatır, 6. 5-
Nesâî, İstiâze,
48; İbn-i
Hahbel, 5: 178, 265. Ali Ferşadoğlu 16.01.2010
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Âmirlik
ve bidat
Hikmet
ehli zatlar buyuruyor ki: Bidat ehline saygı göstermek, İslamın yıkılmasına yardım etmek olur. Bu ise, amelin boşa
gitmesine sebep olur.
Bidat ehli, İslamiyete ekleme ve çıkarma yapan kimsedir... Yani İslamiyetin doğru
yolunu saptırandır. Bidat
sahibi, Resulullah efendimizin sünnetinden, yolundan ayrıldığı için, ondan gelen feyizlerden faydalanamaz.
Hadis-i şerifte, (Bidat ehlinin cenazelerine gitme, onlarla birlikte namaz
kılma! Ben
onlardan değilim)
buyuruldu. Allahu Ekber
Şibli
hazretlerinin Halife Harun Reşide nasihati şudur: (Sen bir suyun, bir pınarın başındasın,
millet bu suyu içiyor, evlere bu su gidiyor. Bu suya ne koyarsan, millet onu
içecektir. Bu suyu kirletme! Allahü teâlâ, Peygamber efendimizden beri akıp gelen
bu İslamiyet
suyunun bekçisi olmayı sana
nasip etti, bu suya
pislik karıştırma, karıştırılmasına da
izin verme! Yeni bir
şey ilave
etme, bidat karıştırma, onu
tertemiz olarak koru! Bu suya ilave edilecek her şey o suyu kirletir. Ona bir şey ilave
etme, milleti bozma! Çünkü artık millet, seninle beraber Cennete veya Cehenneme
gidecek. Sen bunların başına
geçtin. Bunlara söyleyeceğin bir
yanlış
yüzünden, bunlar Cehenneme giderse, seni de götürecekler. Yahut sen giderken, bunları da
götüreceksin. Bunlara da acı, kendi ne de acı!) İşte Emîrülmüminînin yani Müslümanların başındaki idarecinin vazifesi, mevcudu muhafaza etmektir. İlave
edilen her şey, her
bidat,
mutlaka bir sünneti yok eder. Yani suya ilave edilecek her şey,
sudan bir şey çıkarmayı
gerektirir; çünkü o su, kemal derecesindedir.
Allahü teâlâ, (Ben dininizi kemale erdirdim)
buyuruyor. Kemale ermiş olan bu
dine, bir şey ilave
etmek için, bir şeyin çıkması
gerekir. Ona bir şey ilave
ediyorsunuz, taşırıyorsunuz.
İşte
bidat
budur. İlave
edilen her şey, aslından bir
şey çıkarır. Onun
için dini korumak, aslını
muhafaza etmek, her Müslümanın, hele işin başındakinin aslî görevidir.
Dolayısıyla, milletin başına geçmekten, onların önüne düşmekten daha büyük tehlikeli şey
yoktur. Herkesin vebalini omuzlarında taşıyor. İmtihana tâbiyiz. Allahü teâlâ yaptıklarımızı sınıflandıracaktır.
Kendisi için yapılanları
kendisine ayıracak,
nefsimiz yani kendimiz için yapılanları bize bırakacaktır. Bu tercihi benim için yaptın, o
halde bu tarafa gel diyecektir. Kendimiz için yaptıklarımız ise
hiçbir şeye
yaramayacak; hatta zararı olacaktır.
Mehmet Ali Demirbaş
17.01.2010
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Allah
Allah
diyerek!
Kim ki
Allahın karşısına
Atatürkü,
laikliği,
ateistliği yahut
bir başka şeyi
koyuyor, bilsin ki baştan
kaybetmiş
demektir. Asıl
asimetrik savaş budur. En
sevdiğin kişi
diyelim ki annen, evladın, sen
nasıl tutar
da onu Allahın karşısına dikersin?
Akıl bunun
neresinde? İnsan, Bu
sevgiden mi, yoksa sevdiğini
iddia ettiğin şeyden
kurtulmak istemenden mi? diye
sormak durumunda kalıyor.
Tabii böyle bir şeyi kör
gözüne parmak olarak yapan yok, ama öyle laflar söyleniyor, öyle tutumlar
sergileniyor ki, başka türlü
yorumlamak mümkün olmuyor.
- Biz, Powellla gizli anlaşma yapan biri o koltuğa oturamaz diyoruz, adamın bu umurunda değil, o tutuyor, Eşi başörtülü olan birinin orada ne işi var,
Atatürkün
kemikleri sızlar diyor.
Alevisinden Sünnisine bu milletin kadınlarının yüzde 80i başını örtüyor, sen böyle söyleyince millet Powellla anlaşan adamın arkasında
duruyor, iyi de şimdi sen
Atatürke mi
hizmet etmiş oldun,
ABDye mi?
Ve sen bilmiyor musun o yer, eşi ve annesi başörtülü Atatürkün yeri. Biri çıkıyor, Ben başörtülüye burs vermem diyor, biri başı örtülü olan hastayı muayene etmiyor, biri tutuyor, yanına başörtülü
teyze oturunca cüzzamlı görmüş gibi
uzaklaşıyor,
sonra bakıyoruz
aynı
kafalar, Rahmetli Atatürkün şer ocağı
dediği
mihraklarla al takke ver külahlar. Neymiş efendim, Onlar başkaYmış. O zaman sen de başkasın arkadaş, kusura bakma.
Birilerinin bilmediği bir şey var, o da milletin sağduyu sahibi olduğu gerçeğidir. Millet biliyor, yüzüne vurmuyor. Millet
seziyor, kırmıyor, bu
kol bendendir diyor, ihtiyacım var, bana vursa da ona mecburum, bir gün o da bana
mecbur olduğunu
idrak edecek diyor, onun için kırmıyor, burnuna acı tütün uğruyor, yutkunuyor. Tıpkı PKK ile 30 yıla yakın zamandır sürdürülen mücadelede olduğu gibi,
gözyaşını içine
akıtıyor, Bu bir
Türk-Kürt savaşı
değildir diyor, şehit oğlunun
tabutuna sarılıp gözyaşı
dökerken Kürt komşusuna kızını
veriyor, tanıdığı Kürtten gelin alıyor, Kürt de böyle davranıyor,
niye?
Şifre, o
başörtüsündedir,
Kıblededir,
Camide dir,
Ezan dadır. Sana
öyle gelmez ama, öyledir, onun için kim ki İslâma ve İslâma sembol olmuş bir değer ve objeye toz konduruyor, bilsin ki baştan
kaybediyor.
Din işte böyle bir şeydir. Stalin Rusu Kiliseden, Müslümanı Ezandan ayırmak için kullanmadık metot, denemedik zulüm bırakmadı,
kaybeden kim oldu? Din olmasaydı, bugün İsrail diye bir devlet, bırakın devleti, böyle bir ırk kalır mıydı dünyada?
İslâmın ve İslâma en
büyük hizmeti yaptığı için de Türk milletinin en büyük düşmanı, Şeytandır, buna
kimsenin şüphesi
olmasın. Hal
böyleyken, Şeytanı tutup, Al şu
Türkiyeyi sen
yönet
deseler, öyle bir sevinir ki, sormayın gitsin. Ama o bile İslâma asla laf söylemez, İslâmın hiçbir değerine açıktan saldırmaz, çünkü bilir ki, böyle yaptığında Türkü yine karşısında bulur ve Allahda Türke yardım eder... Onun yapacağı, Türkle birlikte Allah demek, hatta, Türke sadece Allah dedirterek onu Fiili duadan mahrum etmek, bidatları çoğaltmak, helalleri haram, haramları helal
gösterterek ve benzer yollarla, milleti peşine takıp Cehenneme öyle sürüklemek olacaktır...
Zaten birilerinin laiklik adına yaptığını o da bu söylediğimiz yoldan yapıp durmakta ve hayli de yol almış
bulunmakta. Öyleyse tam vatansever, hakiki Atatürkçü ve samimi mümine düşen,
bütün kalbi ile gerçekten Allah Allah diyerek, yola devam etmektir. Sükûn ve kurtuluşun
reçetesi budur. Hasan Demir 27.01.2010
Allah(c.c)ın
sonsuz rahmeti Hasan Demir beyin üzerine olsun. bir gün Yeni Mesaj Web
sitesin'deki Mücadelemi desdekler yazılarından dolayı teşekkür
ettim; Allah'u Ekber... sevindi, biz bunları senin için yazıyoruz;
dedi.
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Mehmet Şevket
Eygi bey den gerçekler
Türkiye
Müslümanları iki ateş arasında, örs
ile çekiç arasında kalmıştır. Bir
tarafta zâlim ve
amansız, harbî
ve militan din düşmanları, öbür
tarafta din sömürücüleri. Tarikat ve tasavvuf erbabı Allaha karşı
ihlâslı,
mahlukata karşı
adaletlidir.
Kendisinde
ihlas ve adalet olmayan kişi sofu ve sûfî gibi görünse de aslında kızıl bir
münafıktr. Dünya tuzağına
düşen, parayı en
büyük değer ve
put haline getiren, lüks
ve sefih bir hayat süren kişi tarikat ve tasavvuf ehli değil,
tarikatçı
müsveddesidi
Evliyaullahın ruhaniyetleri üzerimize sâyeban (gölgelik) olsun.
Evliyaullah Allahın
dostlarıdır. Allahın rızasını
kazanmak, yardım ve
keremine mazhar olmak isteyenler Onun dostlarını sevsinler. Odatv.com 27.01.2010
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
Hizbullah: Mezhebi
fitne İsrailden daha
büyük bir tehdit
Hizbullah
liderlerinden Nevaf Musevi, mezhebi fitnenin, İsrailden daha büyük bir tehdit olduğunu söyledi. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah milletvekil- lerinden Nevaf Musevi Sur şehrinde direniş haftası münase betiyle düzenlenen bir etkinlikte yaptığı konuşmasında Lübnanın birliğini tehdit eden mezhebi fitne girişimlerine dikkat çekti.
Musevi Lübnanlıların ulusal
birliğini, iç savaş ya da
mezhebi fitne yoluyla tehdit eden tehlike, İsrail tehlikesinden daha büyüktür. Lübnanı çevreleyen
bu tehlikeye ışık tutmak ve engellemek için çalışmalıyız dedi.
Mezhebi fitne ve iç savaşa karşı herkesi sorumlu olduğunu savunan Musevi Mezhebi fitne tehlikesinin gerçekleşmemesi için
herkes, gerekli tedbirleri almakla sorumludur diye konuştu.
İrandaki
Milyonlar, Dünyaya Mesaj Verdi. İranda seçim
sonuçlarının açıklanmasından sonra
meydana gelen olaylara değinen
Musevi, Karar, İslam
Devriminin düşürülmesi ve
İranın Amerikaya bağlı bir eve
dönüştürülmesiydi.
Fakat İran halkı, milyonlar
halinde meydana inerek, tüm dünyaya mesaj verdi dedi. Musevi İranda İslam
Devriminin zafer
kazanması, bölgesel
ve uluslar arası tüm
denklemleri değiştirdi. Zafer kazanan direniş de İmam Humeyninin fikirlerinin ürünüydü. İran,
bugünlerde sadece İslam
Devriminin yıl
dönümünü değil, son
dönemlerde karşı
karşıya
bulun- duğu savaşa karşı
elde ettiği zaferi
de kutlamak- tadır
sözleriyle konuşmasına son
verdi.
Safiyuddin: Denklemler, Temmuz 2006da
Bozuldu. Nebatiyede İran Kızıl Ayı tarafından
düzenlenen etkinliğe katılan
Hizbullahın
Yürütme Meclisi Başkanı Haşim
Safiyuddin ise İsrailli
liderlerin sık sık sözünü
ettiği denklemin
bozulması
tehdidine dikkat çekti.
Safiyuddin Biz, Baraktan Liebermandan ve Netanyahudan denklemin bozulmasından söz ettiklerini duymaktayız. Biz,
onlara denklemlerin
Temmuz 2006da
bozulduğunu hatırlatıyoruz.
Temmuz 2006da
sadece denklemler bozulmadı aynı zamanda onların başları da Lübnanda ezildi. Onlar bilmeli ki Hizbullah, Temmuz 2006dan
tamamen farklı bir
konuma ulaştı.
Denklemler değişti.
Onlar, Hizbullaha ulaşacak
silaha tahammül edemeyeceklerini söylüyorlar. Oysa taham- mül edemeyecekleri,
Temmuz 2006de
gerçekleşti. O da
ağır
bir hezimetti dedi.
İslam
Devriminin yıl dönümü
münasebetiyle Sur şehrindeki
İmam
Humeyni Kültür Merkezinde
düzenlenen etkinlikte söz alan Hizbullah milletvekili Ali Fayyad ise İranın,
ümmeti tehdit eden tehlikeye karşı mezhep ve ırk ayırımı yapmadan herkese destek olduğunu
söyledi. isra haber 14.02.2010
16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11
Bak Şu
Filistinli Çocuğa
Btselem
örgütü, tutuklanan Filistinli bir çocukla onu sorgulayan Siyonist görevli arasında
geçen bir diyaloğu da
rapora alarak şunları ifade
etti...
İşgal
devletinde İnsan
hakları alanında çalışan
Yahudi İnsan
hakları örgütü
Btselem
bugün (20 Şubat
Cumartesi) yayınladığı İnsan hakları raporunda, işgal ordusunun işgal altındaki Kudüs şehrine bağlı Silvan mahallesinde çocuklara yönelik baskı ve
tutuklamalarını artırdığına dikkat çekti.
İşgal
ordusunun Silvan mahallesinde yaşları 12 ila 15 arasında değişin onlarca çocuğu tutukladığını belirten Btselem örgütü, tutuklanan Filistinli çocukların ağır
işkencelere
maruz kaldıklarını
söyledi. Btselem
örgütü, tutuklanan Filistinli bir çocukla onu sorgulayan Siyonist görevli arasında
geçen bir diyaloğu da
rapora alarak şunları ifade
etti:
Filistinli
çocuk Ahmed Siyamı (12)
sorgulayan sorgu memuru, omuzlarına darbeler indirdiği çocuktan kendisine secde etmesini isteyince,
Filistinli Siyam ben
sadece Allaha secde
ederim
diyerek, (sorgu yapan memura unutamayacağı bir) ders vermiş oldu. Raporda ayrıca tutuklanan çocukların gördükleri ağır işkenceler nedeniyle kollarında,
bileklerinde ve ayak- larında
sürekli ağrı
hissettikleri ifade edildi. fiem 20.02.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
İmamın
Masum (günahdan korunma) Olması
İmamlarımızın önemli
sıfatlarından
birisi de, Peygamberlerde olduğu gibi ismet sıfatıdır. Masum sözlükte korunmuş ve
muhafaza edilmiş anlamındadır. Istılahta
ise masum, ilahi teyitle hata, yanlışlık ve günahtan korunan bir kimseye denir. Masum,
basiret gözü açık olan,
yaratılış
dünyasının
hakikatlerini görebilen,gayb alemiyle irtibatlı olan, ilahi teyitlerle günah ve Allaha
muhalefetten kaçınan
kimsedir.
Biz Ehli Beyt dostları, Peygamberler gibi, on iki imamın da
masum olmaları gerektiği, inancındayız. Elbette
nübüvvet bölümünde de işaret
ettiğimiz
gibi, masumiyetin anlamı, masum
olan kişinin
Allaha
muhalefet etmeye kadir olmaması ve gayri ihtiyari itaat zorunluluğu değildir.
Zira bu bir fazilet ve üstünlük olmadığı gibi, masum olan kişiyi, İnsanı üstün kılan en önemli özellik olan ihtiyar sıfatından
yoksun saymak olur ki bu, çok büyük bir eksikliği Allahın hücceti olan Peygamber ve imama yakıştırmak
olur. Peygamber ve imamın
masumiyeti, onların
-basiret gözlerinin açık olması
sayesinde her şeyin hakikatini
görmekte ve sahip oldukları ilahi ilim ve teyitte yatmaktadır.
Nübüvvet bölümünde masumiyet konusuna tafsilatlı olarak
değindiğimiz
için burada kısaca
üzerinde duracağız.
İmamların da
Peygamberler gibi masum oldukları ilgili kitaplarda geniş olarak ele alınmış ve bir çok akli ve nakli deliller zikredilmiştir.
Bizim maksadımız
ihtisar olduğundan
bütün bu delillere değinmemiz
mümkün değildir.
Ancak özet olarak şu
delillere işaret
edebiliriz:
a) İmameti zorunlu kılan deliller bölümünde de işaret ettiğimiz
üzere, Allah Teala Hz. İbrahime imamet
makamını verdiğinde,
Hz. İbrahimin bu
makamı kendi
zürriyeti için de isteyince, Allah Teala bu makamın kendi ahdi olduğunu buyurmuş ve zalim olanlara ulaşama- yacağını bildirmiştir. Bu ayet-i kerimeden imamet makamına gelen
kişinin
zalim olmaması, yani
masum olması gerektiği anlaşılmaktadır. Zira
zulüm Kuran-ı Kerimde üç
yerde kullanılmıştır.
1-Allaha şirk koşmak
zulüm sayılmıştır. Şüphesiz şirk çok
büyük bir zulümdür. [1]
2-Kullara
zulmetmek, Asıl kınama
yolu, insanlara
zulmeden ve yeryüzünde haksız yere azgınlık yapanlara karşı vardır. [2]
3-İnsanın kendi
hakkında
zulmetmesi, Onlardan (İnsan-
lardan) kimi kendi nefsine zulmeder. [3] Zulmün sözlük anlamı, haddi
aşmak ve
bir şeyi layık olmadığı yer ve konuma getirmektir. [4] Dolayısıyla
ister kasti, ister sehvi olsun her türlü hata, günah ve haddi aşmayı kapsamı altına alır. Sehvi
olan hata ve günahlara cezai müeyyidelerin verilmemesi, makam itibariyle zalim
olmamanın şart olduğu
hususlarda, sehvi hatalar açısından bile zalim olmamalarının şart koşulmasına bir
halel getirmez
O halde
imam olacak kimsenin, sehvi
hata ve günahlardan bile, masum
olması gerektiği, bu
ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır.
b) Hz. Ali (a.s)ın imametinin ispatı bölümünde de gördüğümüz üzere, Allah Teala Ulül Emr
olarak isimlendirdiği
kimselere de, Allah Teala ve Resulü gibi mutlak itaati farz kılınmıştır. [5]
Ulul Emirlerin de Hz. Resulullah (s.a.a)in
hadisleriyle Hz. Ali ve on bir evladı olduğu açıklandığına göre, on iki imamın masum
oldukları ortaya
çıkıyor.
Zira, Allah Tealanın masum
olmayan kimselere mutlak itaati farz kıldığını düşünmek mümkün değildir. Çünkü böyle bir şey Allahın hikmet ve şefkatiyle bağdaşmamakla birlikte, kendi ve Resulüne farz
kıldığı mutlak itaat emriyle de çelişmektir.
Allah Teala çelişkiye
emretmekten ve sonsuz hikmet ve şefkatine aykırı davranmaktan münezzehtir. O halde, bu ayet de imamların masum
olduklarını
ispatlamaktadır.
c)Allah Teala şöyle buyuruyor: Gerçekten Allah her çeşit
pislik ve noksanlığı siz Ehli Beytten gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı irade
buyurmuştur.[6]Ehli Beyt
ve Ehli Sünnet
tarafından
nakledilen çok sayıda
hadisler, zikredilen ayetin Peygamber-i Ekrem, Ali, Fatime, Hasan ve
Hüseyin (Allahın selamı onlara
olsun) hakkında
nazil olduğunu
beyan etmektedir.
Ömer bin Ebu Selme şöyle rivayet ediyor: Zikredilen ayet Ümmü Selemenin
evinde nazil oldu. Sonra Hz. Resul (s.a.a) Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyini yanına çağırdı ve
mübarek abasını onların
üzerine atarak şöyle
buyurdu: Allahım!
Bunlar benim Ehli Beytimdir.
Her çeşit
pislik ve noksanlığı onlardan gider ve onları tertemiz kıl. Ümmü Seleme: Ey Resulullah! Ben de onlardan mıyım? deyince
de, Hazret: Hayır, ama
sen hayır
üzeresin buyurdu. [7]
Tathir ayeti nazil olduktan sonra, Hz. Resul, altı aya
kadar, bazı
rivayetlere göre de sekiz aya kadar, sabah vakitleri, sabah namazına gittiğinde Hz.
Fatimenin
evinin önünden geçer, mezkur ayeti okur, Ehli Beytini tanıtır, onlar
için dua ederdi.[8] Tathir ayeti olarak bilinen bu ayet-i kerime açık bir şekilde
Ehli Beytin
masumiyetini (günah ve hatadan uzak olmalarını) ifade etmektedir.
Şöyle ki;
ayette geçen rics (pislik-kir) kelimesinden maksat zahiri, pislik değildir.
Çünkü herkesin pislik ve necasetten kaçınması gerekmektedir. Üstelik eğer
maksat zahiri necaset olsaydı, artık o kadar teşrifat, tanıtmak ve Peygamberin duasına da gerek duyul- mazdı. Ümmü Seleme o ayetin kapsamında
olmayı arzu
edince de, hayır cevabıyla karşılaşmazdı. Demek
ki ayetin maksadı zahiri
necaset ve pislik değildir,
...maksat
batini pislik, yani
alemlerin Rabbine karşı -günah
ve isyanda bulunmaktır.
Dolayısıyla ayetin manası şöyle olur: Allah siz Ehli Beytten her türlü günah ve isyanı gidermeyi
ve sizi tertemiz kılmayı irade
buyurmuştur. Bu
iradeden maksat, tekvini irade olmalıdır. Zira, teşrii iradeyle Allah herkesin pak olmasını irade
etmektedir. Bu ayette Ehli Beyt
özel olarak ele alındığına ve Ümmü Selemenin onun kapsamı dışında bırakıldığına göre, bu teşrii irade değil, tekvini iradedir. Allah Tealanın
tekvini iradesinin gerçekleşmemesinin mümkün olmadığı da nazara alınınca, Ehli Beytin masumiyetinin Allahın tekvini iradesi gereğince muhakkak olduğu ortaya çıkıyor.
İşte
bunun içindir ki, Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyur- muştur: Ben ve Ehli Beytim günah ve isyandan masumuz.[9]
İbn-i
Abbas şöyle
rivayet ediyor: Resulullahtan duydum şöyle buyuruyordu: Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyinin
soyundan gelecek olan dokuz imam tertemiz ve masumuz. [10]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Allah Teala Peygamberi ne
itaati vacip kılmıştır. Çünkü
o masumdur ve hiçbir zaman halkı -Allaha isyana götüren yöne yöneltmez. Emir sahipleri olan
imamlar da öyledir. Onlara itaat Allah ve Resulü tarafından
vacip kılınmıştır. Onlardan
başka
kimseye itaat kayıtsız ve şartsız vacip
değildir.
[11]
d) Ehli Beyt İmamlarının masumiyetini ispatlayan diğer bir
delil de, önceki bahislerimizde işaret ettiğimiz, Sakaleyn hadisi olarak meşhur olan
Hz. Resulullahın Ehli Beytinin kıyamet gününe
kadar Kurandan ayrılmayacağını
belirttiği ve
benzeri hadislerdir.
Açıktır ki, Cenäb-ı Hakkın ilminin tecellisi olan Kuran
masumdur. Ona ne önünden ne de arkasından batıl gelemez. Bunu bizzat Allah Teala Kuranda beyan
buyurmuştur.
[12] O halde kıyamet
gününe kadar asla Kurandan ayrılmayacak olan Hz. Ali ve Ehli Beyt İmamlarının da
masum olduğu ortaya
çıkıyor.
Zira aksi taktirde bilerek veya bilmeyerek onların Kurandan ayrılmaları söz konusu olabilir. Oysa Hz. Resulullahın bu
sahih hadisi böyle bir şeyin
olmayacağını
garantilemiştir.
e) İmamın uhdesine aldığı vazifesi -onun masum olmasını zorunlu kılmaktadır.
Nitekim resulün uhdesine aldığı vazife onun masum olmasını gerektiriyordur. Geçen bahislerimizden anlaşıldı ki,
imam Peygamberden sonra İslam
toplumunun hidäyet, terbiye ve idaresi yanı sıra, Allahın dininin koruyucuları ve müfessirleridir. Böyle ağır
bir mükellefiyet altında olan
kişinin
masum olması aklen
gereklidir. Zira aksi taktirde bu önemli görevini yerine getiremeyeceği açıktır. O
halde imamlar masum olmalıdır.
Büyük Ehli Beyt alimi Seyyid Mürtaza şöyle
diyor: İster
hata ve isyan kasten olsun, ister sehven olsun, hata ve isyan etme ihtimali
olan bir kişinin
sözlerinin bir imamdan beklenen etkide olmayacağı açıktır. Ziraterbiye üzerinde her iki çeşit hata
ve isyanın
etkisinin olumsuz yönde olduğu açıktır. Durum böyle olunca, Allah Tealanın hikmet
ve şefkati, insanların talim,
terbiye ve hidäyetiyle görevli kıldığı kimsenin önünden her türlü engeli götürmesini icap
etmektedir. O halde insanların hidäyet, talim ve terbiyesiyle görevli kılınan
imamların masum
olması
gerekir.
Allah Teala bizleri dünyada o mukaddes önderlerin
izinden, ahirette de refakatlerinden ayırmasın.
[1]- Lokman: 13, [2]- Şûrâ: 42,
[3]- Fâtır: 42,
[4]- Lisan-ül Arap c. 12 s. 373, [5]- Nisa: 59, [6]- Ahzab: 33, [7]- Yenabi-ül
Meveddet s.125, [8]- Ed-Dürr-ül Mensur, c.5 s.199, [9]- Dürr-ül Mensur c.5
s.199, [10]- Yenabi-ül Meveddet, s.445, [11]- Bahr-ül Menakıb,
s.100, [12]- Fussilet, İmamet İlâhî Bir Makamdır, İmamet Makamı,İmamın İsmeti,İmam, İnsan Vücudundaki
Kalbe Benzer, Hz.Ali (a.s)nın Hz. Resulullah
(s.a.a) Tarafından Tayini, Her zaman bir İmam vardır, masum İmamın sıfatları, tathir ayeti 24/10/2007- 21.02.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Saldıray
Berk neden hedef alındı
Onu diğer
komutanlardan ayıran bir şey var.
Ergenekon Operasyonunda evleri
basılanların, gözaltına alınanların ve
tutuklananların hemen
hepsinin ortak bir özelliği vardı. Türkiyenin
Atlantik ekseninden kopmasını, Natodan çıkmasını, AB üyelik
hedefinden vazgeçmesini ve IMF ile olan ilişkisini bitirmesini istiyorlardı.
Bu isimlere göre Türkiye, Avrasya ekseninde, Çin,
Rusya, İran ve
Orta Asyadaki
Türkî cumhuriyetlerle yeni bir ittifak kurmalıydı. Örneğin eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, bu
isteğini
yüksek sesle ifade etmişti. Örneğin Şener
Eruygur ADDnin başına
geçtikten sonra bu eksen kaymasını savunmaya başlamıştı. Örneğin Erol Manisalı bütün bir entelektüel mesaisini bu hedefe yönelik
olarak harcayan bir akademisyendi. Örneğin Doğu Perinçek çok uzunca bir süredir Avrasya
Seçeneğini
savunuyordu. Operasyonun bulaştığı Yalçın Küçük ya da Merdan Yanardağ gibi
isimler ise, zaten dünya görüşleri olan sosyalizm nedeniyle, NATO, ABD ve
emperyalizm karşıtıydılar,
dolayısıyla
onlar da içerde ve dışarıda bir
eksen kaymasından yanaydılar.
Üstelik Cumhuriyet Mitingleri Türkiyenin Atlantik ekseninden çıkmasını isteyen
güçlerin, hızla
kitleselleşebileceğini de
gösteriyordu. Mitinglerdeki yüz binler, hep bir ağızdan ne ABD ne AB, Tam Bağımsız Türkiye sloganını atıyorlardı.
İşte
bu noktada dışarıdaki ve
içerideki Atlantikçi güçler, hem Türkiyenin emperyalist planlar doğrul-
tusunda dönüştürülmesine
karşı
durabileceklerini hem de bir eksen kaymasına neden olabileceklerini düşün-
dükleri hedeflere yönelik bir tasfiye operasyonuna giriştiler.
Birinci cumhuriyetin yıkılıp
ikincisinin kurulması için bu
güçlerin engel olmaktan çıkarılması
gerekiyordu. Bu söylediklerimiz ışığında neden 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk hedef tahtasında sorusunu sorabiliriz. Öncelikle komutanlığı Erzurumda bulunan 3.Ordunun geçmişte Sovyetler Birliğine karşı kurulduğunu, şimdi ise Gürcistan ve Ermenistan sınırlarını koruduğunu
bilmemiz gerekiyor; ABDnin her
daim yakından
ilgilen- diğini ve
önemsediğini
tahmin edebiliriz. 3.Ordunun şimdiki
komutanı Saldıray Berk
ise biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla, 2.Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Özelle birlikte, NATOda görev yapmamış iki komutandan biridir. Berk, NATOda görev
yapmadığı gibi, yine biyografisine bakıldığında görülebileceği üzere, Moskova Kara Ataşeliği ve
Bakü Silahlı
Kuvvetler Ataşeliği
görevlerinde de bulunmuştur. Ayrıca Berk,
TSK bünyesindeki Rusça bilen az sayıda isimlerden biridir.
Saldıray Berk, cemaate yönelik Erzincandaki
soruşturma bağlamında
hedef tahtasına yerleştirilmiş
olabilir ama tek neden bu olmamalıdır; Berk Natocu değildir ve biyografisinden ve hakkında yazılanlardan
Avrasyacı
fikriyata yakın
Kemalist bir paşa olduğu
sonucuna varılmaktadır.
Türkiyenin
Rusyaya en
yakın sınırlarını Rusya
düşmanı ve NATOcu
olmayan bir paşa tarafından
komuta edilen bir ordunun savunmasına ABDnin sessiz kalması söz konusu olamaz. Bunlar göz önüne alındığında, Atlantikçi güçlerin ve onların
içerideki işbirlikçilerinin
Berki hedef
seçmiş olmalarında şaşırtıcı bir yan
bulunmamaktadır. Hakan
Utka Odatv.com 21.02.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Abd tskya niye düşman
oldu
Odatv.com tarihinde bu
ilk kez oluyor. İlk kez
okuyucular bir okur mektubuna çok ilgi gösterdiler. Bunun üzerine biz de N.Baba rumuzlu
okuyucumuzun gönderdiği makaleyi
manşetten verme
kararı aldık. İşte
ilgili makale
Her şey 1991 yılı başında
ABDnin Körfez
saldırısıyla başladı. ABD, Bağdata yürümedi.
Bunun yerine Irakın kuzeyinde
bir Kürt isyanı kışkırttı. Arkasından, Irak Ordusunun
36. enlemin kuzeyine geçmesini önleyerek buradaki Kürt oluşumunu
güvence altına aldı
ABDnin planı şuydu:
Önce Kuzey Irakta bir Kürt
Devleti kurmak ve sağlamlaştırmak, sonra
Irakı tümüyle işgal etmek.
Kuzey Iraktaki yeni
devleti Türkiyenin güneydoğusu, Suriyenin doğusu ve İranın batısından
koparacağı
parçalarla birleştirerek
Büyük Kürdistanı, yani
ikinci İsraili kurmak.
Bu projenin ismini biliyorsunuz: Büyük Ortadoğu Projesi
(Cumhurbaşkanı ve Başbakanımız bu
projenin resmi eş başkanlarıdır) Türkiyedeki bütün
hükümetler, İncirlike yerleşen Çekiç
Güçün görev
süresini uzatarak ABDnin Kuzey
Iraktaki Kürt
oluşumunu
desteklemesine yardımcı oldular.
TSK, bu süreçte Kuzey Iraktaki oluşum üzerinden Türkiyenin bölünme tehlikesini erken algıladı ve ABD ile karşı karşıya
gelinmesinin kaçınılmaz olduğunu da
farketti. İlk olay:
Orgeneral Torumtayın istifası Özalın, kuzeyden
Iraka girme emrini
uygulamamak için Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Necip Torumtay istifa etti. Böylece TSK, Amerikan planlarında rol
almaya direneceğinin ilk işaretini
vermiş oldu. O
andan itibaren TSKya karşı ABD
tetik düşürmeye
karar verdi. Ergenekon tertibinin
planlanmaya başlanması, o zamandır.
Özel Kuvvetler komutanlığı Neden Kuruldu
Sovyet tehdidine karşı kurulmuş olan Özel Harp Dairesi (ÖHD) Amerikan güdümündedir ve
Sovyetler yıkıldığı için tehlike ortadan kalkmıştır. Şimdi
tehdit, Kuzey Iraktaki ABD
varlığından gelmektedir, dolayısıyla, ABD güdümündeki ÖHD, ABDden gelen
bir tehdide karşı
kullanılamaz.
Geçmişteki
kontrgerilla eleştirileri
TSKda zaten
belli bir rahatsızlık yaratmıştı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Doğan Güreş, ÖHDi yeniden
örgütledi, ismini Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak değiştirdi. Yıl 1991. ÖKKnin PKKyı hedef
alması ve Kuzey
Irakta kurulan
devlete karşı tavır alması, Amerikan
denetiminden kurtulma çabasının başlangıcıdır. Tugay
düzeyindeki ÖKK, tümen düzeyine çıkarıldı. Ankarada ÖKK için
yeni bir eğitim tesisi
yapımına başlandı ama ABD
bundan çok rahatsız oldu, kullandığı pek çok kişi aracılığıyla, tesis inşaatında
yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla mesnetsiz davalar açılmasını sağladı, ÖKK eğitim
tesislerinin yapılmasını uzun süre
felce uğrattı.
Eşref Bitlis
Öldürüldü. ABDnin Kuzey
Iraktaki
planlarını bozan bir
planı
uygulamakta olan Orgeneral Eşref Bitlis, Amerikan Çekiç Güç helikopterlerinin PKKya silah ve
malzeme attığını saptadı ve bunu
bildirdi. Org. Eşref Bitlis,
Jandarma Genel Komutanı olarak,
Amerikanın Türkiyenin toprak
bütünlüğünü hedef
aldığını gördüğü, bu
tehlikeyi önlemek amaçlı, savunmaya
yönelik bir strateji geliştirdiği için
Amerika tarafından derhal
hedefe seçildi.
Org. Bitlis helikopterle Kuzey Iraka giderken, bu yolculuk önceden ABDye haber
verilmiş olmasına rağmen iki
Amerikan savaş jeti yakın uçuş yaparak
oluşturdukları vakumla
helikopteri düşürmeye çalıştılar ama
deneyimli helikopter pilotunun dalış manevrasıyla bu girişim sonuç vermedi. Bu saldırıdan hemen
sonra telsizle Amerikalılara
helikopterde orgeneralimiz olduğu tekrar bildirildi ama Amerikan savaş jetleri
saldırıyı tekrarladılar.
Helikopter pilotu büyük bir çabayla yeniden dağların arasındaki derin
vadilere dalarak kurtulmayı başardı.
CIA tarihinin en önemli suikastlarından birisi
17 Şubat 1993
günü gerçekleşti: Uçağına
yapılan sabotaj
sonucunda Orgeneral Bitlis şehit edildi. Ağustos 1994de Genelkurmay Başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı döneminde
Eşref Bitlis
Planı uygulandı ve Kuzey
Iraka Çelik
Harekatı yapıldı. 35 bin
Mehmetçik Mart 1995de Kuzey
Iraka girdi.
Kuzey Iraka giren
TSK, ABDnin egemenlik
alanına da girmiş oldu.
Bölge ABD ordusunun işgali altındaydı. ABDnin Foreign
Affairs, Foreign Reports, Mediterranean Quarterly ve Joint
Forces Quarterly gibi yarı-resmi organlarında Türk
komutanlar hizadan çıktı, Türk Ordusu
ABD-Türkiye ilişkilerini
bozuyor türünden
görüşlere yer
vermeye başladılar.
Gazi Olaylarını Kim
Tertipledi. Çelik Harekatı öncesinde
CIAnın Moskova İstasyon Şefinin CNN televizyonunda
Türkiyenin karışacağını dünyaya şöyle ilan
etti: Önümüzdeki
dönemde dünya- nın en çok
karışacak
ülkesi Türkiyedir. Şu anda
Türkiye, gizli servislerin gündeminde ilk sıraya yerleşmiştir. Gazi
Mahallesi olaylarından birkaç
gün önce, ABD Dışişleri Bakan
Yardımcısı Holbrooke,
Türkiyenin Kuzey
Irak sınırında yaptığı yığınağı
durdurmak istediklerini şu ifadelerle belirtti: Kuzey Irak
sınırına asker yığıyor- sunuz. Önümüzdeki günlerde terör olaylarının artma
ihtimali var. Oraya yapacağınız bir
harekatta dikkatli olmanızı tavsiye
ederim.mCIA Şefinin ve
Holbrookun haber verdiği gibi, 12 Mart
1995 gecesi İstanbulda Gazi
Mahallesi olayları başladı. TSK bu
tehditi önemsemedi ve Çelik Harekatı yapıldı. NATO
tarafından, üye
ülkeleri komünizmden korumak için kurulan kontrgerilla (diğer adları Gladio ve
SÜPER NATO) örgütleri, İtalyan savcının ispatladığı gibi, CIA tarafından yönetiliyordu ve esas görevleri bu ülkelerdeki
hükümetlerin ABD kontrolün- den çıkmalarını önlemekti.
TSK Karşısına Polis
Çıkarma.
Türkiye de ÖHD de kontrgerilla ile bağlantılıydı. 1991 yılında Özel
Harp Dairesinin Özel
Kuvvetler Komutan- lığına (ÖKK) dönüştürülmesi aslında bir ulusallaştır- maydı. ABD bu
kuruluştan dışlanıyor ve
hedef, Kuzey Iraktan
yöneltilen tehdide karşı
mücadele olarak tanımlanıyordu.
ABD, kontrgerilla yapılanmasında TSK yerine polisi koyma denemesine girişti. 1973 den beri İçişleri Bakanlığı içinde örgütlenen İslamcı Cunta, artık F Tipi
Gladio olarak
kontrgerilla içinde TSKden boşalan yeri
alıyordu. F Tipi
Gladionun ilk
büyük organizasyonu da 1995 Gazi olaylarıdır. ABD
ordusu, özellikle Çekiç Güç, Irakın kuzeyinde 7500 CIA Peşmergesinden oluşan bir askeri güç örgütlemişti.
Eylül 1996da, Eşref Bitlis Planı gereğince Barzani, Türk Genelkurmayının
yönlendirmesi sonucu Saddam yönetimiyle işbirliği yaparak CIA Peşmergelerini dağıttı. 200e yakın ölü veren
CIA Peşmergeleri,
ABD tarafın- dan Guam
Adasına taşındı. ABD
kaynakları, bu
harekatı ABDnin Vietnamdan sonraki
en büyük yenilgisi olarak değerlendirdi.
Bu harekattan 20 gün önce ismini açıklamayan bir tuğgeneral, Aydınlık dergisine
bir demeç vererek Eşref Bitlisin uçağının ABDye bağlı Gladio
görevlileri tarafından düşürüldüğünü açıkladı ve dergi
de 25 Ağustos 1996
tarihli sayısında bu
haberi yayınladı.
TSK, Çelik Harekatını Başbakan
Çillere haber
vermeden gerçekleştirmişti çünkü
Çillerin ABDye örgütsel bağlılığı TSK tarafından biliniyordu. 28 Şubat harekatının en önemli
başarısı,
Hocaefendiye indirdiği darbe
oldu. Hocaefendi kaçıp ABDye yerleşti.
Gıladiocu
Subaylar Tasfiyesi... Mayıs 1997 YAŞ toplantısında 160 subayın irtica bağlantısı nedeniyle
ordudan atılması, Başbakan
Erbakana onaylaması için dayatıldı. Bu
uygulama, ordu içindeki Gladioyu, yani ABD görevlilerini temizlemek anlamına
geliyordu; çünkü kontrgerilla, artık; F Tipi
GladioYdu. 28 Şubat
kadrosu içinde ABDnin Truva
Atı olan bir
de general vardı: Çevik
Bir. Çevik Paşa da hemen
sonra TSK tarafından
sessizce tasfiye edildi ve sadece bu nedenle bile, İrtica, 2002 yılı sonuna
kadar iktidara el koyamadı.
1994-1998 arasında genelkurmay başkanı olan
Orgeneral Karadayı şunları yaptı: ABD ve
NATO yuvalanmasını, yani
kontrgerillayı
genelkurmay karargahından çıkardı. Özel
Kuvvetlerin ulusal amaçlar için kullanılmasına yönelik önlemleri geliştirdi. Özel Harp subaylarımızın Çinin Uygur
bölgesinde ve Çeçenistanda kullanılmasına engel
oldu.
Türkiyeyi İşgal
Planı. 1998 yılında
genelkurmay başkanı olan Orgeneral
Kıvrıkoğlu, ABDnin bölge
ülkeleri için tehdit oluşturduğunu açık bir dille belirtti.
Kıvrıkoğlu,
Washington ziyaretini iptal etti ve NATO döneminde ABDyi ziyaret
etmeyen ilk ve tek Genelkurmay Başkanı olarak
tarihe geçti. Kıvrıkoğlu, 28 Şubatı BİN YIL
sürdürmeye kararlıyız diyen
komutandı. Demek
istediği aslında, ABD
tehdidine karşı,
bin yıl da sürse
direnilecek olduğuydu. Mesajı alan ABD,
aynı
sözcüklerle yanıt verdi:
Bin Yılın Meydan
Okuması (MILLENIUM
CHALLENGE 2002) ABD, bu isim altında, 24
Temmuz 2002de Nevada
çölünde Türkiyeyi işgal
tatbikatı yaparak gözdağı
verdi.
Bu, ABD tarihinin en büyük askeri tatbikatıydı. ABDnin yarı resmi
ajansı olan
ASSOCIATED PRESS, tatbikatın Türkiyeyi işgal
senaryosu üzerine kurulu olduğunu açık açık yazdı. Tatbikat
senaryosu alabildiğine
ilginçti. Assoc. Presse göre,
tatbikatın resmi
senaryosu şu şekildeydi:
Türkiyede bir deprem
oluyor (!) ve
TSK, karışıklığı önlemek için yönetime el koyuyor- du. Bunun üzerine ABD Deniz
Kuvvetleri önce Kıbrısı kuşatıyor ve 96 saat
içinde hedef
ülkeyi İşgal
ediyordu.
96 saat, TSKnın bir dış
saldırıya karşı hazırlanması için
gerekli olan minimal süredir ve bu süre, TSK tarafından kozmik sır düzeyinde
saklanıyordu
(saklandığı sanılıyordu). Tatbikatta
işgal süresi
olarak 96 saat seçilerek,
hedef
ülkenin Türkiye olduğu, anlayan kişilere anlatılıyordu...
Gizli Anlaşma. O dönemde Dışişleri Bakanı olan
Abdullah Gül, 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile
Ankarada 2 sayfa
9 maddelik bir gizli anlaşma yaptığını itiraf
etti. Gül, anlaşma içeriğini açıklayamayacağını, gizli olduğunu söyledi.
13 Temmuz 2003de bu gizli
anlaşmanın
maddelerini açıklaNdı. Birinci
madde: TSK ve ÖKK
4 ay içinde Kuzey Iraktan çekilecek şeklindeydi.
Gülün yaptığı bu gizli anlaşmadan 3 ay sonra, ABD ordusu Türk
askerinin başına
çuval geçirdi. Çuval
geçirme eylemi,
gizli anlaşmanın
uygulanması için bir ihtardı. Başbakan Erdoğanın o
günlerde kullandığı müzik notası vecizesi, yine, anlaşmanın
uygulanması gerektiğine ilişkin TSKya yönelik
bir uyarıydı. Biz anlaşma yaptık, Kuzey
Iraktan çık artık diyordu Başbakan, TSKya. ABD
Savunma Bakanı Rumsfeldin, çuval olayından sonra
Başbakan Erdoğana gönderdiği mektupta şöyle
deniyordu:
TSK (ÖKK
kastediliyor) Kuzey Irakta sizin
bilginiz haricinde eylemler yapmaktadır. Rumsfeld,
çuvalı Erdoğanın değil, TSKnın başına
geçirdiklerini böylelikle
anlatarak, Başbakan Erdoğanın içini
rahatlatmak istiyordu.
Beş
Genelkurmay Başkanı. Ulusal
devlet ve Kemalizm karşıtı açıklamalar
yapan, Milli Egemenlik ve Milli Güvenlik kavramlarının artık geçersiz
olduğu açıklamalarını yapan Org.
Hilmi Özkök, böylece, tarihe başına
çuval geçirilen komutan olarak
kaydedildi. Buna ses çıkarmadı, böylece Ergenekoncu olarak
suçlanmaktan kurtuldu. Başına
çuval geçiril- mesine ve Kuzey
Iraktan çıkarılmasına rağmen akıllanmayarak sınır ötesi
harekatta ısrar eden
TSKya karşı,
Org.Torumtay zamanından beri
hazırlanmakta
olan organizasyon artık açığa çıkarılacaktı ve düğmeye basıldı.
ABDye direnen
5 Genelkurmay Başkanı ve
destekleyici tüm unsurlar Ergenekon çetesi olarak suçlanacaktı. Suçlama belgeleri aslında çoktan hazırdı, ama Org.
Özkök Ergenekoncu
olmadığından, onun görev süresince organizasyon uykuya yatırılmıştı.
Organizasyonun uykudan uyandırılmasının ilk işareti Org.
Büyükanıta karşı
kullanılan Şemdinli
olayıdır.
Başrolde Fehmi Koru. O günlerde, Büyükanıt çete
kurmakla suçlandı fakat
sonuç alınamadı. Fehmi
Koru, Taha Kıvanç imzasıyla Yeni
Şafak
gazetesinde yayınlanan
30 Nisan 2001 ve 1 Mayıs 2001
tarihli yazılarında Yeniden
kurulsun diye hakkında
rapor hazırlanan
Ergenekon, çok kapsamlı, bir
partiyle irtibatı
bulunmayan, devleti
yapılandırma amaçlı bir
örgüt
demektedir. Koru, yazısında 24
sayfa olduğunu
söylediği bu
dokümanın
sonunda yazanın adının
bulunduğunu da
belirtmektedir.
Ne var ki, şimdi bu masum tanımlamadan vazgeçil- mesi, daha büyük ve kapsamlı bir
düzeneğin çalıştırıl- ması
zorunludur. Bu, günümüzde devam eden Ergenekon davasıdır.
ABDnin belirlibelirsiz her tür desteğiyle iktidara gelen AKP, Büyük Ortadoğu
Projesi kapsamında ABDye sorun çıkarmadan eş başkanlık
yapabilmek için, başta TSK
olmak üzere tüm ulusalcı güçleri
saf dışı etmek zorundadır.
Sonuç. Plana göre, bu dava sürecinde komutanlar yıldırılacak ve
1991
öncesinde olduğu gibi ABD ile
tam uyumlu olarak görev yapmaları sağlanacaktır. ABnin de bir kriter olarak dayattığı gibi, TSK sivil otoriteye tabi olacak, kendisine Atatürk tarafından
verilmiş olan ulusal
bütünlüğü ve
laik cumhuriyeti koruma
görevini unut acaktır.
AKP
sivil darbe ile değil,
seçimle geldi itirazı yapacak
olanlara da şunları
söylemeliyim: CIAnın yan
kuruluşu Rand
Corporationun yayın
organlarında ve
ABD strateji merkezlerinin hazırladıkları raporlarda şöyle deniyor: ABD artık ANAP ve DYP gibi partilerle Türkiyeyi
kontrol edemez, Fazilet Partisinin başına yenilikçi kanadın geçmesi, Tayyip Erdoğanın Başbakan, Abdullah Gülün de Dışişleri Bakanı olması halinde ABD Türkiyeyi kontrol altında tutmaya devam edebilir.
Tarih:20 Ekim 1996. Ve ABD Ankara büyükelçiliği yapmış CIA eski elamanı Abramowitz: Erdoğan, Erbakanın yerini almalıdır Bu tarih de, 3 Kasım 2002 seçimlerinden 6 yıl öncesidir ! Mektup böyle
Artık üzerinde durup analiz etmek odatv.com okurlarının işidir
Not:
Hukuki olarak siteyi zora sokacak bazı isimler de kısaltmalara gidilmiştir. Odatv.com12.01.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Tarihin Şahitleri,
dinin ve
tarihin beşiği, bölgenin
üzerinden, toz duman
bulutlarının dağılması, Vicdani duyarlılığınız ile
mümkündür.
Allahın selamı, Ona iman edenlerin üzerine olsun.
Ehli Vicdan Sahipleri. Allah için uyanın, uyduklarınız, eğer dinde ihlası esas alıp harfiyen
uyarak kutsala emanete hürmet ediyorsa Peygamberinin izinde; eğer dinde menfati
esas alıp birkısmına uyup
birkismını hafife alıp kutsal
emanete eziyet ediyorsa şeytanın izindedir. Dinin
siyasallaşmasının mimarı milligörüş ve Erbakan
İslam
Ümmetinin başına
gelmiş Cengiz
handan daha büyük bir müsübet idi. Yıllardır doğu halkını partiye
kanalize etmek için kürt meselesini kaşıdılar. Yıllardır Orduda namaz kılan her
Müslümanı milligörüşcü
gösterip, atılmasına zemin
hazırlayarak, Ordu ile
Halkı arasına nifak
tohumları ektiler.
Ey Vicdan sahipleri eğer
biliriseniz Dünya, TSKye çok şey borçlu.
Sayın Erbakan Başbakanlığı sırasında şeytanın yardımcısı
müslüman kılıklı karanlık ruhlu üfürkçü hocalarına güvenip
Rektörlerin (masum istismar edildiğinden habersiz) kız çocuklarına selam duracağını söğledi.
Partililerde siyasi hükümete ona
güvenip, hocalarımız falan Prof hocanın işini bitirdi; falan Prof hocalarıda ele aldı üfürmeye başladı. diye demeç verdi. Hürriyet Gazetesi yayınlandı.
Tayyip bey ilbaşkanlığından beri Erbakan ve dinin için boşaltıp bölge
için emsal olacak,
ideolojisini siyaset alanından bertaraf etmek için
hazırlandı. Yani üzerine
bir Rahmet isabet etmişti... taki bölücülüğü çağrıştan
hallerine kadar.
Şimdi
ise onların Orduya
yaptıkları şeytani
yönlendirme baskı, mevcut
siyasi hükümete yansıyacak.
Yani, AKP ve Güleni bitirme düzmece uydurma hareketi Allahın izni ile din ahlak
maneviyat dairesinde, Gülen
(ftö) hareketinin arzi müsübeti AKPnin bitmesine zemin hazırlayacak gerçekleşecek. Böylece, herkimki dinin
tahribine yardımcı olur
ise onların müsübeti,
Allahın hesabı gereği, onlarıda kuşatacak. İnşAllah. haci
bayazit 18.03.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Hizbullah,
Filistin İçin
Her Türlü Bedeli Ödemeye Hazır
Hizbullahın Güney
Lübnan temsilcisi Şeyh Kavuk,
Filistinli çocuğun fırlattığı taşın
Arapların
zirvelerinden daha etkili olduğunu söyledi. Lübnan İslami Direnişi Hizbullahın Güney Lübnan temsilcisi Şeyh Nebil Kavuk, Lübnanın Marun Ras bölgesinde düzenlenen Filistin ve
Kudüs İçin
Müslüman Alimler Toplantısında yaptığı konuşmasında,
Hizbullahın Filistin
için her türlü bedeli ödemeye hazır olduğunu söyledi.
Şeyh Kavuk Kudüs, artık
konferanslardan, zirvelerden ve konuşmalardan bıktı.
Filistinli bir çocuğun Siyonist
işgalcilere fırlattığı bir taş dahi, Arapların düzenlediği konferanslardan ve zirvelerden daha büyük etki yaratıyor. Kudüs,
yiğitleri ve
havaya kaldırılan
silahları özlüyor.
Sadece güney Lübnandaki direniş bile
konferanslardan ve zirvelerden İsraili daha fazla korkutmaktadır. İsraili
konferanslardan, zirvelerden korkma- maktadır dedi. Şeyh Kavuk Marun Rastan, zafer
kazanan güney Lübnanda Sünni ve
Şii alimler
olarak bir araya geliyor, bir tek mezhepte, direniş mezhebinde
birleşiyoruz.
Filistin halkı bilsin ki
bizler, Mescid-i Aksa ve Kudüsü savunmak için en ön saftaki konumuzu koruyacağız.
Kudüsün surlarında,
Filistin bayrakları dalgalanıncaya kadar
en ön safta kalmaya devam edeceğiz dedi
Hizbullahın Filistin
davasına verdiği desteği
kesebilmek için uluslarası ve
bölgesel baskıların sürdüğünü
belirten Şeyh Kavuk Ey Kudüs!
Senin olmadığın bir zafer, hezimettir. Kudüs, gasbedilmişken, her
türlü onur, eksik olarak kalacaktır. Hizbullah, kanını ve canını Filistin
için feda etmeye, her türlü bedeli ödemeye hazırdır.
Hizbullah, Filistine verdiği desteği asla
kesme- yecektir. Bu, Seyyid Abbas Musavinin bize vasiyetidirdedi. İsraille yapılan barış görüşmelerinin Filistine ve bölge halklarına hiçbir getirisinin olmadığını kaydeden Şeyh Kavuk İsraile karşı
verilecek tek yanıt, direniş
stratejisini güçlendirmek ve bölgede yaygınlaştırmaktır. isra haber
Lübnan 28.03.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
İran,
Pakistanda kaçırılan
diplomatını
kurtardı!
İran İstihbaratına bağlı İmamı Zamanın Adsız Askerleri
tarafından özel
bir operasyonla yakalandığını açıkladı. Bir süre önce Pakistanda kaçırılan İranlı diplomat, İran
istihbaratına bağlı İmamı Zamanın Adsız Askerleri
tarafından
düzenlenen nefes kesici bir operasyonla kurtarılarak İrana
getirildi.
2008 Ekiminde Pişaverde silahlı bir grup tarafından kaçırılan İranlı diplomat
Haşmetullah
Ettarzade, İran İstihbarat
Bakanlığı özel görevlilerinin (İmam-ı Zamanın Adsız Askerleri) operasyonlarıyla kurtarıldı. İran İslam
Cumhuriyeti Pişaver
Konsolosluğu, kurtarılan İranlı diplomatın İrana ulaştırıldığını açıkladı.
Bölgeye güya terörle mücadele adı altında sızan ABD ve
yandaşı
ülkelerin tam tersine, bölgede terör ve adam kaçırma girişimlerinde bulunduğuna dikkat çeken yetkililer, ABD ve İsrail
ikilisiyle onlara taşeronlukta
bulunanların, her
zaman hezimete mahkum olduklarının altını çizdiler.
Dışişleri
sözcüsü Mihmanperest: Diplomatımızı kurtardık, gücümüzü
gösterdik!.. İran
istihbaratının,
Pakistanda kaçırılan İranlı
diplomatı
kurtararak ülkeye getirmesi, İranın bölgedeki gücünü bir kez daha ispatlamış oldu. İran İslam
Cumhuriyeti Dışişleri
Bakanlığı sözcüsü Ramin Mihmanperest , 2008 Ekiminde Pişaverde
silahlı bir
grup tarafından kaçırılan İranlı diplomat
Haşmetullah
Ettarzadenin alıkonulduğu mekanın, İran
istihbaratı tarafından
tespit edildikten sonra bir dizi karmaşık operasyonlardan sonra başarıyla
kurtarılıp İrana
getirilmesini, İran İslam
Cumhuriyetinin güç
ve iktidarının en
belirgin göstergelerinden biri olduğunu açıkladı. Pakistan makamlarıyla yapılan bir dizi görüşmeden hiçbir sonuç alınamayınca İran istihbaratının bizzat devreye girerek ülkesinin diplomatını kurtardığını belirten Mihmanperest, bunun İran
istihbaratı için
büyük bir başarı olarak
kaydedildiğinin altını çizdi.
2008 Ekiminde Peşaverde
silahlı bir
grup tarafından kaçırılan İranlı
diplomat Haşmetullah
Ettarzade, İran İstihbarat
Bakanlığı özel görevlilerinin operasyonlarıyla
kurtarılıp İrana
getirilmişti..
Rast Haber 30.03.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Düşmanın en
son silahı, Şii-Sünni
fitnesini körüklemek!..
Lübnan Hizbullah
Hareketi Genel Sekreteri, bölgeye istila planının son bulduğu ve işgalci İsrailin dağılmakta
olduğuna değinerek Düşmanın en son
silahı Şii-Sünni
ihtilaflarını körükleme
konusu başta olmak
üzere Müslümanları bölme
projesidir dedi.
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan
Nasrullah, Kuveytin Er-Ray
televizyonuna verdiği röportajında Lübnanın eski Başbakanı Refik
Haririnin
öldürülmesi olayıyla ilgili
yargı düzeyinde
bir araştırma başlatılması konusunda
görüş
belirtirken, söz konusu mahkeme ve araştırmalarına
güvenmediklerini, bunun için de yeteri kadar delilleri olduğunu
belirtti. Nasrullah açıklamalarının devamında Refik
Haririye suikast
olayında katil İsrailin parmağı
olduğunun altını çizerek İsraili, bomba
yerleştirmekle
suçlayan ip uçları var
elimizde. Fakat Araştırma Komitesi bu ip uçlarını incelemeye yanaşmıyor ve İsrailin bu olayda suçsuz olduğunu ileri sürüyor. Bu da, bu araştırmada
adaletin dikkate alınmadığının bir göstergesidir dedi.
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Nasrullah açıklamalarının başka bir
bölümnde bölgeye istila kurma projesinin sona erdiği, zira
işgalci İsrailin
çözülmeye ve dağılmaya
doğru gittiğinin altını
çizerek, Artık bu
durumda düşmanın en son
silah olarak düşündüğü proje,
Müslümanlar arasında
bölücülük ve gruplaşma
fitnesini körükleme ve özellikle de Şii-Sünni ayrılığı fitnesini alevlendirme projesidir dedi. Seyyid Hasan Nasrullah: FHA 02.05.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Hacı Bayazıt
Wien, am 20.04.2010
Alser Strasse 30/26,
1090 Wien
An das
Bezirksgericht
Josefstadt,
Florianigasse 8, 1080
Wien
Konu: Postadan 12.04.2010 tarihinde almış
olduğum 1P
109/5z-212 numaralı
Bezirksgeriht Josefstandın 07.04.
2010 tarihli kararının usulune
itiraz ediyorum.
Alemdeki olaylar din ahlak maneviyat dairesinde gelişir.
Devletler maneviyat ehlinin feraseti, halkı Allahın hesabına yatkın hazırlamsı ile kurulur. Yıkılımasıda, din
adamlarının maneviyatdan uzaklaşıp,
dinde tahribat
yolu açarak halkı şeytanın hesabına yatkın hazırlamsı ile olur.
Bayezid-i Bistami hazretleri, kalbimin köşesinde
bekleyeni melek sanıyordum meğer şeytanmış;
der, otuz senelik ibadetini iade eder... ama aleme ışık tutacak böylesi bilgiler gizlendiği için;
Müslüman, şeyhin
efendinin abinin karanlık tahribat
yolundan gelip kalbinin köşesine yerleşmiş şeytanı, cibril
olmuş nefsi sanıyor.
Edirnede Selimiye Camisi yapılırken, işçinin biri
devamlı taşı
birakacağı
temele bırakmadan
geri götürürmüş. Bunu
gören Mimar Sinan sebebini sorar. İşçi sabah boy abdesi alacak su bulamadım onun için
gönlüm razı değil boy
abdessiz, bu Mabedin temeline bir taş koymaya der. Mimar Sinan hemen işi paydos
edip önce hamam yaptırır.
Devlet böylesi itikat ve amele sahip Mimar İşçiler
ve Cemat üzerinde maneviyat ve adalet burcuna yükseliyor... Bu olaya
mütakip/muhalifeten; İcazet
alacak Şeyh adayları Edirnede başka bir
Caminin odasına akşam girip
beklermiş... Bir
müddet sonra bir kız cin
gelir; eğer icazat
alacak aday gece cin kıza namaz kılmayı öğretir ise
sabah birlikde çıkar, Haya
Perdesini Bırakıp icazati alırmış. Böylece,
ulu
Mabedler içinde cinler insi/taşıyıcıları ile cirit
atmaya başlayıp, devleti,
maneviyat ve adalet burcundan aşağı doğru dinin dört ana
esasından
ikisini hafife alan tefsirci/ mealci kız tarafı ile boşaltıp, diğer ikisinide gayleye
almayan, gelenekci/ bidatci oğlan tarafı ile yıkılmaya
müstehak hale hazır- amışlar.
Saidi Nursi yiğit adam, vefatından üç sene önce, Ben siyaset yolu ile devlete hizmet
etmek istemiştim, diyor.
dinin siyasete
aleti, kız cin ile
birlikdeliği ima
ediyor, pişmanlığını dile getiriyor... Yani,
Süleyman aleyhissellam gibi şeytan haber taşımaya mecbur edilir diye fetva vermiş.
Şeytanı
perdelemek içinde evliyanın
ruhaniyeti sineğin
kanadı ile
gelir demiş; şahsi
manevisi ismi ilede yol açmış. Böylece sinek kılığında gelen şeytan Nur şakirtlerini telkine alıştırıp, sonra kulak ve kafasına
girip ağrı ile
bağımlı ediyor.
Kuranda, Neml
Süresi. 39 ve 40 belirtilen, Süleyman (a.s)ın Belkisin tahtı ile ilgili, Cinlerden bir ifrit, Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz
ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim dedi. 40. Kitaptan ilmi olan kimse ise, Gözünü açıp
kapamadan, ben onu sana getiririm dedi. İlim sahibi zatın, Süleyman (a.s)ın veziri Asäf bin Bahriyä, yahut da Hızır olduğu riväyet
edilmektedir. Vezir, ifriti koğup, kendi ilmi ile tahtı getirir. Cinlerin, Süleyman (a.s)ın
hizmetinde çalışdığı anlatılan kıssada; ise, cinlerin gaibin ilminden habersiz olduğunu; haber
ve söz taşımasına inanılmamasını ikaz
eder. Aksi durum, Kuran-a muhalifetdir.
Din adamları manevi yolda ilerlerken İbrahimi karekteri ile karşilaşınca;
şeytan iki
erkek, folklorik sofiler ve Kuran-a musallat olmuş faize fetva verip, Allaha şavaş açan
Süleymancılar olarak
görünüp, (yani bunları ileri
sürer) döndermek
için telkin
eder... Onlar iki kişi, sende bu
kız çocuğu ilmi
siyaset ile ol
güçlen der. Böylece her dönen birisi ile insanlar
müsübete müstehak hale hazırlanıp, bölge ve bölgesel oluşumlar zafiyetler ile onların bilmeyeceği şekilde yanıltılıp, terörün
fiziki hale dönüşmesinde insanlar, sebeplerin
manevi arzi boyutunu hazırlayanlar
ile içli dışlı olup, bilmeden
müsübete açık hale
geliyor/getiriliyor.
Dini ve tarihi
mirasın beşiği bölgenin
üzerinde rahmet bulutlarının oluşması
için, diğerlerinin
deşifre edilip, insanların uyarılması gayreti
ile Allahın selamı, rahmeti
üzerinize olsun. Haci Bayazit 27.08.09
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Bezirksgericht
Josefstadt 028
1 P109/05Z-216
Florianigasse 8, 1082 Wien
Haci Bayazit Alserstraße, 30/2/26 1090 Wien
Soweit
in diesem Formular personenbezogene Ausdrücke verwendet werden, umfassen sie
Frauen und Männer gleichermaßen.
Pflegschaftssache
20.04.2010
Betroffene Person:
Haci Bayazit Alserstraße 30/2/26 1090 Wien
20.04.2010 tarihli yazınızın,
07.04.2010 tarih ve 1 P 109/05z-212 sayılı karara karşı bir
Temiz (itiraz) teşkil edip
etmediğini 7
gün içinde mahkemeye bildirin.
Bezirksgericht Josefstadt
Mag. Claudia Chatah (RICHTERIN)
Hacı
BAYAZIT
Wien, 26.04.2010
Alser Strasse 30/26, 1090
Wien
An das
Bezirksgericht
Josefstadt,
Florianigasse 8, 1080
Wien
Konu:
20.04.2010 tarihli, 1 P 109/05 z 212 sayılı yazılarım,
Josefstadt Bölge Mahkemesine
Yüksek Mahkeme!
Jossefstadt Bölge Mahkemesinin 07.04.2010 tarihli
kararına karşı,
açık süre
içerisinde, yukardaki 07.04. 2010 tarihli, 1 P 109/05z-212 sayılı yazılar,Temyiz
hakkını temsil
belirlenir.
Saygılarımla
Hacı BAYAZIT
Bu Mahkemeye özel olarak gelmiş yüksek rutbeli bir
devlet adamı. Bana
Neden bunları yazdın, dedi?
Ben
Benim var oluş sebebim Mahkeme üzerinden bunlar (dini tahrip edenler) ile mücadele
etmek, dedim... Mahkeme sonucu Sachwalterin mahkemelere karşı
kararı değişti. ... Bu olayı takiben 16
Wiende Diyanete
bağlı Ulu Cami
imamı bir Cuma
namazı çıkışı biz Mahkemede
şahitlik
yapacaktın dedi; ima
ile... ama Ümmetin Ehli Beyt üzerinden imtihanının açığa çıkıp; ilk üç halife devrini gölgeleyen perde kalktığı için şeytan onları din adamı olarak Mahkemeye süremedi. Austurya Devleti Mahkeme üzerinden islamın hakikatını (Ehli Beyti) gördü önceki
sünni islam inancı değişti;
diyanetin ve muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi gurupların imamlarına din adamı olarak oturma
musadesi vermeyi kaldırdı. F.Gülenin, Vatikan, Pentekon, TelAviv onayına bağlı
Mesihlik bağlantıları kesilip; İklim değişimi ile mücadelenin zemini oluştu.
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
Şakirt Fetullah Gülen
Bismillah...
İlk
kendisini ağlamaklı hararetli
vaaz kasaetlerinden tanıdım. 80
öncesi bayağı
radikal sayılabilecek
vaazları vardı. Ve seksen darbesinde herkes aranırken o İzmirde en
merkezi camiide yine kürsüdeydi. Üstelik adı da arananlar listesinin en üstelerinde iken.. bulunamıyordu.. Şakirt
deruni yönü çok güçlü kelime hazinesi çok geniş birisi. Konuşmalarını dinlediğinizde hiç de boş biri olmadığını görüyorsunuz.. kekeleme düşünme dil
sürçm- esi yok denecek kadar az olan güçlü bir hatip.
Bir o kadar da siyasi dehaya sahip. Herkesin kaçacak
delik aradığı 28 şubat post modern darbesinde onun üzerine de
gittiler. O, devletim isterse tüm okullarımı eğitim
bakanlığına devretmeye hazırım kendim de hiç konuşmam ömrümün sonuna kadar bir mağarada
bile yaşayabilirim
diyerek tüm şüphe ve tereddütleri
savacak kadar bilgili bilinçli..
Ama buna rağmen ülkesi onu kabul etmedi onun değerini
bilmedi ve ömrü ahirinde ecnebi memleketinde yurda hasret günlerini tüketmekte.
Tedavi dense de gerçekte Şakirtin
ülkesine dönememesinde başka
etkenler söz konusu. Buraya kadar yazdıklarımız zahiri görünüm ve halkın geneline yansıyan şekliyle dıştan bakışlar. -Oysa olayların iç yüzleri de var ve hakikat genelde bu iç yüzlerinde olayların... Şakirt
çok ince kurnaz bir siyaset gütmektedir. Ki bu siyasetinin temel maskesi siyasete
karışmayız sloganı oluşturmaktadır. O
siyasetin tam merkezinde, belki de yönlendirici tepe noktasındadır. Öyle
ki iç siyaset kendisine yetmeyip çapını genişletmiş dünya siyasetine müdahil olmak istemiş ve
kendisine göre dünyanın yönetim
merkezi gördüğü ABDye taşınmış
karargahını oraya
kurmuştur.
Etkili de oldu tabi bu taşınmada.
Böylece siyasal İslama karşı
en etkili mücadele yöntemi olan ılımlı İslam temsilcisi olmuştur.
Dünyada ABD, şeytani plan ve acımasızca sömürü ve fesadı için bu etkili silahı kullanmak için -bizzat en iyi aday Şakirti
kanatları altına almıştır. Artık nerede
bir ABD üssü var orada Şakirt
okullarını
görmeden edemezsiniz. Ve bu okullar bulunduğu ülkenin aristokratlarına hitapla geleceğin yöneticilerini yetiştirirler. 30-40 yıl sonrasının yöneticileri böylece ABD kolların da
yetişen ılımlı İslamcılar bu
okullardan çıkacaktır.
Türkiyede
kendini güç sananlar Şakirti tanımayanlardır.
Devlette bile işsizlik,
diplomalı işsizlikten
geçil- mezken istihdam sıkıntısı olmayan
tek kurum Şakirt
holding şirketidir.
Yurt içi ve yurt dışı iş garantili okul cemaat yapılanması özenle
tıkır tıkır
yürümektedir.
Tüm bu işlerin çuval çuval dolarlar (pardon finans finans
bankalar) olmaksızın
yürümesi mümkün değildir.
Bu cemaatin gazete, tv ya da bir kaç hayır sahibinin bağışlarıyla dönecek bir çark değildir. Hiç bir yurt dışı yoksulluk içinde okul açma çalışmasında koşuşturan
nurcu erlerin gizemli hikayeleri bu açığı kapatacak türden değildir. Bunu ancak hayattan habersiz çocuklar ya da
kafasını kuma
sokmuş dünya
ticaretinden ve dengelerinden habersiz saf cemaatçiler inanabilir.
Böyle bir atmosferde Şakirtten Gazze olaylarında farklı açıklama beklemek, gücünün üstünde bir beyan ummak mümkün
müdür? Herkes bu olaylarda durduğu yerden konuşmaktadır. Ve Ahiretteki konumu da bu konumdan farklı olacak
değildir.
Peki nedir Şakirtın durduğu konum.
Dünya siyasetine maddi açıdan
bakan birisi için siyonizmin gücünü görmemek imkansızdır. İşte
ABDde yaşayan
hoca bunu gördü. Ve kendisi bundan sonra her işinde İsraili efendi sayıp ondan izin almaya başladı. Ondan izin almadan dünyada bir iş
yürütmek mümkün değildi
çünkü.
Çünkü dünyada siyonist İsrail ona göre tam bir hüküm süren tanrı idi...
Öldürdüğü ölür
yaşattığı yaşar, izin verdiği iş yapar, izin vermediğinin okulları tv leri kapanır şirketleri batar.
Böyle bir güce teslim olmuşluk altında biri
gün geliyor penceresini açtığında gözü bir karartıya ilişiyor. Siyonist tanrılarının arasında hiç sağa sola aldırmadan başı dik yürüyen bir gurup var. Siyonist tanrı mağduru
mazlumların
elinden tutmak için elini uzatmış, var olan tüm onuruyla yürümekte yoluna.
Şakirt
gözlerini ovuşturarak
hayal gördüğünü sanır önce
çünkü hiç hayalinden bile geçiremez bunları. ve içlerinde kendini adam yerine koyan birileri bu işi nasıl yapalım der.
Onlara tanrıdan
izinsiz ha! der. ve kervan yürür gider. Sonunda siyonist kan içici tanrı
gazaplanır ve
küfürler savurarak kervanın yolunu
keser, mağdurlara
yardım
edecekken onları mağdur
duruma düşürür. İşte
Şakirt
bir kez daha yanılmadığını görüp siyonist tanrısına şükret-mek-tedir... Daha bir samimiyet ve ihlasla nasıl bir
güçlü tanrısı olduğunu
hissedip ibadetini kulluğunu daha
bir pekiştirmektedir.
Ya tanrının hak olması sonsuz hayat, hak adalet özgürlük zulüm mağduriyet
gibi kavramlar mı!.. Günün
birinde hayatın sadece
dünyadan ibaret olduğunu
kabul edip beyinlerini ve vicdanlarını bu yalanla ezenlerin sar-sıla-cak-ları an gelecektir. O zaman kimlerin -kime taptığıayan beyan ortada olacaktır. Dünyanın zalimlerine
yakın durup
ateşe
tutulanlar hatta bu zalimlerle birlikte zulüm ateşi yakanların kandır-dık-ları da kurtulamayacaktır
Bu olay bana Ebu Hureyreyi hatırlattı.
Muaviyenin kuduz köpeği Busr b. Ertatla her yerde cinayet işlerler,
Medinede 20
bin Müslüman kanı döker,
sahabe katleder, kadınların ırzlarına
geçmeyi mübah görürler ve
sonrasında Ebu
Hureyre oraya vali bırakılır. Busr
köpeği kan
dökmeye Basraya yol
alır. Olayın ilgisi
belki de aynı hadis
ve siyasetten beslendikleri içindir. Ali Mert 09.06.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11
Allahın
selamı,
Ona ihlas samiyet ile kul, Habibine Ümmet olanların
üzerine olsun
Sözde Anayasa Prof'u
Burhan Kuzu diyorki, bu anayasa ile olmaz, bu anayasa millete dar geliyor. Yani
demek istiyorki; biz bu
devleti parçalayacağız, ama bu
anayasayı aşamıyoruz; onun
için bu anayasanın değiştirilmasi
lazım.
Anayasa Mahkemesi; birbirinin tahribatından
beslenen siyasi partilerin siyasetcilerin değil, devletin bölgenin güvencesi bekcisidir. Anayasa
Mahkemesi devletin bölgenin İslam
ümmetinin üzerinde şeytani
hesapları olanların
ensesinde, Ebu Zerr-i Gafarinin kılıcıdır.
Türkiye dini ve tarihi konumu gereği İslam
aleminin dünyaya açılan kapısıdır. Müslüman
türk İslamdan çıkamaz; eğer çıkarsa
kendisini kaybeder; samimi Müslümanların gördüğü, insanların bildiği yerden çıkan
kemirgen bitki gibi mahluk dünyayı kaplar. Müslüman türk İslam ümmetinden ayrılamaz; eğer ayrılırsa herşeyini,
tarihini, medeniyetini, köklerini var oluş gayesi, efsanesini kaybeder.
Allah(c.c) Müslümanları; korkularını ilah
edinip ilahlarını, küresel
güçler ile perdeleyen, insanları cehenneme
sürüklemede şeytana yardımcı olan, din
iman hırsızlarının
müsübetinden, en azından imanın en zayıfı, Buğz etmeniz
ile korusun, onları bertaraf
eylesin. Amin. Hacı Bayazıt
10.06.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12
Allahın
muhteşem
yaratığı, tarihin şahitleri.
Dinler arası diyalog,
önceki ve son din İslamın ikinci
ana esası
Peygamberini perdeleyip, insanlara uydurulmuş yeni bir din; deccalizmin misyonudur.
Fetullah Gülen de deccalizim misyonunun ileri birliği, karaya
vurmuş oturmuş yanıdır. Vatikan uyandı anladı bu
gurupların İslamı, Müslümanı temsil
edemeyeceği kabul
görmeyeceği, dinler
bahcesi, temsili sırat köprüsü
gibi etkinlikler ile insanları kurtuluşa karşıya değil, önlerinde engel olup aşağı ateşe
itdiklerini.
F.Gülen şeytanın telkinlerini, uyanıkken kendi şekilinde veya rüya yolu ile kapı giriş çıkışı, pencere altı, mutfak, çöplük, kulak çınlaması, göz
sarimesi, dolgu dişlerden
gelen sesler ile alan bağımlılarını, adanmış
ruhlar diye aldatıp, ümmetin ismaillerini asrın nemrutlarının ateşine adak
yapıyor.
Böylece, İslam dairesinde yapılan tahripat haya ve bereketin kalkmasına zemin olup, anarşi kaos ve küresel ısınma, olarak
zahire yansırken,
küresel devletlerin iktisadi değişimide hoşgörü,
diyalog ılımlı İslam
yanıltmaları ile
engelleniyor. Yani, onların
zülümlerine dolaylı olarak
zemin hazırlıyorlar.
Allah(c.c) vicdani duyarlılığınız ile alemi
İslam ve insanların
kalplerinin üzerindeki, üç gaflet perdesini kaldırıp insanlığın ismaillerini, asrın nemrutlarının ateşine hazırlayları bertaraf
eylesin. Allah(c.c) vicdani duyarlılığınız ile alemi
insanlığı aydınlatsın. Amin. Haci Hayazit 13.06.2010
17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13
Ortadoğu Birliği tezgahı
Banu Avar, İsrail ve
ABD büyükelçiliklerinin aktif müdahalesi ile TRTdeki işinden edilmişti, bilirsiniz. Sınırlar Ötesi programının Filistin Bir Bıçaktır, Kalbimize Saplanır bölümüne hükümet tarafından yayın yasağı konulmuştu. Muhammet ve Duvarlar bölümü güçlükle yayına
girdi. Çünkü İsrail
yetkililleri TRT kapısına
dayanmıştı. Şimdiki Filistin
efelenmeleriyle ne
kadar ters bir durum. Anlayın yani!
Sitesinde, anlattığına göre Gazze ile ilgili büyük bir oyun tezgahlanıyor. PKKnın avukatı,
Türkiyeyi İnsan
Hakları adı altında
yerden yere vuran AP Yeşiller
grubu lideri Daniel Cohn Bendit, parlamento oturumunda Gazze harekatından
beklentilerini açıkladı: AB Türk
ordusuyla birlikte Gazze geçiş kapılarını kontrol etsin.
Yani AKP
ile direnişi
çökertip, BMnin
kabul edeceği
Vatikan benzeri bir Filistin. Kim bu Yeşiller? Türkiyeye en çok saldıran Caludia Rothu ile, Cem Özdemiri ile Türkiyede etnik bölme operasyonunda başı
çeken, Heinrich Böll adlı Alman
Vakfı
güdümünde bir parti. Almanyadaki tüm vakıflar gibi, bu vakıf da istihbari görevleri olan ve devlet tarafından
finanse edilen bir vakıftır.
Almanyadaki tüm
vakıflar
siyasi partilerle bağlantılıdır ve
devletin istihbarat örgütünü oluşturan yapılardır. Dolayısıyla herhangi bir partiden bir yetkili öyle durup
dururken bir şeyler,
söyleyemez. Bendit de belli bir planın çerçevesin de Türk askeri Gazzeye önerisini ortaya atmıştır.
Banu Avar 1, Dünya harbinde, Alman Paşalar
güdü- mündeki Sarıkamış
faciasını hatırlattıktan
sonra şöyle yazıyor: Açık olan şudur ki,
tıpkı o zaman
olduğu gibi,
bu gün de Küresel Güçler petrol ve doğal kaynakların merkezi Ortadoğu ve Doğu Akdenizi tamamen kontrol altına almak istiyorlar.
Pentegonun önde gelen adamı Yahudi, CİA görevlisi Richard Perle 90larda Türkiye
ABDnin
Ortadoğudaki çıkarlarının
bekçisidir demişti.
Görüntüde Türkiye One minutla, Gazze harekatıyla, İrana yakınmış gibi yapmasıyla, bölgede güç odağı oluyor. ABD projesi Ortadoğu federasyonu kurma yolunda adımlar atıyor. ABD ile elele Avrasya ile Ortadoğuyu şekillendirmeye
soyunuyor. Fuller, Ortadoğuya akılcıl geri
dönüş,
Kemalist değerlerin
indirgenmesine bağlı
diyordu. Fuller bir Ortadoğu, CIA-Türkiye uzmanıdır. Şöyle diyor: Türkiye 1945 ile 1975 arasında
Ortadoğu
sahnesinden yok oldu. Amerikanın sadık bir müttefiki haline geldi. Şimdi
yavaş yavaş
Kemalist değerler
Türk politikası içinde
daha normal bir seviyeye indirgeniyor.
Bugün Yol haritasi Türkiye jandarmalğında bir Ortadoğu federasyonuna işaret etmektedir. Kıbrısla Türkiye ve Gazze şeridi arasındaki üçgen ele geçirilirse en büyük petrol yataklarının
denetimi de sağlanmış
olur. Küresel güç, Türkiyeyi AB kapısında tutma oyunundan vazgeçti. AB fiilen yok oluyor. İkincisi,
küresel güçlerin Avrupa uzantısı Türkiyeyi Doğu Akdeniz birliğine doğru itiyor. Türkiye AB kapısından bıktı.
Siyasilere, Amerika nın Ortadoğu
liderliği
teklifi cazip geliyor. Ayrıca bir yıl içinde seçim var. Türk halkının yumuşak karnı
Filistin ve soydaşlarımız için
yapılacak
herhangi bir harekat, Başbakan
Yardımcısı Hüseyin
Çelikin tanımıyla halkın gazını alıyor ve iyi
bir seçim yatırımı oluyor.
Hem de her gün kan kaybeden Türk milletine başkaldırma duygusu veriyor.
Ama tüm bu aldatmaca uzun sürmeyecektir. Türk
milleti, özellikle Batıya
beynini kiraya vermiş olanlar,
başlarına
örülen çorabı
farkedecek, Allahla
aldatanları, Mason
mahfillerinden yol gösterenleri ve onların patronu emperyal odakları şaşkına
çevirecektir. Afet Ilgaz 21.5.10
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Müslümanların
iman gücü karşısında dünya güçleri bir hiçtir.
İran İslami Şura
Meclisi ulusal güvenlik ve dış siyaset komisyonu başkanı, dünya güçlerinin Müslümanların iman
gücü karşısında hiç
güçlerinin olmadığını bildirdi. İran İslami Şura Meclisi haber ajansının bildirdiğine göre İslami Şura meclisi Milli güvenlik ve dış
siyaset komisyonu başkanı Alattin
Brucerdi dün Tahranda
Pakistan partileri liderleri ve Ehli Süne ulemasından bir grubu kabulü sırasında yaptığı konuşmada, uluslar arası güçlerin kendi çıkarlarını korumak amacıyla İslam ümmeti içerisinde ihtilaf ve tefrika çıkarmaya
çalıştıklarını ve şeytanın bu
oyununu etkisiz bırakmanın ise İslam
ulemasının
üzerinde var olan çok ağır
bir sorumluluk olduğunu
bildirdi.
Brucerdi şöyle dedi: İslam dünyası çok geniş kapasiteli zengin, imkanlar ve kudrete sahip azim bir
İnsani-kültürel
mecmuaya sahiptir ve İran İslam
Cumhuriyeti, uluslar arası arenada
bu gücü hayata geçirmek ve Müslümanların hak ve hukukunu savunmak gayreti içindedir. Brucerdi
İran İslam
Cumhuriyetinin, Müslüman ülkelerin gelişmesi ve kalkınması konusunda her türlü yardım ve katkıda bulunmaya hazır olduğunu hatırlatarak, muhtelif ebatlarda İran İslam
Cumhuriyetinin gelişip kalkınmasının İslam
dünyasının çıkarları ve İslam
ümmetinin takviyesi doğrultusunda
olduğunu
söyledi. rasthaber 27.06.2011
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Kahramanlar Böyle Ölür!
Yakalanması sonrasında
Abdullah Öcalanın verdiği
ifadelerden bir bölüm: 1997de
Yunanlı iki
istihbarat generali ile silah yardımı ve Lavrion kampının imkanlarından yararlanma karşılığında anlaştık. Yunanlı general bizden ısrarla Turizm Bölgelerini vurmamızı ve
pilot bölge olarak da Antalyayı seçmemizi istedi. Anlaştık ve Antalyada terör için örgütün seçkin kadrolarından iki
grup oluşturduk.
Birinci grubu Tolhildan kodu ile Antalyanın Kemer tarafına, ikinci grubu da Tandürek kodu ile Manavgat tarafına konuşlandırdık.
Hedefimiz Türkiyenin
Akdeniz sahilinde turizmi bitirmekti.
Tarih: 1997nin Aralık ayı! Kemer-Aslanbucak dağ yolunda safari yapan yabancı
turistlerin yolu bir grup PKKlı tarafından kesildi ve örgüt propagandası yapıldı. Dahası, 9 araç
ateşe
verildi! Turizmin merkezindeki bu olay üzerine dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz başkanlığında askerlerin de katılımı ile acil olarak İç Güvenlik Zirvesi yapılarak bu konu masaya yatırıldı. Saatler süren toplantı sonrasında özel bir birliğin Antalya kırsalına gönderilip PKK ile göğüs göğse muharebe etmesi karar altına alındı.
Hemen birlik oluşturuldu ve başlarına da gözüpekliği ve kararlılığı ile tanınan bir subay atandı. İşte o subayın komutasındaki özel birlik, MİT, Emniyet ve Jandarma İstihbaratı ile de koordinasyon kurarak tamı tamına 6 ay
Antalya kırsalında
cirit atıp
operasyonlar yaptı. Günler
ve haftalarca şehre
inmeyip Antalyanın dağlarında PKKlı
kovalayan ve operasyonlar yapan bu birliğin komutanı Haziran ayının 14ünde raporunu şöyle verdi: Antalya kırsalı terörist unsurlardan tamamen temizlenmiştir, arz
ederiz! PKK mücadelesinde sembol olmuş bu kahraman komutan Abdullah Öcalanın
yakalanması sonrasında
devlet tarafından
sorguya da dahil edildi.
Peki kim midir bu komutan? Albay Atilla Uğurdur. Şimdi ki
yeri ve rütbesi mi? O şimdi
cezaevinde! Niçin mi? Kendisi ve hiç kimse bilmiyor! Nasıl mı olur?
Silivride
Ergenekon kapsamında yatırılanlar
için oluyor işte!
Dehşet verici olan ayrıntı, teröristle mücadelenin kahramanı olan bu
subayın bugün
terörist ithamı altında
olmasıdır! Adeta
1997de
Antalya kırsalındaki
PKK avının rövanşı
yapılıyor ya
da hesabı
soruluyor!
Kahramanları - ancak - böyle öldürürsünüz! Kahramanları
öldürülen topluluklar ise er ya da geç dağılırlar! Sabahattin Önkibar 15.08.2010
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Ehli Vicdan Sahipleri,
İsa
Aleyhisselam buyurmuşki, bir gün
karanlıkda düşünmeye
çekindikleriniz aydınlıkda açığa çıkacak ve
onu çatıların başında
haykıracaksınız. Allah ve
Resülü aşkına uyanma
vaktidir.
Akıl Sahipleri.
Fetullah terör tasarım örgütü, Tüklerin en büyük düşmanıdır. Yani, İslam
dairesine girecek, hertürlü bölücü hal ve fikirleri İslam
içerisinde eritecek türklerin önündeki en büyük engel. Fetullah terör tasarım örgütü
dünyadaki en tehlikeli örgüt. Yani bunların bağımlısı, sempatizanından dahi, bir yakının, ahbabın olsun;
bilmiyor, korunmuyor isen; kalbin perdelerine, derinliklerine düşenleri ayır edemiyor
tanıyamıyor isen,
devamlı uyuşturucu alan
İnsan gibi,
onların vucut ısısı ateşini taşıyacak
hale, müsait olunur. Bunlar halka anlatılmadan terör bitmez, çünkü terörü yapanların önünde, fiziken
onlara görünmeyen dinin tahribi
neticesi, insanları müsübet ve
sıkıntıya müstehak
hale sebep hazırlayanlardan
insi bir şeytan vardır.
Fetullah terör tasarım örgütü ve benzerleri deşifre edilmeden terör bitmez; çünkü terör yapan insanlar
güvenlik güçlerinden bir adım öndedir. Bir ağacın göğdesine bir
kurt girdiği vakit ağacı çürütür; işte bu
gurupların bağımlısı kurum ve
kuruluşların içerisine
benzeri gaye için sokulmuş gibidir En
basiti Anayasa Mahkemesine yerleştirilmiş Osman Can ve Abant toplantılarına katılan Valiler
gibi.
Allahın muhteşem yaratığı güzel insanlar, fiziken sarhoşluk pek o kadar önemli değildir, yeterki sarhoş iken ibadete yaklaşılmasın ve töğbeye yatkın olunsun. Amma nefsen sarhoşluk çok
tehlikelidir; bir ömür
boyu İnsanı ayıktırmaz, taki hesap
gününe kadar. O gün hesaba çekilmek için, İnsan kaldırıldığında önünde birisinin kalktığını görür. Bu
nerden geldi dünyada yoktu der; ona söğlenirki, işte bu senin
dünyada peşinden gitdiğinidi.
İnsanlar her
ne yapar ise hayır yada şer İlahi
hüküm gereği kendine
döneceği için islamdan
kurtulamaz. İslamı siyasallaştırıp siyasete
alet edenler, dinde ikinci
tahribat aşamasını tamamlayıp peşlerindekini
ömür boyu sarhoş ederler.
Türkiye dini ve tarihi mirası gereği İslam
aleminin dünyaya açılan kapısıdır. Bu kapı, aslına,
tarihine, mirasına uygun
tavizsiz, zafiyetsiz muafaza edilmeli ve bilinmeli ki insanlar dinsiz olamaz,
dinin beli ve
omurgası ise
maneviyatdır. insanlar,
din ahlak maneviyat dairesinde, Allahdan rahmet ve bereket gelecek hale maneviyatın sebepleri
tarikat ile hazırlanır. Ama
tairikatın iki hali
vardır. Hak aydınlık tarafı ile devlet
maneviyat ve adalet burcuna yükselir, şeytanslı karanlık tarafı ile yıkılmaya
bölünmeye hazırlanır
İşte
fetullah tipi örgüt ve benzeri dini bölücü guruplar, dinin içi
maneviyatı boşaltan
tarikatın şeytanslı karanlık tarafıdır.
Hanifi Avcı beyin Haliçte Yaşayan Simonlar: Dün Devlet Bugün Cemaat kitabı milatdır. ve Asrın Derviş Gazileri,
Ulusalcı, Avrasya
Cephesi, kavli yönü maneviyat ve adalet olan her İnsan, bu kadar cesur olmak zorundadır. Hacı Bayazıt 29.08.2010
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Nerelere
Saklandınız
Bu gençleri
alkışlayın! Irakta bir
buçuk milyon Müslüman öldürülüp onbinlerce mümin hanımefendinin
ırzına
geçildi. Bir grup genç hariç, bütün Türkiye bu kahpeliği
seyretti. Ermenistana cici
görünmek için Azeri kardeşlerimiz
aşağılandı. Bir
grup genç hariç, bütün Türkiye bu rezaleti görmezden geldi. Libyada Haçlı armadası hâlâ
Müslüman avı yapıyor. Bir
grup genç hariç, bu
alçaklığı sokakta protesto eden yok!
Emperyalizm pençesini Suriyeye
geçirdi! O bir grup genç hariç, toplumdan yine tık yok! O bir grup genç Türkiye Gençlik Birliği
üyeleridir ve ben onları alkışlıyorum.
Sahi bu ülkenin milliyetçileri, mukaddesatçıları neredesiniz! Cuma Namazı sonrası Yeşil bayrak açan sözde islamcılar neredesiniz! Mazlum milletler için yürüyenler
neredesiniz! Sabahattin Önkibar 14.07.2011
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
İKÖ Yeni Büyük Oyunun Parçası Oldu
ABD - İslam
Dünya Forumu toplantısı için
Washingtona gelen İslam
Kalkınma
Örgütü (İKÖ)
Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu; Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışman
Yardımcısı Denis
McDonough, Ulusal Güvenlik Konseyi Yetkilisi Quintan Wiktorowicz ve Beyaz Saray
İKÖ Özel
Temsilcisi Reşat
Hüseyin ile 30 dakikalık bir
görüşmede
bulundu. Görüşmede İKÖnün
Afganistanda yaşanan
anlaşmazlıkların
çözümündeki katkısını
takdirle karşılıyoruz,
önümüzdeki dönemde daha aktif olunmasını istiyoruz.dendi. Görüşme sona ermek üzereyken odaya ansızın Başkan
Obama giriverdi, İhsanoğlu ile
başbaşa görüştü ve
öncekilerle aynı talepte
bulundu.
Görüşme sonunda yaptığı açıklamada İhsanoğlu; bu görüşmenin bir İKÖ Genel Sekreteri ve bir ABD Başkanı arasında
Beyaz Sarayda yapılan ilk
toplantı olduğunu hatırlattı ve
O açıdan
tarihi önemi olduğunu
söylemek bir mübalağa değildir.
Bir çok konuda beyan ettiğimiz
fikirlerle Sayın Obamanın beyan
ettiği
fikirler arasında bir
hayli yakınlık var. İKÖ ile
ABD arasında ilişkiler
daha da ivme kazanacak.dedi.
(Hürriyet, 14 Nisan 2011)
Afganistanda yaşanan çatışmaları sona erdirmek için Talibanla
diyalog kurulması fikri;
Aralık 2010da ölen
Afganistan-Pakistan (Af-Pak) Özel Temsilcisi Richard Holbrooke döneminde
gündeme getirildi ve bunun üzerine bir dizi görüşmeler gerçekleştirildi. Holbrooke un ölümünün ardından bu göreve getirilen Marc Grossman; ABD İslam
Dünya Forumu toplantısı için
Washingtona gelmiş olan
Ekmeleddin İhsanoğlu ile
buluştu ve ağırlıklı olarak
Afgan uzlaşma
süreci ele alındı. Görüşmede
Grossman; ABD yönetimi olarak, İKÖden Afganistandaki anlaşmazlıkların çözümünde çaba beklediklerini ifade etti. (Hürriyet,
15 Nisan 2011
İKÖ;
Cidde merkezli Muttemerül İslami adlı İslami
teşekkülün
başında
bulunan Pakistanlı İnamullah
Han tarafından
kuruldu. İnamullah
Han; o dönemde İslami
camiada etkin bir konumda olan Prof. Dr. Sabahattin Zaimin yol
arkadaşlarındandır. Daha
sonraları İKÖ
Genel Sekreterliğine
seçilen Ekmeleddin İhsanoğlu da
Sabahattin Zaimin çok
sevdiği bir
arkadaşı
ve yoldaşıdır. İhsanoğlu;
merkezi İstanbulda olan İslam
Ülkeleri Kültür Sanat ve Tarih Araştırmaları Merkezinin de (IRCICA) uzun yıllar başkanlığını yaptıktan sonra 1 Ocak 2005te İKÖ Genel Sekreterliğine seçilmiştir. Bu seçimde; Zaim ve ABD ile onun etkisindeki
güçlerin büyük katkıları olmuştur. İhsanoğlunun bu
göreve seçilmesinde; Kahire doğumlu olması, doktorasını El Ezher Üniversitesinden almış olması, ve İslamcı Prof. Dr. Emin Bilgiçin damadı olması da rol oynamıştır.
İKÖ ve İKÖye bağlı
Milletlerarası İslam
Bankaları Birliğinin
kuruluşu sırasında;
David Rockefeller ve Harvard Üniversitesinden Prof. Dr. John Thomas Dunlopun da
bulunduğu bir grup Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistanı ziyaret ederek çalışmaları yönlendirdiler. Dunlop; Harvard
Üniversitesinde, 1951 yılında Zaimle birlikte doktora öğrencilerine hocalık yapıyordu. CIA ve Pentagonla da bağlantılıydı ve Zaimin çok yakın dostuydu.
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Hz. Ali
hilafetin peşinden
koşmamıştır
Halife
olanlar Onun peşinden koşmuştur!
Hilafetin kendisine gelmesi durumunda ise Efendimiz Ali Onu bir
sorumluluk olarak kabul etmiştir, hatta kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa
Hz. Alinin
özgüveni çok yüksektir. Kendisinden emindir. Bunun rahatlığı vardır Onda!
Hz. Alinin hilafete ilişkin ortaya koyduğu tavra bir bakalım
Anasının ak sütü gibi helal olan, aksini bırakınız ispatı, iddia
etmenin dahi en hafif ifade ile delilik olduğu bir hakkın gasbı için Hz. Ali Efendimiz niçin savaşmamıştır? Savaş
meydanlarının
yenilgisiz aslanı, tek başına
bir orduya bedel Hz. Ali, niçin rıza göstermediği bir iş için kan dökmemiştir?
Bunu anlamak için öncelikle başka bir
frekansa geçmek lazımdır? Üstadın İmam Ali
eserinden öğreniyoruz
ki bir kere Hz. Ali, gaybın
kendisinden kalktığı birisidir. Ahmet b. Hanbelden ve
başkaca
ravilerden rivayet ile Hz. Ali minberde buyuruyorlar: Beni
kaybetmeden bana Allahın Kitabından
sorun. Her ayetin nerde nazil olduğunu, dağda mı, yumuşak toprakta mı indiğini herkesten daha iyi bilirim. Bana fitneleri sorun.
Her fitnenin ne zaman kopacağını ve onda öldürülecekleri bilirim.
Olacaklar kendisine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz tarafından
haber verilmiştir. O,
kendisine Resulullah neyi haber verdi ise öyle davranmıştır. Prof.
Dr. Haydar Baş Hocamızın İmam Ali adlı eserin
362. sayfasından
okuyoruz: Resulullah
(s.a.v.) bana hitaben buyurdu ki: Sen Kâbenin menzilindesin. Sana gelirler, Sen gitmezsin, şayet bu
toplum sana gelip hilafeti teslim ederse kabul et, vermezler ise gitme, ta ki
onlar Sana gelsin!
Onun özgüveni çok yüksektirİşte
meselenin sırrı ve tüm
yaşananlar
bu sözde açıklığa
kavuşmuştur. Hz.
Ali hilafetin peşinden koşmamıştır.
Halife olanlar Onun peşinden koşmuştur!
Hilafetin kendisine gelmesi durumunda ise Efendimiz Ali Onu bir
sorumluluk olarak kabul etmiştir, hatta kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa
Hz. Alinin
özgüveni çok yüksektir. Kendisinden emindir. Bunun rahatlığı vardır Onda!
Şıkşıkiye
Hutbesinde bakınız neler
söylüyor: Filanca
kişi benim hilafete
olan konumumu, milin değirmen
için olan konumu gibi olduğunu bilir. Sel benden iner, kuş bana
yükselemez. Hilafet ile arama bir perde sarkıttım. Ve onun hakkındaki düşüncemi içinde sakladım. Kesik bir elle üzerine atlamayı ya da
büyüğü iyice
ihtiyarlatan, küçüğü yaşlandıran, müminin
Rabbine kavuşuncaya
kadar içinde hapsettiği kör
bir karanlığa
sabretmek zorunda kalmayı çok düşündüm.
Buna karşı
sabretmenin daha uygun olduğunu gördüğüm içine üzülmeme, boğazımda düğüm olmasına ve mirasımın yağmalandığını görmeme rağmen sabrettim.
Sonuçta Hz. Ali manen, madden ve fikren güçlülerin
güçlüsüdür, yücelerin yücesidir ama kendisine verilen habere bağlılık
ile sabretmiştir!
Kendisini öldürmeye gelen Mülcemden de haberdardır amma
kaderini bilmesi, engellemesi
için yeterli değildir ve
katili için beni
daha öldürmedi ki diyecek
kadar da hukukun şekline
kaderin akışına sadıktır. Anlıyoruz ki, Hz. Ali Efendimizin yol haritasını Hz.
Peygamber çizmiştir. O,
aklını, bileğini,
toplumsal gücünü, çeşitli kaygılar
güderek kullanmamıştır. O,
Resulullah kendisine ne dedi, neyi haber verdi ise onu yapmıştır.
Meseleleri Aristo mantığı ile değerlendirmemiştir. Heva ve heves ise hiç şüphe yok
ki Efendimiz için mümkün olmayacak bir durumdur. Dolayısı ile,
tavrı şöyle
olsaydı, böyle
olsa idi diye bir değerlendirme
Hz. Ali Efendimize uymaz.
Onun tavrı da bambaşkadır. İlim şehrinin kapısı Hz Aliden bahsediyoruz. Onun için bu oyunları çözmek
oyuncak mesabesindedir ama O bambaşkadır
Onun tavrı da bambaşkadır. Onun tavrında milim kirlilik yoktur, hırs
yoktur, sonuna kadar haklı olsanız da
Müslümanın kanına
girmeye vesile olmak yoktur. Ayrıca Hz. Ali Efendimiz, hilafetine dönük yapılan haksızlık için
söz söylememenin de aslında çok
önemli olmadığını düşünmektedir. Öyle ya, güneşin varlığını ispata ne gerek vardır ki! Ya da güneşin varlığını ispat etmek zorunda kalacaksanız bu insanlara
halife olmanın ne
anlamı var ki?
Bir de şöyle de soralım: Hz. Alinin hilafetini gasp edenler bunu
bilmedikleri için mi hataya düştüler?
El
cevap:
Elbette
hayır
Onlar
bile bu yanlışı yaptılar! Hz. Peygamberin iradesini icma ile değiştirmeye
kalktılar!
Dolaysı ile,
Hz. Alinin
elindeki tek imkan savaşmak,
yani kan dökmekti! - Hz. Ali için ise bu çok kolay olmasına
rağmen
Efendimizden kendisine bildirilen haber doğrultusunda bu yola tevessül etmedi! Aradaki boşlukları yüzlerce çok ama çok haklı
nedenlerle de doldurabiliriz ama büyük fotoğraf budur! Kaldı ki Nechul Belağada kendisi de bu zahiri nedenlerin bir kısmına değiniyor:
Allaha and
olsun ki, eğer
Müslümanların
parçalanıp
ihtilafa düşeceğinden
korkumuz olmasa idi, küfür ve putperestliğin yeniden İslam topraklarına dönmesinden ve İslamın yok olmasından çekinmese idik, onlara başka türlü
davranırdık!
Fitnenin ne kadar büyük olduğunu buradan da anlayabiliriz! Tehlike hem dışarda
hem içerdedir! Birisi fedakarlık etmediği takdirde İslam yolun en başında yok olma tehlikesi ile baş başadır. O
fedakârlığın adresi de elbette Hz. Peygamberin dostu Hz. Ali olacaktır! Bu
büyüklüğü başka kim
taşıyabilirdi
ki! Yenimesaj 28.10.11
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Ahmedinejaddan Papaya
mesaj: Putlara başkaldır!
Papanın
mektubunu aldıktan
sonra bir açıklama
yapan İran
Cumhurbaşkanı
Ahmedinejad, bugün artık din
alimlerinin maddi putlara karşı kıyam etme ve onları devirme zamanının geldiğini söyledi. Vatikan Papalık
Konseyi Başkanı
Kardinal Jan Lui Foranı kabul
eden İran
Cumhurbaşkanı
Ahmedinejad, Müslüman ve hristiyan alimlerin elele vererek bugün dünyaya egemen
olan şartları,
adaletin lehine ve salihlerin zuhuru için hazır hale getirebileceklerini belirtti.
Din'in İnsan saadeti üzerindeki etkisine temas eden
Ahmedinejad, beşeriyetin
tüm sorunlarının dini
emirlerden uzaklaşmaktan
kaynaklandığını kaydetti. Ahmedinejad, bugün din alimlerinin kıyam edip
maddi putları yıkma ve
hakikatleri ilahi Peygamberlerin anlattığı gibi dünyada yayma zamanının geldiğini
vurguladı. Din ve
İnsanlık derdi
taşıyan
din adamlarının, hangi
din veya mezhepten olursa olsun, bu çağın, Firavunlarına karşı başkaldırmaları ve hakkı haykırmamaları gerektiğini belirten Cumhurbaikanı
Ahmedinejad, zamanın putlarını
devirmeden bu dünyaya din ve maneviyatın huzurunu ve adaletin güzelliğini
getirebilmenin imkansız olduğunu
söyledi. Rasthaber 10.11.2010
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Balanlıdan Ağır Beddua
Salon, Amin diye
inledi. (Sözde) Balyoz sanığı Org. Bilgin Balanlı, duruşmada, Allah bize bu acıları yaşatanları helak etsin diye beddu etti. Sanıklar Amin diye karşılık verdi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince görülen (Sözde) Balyoz Planıdavasının duruşmasna 1. Ordu Komutanı eski emekli Orgeneral Çetin Doğan, Hava
Kuvvetleri eski Komutanı emekli
Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, 1.
Ordu eski Komutanı emekli
Orgeneral Çetin Doğan ve
MHPden
milletvekili seçilen emekli Korgeneral Engin Alan ile Orgeneral Bilgin Balanlının da
aralarında
bulunduğu
tutuklu 148 sanık ile tutuksuz
sanıklardan
4ü katıldı.Tutuklu
yargılanan 36
sanık ile
hakkında
yakalama kararı bulunan
sanıklar
Tümamiral Ahmet Sinan Ertuğrul ve emekli Orgeneral Ergin Saygun ise duruşmaya
gelmedi. Savunma yapan Orgeneral Bilgin Balanlı, Türk ulusu adına, Türk hakimleri önünde temelsiz sahte iddialar
nedeniyle savunma yapmak zorunda bırakıldığım için son derece üzgünüm
diyerek, kendisini bu duruma düşürenleri de lanetlediğini söyledi. Balanlı, Bizlere iftira atanlar bunun hesabını bir gün
mutlaka vereceklerdir. İstiklal
Marşında
da belirtildiği gibi Kim
bilir belki yarın belki
yarından da
yakın dedi.
Görsel sunum da yapan Balanlı, Kartalın başı kopartılmış ve donanma Hasdal Limanına demirletilmiştir. Bu dava ile TSK mensupları suç
örgütü gibi gösterilmiştir dedi.
Bilgin Balanlı, davada
yaşanan
hukuksuzluklar nedeniyle Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının istifa ettiğini de sözlerine ekledi.
Bu arada, Balanlı duruşmada Allah, Balyoz komplosunu yapanları ve bizlere bu acıları yaşatanları helak etsin diyerek beddua etti. Org. Balanlının bu
sözleri üzerine sanık ve
izleyici bölümünden Amin sesleri
yükseldi. Askerhaber/ İstanbul
25 Kasım 2011
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Saflar
Netleşiyor,
İmtihanlar
Başlıyor
Allahın Adıyla...
Dünyadaki gelişmeleri
hemen hemen her gün köşe yazarlarından siyeset
kürsüsünde konuşan
politikacıya,
minberdeki hatipten üniversitedeki öğretim görevlisine kadar herkes insanları
yönlendirme düşüncesiyle
yorumlayıp kitlelere
sunmaktadırlar. Değişimler ve
uyanışlar
aynı
zamanda aynı bölgede
gerçekleşiyor. Aynı haber
kaynakları olayları insanlara aktarıyor . Bazen farklı kaynaklardan yararlanılsa da üç aşağı, beş yukarı haberler
aynı. Öyleyse yorumlar,
analizler, değerlendirmeler
neden farklı oluyor? Ve
çıkarılan
sonuçlar ise niçin tamamen birbirine karşıt olabiliyor?
Bir kesim bu değişimlerin
tamamen demokrasi talebi olduğunu haykırırken bir diğer kesim
adalet isteği olduğunu vurguşuyor. Birisi
İslami uyanış
olarak değerlendirirken,
bir diğeri Batının
mudahalesi olarak algılıyor. Libya,
Mısır,Tunus
gibi ülkelerde olup bitenler hep böyle değerlenidirilip gidiyor. Bahreyn, Yemen gibi ülkelerde ise
herşey tam
tersine; Kuzey Afrikada halk
ayaklanmalarını özgürlük
ve demokrasi talebi diye tanımlayanlar bu iki ülke söz konusu olduğunda çifte
standart uyguluyorlar. Halka destek vermedikleri gibi kuklalarını korumak
için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama İslami uyanış diyenlerin duruşu yine aynı; halkın feryadı İslami uyanıştır, diktatör
ve emperyalist uşaklarına karşı
adalet talebidir.
Suriyede ise olay daha vahim. Suriye kırılma noktasıdır. Suriye
imtihan sahnesine dönüşmüş bulunuyor.
Suriye safların netleşme,
belirginleşme meydandı olacağa benziyor.
Suriye duruşların renginin
ve ciddiyetinin belirlenme arenasıdır. Suriyedeki gelişmeleri
analiz ederken gözde hangi gözlüğün olduğuna bakılmalıdır. Olaylara
hangi perspektiften bakıldığı bilinmeden yorumlar afaki olacaktır. Analiz
ve yorumlar arasındaki fark
görülemeyecektir.
Olayların hakikatine vakıf olmadan birilerine akıl vermeye çalışanlar, tavsiyelerde bulunanlar; küresel değişim ve
özellikle de Suriyede çıkacak
olaylardan hasıl olan
korku ve paniklerini gizleyerek saflarını
belirleyememenin edişesindedirler.
Batılısıyla doğulusuyla
herkes safını belirlemiş durumdadır; Batı
emrperyalistlerinin safı net,
emperyal gücün uşaklığını yapan Arap Birliği safını belirledi.
Sahi geçen gün Arap Birliği Konferansından çekilmiş bir fotoğrafta sayın akıllı
hariciyemiz Davutoğlu da vardı, yoksa biz
de Arap olduk haberimiz mi yok? Türk oğlu Türk olan Davutoğlu Arap Birliğinin konferansına katılıyor
ama Arap olan Suriye alınmıyor.
Neyse....
Başbakan Erdoğan ve
Cumhurbaşkanı Gül de
saflarını
belirlediler. Düşünüyorum da
Sayın Erdoğanın one minute olayı ile başlayan Mavi
Marmara ile devam
eden siyonistlere saldırısında samimi
olduğunu
söyleyenler, işin perde
arkasını göremeden
alkışlayanlar
yine aynı görüşteler mi?
Geçen Muharrem ayında yaldızlı birkaç söz
söylediği için az
daha Şia oldu
diyeceklerdi bazıları.
Bu Muharrem ayında da Kerbela ve Hz.Hüseyin (a.s) hakkında iki
parlak söz dedi mi, Yezidi (l.a) kınadı mı, iş tamamdır artık. Tarihten
az buçuk haberdar olanlar bilirler; Yezid İmam Hüseyini (a.s) şehid ettirdikten sonra halkın baskı ve uyanışını görünce
yeni bir hileye başvurarak
Übeydullahı kınıyor ve
Ehlibeyt esirlerine ikramda bulunarak saygı ile Medineye gönderiyordu. Bu size birşey anlatmıyor mu?
Evet, gelelim asıl sorumuza; devletler, teşkilatlar, başbakan ve cumhurbaşkanları saflarını belirlemişlerdir,
acaba siz de belirlediniz mi?
Demokrasi ve laikliğin bizim için en iyi sistem olduğunu yıllarca
milletimize empoze eden değerli kanaat önderlerimiz, siz nasıl, safınızı
belirlediniz mi? Ne şiş yansın, ne kebap taktiği uygulayan
bazı akıllı
geçinenler, Peygamberin müşriklerle savaşında kim kazanırsa onun yanında yer alırız diye düşünen ve
saflarını netleştirmeyen
sahte Müslümanlar misali yoksa hala beklemede misiniz? Peygamberin mirasçısı ulema ne
yapıyor acaba?
Hala maslahat icabı susmayı mı tercih
etmeliyiz, sayın başbakana ve
cumhurbaşkanına nasihat
ve tavsiyelerde mi bulunalım, belki vazgeçerler tercihlerinden?
Evet! Muharrem ayında İmam Hüseyini (a.s) anacak olan milyonlar, sinelerine vurup gözyaşı
dökerken ne düşünecekler
acaba? İmam Hüseyinin
mazlumiyetine mi ağlamalı yoksa
kendi acizliğimize ve
miskinliğimize mi?
Evet! Zamanın
Hüseynileri ve Yezidileri saf bağlamış
savaşa hazırlanıyorlar.
Zamanın Yezidilerini tanıyamayan zavallılar ise savaş çıkmasın diye
ellerini duaya kaldırmışlar.
Hüseyniler ise izzetin ve yiğitliğin
sergileneceği imtahan
sahnesinde Allah indinde yüzü ak çıkmanın planlarını yapıyor.
İşte
imtahanlar serisi başlıyor; şimdi
hangi safta yer alınacaksa,
devamında da aynı safta yer
alınacaktır. Bölgesel
savaşlar, Ortadoğudaki savaş ve küresel
savaş peşi sıra
gelecektir. Bu savaşlar zinciri
Suriye ile başlayacak
gibi görünüyor. Aynı zamanda
imtahanlar da buradan başlayacak.
Abdullah Özgür 29.11.2011
18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
İlahi
mi? Şeytani
mi?
Hristiyan olmasına karşın, Hz.Muhammed hakkında yazdıklarıyla dikkati çeken İskoç asıllı tarihçi Thomas Carlyle diyor ki: Bir İnsanın başkasından
istediği her şeyde ya
bir İlâhi Hak ya da
bir şeytanî Haksızlık vardır. Yüce
Allah Muhammedin Ocağını
Korusun. Reşit Çağın
İlk Kurşun
24.12.2010
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Rusya
Fethullah Gülenin CİA
Ajanı
Olduğu Gerekçesiyle
Tüm Okullarını
Kapattı.
Rusyada Yüksek
Mahkeme, Tarikatın Bütün
Faaliyet lerini Yasakladı. Rusyadan
Fethullah Gülene ağır
darbe! Rusya Yüksek Mahkemesi, Fethullah Gülen tarikatının bütün
faliyetlerini yasakladı. Yüksek
Mahkeme, Gülen okullarının kapatılmasına karar
verdi. Rusyanın önde
gelen kuruluşlarından Yakın Doğu Enstitüsü
de Gülen örgütünün CIAnın paravanı olduğunu
belirtti. Rusyada, Fethullah Gülen cemaatine bağlı grupların
faaliyetleriyle ilgili davadan yasaklama kararı çıktı. Rusya Yüksek Mahkemesi, başsavcılığın talebi doğrultusunda Gülen cemaatini, aşırı örgüt kapsamında değerlendirdi
ve faaliyette bulunmasını
yasakladı.
Mahkemede Uluslararası dini
örgütlenme olarak
bahsedilen Gülen hareketinin, geçen yıl kitapları yasaklanan Saidi Nursinin fikirlerini savunduğu ifade edildi. Rusyada faaliyet gösteren ve Gülen cemaatiyle bağlantılı olan
çok sayıda okul
da, dini propaganda yaptıkları
gerekçesiyle kapatıldı. Yüksek
mahkemenin kararının ardından
Gülen örgütünün bütün okullarının kapatılması bekleniyor.
Rusyanın önde gelen düşünce kuruluşlarından Yakın Doğu Enstitüsü de Gülen Cemaatine ilişkin bir
rapor yayımladı.
Enstitünün
uzmanlarından Şeglovin;
Fettulah Gülen in CIA
ajanı olduğunu
belirtti. Şeglovin;
Fettullah örgütünün CIAnın dünya
çapında
kullandığı paravanı olduğunu söyledi. Yakın Doğu uzmanı; örgüt faaliyetlerinin temel merkezlerinin
Afganistan, Afrika ve Orta Asya olduğunu ifade etti. Ulusal Kanal 09.04.2011
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Millî birliği
bozmanın
yolu dinî birliği
çökertmektir.
Yıllardır dünyanın en
problemli bölgelerinden biri olma özelliğini sürdüren Ortadoğunun
sorunlarının kökeni
200 yıl öncesine
kadar iner. Meselenin temelinde başta İngiltere
olmak üzere Batılı
devletlerin Osmanlı İmparatorluğu
üzerindeki hesapları yatmaktadır.
Bilhassa İngiltere, Osmanlı Devleti üzerinde çok girift hesapları olan bir
devlettir. Bu maksada yönelik olarak İngiltere 17. Yüzyıl ortalarından itibaren Ortadoğuya çok sayıda
ajan-misyoner göndermiştir. Bu
misyonerlerin iki gayesi vardı: Birincisi, Osmanlıyı yıkmak diğeri,
Müslüman halkları Hıristiyanlaştırmak.
Misyoner-ajanlar bu gayeyi gerçekleştirmek için: 1.Merkezî otoriteyi tesis eden tasavvuf
kurumunu, 2.İslamı ve Kuranı tahrif
edebilmek için Hadislerin kaynakları konusunda ihtilaf çıkararak Hadis müessesesini ve Peygamberin Sünnetini
tahrife yöneldiler.
Nitekim 1710 yılında İngilizler
tarafından
ajan-misyoner olarak İstanbula
gönderilen Ajan Humpher, Müslümanlar arasında, Renk, Kabile, Arazi, Dinî kavmiyetçilik akımlarını tutuşturmakla
görevlendiri- lmiştir. Zira Osmanlıyı yok
etmenin, yani millî birliğini bozmanın yolu dinî
birliği ve din
müessesesini çökertmekten geçmekteydi. Bunu gayet iyi bilen İngilizler, hedeflerini gerçekleştirmek için
Osmanlı hâkimiyeti
altındaki
beldelere özellikle Ortadoğu ve başkent İstanbula binlerce ajan-misyoner gönderdiler. Bunların bazıları Herbert, Humpher, Lawrance, İ.Goldziher, Ernest
Renan, Gaitana, Rodinson, Louis
Massignon, C. Snauch
Hurgrange, Wayt, Francis E.
P. Botta
gibi meşhur
misyonerlerdir. Dinî ve Millî Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yay;
s.78-80) Yarın: Ajan
Humpherin korkunç
itirafları. Oğuz Köroğlu
18.04.2011
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Dini yanlış kavramak, Dinsizlikten daha tehlikeli
İran Medrese
ve üniversite hocası Ayetullah
Muhakkık- damad Toplumda
dini yanlış
anlama olgusu oluşursa bu
dinsizlikten daha tehlikeli olur uyarısında
bulundu. Medrese ve üniversite öğretim üyesi Ayetullah Seyyid Mustafa Muhakkıkdamad dün
öğleden sonra
Kuran Açısından Suçu
Önleme Tedbirleri başlığıyla düzenlenen panelde yaptığı konuşmada ilk önce Hz Peygamber Efendimizin-s- sevgili kızı Hz Fatıma-i Zehranın-s- şahadet
günleri yıl dönümü
olması
münasebetiyle taziyetlerini ifade ettikten sonra Kuran-ı Kerimde suç
kavramı için çeşitli
tabirler kullanılmıştır, ki
bunların her birinin
muhtelif anlamları var, fakat
birbirine yakındır dedi.
Ayetullah Muhakkıkdamad daha sonra, Kuranın suçun önlenmesi için bir önerisi olduğu, onun da takva olduğunu vurgulayarak, Takvanın
güçlendirilmesiyle, suçu
kökünden kazımak veya en
aza indirmenin mümkün olduğunu belirterek, Ama takvayı korumak da kolay bir iş değil.
Tarihte, din adına yapılmış
cinayetlerin sayısı az değil hatırlatmasında
bulundu. Medrese ve üniversite hocası Ayetullah Muhakkık- damad konuşmasının devamında, Kuranda iki tür
takvadan bahsedildiği, birinin
diğeri için
zemin ve altyapı niteliği taşıdığı ve o ilki olmadan ikincisinin de olamayacağını
belirterek, Birinci
takva dini bilinç ve dini şuur dediğimiz şeydir. İkincisi de, dini buyruklara uyulması yoluyla
gelişir ifadesini
kullandı. Ayetullah
Muhakkık Damat FHA 29.04.2011
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Deccal
ve avanesini tanımak
İnsanlığın en büyük fitnesi olan Deccalı ve
avanesini tanımak
isteyen varsa, Müslümanları Hz. Muhammmed den kopartarak Hıristiyanların veya Yahudilerin inançlarına
sürüklemeye çalışan
Müslüman kılıklı
dinlerarası
diyalogculara baksın.
Unutmayın, Deccal ve avanesinin fitnesi, sırat-ı
müstakim üzere bulunan müminlere etki edemeyecektir Hiç kimse Müslüman
cübbesine bürünerek Vatikanın dinlerarası diyalog projesini, toplumdaki çeşitli
inanç mensupları arasında çay-kahve
içmektir, dostane ilişkiler
geliştirmektir gibi
basitleştirmesin,
bayağılaş- tırmasın.
Dinlerarası
diyalog, misyonerliktir. Dinlerarası diyalog, papalığın Hıristiyanlaştırma projesidir. Dinler- arası
diyalog, papalığın misyonudur. Diyalogun akademik tarafı da
budur, sosyal tarafı da
budur, somut Hıristiyanlaşma neticeleri
de bunun göstergesidir.
Papalık misyonu, çağdaş misyonerlik ve diyalogcular. Fetullah Gülen de 9 Şubat
1998 günü Papayı
ziyaretinde sunduğı
mektubunda. Papalık
misyonunun bir parçası olduğunu ilan
etmiştir. Bu
mektubu 10 Şubat
1998de Zaman
gazetesi, aynı haftaki
Aksiyon dergisi yayınlamıştır.
Dinlerarası
diyalog, Papalığın II. Vatikan Konsilinin 4. oturumunda kabul edilen, Nostra
Aetate diye
maruf Konsil metninde aktarılan ve 28 Ekim 1965te Papa VI. Paulun onayıyla ilan edilen, Papalığın 3. bin yıl hedefi olarak açıkladığı Asyanın Hıristiyan- laştırılması projesinin bir yöntemidir. Papalığın çağdaş Hıristiyanlaştırma ve misyonerlik usûlüdür. (Bakınız; John W. OMalley, Reform, Historical Conciousness And Vatikan Iis
Aggiornamento, Theological studies, 1971 XXXII/4; M. Raukanen, The Catholic
Doctrin of Non-Christian Religions According to the Second Vatikan Council, New
york 1992, 35; The Second Vatikan Council, Nostra Aetate, 1-4)
Prof. Başın Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler adlı kitabı tarihi bir şaheserdir. Aynı zamanda dünyanın çeşitli üniversitelerinde kürsüsü olan ve halen
üniversite hocalığını sürdüren Prof. Dr. Haydar Baş, 1990lı yıllardan
beri gençlerimiz üzerindeki bu misyonerlik manevralarına, bu
manevraların
gerçekte milli bütünlüğümüzü
hedef aldığına, bu manevraların yeni adının dinlerarası diyalog olduğuna dikkat çekmektedir, Hicaz Bölgemizi bu kabil İngiliz
oyunlarıyla
kaybettiğimizi
tarihi belge ve hatıratlarla
anlatmaktadır. Dini
ve Milli Bütünlüğümüze
Yönelik Tehditler adlı kitabı bu bağlamda
yazılmış
tarihi bir şaheserdir.
Ülkemizdeki dinlerarası diyalog çığırından sonra toplumumuzun iman çivilerinin söküldüğünü,
özellikle gençlerimizin kilise
evlerde fevc
fevc Hıristiyanlaştırıldığını fark eden vatandaşlarımız, Beyler çocuklarımızı kaybediyoruz, bu kadar dinsizlik de fazla. demeye
başladı. Bu
tepkileri alan diyalogcu çevreler, bu faaliyetlerin kültürler arası yakınlaşma,
medeniyetler arası buluşma olduğu şeklinde
kıvırtmalara
koyuldular.
Müslümanların kalbinden Hz. Muhammede imanı sökme gayreti; Hiiç sağa-sola kıvırmaya, akademik gevezeliklere tevessül etmeye gerek
yok... Kim ne derse desin, dinlerarası diyalog papalık misyonudur, Vatikan
ın geniş çaplı Hıristiyanlaştırma yöntemidir. Haçlı dünyasının, Müslümanların kalbinden İslamın temel rüknü olan Hz. Muhammede imanı sökme
gayretidir. Böylesi bir dinlerarası diyalog namlı Hristiyanlaştıma faaliyeti İslam imanı ve Ehl-i Sünnet akaidinin esaslarına göre
açık, net
ve ilmi ifadesiyle küfürdür
(Muhammed b. İsmail
er-Reşîd,
Tehzibü
Risaletil Bedrir-Reşîd fi
Elfâzil
Mükeffirat, vr 12, Yahya bin Ebi Bekr, Esirul-Melahide, vr 11b. A.Z. Gümüşhanevî,
Camîül
Mütûn, c.1, Elfaz-ı Küfür,
b. 2)
Müslüman kılıklı deccal. Bu dinlerarası diyalog namlı Hıristiyanlaştırma faaliyetinde Müslüman kılıklı insanların, hacı efendi veya hoca efendi kimlikli zevatın vazife
üstlenmeleri, Müslüman kılıklı insanların bu işlerde kullanılmaları bu işi meşrulaştırmaz. Bilakis, Alemlere rahmet Hz. Muhammedin kıyamet
fitneleri ve ahirzaman ahvaline dair işaretleri hatırlandığında, Müslüman kılıklı kimselerin Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde taşeronluk yapmaları Deccalin vazifesini üstlenmeleri veya Deccale
askerlik yapmaları olarak
ortaya çıkar.
Deccal, Müslümanlar arasından çıkacaktır. Deccal, öyle kulakları farklı, kolları bacakları değişik, boyu zürafa gibi bir mahluk değildir.
Alemlere rahmet Hz. Muhammedin kıyametin büyük alameti olarak uyardığı, hatta tüm Peygamberlerin kendi ümmetlerini ikaz
ettikleri Deccal, Müslümanlar arasından çıkacaktır (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace,
Sünen, Fiten, 9). Bu deccasllerin veya onun avanesinin gayretiyle Ümmet-i
Muhammedden
gruplar halinde müşriklere,
yahudi ve Hristiyanlara iltihaklar yaşanacaktır (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace,
Sünen, Fiten, 9).
Bu süreç, aynı zamanda İstanbulun Haçlı fitnelerine maruz bırakılacağı günler olacaktır (Ebu Davud, Sünen, Melahim 3, (4294).
Ahirzamanın bu korkunç fitnesi kendisine sorulduğunda Hz.
Ömerin oğlu
Abdullah (ra), Anası doğurmayasıca,
bilmiyor musun, bu fitne Müslüman- ların İslamı ve Hz. Muhammedi terk ederek müşriklerin, Hıristiyanların ve Yahudilerin dinlerine iltihak etmeleridir. İmdi bu
büyük fitnenin adı oldu
dinlerarası
diyalog.
Deccalin fitnesini ortadan kaldıracak
topluluk kim? O halde İnsanlığın en büyük fitnesi olan Deccalı ve
avanesini tanımak
isteyen varsa, Müslümanları Hz. Muhammmedden kopartarak Hıristiyanların veya Yahudilerin inançlarına
sürüklemeye çalışan
Müslüman kılıklı
dinlerarası
diyalogculara baksın.
Unutmayın Deccal
ve avanesinin fitnesi, kıyamete
dek hep hak din olan İslam ve
Hz Muhammedin yolu
olan sırat-ı
müstakim üzere bulunan bir topluluğa etki edemeyecektir. Deccalin
fitnesini, sayıları az da
olsa işte bu
Hak ve haklı
topluluk sona erdirecektir (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace,
Sünen, Fiten, 9). Mehmet Emin Koç
16.06.2011
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Hakan
Albayrak siyasal İslamcıdır.
Siyasal İslamcılar iflah olmaz
sarhoşdur. Onların (nefs)
sarhoşluğu İslam düşmanlığına varacak şiddetdedir. Onların tabi olduklarının günahından, önlerinde bir perde vardır.
Dinde ikinci tahribatı islamın en büyük düşmanı gizli ajandası meshepci fitne siyasal
hilafet projesi olan siyasal islamcılar
tamamlar. Bunlar tamamı ile deşire edilip, bertaraf edilmeden alem sukuna kavuşmaz.
Bunlar dinin
içini boşaltan, siyasal islamcılar kumuna
tuz karıştırılmış
inşaat harcı
gibidir, binayı devleti
temelden içerden yıkar.
Bunların tahribatından
sonra üçüncü
gurup Bidat ehli dinde
tahribatı
tamamlar... artık bundan
sonra kaos ve anarşinin
sebeplerinin taşnması için iç ve dış
etkenler fiziki hareket eder. Bir diğer ifade ile dini siyasalaştıran bu
guruplar dış
etkenlerin ününde onlara
görünmeyen önlerinde insi sürücüdür. Hacı Bayazıt
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Cehenneme götüren liderlerin peşinden
gidenler
İnkâr
edenler derler ki; Rabbimiz
cinlerden ve insanlardan
bizi delalete düşürenleri
bize göster; o ikisini ayaklarımızın altına alalım da en aşağılıklardan
olsunlar. (Fussilet
/ 29)
Fakat o zalimleri Rablerinin huzurunda durdurulmuş kimseler
olduklarında bir
görsen! Birbirlerine söz çevirirler (aralarında münakaşa ederler) zayıf düşürülen- ler büyüklük taslayanlara: Siz
olmasaydınız elbette
biz de mümin
kimseler olurduk derler.
(Sebe / 31)
Kıyamet Gününde
kavminin önüne geçer de onları (suya götürür gibi) ateşe götürür. (Güya önderlik ettiği) o vardıkları yer, ne
kötü bir yerdir. (Hud / 98)
Hesap verme günü. Tek söz sahibi Allah Azze ve Cellenin
huzurunda milyarlarca İnsan.
Hiçbir kaçışın, sığınağın
olmadığı en zor gün. Herkes kendi derdinde. İki sınıf İnsanı tasvir
ediyor Rabbimiz. Yöneten, lider, serok,
başkan,
diktatör... Ve yönetilen, güdülen, bilinçsizce sürüklenen liderinin, önderinin
peşisıra
cehenneme sürüklenen sıradan insanlar.
Biz daha Allah kelamının canlı şahitleri olmadık. Ama zaman mefhumundan beri Rabbimiz o sahneyi
gözlerimizin önüne getiriyor: Cehenneme önderlerinin peşisıra
girecekler bağırarak.
Nerde
o bizi aldatanlar, bizden hakikati gizleyip bizi necis emellerine alet
edenler, bizi dünyada da ahirette de rezil edenler, dinimizi gözümüzde küçültüp
bizi ondan uzaklaştıran o
zalimler nerede? Onları bize
verin de onları perişan
edelim.
Günümüzdeki tabloyu ne de güzel izah ediyor Rabbimiz.
Milyonlarca İnsan
ahirette birlikte haşrolacağı
zamanımızın
Firavunlarının,
Nemrutlarının
peşinden
cehenneme gideceğinin
hesabından
uzak yaşıyor.
Ne büyük felaket Ya Rab!
Bir kısım halkın gösterdiği teveccüh, -güneşin önündeki bulutların çekilmesiyle, asıl dostuna, velisine yönelecektir. Müslümanım
diyenin velisi, dostu, sırdaşı
uğruna canını vereceği
Müslüman kardeşinden başkası değildir. Hakikatlerini
halktan gizleyen sağ veya
sol parti ve liderlikler bu hallerini uzun süre devam ettiremeyeceklerdir. O
halde nasıl bir
önderlik Müslümanın peşinden
gidebileceği bir
liderlik olsun!
Müslümanlar İslamın hayatlarının her anında tek referans olması gerektiği gerçeğiyle Laik bir anlayış sergileyemezler. Zulme direniş
Müslümanca... Ticaret Müslümanca... Ev hayatı Müslümanca... Önderimiz, liderimiz dediğimizde
Hz. Muhammed (s.a.v) ve onun yolundan gidenlerden başka bir
alternatifi kabul edemeyiz. O ayrı bu ayrı mesele söylemi şeytandandır.
Müslümanım deyip her türlü gayri meşruluklarla
insanları İslamdan soğutanları mazeret
gösterip çareyi başka
yerlerde aramak İslamın anlaşılmadığını gösterir. Oysa asrımızda, gerek bölgemizde gerekse de farklı coğrafyalarda
İslamın doğruluğuna şahitlik
eden şehitler,
mahpuslar, mahrumların oluşu bizim
için nimetlerin en büyüğü olsa
gerek. Müslüman halklar, kıyamet gününde, İslam halkasından çıkmış, başkanlarının, önderlerinin peşinden gitmekle -bilmeliler ki; o liderler kendilerini
suya götürür gibi cehennem çukurlarına götürüyorlar.
İşte
henüz kıyametleri
kopmadan, kendilerini
aldatanlari,
ayakları altında
ezmek isteyenler için fırsat
kaçmış
değildir.
Yapılması gereken
samimi bir yönelişle Allaha teslim
olmaktır. Halkını
cehenneme sürenlere yazıklar
olsun. Fikret Gültekin 08.07.2011
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Mehdeviyet
gerçeğini
saptıran yanlış konular, bekleyişi mehcur edecektir
İslam İnkılabı
Rehberi, mehdeviyette uzman olan öğretim görevlileri, uzmanları,
yazarları ve
mezun olanların bir
grubunu kabulünde mehdeviyet gerçeğini saptıran yanlış konuların bekleyişi mehcur edeceğini söyledi. İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, mehdeviyette uzman olan öğretim
görevlileri, uzmanları,
yazarları ve
mezun olanların bir
grubunu bu sabah kabul etti. Ayetullah Hamanei bu kabulde, tarih boyunca
hareket ve mücahidet hedefinin ünvanıyla mehdeviyet konusunun önemine işaretle,
bekleyişin
mehdeviyetin ayrılmaz bir
parçası olarak
niteleyerek, gerçek uzman olan kişilerlerce güçlü, dakik ve alimane şeklide
çalışmanın
mehdeviyetin en önemli konusunu teşkil ettiğini söyledi.
Ayetullah Hamanei ayrıca hayali, itibarsız, cahilce ve kaba işlerden uzak kalmak gerektiğinin altını çizdi. İslam İnkılabı
Rehberi, mehdeviyetin dinin yüksek maariflerin bir kaç asıl
meselerinin arasında yer
aldığını vurgulayarak, bisetlerin ve enbiyaların
hareketinin tevhid çerçevesinde ve adalet esasında göre insanlardaki tüm kapasitelerini kullanmak için gerçekleştiğini
belirtti. Ayetullah Hamanei, İmam Zaman(a.c)ın zuhur ettiği zaman tevhid, maneviyet, din ve adalet İnsanın çeşitli
ferdi ve sosyal hayatı
üzerinde hakim olacaktır dedi. İslam İnkılabı
Rehberi, mehdeviyet
olmadan enbiyaların
mücahidetleri ve çabaları faydasız olacağını
vurguladı. Konuşmanın tam
metni gelecek. Mha 09.07.2011
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Mısırlı
müftü:
Mısırlı Müftü Peygamber
efendimiz zamanında Develerin bulunduğu mekanlara, cin ve şeytanların sızmış
olacağından, orada
namaz kılmanın sakıncalı olduğu iddiasında
bulundu. Abna 09.07.2011
Allah'u Ekber ya haram ve şüpheliden kasıtlı kaçmayan
dinde tahribat yolu açmış,
din'i iş kolu
menfat haline getirmiş gurupların üzerinde
içinde taşıdığı beraberinde sızdırdığı şeytan ve cinlerin girdiği yerlerde nasıl namaz kılınacak ve
onlardan nasıl
korunulacak!.. Çare; manen fikren ve fiziken mümkün olduğunca
onlardan uzak durup en azından imanın en zayıfı ile Buğz ederek. Hacı
bayazıt
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Türkmenistan
Fetullahın
Okullarını
Kapattı
Gerekçe ABD için casus
yetiştirmek
devletin yönetimine sızmak.
Türkmenistan devleti, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve ABD için casus devşirdiği gerekçesiyle Fetullah Gülen cemaatinin okullarını kapattı. Fars
Haber Ajansının haberine
göre, Türkmenistan, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve saf Türkmen gençleri arasından seçtiği genç dimağları ABD için
casusluk yapmak üzere devşirdiği
gerekçesiyle Türk
Okulları adı altında
faaliyet gösteren Fetullah Gülen cemaatinin okullarını kapattı.
Fars Haber Ajansının haberine göre, Türkmenistan, bu ülkenin idari ve
kültürel yapısına sızmaya
çalıştığı ve saf Türkmen gençleri arasından
seçtiği genç
dimağları ABD
için casusluk yapmak üzere devşirdiği gerekçesiyle Türk Okulları adıyla faaliyet gösteren Fetullah Gülen cemaatinin
okullarını kapattı. Fars
Haber Ajansı
muhabirinin Aşkabattan
bildirdiğine
göre, Türkmenistan yönetimi Türkiyenin Nur Cemaatinin Türkmenistanda dini - siyasi nüfuzundan duyduğu kaygı
yüzünden 1990 yılından
beri bu ülkede faaliyet yürüten tüm Türk okullarının faaliyetini askıya aldı.
Haberde, okulların kapatılma gerekçesi şöyle anlatıldı: Söz konusu Türk okullarının eğitim çalışmalarının yanı sıra hedef ülkelerde Türk milliyetçiliğinin
propagan- dasını yaptığı ve okullardan mezun olan öğrencileri
hedef ülkelerde anahtar evkilere atamak için rüşvet bile verdiği ifade ediliyor. Geçtiğimizyıllarda bu okulların Türkiye adına yetiştirdikleri zannedilen öğrenci ve elemanları -aslında ABD casusluk teşkilatı CIAya bağladığı ve Türk milliyetçiliği ve Osmanlı hayallerinin aslında bu gençleri 'kandırmak için bir tuzak' olduğu, tuzağın
CIAda
ayarlandığı ortaya çıkmıştı. Türkiye Gençler Birliği 16.07.2011
19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
Vatana İhanetle Yatgılanacaksınız
Tuğamiral Cem
Aziz Çakmak, dış
mihraklara uşaklık eden şerefsizlere
sesleniyorum (Sözde) Balyoz davasının tutuklu sanığı Tuğamiral Cem Aziz Çakmak, davanın çöktüğüne
dikkat çekerek, Sahte
dijital verilere dayalı bu dava
bence çökmüştür. Bizleri
bir süre daha çöken bu sahte davanın enkazında tutabilirsiniz. Ancak asıl soru,
bu davanın
sonunda enkazın altında
kimlerin kalacağıdır dedi.
Çakmak, savunmasının bir bölümünde de, Hainlik ve ihanetin odağı olan, dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum. Bu salondaki koltuklara
oturacaksınız ve
vatana ihanet ile yargılanacaksınız.
Bundan kaçışınız asla mümkün değildir. sözlerini kullandı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Balyoz davasının 40ıncı duruşmasında eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli
Oramiral Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli
Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ile
(SÖZDE) Balyoz Darbe planını hazırladığı ileri sürülen eski 1. Ordu Komutanı emekli
Orgeneral Çetin Doğanın da
aralarında
bulunduğu 146
tutuklu sanık ve 17
tutuksuz sanık hazır
bulundu. Aralarında
Koramiral Kadir Sağdıç,
emekli Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek ve Albay Cengiz Köylünün de
aralarında
bulunduğu 16
tutuklu sanık ile 16
tutuksuz sanık ve
hakkında
yakalama kararı bulunan
eski 1. Ordu Komutanı emekli
Orgeneral Ergin Saygun ise duruşmaya gelmedi. Mahkeme Başkanı Ömer Diken, duruşmaya katılmayan sanıklardan bazılarının, mazeret dilekçesi ya da sağlık raporu
gönderdiklerini açıkladı. Yapılan
kimlik yoklamasının ardından Başkan
Diken, tutuklu sanık Tuğamiral
Cem Aziz Çakmakın
savunması ile
duruşmaya başlayacaklarını açıkladı.
Müdahil avukat bölümü boş olduğu için
sanık Çakmak
o bölümde oturarak mikrofona yakın olarak savunma yaptı. Çakmak, Türkiyenin her yerinden çıkabileceğini ifade ettiği suç unsuru taşıdığı ileri sürülen sahte dijital verileri lanetlediğini ve
kabul etmediğini
söyledi.
Sanık Çakmak, Sahte dijital verilere dayalı bu dava
bence çökmüştür.
Bizleri bir süre daha çöken bu sahte davanın enkazında tutabilirsiniz. Ancak asıl soru,
bu davanın
sonunda enkazın altında
kimlerin kalacağıdır. dedi.
Hazırladığı iddia edilen personel listesinin sahte olduğunu
ileri süren sanık
Çakmak, Listede
bazı
personelin görev yeri olarak belirtilen ve bir Nato Komutanlığı olarak ifade edilen CC MAR Naplesin 2004
yılında
kurulmuştur.
Oysa Personel listesinin oluşturma tarihi 2003 yılıdır. Dolayısıyla ya bu belgeyi hazırlayan kişi müneccimdir ya da belge sahtedir. Bu
belgeleri hazırlayan
çete ne hazırladığının farkında bile değil ifadesini kullandı. Dönemin Donanma Komutanı olan
emekli Oramiral Özden Örnek tarafından, ihraç edilmesi için Mart 2002 tarihinde Askare
Mahkemeye gönderildiğini
belirten sanık
Çakmak, bu yargılama
sonunda 2005 yılında
beraat ettiğini
söyledi. Sanık
Çakmak, 2002 yılında beni
TSKdan
ihraç edilmek üzere Donanma Komutanı sıfatıyla askeri mahkemeye sevk eden, diğer bir
ifadeyle bana güvenini yitirdiğini açıkça göstermiş olan Oramiral Özden Örnekin sözde
böyle bir gayri yasal bir oluşuma beni görevlendirmesi mümkün müdür? Ya da benim
böyle bir durumda görev kabul etmemi, akılve mantık sınırlarıiçinde kabul etmemi izah edebilir misiniz? dedi.
Çakmak, Özden
Örnekin, hazırladığı iddia edilen Amiral listesinde beni Tuğamiral
ve Tümamiral olarak göstermesini hayatın doğal akışına uygun bulmak mümkün mü? eleştirisinde
bulundu.
Sanık Çakmak suçlanma gerekçelerini ise şu
iddialarıyla dile
getirdi; Bizim
çocuklar başardı, başımıza çuval
geçiremeyeceklerini bilmeleri, katıldığımız yüzlerce toplantı ve harekatta ulusal çıkarlarımızı korumamız, Atatürkçü kimliğimiz, karada terörle mücadele ettiğimiz,
denizde ise küresel güçlerin oyunlarını bozduğumuz için buradayız. Geleceği zehirlenmiş bir ülkede sadece bizim değil,
sizin de çocuklarınız ve
torunlarınız yaşayacak
Tutuklanması
nedeniyle kızının, 16
Nisandaki düğününün
davetiyelerini yaktığını belirten sanık Çakmak, Kızıma bunu bize yapanlardan ve destekçilerinden hesap
soracağıma
dair söz verdim ve sözümü tutacağım.
Son olarak hainlik ve ihanetin odağı
olan, dış
mihraklara uşaklık eden şerefsizlere
sesleniyorum. Bu salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile yargılanacaksınız. Bundan
kaçışınız asla mümkün değildir. Allah(c.c) Cumhuriyeti ve donanmasını korusun diye
konuştu.
Askerhaber/ İstanbul
22.08.2011
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
ABDnin Orta
Doğudaki
varlığı Ilımlı İslam Projesiine bağlı
Bushun Irak
işgalini Tanrının emri olarak
nitelemesi, Protestan yayılmacılığının habercisiydi...Din sosyolojisi alanında uzmanlaşan Prof. Dr. Yümni Sezen, ABDnin İrana karşı Suriye
stratejisini değerlendirirken
meselenin bam teline basıyor: Orada
rehbere itaat vardır,
taassup vardır,
-Velayeti Fakih'ı- Ilımlı İslama yaklaştıramazlar.
Bu nedenle Ilımlı İslam
projesi, Batıya karşı
daha müsamahakâr, daha liberal olan
Sünni toplumlar iktidarlar üzerinden yürütülüyor. Bu kesim kapitalist sisteme
uyduğu için,
onlarla işbirliği daha
kolay oluyor...
Odatvde 23 Eylül 2011 günü A. Metin Akpınar
imzasıyla
savunulan şu iddia
da destekliyor Sezeni: Hangi
ülkede yaşıyor
olurlarsa olsunlar, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, ister azınlık ister
çoğunluk
olsunlar, ister İslamcı ister
laik olsunlar, Şiiler ve Aleviler, var oldukları her yerde ABD emperyalizmine karşı
direniyorlar.
Önce liberal bir Din gerekli. 11 Eylül 2001
itibarıyla
dünyanın birçok
noktasında yaşanan değişimi düşünelim şimdi.
Nedir bütün olan bitenin tek kelimelik özeti: Liberalleşme..
Veya... Liberalleştirme değil mi?
Ekonomileri, rejimleri, fikirleri ve elbette dini! Sözde terörizmi
besleyen bataklıkları
kurutmak
için ortaya atılan
Büyük Orta Doğu
Projesinin
demokrasi
ihracıyla
varmak istediği gizli
olmayan hedefi buralardaki
pazarlardı. Ve pazarları
açabilmek
için din aşılması gereken önemli bir engel di.
Ne
alakası var mı dedi
biri? Bir Amerikalı, bir
Budiste ne
pazarlayabilir ki? Yahut çay içmeyen, kahve içmeyen, sigara içmeyen, iffet
yasası gereği
filmlerin büyük bölümünü izlemeyen, yüzlerini endüstriye değil doğaya
dönmüş haldeki
Mormonlarla mesela, Philip Morris arasında nasıl bir arz-talep ilişkisi oluşabilir? Kentleşme olmadan, en önemlisi burjuva sınıfı oluşmadan,
endüstriyel teknoloji gelişmeden ve talep edecek tüketmeye hazır bir kitle oluşmadan kapitalizm var olabilir mi?
Pekiiii... Bütün bu şartlar bunların caiz sayılmadığı bir ortamda tesis edilebilir mi?
Yeşil kuşakın
rolü değişti.
Kapitalizmin dün komünist
rejimlerle alıp
veremediği neyse
bugün Orta Doğuya diş
bilemesinin temel nedeni de o aslında. Tabii burada yaman bir çelişki de çıkmıyor değil karşımıza. Soğuk Savaş
döneminde, kapitalizmin en büyük anti-komünist destekçileri, bugün işgale yeltendiği İslam ülkeleri değil miydi? Evet öyleydi. Lakin İran Devrimi, Körfez Savaşı, Irakın işgali, Filistin sorunu gibi bir dizi tecrübeden sonra,
1970lerde
Sovyetlere karşı
oluşturduğu Yeşil Kuşak, ABD
emperyalizminin ayağına
dolanır hale
geldi. İslamcı
hareketlerin giderek anti-emperyalist karaktere dönüşme eğilimi,
Orta Doğu daki
Amerikan varlığı/çıkarları için artık sadece bir tehditti. Dev Amerikan şirketleri
ile hammadde ve pazar arasında örülen duvarların yıkılabilmesi için acil revize gerekliydi... Ve devreye,
en kısa
ifadeyle ABD düşünce
kuruluş- larında geliştirilen
Protestan İslam
yorumu
olarak tanımlanan
Ilımlı İslam
Projesi girdi. Rand Corporation Milli Güvenlik Araştırmaları Dairesinin Uygar ve
demokratik İslam,
partnerler, kaynaklar ve stratejiler araştırmasına (2003) göre, dünyanın geri kalanının iktisadi ve siyasi çıkarları sistemle uyumlu, uluslararası
normlara riayet eden bir İslam
anlayışını gerektiriyordu. Rand Corporationın
bu sorunun halli
için önerdiği
çözüm köktendinciler,
gelenekçiler, modernistler ve laikler olarak ele aldığı dört grubun birbirlerine müdahalesini sağlamaktı. Yani İslam, İslam
içinde oluşturulan kamplar
üzerinden dönüştürüle-
cekti.
Eylem Planı Yürürlükte. Dört aşamalı eylem planına göre; Önce modernistler desteklenecek; bu yönde bir
kamuoyu oluşturulması için eğitim
müfredatından,
sivil toplum kuruluşlarının dizaynına kadar
her yola başvurulacaktı.
Okullar, enstitüler, internet siteleri, yayın organları, gençliği hedef alan organizasyonlar finanse edilecek ve bu
kesim, gelenekçiler ile köktendincilere rakip çıkabilir hale getirilecekti. İkinci aşamada
gelenekçiler köktendincilere
karşı
desteklenecek; anlaşmazlıklar kaşınarak
iki grup ara- sındaki
ittifak ihtimali sıfırlanacaktı.
Gelenekçileri oluşturan
mezhepler teşvik
edilerek ayrımcılık
uygulanacak, modernistlerin bu mecradaki etkinliği artırılacaktı. Yani gelenekçi diye adlandırılan kesim parça parça işbirlikçilerin safına devşirilecekti. Bu arada, kullanılan
kavramlar gözünüzün önüne, RP-AKP ayrışmasının yaşandığı günleri getirmedi mi? İslamı, Protestanlaştırma Projesinin sonraki adımı köktendincilere savaş açmaktı. Savaşın silahı seçildi: Karapropaganda! Buna göre köktendinci
kesim şiddet
eylemleri ile örtüştürülecekti.
İslami
terör
denilen kavramın nasıl oluştuğunu hatırlayın şimdi!
Karapropaganda aşamasının en
önemli ayaklarından
biri de toplum liderlerinin küçük düşürülmesi, zaaflarının ortaya serilmesiydi. Medya bu yönde yayın yapması için
cesaretlendirilecekti.
Köktendincilerin ortak düşman olarak algılanması sağlandıktan sonra, sırada son vuruş vardı. Bu kez tıpkı Erdoğanın Arap Baharı turunda tabanını çok şaşırtan çıkışında olduğu gibi laiklik desteklenecekti. Laikçilerin köktendincilere karşıtlığı, ABDye karşı direnen farklı ideolojik grupların bir araya gelmesini engellemek için kullanılacaktı. Ne
dersiniz, Türkiyede
laikçi kesimin
bir bölümünün bütün milli duruşuna karşın İran konusunda, sırf din faktöründen dolayı, farkında olmadan ABDnin ekmeğine yağ süren bir çizgiye kayıyor olması son aşamanın işaretlerinden biri sayılmalı mı?
Emperyalizmin İlk Hücresi. Ilımlı İslam Projesinin ana kumanda üssüne atanan yeni komutan Obamanın, Başkan
seçilmesinin hemen ardından
yaptığı ve küresel imparatorluğunun bütün kullarına! hitap ettiği konuşmasında, Bir rüyam var diyerek kendisini Martin Luther Kingle özdeşleştirmesi
de tesadüf değildi şüphesiz.
Kinge adını veren
Martin Luther, Protestanlığın kurucusu ve kiliseden bağımsız bir Hristiyanlık hazırlayan kişiydi! Ve... Tarih, ekonomi, siyaset, sosyoloji ve
teoloji bilimleri önünde sabittir ki, Protestanlık var olmasaydı kapitalist sistem bu denli ilerleyemeyecekti. Weberin kapitalizmin
zorunlu şartı saydığı Protestan ahlakA göre İster seçilmiş ister lanetlenmiş olsun bireyin dünyadaki ödevi, Tanrının şanı için
çalışmak
ve yeryüzünde Tanrının
hâkimiyetini kurmaktı. Hatırlayın,
kendisini seçilmiş sayan
George W. Bush, Irak işgalinin
Tanrının emri olduğunu
söylememiş miydi!
Bu felsefeye göre Tanrı tarafından seçilmiş olmak,
yani günahlarından
kurtulacak olmanın en
önemli işaretlerinden
biri (Özellikle Kalvinistlerde) ekonomik alanda başarıydı. Kâr
bir çeşit bağışlanma umudu, ticaret de dini
faaliyet olarak
sunulunca ortaya doymak
bilmez bir canavar çıktı. Calvinin
faizin günah olmadığını açıklaması, spekülasyon, devlet müdahalesi gibi konularda sağlanan
özgürlükler sayesinde Sanayi Devrimi bir tür Protestan
darbeye, Protestanların yayıldığı ülkeler (İngiltere ve Amerika örneklerindeki gibi) de dünyanın en
büyük sömürge imparatorluklarına dönüştü. Leninin dediği; kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm böylece
gerçekleşti.
Bakın şöyle bir 11 Eylülden sonra etrafımızda yaşananlara Size demokrasi getiriyorum, size İnsan
hakları
getiriyorum, size eşitlik,
size refah, size barış
getiriyorum diyerek
işgal
edilen coğrafyalara
dayatılan aslında
neydi: Ya değişirsin,
dönüşürsün,
sömürgem olursun... Ya da; Düşmanız bundan sonra! Misyoner okullarıyla başladı. ABDnin
kendisine biat
eden kitleler
hazırlamak
için kullandığı Protestanlaştırma yönteminin Anadoludaki kökleri 1800lü yılların misyoner okullarında çıkıyor karşımıza. Çok uluslu Amerikan sistemi, hem dünyaya verdiği bir
tür içe
kapanma taahhüdü
biçimindeki Monroe Doktrinini çiğnememesini, hem de sömürge yarışından geri kalmamasını sağlayacak misyonerler İkeşfettikten sonraki ilk hedefini Müslümanlar ve
Yahudiler olarak belirlemişti. Ancak biri çok sert, diğeri ise çok bütün olan bu iki gruba sızmakta zorlanacağını anlayınca rotasını Anadoluda yaşayan Ermenilere çevirdi. Çünkü Ermeniler hem dağınık
olmaları dolayısıyla
Gregoryen Patrikhanesi etrafında güçlü bir birleşme gösterememişti, hem de Rumlar gibi arkalarında onları
kollayan bir hami
devlet yoktu. Ortodoksların
önderliğine
soyunan Rusya ve o günlerde Anadoludaki etkisi hiç de az olmayan Katolik Fransa karşısında, ABDnin
kendi siyasi çıkarlarına ulaşmak için
kullanacağı
Protestan varlığı böylece oluştu. Misyoner okulları eliyle Protestanlaştırılan ve ABDnin emelleriyle örtüşen düşler görmeleri temin edilen Ermeniler çok kısa
sürede Osmanlının bağrındaki
hançere dönüştü; ne
zaman, ne-reye saplanacağını
sömürgeciler arasındaki
rekabet konjonktürü belirliyordu. Tıpkı bugün Orta Doğuda olduğu gibi... rasthaber 29.09.2011
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Allahın
selamı,
rahmeti üzerinize olsun
Aslan Ağbim,
Devletler maneviyat ehlinin feraseti halkı Allahın hesabına yatkın hazırlaması ile kurulur; yıkılmasıda din
adamlarının
maneviyatdan uzaklaşıp İslam
dairesinden çıkarak halkı şeytanın hesabına yatkın hazırlaması ile olur. Irakın küzeyine
kıyametin
alametlerini döşemek için Özalın kulağına şeytanın sol ayağı dişi tarafından
Fetulahcılar sağ ayağı oğlan tarafından
Süleymancılar,
Türkiyenin
himayesinde bir kürt devleti kurmayı üflüyorlar.
Daha soğraki gelişen süreçde, Özalın bu planı sosyal
siyasi ve fikren sürükleyeceği ortamı müsait yapamadığı için... Ben
hem Umremi yaparım hemde
viskimi içerim diyen Karısı, üzerine
sürdüğü alkol karıştırılmış
kozmetik, yemiş olduğu haram ve şüpheli ile
dışa
vuran nefesi ve
teri sebebi ile
zehirlenmesine, bağırsak
düğümlenmesine
yarılmış
göbek mide kasında atılamayan
toksitlerin birikmesine zemin hazırlıyor... Yani
karısı üzerinden Özalın
himayesinde gelişip kulağına
üfleyenler zemin hazırlıyor...
Benzeri olaylar bu şekilde
oluyor.
Herkimki Allahın dinini tahrip eder, tahrip edene yardım eder kollar gözetir sessiz kalır ise tahrip edenlerin ateşi onlarıda sarar İlahi Hükmü gerçekleşiyor. Kalbi maneviyat ve adalete dönük direniş cephesinde
olan her İnsan hali anlayabilir korunabilir.
Tekrar aynı amaç için, benzer olayın yapılması ile yani Başbakanın burnuna dibine kadar sokulan avanelerine güvenen malum
cemat/örgüt açık ve imalı olarak
Tayyip Erdoğan beyi
tehdit etmiş ve
ediyorlar... Mesela, nefes mesafesine kadar yaklaşan bağımlıları veya Eğemen Bağış gibi hayranları ile iletişim sağlayıp duyu
yollarından sinir
uçlarına dokunup
ani başdönmesi göz
kararması, yenilen
içilen birşeye sinen
nefesleri ile hazımsızlık, bağırsak
düğümlenmesi
yapabilirler; veya yenmiş ama henüz
atılmamış midede
kalan bir parça üzerinde vucudun
korunaksız bir anında mail,
mesaj ve telefon ile iletişim sağlayıp, bütün
vucudu kaplayacak derecede soğukluk verip bir anda vucudun bütün ısısını düşürerek yaşamsal öneme
sahip vucut ısısı ile yağları yakan
organların işlevini
engelleyebilirler.
Allaha yemin ederimki İnsanlık alemi, deccalizmle mücadele asrında olduğunu
anlayacak ve insanları İslam
dairesinden çıkartan bu
cematlerin önder- lerinin, sürücü ve taşıyıcı bağımlılarının
Resimleri dahi Hastane ve Sağlık Ocaklarına asılıp,
özellikle hasta insanlar zayıf anında' son
nefesde İtikat ve İmanını koruması için uyarılacak.
Korunmanın çaresi; haram ve şüpheliden manen, fikren ve mümkün olduğunca
fiziken uzak durup euzu besmele ile, İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun okuyup İslam dairesinin tahribinden geçinen sağlı sollu şeytanın iki ayağı
üzerinde toplanmış bu
gurupların hertürlü
müsübetinden Allaha sığınıp, en azından imanın en zayıfı ile onlara
karşı Buğz etmek...
ancak bu şekilde
Allahın yardımı ile İbrahim (as)
ın nemrutun
ateşinden
korunduğu gibi
korunulur. Selam ve dua ile Allaha emenet olunuz Hacı Bayazıt 02.12.2011
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
İstiklal
savaşı filan yok, hepsi dümen! ...diyen, südü bozuk
haramzadelere!
Hürriyet yazarı Yılmaz Özdilden çok
konuşulacak
tarihin Efsanesi ile yürekleri ısıtan bir yazı daha.
Puntada bayram vardı. Yunan ordusu Pasaporttan karaya çıkmış, İzmir
Metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis
edip, evlatlarım, ne kadar
Türk kanı içerseniz,
o kadar sevaba girmiş olacaksınız diyerek
yere kapanmış ve
ilk ayak basan Yunan albayının
çizmelerini öpüyordu.
Aniden... Uzun boylu, siyah takım elbiseli
bi delikanlı fırladı ortaya,
elinde revolver. Bastı tetiğe, trak
trak trak! Efsun alayının sancaktarı karpuz
gibi düştü atının sırtından.
Panik... Baktılar ki, tek
kişi, sarıverdiler
etrafını, ilk
süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra
neresine denk gelirse, orasına... Hasan Tahsindi o yiğitler yiğidi Türk. Henüz 30unda.
Hükümetimiz bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin diyordu hâlâ... Teoriyle pratikin kesiştiği İnsan ise,
vakit tamam demişti, Anadoluya
geçiyoruz. Böyle başladı macera.
Ateşten gömleği giymişti ulus,
aktı gitti,
aylar yıllar,
canlar... Takvimler 30 Ağustos 1922yi gösterdiğinde, yer
gök yarılıyor, şöyle yazıyordu hatıra
defterine Yüzbaşı
Kanellopulos, Türk
topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını
bekliyoruz.
Onun batmasını beklediği güneş, bizim
için doğuyordu aslında... Çıktı bi kayanın üstüne
Mustafa Kemal, haykırdı karanlığa, Eyy Hacıanesti
nerdesin, gel de kurtar ordularını!
Kudurmuştu Ali Kemal... Büyük gazeteci! Kin kusuyordu köşesinden, bu millici
mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar
hayal edilemez, düşmanlar
onlardan bin kere iyidir...
O mahluklardan
biriydi İzmirli
süvari teğmen Yıldırım... 18 yaşında.
Vurulmuştu. 40
derece ateşli olmasına rağmen
hastaneden kaçmış,
cepheye koşmuş, bugün
kendi adını taşıyan
Küçükköy İstasyonunu almaya
çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine gömülmüştü.
Yıldırım toprağa düşerken, 30
kadar Yunan askeri girdi, savunmasız Kuzuluk Köyüne... Gözleri Fatmaya takıldı, 15inde... Taze incir
gibi dediler, sırıtarak...
Kaçtı Fatma,
evine kapandı, kapıyı kilitledi.
Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler,
evi yakalım, nasıl olsa çıkar.
Çaktılar kibriti. Alev alev.
Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
Teğmen Şevket, Uşaktan
geçiyordu o sırada...
Sakaryada şehit olan
Yüzbaşı
Basrinin anacığı yakaladı kolundan, Basrim nerde? diye sordu. İçi çekildi Şevketin, boğazı düğümlendi... Arkadan
geliyor ana dedi.
Söyleyemedi gerçeği... Ve,
ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, kendimi
asla affetmedim diye yazdı, o güne
dair hatırasını.
Bastır parayı,
askerlikten yırt yoktu o
zamanlar... Allah kısmet
ederse, romanını yazmak
istediğim, Albay deli Halit,
belinin sağında namuslu dediği tabancasını, belinin
solunda namussuz dediği tabancasını taşıyordu.
İşgalciye
namusluYla sıkıyor, işgalciden
korkup geri kaçana namussuzu
gösteriyordu, tercih
senin yiğidim, istersen
buyur kaçmayı dene!
Deliren biri
daha vardı... İstanbuldaki işgal
kuvvetleri komutanı General
Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Yırttı elindeki
haritayı, fırlattı duvara, bu hızla yarın İzmire girerler dedi. İnanamıyordu. 250
bin kişilik devasa
ordu, hayalet gibi çıkıp, bi ordan
bi burdan dalan, hızar gibi
biçen Fahrettin Altay komutasındaki süvari tarafından lokma lokma bölünüyordu.
Kaçıyordu Yunan.
Ecel peşinde.
Ve, 9 Eylül. Hava mis. İzmirin dağlarında çiçekler açıyordu. Bornovadan boşaldılar aşağıya doğru, dörtnala. Sonradan adı
Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek bedel vardı daha... İkinci Tümen Dördüncü Alaydan
Konyalı Mehmet,
Akşehirli
Hakkı,
Avanoslu Ahmet, düştüler
oracıkta.
Bugün, anıtları var
orada. Vatan ve
namus yazıyor altında.
İzmire ilk
giren süvari olma şerefİ, İzmirli
soyadını alan,
Yüzbaşı Şerefe nasip oldu. Bismillah ilk iş, koştu Şeref,
Hasan Tahsinin düştüğü yere,
Hükümet Konağının alnı kabağına
dikti al sancağı...
Asteğmen
Besim, Kadifekaleye varmıştı bile.
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahvedeydi,
Mustafa Kemal, seyrediyordu.
İşgal
edildiği gün,
bir ulusun Kurtuluş Savaşını başlatan, işgali
bittiği gün, o
ulusun Kurtuluş Savaşını
bitiren, dünyada bu özelliğe sahip tek şehir, İzmiri... Seyrediyordu.
Ağır ağır karardı hava. Kavuniçi top gibi gömüldü körfeze güneş, usuuul
usul... Nifte,
kendisi için hazırlanan
bağevine
gitti. Tek kat, taş,
penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine...
Etrafında, Celal
Bayarın Galip
Hocalakabıyla dağlarda
örgütlediği
efeler... Yorgundu. Yemek getirdiler.
Yemedi. Cıgara çıkardı.
Kahve istedi. Biliyor musun İsmet dedi...
Bir rüya
görmüş
gibiyim.
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya... Sona
ermişti.
Taa ki... AKPnin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener, TBMM çatısı altında, biliyor musunuz diye başlayıp, Yunanlıların Türklerle savaşı yok. Bütün şehitlikler temsili diyene kadar. Yasu vre! Yılmaz Özdil Hürriyet 04.12.2011
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Kerbelayı
anlamak ve anmak
Televizyon
ekranlarında İmam
Hüseyini (as)
anma ve Kerbela şehitleri ile
ilgili matem programlarına
rastlıyoruz.
Malumunuz Kerbela, İmam
Hüseyinin (as) katledildiği
yerdir. Onunla beraber yanında bulunan yarenlerinin, ailesinin, kundaktaki bebeğinin,
onun savunmasını Allaha ulaşmanın
vesilesi sayan 72 Allah dostunun vahşice kılıçtan geçirildiği, bu mübarek insanların Allaha vuslat
şerbetini
içtiği
yerdir.
Kerbelayı anmak demek imam Hüseyinin (as) İslamdan
sapmalara karşı
kanını akıttığını hatırda tutmak, Allah rızası için canından geçebilmek, ümmetin ikazı ve irşadı için
kurban olmak demektir. Kerbelayı anmak demek, Yezidin ordusuna ve Yezid gibilere; İslamı şahsi menfaatlerine alet edenlere; katliamları Allah rızasını umarak
yapan dinden çıkmışlara
lanet etmek demektir. Kerbelayı anmak demek, hak ile batılın
mücadelesini diri tutmak demektir.
Kerbelayı anma merasimleri düzenleyenler ise: Din dersi
kitaplarında yer
alan Kelime
-i Tevhid İfadesinden
Muhammedur
Resulullah kısmını çıkaranlardır,
Müslüman halka domuz etini yemeyi serbest bırakanlardır, 40 bin kilse evini açanlardır,
Zinayı yasalaştıranlardır, Hıristiyan
ve Yahudi firmalara bu ülkenin yeraltı kaynaklarını peşkeş çekenlerdir, Irakı işgal eden Amerikan askerlerinin sağ salim
vatanlarına
dönmesi için dua edenlerdir, Yine Irakta milyonlarca Müslümanın tepesine bomba yağdıran, binlerce kadının namusunu kirletenlere yardım
edenlerdir,
Ortadoğuyu isyanlar ve darbelerle işgal eden
Hıristiyan
Batı ile aynı safta
yer alıp,
onlara her türlü desteği sağlayanlardır, Müslümana
kılıç çeken
bizden değildir
hadisini hiçe sayarak, Müslüman alemine haçlı ordusunun ön safında kılıç çekenlerdir,
Bunları yapan bir zihniyet Müslüman alemine yani hak - batıl
mücadelesinde Hakka, her
gün Kerbelayı yaşatmaktadır,
Kerbelayı
unutturmamaktadır.
Ancak onların yaşattıkları ve
unutturmadıkları Yezidin mantığı, Yezidin safı olduklarıdır.
Çünkü İmam Hüseyin (as) İslamdan sapmaları engellemek, ümmeti ayıktırmak için kanını feda etmiştir. Bugün matem törenleri düzenleyenler ise, İslamdan
sapmaların
merkezi olmuşlardır.
Müslümanın kanına kast
edenlerle beraberdirler. Bunca icraatlarından sonra, bu çevrelerin pak İmam
Hüseyini (as)
ve onun mübarek mücadelesini anmaya bizce artık hakları yoktur. Yapılacak olan önce tövbe istiğfar
edip, bir daha Haçlının safına asla
dönmemek; Haktan yana
olanlarla beraber tek kalıncaya
kadar beraber olmaktır. Haçlıyı İslam
topraklarına
yeraltı
kaynaklarına ve
yer üstü zenginliklerine sokmamaktır. Hem bunları yapıp haçlıya çanakçılık yapacaksın, hem de Kerbelaya ağıt yakıp bu uğurda mücadele edenlerin yanında
görünüp, karşısında yer
alacaksın. Pes
doğrusu!
Allah ayıktırsın, bu
derin gafletten Ümmeti Muhammedi uyandır- sın! Prof. Dr. Haydar Baş
06.12.2011
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Kerbela Kıyamını-Hakkın Üzerini Karartma Çabaları
zira Allah(c.c) emri ile
Peygamber(s.a.v)in İmam Ali(a.s) Vasi ilanına ettikleri Biati bozup
tekrar atalarının süfyani dinine tağbi oldukları
anlaşılacak.
Bismihî Teâlâ...
Muharrem ayında, İmam Hüseyinin (a.s) tarihte emsali görülmemiş Âşûrâ kıyâmı, dini ne
olursa olsun, bütün mazlumların yüreklerine cesaret, umut ve özgürce yaşama
tohumları ekerken,
zâlimlerin içine korku saldığı, müstekbirleri tir tir titrettiği bir
gerçektir. Yaktığı bu meşaleyle, her çeşit zulme ve despotizme karşı, özgürlük aşıklarının yolunu
aydınlatan İmam Hüseyinin bu dehşet verici
fedakârlığının, bizim
toplumumuzda gereken ilgiyi gördüğünü ve hak ettiği yeri bulduğunu iddia etmek, maalesef mümkün değildir.
Peki neden? Normalde hiçbir toplumun böylesine muhteşem bir olayı unutması, lâkayt
kalması düşünülemezken,
Ehl-i Beyti seven,
çocuklarına Hasan ve
Hüseyin adlarını koymaktan
gurur duyan bu toplum, Kerbelâdan, Âşûrâ kıyâmından niçin
habersiz?
Bunun ardında, elbette birçok sebep var. Ama, ehli
sünneti yaşadıklarını sanan Sünnî
ulemânın Kerbelâ kıyâmının üzerini
örtmeleri, örtemedikleri yerde karartma, dezenformasyon, tahrif ve çarpıtma girişimleri,
bizce bunun en önemli sebebidir. Âşûrâ kıyamını -zülfü yâre dokunur kaygısıyla olabildiğince gizlemeyi ilke edinen ulemâ, bu yolda utanç verici, akla zarar
tahrifata imza atmış durumdadır. Şöyle ki:
1.Bunlardan
biri Kerbelâ kıyamını olabildiğince
gizleme, üzerini örtme çabalarıdır. Toplumumuzda İhyâsı dindar hemen her evde bulunan ve harıl harıl okunan meşhur İmâm(!) el-Ğazzâlî bu akımın öncülerindendir. el-Ğazzâlî ve
ona eşlik edenler
Hüseyinin öldürülüşünü halka
anlatmak haramdır! diyebilmişlerdir.[1]
2.Olan bitenleri kadere bağlama, takdir-i ilahi İle savuşturma gayretleri de bir diğer perdeleme harekâtıdır. Bu
kaderci yaklaşımın mimarı, katliamın bizzat
öncüsü olan Ömer b. Saddır. Kendisi
orada işlediği
cinayetleri, Yukarıdan karara
bağlanmış şeyler! olarak anlatıyor;[2] bu yolla toplumun infialini kırmayı amaçlıyordu.
3.Yezîdin yönetimini meşru görme, böylece ona karşı yapılan ayaklanmaları -zımnen-
mahkum etme girişimleri, söz
konusu kıyâmı perdeleyen
bir diğer
etkendir.
Örneğin, On iki imam hadisi olarak bilinen; Bu din, sizlere on iki hâlîfe hükmettiği sürece
aziz olacak / insanların işleri
yolunda gidecektir.
hadisini[3] duymuşuzdur. Vedâ
Haccı sırasında Arafatta okunan
hutbenin, dolayısıyla Vedâ
Hutbelerinin bir
parçası olan [4]
bu hadisin verdiği mesaj
esasen oldukça net. Ama bu mesajdan oldukça rahatsızlananlar,
hadise makul ve inandırıcı bir çözüm
bulamayınca; oturup
bu on iki kişiyi bulmaya
çalışmışlar.
Sonunda fâsık Yezîdi de bu on
iki imam arasına katmışlar!
Yezîdi bu on iki imam arasına katanlar arasında; İbn Hıbbân, Ebû Süleymân el-Hattâbî, el-Beyheqî, Qâdî Ebûbekr İbnül-Arabî, İbn
Teymiyye, Qâdî İbn Ebil-Izz
ve İbn Hacer
el-Asqalânî de var!!![5] Yezit bu derece düzgün bir yönetici olunca, Kerbelâda ve
Harravakasında dökülen
kanlarla, ırza
tecavüzlerle; bu dine(?) izzet ve şeref vermek ona kalınca, mahallenin namusundan sorumlu namussuzlar misali,
kendisine karşı
ayaklanmak kimin haddine!!!
4.Egemen Sünnî ulemânın, Zâlim de
olsa, bir yöneticiye karşı
ayaklanmak haramdır Yaklaşımı, İmam Hüseyinin şanlı kıyamının yaşayan
Müslüman toplumlara aktarılmasının önündeki
en büyük engellerden birisidir. Kimileri, İmam Hüseyine karşı Yezîdi haklı bulabilecek ve Hz. İmamın kıyâmını mahkum
edebilecek kadar alçalabilmiş, edep dışı bir duruş ortaya koyabilmiştir. Bunların başında, Yezîdî duruşuyla tarihe geçen Ebûbekr İbnül-Arabî
gelir. İbnül-Arabî, Yezîdin
askerleri, Hüseyini, ancak
onun dedesinden işittikleri
hadislere dayanarak katlettiler! diyecek [6] kadar arsızlaşa- bilmiştir!
(el-Avâsım minel-Qavâsım: s. 232)
Bu hususta İbn Teymiyyenin İbnül-Arabîden pek
geri kalır yanı yok aslında! Tamam,
ona göre İmam Hüseyin
mazlumdur, şehiddir!
(Minhâcüs-Sünne:
IV, 530, 535, 550, 553-554) Onu öldürmek, öldürülmesine rıza gösterip
sevinmek masiyettir. (IV, 550) Ama, bilin bakalım; İbn Teymiyye
neden bu sonuca varmaktadır? İbn
Teymiyye, İmam Hüseyinin yönetimi
ele geçirme arzusundan vazgeç- erek, Yezîdin adamlarından şu üç seçenekten birini yapmalarını istediğini
belirtir: a) Beni Yezitle görüştürün. b) Bırakın, vatanıma döneyim.
c) Uzaklara, sınır boylarına gideyim...
Normalde gereken, ona bu üç seçenekten birini vermekti. Ama onlar bunu yapmadılar ve İmam Hüseyini
katlettiler. (Minhâcüs-Sünne:
IV, 535, 553-554, 557)
Demek, İbn Teymiyyeye göre, İmam Hüseyin şayet Yezîde karşı, onu makamından uzaklaştırıp Müslümanların idaresini
ele geçirmek niyetiyle
savaş açsaydı, durum
aynen İbnül-Arabînin dediği gibi;
âsî, bölücü olurdu ve öldürülmeyi hak ederdi!!! İbn Teymiyyenin has şakirtlerinden meşhur İbn Kesîr de aynı yoldan yürüyor:
Hüseyini
öldürenler, kuşkusuz onun
Müslümanlar arasında tefrika
çıkarmak ve
toplumun biat edip üzerinde ittifak ettiği kişiyi (Yezidi) yerinden alaşağı
etmek amacıyla (Kûfeye) geldiğini düşünerek, tevîlde
bulundular / ictihâd ettiler. diyen İbn Kesîr, Sahîh-i Müslimde bunun (= bölücülüğün) yasak olduğuna dâir hadis bulunduğunu; ama yine de çoğu âlimlerin İmam Hüseyin ve arkadaşlarının
öldürülmesinden hoşlanmadıklarını belirtir.
(el-Bidâye: VIII, 220)
Bunlardan İbnül-Arabîye ilk
tepki, tam 250 yıl sonra,
kendi mezhebine mensup tarihçilerden İbn Haldûndan gelmiştir. Ancak, Hüseyinin katli, Yezîdin fıskını pekiştiren
icraatlarından
biridir. diyen İbn Haldûn,
bu sözünün ardından Hüseyin
orada şehid düşmüş, sevaba
nâil olmuştur. O haklı ve ictihad
sâhibidir. Yezîd ile birlikte hareket eden sahâbe de haklı ve ictihad
sâhibidirler! diyerek,
bir nalına, bir mıhına vurmuştur!
(el-Muqaddime: s. 217)
Esasen İbn Haldûna göre, sultaya karşı ayaklananlarla savaşmak, ancak yönetici âdil ise meşrudur.
(el-Muqaddime: s. 217) Ona göre, örneğin iktidarını kan İle sağlama alan
bir Abdülmelik b. Mervân, âdil bir yöneticiydi! (el-Muqaddime: s. 206)
Sonucu kestirmişsinizdir: Yani İmam Hüseyin, Yezîde değil de, Abdülmelik b. Mervâna, hele bir de Muâviyeye karşı ayaklanmış olsaydı; aklanmak için hiç şansı yoktu!!!
İbnül-Arabîyi ettiği bu kelâm
dolayısıyla eleştirenler
arasında; İbn Hacer
el-Heytemî, Molla Ali el-Qârî, Muhammed Ali eş-Şevkânî,
Müfessir el-Âlûsî ve Abdürraûf el-Münâvî de var.[7] en-Nevevîden Zâlim de
olsa, bir yöneticiye karşı
ayaklanmanın icmâ ile
haram olduğunu
nakleden İbn Hacer
el-Heytemî ile Hatîb eş-Şirbînînin, İmâm Hüseyinin kıyâmı ayaklarına dolandığında, çözüm uğruna Ama onun kıyâmı icmâdan
evvel idi! demeleri
[8], sizce de tam bir komedi değil mi?
Fakat işin doğrusu, genelde İslam dairesinden çıkmış
Peygamberin izinde olacak şekilde sünneti yaşamayan egemen Sünnî anlayışa göre, Hüseyin bu davada haksızdır ve onun
katli yanlış değildir! Ne
var ki, çoğunluk
-belki edeben- bunu dobra bir dille ifade etmekten kaçınmıştır. İbnül-Arabîye yönelik
hücumlar ise, onun daha çok edebini bozmuş olmasından kaynaklanmaktadır.
Son yıllarda Irakta, Pakistanda ve birkaç aydır Suriyede Müslüman kanı dökmeye bir türlü doymak bilmeyen tekfirci, Vehhâbî
teröristlerin de İbnül-Arabî
ile kafadar olduklarını söylemek
için, müneccim olmaya
gerek yok her halde! Bu terörist grupların, sürekli ama sürekli Şiî
Müslümanları hedef alıyor olmaları, buna ilâveten,
kendilerinin Suriyede terörist
eylemlerde bulunan çetelerinden birine Yezid b. Muâviye Birliği Adını vermeleri
[9], sizce de pek manidar değil mi?!
5.Dökülen kanlardan Yezidi temize çıkarma gayretleri de var. İmam Hüseyinin katlini Yezid emretmemiş!, İbn Ziyâdın yerinde
Yezid olaymış,
kan dökmez, Hüseyini affedermiş!, Olan
bitenlerden haberdar olduğunda üzülmüş! vs.[1]
beyhûde dedikodular da, Sünnî toplumların bu büyük özveriden yeterince nasiplenmesini engellemiştir.
Oysa, Sadüddîn et-Taftâzânînin de açıkça belirttiği gibi; Yezîdin, Hüseyinin öldürülmesinden memnuniyet duyduğu, bu
duruma sevindiği ve
Peygamberin Ehl-i Beytine ihânet
ettiği; özü
itibariyle mütevâtir haberlerdendir... (Şerhul-Aqâid:
s. 188)
6. Kerbelâ kıyâmının tahrifinde,
dostluk,
sevgi ve şefkat Pozlarına bürülü kin ve
nefret dolu açıklamalar da
az önemsiz değildir. Örneğin İbn Teymiyye
Hüseyinin çıkışında, ne dînî ne dünyevî; hiçbir maslahat yoktu! Aksine, o
azgın zâlimler
bu durumu fırsat
bildiler ve nihâyet Rasûlüllâhın (s.a.s) torununu mazlum ve şehid olarak
katlettiler. diyor ve
sözlerine şöyle devam
ediyor: Onun çıkışı ve katledilişi yüzünden ortaya fesat çıktı! Şayet
yerinde otursaydı, bunlar
olmazdı. Onun, hayır elde etme
ve kötülüğü def etme amaçlarından
hiçbiri gerçekleşmedi.
Aksine, çıkışı ve katledilişi yüzünden kötülükler çoğaldı
(Minhâcüs-Sünne:
IV, 530) Mısırlı çağdaş
tarihçilerden Şeyh
Muhammed el-Hudarî ile Kuveytli Selefîlerden Osman el-Hamîs de bu konuda
Selefleri İbn Teymiyye
ile uygun adım
hâlindedir![2]
7.Sünnî câmiada sıkça görülen, Yezîde lanet edilip edilemeyeceğine ilişkin kısır tartışmalar
da, sonuçta İmam Hüseyinin şanlı kıyâmını perdeleme
girişimlerinden
biridir. Tabii ya! Yezîd laneti hak edecek bir şey yapmamışsa, ona karşı yapılan Âşûrâ kıyâmını hangi meşru zemine
oturtacak, neyi nasıl izah
edeceksiniz?
8.Bu kıyâmı, kıyama destek
vermeyen, hatta karşı çıkanların ağzından
anlatmak, olayı sırf acıtasyon
boyutuyla ele almak da, kıyâmın asıl maksat ve
mesajını hasır alti etme
operasyonlarından
birisidir.
9.Muharrem ayının 10.
gününün, tarihte nice kurtuluşlara sahne olmuş, ne mübârek gün olduğuna ilişkin; o gün gerçekleşen Kerbelâ katliamını örtbas
etmek için Emevîlerce kotarıldığı her hâlinden belli uyduruk hadisler de bu yolda hayli etkilidir. İHH
mütevelli heyetinde görevli birisinin Muharrem ayının bu yıl coşkuyla
kutlandığını [3]
söyleyebilmesi, bu çarpık anlayışın tezâhürü değil midir? Bu ne acı bir bilinç körelmesidir! Muharrem ve coşku... Ne de
yakışıyorlar(!) birbirlerine, değil mi?
10. Son zamanlarda, birileri Âşûrâ günleri
düzenlenen mâtem merasimlerine takılır oldu!
Hatta o gün döktüğümüz göz yaşlarına bile
anlam veremeyenler çıktı!
Geçtiğimiz ay, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından, Hacı Bayram
Veli Câmiinde Aşure Günü ve
Kerbelâ Şehitlerini
Anma Programi
düzenlendi. Programda bir konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet
Görmez şunları söyledi: Bugün
Kerbelâ şehitleri
için gözyaşı
dökmek elbette takdire şayandır. Ancak
sizce bu yeterli midir? Sadece hüzün, sadece keder, sadece gözyaşı
yeterli midir Kerbelâyı anlamak
için?...
Bugün bize düşen Kerbelâyı doğru okumak, Kerbelâyı doğru anlamaktır... [4]
Bütün bunlar, kuşkusuz, o gün düzenlenen matem merasimlerine bidat gözüyle
bakan İbn Teymiyye
vb.[5] nâsıbîlerden
beslenen, talihsiz yaklaşımlardır! İmam Hüseyin
Kûfelilere kanıp yola çıkmasaymış, Ne yapalım, olan
olmuş! Yürekleri
dağlayan bu
hâdiseyi sürekli hatırlayıp hatırlatmak,
kabuk bağlamış
yarayı kanatmak
demektir. Bunun kime, ne faydası var! İyisi mi, unutalım gitsin! vs. yaklaşımlar; hadiseyi hiç anlamamış olmak bir yana, İmam Hüseyinin yolunu sabote etmek, onun yaktığı özgürlük meşalesini söndürmek, hedeflediği gayeyi,
verdiği mesajı katletmek demektir.
Günümüzde, Ehl-i Beyt sözcüğünü ağızlarından düşürmeyen Semerkand cemaatinin çıkardığı takvime; 10 Muharremi
gösteren yaprağın önüne arkasına bir bakın: İmam Hüseyinin
adından bir eser bulabilecek misiniz! Gerekçe aynı: Yaramızı deşmeyelim... Yezîd, İmam Hüseyinin
bedenini katletti; bu zihniyet ise onun kanıyla yazdığı evrensel mesajı katlediyor!
Emin olun, bu ikinci katil İmam Hüseyine birincisinden daha çok acı verirdi! İmam Hüseyinin ardından iki damla göz yaşını çok
görenlere sormak istiyoruz: Olaydan sonra, tarih boyunca zâlim yöneticilere
payanda olanlar, hak batıl kavgasında duracağı
yeri şaşıranlar
kimler; Hüseyinin ardından ağlayanlar mı, ağlamayanlar
mı? Etrafınıza bir bakın ve Allah
için söyleyin: Şimdilerde
Irakı, Pakistanı mezbahaya
çeviren Müslüman kaportalı tekfirci
teröristler; ağlayanlardan
mı, ağlamayanlardan
mı?
Öldürenler kimler, öldürü-len-ler kimler?
Bu durumda İmam Hüseyinin mesajını kimler doğru anlamış; o
gün göz yaşı
dökenler mi, dökmeyenler mi? Ağlayın beyler, ağlayın! Hüseyine ağlayan
gözler zarar görmez! Onun için dökülen göz yaşları hiçbir
zaman boşa gitmez!
Yok eğer göz yaşlarınız kurumuş,
yürekleriniz katılaşmışsa;
bari gölge etmeyin, ağlayanlara
dil uzatmayın. Doğrusunu
isterseniz, İmam Hüseyinin bu
emsalsiz özverisini karartma gayretlerinin altında yatan tek bir sebep var: O da sahâbeyi temize çıkarmak!
Ümmetin maneviyat ve adalet ile siyaset ve menfat üzerinden imtihana
çekilmesini perdelemek.
Tabii ya! Kerbelâyı doğru okuduğunuzda, fâsık Yezîd ve yönetimi hepten yerle bir oluyor. Bu
olayda Yezîdle
birlikte hareket eden sahâbe, bütün itibarını(?) kaybediyor.
-
Bunun ucu, kendisini türlü ayak oyunlarıyla ümmetin
başına
musallat eden babası Muâviyeye
dokunuyor. Az yukarı yöneldiğinizde, Şam
topraklarını tepe tepe kullanma
serbestisini amca-oğlu Muâviye ye tanıyan, Halîfe
Osman sorgulanmaya başlıyor!
Sorgulama trendi, böylece yukarıya doğru çıkıp
gidiyor!...
el-Ğazzâlî ve
diğerlerinin
verdiği fetvânın devamını okuduğunuzda,
onların da aynı gerekçeye
yaslandıklarını
görüyorsunuz: Bu durum
sahabeden nefret etmeye ve onlara tan etmeye sebep olur...
Yezîde (l.a) dokunmaktan çekinenlerin asıl korkularının bu olduğu yönünde,
Sadüddîn
et-Taftâzânî de aynı tespiti
yapıyor. (Şerhul-Meqâsıd: II, 307)
Esasen Ehl-i Sünnet toplumunun bu olayı doğru okuyamayışının temel
nedeni, Hüseyine Dedesinin
torunu farkıyla, sıradan bir
sahâbî gözüyle bakmalarıdır. Eğer ona, meveddet ve tathîr ayetlerine mazhar
olmuş, Hz. Peygamberin
ilminin yegâne vârislerinden biri, söz ve davranışları bizim için bağlayıcı bir huccet
gözüyle bakılsaydı, elbette bu yanlışa düşülmezdi. Selam olsun Hüseyine; onun dedesine, babasına, anasına, kardeşine ve çocuklarına! Selam olsun; Hüseyinin yaktığı meşalenin aydınlattığı yolda yürüyenlere!
Selam olsun; özgürlük aşıklarına, bütün
dünyanın mahrum ve
mustazaf halklarına!
Selam olsun; Her gün Âşûrâ, her
yer Kerbelâ bilinciyle
hareket edenlere!
Ve lanet olsun; Yezîde,
Yezitlere
ve onların bilinçli, gönüllü
avukatlarına! Vesselâm... Abdulkadir Çuhacıoğlu 10/01/2012
...İmam Hüseyin
alemlerin emniyeti İslamın beli ve
omurgası maneviyatın merhamet
ve marifet kaynağıdir;
nasipsizler ondan mahrum olurlar... Şeytan alim müsvetdelerine yaklaşıp
atar telkinini derinden, Peygamber vefat edince hemen kargaşa başladı, der... alim olacak zadda, aman insanlar
bunu bilmesin; diye, Ümmetin Ehli Beyt ile imtihanını gölgeleyip - zalimin dini tahribine -
zülmüne ortak olur, peşindekilerini
ateşe cehenneme
sürükler... Böylece Allahın, Bugün
kâfirler, sizin dîninizden onu
yok etmekten ümit kesmişlerdir.
Artık onlardan korkmayın;
Benden korkun! Bugün size dîninizi
ikmâl ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve
sizin için dîn olarak İslâmı seçtim
(el-Mâide, 3)ayeti suhur eder...
Yani, alemlerin emniyeti İslam dışardan değil, içerden dünyaları için dinin ucunu açıp genişleten yırtan alim müsveddeleri ile tahrip edileceği, ümmetin dolaylı olarak insanların Ehli Beyt üzerinden imtihanı
gizleneceği
haber veriliyor; açığa çıkar. hacı bayazıt
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
ABDnin Irak
Yenilgisi Yeni Bir Dünyanın Başlangıcı
Ortadoğu uzmanlarından Wassim Raad, Amerikanın Irakta
yengilgiye uğrayıp çıkmasının
anlamlarını analiz
ediyor. Yangın dumanın
gizleyemeyeceği bir
çöküş.
Amerikanın Iraktan kaçışı sürüyor ve uluslar arası medya tarafından aktarılan, ABD hükümetinin Irak topraklarını tahliye
etme konusundaki hevesliliği, Amerikanın hem ülkede, hem de tüm bölgedeki çöküşünün doğruluğunu kanıtlıyor.
Amerikan yönetimi, birliklerini, aralık ayından çok önce çekmeye başladı -şuan da üslerde bulunan ve çekilecekleri duyurulanlar
sadece sembolik birliklerdir. ABDnin, medyayı ve siyasi dikkati ele geçirerek, olayları
abartması ve
sömürmesi konusunda son aylarda büyük başarı kaydederek, Iraktaki çöküşünü gizlediği bir gerçek. Ayrıca ABD, bazı halk gösterilerinin yaptığı duman bulutları altına, Iraktaki çöküşünü gizlemekte de başarılı oldu. Fakat Arap ülkelerindeki olayların
gizleyemeyeceği
gerçek, bölgedeki Amerikan-İsrail macerasının başarısız- lıkla sonuçlandığı ve Obama liderliğindeki Amerikan yönetiminin, kolonyal istilayı ve İsraili koruma
planlar- ının suya
düştüğüdür.
Aslında ABD,
Suriye ve İrandan, İsraili koruma
konusunda söz alamadı ve
Lübnan ve Gazzedeki başarısızlıkların, İsrailin caydırıcılığını ve stratejik üstünlüğünü sekteye uğratmasını engelleye- medi.
Tüm bunlar şu gerçeğin önüne geçemez: ABD sonrası Irak,
Suriye-İran
eksenine ve direniş
güçlerine yakınlaş- maya
başlayacak
ve dünya, iki kutup arasında bir
soğuk savaşa daha
tanıklık
edecek. Birinci kutup, ABD öncülüğünde, İsraili de içeren grup; ikincisi ise Rusya, Çin, Hindistan,
Latin Amerika devletleri, Güney Afrika, İran, Suriye ve direniş güçlerinin oluşturduğu uluslar arası özgürlük ittifakı olacak. Şuandan itibaren, herhangi bir kimse için, bu soğuk savaş tarafında
üretilen ya da kuşatılan
denklemin dışında, bölgesel ve uluslar arası ilişkileri
etkileyecek herhangi bir olay, çatışma ya da gelişmenin icabına bakmak mümkün olmayacak. Uluslar arası sahneyi
ve ekonomik, siyasi ve stratejik güç merkezleri arasındaki
dengeyi etkileyen bu çokluk, dünyanın geleceğidir, her ne kadar ABD, tarihin seyrine zıt yönde
ilerlese de
Bu
istikamet, kendisini, dünyadaki özgürlük güçlerinin bağlı olduğu
iradelerin çatışması
düzeyinde gösterecek. Özellikle Doğu, bir sonraki aşamada, büyük dönüşümlerin gerçekleştiği yer olacak. Velfecr 16.12.20.11
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Dünyada Şii-Sünni fitnesi
Bismillah
Karada ve
denizde hiçbir kuş yoktur ki,
Allahı tesbih
etmekten gaflette olduğu zaman
avlanmamış
olsun... Allahı zikredene
asla yıldırım isabet
etmez. İmam Sadık (as)
Bir avcı avını avlamak
için onun gaflet zamanını
beklemektedir, avını gaflete düşürmeye çalışır, av gaflete düştümü onu rahtlıkla avlar. Karada ve havada bulunan hayvanlar Allahı tesbih
ettikleri müddetce avcı onları avlayamaz.
insanlar da Allahı andıkları müdetce şeytanın tuzağına düşmez onun oklarının hedefi
olmazlar.
İslam düşmanları günümüzde
Müslümanları avlamak
için müsait bir ortamı beklemekte
ve onlar Allahtan,
haktan, Kurandan gaflet
ettikleri anda onları avlarlar.
Onların zaaf
noktalarının peşindedirler;
mezhebi duyarlılıklar, milli
duygular düşmanın en önemli
silahlarındandır.
Emperyalistler ya mezhebi farklılıkları gündeme
getirip Müslümanları birbirine
düşürmekte
veya milli duyguları kabartıp
birbirinden koparmaya çalışmaktadı-rlar. Bu
hedef doğrultusunda
öncelikle avını toplumun
ileri gelenlerinden, halk arasında söz sahibi kişilerden seçmektedir. Onların siyasal alanda basiret ve feraset zayıflığından yararlanarak olanları tercih etmektedir. Bunların içinden makam, mevki hırsı olanlar, İslama hizmet adına hemen
onların ağına
düşmektedir.
Şiisi,
Sünnisi bütün Müslümanlar çok dikkatli olmalıdır.
Günümüzde siyonist kaynaklı fitne tekrar gündeme getirilerek Müslümanların birlik
bereberliği
zedelenmek isteniyor. Emperyal zihniyetin karşısında en
büyük engel olan Müslümanlarların vahdet
seddi yıkılmaya çalışılıyor. Gerçi
tarihte de bu gibi fitneler hep olmuştur ama hidäyet önderleri, Müslümanların kardeşliğini hep
güçlendirmiş ve
Müslümanların vahdet
seddine bir halel gelmesini engellemişlerdir.
Zalim tağuti güçler hep kılık değiştirerek
Müslümanları kandırmayı başarmış ve
Müslümanların kendi
elleriyle vahdet, birlik ve kardeşliğe darbe
vurarak kendi saflarına çekmişlerdir.
Hidäyet önderleri Müslümanları her dönemde uyarmış ve hakim tağutların hilelerine karşı uyanık olmaya davet etmişlerdir. Tarihte hiçbir Masum İmam, Sünni
Müslümanlara karşı bir
savaş ve propa-
ganda yapmamışlardır.
Kendileri en zor şartlarda
baskı, işkence ve
hapisde olmalarına rağmen Şii
Müslümanları Sünni
Müslümanlarla vahdete, kardeşliğe ve birlik
beraberliğe davet
etmişlerdir. İmamların
mücadelesinin Sünni Müslümanlara karşı olduğunu düşünenler tamamen yanılmakta ve emperyal gücün ağına düşerek avlanmışlardır.
Saltanatlarını sürdürebilmek
için Müslüman kılığına giren tağuti güçler asla Sünni değillerdir. Emevi saltanatı Sünni saltanat değil, kendilerini Sünni Müslüman tanıtıp Sünni
elbisesine bürünmüş zalimler
ve onların yardımcılarıdır. Emevi
saltanatında makam
sahibi olanlar, zahiri Müslümanlar Sünni olmadıkları gibi, Ehlibeyt dostu elbisesine bürünmüş saltanatın yanında yer
alan, onlarla işbirliğine
girenler de Şii Müslüman
değillerdir. Masum İmamlar her
iki grubu da kınamış ve
Müslüman elbisesine bürünüp tağutun yanında yer alan bu sahte Müslümanlara dikkat edilmesi
gerektiğini buyurmuşlardır.
Dört tane masum imamı şehid
eden bu zihniyettir. Asıl hedefleri
İslamı yok etmek
olan Emevi saltanatını İslam
devleti olarak gören Müslümanlar da onlarla aynı kefededir.
Abbasi saltanatının Emevi
diktatörlüğünden geri
kalan yanı yoktur.
Ehlibeytin adını kullanarak
başa gelen
Abbasiler, Emevi saltanatını
devirdikten sonra giydikleri Ehlibeyt dostu maskesi çok geçmeden düştü.
Saltanata gelmek için Emevileri devirmenin hemen ardından en
büyük engel olan Masum imamları kontrollerine alıp etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır, bunu başara- mayınca
da yedi masum İmamı şehid
etmişlerdir. Anyı şekilde
Abbasi saltanatını Müslüman
olarak görmek onlarla aynı hedefi
paylaştığını gösterdiğinden onların
hükmündedirler. Osmanlı saltanatı, Safavi
saltanatı da
bunlardan istisna değillerdir.
Her birisi Sünni veya Şii elbisesi
giymiş kendi
saltanatlarını sürdürme
peşinde olan
tağuti
rejimlerdir.
Masum İmamlar yaşamış
oldukları yaklaşık üç
asırlık dönemde
asla ...Müslümanları Sünni-Şii diye iki
gruba ayırmamışlardır. Müslüman
maskesi takmış tağutlar ve
hak imama tabi olanlar, diğer bir
deyimle gerçek
Müslümanlar ve Müslüman kisvesine bürünmüş sahte Müslümanlar olarak nitelemişlerdir. Bu hidäyet önder- leri bir taraftan zalim tağuta itaat
edilmemesi gerektiğini
vurguluyor, diğer taraftan
bu zalim tağuti
sistemlerin İslami
görünümlerine aldanılmamasını buyuruyor,
bir diğer taraftan
ise Müslümanların vahdet ve
birliklerinin farz olduğunu beyan
ediyorlardı.
Masum imamların siretinden de anlaşıldığı gibi onların bütün mücadeleleri, hangi isimle olursa olsun ilahi
olmayan sistemlere karşı
idi.
Günümüze geldiğimizde bu zalim tağuti zihniyetin kılık değiştirmiş olduğunu
görmekteyiz. Zihniyet aynı ama
isimler değişik.
Zihniyet aynı ama
taktikler farklı. Hedef aynı ama
stratejiler ve metodlar farklı. Günümüz de emperyal tağuti güç, bir taraftan Müslüman ülkelerine kendi
zihniyetini sürdürecek kukla rejimleri yerleştiriyor, diğer taraftan hidäyet önderlerinin yolunu takip eden
ülkeleri ve Müslümanları tehdit,
baskı, ambargo
gibi yollarla sindirmeye çalışıyor ve diğer taraftan da Müslümanlar arasına Şii-Sünni
fitnesini sokarak vahdetlerini bozmaya çalışıyor. Bu hedefine ulaşmak için bütün Müslümanların düşmanı olan Vahhabi
zihniyetini ortaya çıkarmış,
kavga ortamı oluşturmak için
ise bunun karşısında gulatları takviye
etmektedir. Ne vahabiler
Sünnidir ne de gulatlar Şii ve
ne de halkı Müslüman
olan ülkelere musallat olmuş tağuti
rejimler İslamidir.
Bundan dolayıdır ki,
Müslüman ülkelerdeki İslami uyanış
konusunda Müslümanların vahdet ve
birliğini
korumları gerektiğini beyan
eden müçtehidler özellikle Rehber Hamanei bu fitne karşısında uyanık olmaya
davet ediyorlar.
İşte
günümüzde Şii-Sünni
fitnesini çıkarmak
isteyen emperyal tağuti güç en
müsait ortamı ve fırsatı bulma peşindedir;
bazen Sünnileri kullanıp Şiilere saldırtmak- tadır, bazen
ise Şiileri
tahrik edip Sünnilere düşmalık yapmalarını sağlamaktadır. Bu oyuna
gelenler de aynı şekilde
ne gerçek Sünnidir, ne de gerçek Şii. Şiinin düşmanı Sünni değildir
bilakis zalim, tağut,
emperyalist güç ve onlara destek verenlerdir. Sünninin düşmanı Şii
değildir
bilakis aynı şekilde
emperyalist tağuti
zihniyet, kafir ve müşriklerdir. Şii ve Sünninin
ortak düşmanı, İslamın,
Peygamber- in, Kuranın ve Masum İmamların düşmanıdır, kısacası gerçek
Müslümanların düşmanı
Allaha düşmanlık eden'
dir.
Müslümanlar İmam Sadık (a.s) buyurduğu gibi, Allahı zikretmekten gaflet ettikleri, ilahi söylemler yerine
emperyalistlerin sloganlarını tekrarladıkları müddetçe
düşmanların ağına
düşüp
avlanmaktan emanda olamayacaklardır. Gaflet uykusundan uyanıp, Allahı daimen zikr ederek Müslümanların
vahdetini, birliğini ve
kardeşliğini koruma
yolunda ilahi vazifeyi yerine getirme ümidiyle. Abdullah Özgür 17/01/2012
20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Cinlerini
Eskişehire
gönderdi
Aziz
Yıldırımın avukatlarından şaşkına çeviren açıklama: Cübbeli, Eskişehir maçı kazansın diye
cinlerini yolladı
Güneş gazetesinin sürmanşetten verdiği Günün en geyik haberi Metristen başlıklı haberi
çok konuşulacak.
Cübbeli Ahmet Hoca Metriste
sohbet ettiği
Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırımın
avukatları aracılığıyla Sarı Lacivertlilere mesaj gönderdi. Galatasarayın
yenilmesi ve puan farkının
kapanmasın için
dua ediyorum. Cinlerimi Galatasarayı marke etmeleri için Eskişehire
gönderdim.
Cübbeli cinlerini Eskişehire gönderdi. Günün en geyik haberi Metriste
tutuklu bulunan Fenebahçe Başkanı Aziz Yıldırımın avukatlarından geldi. Yıldırımı ziyaret eden avukatlar yaptıkları açıklamada,
aynı
hapishanede tutuklu bulunan Cubbeli Ahmet Hoca ile de sohbet imkanı
bulduklarını
belirterek, Hoca
Galatasarayın Eskişehirde kaybetmesi,
puan farkının
azalması
temennisinde bulundu
dediler. Avukatlar ilerleyen sohbette Cübbeli Hocanın
Fenerbahçe için sürekli dua ettiğini de belirterek, Hocamız bize Eskişehirsporun kazanması için dua ettiğini, hatta cinlerini Eskişehire yardımcı olması için
gönderdiğini
söyledi şeklinde
konuştular.
Aziz Yıldırımın
avukatları, bundan
sonra Metrise her
gittiklerinde Cübbeli Ahmet Hocayı da ziyaret edeceklerini belirrtiler. Internet
23.01.2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Şehid İmad Muğniyenın Kızı Fatımanın Konuşması
Uluslararası İslami
Uyanış
ve Gençlik Konferansı dolayısıyla
Tahrana giden Şehid İmad Muğniyenin kızı Fatımanın İmam
Hamaneiye hitabı.
Bismillahir Rahmanir Rahim,
Vesselatu vesselamu ala eşrefil-halki
seyyidina ve habibi kulubina Ebil-Kasım Muhammed b. Abdillah ve alâ âlihit-tayyibinet-tâhirîn
Ey Serverim ve Velim, Ey Ümmetin Rehberi, Kardeşlerim ve
bacılarım!
Direnişin ve
direnişçilerin
kalbinden, mukavemet, cihad ve İslam yurdu ve Filistin in müdafaa sahnesi olan Lübnandan, Şehid
Seyyid Abbas Musevi, Şehid Şeyh Ragıp Harb
ve Şehid
Komutan İmad Muğniye ve
direniş önderi,
iman ve sabır eri
Seyyid Hasan Nasrallahın
ülkesinden selamlar size
Serverim! Ben sizin ve Şehid İmad Muğniyenin, 25 seneden fazla bir müddet boyunca
bütün istihbarat ve güvenlik güçlerinin gayretlerini suya düşüren ve istihbarat şebekelerini çökerterek dünyanın en büyük ordularının, yani Amerika ve İsrail ordusunun heybetini ortadan kaldıran o büyük mücahidin kızıyım.
Bugün ben ve İmad Muğniyenin
yüzlerce öğrencisi,
kendilerini görme şerefine
nail olduğum
yüzlerce devrimci genç, tağutların birbiri ardına devrildiği ve İslam güneşinin tekrar doğduğu bir sırada İrana geldik, ta ki böylelikle İslam İnkılâbının
nurundan, aziz ve hekim İnkılab
Rehberimizden şehidlerimizin
yolunu nasıl
sürdürelim, pak kanlarını
koruyarak İslam düşman- larının
komplolarıyla nasıl
mücadele edeceğimizin
ilhamını alalım. Bu düşmanlar
yenilgilerinin son merha-lesini tecrübe etmektedirler. İnkılâbının
ruhunun güzel kokusundan direnişin tesis edildiği bir ülkeye geldik. Müslüman gençler olarak İslamı
savunarak direnişi
sürdürme ve ülkelerimizi müstekbirlerin kirli varlıkların dan
temizleme sözünü vermeye geldik.
Kavram ve başlıkları yeniden ele alarak meydana gelen hadiselerin hakiki
anlamlarını ifade
eden ve aslolanı
göstererek batılın ve
tahrif edilen gerçeklerin yüzündeki peçeyi kaldıran bu uluslar arası konferans bize ve tüm ümmete kutlu olsun! Tarihin
tarihle, kanın kanla,
cihadın
cihadla, devrimin devrimle ve zaferin zaferle kurduğu bu bağ, bize
ve doğudan batıya tüm
ümmete kutlu olsun!
İslami
uyanışın, ümidin nedeni tektir; nübüvvet ırmağından
abdest almış
ve en şerefli öğretiden
ders görmüş Kumlu
bir adam, günün birinde herkes uyurken ayağa kalktı ve tarihin derinliklerinden Zilletsiz
ölüm hayattır diye
ses verdi. Bütün varlığıyla haykırdı: Camiler siperlerinizdir. Siperlerinizi boş bırakmayın, ta ki
böylelikle İslam
ümmeti uyanarak muzaffer olsun ve İslamın sancağı
İmam Mehdinin önderliğindeki Allahın kulları eliyle dalgalansın! Tercüme: Kemal SARAL Vellfecr 01.02.2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Büyük
Ortadoğu
Projesine karşı duruş
ABDnin son
dönemde Arap Baharı ile
beraber kendi ile aynı görüşteki
idarecileri ve Arap halklarını etkileyerek bölgeyi karıştırdığı malumdur.
Arap Baharının öncesinde ise, BOP çerçevesinde yine Ortadoğudaki 22 İslam ülkesinde
rejim ve sınır değişiklikleri
projesi hayata geçirilmiştir. Bu
iki çalışma
da Arap aleminde ve İslam
dini üzerinde tahribata yöneliktir. Asıl amacın ise, zengin kaynaklara sahip bölgenin kaynaklarını ele
geçirmek olduğu Irakın,
Afganistanın, Libyanın
petrollerine çöreklenmelerinden bellidir.
Rusyanın ve Çinin BMdeki Suriye yaptırımını veto etmesinin ardından, ABD Suriyedeki büyükelçiliğini kapattı. Görünen o ki, Rusya, Çin, Hindistan ve İranın birleşmesi ile
ABDye ve
BOPa karşı
bir ittifak oluşuyor. Bu
ittifak ABDnin
ilerleyişini
durduracak kadar güçlüdür. Tek kutuplu dünya düzeninden bahseden kapitalist ABDye karşı
böyle bir ittifak, dünya dengeleri için de gereklidir. Görünen o ki, ABDnin bu
bölgede işi zorlaşıyor.
Çeşitli bahaneler
ile ülke kaynakları için işgal ettiği coğrafyada
devletler ve de milletler onun asıl gayesinin farkına varıyorlar. Bu da ABDnin, coğrafyadan elde edilen imkanlara artık daha
zor ulaşacağını işaret
etmektedir. Türkiye ise Müslümana ve İslam inancına yönelik topyekün Batının destek verdiği bu projelere sahip çıkmaktadır.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Suriyeyi destekle* yenler için Bu nasıl
Müslümanlık? açıklama- sında
bulunmuştur.
Mezhepsel bölücülük ile halkını ayak- landırmaya çalışmalarına rağmen, Suriyenin birliği- ni ve bütünlüğünü korumasının temeli aslında sağlam İslam itikadıdır.
Öyle ki, Filistin davasının en önemli bayraktarların- dan Hasan Nasrullah, Filistin ve Lübnan savunma-
larında
Suriyenin
verdiği maddi
ve siyasi desdeği anlatmıştır.
Nasrallah, Suriyenin
Filistin ve Gazze meselesinde, ABD ve İsraile teslim olmadığını söyleyerek; direnişin Suriyenin desteği ile gerçekleştiğini vurgulamıştır. Nasrallah, Suriye dostu olan, Suriyenin bağımsızlığını isteyen herkesin diyalog ve barış
yanlısı hareket
etmesinin altını çizmiştir.
ABDye teslim olmayan ve İsrailin yayılmacı işgaline karşı Müslüman Filistini destekleyen Suriye Müslüman görülüp
desteklenmeyecek; ama bu bir Haçlı Seferidir diyenler demokrasi getiriyor gerekçesi ile desteklenecek
Hıristiyan
Batının
dediklerini yapmayı hatta
projelerine sözcülük etmeyi, Müslümana namlu doğrultana ülke topraklarını üs yapmayı Müslümanlığa sığdıranlar, Müslüman Suriyenin yanında yer almayı Bu neden ve nasıl Müslümanlık? diye eleştirecekler?
Hz. Peygamber (s.a.v), Müslümana kılıç çeken bizden değildir buyurmuştur. Demokrasi gelecek bahanesi ile işgal
edilen ülkelerde bugüne kadar binlerce İnsan öldürüldü. Ona ses çıkarmayanların, Suriyenin ülke bütünlüğüne ve halkının birliğine sahip çıkmayı eleştirmesi aslında doğaldır. Bu, yanlış siyaset Türk siyasetinin de bakış
açısıdır. Ne
diyelim Allah bu yanlıştan,
gaflet içinde olanları ayıktırsın. Prof.
Haydar Baş
08/02/2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Haçlıların
İslamcı
kalasları
Suriye
ve İran
eksenli operasyon tamtamları bağlamında, kimse, Avrupa ve Amerikaya
hayret etmiyor; onların kimliği belli,
medeniyetleri belli, haçları belli,
geçmişleri
belli, yaptıkları belli,
planları belli,
yapacakları belli
Akl-ı selim
sahiplerinin hayreti, Türkiyeli kimi İslamcı takımına. Kendilerini nasıl bu kadar İslamla kamufle edebilmişler! Amerika ve Avrupadan rol kapıyorlar; kimisi Haçlıya emir erliği yapıyor, kimisi zangoçluk. Irak ve Afganistan işgallerinde
Amerikaya emir
erliği yapan
bu Türkiyeli zavallılar, şimdi
yine İslamcı
kamuflajlarını
üzerlerine geçirdiler. Müslüman avına çıkıyorlar.
Suriye bölgesinde Haçlı Avrupasının ve işgalci Amerikanın emir erliğine soyundular, ısınma hareket- lerini tamamladılar, hazır ol
vaziyetinde bekliyorlar. Ayranları yok içmeye; lakin Suriyeye doğru, işgalcilerin
ağzı ve edasıyla esip
gürlüyorlar. İşgalin
ortakçılığını yaptıkları Irakta can veren milyonlarca Müslümanın
önünde, ırzına
geçilen on binlerce Müslüman kadının huzurunda utanmıyorlar, aynaya bakmıyorlar.
Bakmayın, Elhamdülillah Müslümanız,
demelerine; ayinesi iştir kişinin
Müslümanlara karşı
kalplerinde gizledikleri buğzu, nifakı ve küfrü, gayr-ı müslim ortakçılarıyla işbirliği içinde dünden bugüne İslam coğrafyası üzerine kusuyorlar. Münafikûn Sûresinde Yüce
Allah, asıl düşman ve kıyafet
giydirilmiş
kalaslar diye
tarif ettiği eli kanlı gayr-ı
Müslimlerle işbirliği
halindeki bu tip İslamcı kılıklı nifak
güruhunun Kelime-i Şehadetini
dahi reddediyor (Münafikun Suresi, 63/1-11).
Bunların kalıpları hoşuna gider, konuştuklarında kulak asarsın, buyuruyor. Fakat, imandan sonra küfre
sürüklenmeleri sebebiyle kalpleri mühürlenmiştir; ne söylersen söyle, anlamazlar, ikazını
yineliyor Alemlerin Rabbi (Münafikun Suresi,
63/3).
Dahası Yüce Allahın bizzat kendisi, bunlar hakkında, Allah
bunları
kahretsin! diye
beddua ediyor (Münafikun Suresi, 63/4). Böylelerinin İslam ve
hidäyetten nasibi olmaz, bunlar iflah da olmaz
Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında dünden bugüne İslam coğrafyasında katliam yapan işgalcilerle işbirliği içinde bulunan, şimdi ise Suriyeye musallat olmak isteyen Türkiyeli bu tip İslamcıların
vaziyetlerinin, ne kitapta, ne dinde, ne imanda, ne itikatta, ne demokraside,
ne de devletlerarası
menfaatte yeri var.
Kitapta, dinde yeri yok
Çünkü Haçlının, üzerlerine bomba yağdırmak istediği insanlar, eksiği ile, hatasıyla Müslümanlar
Aynen ülkemizde olduğu gibi camilerde alınlarını secdeye koyuyorlar. Rab olarak Allahı, din
olarak İslamı,
Peygamber olarak Hz. Muhammed Mustafayı seçmişler, iman ve ikrar etmişler. Hatta bu Müslüman toplumun bir kısmı, Yüce
Allahın Kuran-ı Keriminde sevilmesini
emir buyurduğu Rasulullahın Ehl-i
Beyti (Şura
Suresi, 42/ 23) uğruna
feda-i can edecek kadar da imanda kemal ehlidirler. Türkiyedeki
sakallı, sarıklı,
cüppeli İslamcıların birçoğunda bu
sevgi ve bu iman yoktur.
Kelime-i Tevhidi ikrar ve tasdik eden bir İnsan ve
toplumun canı, malı, vatanı ve ırzı
muazzezdir, mukaddestir, Allah ve Rasulünun koruması altındadır. Onlara tecavüz haramdır (Buhârî, Sahih, İmân 17; Müslim, Sahih, İman 36, (22).
Değil bir Müslümana dokunan; Rasulullahın beyanıyla, anlaşmalarına sadık bir gayr-ı müslime dahi nahak yere kast eden bir cani cennetin
kokusunu duyamaz (İbn Mace,
Sünen, Diyat, 32).
Allah ve Rasulunun ortaya koyduğu evrensel ölçü budur; hatta Kutlu Nebi, ikazının devamında samimi
olup olmadıklarına dair
durumları Allah
ile kendileri arasındadır
buyuruyor. Böylesi bir Müslümanın veya İslam toplumunun üzerine saldırmak ve
Haçlı ordularıyla işbirliği
yaparak canlarına
kastetmek, vatan ve namuslarına tecavüz etmek, asla Müslümanın işi
olamaz. Zerre kadar imanı, izanı ve
vicdanı olan
bir Mümin,
böyle bir zulmün ve katliamın içinde yer alamaz. Bu olsa olsa, Asr-ı
saadette olduğu gibi, İslamcı
kamuflajlı münafıkların ve
kalbi kafirlerin işi olur.
Müslümanların gerçekten düzeltilmesi gereken bir yanlışı varsa; bu yanlış, işgalci gayr-i müslimlerle işbirliği
yaparak, -PKKnın ve
onları yüce
milletimize karşı
kullananların yaptığı gibi- masum insanların canlarına kastederek, mallarına ve namuslarına tecavüz ederek düzeltilmez. Kanla abdest alınmaz
zira! Demek ki, bu işin dinde
yeri yok, İnsanlıkta yeri
yok
Bu iş
demokrasi işi, İnsan
hakları işi
diyenler varsa; bunlar, fitne çomaklarını soktukları Mısıra, Tunusa, Cezayire, Libyaya ve hatta birbirleri için kılıçlarını bileğleyen
Iraka
getirdikleri kardeş katli
demokra- sisine baksınlar. İşgalcilerin
ve vahşi Batının
demokrasi oyunları, İslam
ülkelerine kardeş katliamı ve kesintisiz
iç savaştan başka ne
getirdi?! Bu işin,
demokrasi kitabındaki
yeri bu ise; varsın böyle
demokrasi eksik kalsın!
Efendim, devletler arası menfaat sözkonusu, diyen aymaazlar varsa; bunlar,
gerçekten akıllarını peynir
ekmekle yemiş veya
vahşi Batıya satmış
olmalılar.
Böyle kirli ve vahşi bir işgale
emir erliği
yaparak sadece komşularımızı
kaybetmiyoruz, her şeyimizi
kaybedi- yoruz; bunu görmek için bir çuval akla gerek yok, çeyrek akıl bile
yeter.
Türkiyeli kimi İslamcılar, ne pahasına bu Haçlı bir ateşine atlamak için can atıyorlar; bunu da Türk milleti anlamış
değil...
Belki de, Haçlının bu pis işİnin
içine neden sürüklendiklerini kendileri de bilmiyorlar. Makul bir izahat yapamıyorlar
çünkü. Bunların ahvali
gerçekten izah edilebilir değil, anlaşılır değil... Anlayan varsa beri gelsin; saflar netleşsin. Hiç
kimse, Yüce Allahın, Bunlar kıyafet
giydirilmiş
kalaslardır,
boyları-posları hoşunuza
gider adam zannedersiniz
Allah
bunları
kahretsin
(Münafikun, 63/4) diye beddua ettiği Haçlının İslamcı kalaslarının safında yer alarak hayatını ve geleceğini riske atmasın! Mehmet Emin Koç 09/02/2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Mezhep İhtilaflarını Eritmek En Büyük Görevimizdir
Sudanlı İslami
düşünür
Tahranda
düzenlenen Vahdet Konferansını birleşik bir İslam Ümmeti görmek yolunda başarılı bir adım olarak
niteledi.
Sudanlı İslami Mütefekkir ve Üniversite Profesörü Abdurrahim
Amr Muhyiddin El-alem haber kanalına verdiği demeçte, 25.si düzenlenen İslam Birliği Kon- feransı, önceki devreleri yaşama geçirmek ve İslam birliğinin oluşması adına başarılı olmuştur; birlik olmanın başarılı kılınması için gereken sebepler bilinirse, birlik olma yolunda
hiçbir engel kalmaz. Uluslararası İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Kurulunun düzenlediği ve 50 ülkeden İlim adamları ve Düşünürün değerlendiri- lmeye alınması için takdim ettikleri görüş ve
önerileri ile konferans çok faydalı ve başarılı olmuştur açıklamasın- da bulundu.
Bu
Birlik Konferansı
beklenildiği gibi
öncü rolümüzü yerine getirmemiz için üzerimize düşen görevi yerine getirmemiz gerektiğini
ortaya koymuştur. O
görev ise Birlik için çalışmak
ve geçmiş
devirlerde İslam
Ümmetin' de Şia ve
Ehli Sünnet arasındaki
buzdağı
gibi ayrılıkları
eritmektir. diyen
Amr Muhyiddin açıklamalarını şöyle
sürdürdü:
Bu
konferans ve daha öncekiler dünya çapında tevhid yolunda olan İslami Mezhepler arasında somut, elle tutulur ve kuvvetli bir yakınlaşma sağlayacak
bir özelliğe
sahiptir... İslam
ümmeti rolünü mezhepsel ve etnik fikirlerin üstünde tutmak icap ediyor... Kuran
Müslümanlara mezhep veya taife olarak değil, bir ümmet olarak hitap ediyor. Ayrıca
konferansın, halkı hakkından
mahrum bırakmakla
beslenen zorbalık ve
diktatörlüğe karşı
yapılan Arap
devrimleri gölgesinde birlik görüntüsünü sağlaması gerekmektedir.
Abdurrahim Amr Muhyiddin açıklamasını şöyle
bitirdi: Uzun yıllar
boyunca İslam
ümmetinin üzerine çökmüş bu
rejimlere karşı şiddetli bir şekilde tepki verilmesi doğaldır. Rejim
destekçileri, kalıntıları,
zenginler ve güvenlik birimleri gibiler rejimin düşmesi
halinde mahkemeye düşmekten
korktukları için
kendi halklarını vahşice
öldürüyorlar. Şüphesiz
bu gibi devrimler kazanacak; Mısırda ve Tunusta İslamcılar öne geçti. Bu devrimlere karşı
koyan Arap yönetimleri suçludurlar; çünkü İslami uyanış, Siyonist düşmana karşı tehlike oluşturuyor. velfecr 11.02.2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Velayet
Bu
dünyayı sen mi
idare ediyorsun?
Rahmetli babamın
ailemizdeki fertleri teselli babında zaman zaman sarf ettiği bir
soru cümlesi idi. Babam rahmetli olduktan sonra benim de sıkıntılı
zamanlarımda
kendi kendime üzerinde düşündüğüm ve şimdi
bile garip bulduğum idare et
kafana takma Anlamında bir
cümle olduğu aşikar. Eğer
niyetlerimiz iyi ve güzelse akibet her zaman hayırdır. Bizlere şer gibi görünse de, olan her şeyde bir
hayır vardır.
Önemli olan bizlerin kendimize arif olmamız ve niyetlerimizin güzelliğinden
emin olma- mızdır.
Kendine arif olmak nefsin oyunlarını bir şekilde
fark edebilmek, seçilmişlerin
hakkını
verebilmek her zaman kolay değildir. Bir Müslüman için yaşadığımız bu günün en büyük ve en önemli gerçeği Hz.
Alinin
(k.v.) açtığı velayet gerçeği, velayet yoludur. Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır diyen Resulullah Efendimiz (s.a.v.) de 18 bin alemin,
kainatın yaradılış
sebebi, Rabbimizin habibi, nebisi, şefi ve resulüdür. Çok şükür Onun ümmeti olmak gibi yüksek bir şeref ile
şereflendik.
Artık bizlere düşen Onun irtihali ile başlayan açılan velilik yolunda gidenlere sahip çıkmak ve
onlara teslim olmaktır, büyük
sözü dinlemektir.
Okuduklarımıza göre:
Fahr-i alem buyuruyor;
Bu ümmet
içerisinde kırk kişi İbrahim
meşrebi
üzerinde, yedi kişi Musa
meşrebi
üzerinde, üç kişi İsa meşrebi
üzerinde, bir kişi de
Muhammed (s.a.v.) meşrebi
üzerinde bulunur... Bunlar mertebelerine göre insanların
efendisidir.
Peygamberimizin belirttiğine göre bunlar ile yağmur yağdırılır. Allah bunlar vasıtasıyla belayı def eder ve bunların yüzü suyu hürmetine insanları rızıklandırır. (İbn
Hanbel, Kitabüz-Zühd;
Makalat, Prof. Dr. Haydar Baş, s.78).
Bu güzel hadisi-i şeriften anladığımıza göre; gerçekten aramızdan birileri bu dünyayı idare ediyor. Allah(c.c.) bizleri de velilerinden, seçilmişler-
inden eylesin, en azından
onları seven
ve yolunda gidenlerden. Kevser Doyurum 10.03.2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Türklerin İslamla şereflenmesi Ehl-i Beyt iledir.
İslama büyük
hizmetlerde bulunmuş ve Hz.
Peygamber- in (s.a.v) övgüsüne mazhar olmuş Türkler, İslamı bizzat Ehl-i Beytin kaynaklarından öğrenmişlerdir.
Ehl-i Beyti sevmemiz hususunda Cenäb-ı Hak şöyle
buyurmuştur: Deki:
Ben bu (Peygamberliğimi
tebliğime) karşılık sizden
yakınlarıma
sevgiden başka hiç
bir ücret istemiyorum. (Şura,
23) Meveddet ayeti olarak bilinen bu ayete göre İmam Şafi, Ehl-i
Beyti sevmek
farzdır der.
Türklerin Ehl-i Beyti sevmesinin bir diğer nedeni de İslamla şereflenmelerine vesile olmalarıdır.
Kerbelada Hz. Hüseyinin şehit edilmesinden sonra, Hz. Peygamberin
(s.a.v) torunları
Türkistana
göçtüler. Horasan ve Maveraünnehire yerleştiler.
İmam
Hasan (as) ve İmam
Hüseyinin (as)
soyu 8. yüzyılın başlarından
itibaren İran,
Horasan, Daylam, Tabaristan, Türkistan bölgesine yayılmışlardır.
Bundan sonra başlayan
süreçte Ehl-i Beyt imamlarının Türkleri İslama daveti büyük bir muhabbetle gerçekleşmiştir.
İmam Musa
Kazım (as)
ve oğlu İmam Rıza (as )
Horasan bölgesinde yaşamış
olup, kendileri ve çocukları yerli halkla evlenmişlerdir.
İmam
Zeynelabidin (as) oğlu Zeyd
soyu, İmam
Caferin (as)
oğlu İsmail ve
onun oğlu Muhammed
soylu imamların
Türklerle yakın ilişkileri
olmuştur.
Halife Memunun, İmam Rızaı (as) veliaht tayin etmesi ile Türkler Abbasi
ordusunda ve yönetiminde önemli mevkilere getirilmişlerdir.
Abbasiler, İmam Nakiyi (as)
Samarrada yaşamaya mecbur
ettiklerinde, İmam Naki
(as) de bu bölgede Türklere İslamı tebliğ etmiştir. Türklerin Kuranın Türkçe anlamını öğrenmeleri, Hz. Peygamberin sünnetini, İslamın temel
prensiplerini kavramaları hep
Ehl-i Beyt imamları kanalı ile
olmuştur.
Anadolunun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde en önemli isim Ahmed Yesevidir.
Belh, Buhara ve Horasan taraflarından gelen erenleri bu coğrafyalara
yerleştir- miştir.
Ahmed Yesevi, Hacı Bektaşi Veli,
Sarı Saltuk,
Geyikli Baba, Abdal Musa ve Horozlu Dede gibi alperenleri Anadoluya
göndermiştir.
Hacı Bektaşi Veli bu hareketin öncülerindendir. Soyu İmam Musa
Kazıma (as)
uzanmaktadır. Kendi
himayesinde 36 bin kişinin
olduğu
yazmaktadır. Hacı Bektaşın
halifelerinden Karaca Ahmed Sultan İstanbulda ve Akhisarda; Akçakocada, Akyazıda; Barak Baba Bigadiçde; Hızır Samut Bozokda Yozgatta; Sultan Şüca Eskişehirde; Hacım Sultan Uşakta; Taptuk Emre Sakarya bölgesinde faaliyet göstermişlerdir. Şeyh
Abdal Murad Horasan erenlerindendir. Bursanın fethinde bulunmuştur. Şeyh Abdal Musa Yesevi fakirlerindendir. Hacı Bektaş ile
Anadoluya gelmişlerdir.
Emir Sultan Hüseyni soyundandır. Şeyh
Geyikli Baba da Yesevi fakirlerindendir. Bursadadır. Burada Ahilik teşkilatından da bahsetmek gerekir. Ahi teşkilatını kuran
kişi bir
Ehl-i Beyt aşığı olan Hacı Bektaşi Velidir.
Anadolu, Ehl-i Beyt anlayışı ile önce İslamlaşmış ve sonra Türkleşmiştir. Büyük Selçuklular, Anadolu Selçu-klular
dönemlerinde Yavuz Sultan Selim zamanına kadar geçen süreçte Ehl-i Beytin
nefesi, himmeti bu coğrafyada
idi.
Ancak bundan sonra Ehl-i Beyte sırtını dönen
anlayış
zaten Osmanlının da
sonunu hazırlamıştır. Türk İslam
dünyasının geçmişte olduğu gibi
yeniden gerçekleşecek
hakimiyeti, bu Ehl-i Beyt, Türk İslam medeniyetinin tekrar inşası ile
mümkündür. Türk İslam
medeniyetini Anadolu coğrafyasındaki insanlara
yaşatarak
birliği temin
etmek, bozulmadan, dağılmadan,
Müslüman Türk kimliği etrafında buluşmak lazımdır.
Bugün asıl olan ayrışım değildir. Bu topraklarda yaşayan bütün etnik grupların Müslüman Türk kimliği ile var olması onların yücelmesine ve yükselmesine yegane sebeptir. Biz bu yoldaki gayretimizi çalışmalarımız ile
devreye koyduk. Allah muvaffak eylesin. Prof. Dr. Haydar Baş
02.04.2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Erdoğandan savaş
çağrısı
Esad
zaman kazanmadan saldıralım !!!
Bugün İstanbulda düzenlenen Suriye Halkının Dostları toplantısında ilk konuşmayı yapan Başbakan Erdoğan, uluslararası toplumun harekete geçmesi kaçınılmaz
hale geldi diyerek
bir kez daha açıkça acil
askeri müdahale çağrısında
bulundu. Bugün İstanbulda
düzenlenen Suriye
Halkının
Dostları toplantısında ilk
konuşmayı yapan
Başbakan
Erdoğan, uluslararası
toplumun harekete geçmesi kaçınılmaz hale geldi diyerek açıkça askeri müdahale çağrısında bulundu. Bunun için gerekçe olarak Annan planı
konusunda adım atılmamış
olmasını
gösteren Erdoğan,
askeri müdahale konusunda ABDden bile daha aceleci olduğunu bir
kez daha gösterdi. haber.sol.org.tr 02.04.2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.8
Esadın kalması İsrail için hezimet olur
Mossadın eski
başkanı : Esad kalırsa
bizim için hezimet olur İsrail
gizli servisi Mossadın eski
başkanı Efraim
Halevi, Suriye Devlet Başkanı Beşşar
Esadın
görevde kalmasının, İsrail
için büyük bir stratejik hezimet olacağıni İleri sürdü. Halevi, Yedioth Ahronot gazetesinde yayımlanan
makalesinde, Suriyedeki
krize siyasi çözüm bulunması konusunda BM ve Arap Birliğinin
Suriye Temsilcisi Kofi Annanın hazırladığı plana ilişkin görüşlerini açıkladı.
Annan Planının kabul edilmesi ve uluslararası
toplumun Esadın koltuğunda
kalmasına razı olmasının İsrail açısından taşıdığı tehlikelere işaret eden Halevi, şunları kaydetti:Annan girişiminde başarılı olur ve Türkiye, Rusya, Çin, ABD, Fransa, İngiltere
ile Almanya bu planın
uygulanmasını uygun
görürse, bir devlet olmamızdan bu
yana İsrailin en
büyük stratejik hezimetine tanık olacağız. Şayet Annan bütün bunları bizi hesaba katmadan yaparsa hezimet katlanacak.
Gelinen aşamada İsrailin siyaset ve güvenlik bakımından bir
meydan okumayla yüz yüze olduğunu savunan Halevi, İsrail hükümetinin ise sessiz kaldığına işaret etti. Annan Planının Esadı, sorunun odağı olmaktan çıkarıp Suriye krizinin çözümü için önemli bir ortağa dönüştürdüğünü
iddia eden Halevi, İranın da
Suriyede çözüm
sağlanması
konusunda büyük devlet- lerin stratejik müttefiki haline geldiğini
savundu. Efraim Halevi, 1998-2002 yılları arasında İsrail gizli servisi Mossadın başkanlığını yapmıştı. Rasthaber 02.04.2012
21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.9
Yok oluşun ilahi işaretleri
Tarihin
karanlıklarında nice
ölü devletler, nice kadavra imparatorluklar ve nice helak olmuş
toplumlar gömülüdür. Devlet
ve toplum kabristanlığından ibret almamız gereken günlerden geçiyoruz. Nitekim merhum Akif, kıssadan
hissesinde şöyle
der: Geçmişten adam
hisse kaparmış...
Ne masal şey! Beş bin
senelik kıssa, yarım hisse
mi verdi? Tarihi tekerrür
diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Yaşanan olayları ele alın; millet, hükümet veya devlet iradesinin esamesi
okunmuyor. Türkiye sürüklenip gidiyor. Sürüklendiğimiz noktayı öngöremiyoruz. Sayısını hatırlayanımız yok
Şu kadar devleti yıkılıp gitmiş, şu kadar boyu ve soyu tarihten silinmiş bir
millet olarak, akıl almaz
gidişatımızın ve
devlet-millet sürüklenişimizin
varacağı
yok oluşu görmek
zorundayız. Hakkı teslim
etmek lazım ki,
Prof. Dr. Haydar Baş beyden
başka, gelişmeleri
ve tehlikeleri öngörebilen, sivil-asker herkesi ayıktırmaya
çalışan,
devlet ve milletin akıl
sahiplerine çağrı yapıp
çözümler sunan, yol gösteren bir Allah kulu yok
Merhum Celal Mısır hocamız, 84lü yıllarda şu gerçeğin altını ısrarla çizerdi: Bir milletin uleması (aydın
kesimi) ve umerası
(idarecileri) bozulursa, o millet yok olmaya sürüklenir. Bu hikmetin, Hz.
Peygamberden bir
haber, bir tenbih olduğunu yıllar
sonra fark ettim. Nitekim Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurur:
insanlardan iki sınıf vardır ki, onlar iyi olursa, tüm toplum iyi olur; onlar
bozulursa bütün toplum bozulur. Onlar, alimler ve idarecilerdir
(Suyuti, Camius-Sağir, H.
No. 5047; Münavi, Feyzul
Kadir, 5/ 384, 5047; Ebu Nuaym, Hilye, 4/96).
Bugün maalesef toplumumuz bu bozulmayı ciddi
düzeyde yaşıyor.
Alemlere rahmet Hz. Muhammed- in(s.a.v) Ümmetim hakkında en çok korktuğum fitne, sapmış ve saptıran idarecilerdir. Ümmetimden bazı gruplar
(Hak din olan İslama sırt
dönerek) müşriklere
ve Ehl-i Kitaba iltihak edeceklerdir, onların dinlerine dahil olacaklardır diye
haber verdiği büyük
fitne, Müslüman toplumları kasıp
kavuruyor (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace, Sünen, Fiten, 9; Darimí, Sünen, Rikak 39, H.
No: 2755, 2/219).
Toplum, yöneticileri veya okumuş-yazmış
takımı bahane
ederek bozulmaya ya mazeret üretiyor, yahut duyarsız kalıyor.
Ancak akıl sahibi
hiçbir toplumun, Ey
Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar (Ahzab
Suresi, 67) diyerek helak olmaktan ve azaptan kurtulması mümkün
olmaz.
Vakıa şu ki, geçersiz hiçbir mazeret, toplumların
helakini engelleyememiştir.
Hatta birçok geçerli mazeret bile helak olmaktan kurtulmak için yetmemi- ştir.Toplumdaki
bozulma öyle bir hal alır ki, kulaklar
işitmez,
gözler görmez, kalpler ürpermez. İdareciler başta olmak üzere toplum, bakar kördür artık
Bugün
maalesef bu süreci yaşıyoruz.
Onları doğru yola
çağırmış
olsanız, işitmezler.
Ve onları sana
bakar görürsün, oysa onlar görmezler (Araf Suresi, 198)
Akl-ı selim ikazlara kulak asmayan, yanlış
ve batılda ısrar
eden şımarmış
idareciler, kendi toplumlarının helake sürüklenmesinde baş
çekerler. Alemlerin rabbi olan Allah (c.c), toplumların yok
oluşa
sürüklenmesindeki evrensel ilahi ölçüyü şöyle açıklar:
Bir
ülkeyi helâk etmek istediğimizde,
o ülkenin servetten ve devletten şımarmış elebaşılarına (hakkı/doğru) gösterip ikaz ederiz; buna rağmen
onlar ısrarla
orada kötülük/batılı işlerler.
-Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın
ederiz (İsra
Suresi, 16).
Servet ve devletle sımarmış bu yöneticilerin en temel vasıflarından
biri de, işbaşına
geldiklerinde tarımı ve
nesli /geni kökten kurutmaya kalkışmalardır
Nitekim bu bağlamda da ilahi ikaz söz konusudur: Dünyaya
dair konuşmaları seni
imrendiren şu
(Müslümana hasım
olanlar), yer yüzünde iş başına
geçti mi orada fesât çıkarmaya,
tarımı ve
nesli/geni kökünden kurutmaya koyulurlar.
Allah ise fesadı sevmez (Bakara Suresi, 205). Yerden bereket ve gökten rahmet
kesilir. Yüreklerden iman ve samimiyet çekilir. Toplumu kaos, kargaşa ve
korku kuşatır. Kardeş kardeşe kırdırılır. İlahi ve
nebevî haberlerin işaret
ettiği bozuk
idarecilerin eli, uygulamaları ve hıyaneti ile toplumlar yok oluşa
sürüklenir; devlet ve milletler, artık kadavra millet ve ölü devlet halini alırlar.
Hz. Peygamberin hatırlatmasıyla,
böylesi hıyanet
içindeki idarecilerin ne dünyada, ne de ahirette yatacak yerleri yoktur: Bir adam
ki, Allah onu, halkı görüp
gözetmek ve himaye etmek üzere idareci yapar, o da idare ettiği halka
hiyanet ederek aldatmış
olduğu halde
ölürse; Yüce Allah o kişiye,
Cenneti kesinlikle haram eder (Buhârî, Sahih, Ahkâm 8; Müslim, sahih, İman,
63/227).
Toplumun helak oluştan kurtulmasının yegane yolu; sapmış ulema ve şımarmış umera/idareci takımına sırtını dönüp hak, adalet ve dosdoğru
ölçülere sahip önderlerle bir ve beraber olarak tüm mukaddesata ve geleceğine
sahip çıkmasıdır. Mehmet
Emin Koç 04.04.2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf,
tarikat ve İnsan.1
Gadir-i Hum hutbesi Müslümanların
ortak değeri
Hz. Alinin(ra)
velayeti ve Rasulullahtan(s.a.v)
sonra ümmetin sahibi oluşu, İslamın tüm
kaynaklarında mütevatir
derecede haberlerle
sabittir. Rasulullah (s.a.v) kendinden sonra ümmetinin sapıklığa
düşmemesinin
garantisi olarak iki emanet olan Kuran ve Ehl-i Beytini bıraktığını ilan buyuruyor (M. Hamidullah, Mecmûatü´l-Vesaik,
362, 365; Tirmizî, Sünen, Menakıb 32; Ebû Davud, Sünen, Talâk 40; Müslim, Sahih,
Kasame 26; Buharî, Sahih, Hudud 10; İmam Malik, Muvatta, Kader 3; Darimî, Sünen, Mukaddime
24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/75, 3/212, 286, 4/206, 5/30).
Bu nebevî ilana mukabil, İslamın
esaslarının ancak
Emevî istibdat ve mezalim süzgecinden geçtiği kadarına vakıf olabilen Müslümanların Ehl-i Sünnet kesiminin kimi mürekkep yalamış
cahilleri, Ehl-i Beyti diline
doluyor
Hz. Alinin(ra)
velayetini Emevî taassubu ile görmezlikten geliyor, Gadir-i Hum hutbesini
inkâra yelteniyor, hatta Yüce Allahın Kuran-ı Kerimde sevilmesini emir buyurduğu (Şura Suresi, 23) Rasulullahın bu
kutlu Ehl-i Beytini
sevenleri melun Yezidin yaklaşımıyla red
ve lanetleme noktasına
sürükleniyor.
Halbuki Rasulullahın Hz. Alinin velayetini ümmetine duyurduğu ve
kendisinden sonra ümmetinin sahibi oluşunu ilan ettiği Gadir-i Hum hutbesine dar rivayetler, Ehl-i Sünnet
kaynaklarında da
mütevatir derecesindedir. Nitekim el-Banî, Gadir hadislerinin her iki kısmının sahih,
hatta ilk kısmının
mütevatir olduğunu açıklar
(el-Bani, Silsiletü Ehadisis-Sahiha,
I-IV, s. 343-344, 2. Baskı, Amman,
1404).
Gadir-i Hum olayı, Ehl-i Beytin bizzat Hz. Ali efendmizin hattyla kaleme alınmış
temel hadis kaynak- larında
teferruatıyla
aktarıldığı gibi, Ehl-i Sünnetin ana hadis kaynaklarında çeşitli detaylarıyla rivayet edilmek- tedir. Gadir-i Huma dair
en sağlam
kaynaklara dayalı en geniş malumatı, Prof.
Dr. Haydar Baş beyin
10 ciltlik Ehl-i Beyt Külliyatında bulabilirsiniz. Bu külliyatı, başucu
kitabı yapın ki,
gönlünüz ve haneniz Ehl-i Beyt sevdasıyla bereketlensin. Gadir-i Hum hadisleri bağlam- ında
Cemal Sofuoğlu,
Adnan Demircan ve Ali Osman Ateş hocalar da makale düzeyinde çalışmalar
yaptılar.
Rasulullahın Arafattaki
Veda hutbesinden sonra irad ettiği Gadir-i Hum hutbesi, orada hatırlattığı ölçüler ve emanet bıraktığı değerler, bütün Müslümanların ortak malıdır, ortak değeridir, ortak adresidir.
Ahir zamanda güya İslam namına Ehl-i Beytin karşısına geçip Deccalların safında yerini almış kimi Ehl-i Sünnet kılıklı softalar bilmezlikten gelseler de
Ehl-i
Sünnetin en sağlam
kabul ettiği hadis
kaynaklarında
Gadir-i Hum olayının
nakledilmesi, bu gerçeklerin, sadece 'ötelenmiş' Şia dünyasının değil, Sünni-Şii tüm Müslümanların ortak değeri olduğunu gösteriyor. Zerre kadar izanı ve imanı bulunan
her İslam
evladı, Prof.
Dr. Başın
gayretleri ile Rasulullahın
ümmetine emanet bıraktığı bu değerler etrafında buluşuyor, yüreği birlik aşkıyla çarpıyor, Müslümanların tevhidi için çırpınıyor.
Gâdir- Hum, Mekke ile Medine arasında,
Mekkeye
190-200 km mesafede, Medineye gidiş istikametinde yolun sol tarafında, eski
hac yolu ve mikat mahalli olan Cuhfenin 5 km. yakınında sazlık ve bataklık bir mevkidir. Hz. Peygamberin veda
haccı dönüşü
dinlen- diği,
ikindi namazını kıldığı ve okuduğu hutbe hatırası olarak metruk bir mescit bulunmaktadır (Yakut
el-Hamevî, Mucemul-Buldan,
II, 389).
Ehl-i Beyt Külliyatının müellifi Prof. Dr. Haydar Baş beyin
gayretleri ile Bursada
düzenlenen Uluslararası
Uluslar- arsı Ehl-i
Beyt Sempozyumunun
kapanış
konuşmasında,
Prof. Dr. Baş,
Rasulullahın Gadr-i
Hum hutbesinin Ehl-i Sünnet dünyasından 210 temel kaynak eserde konu edildiğini
anlattı,
ekrandan söz konusu kaynakları tek tek sıralayarak aktardı.
İmam
Nesaî, Hz. Alinin
fazileti hakkında
Hasais adlı eserini
telif ettiği ve
oradaki hadisleri rivayet ettiği için şehit edilmiştir (Bkz. Nesai, Hasais, s. 4, Beyrut, Tarihsiz)
Gadir-i Hum hutbesinin bizzat ismi, mevkii ve detayları
zikredilerek rivayet edilen Ehl-i Sünnetin temel hadis kaynaklarından bazılarını hatırlatarak, bugünkü bölümü sona erdirelim: Müslim,
Sahih, Fedailüs-Sahabe,
44/36,6175, 6176, 6177. Nesaî, Hasais-i Ali, H. No. 8, 76, 82,83,85, 90, 95,
96, İbn Mace,
Sünen, Mukaddime, Fazlu Aliyy-İbni Ebi
Talib, 29/116. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/241(s.262), 950(s.340),
964(s.344); 7/23959(s.779-780); 6/18671 (s.305-306), 19494 (s.528),
19518(s.534), 19540(s.538-539), 19543 (s.539).
Gadir-i Hum hutbesinin içeriği ve
Rasulullahın dikkat
çektiği
ölçüler ise, Prof. Dr. Başın
hem Ehl-i Beyt Külliyatında, hem
de sempozyumun açılış
konuş- masında
belirttiği üzere,
Ehl-i Sünnetin 200leri aşan temel
kaynaklarında
rivayet edilerek günümüze kadar gelmiştir. Konu bu derece açıktır, nettir, hakikattir.
Ehl-i Sünnetin vazgeçilemez hadis kaynağı
olan Müsnedin
müellifi ve Hanbeli mezhebinin sahibi büyük imam Ahmed b. Hanbel(ra), Hz. Alinin
faziletleri hakkında
varid olan hadisler bir başkası için varid olmamıştır demektedir (Heytemî, Sevaik, s. 118, Kahire Mat., Mısır,
tarihsiz). Birçok muhaddisi Ehl-i Beyt sevgisi sebebiyle çürüğe çıkartmaya
ve rivayetlerini zayıf diye
yaftalamaya kalkışan
Zehebi ve Nisaburî bile, Hz. Alinin
fazileti babında
varid olan sahih ve hasen hadisler kadar, sahabeden hiçbiri hakkında
varid olmuş değildir
diyerek, hakkı teslim
etmek durumunda kalmışlardır (bkz.
Heytemî, Sevaik, s. 118-119)
Ehl-i Sünnet adı altında ahir zamanın Deccalların peşine takılıp Ehl-i Beyti sevenlerin karşısına geçerek oradan Müslümanlara kurşun atan cahillerin foyaları ortaya çıkıncaya ve hakkı sahibine teslim edinceye kadar, bu konuya
devam edelim. Mehmet
Emin Koç 06.04.2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Siyasal İslamın Emperyaliz İle
Bütünleşmesini, Bir
Yerde Kırmak
Zorundayız.
Suriye
Meselesi Artık İran
Meselesidir!
Tayyip Erdoğanın Güney Korenin başkentinde, Obama ile yaptığı görüşme, hem Amerika, hem de Amerika ile kaderini bütünleştirmiş AKP
için, kader niteliğinde bir
görüşmedir.
Amerikadan son
içi boş
tehdidin geleceğini
anlayan Ahmedinecat, önce Erdoğan ile görüşmek istememiş, Erdoğanın ısrarı sonunda, görüşme ancak bir gün sonra gerçekleşmiştir. Bu
görüşmede,
Amerika İranı birkez
daha tehdit etmiştir.
Tehdidi iletenin de, tehdidi yapanın yanında olduğunu bilen İran, Türkiyeye karşı sertleşmeye başlamıştır. İşaretler şunlardır.
Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını bir gün
bekletmek, diploması dünyasında az
görülen bir durumdur. Suriyeye olan
desteğinin
artarak devam edeceğini, İran,
Türk tarafına
bildirmiştir. Suriyenin
Dostları adı altında,
Suriyenin Haçlı Düşmanlarının, İstanbulda
toplanmış
olmasını, sert bir
dil ile eleştirmiştir.
Türkiyenin,
Amerikanın
emirleri doğrul-
tusunda, İrana petrol
ambargosu uygulayacağını
bildirmesi, İranı da,
Türkiyeye karşı
tedbirler almaya yöneltmiştir.
İranın Suriyeye yapılacak
bir müdahalede, Suriyenin yanında
olacağını açıklaması, Erdoğanı Suriye
müdahalesi konusunda elini soğutmuştur. (Amerikanın planına göre, Türkiye, önce Suriyeye
girecek, seçimlerinden sonra da, Amerika İrana hava saldırısı yapacaktı.)
İran ile
(5+1) ülkelerinin nükleer enerji konusunda yapacakları görüşmelerin İstanbulda yapılmayacağı,
İran
tarafından
resmen açıklanmış
olmasıdır. Üslup
da oldukça yadırgatıcıdır.
Bunlardan daha önemlisi, Amerika, İsrail ve Yunanistanın bölgede yaptığı askeri tatbikat sırasında, Malatyadaki Küreçik Amerikan Üssünden gemilerin haberleşme yardımı almış
olmasıdır.
Amerika, bugün yaptığı bir açıklamada, Suriyenin muhaliflerine istihbarat desteği vereceğini açıklamış
bulunuyor. Amerika, İranın
Amerikan dolarını, diğer
ülkeler ile yaptığı alış-verişte kullanmaması, Amerikayı çileden çıkarmaktadır. Daha fazla dolar basmasını
engellemekte, sömürü alanlarını tıkamaktadır. Amerika Suriyeyi vuramasa bile, İranı vurmak isteyecekdir. Pazarını genişletmesi,
yeni ham madde ve enerji alanlarına ulaşmasının önünde, İran büyük engel teşkil etmektedir. Yaşananlara böyle baktığımızda, mesele artık Suriye meselesi değildir. İran meselesidir.
Peki, bizim kaderimiz, Amerikaya uşaklık etmek
midir? Amerika komşularımızı bize düşman
ederek, bölgede Türkiyeden de bir
parça kopararak, Büyük Kürdistanı kurup, içine de üslerini yerleştirip,
bize harabe bir bölge bırakacak,
biz de Amerikaya bu işleri
yapmasında uşaklık edeceğiz.
Peki, bu bir kader midir?
Hayır.
Dincileşerek dini bölücülük cemaatleşmek, sosyal bütünleşmemizi durduruyor. Bizi bölüyor. Sosyal serma- yemizi,
direnme
gücümüzü,
Amerikan emperyal-izmini, halkımıza kavratarak bu bölcülüğü/gericiliği kırabiliriz. Siyasal iktidarı ve işbirlikçilerini
korkudan eleştirem-
iyorsak da, Amerikan saldırganlığını ve tahripciliği/ gericiliğini, yakınlarımıza anlatmak, bu ülkede yaşamanın bize
verdiği
sorumluluktur. Varlığımızı savunmaktır.
İslam'ın en büyük tahrip aracı, Siyasal İslamın emperyalizm ile bütünleşmesini,
bir yerde kırmak
zorundayız.
Bülent Esinoğlu 06.04.2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Kalıpları Ehl-i Sünnet,
kalpleri Ehl-i Salib
Büyük
Ortadoğu
Projesinin
yerel savaş
lobileri, Türkiye başta olmak
üzere tüm İslam coğrafyasında işbaşı
yaptılar. Toplum
mühendisliği yapıyorlar.
Kardeşi kardeşe kırdırtmak
istiyorlar. Müslümanı
Müslümana boğazlatmak
peşindeler.
Böylece BOP işgalcilerine
ve İsraile yayılma alanı açmak
istiyorlar.
Dinlerarası diyalog
mavallarıyla
Ehl-i Salibi, Hıristiya-
nları ve Yahudileri
Müslümana amentüde
ortak iman kardeşi
yapanlar, aynı Allaha, aynı
Peygambere, aynı Kuran-a iman
eden Müslümanları,
birbirine düşman yapıyorlar,
kendileriyle harp edilmesi gereken kâfirler olarak ilan ediyorlar.
Bölgemizde yaygın bir Şii-Sünni
çatışmasını,
Alevî-Sünni kapışmasını
kurguluyorlar. Irakta,
Lübnanda,
Suriyede ilk
denemelerini yapmaya kalkıştılar; başara- madılar.
Hatta Türkiyede bile
Türk-Kürt, Alevî-Sünni dalaşı arzuluyorlardı.
Topyekun seferber
olmuşlardı. Hacılarını,
hocalarını,
cüppellilerini, şalvarlılarını, köşe başlarına ve
STKların arasına konuşlandırdıkları ne
kadar Amerikan ve Haçlı şebekeleri
var idiyse hepsini seferber ettiler. Ayrılık ve fitne tohumlarını ektirdiler. İslamın ilk döneminin fitnelerine sarıldılar,
Yezid pozisyonu aldılar. Şalvarlısını
Muhammed Abdulvehhabı avladıkları Yahudi
Safiye- lerle avlıyorlar.
Cüppelisinin önüne
zina kasetlerini koyuyorlar; Haçlı gibi konuş, Müslümana savaş açmaya fetvalar ver, yoksa kodeste çürütürüz
diyorlar.
İslamcısının önüne
Amerikan lobilerinde verdikleri taahhütleri hatırlatıyorlar. Kimisini Saddamın boyuna geçirdikleri idam ilmeğiyle
korkutuyorlar, kimisine koltuk gösteriyorlar. Pozisyonlarına göre
Haçlının safında
hizmet ettiriyorlar. Türk milletini tuzaklarına çekmek için Haçlı gibi konuşturuyorlar, Haçlı gibi vaziyet aldırıyorlar.
Sakalları, sarıkları, kalıpları güya
Ehl-i Sünnet olanlar, Haçlının safında Müslümana karşı cephe vaziyeti alınca; kalplerinin Ehl-i Salib olduğu zahir
oldu, kalplerindeki haçlar açığa vurdu. Bunlara rağmen oyun tutmadı
Tutturamadılar. Fitneyi yeşertemediler. Prof. Dr. Haydar Baş bey
oyunları bozdu. İslam coğrafyasına
Muhammed Mustafanın ve
Ehl-i Beytin
Tevhid mayasını çaldı, maya
tuttu
Kirli
savaş
ötelendi. Sarıkları ve
kalıpları güya
Ehl-i Sünnet, lakin kalpleri Ehl-i Salib olan kesimin Prof. Dr. Haydar Baş beye
karşı
düşmanlıkları,
taarruzları,
yaygara ve hezeyanları bu
yüzden.
Küresel işgalciler
vaz mı
geçtiler? Hayır.
Türkiye-Suriye ve Türkiye-İran arasında benzer bir oyun tezgahlıyorlar. İşgalciler
baş
çekiyor, senaryo yazıyor;
yerli-bölgesel figüranlar ve Haçlılardan rol kapanlar oynuyor. ABD, Avrupa Birliği ve İsrail,
bu stratejinin senarist- leridir, baş aktörleridir. İslam coğrafyasındaki ülkelerin kimi idarecilerini, toplum önderlerini
ve halklarını maşa olarak
kullanıyorlar.
Bu maşalar
kimlerdir, diye sormanıza gerek
kalmayacak kadar sorunun cevabı açıktır. Maşalar Haçlı kabağı gibi ortadadır. İslam coğrafyasında yaymak istedikleri iç savaşı
ve Müslümanı
Müslümana kırdıtma fesadını,
demokrasi ve İnsan
hakları diye
takdim ediyorlar.
Halkları içten
ayartarak demokrasi getirdiklerini ilan ettikleri Irakta,
Libyada, Mısırda,
Tunusta,
Cezayirde,
Sudanda kan
gövdeyi götürüyor. Huzur ve kardeşlik göğe çekilmiş, namuslar kirletilmiş, at izi it izne karışmış
gelen gideni aratıyor. Bütün yanlışlarına ve diktalarına rağmen Irak Saddamı, Libya Kaddafiyi, Mısır Mübareki mumla arıyor. Suriyeyi de bu menem demokrasi ülkelerine
benzetmek istiyorlar
İranı da. Bu
kirli işte
Türkiyeyi
kullanıyorlar.
Türk siyaseti, ne Türkiyenin, ne
de kendilerinin akıbetini
görüyor. Akıbet hiç
ama hiç hayır değil
Hacısı-hocası,
cüppelisi-şalvarlısı, İslamcısı-radikal
İslamcısı,
diyalogcusu-anti diyalogcusu, liberali-neoliberali işgalcilerin
hizmetinde, Amerikanın safında ve
Haçlıların
cephesinde Müslüman komşularına karşı
kurulmuş
vaziyetteler.
Haçlılar,
Osmanlıyı Birinci
Dünya savaşına
böyle bir provokasyon sokmadılar mı? Sonra da Osmanlıyı bölüp parçalamadılar mı?! Sivili-askeri, yöneteni-yönetileni olarak topyekun
Türk milleti aklını başına
devşirmez,
bu vahim gidişatı ve yakın akıbeti
böyle okumazsa; kardeş kıyımı,
bölünme ve yok olma çok uzak değildir. Mehmet Emin Koç 11 Nisan 2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
ABD - İhvan
- F Tipi Cemaatin Sünni kuşak hattı
Arap
Baharı Pax
Americananın Sünni İslam kuşağını oluşturma
projesidir. Açın bakın arşivlere İhvan
yani Müslüman Kardeşler Teşkilatının
önderini yakın geçmişte
Washingtondaki
Demokrasi ve İnsan
Hakları Etüt
Merkezinde ağırlayanın ABD
derin devletinin ünlü ismi Senatör Mc Cain olduğuna tanıklık ederseniz! Buradan hareketle Tunusta uç
verip bütün Arap coğrafyasına sıçrayan
hareketin bağımsız bir
halk isyanı gibi değerlendirmek
gerçeği yansıtmaz!
ABDnin yeni bölge planlamasındaki temel dinamik İslamın Sünni-Şia eksenli olarak ikiye bölünmesi ve bunun üzerinden
dengelerin kurulmasıdır. İhvan,
Taliban, El-Cezire ve Hamasa Katar gibi ABDnin uydusu olan bir yerde üs verilmesi bu tezimizin en
somut işaretidir.
Türkiyede seçilen partner ise zannedilenin aksine AKPden
ziyade F tipi Cemaattir ki bu durum o camia mensuplarının ABDye iman
noktasında
olmaları ve
hadiselere yaklaşımları ile
sabittir! Sabahattin Önkibar 12 Nisan 2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Cennet
ve Cehennem yetkisini Allahın elinden kimse alamaz?
Haçlıların Cennete Müslümanların ise Cehenneme
gideceğini biz demiyoruz Saidi Nursi Lahikalarında ve kimi Nurcular yazı ve
sohbetlerinde diyor: Birinci Dünya Savaşında bizimle savaşmış da olsa, bir Hıristiyan ölmüşse şehit sayılır.
(Kastamonu Lahikası,s.45). Ne dinden olursa olsun
bir nevi şehit hükmündedir. Mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsaya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felak- etler, onlar hakkında
bir nevi şehadet denebilir. (Kastamonu Lahikası,s.75). Hatta o mazlumlar kafir de olsa, ahrette kendilerine göre o dünyevi
afattan çektikleri belalara mukabil rahmet-i ilahiyenin hazinesinden öyle
mükafatlar vardır ki, eğer perde-i gayb açılsa o mazlumlar
haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp Ya Rabbi şükür elhamdülillah diyeceklerini bildim ve kati surette kanaat getirdim. (Kastamonu Lahikası, s.45)
Yukarıdaki alıntıları Muharrem Bayraktar kardeşimiz 3 Nisan 2012 tarihli Yeni Mesaj gazetesinde okurları ile bir defa daha paylaştı. Müslümanlarla savaştıkları için Hıristiyanların cennete gideceklerini
savunan cemaat mensuplarının yaptıkları tevil ve Said-i Nursiyi bu bahiste
savundukları gereçe şu:
Kendilerine İslâm
hakikati ulaşmamışsa! Gerekçeyi görüyor musunuz? Adam
Çanakkalede Müslümanları
Anadoludan atmak için Haçlı savaşına katılacak amma İslâm gerçeğinden haberdar olmayacak! Bu kişi
kiminle savaştığını bilmiyor mu? 1453ten beri İslâmı bilmeyen bir Hıristiyan olabilir mi
Avrupada? Hatta, Endülüsten
beri İslâmdan haberi
olmayan bir Hıristiyan bulmak mümkün mü? E biliyor amma, yanlış biliyor! öyle mi? O yanlış bilgi ile
Müslümanı katledecek Cennete gidecek, Müslüman
dinsizle savaşacak Cehenneme gidecek, olacak şey mi
Sakın ola ki Müslümanın savaşırken Cehenneme gideceğini kim söylüyor
demeyiniz, Kadırga TVde
Hulki Cevizoğlunun
programında bir başka
Nurcu söyledi! PKK ile çatışırken ölen Mehmetçiğin şehit sayılam- ayacağı iddiasında bulundu.
Önce bu iddiaya Ankebut Suresinin 69uncu ayeti ile cevap verelim: Bizim uğrumuzda cihâd edenleri, elbette
yollarımıza eriştireceğiz. Allah şüphesiz, iyi davranan- larla beraberdir. İşte Mehmetçik tam da bu ayetin muhatabıdır. Evet, Mehmetçik, Kürtleri Mecusi yapmak isteyen PKK ile mücadele
etmektedir, yani Allah yolunda cihâd üzerindedir, şehittir. Haçlılara hiç mümkün
olmadığı halde, Belki İslâmdan
haberleri yoktur diye şehitlik
dağıtanların, bu
milletin önemli bir kesimini Mecusi yapmak isteyen bir terör örgütü ile savaşan askerlerine şehitliği çok görmesi çok ilginçtir. Sizin bu haliniz yüzünden Aziz Karaca
kardeşimizin çok doğru
tespit ettiği gibi, Ataları vatanı seven
bu milletlin yeni zamane nesli satanı seviyor.
Toparlayacak olursak
O zaman biz kendilerine şu soruları soruyoruz: Asla mümkün değil amma, Hadi onların İslâmdan haberi yok! Misyonerleri ile İslâm coğrafyasında cirit atan Vatikanı; Filistinde 1948den
beri Müslüman kanı akıtan İsrail dinine mensupları ve devlet içinde devlet talebinde bulunan Patriği ve cemaatini Müslümanlarla aynı
kefeye koyup Cennete göndermek neyin nesi oluyor? Onların da mı İslâmdan haberleri yok?! Namazımızın olmazsa olmazı olan Fatihanın
son ayetlerini kim neshetti!
Allahu Ekber
Ayrıca
Allah(c.c) Bugün kâfirler, sizin dîninizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın; Benden korkun! Bugün size dîninizi ikmâl
ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin
için dîn olarak İslâmı seçtim. (el-Mâide, 3) derken,
sizin iddia ettiğiniz nedir?
Sonra Müslüman bir kadının Hıristiyan
bir erkekle evlene-meyece-ği ayetler, sahabe
uygulaması ve icmâ ile sabit olmasına rağmen sizler hangi yetki ile
Müslüman bir hanımın
Hıristiyan yahut Yahudi bir erkekle evlenebileceğine cevaz veriyorsunuz? Ellerinden topraklarını aldığı Müslümanların kollarını taşlarla
kıran ve üzerlerine misket bombası yağdıran şu İsraile
Irakta ve Afganistanda kirletmedik İslâmi değer bırakmayan şu ABDye
Suriye
yahut İrana yaptığınız eleştirinin
onda biri kadar bir eleştiriyi en yetkili ağzınızdan
bir kerecik olsun duyalım da bari Çıkmadık
canda ümit var diyelim.
Allah (c.c.)ın yarattıklarını Cennete gönderme ve Cehenneme atma
yetkisi Yüce Zatına aittir ve onları muhtelif ayetleri ile Kitabında derç
etmiştir. Yine Yüce Allah (c.c.)ın kendine verdiği yetki ile Hz.
Muhammed (s.a.v) de o ayetlerin tefsiri olan hadisi şerifleri ile Hıristiyanların ve Yahudilerin ebedî cehennemlik olacaklarını ümmetine ve İnsanlığa tebliğ etmiştir. O yetkiyi Allah (c.c.) ve
Resulü (s.a.v)nün elinden hangi güç alabilir? Hasan
Demir 18 Nisan 2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Rabbani
alimler ve iktidarlarla ilişkileri
Her
devrin Nemrutları,
Firavunları,
Yezitleri halkı daha
fazla sömürmek için âlim kılığındaki iblislerden fetva almak için, onları yanlarına almak
zorunda kaldılar.
Hz. Peygamberin (s.a.a.) risaletine inanan ve Ehl-i
Beyt imamlarının velayetine
tabi olan rabbani âlimler iktidarların gayr-i meşru, haksız, hukuksuz ve adaletsiz, zalimane uygulamalarına ortak
olmamak için, kendilerine verilmek istenen valilik, hâkimlik, defterdarlık,
muhasebecilik gibi devlet memurluklarını kabul etmediler. Hatta bunun için bedeller ödediler,
zorlandılar,
zindanlara atıldılar, kırbaçlar
yediler, yurtlarından
sürüldüler, canlarından
oldular. Ama yine de kabul etmediler. Bunun İslam tarihinde birçok örnekleri vardır.
İslam
dünyasını yaklaşık
1300 yıldır fırkalaştırarak
Müslümanların geri
kalmasına sebep
olan en önemli faktörlerden birisi mezhep ve mezhepçilik bile siyaset ve idare
mekanizmasının maddi
makamlarına satılan
sözde din adamları tarafından
temelleri atılmış
ve siyaset tarafından
güçlendirilmiştir.
İnançları ve
Müslümanları
kullanarak toplumları
sömürmek isteyen siyaset ve devlet adamlarının bu tutumları halkın bir bölümünü sultanlara yakın olmak,
devletin önemli makamlarına
atanmak ve dünyalık
toplamak için, din ilmini öğrenmeye sevk etti ve bu zihniyetler ilim öğrendikten
sonra iltimaslar ve aracılarla,
kendilerini zalim yöneticilere takdim ettiler.
Bir zamanlar zalim yöneticiler tarafından
aranan din-ilim adamları, bu
sefer yöneticileri aramak zilletine düştüler. Böylelikle aziz iken zelil oldular. Âlimlerin
zalim idarecilerle düşüp
kalkmasının sakıncalı görülüp
halk tarafından hoş
görülmemesinin sebepleri, Rabbani alimler tarafından çok geniş olarak izah edilmiştir.
O sebeplerden bir kaçı
şunlardır: 1- Zalim ümera ile yan yana, 2- Ümera ile düşüp kalkmak
dünyaya meyil ve muhabbete sebep olur. Bu da her günahın ve
hatanın başıdır. 3-
Haram toplamaya ve yemeye sebep olur. 4- Elindeki ilim nimetini ümeranın
ayakları altına
atarak küçültmüş olur.
5- Güç ve iktidar sahiplerine meyil, onlara muhabbet ve destek verdirir. Oysa
bunlar alim için felaketler sebebidir. 6- insanların güç ve
iktidardan yana olmalarına,
onları
sevmelerine, dalkavuk olmalarına ve aldanmalarına sebep olur. 7- İyiliği emir, kötülüğü nehiy vazifesini terk ederek günahkâr olur. Bu
önemli ilkeyi ihlal eden âlime Allah lanet eder ve halk tarafından
haksızlık karşısında
sustuğu için
dilsiz şeytan
olarak addedilir. 8- Dalkavukluk, iki yüzlülük, yalancılık,
riyakârlık,
iftira, kıskançlık, kin,
nefret ve düşmanlık gibi
birçok kötü huylara sebep olur. 9- Allah'a, Resulüne, Ehl-i Beyt'e, mukaddes değerlere
ve müminlere karşı
vazifelerini yapmayarak hain olur. 10- Hakka bâtıl ve bâtıla hak elbisesini giydirerek hakkı değiştirdiği için
dinden çıkar veya
en azından
büyük günahkâr olur. 11- Zamanla insanların inançlarından kopmalarına, yozlaşmalarına ve asimile olmalarına sebep olur ve böylelikle büyük veballeri ve
günahları üzerine
almış
olur. Selam ve dua ile
Mehdi
Aksu 15 Mayıs 2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
An die
Aktenzahl U 812/12
Verfassungsgerichtshof
Judenplatz 11, 1010
Wien
Wien, 20.05.2012
Einschreiter: Haci
Bayazit
Alser Strasse 30/26, 1090 Wien
Konu: a) Kendilerini deşifre edenlere karşı
dünyanın en tehlikeli suç tasarım örgütü Fetullah Güleni Üst Mahkemeye taşımak için tarih, 16.05.2012 de, Verfassungsgerichtsoh vermiş olduğum
Schriftliche Aussage für die Verhandlung vom 07.10.2011, in der die Aussagen
und inhalt vom 24.08.2011 beim Fachartz für beim Fachartz für Neurologie und
Psychiatrie bericht berichtgt verden; ile, tarih, 03. 01. 2012, Bezirksgericht
Josefstadt-in 21. Dezember 2011 tarihli kararına karşı yapılmış
Protokol-a
ilaveten,
b) orjinali
Verwaltungsgerichtshofda,
Verwaltungs-
gerichtshof. Süleymancıları gördükden
sonra aşağıdaki
kararı alıyor,
VERWALTUNGSGERICHTSHOF PRASIDIUM
A-1040 Wien, Judenplatz
11 S 2005/01139-4
Herrn
Rechtsanwalt
Dr. Wolfgang BLASCHITZ
Wolfischgasse
11/10, 1010 Wien
Sehr geehrter Herr Rechtsanwalt!
Im Hinblick auf Ihre Bestellung zum sachwalter für Herrn
Hacı Bayazıt und unter
Hinweis auf das Schreiben des Verwaltungsgerichtshofes vom 12. Juli 2005 darf
in der Anlage die (neuerliche) Eingabe des Betroffenen vom 17. Juli 2005
übermittelt werden.
Seitens des Verwaltungsgerichtshofes sind keine weiteren
Veranlassungen erfolgt.
Anlage
W i e n , am 19. Juli
2005
Für den Prasidenten:
c) Sachwalter davaya bakış
alanını değiştirmediği için yukardaki
Üst Mahkemenin kararı doğrultusunda
işlemi takip
edemedi.
Dr. Wolfgang
Blaschtitz, Verteidiger in strafsachen
Herrn
Hacı Bayazıt
Alser Strasse 30/2/26,
1090 Wien
Schreiben des Prasidiums des Verwaltungsgerichtshofes vom
12.7.2005 sowie 19.7.2005 jeweils zu Ihrer Kenntnisnahme.
Ich zeichne
Mit freundlichen Grüssen
Dr. Wolfgang Blaschitz
d) bilgilendirmede anlatıldığı şekilde aşağıdaki
olaylar oldu, daha sonrada Mehmet
Cemil Şahinde 17 Wien
Tauber gasse 21/2-5, de benzer akibeti bulmuş.
Bilgilendirme
Allah(c.c)a hamdü senalar olsun. Sevgili Peygamber efendimize selätı selam olsun. Onun izinde ve ona dost olanlara selam olsun.
Ey Ehli vicdan sahipleri din adamları toplum
hayatının
mimarlarıdır. Din
adamlarının hali
ile toplum hayatına ya
rahmet Veya siyaha yakın boz acımsı duman şeklinde
müsübet yağar.
Allah(c.c) Sizler ile insanları müsübete hazırlayan din tahripcilerin bertaraf eyleyip; insanları rahmete
hazırlayan
bu yolda mücadele edenlere yardım eylesin.
Yıl 2007 ilk çeyreğinde Türkiye Gazetesine telefon ederek Mehmet Oruc bey
ile diğer
Beylere, İslam
dairesini muafaza eden tarikatın hak tarafını doğrulayan yaylarından dolayı teşekkür etdim; Çok sevindi, O bize yeter Öbür tarafda;
dedi. Bizde bilmiyorduk yaz, dedi. Yani bu yazılanalar ile kısmen 18 bölümü iki kitap halinde toparlanmış
bilgileri söğlüyor.
Bir beldede insanlar kendi yaptıkları puta taparmış;
orada bir de Alim/salih kul varmış.
Bir gün bu Alim İnsan
paltasın alıp putu kırmak
için yola çıkıyor; bir
müddet sonra önüne şeytan
geçip; yoldan çevirmek için mücadel ediyor. Mücadelenin sonunda Alim kişi şeytanı alt
ediyor; altda olan şeytan,
ey Alim İnsan
putu kırınca
eline ne geçecek vazgeç, ben her sabah yastığının altına altın bırakırım sende onları Çocuklara dağıtır sevap kazanırsın diyor. Alim kişi düşünüyor teklif akla yatkın kabul ediyor. Hergün şeytanın bırakdığı altınları Çocuklara dağıtıyor.
Bir müddet sonra altınlar gelmiyor. Hışımla yerinden kalkıp paltasını alarak tekrar yola çıkıyor; aynı yerde şeytan tekrar önüne geçiyor; tutuşuyorlar
mücadeleye bu sefer şeytan
Alim zatı yıkıp
üzerine oturuyor. Altda kalan Alim zat şaşırıyor; nasıl oldu geçen sefer ben seni yenmişdim;
diyor... Şeytan,
nasıl olacak
altın ile
ihlası değişdik,
diyor. Allah(c.c)ın
sevgili kulları
özellikle Çocukların dini eğitimini ihlası altına değişen yoldan
cevrilmişlerin
insafına/ateşine
emanet etmeyin.
Yıl 2004 ortalarında 17 Wien Marien gassedeki
evime binadan içeri gireceğim vakit (Binan altı
Süleymancıların
Camisi) Bayram hoca ile bir kişi çapraza almış gibi bana bakıyor/bekliyorlardı.
Binanın dış kapısından içeri
girdim, şeytan
arkadan gelerek enseme çarptı; haram ve şüpheliden
korunulur insanları islamdan sapıtan şeytanın yardımcı
guruplarına da kalbi yakınlık olmaz ise,
etkisi olmuyor.
Aynı yer, Camin dış giriş kapısını, yıl 2005 Onbirinci ay olabilir bombalamışlar. Mesaj açık;
demek istiyorlarki bizde sizin ensenizdeyiz deccali saltanatınızı
başınıza geçireceğiz.
Yıl 02.05.2005 iltica Mahkemesinde Hakim,
Bayazıt sen
sakin ol, dedi... Her ayın
birinde anlaşma gereği
tranvay bilet parasını bankaya
yatırıyor,
hafta sonunda kontoda kalan paraya göre harcamalarımı yapıyordum.
Banka veya Bilet dairesi beşinci ve altıncı ayın parasın zamanında çekmemiş bende bilmediğim için iki ay ödememiş olmuşum. Durumu öğrendim birazda kızgın olarak Bilet dairesine gitdim; görevli yere yaklaşırken
öbür tarafdan iki tane Süleymancı geldi.
Süleymancıların taşıdığı şeytan telkin ediyorki; bizi deşifre
etmez dost olur insanları uyarmaz hak yer günah işler isen, yediğin hak işlediğin veya ortak olduğun günah ile yaklaşır, İçerde devletin içindeki önemli haberi getiririz.
Dinin
siyaset ve menfate aleti ile yardımcı edindiği insanlara; Allah(c.c) ve Peygamberine muhalifet yaptırıp dinde yapılan
tahribat oranında güç
elde ederek, etnik
milliyetci ırkiçılara
yaklaşıp
beynelminel fitne eli yaparak dünyanın müsübet ve kaosa hazırlanmasının sebepleri hazırlatılıyor.
Ey Aklı selim sahipleri,
büyüklü küçüklü iki ayak üzerinde toparlanmış
dünyaları için dini yırtan bu
gurupların sofrasına
oturan onlar ile gönülden sohbet eden;
devlet
erkanının sırrı olmaz şeytan
onlar üzerinden haber taşır,
ırki ve
milli duyguları hassas
ve zafiyeti olan insanlara duyu yollarından yaklaşarak haram ve şüpheli ile kalbe attığı kana karışan telkin ile zihinsel kontrol ederek hata yaptırır.
Dinin tahrip/yırtıldığı oranda dünyanın yaşam kenarı kutuplardaki yırtılma erimenin sebeplerini hazırlatır. Yaratılmışların en
asili... Allah(c.c) Sizler ile Ehli Vicdan sahibi tarihçileri maneviyat deryasında hazırlayıp; kol kırılır yen
içinde aldatılması ile insanların maddi
manevi birikimlerinin boşaltılıp itikat
ve inanclarının
zafiyete uğratılmasını
bekleyenleri deşifre
bertaraf eyleyip; yaratılış
gayesine uygun insanlığın geleceği için mücadele edenleri desdeklesin. Amin. Allah(c.c)
selamı rahmeti
üzerinize olsun. Hacı Bayazıt
19.10.2008
e) insanların kalbi maneviyat ve adalete veya siyaset ve menfate
yatkındır. Iki
hal bir arada olmaz. Mahkemeler üzerinden açıklanmış olaylar iltica yasaları içerisinde olmakla birlikde çok
daha derin öneme sahiptir. Bu yüzden dinin siyaset ve menfate alet edilmesi ile rahmet ve
bereketin kaldırlıp
içtimai ve iktisadi düzenin bozularak insanların kaos ve müsübete hazırlanmasına sebepler hazırlayan gurupların merkezi Türkiyededir. Bundan dolayı Türkiyede kısa müddetin haricinde ikamet etmem; heryerde deşifre
edilmiş gurup
ve insanlar
ile karşılaşma olasılığı manevi ve fiziki korunmayı güçleştirmekde'dir.
f) yazılmış
bilgiler donanım ve
mücadele sonucu elde edilen, dini ve tarihi geçmiş'de gizlenen değişik haller
ile perdelenip hayata aksedeni gerekli mücadele ile açığa çıkartarak
geleceğin aydınlığı olacak insanlara ait bilgilerdir.
Allahın selamı bereketi rahmeti Onun dini üzere Habibi izinde olanlara
olsun.
Dinler arası diyalogu önceki ve son din İslamın ikinci ana
esası
Peygamberini perdeleyen
deccalizimin misyonudur;
1960lı yıllarda dinin
siyasallaşması Türkiye'de
kurumlaşmaya başlayınca;
daha önceden Saidi Nursinin göndermiş olduğu mektup ile Vatikanın kalbine kadar sızan şeytanın telkinlerini anlayan Vatikan dinler arası diyolog misyonun aslında peygamberi
iblis olan proje olduğu anlıyor... Saidi Nursinin takipcisi Fetullah Gülenin dinler arası diyalog projesi kabul görmüyor.
Deccalizim misyonu diğer ayağı siyasal hilafet projesi ile
Büyük Ortadoğu Projesi,
fikri fiziki hale dönüştürülüyor,
hertürlü bölücü dini ve ırkı terör
örgütleride
beynelminel fitne
Büyük Ortadoğu Projesinin
As ve Eş Başkanlarının elinde maşa görevi
yapıyor... ama
onları şeytan, siyasi ve maddi
hevesler ile yemleyip binek olarak sürüklediği
için Allah(c.c)ın aleme koyduğu kural gereği sonları yaklaşıyor.
Ehli Vicdan Sahipleri, Fransada imam Hümeyniye İranlılar gelir,
efendim Şahın zülmü her ne kadar AKPnin zülmü
kadar olmasada dayanılmaz hale geldi ne yapaılım derler, İmam sabah
namazı seher
vakti kalkıp dua edin,
der. Müslümanların duası ve
mücadelesi ile Allah(c.c) bağımsızlıkçı vatanperver güçleri bu ilimleri
alacak halde hazırlayıp Avrasya
ve Direniş Cephesini
güçlendirip islamı tahrip
ederek dünyanın bir tarafını
çökertenleri bertaraf ederek, vadi gereği dünyayı maneviyat
ve adalet asrına hazırlayacak, İnşAllah. Hacı Bayazıt
04.11.2011
Yüce Mahkeme Heyetinden açıklanmış olayları daha geniş alanda değerlendirmesini arz ve istirham ederim. Haci
bayazit
Sonuç
olarak: Anyasa Mahkemesi Sachwalterin vermiş olduğu 'görünürde beni
savunan' belge ve
iddiaları Red
etti... Sachwalter Anyasa Mahkemesinin kararından sonra tepki olarak, Sen Bizim
bütün yaptıklarımız yerle bir
edip yıktın, dedi... böylece muaviyenin
takipcisi şeytanın
hizbini perdeleyen örtünün mahkemeler üzerinden kaldırılması
sonucu islamın tahribine bağlı gelişen iklim değişimi
ile mücadelenin zemini hazırlanmış oldu.
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Bu Savaş Gerçek Muhammedî Devletin Tesisine dek Sürecek.
Muhsin Rızai şöyle devam etti: Dün İranın savaş sahnesi kendi toprağına saldıran düşman karşısındaydı, bugünse İranın mücadelesi ilerlemesini engellemek isteyen her ülke
ya da kudret karşısında
verilmektedir. Ve bu savaş Hz.
Mehdinin
(a.s) zuhur zamanına ve
asil Muhammedî devletin tesisine dek sürecektir.
Muhsin Rızai: Bu Savaş Gerçek Muhammedî Devletin Tesisine dek Sürecek. Eski
Devrim Muhafızları Komutanı ve
Nizamın
Maslahatını Teşhis
Komisyonu Sekreteri Muhsin Rızai İran,
muktedir bir şekilde İstanbul
müzakerelerini Bağdata çekmiştir ve
bu durumun kendisi İranın
zaferinin ve halkın ve
Rehberlik Makamının
direncinin göstergesidir. 5+1 grubunun İrana taviz vermekten başka bir seçeneği yoktur dedi.
TABNAKın bildirdiğine göre bugünkü Meşhed Cuma namazı hutbeleri öncesinde halka konuşan
Muhsin Rızai İran
milleti 8 sene boyunca, kendisine yüklenen savaş sırasında mücadele etti. İran, Baas rejimi karşısında zafer elde etmiş olmakla birlikte savaşını bugün de sürdürmektedir ve bu savaş
günümüzde direnç ve istikamet formunda devam etmektedir şeklinde
konuştu.
Muhsin Rızai şöyle devam etti: Dün İranın savaş sahnesi kendi toprağına saldıran düşman karşısındaydı, bugünse İranın mücadelesi ilerlemesini engellemek isteyen her ülke
ya da kudret karşısında
verilmektedir. Ve bu savaş Hz. Mehdinin (a.s) zuhur zamanına ve asil Muhammedî devletin tesisine dek sürecektir.
Rızai sözlerini şöyle sürdürdü: İran İslam Devriminin zaferinden sonra düşman İranın farklı bilimsel ve teknik sahalardaki ilerleyişi karşısında
durmak istedi, zira İranın
ilerleyişinin bir
milyar Müslüman için örnek oluşturacağını bilmekteydi. Muhsin Rızai, İslami uyanış hareketlerine de değinerek İslami uyanış hareketlerinin ortaya çıkmasıyla Batılılar Suriye ve Hizbullahı uluslararası camiadan uzaklaştırma projesini devreye soktular, böylece Tahrana saldırının ön adımlarını da
atmak istediler. İran
defalarca Suriyeye halk
idaresi ve özgürlük konusunda tavsiyelerde bulundu, İslam İnkılabı Rehberi
de bunu vurguluyor. Son dönemde Suriye devleti de demokrasi konusunda adımlar attı diye
konuştu.
Muhsin Rızai, Suriye meselesinde Arabistanın perde
ardındaki
rolüne işaretle Arabistanda
özgürlük ve demokrasi alameti olan seçimler mi yapılıyor ki
kendileri Suriyeyi hedef
alıyorlar?
Mesele Suriyeyi yol
üstünden kaldırmak ve
Hizbullah ın silahsızlandırılmasıdır, ta ki
böylece Tahran ve İrana saldırının şartlarını hazırlayabilsinler.
Allahın lütfuyla Amerikanın bu planı yenilgiye uğradı. İranın sağlam duruşu sayesinde Amerikalılar ve Siyonistler arasında ihtilaf baş gösterdi. Hatta öyle ki İrana saldırıdan
bahseden İsraile
Amerika karşı
çıkıyor ve
bu saldırıyı
Hizbullahın silahsızlandırılması ve
Suriye rejiminin düşüşü şartına bağlıyor.
medyasafak 25.05.2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
İçimizdeki
cemaat
yüzünden, bizi helak etme Allahım.
Allah
(c.c) bir ayeti kerimede mealen İçinizde hakkı tebliğ eden bir topluluk bir cemaat bulunsun
buyurmu-ştur. Bu
neden ile Müslümanların
cemaatler, topluluklar halinde, İslamı yaşaması bir ayrılık değil, bilakis bir zorunluluktur. Önemli olan bu topluluk
veya cemaatin tevhit inancına, itikadına sahip olmasıdır. Ayrıca yaşayış ve çizgilerinin de milli ve dini bütünlük içinde
olması gerekir
ki dış
güçler tarafından
kullanılmasınlar.
İslam
inancına göre
sadece İslam Haktır, Allah
katında din İslamdır ayeti
bu gerçeği ifade
eder. İslam dışındaki bütün inanışlar, dinler batıldır. Bu İslam inancının temelini oluşturur, buna inanan Müslüman, inanmayan ise kâfirdir.
Yani bu inanış
Müslüman olanları bağlar,
Müslüman olmayanları asla bağlamaz.
Onların dini
onlara, bizim dinimiz bizedir.
İslam dışındaki din ve inanışların da İslam gibi hak olduğunu söyleyen, üç büyük din, ilahi dinler veya İbrahimi dinler adı altında
dinlerin kardeşliğini
iddia eden bir cemaatin onlarca
yıldır var
olduğunu
hepimiz bilmekteyiz. Bunların inanışlarına göre; Yahudi ve Hıristiyanlar da cennete girecek, Yahudilik, Hıristiyanlık ve
Müslüman lık arasında bir
fark yoktur, akıl
vahiyden daha üstündür.
Sadece İslam haktır görüşü ırkçı bir yaklaşım
ve hoşgörüsüzlük
örneğidir.
Müslüman kadın
gayrimüslim ile evlenebilir, iman için Muhammedi kabul şart değildir,
Allahı kabul
iman, Muhammedi kabul kemaldir gibi görüş ve düşünceleri Türkiyede yazıp, çizdiler... Hatta dev salon programları ile
geniş kitlelere
duyurup, milyonlarca Müslümanın aklını karıştırıp, imanını çaldılar.
Merkezini Amerikaya taşımış adı, cemaat ama henüz kendilerinin hangi dinin bir cemaati olduğu tam
anlamıyla anlaşılamamış
bu teşkilatın,
ülkemizde din ve devlet alanında hangi icraatları yaptığını bilmek ve anlamak durumundayız.
Önceden bazı kardeşlerimiz
bizi bu konuda anlamaz, yapılan yanlışları anlattığımızda sözü ağzımıza tıkarak kardeşlerin arasını açmayalım gibi basiretsiz bir tepki koyarlardı. Şu anda
ise yahu
bunlar kardeş değil,
kalleşmiş
diyorlar.
Ülke meselelerinde ve milli konularda da çizgileri hep
ecnebiden yana olmuştur. İsrail
dokuz vatandaşımızı
katlettiği zaman İsrail
haklı,
kendini savunma da hakkıdır
dediler. Kucağında
oturduğu ülkenin
başkanı ile tıpa tıp aynı açıklamayı yaptılar.
Irak işgalinde
destek verdiler işgal
güçlerine. İsyanların başlatıldığı Müslüman ülkelerde basın yayın kuruluşları ile ABD ve İsrailin tarafı olduğu isyancıları desteklediler.
Şu anda
ise Erdoğan Suriyeye
girsin diye ona baskı ve şantaj
yaparak aleyhinde çalışmaktalar.
Esasen Sayın Erdoğanın
küresel güçlerin taşeronluğunu
iktidar olarak üstlenmesinde en büyük neden bu cemaattir. ABD ve İsrailin devlet içindeki örgütlenmesinin adına
eskiden Kontrgerilla ve ya Derin
Devlet
denirdi, galiba Şimdi ise
cemaat
denmektedir. Devletin tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçiren milli elbiseli, ecnebi örgütlen- mesinin
spora kadar el attığını da hesaba katarsak, ne büyük tehditle karşı
karşıya
olduğumuzu
varın siz düşünün.
Milletin gerçek yüzlerini görmediği bu cemaatin İslamı
anlatmak, Hak ve hakikati yaşatmak, mazlumun yanında zalimin karşısında olmak yerine, zalimlerle ve küresel güçler ile el
ele kol kola girerek, İslam
dünyasına Truva atı olma
görevi üstlenmesi, işgal ve
isyanların
merkezi olması
milletimiz adına çok
tehlikeli bir sonuçtur. İçimizde
ki bu cemaat
yüzünden bizi de helak eder misin Allahım, diyerek -onları yüce Allaha havale ediyorum. Yusuf Karaca 13 Haziran 2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
Cin ve İnsan şeytanları
Her
zaman ve zeminde olduğu gibi
günümüzde ve coğrafyamızda da
cin ve İnsan şeytanları
fitne-fesat üretiminde yarışmaya devam etmektedirler. Cin ve İnsan şeytanlarının her
Peygambere düşman
oldukları gibi
son elçi son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) de düşman olduklarını kerim kitabımızdan öğreniyoruz. Cümle Peygamberlere düşman kılınan cin
ve İnsan şeytanları elbette
ki o Peygamberlerin izinden giden sırat-ı müstakim yolcularına da düşmanlıklarını sürdürmüşler ve sürdürmektedirler.
Cin ve İnsan şeytanlarının şerlerinden emin olmak ve onların düşmanlıklarından en
az zararla kurtulabilmek için elbette ki onları tanımak, özelliklerini bilmek gerekiyor.
Kerim kitabımız onları şöyle tanıtıyor: Ey Peygamber, senin karşına kıyasıya mücadele eden düşmanlar çıkardığımız gibi, biz her Peygambere insanların ve
cinlerin şeytanlarını, şeytan tıynetli
ahlâksız azgınlarını düşman
haline getirdik. Bunlar, birbirlerini aldatmak için yaldızlı
sözlerle vesvese verirler. Eğer Rabbinin iradesi düzeninin yasaları içinde
iradesinin tecellisine uygun olsaydı onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak. Âhirete, ebedî yurda iman etmeyenlerin kalpleri, akılları yaldızlı sözlere
kansın, ondan
hoşlansın ve işledikleri
suçu, günahı işlemeye
devam etsinler diye böyle vesvese vermeye devam ederler. (En'am:
112-113)
Cin ve İnsan şeytanları sureti
haktan görünerek yaldızlı laflar
ederler, edebiyat parçalarlar, sakın onların yaldızlı lafları sizi aldatmasın, onlar hem bir birlerini kandırmak
için hem de inkarcıların akıllarını çelmek,
hakka yönelmelerini önlemek için yaldızlı lafları araç olarak kullanırlar.
Bir İnsanın, bir kitlenin yanlışını hatırlatmak, gittiği yolun, tuttuğu işin yanlış olduğunu söylemek onların doğruyu bulmaları için bir kapı aralamak, önlerine bir ışık tutmaktır. Fakat onların doğru yolda olduklarını söylemek, onların doğruyu bulmalarının önünübüs- bütün kapatmaktır.
Cin ve İnsan şeytanlarının en önemli özelliklerini, en bariz vasıflarını öğrenmiş
bulunuyoruz: Bir de
ahirete inanmayanların
gönülleri o yaldızlı söze
meyletsin, ondan hoşlansınlar ve
onların işlediği
günahları işlesinler
diye yaldızlı söz fısıldarlar. Her
ikisinin de bir araya toplanıp sorgulanacağı gün var bir de: Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız der.
Onların, insanlardan olan dostları ise: Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden yararlandık ve
bize verdiğin
sürenin sonuna ulaştık derler.
Allah da buyurur ki: Allah'ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız yer
ateştir. Şüphesiz
Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.
İşte
böylece işledikleri
günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız. (En'am: 128-129) Aziz Karaca 26 Haziran 2012
22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11
İnsan Suretindeki Şeytanlar
Allahın adıyla
İblis insanları kendisine
uşak ve kul
etmek için her türlü oyunu kullanır. Bu manada mel'un iblisin insanları avlamak
için türlü türlü yolları ve
hileleri vardır demek doğru olacaktır.
Hz. Peygamber efendimiz bir hadisi şerifte şöyle
buyuruyor; Herkesin
bir şeytanı vardır; benim de
bir şeytanım vardır, ancak
benim şeytanım bana iman
getirmiştir. Veya Herkesin
bir şeytanı vardır; benim de
bir şeytanım vardır ancak ben
şeytanımı zincirlere
vurmuşum. Peygamber (s.a.v)
efendimize böyle yakıştırma iftira ile düşmanlık yapıyor; Allah(c.c) ve Peygamberine düşman şeytanın yardımcıları.
Yakıştırma iftira
İnsan kendi şeytanını zincirlere
vurmaz ise, şeytanı onu en
zaaf olduğu yerden
avlamak ve kendisine uşak etmek
ister.
Doğrusu... insan kendi nefsini
isteklerini kontrol altına alıp zincire vurmaz ise, şeytan onu en zaaf olduğu yerden avlamak ve kendisine uşak etmek
ister.
Merhum Ayetullah İmam Humeyni bir sözünde şöyle buyuruyor; Herkesin bir şeytanı vardır; Çiftçinin şeytanı çiftçi şeytandır, doktorun şeytanı doktor şeytandır, öğretmenin şeytanı öğretmen şeytandır, âlimin şeytanı âlim şeytandır... İmama iftiradır.
İmam iftira edilmesinin sebebi; İslamın tamamı ve aslına inanılması farz olan İmam Ali(a.s) Velayeti Fakih
düzenine bağlı islam
devleti dünyada ilk defa İmam Hümeyni (r.a) inkilabı ile İran İslam Cumhuriyeti olarak tarih
sahnesinde doğdu.
Doğrusu
Emevi, Abbasi ve Osmanlı islam devleti değildi
islamı saltanatlarının devamı
için kabul ediyor; din adamlarıda saltanatın süfyani
dinini kabul ediyor saraylarda ağırlanıp insanları islamın ana yolundan sapıtan şeytanın alimleri oluyorlardı.
Âlimin şeytanı âlim konusunda, âlimi kendisine avukat etmek için
vaktini içki, kumar, hovardalık, serserilik gibi alanlarda boşa harcamaz.
Zira şeytan kendi
işinde çok
usta ve uzman olduğundan,
âlimin içki içmeyeceğini, kumar
oynamayacağını, lakayt
bir hovarda gibi yaşamayacağını çok iyi
bilmektedir. Şeytan âlimi
haset, gıybet,
kibir, kendini beğenme, makam
düşkünlüğü ve
kendini vazgeçilmez görme gibi sıfatlarla aldatmak ister. Zira İslam
tarihinde ayağı
sürçenler bunun bir kanıtıdır.
Merhum Fazlullah Nuri'nin idam fermanını veren İbrahim
Zencani adında bir din
âlimiydi. Bu fermanı veren,
Allah'ın yanında olan
izzeti tağutların yanında aradığı için böyle bir ferman vermiştir. Bu
sebepler ve sakıncalardan
dolayı âlimler,
bilge insanlar, şuurlu
gençler tüm Müslümanlar şeytana ve
hilelerine çok dikkat etmelidirler. Zira şeytan günaha din süsü vermesini, şeriat kılıfı
giydirmesini çok iyi bilmektedir.
İslam tarihi
içerisinde İslamı, Kur'an'ı Peygamber
ve Ehlibeyt imamlarının
isimlerini kullanan çok İnsan olmuştur. Bir şeyi
kullanan İnsan
kullandığı alan hakkında bilgisi olmaz ise, onu insanları kullanma
aracı yapamaz.
Dolayısıyla
kullananlar bilenler, kullanılanlar ise avam halk tabakası olmuştur.
İslam'dan
dem vurup Müslümanlar arasında yaralar açmak, Kur'an'dan söz
edip Kur'an'ı kendi
fikri görüşleri etrafında
yorumlamak, Ehl-i Beytten söz edip mektep mensupları arasında
ihtilaflar çıkarmak,
kendi mezhebinden olmayanları kâfir ilan edip, İslam ehli olmayanlarla kol boyun olmak, kendinden
olmayanı ötekileştirmeye çalışmak,
her denilene lebbeyk söylemeyeni fasık-müfsit ilan etmek, - Allah ve
ilahi değerlerle
aldatmanın bir yansımasıdır.
- Unutmamak gerekir ki, Allah adına
aldatanlar iblisin askerleri, Allah adına aldatılanlar ise iblisin tutsakları ve uşakları konumundadırlar. İslam
tarihin en büyük katliam ve kanlarının, yalan
dolanlarının, dehşet ve
ihanetlerinin, soygun ve sömürülerin arkasında aldatma ve susturma aracı olarak
genelde dini kavramlar vardır, kendini din diyanet ehli gösteren kişiler vardır. Emevi ve
Abbasi zulümleri bunun açık bir örneğidir. Emevi
ve Abbasi halifeleri, amirleri, hâkimleri, vaizleri, âlimleri gündüz mabette
dinden söz eder, akşam ise
günah partileri düzenler ve Müslümanları aldatarak din adına Peygamber evlatlarını bile doğramaktan,
perişan
etmekten, sürüp sürgün etmekten geri kalmazlardı. İtalyan düşünür
Giordano Bruno (ölm 1600) ne güzel söylemiş: Yeryüzündeki
kötü insanlar
kendi iradelerini hâkim kılmak için
Allah'ı kullanırlar.
Şeytanın kullandığı insanlar Kuranda şeytan
evliyası veya şeytan
orduları diye
anılmaktadır. Bu
evliya veya ordular Allah adına aldatmanın öncüleri, uygulayıcılarıdır. Bunlar
kimi zaman kendilerini sermayedar, kimi zaman siyasetçi, kimi zaman dindar,
kimi zaman âlim, kimi zaman aydın, kimi zaman gazeteci, düşünür, kimi zaman idareci ve yönetici kisvesinde
gösterirler. Böyleleri Allah adamı iddiasıyla mal-mülk menfaat-kudret celbi peşinde koşanlardır.
Böylelerine âlim-abid suretinde iblis demek gerekir. Allahtan başkasına teslim
olmama anlamına gelen İslam,
böylelerinin nazarında Allah dışında her şeye ve herkese teslimiyete dönüşür.
Tüm Müslümanların şeytani sıfat ve
özelliklere sahip olan şeytan
evliyalarına çok
dikkat etmeleri, her duyduklarına ve gördüklerine kanaat etmeden önce araştırma
yapmaları gerekir.
Zira İnsan
olaylara basiret ile bakmaz ise aldatılması söz konusu olabilir. Hz. İmam Ali bu aldatılma konusunda şöyle buyuruyor; İki yaşındaki deve gibi olunuz; zira onun sağılacak
sütü ve binilecek sırtı yoktur.
İnsan
olaylara, hadiselere ve faillerine takım tutma ruhu ile yaklaşırsa aldatılması ve yanlışa düşmesi söz konusu olabilir. Oysa İmam Ali bu
veciz sözünde inananların bu
alanlarda nasıl olmaları gerektiğini açık bir şekilde
beyan buyurmuşlardır. Çinli
bilge Sun Tzu ise şöyle demiştir; Beni bir
kez aldatırsan sana
yazıklar olsun;
beni iki kez aldatırsan bana
yazıklar olsun.
Basiretli, şuurlu, hakka ve doğrulara taraf olan müminler için dini değerler; daha
çok sorumlu olmanın, daha çok
paylaşmanın, daha çok
fedakârlığın yoludur. Şeytan evliyası olanlar için ise dini değerler başkalarından daha çok almanın, başkalarını daha rahat
itham etmenin, dokunulmaz ve eleştirilmez olmanın kurumudur. Bazı insanların doğruları ve doğru yapanları bildikleri
halde, birilerine veya bir yerlere hoş gelsin diye her yapılana şaşı
bakarak itiraz etmeleri, ihlâstan söz edip riyakârlığı karakter edinmeleri, birlik, beraberlik naraları atıp da girdiği yerlerde
ihtilaf tohumu ekmeleri aldatma yaftasının bir yansımasıdır. Gıybet etmek,
çıkar için
iftira atmak, töhmet vurmak, Allahın kullarına suç ve ayıp bulmak, en küçük bir kızgınlık anında onları cehenneme
göndermek, kendi yaptıklarını din adına kabul
edip, din alanında başkalarının yaptıkları hizmetl-
eri yok kabul etmek yine aldatma veya dar görüşlülük versiyonudur.
Allah ile aldatan kimliklerin hak duyguları yok,
ehliyet ve adalete saygıları yok,
sadece menfaatleri icabı
hakaretleri, iftiraları ve bu doğrultuda
eylemleri var. Hakka, hukuka, çaba ve hizmete ancak kendi hesap- larına uygun düştüğünde saygı
duymaktalar. Oysaki hak düşmanında bile
tecelli etse onu kabul etmek bir iman borcudur. Allah ile aldatanlar eleştiri kabul
etmez. Kabul ettiği anda
kendini inkâr etmiş olur.
Allah ile aldatanları eleştirdiğiniz anda
dinsiz, fasık ilan
edilirsiniz. Bu minvalde halka da büyük sorumluluklar düşmektedir.
Şems-iTebrizihalk
konusunda bir sözün de şöyle diyor:
Sana bir
çift söz söyleyeyim: Bu halk nifak yoluyla konuşmaktan, iki yüzlülükten hoşlanır. Doğru sözden sıkılırlar.
Birine desem ki Sen çağımızın tek büyük
adamı biricik şerefli İnsanısın şüphe yok ki
hoşuna gider
ellerimi yakalayarak Sizi çok
özlemiştim,
kusurum çoktur gibi iltifatlarda bulunur. Hâlbuki geçen sene onunla dosdoğru konuşmuştum bana düşman oldu.
Bu şaşılacak
bir şey değildir.
Çünkü halk ikiyüzlülük yönün- den geçinmek ister, ta ki onlarla birlikte hoşlukla vakit
geçirsin. Ama doğruluk
yolunu tuttun mu dağlara kırlara
kaçmak gerekir.( ŞemsMakaalât, 1/99-100)
İslam tarihi
boyunca âlim-abid suretinde olan bu iblisler, İslam dininin mukaddes değerlerini malzeme ve araç edinerek, Müslümanları aldatmış ve
sömürmüşlerdir.
Ehlibeyt imamları her fırsatta
inananları bu
aldatmaya, sömürüye ve aldatanlara karşı uyarmış ve bunlara karşı koymuşlardır.
Allah adına aldatan din tüccarları genelde siyasetçi, ilim adamı, tüccar,
abid olarak Müslümanların karşısına çıkarlar. Bu
dört zümrenin her biri kendi iç dünyasında besledikleri şeytani arzulara kavuşmak için dini inançları hedefleri doğrultusunda malzeme ederler. Siyasetçi hedeflediği makama,
tüccar amaçladığı maddi güce, ilim adamı amaç edindiği mevkie ve abit de toplum içerisinde kariyer bulma amacına ulaşmak için
dini inançları vesile
edinirler. Kimi zaman da bazı insanlar hem toplumda
yer edinmek, makam bulmak ve hem de nefsanî ve şehevi mikropluklarına cevap vermek için dini inançları kullanırlar. Selam
ve Dua ile Mehdi Aksu 09.07.2012
Allahın izni yardımı ve sevdiklerinin desdeği
ile mücadelemiz manevi fikri ve fiziki üç halin örtüşmesi ile alemde olaylar din ahlak maneviyat dairesinde islam
üzerinden iki kurala bağlı gelişir İlahi kuralınca; İslam dairesi
içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan künyesi ile 23üncü bölüm ile devam edip 3 ve 4 üncü kitap olarak 40
bölüm de İnşAllah mücadelemiz
tamamlanacak. Hacı Bayazıt 09.07.2012
E Post: haci.bayazıt@chello.at www.islamdairesi.com
E Post: haci.bayazit54@gmail.com