ÖNSÖZ !..
Allah'ın selamı rahmeti, dünyanın emniyeti islam'ın beli ve omurgası 'maneviyatın' merhamet ve marifet kaynağı
Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum
ve mazlumların üzerine olsun.
Deccalin takipcileri ilahlarını gölgelededikleri emperyalist güçlere o
kadar iman ediyorlardı'ki herşey onların istekleri doğrultusunda gerçekleşeceğini sanıyorlar'dı...
Hakikat olan ise;
Alemdeki herşey din ahlak maneviyat dairesinde,
iki kural bağlamında; Vahyin/ışığın
(haram şüpheliden korunarak) öne aklın/gölgenin arkaya alınması
kalbin maneviyat ve adalete meyletmesi insanların dine uyması ile
Rahmani hal Hz Ali efendimiz meşrebinde Peygamberinin izine düşüp
Allahın hesabına hazırlanması ile gercekleşir.
Veya
aklın/gölgenin öne Vahyin/ışığın
arkaya alınması kalbin siyaset ve menfaate meyletmesi dinin
insanlara uydurulması ile şeytani hal muaviye meşrebinde
insanların şeytanın hesabına hazırlanıp izine düşmesi
ile gerçekleşir
ancak, insanların şeytanın izine düşmesi
sonucu Allah(c.c) ile arasındaki bağ kopar; böylece şeytanı
ilah edinenler, Allahın hesabı gereği dünyada ve ahiretde
kaybedenlerden olur.
Bu iki kural asla bir araya gelmez; ve sonuçların gelişmesi sadece zaman ile ilgilidir, ama
Allahın vadi/adaleti gereği asla değişmez... açıkcası
belki ibret alırlar diye Allah (c.c) bazı olaylar (Ehl'i Beyt) üzerinden alemi imtihana çeker
muaviyenin takipcisi şeytanın hizbini bertaraf eder. Hak hakikat arınmış ehli maneviyat ve adalet asrına insanları hazırlar iken siyaset menfat mazlahat ehli devamlı baskı zülüm ve yıldırma usulleri ile karşı gelir... yani onlar Ehl'i Beyt üzerinden din'in
hakikatına karşı gelir; böylece Hak ile Batıl Helal ile Haram Kazanan ile Kaybeden ayırt olur. Hacı Bayazıt
Olayların gelişimi faillerin tanıtımı ve
yazarın mücadele hali
ile ilgili bir Mektup
Bismillahir Rahmanir Rahim
Bir gece Kulu Muhammed Aleyhisselamı yatağından alıp ayetlerini göstermek için, Miraca çıkartan Allaha Hamdü Senalar olsun. Onun Şanlı Resülüne salatı selam olsun. Ehli Beyti ile Ashabına selam olsun. Onlarını izine takip eden Allahın dostlarına evliyasına velilerine mücedditlerine müctehitlerine imamlarına selam olsun.
Fetullah Gülen hoca
Geçtiğimiz aylarda bir demecinizde belirttiğiniz gibi; bizim çalışmalarımızdan ancak şeytanlar
rahatsızlık duyar gerçeği açıklamalarınıza binaen Allah(c.c) yüreğinizdeki azmi
kaleminizle birleştirip diyarı islamın dört bir yanına aydınlık saçan
islamın ana esası gücünü
islamın hakikati Peygamberi(s.a.v)ile arasındaki bağ Ehli Beyt
imamları ile dinin beli ve omurgası maneviayatdan alan müslümanın inanma ve yaşama halini kayıt altına almış
itikatda iki amelde dört imamının izinden çıkartıp dolayısı ile
yukardaki islamın yolundan sapıtıp, ihtiras saltanat
ve baronluklarının menfaiti
için muaviyenin takipcisi şeytanın izine düşürenlere karşı üstün ve daim eylesin.
Hoca efendi her insanın bir seceresi olur.
benim ise atalarım muhtemelen Osmanlı Padişahı ikinci
Bayezid zamanında mukaddes
beldelerden gelip Türkiye ile Suriye arasına yerleşmiş soyu Hz Hüseyin efendimiz den gelen
kimselerdir. Daha sonra birinci Dünya Savaşı yıllarında
dedelerimin bir kısmı
Anadolunun iç kısmına gelmişler. Küçüklüğümden beri bazen üzerime sıkıntı gelir daha
sonra o taraftan gelen bir hal ile rahatlardım. Meğer gelen soyumuzun Hz Hüseyin efendimizden olması imiş. Bu hali 1995 yılında hapishanede öğrendim. O zamana kadar gizlemişler yaşı olgunlaşsın çocukları olsun
diye!
Hoca efendi inananlar için nasıl ki İlahi Adalet Kübratül Mahkemeden kurtuluş yok. O hesap günü, bir tarafta Kuranı Azim, bir tarafta, Kuran ile hesaba çekilecek
Amel defteri olacaksa... Ahiret hayati ile sonuçlanacak dünya hayatında Müslüman ufkuna din
ahlak maneviyat dayanağınada
adaleti alıp İnsan hak ve
hukukunu gözetmek zorundadır.
Bundan dolayı müslümanın üç hedefi olmalıdır.
Birincisi gönülleri fet etmek, bu ancak takva
ile mümkün. İkincisi korunmak şartı ile dost olmak. Müslüman korunur yukarıdaki bahsi geçen yoldan sapmayıp şeytanın izine
düşmez ise maneviyat tahrip olmayıp adalet sağlanır.
Üçüncüsü düşmanlık
kazanmamak.
Hoca efendi insanlar kötülüğe meyilli değildir, her türlü kötülüğü insanlara şeytan telkin etmektedir... Bundan dolayı
müslümanın yüreği ve kalemi
muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi üzerine olup tahribat yollarını açığa çıkartarak bertaraf edip insanların uyarılması olmalıdır. Bu maneviyat mimarlarının görevi sosyal hayatın dengesidir.
Bütün insanlar İslam fitratı üzerine yaratılmıştır. Daha
sonra ailesi ve çevresi onu bulunmuş olduğu ortama göre; Müslüman gayri Müslüman veya değişik guruplara fırkalara
göre yetiştirir.
Allah(c.c) ayeti celilesinde bir imtihan vesilesi olarak Sizi kavimler halinde yarattık, tanışıp koklaşasınız. Bu Hükümden anlaşılan, Ya benim boyam kokum yukarıdaki Edillei Şer'iyeyi takip ederek dinim İslam üzerinde anlaşınız doğru yola geliniz; yada kendi
fenfatleriniz üzerinde dinim islamı kullanarak bozmayınız, bozulmayınız
anlamı çıkmaktadır.
İslam Allahın kullarına dünya ve ahiret huzuru için seçtiği hayat nizamıdır.
Maneviyat islamın omurgası
ve belidir tasavvuf ve tarikat olgunlaşma
haline usül ve zemin hazırlar... ama tarikat iki kısımdır; hak olan kemer ve köprüler ile islam dairesini muafaza eder insanları maneviyat ve adalet asrına hazırlar; şeytanslı
olan islam dairesini tahrip eder tahräbat yolundan insanları cehenneme sürükler!
Dini manevi ve ahlaki insanlar Allahın kubbesinin altındaki kültür sutunları ve dünya hayatını devam etdirmesi için sebepleridir. Kargaşa ve kaosun olduğu bölgelerde, insanların maneviyatdan uzaklaşıp kendi
ihtiras ve menfaatlerinde uzlaşarak maneviyat ve adalet direğinin yamulması yatmaktadır; dolayısı ile yamulan taraf üzerine diğer taraf doğal olarak kayıp gelmekte; denge bozulduğundan dolayı.
Hoca efendi iman sahibi Allahdan utanan hesap gününden
korkan insanlar şeytanın
isditrac ve sihirlerini deşifre edip yardımcılarını bertaraf etmek ile asrın görevlileridir. Bu insanlar zulmetin karanlığına
sıyrılmış islamın maneviyat ve adalet aydınlığı, iktisiadi ve sosyal hayatın rengi ve dengesi, Allahın Veli kulları ve erleridir. İnsanların hesap günü, Allah(c.c)ın ayeti
celilesinde belirtmiş olduğu, Onlar mahşere önlerinde sürücü insi ve
cinni şeytanlar ile sürülecekdir... Bu İlahi uyarı ile insanların insi ve cinni sürücüden kurtulması islamın beli ve omurgası maneviyat ile mümkün.
Küçüklüğümden beri islami gazete ve
kitapları okur içerisinde bulunan, Allah(c.c)
ismi ve ayetlerden dolayı muafaza ederim. Hiç bir
zaman bunların açık olarak
bulunduğu odada uzanıp
yatmadım. Misafir olduğum
yerlerde bulunsa, yatacağım zaman üzerini bir şey ile kapatırdım.
1990 yılında, bir müddet
evimizde kiracı kalan Musab hoca, evin duvarına ayet yazmış. Hoca taşındı biz oturduk, evi yeni boya yaptık, 'fakat ayetin olduğu yeri yapamadık devamlı yatacağımız zaman, başımızı o tarafa
getirip üzerini küçük halı ile kapatırdık... Kendimi bildim bileli hiç bir Camide ayağımı
uzatıp oturmadım. Yazı yazmayı çok
severim ve Allah(c.c) isimlerini çok yazarım bu kendiliğinden oluyor. Yazdığım yazılar yırtmak
zorunda olursam, Allah(c.c) ve Peygamber efendimizin isimlerini yazıların içerisinden alıp muafaza ederim. Açılan yerler sanki kuş yuvası gibi olur.
Hapishane hayatımda
bundan dolayı yardımcı askerlerinin kalplerinden havalanıp saldırmak için gelen şeytanlardan Allah(c.c) koruyup geldikleri yeri belli etti.
Hapishanede dört sene dört ay aynı odada kaldığım insanlar devamlı ekmekleri tuvalete atarlar, Ben onları oradan çıkartıp,
ekmek için ayrılan yere bırakırdım. Tarih 27.01.1995
de Hz Hüseyin efendimizden geldiğimi öğrendim. Ondan beri hiç ayağımı ayaküstüne atıp
oturmayıp yatağın
içinde dahi iki ayağımı bir birinden ayrı
olarak uzatıp yatmadım.
Türkiye Gazetesinin çok faydası oldu. Hürriyet
gazetesinde Mehmet Nuri Yılmaz beyin, Hakikat marifet
tarikat şeriat namazın (kalbin
namaz ile meşgul olması) içerisindedir... ve
sigara fetvası... sanıyorum
Yalçın Bayer beyin, birader şu sigarayı bırak
tavsiyeleri... Nemrutun ateşinden korumak için ağzında su getirip; safımız belli olsun diyen kuşun misali bana manevi destek olup; ufka, maneviyata güzel ahlaka olan yönümü
pekiştirip irademi biledi. 1999 yaz ayında, Ankara ve Kırşehirde Saidi Nursi gurubu birçok İnsan ile
tanıştım. Ben onları yeni tanıyordum ama onlar beni sanki önceden
tanıyorlarmış gibi
oluyordu. Allah(c.c) yar ve yardımcımız olsun. Hacı Bayazıt 26.10.2003
- Bu Mektupdan sonra Hoca efendi mektupdaki manevi fikri ve fiziki hali kendisine
yönelmiş tenkit ve Hz Hüseyin
efendimizden gelen soyumu kendise
tehdit olarak algıladı.
- Cevap olarak Basın
yolu ile Ahlak numünesi adamın
ahlakına bakın, mesajı verdi... yani, taraftarı hizbine
telkin ediyor tarihde olduğu gibi engel olun, karalayın, itibarsızlaştırın iftira atın; diyor.
HUT SURESİ. Ayet 118, Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı (fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam
edeceklerdir. Ayet 119, Ancak Rabbinin Merhamet rettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbin (Andolsunki Cehennemi tümüyle insanlar ve cinler ile dolduracağım) sözü yerini buldu:
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Hacı Bayazıt
Wien,
20.04.2006
Alser Strasse 30/26, 1090 Wien
An Das
Beszirksgericht Josefsatadt
Florianigasse 8, 1082 Wien
KONU: 028 1 C 131/05p13
Alemleri muntazam şekilde idare eden
Allah(c.c) hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz. İnsanlar din ahlak maneviyat
dairesinde tahribat sıkıntı ve musibet veya imarat rahmet ve bereket kısmında istihdam ediliyor.
İsa Aleyhisselam buyurmuşturki Bir gün düşünmeye çekindikleriniz, aydınlıkda açığa çıkacak ve onu çatıların başında haykıracaksınız.
Eisenstadtda tarih, 20. 09. 1995 Mahkemede Hakim
Alfred Ellinger tercüman Nermin Durdaneye sordu? Bak
bakalım kafasının denginde ışık görüyor musun dedi.
Nermin Durdane evet, dedi. Hakim, O zaman burda kalıyor,
dedi.
Bu arada, melun şeytan araya girmek için
yaklaştı, üfürdü,
Hakim Ellinger kızdı yüzünü
buruşturup kalbini dönderdi dilinin ucu ile tüf
dedi... Savcı da, Bayazıt
Sanada ceza vereceğiz 5 ay açık cezan var; dedi. Hakimin
orda bırakması,
Savcının ceza istemesi,
Peygamber efendimizin, Cehennem köpekleri,
olarak lanetlediği... İsa Aleyhisselamın kötü din adamları su
yolunu tıkayan kaya gibidir, suyun önünü keser... Kötü din adamları kanalizasyona benzer, dışardan bakınca sanat eseri gibi görünür, içi
pislik doludur. Tarih, 10 veya
11. 2005 yazar Abdurrahman Dilipak beyin kamuoyuna duyurduğu; yerden sökülmüş kemirgen bitki gibi mahlukun dünyaya yayılacağı, şeytanın imtihanından geçmiş, hatmelere
iştirak eden süleymancıların önünde siyah futbol topu büyüklüğünde yerden sökülmüş bitki gibi kemirgen
mahlukun dünyaya yayılacağı haberi ile şeytan ve yardımcılarının açığa çıkması içindi.
Yıl 1988 Wienden Türkiyeye telefon edip bir kadın istemişler;
Türkiyeden (Osman) M.Cemil Şahinle evlenen Meleki göndermişler. Melek Wien 7, Ayasofya Camisine gelip davet
edenler ile tanışıp Wien
7 deki evimi bulup Bohçacı satıcı kılığında eve girip, hanım ve
çocuklarıma yaklaşıp
nefeslerini alıp hafızasına yerleştirmiş... Çünkü kalbi şeytanın füze rampası gibi... yani, şeytan gideceği yere belli insanları dolanıp güç toparlayıp açık ve gizli küfür
ile son yerden hareket ediyor.
Yıl, 10.1993 Süleymancı hocalar
ile işyerime ortak oldum. Bunun üzerine ailem ısrar ile Türkiyeye izine çağırdı. 1993 Yılbaşı haftası Ankarada bacımın evinde misafir bulunuyordum; Kırşehirdeki bacımda eşi ile birlikte
gelmiş oturuyorduk. Ben kitap okuyordum; eniştem bana laf atıyor
tartışmak istiyordu, bir ara bacım müdahele etti. Çok ileri gidiyorsun ışık geliyor dayanamazsın,
hem oğlan partiyi kapatdırıyor, dedi.
Benim bir şeyden haberim yoktu... Işık geldiki Eniştem
dayanamadı bilinçaltındakini konuştu; (Sümme Haşa) Benim Peygamberim Erbakan, dedi... Sonra mahcup
oldu, vaziyeti kurtarmak için hocam oğlana söz geçirir, dedi.
Şeytanslı hale gelmiş tarikatın sol ayağı dişi tarafından Zahit Kotku efendi Erbakan hocaya nefes vermiş, Erbakan hocanın önüne dişi şeytanı katıp siyaset yapması için icazat vermiş... Eniştem bu yüzden, hocam oğlana
(şeytana) söz geçirir, dedi.
Devamı olarak gelen ışıkda bacıma tahribat
devresini tamamlayan şeytanın oğlan tarafı sağ ayağı münafıkların (Süleymancılar) beslendiği suyun kesilip anlarının sanlarının
unutulduğuda gösterildi. Münafıklar Kuran
kursundan beslendiği için
Devlet Kuran öğrenme yaşını yukarı çekti.
Müslüman ile münafık ayırt
edilmediğinden dolayı
müsübet geneli etkiliyor.
Bacım münafıkların meydana çıkması
için; tarikat sınıfında dini müzik, şüpheli ve haram ile nefsler sarhoş edilip aklın öne Vahyin arkaya
alınması ile felsefe ve
menfaatin esas alınıp, hanımların öne
sürülmesini şifreleyip dünyanın dikkatini tehlikeye çekmek için anam orda bir
kadın var (Metinin karısı) ne Osmanlı kadını; dedi... Böylece şeytan diğer ayağı münafıkları
meydana sürdü açığa çıktı insanlar uyandı.
Aydınlıkta görüldüğü şekilde 28 Şubat.1997
de Parti kapatılıp sol ayak dişi taraf berteraf edilince. Diyanet İşleri Başkanlığı kalanları Nurcular ve Süleymancılar olarak iki ayak
üzerinde toparlayıp meshep çatışması ve teröre zemin hazırlayan unsurlar olarak belgeleyip Kitap halinde devletin bütün birimlerine dağıtmış.
Dinde insanların günah işlememesi günahtan korunması mümkündür.
12 Ehli Beyt İmamın Peygamber efendimiz'den sonraki mücadelesi
itikatda iki amelde dört imamın itikat ve ameli
meseleri (Meshep) kayıt altına almasında köprü ve
güç kaynağı olmuştur! Ama sonra gelenler imamların manevi fikri ve fiziki halini yaşamadığı için sürüklenip, kayıt altına alınan
itikat ve ameli hallere muahalif fetvalar ile dinde
tahribat meshepcilik, yolları açmışlar.
Bu yüzden müslümanların bir kısmı islamın aslı 12 Ehli Beyt İmamı günahtan korunan
masumiyet dercesinde bilir.
Diğer kısmıda islamın aslını gizleyip 12 Ehli
Beyt İmama muhalifet ederek, 12
tarikat gurubu olarak müslümanı bölüp her biri bir tahribat yolu ile şeytanı Namazın 12 şartından biri içinde gizleyip ırki
ve bölücü duygular ile ...kalbin derinliklerine iterek, şüpheli ve haram ile besleyip, siz günahsız
olunabileceğine inanıyorsunuz
şiisiniz,
biz günahsız olunabileceğine inanmıyoruz; eğer biz günah işlemez isek Allah(c.c) günah işleyecek
insanlar yaratır biz sünniyiz, diyerek... günah işlemeyen
Ehli Beyt ve takipcilerini öteleyip, insanları günah işlemeye telkin ve teşvik ediyorlar... Böylece
dünya şeytanın yardımcıları ve hizbi ile musibet ve kaosa hazırlıyor.
Bu olayların Mahkemeler üzerinden kamuoyuna açıklanması masum ve mağdur olmuş insanların
üzerimizde olan haklarıdır. Vermiş olduğumuz
mücadele insanların manen ve madden korunduğu islam dairesini muafaza eden tarikatın hak
aydınlık tarafının; islam dairesini tahrib eden tarikatın şeytanslı karanlık tarafına karşı hukuki meşruiyet alanı içerisinde mücadelesi. Bu sebep ile Sachwalterschaftın kaldırılması dava dosyamın Sachwalter olmadan görülmesi
dileğimdir. Hacı
Bayazıt
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
M a h k e m e l e r
Hacı Bayazıt, Garsten
25.01.1999
Justizanstalt, 4451 GARSTEN
Staatsanwaltschaft Eisenstadt Landesgericht
Steyr Bölge Mahkemesi
Sorgulamanın başladıgı gün ve saat
Gün: 10.03.1999 Saat:13:00
Dosya no.:16Hs19/99g Dosya no.:27b.Vr.1824/99
Dava: Osman Cemil Şahine karşı
İştirak edenler
Hakim:Dr.Brigitte Wallmann
Katıp: VB Nussdorfer
Tercüman: Olcay Karadeniz
Türkçe olarak kapsamlı bir şekilde, kaleme alınan ve ifademin ekinde
bulunan yazıda, Osman Şahine yaptığım tüm suçlamalar beyan
edilmiştir.
Tarih, 28. 11. 1994 Rembrand
Str 24. 1020 adresindeki Fırınımın üzerinde evim olan adresde öğlen
üzeri küçük Oğlum ve Kızım ile birlikte bulunuyordum. Mahalle polisinden
telefon geldi; kendilerine hakkımda bir dilekçe geldiğini karakola kadar gelip görüşmemi istedi. Bende şu anda evde çocuklara baktığımı hanımım Okula Oğlum ve Kızımı almaya gittiğini söyledim! Memur, eve hanım gelince gelmemi,
istedi. Bende, çocukları doktora kontrole götüreceğimizi ama doktordan sonra gelebileceğimi belirttim. Memur, o halde ben geleyim, sen saat 12 de evde bulun,
dedi... Bende tamam dedim.
Ama pek çok memur geldi ne olduğunu şaşırdım, arama yapacaklarını heroin aradıklarını söylediler. Heroin kelimesini ilk defa duymuştum o nedir diye sordum?
Onlarda şaşırdılar eliyle sigara
içiyormuş gibi yapıp haşış haşış dedi.
Bende o halde buyurun, arayın dedim. Her tarafı aradılar, memurun
birisi benim eski tekstil firmasıyla ilgili çantayı karıştırıyordu, birden bana döndü bir kart gösterdi. O anda, kartı benim çantadan aldığını düşündüm!.. Bana
kartdaki ismi tanıyıp tanımadığımı,
sordu? Türk mü, Kürt mü? dedi. Baktım kartda Baybasın yazıyordu,
herhalde Türk dedim; çünkü yıl
1987 den 1990 kadar türk firmaları ile tekstil işi yapmıştım Memur, O halde tutuklandın, dedi. Tutuklu
2-3 ay içerisinde bu isimden bahsetmediler; yaklaşık 3 ay sonra, bu adamın dosyada suç ortağı ve Kürt olduğunu öğrendim. 28.11.1994 Polis bürosunda polisler İtalyanları ve M.Demirbileki sordular. İtalyanları M.Demirbilek vasıtasıyla tanıdığımı söyledim. Nasıl
tanırsın? Mehmet Demirbileki dedi. Bende bilmiyorum iş adamıymış, italyanlarda
alacağı varmış,
dedim; Memur güldü! Ne iş adamı, bu aracı adam, dedi.
İtalyanlar hakkında sordu? Bende Mehmetin alacağından dolayı, birinci Wiende kahve içtiğimizi, İtalyanların
beni davet ettiklerini, ama daha sonra bir adam, elinde çantayla gelince bunlardan huylandığımı ve hemen yanlarından
uzaklaştığımı söyledim. İtalyanların kartını verdim.
Memurlar O kartı sana ne zaman verdiklerini biz
biliyoruz dediler. Bunları Tercüman tercüme etti.
Memur İtalyanlarla Eroin işi
konuşup, konuşmadığımı sordu. Bende öyle bir şey konuşmadım,
dedim. Memur soracağım! dedi. Kalkıp öbür odaya gitti. Konuşmuşsun dedi. Bende hayır konuşmadım, diye diretince kompütür'den geri çıkardı.
Tercüman Serdar Bilgenin yanında
bende imzaladım.
Böyle şeylerle ilk defa karşılaşıyordum, O aksam genç bir Memur beni öbür binaya götürdü. İyi bir Memurdu Senin bir suçun olmadığını biliyoruz, Hakim Seni Mahkemede bırakır dedi. Aslında O akşamda bırakılacaktığımı ama bir şey
olduğunu söyledi.
Bu arada Avukat tutulup dışardan olaya sirayet
edilmeye başlandığını sonradan anladım. Polis Memurları evden iki çanta almışlardı bu çantaların
nereden alındığını bana sordular. Bende Wiende
bir Mağazadan Hanım ile Melek isminde arkadaşı birlikte aldıklarını söyledim, Melekin
adresini vermiştim... Memurlar bu arada hemen Melek
ve kocası Osman irtibat kurmuşlar!
29.11.1994 de serbest bırakmadılar; 3 gün sonra hakim seni çağıracak
hakim bıraksın dediler. Ama
bir şey bilmediğim için
tutukluluğumu gerektirecek ifade vermedim, olması da mümkün değildi... Ama sorgulama sırasınca benim bilmediğim bir şeylerin olduğunu fark ediyordum... tarih, 09.01.1995 de Avukatdan öğrendim; telefon kayıtlarında birşeyden haberimin olmadığı anlaşıldığı; ama
soruşturma boyunca tutuklu
kalmamı memurların istediğini bu olay ile ilgili belge aradıklarını; ben bu adamları içerde gördüğüm için dışarıdaki şahısların benimle irtibat kurup delilleri yok edebilecekleri
endişesinden dolayı Mahkemeye kadar tutuklu olmamı
istediklerini; söyledi.
Tarih, 09. 02. 1995 de küçük Mahkeme oldu.
Savcı önemli bir şey sormadı, daha önceden hazırlamış olduğum,
İtalyan ve Mehmet Demirbilek ile ilgili ifadeleri vermek istedim, Savcı almadı şimdi onları okumak uzun sürer biz bunların bir şey
yaptığını sanmıyoruz, bu ay soruşturma
bitince gelecek ay Mahkeme yapacağız, o zaman verirsin, dedi... Bu arada Mehmet Demirbilekin avukatını kimin tuttuğunu
sordu? Bende bilmiyorum, dedim. Tutukluluk süresini
tarih, 09.04.1995 tarihine kadar uzattı... ama bir gün sonra bana, öyle bir Mektup geldiki
adeta ihbar nitelikli. Bu hali Osman C. Şahin ile karısı Melekin yazdığını sonra anladım... Tarih 30.10.1995 de Osmanın
evine telefon ettim karısı Melek telefonda söyledi Biz
yapamadık, yani, ayıp ettik dedi.
Tarih, 20. 09. 1995 de Mahkeme üç gün sürdü tahliye olup Ailem ve Çocuklarım ile olmayı beklerken; 4. sene ceza verdiler. Hemen cezaya
itiraz edip neden ceza verildiğini araştırmaya başladım.
Tarih, 25. 01. 1995 de Wien Landesgerichde Mahkeme oldum. Dava konusu
tarih, 1992 Bankadan 600.000 Ös kredi alınması üzerine. Mahkeme salonunda hanım Ayşe Bayazıt, Osman Şahin, başka
bir Bey ve Hanım vardı.
Savcı 5 ay açık ceza
istedi, itiraz edecektim arkada
oturan Osman duyabileceğim şekilde aman itiraz etme, aksi taktirde Çocukların Vize problemi oluyor; dedi...
Tercüman Hasan Aytekinde başı ile doğruladı bende itiraz etmedim Hakim, Bayazıt şu anda soruşturma
suresinde hapistesin, onun için bu
Cezayı veriyoruz yatmış olduğun günler bu Cezadan
kesilmesi için, dedi. Bende itiraz etmedim.
Mahkeme salonunda bana ceza verildiğini duyan
Osman çok sevindi tamam şimdi bizde hemen ifade vereceğiz borçlu gösterir Mektuplar yazacağız ayrıca Eminde (kardeşi) görüşe gelince o da ceza yükleyecek; dedi.
Bu konuşmaları orada
bulunanın hepsi duydu. Osmanın bu tavrından bir şey anlamadım; orada bulunan Hanım ve Beyden de utanmıştım... O anda, orada
olanları anlayacak durumda değildim.
Tarih, 27.01.1995 Eisenstadta görüşüme
geldiler; Noterde getirmişler fiırınım işlerinin takip edilmesi ve Ortaklarımdan alacağım 700.000 Ös alınması için! Osman görüşme
esnasında Türkiyede hapiste olduğunu duymuşlar herkes bayram ediyor
Vekalet verirsen, buradaki işleride biz halledeceğiz, dedi. Aslında senin bir suçun olmadığını biliyoruz, yakında çıkarsın senin içerde olmana biz sebep olduk, dedi. Ailevi halimizden haberi olduğunu söyledi.
Karısı devamlı bize gelirdi ve Ayşenin
çok iyi arkadaşı idi. O kadar
iyi arkadaşıki son günler bizim evde banyo dahi yapıyordu... Bana Kuran öğretecek
kadar Ayşe ile samimi olmuş; Ayşeye söyletiyordu!
İnsan görünümlü şeytan bu kadın tarih, 1988 bu olayların açığa çıkmasını engellemek için Wiene
gelmiş; Ayasofya Camisinde
davet edenler ile görüşüp 1070 Wiendeki adresimizi bulmuş; Bohçacı satıcı kılığında
eve gelmiş Ayşe ile tanışmış bir şeyler
satmış, ama Oğlum ve Kızım olduğu için daha fazla yaklaşamamış... Gördüklerini Türkiyeye bildirmiş; Türkiyeden
Evlen etrafında kal; demişler. Osman ile dernekden tanıştığımız için onun ile evlenmiş.
Allah(c.c) o zaman bizi içerde
tutarak hazırlayıp koruyor... Bunlarıda açığa çıkartarak,
her iki dünyada rezil usva edip cezalarını hazırlayıp azabına yaklaştırıyor; bunun için imtihan ediyor.
Saygılarımı belirtip bu insanlar ile Mahkeme huzurun da karşılaşacağım günü
büyük bir sabır ile bekliyor bunun için seviniyorum.
Hacı Bayazıt
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Hacı Bayazıt
Tarih,
25.02.2000
20.03.1957
Rebublik Österreich
Zahl:0001427
Bundesasyamt Außenstelle Wien, A-1030 Wien
Betriff: Beshwerde gegen Beschluss.§ 6.z.2. Asylgesetz
1997.BGB.´.1.1997/76 (Asy1G)idgt.als.
Nedenler
1997 yılında yürürlüğe giren iltica yasasının, 26 maddesine uygun olarak iltica başvurum haklı sebeplere dayanmaktadır.
İltica hakkı tanınması için koşullar; Austuryada size iltica hakkı verilmesi için, Irkınız, dininiz, milliyetiniz, belirli bir sosyal guruba dahil olmanız, veya bir Politik görüşü savunmanız nedeniyle tatbikata uğramanızdan haklı olarak korkmanız nedeniyle yurtdışında bulunduğunuza ve Ülkenizin himayesi altına girmek istemediğinize inanılması ve
Mülteci özelliğini sona erdiren yada hariç tutan bir durumun olmamamsıdır. Tarih, 02.02.2000 İltica başvurum yukardaki İltica sdebeplerini içermek-
tedir.
1:Osman Cemil Şahin ve ailesi örgütlenmiş gurubu şahıs değil insanların
üzülmesiyle mağduriyetiyle kan ve gözyaşıyla beslenen şeytanı faaliyet gösteren Uluslar arası örgütlenmiş gurup; mafıa usulü ile çalışan.
2:Osman Cemil Şahin, karısı, kardeşi ve örgütü, inanan insanların değer verdiği her
şeye zarar vererek, tahrip ederek ve insanların koruduğu değer
verdiği; bütün mukaddes varlıklara ve eserlere eziyet ederek şeytanlaşıyor, şeytanla irtibat kurarak şeytanın dişi ve oğlan iki ayağından birine bağlılığına
dair imtihan olup halk içerisinde şeytanın yerini
alıyor.
3:Halk içerisinde örgütsel faaliyetleri; bir kap içindeki suya bakıyorlar,
ellerinde bulunan resmi suyun içinde hareket ettiriyorlar yaklaşık 20-25 dakika sudaki hareketi, doğrudan veya ikinci şahısların zemin hazırlaması ile şeytan hedef alınan yere hareket eder halde taşıyor ve telkin atıyor... veya üzerlerine sinmiş -hastalık- hali başka
birine Hal olarak taşıyabiliyorlar.
İltica kapsamına giren bu nedenlerden dolayı oturma izni
isteyerek, bu insanların bana
çocuklar ve hanıma yaptıkları eziyet ve tahribatın hesabını kanun
ve kamu vicdanına vererek her suçlu gibi çezalanmalarını ilgili mevki ve insanlardan talep
ediyorum. Hacı Bayazıt
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Hacı Bayazıt
Wien, 01.03.2000
20.03.1957.
26.04.2000 elden verildi
Hernalser Str 8.12
Österreiche Innenmisterium
1010 Wien, Herrn Gasse 7
Saygı ile İlgili Makam
Bakanlığınıza, Ankara
tarih, 09.08.1999de dosyamı
gönderdim... Wien, 20. 01. 2000 ve önce Wien ve Eisenstadt Savcılığına yapmış olduğum şikayetleri
gönderdim... Lütfen bunlar hakkında kanunu işlem yapılarak tutuklatılmasını istiyorum.
Yaklaşık 5 senedir ailece bu
insanların manen bedenen ve madden baskısı ve tehdidi altında bulunuyoruz... Lütfen bu insanların
bizlere yapmış olduklarını yazarken dahi haya
perdelerimin titrediğini hissediyorun ama bunların yaptıklarını bildirmezsem çocuklarım ailem ve insanlar benden davacı olabilirler.
Wien 20'de oturan Hüseyin Aslanın büyük kızının kaynanası; Osmanın karısının belden yukarısı çırıl çıplak resmini suda
dans ettirirken; benim suda dans
edenin Resim olduğunu anladığımı kadının parmaklarını fark
ettiğimi anlayınca, bana ağır şekilde
hakaret etti... O günler ne zaman tuvalete girsem, Hüseyin Aslanın karısının Osmanın karısı Melek hakkında iç gıcıklayan erotik sözleriyle rahatsız edildim.
Zulümlerinin bu kadar şiddetli olmasının sebebi bulundukları bataklığa beni çekmek istemeleri bataklığın üzerinden Rabbimin beni su ile geçirmesi.
Yıl 28. Şubat 1997 sonrası
bir ses, Bunu durdurun, dedi... bu
sesden sonra insafsızca saldırdılar başladı;
1997. Mayısa kadar Osmanın karısı Melek devamlı
oda arkadaşlarımı bana karşı tahrik etti; Mesela, Ramazan Boğatekin isimli arkadaşa telkin yoluyla ağır spor yaptırdı sol
kolunun ağrımasını sağladı, sonra babasına hameyli getirtti sol bileğine taktırdı; akadaş tuvalate girip taharetlenince şeytan kadın güçlendi, Odanın içerisinde eteğini
savurarak gezindi durdu.
Daha sonra ben Öğlen namazını kılarken; çırıl çıplak anadan
doğma seccademin üzerine uzandı; beyaz banyo suvetinde önünü yeni traş edip üç siyah nokta yapmış birisi yukarda ikisi aşağıda yüzünede hanımım Ayşenin resmini tuttu... O anki olayın vahametinden Bina sallandı.
Bu insanlar Firavun gibi Tanrılık iddiasında bulundu.
Allah(c.c)da bunları Firavun ve ordusu gibi baktıkları suda boğdu. Bu insanlar ile manevi ailevi ve maddi davam
var; bundan dolayı Makamınızdan ilgi bekliyor bu insanların,
çocuklarım ailem üzerindeki baskı ve tehditlerinin önlenmesi için tutuklanmaları bunlara karşı mahkemede bulunmam için sınır dışı yasağımın kaldırılmasını çocuklarım ailem ve insanlık adına talep ediyorum. Hacı Bayazıt
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
ALLGEMEINES KraNKENHAUS
Universitatsklinik für Psychiatrie Vorstand:
Univ,- Prof.Dr. Heinz Katschnig
Wahringer Gürtel 18-20
An das
Polizeigefangenhaus Roßauer Lande
z. H. OSR Dr. W. Weber, Polizeiamtsarzt
Roßauer Lande 9
Betrifft: BAYAZIT Haci
14.12.2000
Geb. Am 20.03.1957 in Kirsehir/Türkei dzt.
Rosauer Lande 9, Polizeigefangenhaus
KLINISCHER BEFUNDBERICHT
Es handelt sich um einen 43 jahrien syrischs-
tammigen türkischen Staatsbürger, der in Schubhaft ist und kurz vor seinem
Abschub in die Türkei steht. Er wurde durch den Polizeimtsartz zur
Untersuchung an unsere Ambulanz zugewiesen, wo er am 13.12.2000 erstmals
gesehen wurde. Dabei wurde der hochgraidige Verdacht auf Vorliegen einer
paranoiden Psychose geaussert und Zweifel an seiner Flugtaug- lichkeit
angemeldet. Zugleich wurde die Vorführung des Patienten an der Spezialambulanz für
Trans- kulturelle Psychiatrie an der Univ. Klinik für Psychiatrie empfohlen.
Nach Untersuchung des Pat. Erlauben wir uns nunmehr wie folg zu berichten.
Biographisches & Soziales:
Der Pat. İst ethnisch Syrer, jedoch in dritter Generation
türkischer Staatsbürger. Er ist strengglau- biger Moslem und entsammt einer 33
köpfigen Großfamilie. Der Vater ist 1974 verstorben, die Mutter und alle
Geschwister leben in der Türkei. Der Erziehungsstil in der Familie war streng
religiös, traditionalistisch und patriarchalisch. Der Pat. Selbst ist
traditionstreu, aber liberaler gesonnen und tolerant.
Er hat 5 Pflichtschulklassen absolviert, dann
2 jahre Koran-schule, dann eine Ausbildung als Automechani- ker und schließlich
wurde er zum Backer angelernt (Letztlich hatte er in Wien einen
Backereibetrieb).
Der Pat. Kam 1982 als Arbeitsmigrant nach
Österreich erlangte Aufenthalts- und Arbeitsbewilli- gung. 1986 heiratete er
eine um 13 a jüngere Türkin und hat ihr mittlerwile 5 Kinder zwischen 6 und 14 jahren,
allesamt Schulen in Wien besuchend. Ursprünglich Hausfrau, musste die Gattin
des Pat. Eine Arbeit als Küchenhilfe annehmen, als (s.u) der Pat. Nicht mehr
für die Familie sorgen konnte.
Der Pat. Müßte eine 52-monatige Haft
verbüßen, weil er des Drogenhandels für schuldig befunden wurde (der Pat.
Bestreitet nach wie vor, etwas mit Drogen zu tun gehabt zu haben und gibt an,
es seinen ihm welche von Drogenhandlern ohne sein Wissen unterschoben worden).
Er wurde am 26.3.1999 entlassen und
abgeschoben, auf seinen Wunsch jedoch nicht in die Türkei, sondern in den İran (er gab an, sich vor
einer rechtsfaschhistischen Organision in der Türkei zu fürchten). Es gelang
ihm, nach Österreich, wo seine Familie verblieb, zurückzugelangen, wurde erneut
abgeschoben und ist neuerlich nach Österreich zurückgekehrt.
Die eheliche Situation, die innerfamiliaren
Bindungen und aussere soziale Integration sind gut und problemloss. Der Pat.
Spricht gebrochen, aber ausreichend verstandlich Deutsch.
Krankheitsanamnese:
Der Pat. Gibt an, körperlich immer gesund
gewesen zu sein. Seit 1997 Leidet er unter massiver Refluxösop- hagitist und
wurde auf Pantoloch 40 mg 1-0-0 eingestellt. Er selbst interpretiert diese
Krankheit als Produkt einer gegen ihm durchgeführten Verfogungs- aktion (s.u)
Psychiatrische Vorgeschichte:
Der Pat. Hat - soweit eruierbar - im Herbst 1999 eine Nervenfachartztin (Dr.
Brenner in 1190 Wien) aufgesucht; er gibt an, keine Medikation verordnet
erhalten zu haben. Offenbar seit mindestens 6-7 Jahren besteht
eine chronifizierte Wahnerkrankung folgenden Inhalts:
Er selbst, aber auch seine Familie würden
seit Jahren durch eine geheime Organisation, die mit dem Teufel (eine
Damon, eine Dschinn) im Bunde stehe, verfolgt und bedrocht. Der Anführer dieser
Organisation habe durc magische Krafte etwa dem jüngsten Sohn des Pat. Die
Kraft aus der rechten Hand genomen. Der Pat. Habe selbst den Hauch des Dschinns
gespürt und konnte dessen Prasenz innerlich wahrnehmen. Auch seine Tochter
werde von der Frau des Anführers, die ebenfalls mit den Dschinns im Bunde
stehe, im Gesichtsbereich imer wieder mit heißem Wasser behandelt, sodaß sich
ihre Haut verandert habe. Der Pat. Meint, daß es sich bei dieser geheimen
Organisation, die mit Damonen im Bunde stehe, um eine weltweite Verschwörung
handle, die mit den Grauen Wölfen einer faschistichen Parteibewegung in der Türkei verbunden ist. Er habe bereits mehrmals versucht, diese durch Anzeigen
bei der Polizei aufzuzeigen.
Psychopathologischer Status:
Der Pat. İst bewußtseinsklar, sowie voll und allseit orientiert.
Intelligenz und Mnestik sind unauffallig, es treten aber Erinnerungsfalschungen
auf, die das obenbeschriebene Wahngebilde untermauern. Der Gedankenductus ist
über weite Strecken unauffallig, jedoch paralogisch in seinem Ablauf.
Es werden sowohl illusionare Verkennungen,
wie auch Halluzinationen in der Leibesfühlsphare deutlich (Coenasthesien), die
im Sinne des Wahns interpretiert werden. Weiters werden Anmutungserlebnisse
erheb- bar. Es besteht ein Wahngebilde, welches fixiert und unkorrigierbar ist,
paralogisch aufgebaut, als Struk- turelemente sowohl normale, wie auch abnorme
Wahrnehmungen verwendend, voll systematisiert nach jahrelanger Wahnarbeit,
thematisch mit den Tehemen Verfolgung, Beeintrachtigung und Körperfuk- tionen
verbunden. Die Wahninhalte sind mit dem soziokulturellen Hintergrund des Pat.
Kompatibel.
Die Stimmungslage ist euthym, der Affekt
etwas starr und parathym, die Affizierbarkeit eingeschrankt. Der Patiend
berichted über Angstzustande, die vermutlich durch die als solche nicht
erkannten Wahnideen bedingt sind. Schlafstörungen und sonstige Biorhyth-
musstörungen werden negiert. Derzeit sind Suizid- ideen nicht feststellbar. Im
Verhalten ist der Pat. Ruhig und angepaßt. Es bestehen zwar Krankheitsgefühle,
jedoch keine Krankheitseinsicht.
Diagnose/n:
Paraphrenes Syndrom ungeklarter Genese
(ICD-9: 297.2)
Empfehlung:
Die heutige ausführliche Untersuchung
bestatigt die am Vortag geaußerte Verdachtsdiagnose einer paranoiden Psychose,
genauer: einer paraphrenen Psychose. Aufgrund dieser Erkrankung ist der Patient
aus psychiatrischer Sicht dzt: weder flug-, noch hafttauglich. Es wird dringend
empfohlen, den Pat. İm Psychiatrischen
Krankenhaus Baumgartner Höhe zur Aufnahme zu bringen, wo einer apparative und
laborchemische Weiteruntersuchung, sowie eine medikamentöse Behandlung
durchzuführen sein werden.
In der Hoffnung, diendlich gewesen zu sein
verbleibe ich Mit vorzüglicher kollegialer Hochachtung
Ass. Prof. Dr. A. Friedmann, OA der Klinik
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Verwaltungsgerichshof
ZI. AW 2000/20/0470-8
Der Verwaltungsgerichtshof hat über den
Antrag des Hacı Bayazıt, geboren am. 20 Marz 1957, derzeit Polizeigefangenhaus, Hernalser
Gürtel, 1080 Wien, Florianigasse 8, vertreten durch Dr. Wolfgang Blaschitz,
Rechtsanwalz in 1010 Wien, An der Hüben 1/12, der gegen den Bescheid des
unabhangigen Bundesasyl- senates vom 11. April 2000, ZI. 215. 690/0-x/31/ 00,
betreffend Asylgewahrung, erhoben und zur hg. ZI. 2000/20/ 0233
protokollierten Beschwerde die aufschiebende Wirkung zuzuerken- nen, den
Beschluss
gefasst:
Gemaß § 30 Abs. 2 VwGG wird dem Antrag mit der Wirkung S t a t t
g e g e b e n, dass der antragstellenden Partei die rechtsstellung zukommz,
die sie als Asylwerber vor Erlasşung des angefoch-
tenen Bescheides hatte, wobei damit im Besonderen jede Zurück - oder
Abschiebung der antragstellenden Partei aus Österreich für die Dauer des
verwaltungs- gerichtlichen Verfahrens unzulassig ist.
Wien, 08.012001
Dr.Hinterwirth, Für die Richtigkeit der
Ausfertigung:
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Sozialmedizinisches Zentrum Baumgartner höhe
Otto Wagner spital mit Pflegezentrum Psychiatrisches Zentrum 3. abteilung:
Vorstand: Prim. Dr. Heinz Pfolz
1145 Wien, Baumgartner höhe
Herrn
Wien, 2 Mai
2001
BAYAZIT Haci
Marien Gasse 8/1/6, 1170 Wien
Arztlicher Befundbericht
Herr BAYAZIT Haci, geboren am 20.3.1957 war
vom 14.12.2000 bis zum 22.12.2000 an der III. Psychiatrischen Abteilung in
stationarer Behandlung. Der damalige Grund war im Sinne einer akuten
Intervention und Stabilisierung im Hinblick auf die Tendenz aktuelle
Geschehnisse paraphren zu verarbeiten. Die zweifellos belastende persönliche
Situation hatte Herr BAYAZIT zu einer teils kulturell verstandlichen, teils
über dieses Maß hinaus- gehenden Weise zu verarbeiten versucht die in sich
schlüssig war, jedoch nach außen hinaus als auffallend und den üblichen
Verarbeitungsmodi nicht entsprechend aussah. Es kam zu keiner psychotischen
Exacerbation, der Pat bedurfte keinerlei antipsychotischer medikamentöser
Therapie. Nach Abschluss der stationaren Behandlung haben wir Herrn BAYAZIT
weiter ambulant betreut. In 2 wöchigen Abstanden kam er zur ambulanter
Kontrolle, zuletzt war er am 30. 4. 2001 hier zur Begutachtung. In der
mehrmonatigen Beobachtung keine Hinweise auf akutes psychotisches Geschehen,
keinerlei Auffallig- keiten. Derzeit wird keine Medikaation verab- reicht. Der
Pat. Erscheint pünktlich zu seinen Terminen, ist von guter Compliance und
Zusammenarbeit. Derzeit kann keine dynamische Entwicklung beobachtet werden.
Vidi: Mit kollegialen Grüssen. Prim. Dr.H. Pfolz, Dr. Sojka
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Hacı Bayazıt
tarih, 11.04.2002
Marien Gasse 8/1/6
1170
Wien
Akt:13U86/02w
An die
Bezirksgerichtfünfhaus
Gasgasse 1-7, 1150 Wien
Konu: Gegen Beschlus am 25.3.2002
Benachrichtung von der Beendigung des Strafverfahrens
Neden: Usulen hukuku zaman içinde; siyasi değil hayati önem taşıyan bu olayın faillerinin insanların vicdanında yargılanıp mahkum olmaları.
Sebebleri
Zafer Çankaya ve Karısı (hanım çalışmak
zorunda kaldığından) kendilerine emanet
edilen Oğlum Saltuk Buğra
Bayazıtın elinde sinir hücresi tahrip olacak şekilde şeytanın
telkini ile hareket eden organize olayın içerisinde bulunmuştur.
Akit. gazetesi 27.09.2001 İlluminatlar Tarikatının kurucusu Adam Weishavpz ABDde şiddeti teşvik eden ve amacına ulaşmak için her türlü yönteme başvurmayı mubah gören çok sayıda gurup var: Bu gurupların başında ise 225 yıl önce 1 Mayis 1776 tarihinde
kurulan illuminatlar tarikatı geliyor... Milli Gazetenin promosyon olarak dağıttığı
Gizli Dünya Devletiisimli kitapta bahsi
geçen illuminatlar tarikatının meşhur üyelerinden Amerikan asıllı Albert PIKEnin görüşleri dikkat çekiyor: Şeytana taptığını açıkça itiraf
eden Albert Pike, Kötülüğün
ustası lakabıyla
biliniyor. Pikenin 3 ayrı Dünya savaşı çıkartmaya yönelik şeytan planını
anlattığı bir Mektup yazdığı ve bu mektubun Biritish Müzesine olduğu
ifade ediliyor. Pikenin mektubunda dünya savaşıyla
ilgili şu ifadeler yer alıyor...
1.Dünya Savaşında ateist ve nihilistleri bırakıp büyük bir toplumsal kaos oluşturacağız; böylece halklara acımasızlığın
ve çatışmaların temeli
olan mutlak ateizm tehlikesini bütün dehşetiyle
gözler önüne sereceğiz. Medeniyetin yollarını kesersek halkın
büyük bir çoğunluğu Hıristiyanlıktan ümidini kesecek ve neye nasıl tapacağını
bilmeden yeni bir ideal arayacaktır. Tam bu sırada halk dünyada ilk kez tanıtılacak olan; iblisin saf öğretisini almaya müsait duruma gelmiş olacak.
Hıristiyanlık ve ateizimin
yok edilmesine müteakip olarak iblisin dini ortaya çıkacak. 5.Nisan 2002 Vakit Gazetesi.
Diyanet
Satanizim. Bütün Dinlere karşı Başkaldırıdır. Diyanet bütün dinlere alternatif olarak gösterilen Satanizmin Din olarak kabul edilmesinin mümkün olmayacağını vurgularken başta
Hıristiyanlık olmak üzere
bütün dinlere karşı başkaldırıyı temsil ettiğini vurguladı. 7. Şubat 2002. Hürriyet Gazetesi
14.Milyon Veliye Satanist Mektup. Birinci yarıyıl sonunda karnelerle birlikte 14 milyon veliye şiddet uyarısı
içeren Mektup verilecek. Bustancıoglunun Satanizim imali mektubunda öneriler de yer alacak. Veliler için el
kitapçığı Bakanlık
ayrıca; Yine veli, öğretmen
ve okul idarelerine yönelik 10-15 sayfalık bir el
kitapçığı hazırlıyor. Kitapta Satanizim
konusunda bilgiye yer verilecek ve yol gösterici önlemleri de içeren önemli
ipuçları bulunacak. 27.01.1995
(Osman) M.Cemil Şahin Eisenstadt
landesgericht hapishanesine Tercüman Hasan Aytekin ile birlikte görüşüme geldi Noterde getirmiş vekalet almak bir şeyler söylemek için.
Sen içerde hazırlanacakmışsın; bende taşıyıcı adamları etrafıma topluyorum nasıl hazırlanacaksan dedi.
Osman Karısı
Melek ile diğer gurupların şeytanın hizbi olduğunu
öğrenmiş. İki kardeş
kafa kafaya verdik Melekin kafasını koparacaktık ama sonra karısı Melekin yaptıklarını Ayşe üzerine yıkmayı ve parada olduğunu söylediler dedi... yani taşıyıcı içi/dış pis adamları etrafına toplayarak; olayın Mahkeme ve halkın
duymasını engelleyerek
hizbinin şeytana inancının güçleneceğine inanıyordu.
Bu olaylar tesadüfü değil. Alman iç işleri Bakanı Otto Schilly Hürriyet gazetesine insanların farklı özelliklerde yaratıldığını
söylemiş. İnsanlar üç kısımdır! Seçenler halk, Seçilenler idareciler ve Seçilmişler
Allah'ın merhametli kulları. Dağları
yaratarak dünyayı dengeleyen Allah(c.c) farklı olaylar ile insanları uyarıp toplum hayatını
dengeler.
Gögküpbenin direği maneviyat ve adaletdir.
Yıl, 1996 Eisenstadt hapishanesi üçüncü kattaki odamda biraz bunalmıştım manevi olarak binanın direği işaret edilip herşeyi Mahkemeye bildirmem ima edildi... aksi
takdirde Bina çöker... Maneviyat ve adalet insan ve aile ile dünyanın
direği omurgasıdır.
1995 Nisanda hapishane bahçesinde Arnavut Rüstem ile gezerken Görevli
gardiyan bir Mektup verdi. Mektupun içinde Çocukların çeşitli
mesaj içeren resimleri ve Yunus Peygamberin Yunus Balığının karnında Allaha ettiği dua çıktı. Duayı Adnan Turan yazmış... Resimleri incelerken; yukardan şeytan hızla gelip omuzuma çarpıp yere düştü.
Eğer Hapishanede Allah(c.c) korumasa, şeytan şüphel ve haram ile kana, ırki ve bölücü düşünce ile kalbe girip olayları yazdırmayıp, Mahkeme ve
halkın duymasını önleyerek; maneviyatı boşaltıp, adaleti
yanıltarak, direği yamultup, Binayı çökertmeye uğraşacaktı.
İnsanların özelliği birbirinden
sorumlu olmasıdır. Ben bu uğraşı
vermekle dinime, çocuklarıma aileme ve insanlara olan
sorumluluğumu yapıyorum... Bu yazılanlar; Realitenin yüzü değil özüdür... Çeliğin içerisindeki su gibi.
Bundan dolayı ilmen ve tıbben
kamu ve kanunlar nezdinde ispatı deliller ile mümkündür. Tarih, 25. 03. 2002 kararın tekrar gözden geçirilip kanuni işleme alınmasını Arz ve
Talep ediyorum. Hacı Bayazıt
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Dr Harald
Imb Wien,
21.06.2002
Facharzt f Neurologie u Psyciatrie
Rudolfingergasse 14/2, 1190 Wien
Betr: Hacı Bayazıt Geb :
20.3.1957
Nerven Facharztliches Gutachten
Anammnese:
Her Bayazıt lebt seit 20 Jahren in
Österrich, besitzt führerschein seit 1976. Er habe immer Wieder Probleme mit
den Nachbarn gehabt, dzt eher keine, lediglich ein Problem mit einem Nachbarn
wegen dessen Hund.
Herr Bayazıt war zwischen 1994 und 1999 wegen einer unklaren
Drogensache in Haft gewesen, er selber habe nie Drogen genommen, alkohol wird
negiert, er nehme keine Medikamente.
Status:
Somatisch: AEZ maßig adipÖs; hepar 2 Quf unter Ribo;
Neurol: HN, OE u UE stgl; MER stgl; Psychisch: gut orientiert; konzentration u Merkfahigkeit im Norm- bereicht;
Antrieb und Stimmung normal, nicht abnorm erregbar; Gedankenablaufe formal
unauffallig; keine Halluzinationen oder Wahnideen;
Befunde:
Labor: BB, BSG, Diff, Thrombo, NBZ, HBAIC, Niere, Bilirubin, Cholesterin,
Trigiceride, K, TSH u CRP; GPT 53, Gamma GT 19: CDT 19. 3; Harn auf Drogen
(Opiate, Benzodiazepin, canabis, Cocain u Methadon) negativ;
Diagnose:
Vd auf Fettleber; Gutachterliche stellungnahme:
Es liegen bei Harrn BAYAZIT keine Hinweise
auf paranoide Probleme, Depressionen oder Schizophrene Symptome vor. Eine
Threeeapie ist dzt nicht nötig! Die Belasşung der Fahrerlaubnis Gruppe 1 kann nerven-
facharztlicherseits befürwortet werden!
Mit freundlichen Grüßen!
Dr Harald Imb Facharzt f Neurologie u
Psychiatria, 1190 WIEN
1.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
Republik Österreich
Verwaltungsgerichtshof
Kzl.Dr.Blaschitz Eingelangt 12. Marz
2002
Im Namender Republik
I.2000/20/023316
Der Verwaltungsgerichtshof hat durch den
Vorsitzen- den Senatspraident Dr. Kremla und die Hofrate Dr. Nowakowski und Dr.
Grünstaudl als Richter, im Beisein der Schriftführerin Dr. Hohenecker, über die
Beschwerde des Hacı Bayazıt In Wien, geboren am 20. Marz 1957, vertreten durc Dr. Wolfgag
Blaschitz, Rechsanwalt in 1010 Wien, An der Hülben 1/12, gegen den Bescheit des
Unabhangingen Bundes- asylsenates vom 11.April 2000, ZI.215.690 / 0- X/31/ 00,
betreffend §§ 6 und 8 Asylgesetz 1997 (Weitere Partei:
Bundesminister für Inneres), zu Recht erkannt: Der angefochtene Bescheit Wird
wegen Rechtwidrigkeit seines Inhaltes Aufgehoben.
Der Bund hat dem Beschwerdeführer
Aufwendungen in der Höhe von Euro 908,-- binnen zwei Wochen bei sonstiger
Exekution zu ersetzen. Das Mehrbegehren wird abgewiesen.
E n t s c h e i d u n g s g r ü n d e :
Der Beschwerdeführer, ein Staatsangehöriger
der Türkei, stellte am 1.Februar 2000 bei der Bundes- polizeidirektion
Wien einen asylantrag und Begründete diesen wie folg: Ich werde von einer
politischen Gruppe namens graue Wölfe verfolgt. Besonders von dem Führer dieser
Gruppe, O.C.S., der in Österreich ansassig ist. Diese Gruppe behauptet, dass
ich von einer gegnerischen Partei sei, und bin ich aus Diesem Gruppe von besagter
gruppe mit dem leben bedroht. Mehr möchte ich Allerdings vor dem Bundesasylamt
angeben. In seiner niederschriftlichen Einvernahme vor
dem Bundesasylamt am16. februar 2000 Führte der Beschwerdeführer aus, O.C.S.
sei Vorsitzender der. 26.Februar.
2002)ZI.2000/20/0233 -2-
Türkisch- Österreichischen Kulturvereine,
einer Organis- ation, die der TürkischenRegierungspartei MHP nahe steh. O.C.S.
gehöre zu Anhangern eines Satanskults, die Menschen psychisch beeinflussen und
Alptraume verursachen könnten. Solshes sei auch mit dem Beschwerdeführer
passiert. Seitdem der Beschwerde- führer über die Praktiken des O.C.S. im
Bekanntenkreis erzahlt und sowohl das Österreichische Innenministerium als auch
Türkische Zeitungen darüber informiert habe, werde er Von Angehörigen dieser
Sekte bedroht. Sollte er in die Türkei zurückkehren, dann Würden mich diese leute
sofort finden, weil sie von der Regierungspartei MHP Unterstüzt werden und
diese würden mich töten. Die Frage, weshalb die
Regierungspartei gerade ihn verfolgen sollte, beantwortete der Beschwerdeführer
Damit, dass er viel über diesen Satanskult erzahlt und
alls aufgedeck habe. Die Anhanger dieses Satanskults
seinen auch innerhalb der Türkischern Regierung sehr
Stark, sodass er sich durch O.C.S. Verfolgt fühle, gab
der Beschwerdeführer an, dass der Genannte ein Satansanhanger sei, der ihn um
eine größere Geldşumme geschadigt und den der
Beschwerdeführer in der Folge bei Gericht geklagt habe. Mit Bescheid vom 22.
Februar 2000 wies das Bundesasylamt den Asylantg Des Beschwerdeführers gemaß§6 Z 2 AsylG ab und erklarte dessen Zurück weişung, Zürückschiebung oder Abschiebung in die Türkei gemaß § 8 AsylG für zulassig. Nach Wiedergabe (lediglich) der Angaben des Bescwerdeführers
vom 16.Februar 2000 und nach Verweis darauf, dass der Beschwerdeführer nach
Verhangung einer Freiheitsstrafe in Österreich bereits einmal nach Istanbul
Abgeschoben worden sei, stellte des Bundesasylamt das Vorbringen des Bescwerd-
eführers im Wesentlichen als zu beurteilenden Sachverhalt
fest. Hingegen könne nicht festgestellt werden, dass die
gegen den Beschwerdeführer Ausges- prochenen Drohungen einen politischen
Hintergrund hatte, Die Probleme des Beschwerdeführers sein offensichtlich auf
einen Streit mit seinem Türkischen Landsmann O.C.S. zurückzuführen, weshalb vom
Bundesa-sylamt der vom Beschwerdeführer geltend gemachte
politische Zusammenhang nicht erkannt
ZI.2000/20/0233 -3
Werden könne. Selbst wenn man davon ausgehen
würde, dass O.C.S. als Mitglied Der
M H P den Beschwerdeführer bedrohte, könnte eine
politische Verfolgung nicht Erkannt werden. In seiner dagegen erhobenen
Berufung wendete der Beschwerdeführer ein, die von O.C.S. organisierte Gruppe
sei international organisiert und arbeite mit Mafiamethoden. Nach ausgedehnten Schilderungen von beim Beschwerdeführer durc den
Satanskult hervorge- rufenen Alptraumen und (halluzinations- ahnlichen)
Vorstellungen brachte er in der Berufung vor, er sei, nachdem er (in
Österreich) aus Dem Gefangnis entlassen worden sei, in der Türkei von einem
Polizisten, der ein Sympathisant der Partei von O.C.S. sei und einem Fertigmachen
der Moslems mit Waffengewalt
gesprochen habe, bedroht worden. Für diese und weitere verbale Beschwerdeführer
mehrere Zeugen namhaft und bat um Schutz für sei leben und seine Familie, den
er in der Türkei nicht finde,weil diese leute derzeit an
der Regierung sein. In einer (bei der belangten Behörde
am 18. April 2000 eingelangten) Erganzung der Berufung führte der
Beschwerdeführer zu den genannten Zeuge aus, dass bei deren Einvernahme der gasamte gesellschatliche Aufbau, der zerstöreresche Aufbau des
O.C.S. und seiner Gruppe ans Tageslicht kamen. Unter Abstandnahme
von der Durchführung einer mündlichen, gegenüber dem Beschwerde- führer am
4.Mai 2000 erlassenen Bescheid vom 11.April 2000 die Berufung gemaß § 6 Z 2 AsylG als unbegründet ab und stellte gemaß § 8 AsylG neuerlich fest, dass die Zurückweişung,
Zurückschiebung oder Abschiebung des Beschwerdeführers in die Republik Türkei
zulassig sei. Zur Begründung verwies sie auf die Ausführungen im Bescheid des
Bundesasylamtes, dessen Feststellungen und rechtliche Beurteilung sie zur Ganze übernehme. Die Durchführung einer
mündlichen Verhand lung habe sich erübrigt, weil es eine
Überspannung der Voraussetzungen für ein Absehen von der
Verhandlungware,
ZI.2000/20/0233
-4-
Wenn man vereinzelte verbale Attacken eines einzelnen Polizisten der
hier Vorligenden Art als eine unter die Genfer
Flüchtlingskonvention zu şubşumi- erende Verfolgungsgefahr qualifizeren würde. Im gegenstandlichen
Fall liege ganz Offenkundig ein primarer privatfehdebezogenes Vorbrin- gen des
Beschwerdeführers und auch bei Einbeziehung des genannten Splitters (gemeint: Die Außerung des Polizisten)
keine Verfolgung im Sinne der Genfer Flüchtlingskonvention vor. Für einen sonstigen Hinweis auf Verfolgungsgefahr im Sinne
des § 6 AsyG finde sich kein Anhaltspunkt. Gegen diesen
Bescheid richtet sich die vorliegende Beschwerde, über die der Verwaltungs-
gerichtshof in einem gemaß § 12 Abs.1 Z 2 VwGG gebildeten
Senat Erwogen hat.
Gemaß § AsylG sind Asylantrage gemaß § 3 leg.
Cit. Als offensichtlich Unbegründet abzuweisen, wenn sie eindeutig jeder
Grundlage entbehren. Dies ist Nach § 6 Z 2 AsylG dann der
Fall, wenn ohne sonstigen Hinweis auf Verfolgungsgefar im Herkunftsstaat die
behauptete Verfolgungsgefahr im Herkunftsstaat nach dem Verbringen der
Asylwerber offensichtlich nicht auf die in Art. 1 abschnitt A Z 2 der Genfer
Flüchtlingskon- vention genannten Gründe Zurückzuführen ist. Die belangte
Behörde geht im angefochtenen Bescheid von der Erfüllung der Voraussetzungen
des § 6 Z 2 AsylG aus, weil sich der Beschwerdeführer nach
ihrer Auffasşung im Wesentlichen durc O.C.S. verfolg
fühle und diese Privatfehde Keine
Verfolgung im Sinne der Genfer Flüchtlingskonvention darstelle. Damit Aus,
nicht geeignet ist, eine auf § 6 AsylG gestützte Entscheibung
zu tragen ( vgl. das Hg. Erkenntnis vom 21.Augst 2001, Zi. 2000/01/0214 mwN).
Vor allem lasst die belangte Behörde aber außer Acht, dass der Beschwerdeführer
bereits bei seiner Befragung durch das Bundesasylamt am 16. Februar 2000
vorgebracht hat, der ihn verfolgende O.C.S. stehe als Vorsitzender
Zi.2000/20/0233 -5-
Eines naher genannten Kulturvereines der
Türkischen Regierungspartei nahe und er Werde auch von Angehörigen einer den Satanskult
praktiziernden Sekte verfolgt, die Von der Türkischen Regierungspartei nicht
nur unterstützt werde sondern in der Regierungen sogar Anhanger habe. Wegen der
Aufdeckung des Satanskults wird der Beschwerde- führer nach seinem Vorbringen
daher auch von der Regierungspartei Verfolgt. Damit hat der Beschwerde führer
aber zweifellos einen politischen Hintergrund seiner (angablichen) Verfolgung
behauptet. Im vorliegenden fall. In Dem die belangte Behörde ihre Entscheidung
auf 3 6 Z 2 AsylG stützt, kann nun der Glaubwür- digkeitsgehalt dieses (als
auch des auf die Bedrohung durch einen Türkischen Polizisten bezogenen)
Vorbrin- gens des Beschwerdeführers (ebenso wie Der in der Gegenschrift der
belangten Behörde vertretene Standpunkt, die vom Beschwerdeführer befürchtete
Verfolgung entspringe seiner schon fast krankhaften Vorstellungswelt)
dahingestellt bleiben. Bei der Prüfung, ob ein Fall des § 6 Z 2 AsylG vorliegt, ist
namlich von den Behauptungen des Asywerbers auszugehen und auf deren Grundlage zu beurteilen, ob sich
diesem Vorbringen eine Verfolgung aus den in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Genfer
Flüchtlingskonvention genannten Gründen entnehmen lasst. Fragen nach der
Glaubwür- digkeit der Angaben des Asylwerbers stellen sich bei Beurteilung des
Asylantrages nach § 6 Z 2 AsylG nicht (vgl. dazu das hg.
Erkenntnis vom 22.Mai 2001, ZI . 2000 / 01 / 0294 ). Davon ausgehend kann
der Ansicht der belangten Behörde, die vom Beschwerdeführer behauptete
Verfolgungsgefahr sei offensichtlich nicht auf einen Der in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Genfer
Flüchtlingskonvention genannten Gründe Zurückzufüh- ren, jedenfalls dann nicht
beigepflichtet werde, wenn man auch das Eingangs erwahnte, mit der einbringung
des Asylantrages erstatte Vorbringen des Beschwer- deführers, er werde von einer Politischen Gruppe names graue Wölfe verfolgt und von besagter Gruppe wegen seiner (unterstellten) Zugehörigkeit zu
einer gegnerischen Partei mit dem leben bedroht, berüc- ksichtigt (was
allerdings sowohl das Bundesa- sylamt als auch die belangte Behörte unbeachtet
ließen)
ZI.2000/20/0233 -6-
Das Beschwerdevorbringen erweist sich aber
auch insoweit zutreffend, als die Belangte Behörde anges- ichts des Vorbringens
des Beschwerdeführers verpflic- htet Gewesen ware, eine mündliche Verhandlung
durchzuführen. Zum erwahnten, vom Beschwerdeführer mit der Einbringung seines
Asylantrages erstatten Vorbringen Über eine Vorfolgung durc eine politische
Gruppe grauer Wölfe hat das Bundesasylamt den Beschwerdeführer nicht weiter befragt und
darauf, wie erwahnt, in seinem Bescheit, dessen Feststellungen und rechtliche
Beurteilung die belangten Behörde war es daher schon von vornherein verwehrt,
von der Durchführung der im Gesetz vorgeschriebene Berufungsverhandlung gemaß
Art. 11 Abs. 2 Z 43 a EGVG (wegen geklarten Sachverhaltes) abzusehen ( vgl. etwa das hg. Erkenntnis vom
22.November 2001, ZI. 98/20/ 0233). Schließlich durfte die belangte Behörde
auch in Anbetracht des (neuen) Vorbringens im Berufungsverfahren, das der
Beschwerdeführer durch Beweisanbote zu bescheinigen şuche,
ihre Entscheidung nicht ohne Durchfuhrung einer Verhandlung treffen (vgl. aus
vielen etwa das Hg. Erkenntnis vom 19. April 2001, ZI.99/20/0424).
Der angefochtene Bescheid war aus den
angefürten Gründen wegen (der pravalierenden) Rechtswidrigkeit seines Inhaltes
gemaß § 42, Abs 2 Z 1 VwGG aufzuheben.
ZI.2000/20/0233 -7-
Der Ausspruch über den Aufwandersatz gründet
sich auf die §§ 47 ff VwG In Verbindung mit
der VwGH-Aufwandersatzverordnung 200. Das Kostenmehrbeg- ehren war abzuweisen,
da dem Beschwerdeführer einerseits in Bezug Auf die Gebühr nach § 24 Abs. 3 VwGG Verfahrenshilfe gewahrt wurde und Aufwan- dersatz- verordnung
bereits enthalten ist.
Wien, am 26. Februar 2002
Dr. Kremla, Dr. Hohenecker, Für die
Richtigkeit Der ausfertigung:
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası
'maneviyatın' merhamet ve
marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesinin manen fikren ve
fiziken, arınma hazırlanma
savunma usul ve şartları.
Bismillahir Rahmair Rahim
Hacı Bayazıt
Wien,21.07.2001
Mareien Gasse 8/1/6, 1170 Wien
Sayın
Hasan Krahasanoğlu
Göztepe Mah.Namik Kemal Cad.Şehit M.Erol Sok.No:8
Mahmutbey/İstanbul
Sayın Akit Camiası, Allah(c.c)ın selamı üzerinize olsun. Sevgili Peygamber
efendimize selam olsun. Sevgili müslümanlar. İnsanların dünya ve ahiret hayatında nasibi
ve huzuru din ahlak maneviyat dairesinde uymuş olduğu hayat ölçüsü ile orantılı duyu
hücrelerini sıkıca sarmış gaflet perdelerini üç halin manen fikren ve
fiziken örtüşüp kaldırması aşması ile mümkündür.
Sevgili kardeşlerim ilk gaflet perdesi; kulun, şeytanın bilinç altına yerleştirdiği ırkçı bölücülük
ile zemini hazırlanmış tahribat kaos ve terör için vasıta olmasıdır. Bu işlevinden dolayı ırkcı bölücüler şeytanın beynel minel fitne elidir. Bu halden kurtulmak ırki ve
bölücü düşünce ve
hali din ahlak maneviyat dairesi içerisinde eritmek ile mümkündür. Irki ve bölücü halden kurtulan insan bulunmuş olduğu bataklığı fark eder yönünü sevgi, kardeşlik ve ümmet köprüsüne döner; bu köprü islamın edep ve terbiyesi ile inşa edilir direkleri namazdır. İkinci gaflet perdesi; siyaset ve menfat'dir. Refah seviyesi yüksek huzurlu insanların ülkeleri birbirinin tahribatı ile
beslenen siyasetciler ile idare edilmez; huzur ve refah adalet, Hak ve hukukun korunup din ve vicdani
duyarlılığın muafazası ile
mümkündür; ancak bu şekilde
sosyal ve iktisadi kurumlar arasında adalet sağlanır insanlar üretici hale dönüşür... Bu bataklıktan da kurtuluş Kulluk köprüsüne yönelmek ile mümkündür; bu
köprü abdest ile inşa edilir
direkleri haram ve şüpheliden korunmakdır. Üçüncü gaflet perdesi; dini müzük ve aşırı eğlence'dir. İnsanları tüketici hale getirip aile ve toplum
üzerinde tahribata zemin hazırlayıp sosyal ve iktisadi dengeyi bozar. Bu
halden'de kurtulan insan
görmeye yakın yanına yaklaşan şeytanı fark eder kalbe atılan telkinleri anlar Allahın izni ile korunur.
İnsanlar kötülüğe meyilli değildir.
Her türlü kötülüğü insanlara
şeytan ile yardımcıları telkin eder. Aşırı eğlence ve müzikten de kurtulan insanın gönül
perdeleri ve manevi gözü açılıp gölgeye arkasını dönerek takva
nehrine yönelir; bu nehir, Vera ve Fena ve Beka fillah ile geçilir.
Nehrin bir tarafında
seçenler halk ve seçilenler idareciler; öbür tarafında seçilmişler vardır. Seçilmişler Allahın Gögkübesi
altında bulunan
Peygamberleri izini İmam Ali(a.s) meşrebi ile takip eden, islam dairesini muafaza eden, asırlar arasındaki köprüler ve köprü başlarında ışığı tutan ellerdir.
Dünyada dini kimliğe sahip insanların siyasete
alet olması tasvip
görmüyor. Böylece insanı saran iki
gaflet perdesi Allahın izni ile
kalkıyor... Aile,
sosyal ve iktisadi çöküntüler, İnşAllah son gaflet perdesinin kalkmasına zemin
hazırlar. O zaman
ayda, uzayda, hayat arayan insanlık alemi bütün güzelliklerin ve hayatın yalnızca Allahda olduğunu anlayacaktır.
Dinin beli ve omurgası maneviyatın usül ve zemini hazırlayan
hallere tasavvuf ve tarikat ehlinin uyması gerekir. Tasavvuf ve tarikat islamın hakikati,
Gögküppeye uzanan duanın makbul şartlar ile ikinci katı, takva nehrine varan yolun aslıdır. Tasavvuf
ve tarikat ehilleri hertürlü düzensizliğin panzehiri sosyal hayatın hazinesi
emniyetidir.
Tarikat kulun manen, fikren ve zahiren arınma, hazırlanma ve savunma haline
usül ve zemin hazırlar; kaçınılmaz olarak
bu uğurda
verilmiş mücadelenin
tarihe nakış nakış yazılması Allahın
merhameti, zikiri, nimeti ve suya duyulan hürmet ve hürmetin hikmeti; dünya ve
ahiretde kişi sevdiği ile birlikte olur hadisi uyarınca... Beş vakit
olarak namazdan sonra veya önce dört Peygamber
efendimize, iki Peygamberlerimize, bir Hz Ali efendimize bir Ashabı kiramlarımıza, bir Ehli Beytlerimize, bir Validelerimize, bir Hz
Hasan ve Hz Hüseyin efendimize, bir imamlarımıza, bir velilerimize, evliyalarımıza, şehitlerimize,
bir 33 velilerimize, bir 99 velilerimize, bir
müslümanlara, bir defa hane ve geçmişlerimin ruhlarına üç ihlas bir Fatihaı Şerif okuyarak, tekrar bir Fatihaı Şerif ile hediye etmek. İlaveten
ikinci defa, tespih duası çekmek, 99
defa Töğbe estağfiri çekmek
kalbe dilin altına yerleştirmek, 99 defa Salati Şerif
okumak, 99 defa Allahın güzel isimleri Esmaı Hüsnaı okumak,
bir defa Haşir Süresi,
bir defa Amenerresulu, bir defa İsmi Azam, bir defa Salati tüncina, günde 33
defada Salati tefrice duası okumak.
Ayrıca koruyucu kalkan gibi her an, Bismillahir Rahmanir Rahim. İnna Lillah
ve inna ileyhi racuun, okuyup; şeytanın sol ayağı dişi tarafı, Kuran-a mualif islamın aslını gizleyen tefsir ile çalışan gurupların... sağ ayağı oğlan tarafı, hurafe
hadisler ile dinin ucunu açıp şişiren bidat
ehli gurupların...
beynelminel fitne eli ırkçı
bölücülerin şerri
zulmünden çocuklarımı ailemi sevdiklerini koruması için Allaha sığınıp onların kötülüğünü kendilerine çevirip onları berteraf edilmesi için dua
etmek. Özellikle hapşırıklarda dikkat edip hemen, arkaya bu duayı yetiştirmek. Abdesi alırken
Peygamber efendimizi diş temizliği meshep imamını hatırlayıp kurulanırken, üç defa Kadir süresi okumak. Abdessiz ayakda ve duasız bir şey yememek.
Bu usüller ile zihin arınır'... manen fikren ve zahiren arınma hazırlanma ve savunmanın şartları oluşur, kalbin huzuruna zemin hazırlanır... her an kalp zikir halinde olur; duaya aykırı her türlü düşünce hal ve
hareket kalbe sıkıntı verir.
İslamın aslını gizleyip
insanları islamın ana
yolundan sapıtan şeytanın
yardımcılarına karşı;
manevi fikri ve fiziki üç halin 'içli dışlı'
örtüşmesi
ile verilmiş mücadele tarihde verilmemiş yazılmamış; Üçler, Ruhaniyet Hz İsa(a.s) meşrepli,
Yediler, Masumiyet Hz Musa(a.s) meşrepli, Kırklar, Teslimiyet Hz İbrahim(a.s) meşrepli hali
ile
alie ve çocuklarım ile birlikte
Allah(c.c)a sığınmak. Bu hale karşı olarak şeytan yardımcı guruplarını ileri sürer; neden
bize değil Allah(c.c) sığınıyorsun... diye, böylece manen fikren ve fiziken amansız
çok çetin bir mücadele başlar... Hz Hüseyin efendimiz, Hz Hasan
efendimiz, Hz Ali efendimiz meşrepleri ile mücadele verilip Peygamber
efendimiz izine düşülüp Allah(c.c)ın hesabına olunur. Bu mücadele sahibi insanların suskunluğu fikir.
Sözü tefekkir. Bakışı ibrettir. Bu insanlar arzulayıcı şekilde resme veya canlıya harama bakamazlar. Bu insanlar yalan veya çirkin
söz söyleyemez. Bu insanlar canlılara zararlı bir şey düşünemez. Bu insanların her düşünce ve hareketi islamın hakikatına uygun olarak irade altına alınmıştır. Bu
insanlar Allahın ipine
dizilmiş tesbihin
taneleri gibidirler. Allahın selamıı üzerimize olsun. Hacı Bayazıt
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Ahzap Süresi: Ayet 33. Evlerinizde oturun. Eski cahiliye
adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın. Zekatı verin.
Allah(c.c) ve Resulüne itaat edin.
Ey Ehli Beyt: Allah(c.c) Sizden, günahı
gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
Çocuklarım
Mehmet Çakmak BAYAZIT Hilal
BAYAZIT
Hatice Kübra BAYAZIT Aslı Han BAYAZIT Saltuk Buğra BAYAZIT
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Manevi fikri ve fiziki dini tahrip
edenlere karşı verilmiş mücadele,
Anayasa Mahkemesi ve İltica dairesi kabulü ile
hukuken ve Dernekler yasası kapsamında benzer faliyetler için zemin olmuştur.
İslam dairesi
Allah(c.c)a hamdü senalar olsun. Allahın selamı bereketi üzerinize
olsun. Allahın sevgili Kulları. Binalarda Kapı ve Pencere alt ve üstlerinde kemerler vardır; binayı ayakta tutan. Allah(c.c)
muhteşem olarak yaratığı insanın korunması için Peygamberi vasıtası ile göndermiş olduğu dinde aynı
bina gibidir. İnsanların maneviyat ve adalete hazırlanıp manen ve madden korunduğu dinin beli ve omurgası maneviyat ile manevi binanın kemer ve köprüsü
tasavvuf ve tarikatdır.
Devletlerin iki dayanağından ilki; din adamları eli ile tasavvufa müzük eğlence, şüpheli ve haramın girmesi ile bu
kemerler aslı görevinden uzaklaşıp, hakdan batıla
şeytanslı hale dönüp,
köprüler tahrip edilerek 'din'in
içi boşaltıldığı oranda kurum ve kuruluşlar boşalıp
Bina yıkılmış. Yıkılan
Binanın enkazı altında ise
dünyadaki masum ve mağdur
İnsanlar kalmış.
Bundan dolayı,
insanların manen ve madden korunduğu dinin içli dışlı dört ana esasını; kemer ve köprüler ile muafaza edip, islam dairesini
tahrip edenlere karşı mücadele ederek insanları uyarmak şartdır.
Kemer; dini müzük, dişi ve oğlan olarak üç usul ile yaklaşan insi ve
cinni şeytandan direkleri
'haram ve şüpheliden
korunmak olan kulluk köprüsünün bedeni abdesin zırh gibi vucuda sinmesi ile korunarak
insanların uyarılaması için açıklamak
ve
Köprüler; dinin itiak ve ameli meselesini ders yolu
ile kayıt altına alan itikatda iki amalde dört imamı
Peygamberi(s.a.v) izine düşeren güçkaynağı Ehli Beyt imamları ile bedeni islamın edep ve terbiyesi direkleri namaz olan,
Ümmet köprüsünden hz Ali efendimiz meşrebi ile Peygamberimizin (s.a.v) izine düşüp, islamın dairesini tahrip edenlere
karşı, muafaza mücadele etmek.
Yani, insi ve cinni şeytanların dürtüsü ve telkinlerini meleğin ilhamı sanıp aldanıp, aldatarak açılıan tahribat yollarından müslümanları bataklıklara çökertenlerin üzerinden;
insanları kemer ve köprüler ile Peygamberimiz
(s.a.v) izine düşüren tarikatın hak aydınlık tarafının;
dinin içli dışlı dört ana esasını; bidatler, aklın öne Vahyin geri alınması ile felsefe, siyaset ve menfat
esas alınıp; dinin güncel olaylara göre yorumlanması dünyaya
uydurulması ile tahrip edilerek; insanların müsübete hazırlanıp şeytan ve yardımcılarının izine düşüren karanlık tarafına karşı; maneviyat ve adalet alanında fikri ve fiziki mücadelesi ile
kurumlaşmış
islam dairesi tarikat; Allahın izni, rahmeti ve sevdiklerinin yardımı ile insanların manen ve
madden korunduğu bina, kemer ve
köprüleridir. Hacı Bayazıt
Bu bilgi ve mücadele açıklanınca verilen mücadeleyi takip edenlerden Abdurrahman Dilipak bey
insanları islam'dan sapıtan şeytanın yardımcısı 7 tarikat gurubunu yazdı; sanki onlara
-gününüzü göreceksiniz- diyor gibiydi.
-
BUNDESPOLIZEIDIREKTION WIEN
Büro für Vereins-, Versammlung- Wien, am 28.01.2003
Und Medienrechtsangelegenheiten
1010 Wien, Schottenring
7-9
Referent: rat Mag.
E-Mail:bpdw.buerofuervvm@polizei.gv.at
DVR: 0003506
Zahl:
IX-601
Betreff: Im
Kreise des İslam.
Die Welt des Ideellen! Der weg des Derwishordens. Die İslamische Mystik. Und der Mencsh!
İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.
An den Verein w.o. Wien
Beilage:
unbeglaubigete Abschrift der Statuten
Auszug aus dem
Vereinsregister Die Errichtung des im Betreff genannten Vereines wurde der
Bundespolizeidirektion Wien, Buro für Vereins-,
Versammlungs- und Medienrechtsangelegenheiten, am
30.12.2002 angezeigt. Es wird mitgeteilt, dass innerhalb der in § 13 (
1 ) Vereinsgesetz 2002, BGBI. I Nr. 66/2002, normierten Frist von vier Wochen
seitens der zustandigen Vereinsbehörde keine Erklarung,
dass die Gründung des Vereines nicht gestattet wird, ergangen ist.
Der Verein ist somit
am 27.1.03 entstanden und kann seine Tatigkeit beginnen.
Der Vorstand
Gez.:
Mag.
Hinweise:
Der Verein hat alle
seine organschaftlichen Vertreter unter Angabe
ihrer statutengeMaßen Funktion, ihres Namens,
ihres Geburtsdatums, ihres Geburtsorts und ich Rer für
Zustellungen maßgeb- lichen Anschrift
sowie des Beginns ihrer Vertre
Tungsbefugnis jeweils binnen vier Wochen nach ihrer Bestellung der
Vereinsbehörde (Bundespolizei- direktion Wien, Büro
für Vereins-, Versammlungs und Medien-Rechtsangelegenheiten,
1010 Wien, Schottenring 7-9 ) bekannt zu geben.
Der
Verein hat der Vereinsbehörde
auch jede Anderung seine für
Zustellung Maßgeblichen Anschrift binnen vier
Wochen mitzuteilen.
Satutenanderungen
sind der Vereinsbehörde unter Anderung seiner für Zustellungen Statuten
in der geanderten Fasşung anzuzeigen.
Ein
Verstoß gegen diese genannten Verpflich-
tungen hat die Einleitung eines Verwaltungsst-raf
verfahrens gegen den zur Vertretung des
Vereins berufenen Organwalter zur Folge. Dieser ist mit Geldstrafe
bis zu 218 Euro, im Wiederholungsfall mit Geldstrafe bis zu 726 Euro zu
bestrafen.
Achtung! Hat ein
Verein nicht innerhalb eines
Jahres ab seiner Entstehung organschaftliche Vertreter
bestellt, ist er von der Vereinsbehörde aufzul Ösen.
Statuten. Wien, 27.12. 2002
des Vereines
1:Name, Sitz und Tatigkeitsbereich des Vereines:
1:1 Der Verein Führt den Namen
Im Kreise des İslam. Die Welt des Ideellen! Der Weg des
Derwischordens. Die Islamische Mystik. Und der Mensch!
İslam dairesi içerisinde! Maneviyat,
tasavvuf, tarikat ve İnsan.
1:2 2 Der Verein hat seinen Sitz in Wien
Internet: www.islamdairesi.com
1:3 Der Verein erstreckt seine Tatigkeit auf Die
Welt
2: Zweck des Vereins
a)Allgemeine Grundsatze
Die Bedeutung und die Beschreibung Der Welt des Ideellen
der İslamischen Mystik des Weg des
Derwischordens im menschlichen Leben! Maneviyat
tasavvuf ve tarikatın İnsan
hayatındaki önemi ve tarifi!
Der İslam: ist die
Lebensordnung, die Allah seinen Untertanen für die innere Ruhe in der
Welt und im Jenseits ausgewahlt hat.
İslam: Allah(c.c)ın kullarına dünya ve ahiret huzuru için seçtiği hayat
nizamıdır.
Die Welt des ideellen: ist das Kreuz,die Wirbelsaule und die ideellen range
des Untertanigkeits-grades.zu Allah.
Maneviyat: Bu hayat nizamının beli, omurgası
ve Allah(c.c)a kulluk derecesindeki manevi mertebeleridir.
Die İslamische Mystik und
der Weg des Derwischordens
Tasavvuf
ve Tarikat:
2:1.sind die ideellen Institutionen des İslam und sein Herz. 2.1.İslamın manevi
müesseseleri ve kalbidir.
2:2.sind die Befreiung des Ich von den
Wünschen der das Böse gebietenden Seele.(des Teufels) (Ist das
Erwachen des Herzen aus der Sorglosigkeit) und.2:2. Nefsin nefsi emmarenin (şeytanın) isteklerinden kurtulup kalbin gafletten uyanmasıdır.
2:3.sind das Mittel und die Unterwerfung der
Stufender Welt des Ideellen innerhalb des Kreises des İslam. 2:3.İslam dairesi içerisinde ki maneviyat derecelerinin vasıtası ve teslimiyettir.
2:4.ist nach einheitlicher Ansicht İslamischer Gelehrter das Grundprinzip
des İslam und die Instanz, von der sie
angewendet wird. 2:4.İslamın ana esası İcmai Ümmet ve uygulandığı makamdır.
2:5. ist das ideelle Gebaude,in dem der Untertan seelisch
und außerlich geschützt.wird. 2:5.Kulun
manen ve zahiren korunduğu manevi binadır.
2:6.ist die Sauberung von allem Schadlichen und
Verdachtigen zur Errichtung des Gebaudes und zum Schutz des Untertanen
(den Untergrund von rassismus seelischem
Separatismus der Verwendung der Religion als Werkzeug der
Politik und des Materiellen sowie von übertriebener Musik
übertriebenem Vergnü- gen sowie das Innere von jeglichem
durch religiöse Vorschriften. Verbotenem und Verdachtigen). 2:6.Binanın oluşup
kulun korunması için hertürlü zararlı ve şüpheliden, 'ırkçılık manevi bölücülük dinin politika ve maddeye aleti ile aşırı müzik ve eğlenceden
'tabanı', Her türlü haram ve şüpheliden de 'içeriyi' temizlemektir.
2:7.ist die Vorbereitung der Menschen mit diesen Methoden
auf Situationen, die von Allah Gnade, Fruchtbarkeit und innere Ruhe
erfordern. 2:7.Bu usullerle İnsanların Allah(c.c)dan rahmet, bereket ve
huzur gerektirecek haller için hazırlanmasıdır.
b) Arbeitsinhalt
2:1.Schriftverkehr (Die İslamische Mystik und Derwischorden) Yazışmalar,İslami tasavvuf ve tarikatı.
2:2.Bildungs- und Gesprachsveranstaltungen. Egitim ve sohbet programları.
2:3.Kindererziehung. Çocuk Eğitimleri.
2:4.İslamische
Sendeanstalten. İslami yayın kuruluşu.
2:5.Die Schaffung von Grundlagen für Schüler- und
Studentenstipendien. Ögrenci bursları
için zemin hazırlanması.
3. Tätigkeiten, die zur
Verwirklichung Vereinsz- weckes vorgesehen sind: Der beabsichtigte Vereinsz-
weck soll durch folgende Tätigkeiten verwirklicht werden:
3. 1. Ideelle Tätigkeiten:
Vortrage, Versammlungen,
Zusammenkünfte, Hera- usgabe eines Mitteilungsblattes, Einrichtung einer
Bibliothek, gemeinsames Beten und Vorwort, Infor- mation.
8.7. Die Wahlen
und Beschlußfassungen in der Generalversammlung erfolgen in der Regel mit
einfacher Stimmenmehrheit. Beschlüsse, mit denen die Statuten des Vereines
geändert oder der Verein aufgelöst werden soll, bedürfen jedoch einer
qualifizierten Mehrheit von. 70 % der abgegebenen gültigen Stimmen. Bei
Stimmengleichheit gibt die Stimme des Vorsitzenden den Ausschlag. Eine
Änderung der Punkte 2.a und 2.b und 3.1 Bedarf einer Stimmenmehrheit von 100 %.
2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat,
tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Hacı Bayazıt
Wien,14.02.2003
Mariengasse 8/1/6
1170 Wien
STRAFSACHE:
GEGEN:§198 Abs1 Strafgesetzbuch Datum:3.Februar 2003
LADUNG des Beschuldigten zur Hauptverhandlung, Datum:11.Marz 2003 Cevaplama!
Neden: 1. 1995 tarihinden
beri, bu Davanın
görülmesi için bütün imkânlarımla uğraş vermekteyim. 2. Bu dava da davalı değil,
davacı ve hak talep edenim! Etmiş olduğum hak; Şahsım Çocuklarım ve ailemin nazarında bütün İnsanları
ilgilendiren manevi ailevi ve toplum hayat ile ilgili olaylardır!..
Bu davadan yüz çevirmem mümkün değildir... Çünkü bu başka insanların şahsım çocuklarım ve
ailem üzerinde'ki haklarıdır.
Adalet ve Maneviyat Gökkubbenin
direğidir: Bundan
dolayı, Mahkemeler vasıtası ile kamu vicdanına intikal eden bu olayı, bütün yönleri ile Mahkemeye bildirmek omuzlarımda ki yüktür.
Davacı olduğum insanlar ile aramızdaki husumet yıllara dayanmakta ve bu olaylar ile bağlantılıdır... Sene 1984
ve 1985 olabilir. 10 Wien, Cuma namazına gitmiştim: Selahattin Çelebi hoca vaaz veriyordu, Ben Cemaatin ortasında oturuyordum; Birden, Beni
görünce hiddetlendi... Oturduğu yerden, düşecek şekilde
masaya vurdu! O zamanlar bu hareketten bir şey anlamadım...
Sene 1994 Fırınıma yeni ortak olmuşlardı... 1994 in ilk aylar, 15 Wien bürosunda oturuyordum;
Hoca da etrafımda
dönüyordu, sohbet ederek... Kollarını toplamıştı
abdest alacak gibi arkamda idi; Bir
an döndüm, elini kaldırmış arkadan bana vuracak.
Benim görmem ile eli
havada kaldı. Hoca efendi, ilerde Biz
Mahkemelik olacağız,
zarar göreceğiz; ama insanlar için çok iyi
olacak, dedi.
Belli ki Allah(c.c)
konuşturdu.
O zaman onun bu hareketini
umursamadım ve
yanından ayrıldım. Selahattin hacanın Bürosunda etmiş olduğu
söz; 7 veya 8 yaşımda
iken bana söylenmişti. Şeytan
ve şeytanın yardımcısı insanların bana ve aileme zararlarının olacağı... Bunu Allahın
dilemesi ile hapishanede hatırlayınca; aynen Hoca efendinin bürosun
da vurmak istediği gibi ve ayrıca 1997 yaz aylarında
(!)Takvim yaprağında gelen, İnsanı manen dinamitleyip itikatını bozacak sözden de Allah(cc) korudu. Selahattin hoca ve daha başka insanlar benim bunları hapishanede öğreneceğimi biliyordu.
Manevi fikri zahiri bu hal ve mücadelenin Mahkemeler vasıtası ile kamu vicdanına duyurulmamasını ve Melek Şahinin
aileme yapmış olduğu
tahribatların örtbas edilesini ve ortaklarım da (Hocalarda) olan alacağım paralarımı vaat ederek insanları
islamadan sapıtan şeytanın yardımcısı her
gurupdan pislik taşıyıcı insanları yanlarına
katarak M.Cemil Şahin ve başka bir Aileyi Metin isminde görevlendirmişler.
1995. 4 üncü ayda, Savcı
devamlı Mektuplarımı okumuş ve Anklageyi değiştirmiş. M.Cemil Şahin
ve diğer Aile bunu bildiği
hapiste kalmayacağımı
anladığı için;
O günlerde öğlen namazını kılarken,
Sene 1984 veya 1985
olabilir, Türkiye Kırşehirde müftülük yapıp
sonrada görevli olarak gelip, 6 Wien de Camide Hocalık
yapan Hocanın resmi önümde seccade gezmeye başladı... Bu arada, şeytan (Metin) arkadan uzandı vurmak için, Allah(c.c) koruduğu için şeytan
resimle beni ilgilendirip Namaz'dan çıkartamadığı
için kolu yetişmedi;
Vuramayınca
karısını soyup seccadeye itekledi.
Bu insanlar imtihandan geçip insanları islamdan sapıtan şeytanın
yardımcılarının elemanı ve askeri olmuşlar... Bu olaydan sonra, Oğlum
Saltuk Buğranın kolundaki sinirsel zayıflık işini ayarladılar
1998, 4 ayda Sazburg gümrüğüne yapmış olduğum itirazı
Gümrük kabul etti ve Landesgericht Eisenstadt Mahkemesi daha önceden üzerimden
almış olduğu 23.150-. Şiling geri verdi... O Haftalarda Zafer Çankaya ailesi Nedim Gültekin ve
ailesi ve Çocuklarım görüşüme
geldi... Çocuklarımın sağlıklar iyi idi ve Saltuk Buğranın hiç bir rahatsızlığı yoktu, devamlı kucağımda idi. Şeytanın yardımcıları bu görüşten sonra dişi şeytanı içeri atamayacaklarını anlayınca; bu hal dinin siyaset ve menfate alet edilmesi anlamını taşıyor... din adamları bu tahribatı yapınca dişi şeytan önüne düşüp maneviyatı boşaltıp (dışı insan içi şeytan) 3 usul ile 7 yerden yaklaşıp haram ve şüpheli ile gelişip kendisi yerleşiyor. Şeytanın
istediği şekilde hareket
edip Oğlumun
eline vurdular... 9 ay 1998
ikinci defa geldiklerinde Buğranın eli zayıf idi.
Yüksek Mahkemenizden,
Saltuk Buğra
için Ambulatorium Marrzstrasse 122 belirttiği şekilde Rapor isteyerek daha önceki Bezirksgericht fünfhauz Wien
14.04.2002 zu 13U86/02 w Mahkemeye müracaatlarımla
birlikte., Davanın selamati ve bu tür harekette
bulunan İnsan ve gurupların
Cezalandırılıp deşifre edilerek, başka İnsanların
bilgilendirilip, şahsi ailevi
toplum hayatını tahrip eden
bu tür olayların önlenmesini arzu ve talep ediyorum.
Hacı Bayazıt
Haktan batıla şeytanslı hale gelmiş tarikatı deşifre
ederek Mahkeme ve basın yolu ile dünyaya duyurunca; şeytan bir yandan yardımcıları vasıtası ile Ailemi ve Çocuklarımı korkutup diğer yandan Jüğend
Haimi tahrik ederek üzerime dava açtırdı. Bu sebep ile Savunma ve Hak talebi iddianamesi: 11.Marz 2003,
Mahkeme tutanaklarına
geçmiş olup... Mahkemenin berat kararı ile
Kamu ve kanunlar nezdinde benzeri olaylar için dini tarihi ve ilmi belge ölçüsü arz etmiş... Sıffın savaşının
hesabı alınmıştır; değilse, şeytan yardımcılarını
Mahkemeye din adamı alim olarak sürüp Kur'an ile aldatmayı tekrar
edecekti.
Not:Selahatdin Çelebi hoca faiz ve bölücülüğü teşvik edip dinin dairesinden çıkarak, 'üçüncü tahribat çöküş aşamasını tamamlayan'yedi gruptan birisi Süleymancıların Avusturya Başkanı.
2.İslam dairesi
içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Hacı Bayazıt
Wien, 31.03.2003
Marien Gasse 8/1/6
1170
Wien
GZ: 3P 270/99 k
An die
Rebunlik Österreich
Bundesministerium für Justiz
Museumstrasse 7
1070 Wien
An Die
Wien,
01.04.2003
Papa 2. Jean Paul
Vatikan/İtalya
An Die
Wien, 01. 04. 2003
İslam Konferansı örgütü
İran
An Die
Wien, 01. 04. 2003
Türkiye Cumhuriyeti
Meclis Başkanlığına
Ankara/Türkiye
Konu: Bezirksgericht fünfhauz 1150
Wien
1:3 senedir Çocuklarım ve ailemin hayatı ve manevi sorunları ile ilgilenemem Ailevi ve hukuki yeterli sebep olmamaksızın özel sebepler ile uzatılmaktadır.
2:Bu dilekçenin adli makamların işleyişindeki gecikme ve mağduriyetimizden dolayı şikayet değil; fakat, manevi ve hayati
sebepleri arz ettiğinden dolayı yazılması insanlara
duyurulması hayati önem arz etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti
Devlet Satanizme Savaş Açtı:
Cumhurbaşkanlığı'nın talebiyle, Başbakanlık bünye- sinde 'satanizmi önleme' komis- yonu oluşturuldu.
Internet. Hürriyetim S.Orhan/Ankara.
14.09.2002
Papa:
Savaş
şeytan gibidir; şeytanı kovun Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 2. Jean Paul, Savaş, şeytan gibidir. Şeytanı kovun' dedi. Zaman. 09.03.03
1:Şeytanı kovmak ve 2: Satanizmi
önleme komisyonu oluşturmak için gerekli insanlığa ait ilmi bilgi ve donanım bu yazılanlar ile
birlikte,
www.islamdairesi.com da mevcut.
Tarih,15.12.2000 - 20.02.2003 arasında her ay Sozialmedizinische Zentrum Baumgartner Höhe hastanesine
gittim... Görülecek mahkeme için rapor ve şeytanın telkinini doktorların bilmesi için.
Ben her gitmemde duruma göre şeytan yaklaşıp engellemek için telkin atıyor ve dolayısı ile
doktorlar şeytan ve yardımcıları hakkında bilgi
ediniyordu.
Wien, 02. 05. 2001 sabah şeytan yaklaşıp yardımcıları hakkında şikayetçi olmamamı istedi...
Demek istiyor ki!..
Bunlar bana güvendiler Mahkemeyi hesap gününü unuttular ben bunların önüne düştüm; bir kısmına,
sigaranın ışığını verip, zikirin ışığın aldım!
Bir kısmına, postu verip, altına da kendim saklanıp, ara sıra çıkıp
korkutarak, bölücülük yaptırdım!
Bir kısmına, tahtı gösterip, takvadan uzaklaştırıp, dini siyasete ve menfaate alet ettirdim!
Bir kısmına, haramlara helal
dedirtip, teşvik ettirip, kitapları şeytanı gizleyecek şekilde
tahrip ettirip; manen ellerinden alıp rafa kaldırtıp,
bölücülük perdesini indirtip arkasına da saklanıp; bunların hareketlerini sistemin mihenklerine hoş göstertip; bunlar ile birlikte insanları
Allahdan Rahmet ve Bereket gerektirecek halden uzaklaştırıp; insanları
guruplara fırkalar bölüp ırkı duygularını okşayıp, sokağa
ve dağa çıkartıp her türlü bölgesel anarşi ve kaos
ile doğal afetlerin sebeplerini hazırlattım... Demek istiyordu... bu olay ve sanıkların deşifre edilerek açıklanması -tarihi sorumluluk arzedtiğinden dolayı- insanların uyarılmasında aracı ve sebeb olacak ilgili kuruluş ve insanlara minnettarım. Hacı Bayazıt
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Republik Österreich
Gz:215.690/18-V111/23/03
Unabhangiger Bundesasylsenat
A-1100 Wien, Laxenburger Straße 36
BAYAZIT Haci,
Wien, 07.04.2003
20.03.1957 geb, Türk. StA An
1.BAYAZIT Haci
2.Bundesasylamt vertreten durch:
Außenstelle Wien
ra Dr. Wolfgang BLASCITZ
Obere Donaustraße 63, Landstaßer Hauptstraße
171 1020 Wien 030 Wien
Bescheid
Spruch
Der unabhangige Bundesasylsenat hat durch das
Mitglied Mag. Volker NOWAK gemaß § 66 Abs. 4 AVG iVm § 38 Abs. 1 des
Asylgesetzes 1997, BGBI. 1 Nr. 76/1997, idF BGBI.I Nr. 4/1999 (AsylG), BGBI. I
Nr. 82/2001, entschieden:
Gemaß § 32 Abs. 2 AsyIG wird der Berufung von BAYAZIT Haci vom 25.02.2000
gegen den Bescheid des
Bundesasylamtes vom 22.02.2000, Zahl: 00 01.427- BAW, stattgegeben, der
bekampfte Bescheid behoben und die Angelegenheit zur neurlichen
Durchführung des Verfahrens und Erlassung eines Bescheides an das Bundesasylamt
zurückverwiesen.
Bağımsız Federal Iltica
Kurulu adına, kurul üyesi Mag. Volker NOWAK I Nr.
76/1997 numaralı Resmi Gazetede (iltica Yasası) yayımlanan 1997. Tarihli Iltica Yasasının 1 Nr.126/2002 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan yürürlükteki metinin 38. Inci fıkrası ile beraber uygulanan Genel Idari Yasasının 66. Inci maddesinin 4. Üncü fıkrası uyarınca aşağıdaki kararı vermiştir.
Iltica Kanununun 32.Inci maddesinin 2.inci fıkrasının BAYAZIT Haci Nin Federal iltica
dairesinin 0001.427- BAW sayılı ve 22.02.2000 Tarihli kararına karşı yaptığı, 25.02. 2000
Tarihli itiraz kabul edilmiş, itiraz edilen karar
iptal edilmiş ve konu iltica işlemlerinin yeniden başlatılması ve yeni bir karar verilmesi amacıyla tekrar Federal iltica Dairesine havale edilmiştir.
B e g r ü n d u n g
1:Die berufende Partei, die behauptet, am
14.01.2000 unter Umgehung der Grenzkontrolle in das Bun- desgebiet eingereist
zu sein, stellte am 02.02.2000 beim Bundesasylamt einen Asylantrag gemaß § 3 AsylG. Die berufende Partei
behauptet aus der Türkei zu stammen, der türkischen Volksgruppe zugehörig und
muslimi- schen Glaubens zu sein. Vor seiner Einreise nach Österreich hielt sich
der Berufungs- werber von 1982 bis zum 27.03.1999 schon einmal in Österreich
auf. Er wurde am 27.03.1999 nach Istanbul erstmalig abgeshoben und nach
neuerlicher Einreise unter Umgehung der Grenzkontrolle am 21.07. 1999
wiederumdieses Mal - nach Ungarn am 26.07.1999 abgeschoben. Er wurde im Jahr
1995 vom Landes- gericht Eisanstadt nach dem Suchtgiftgesetz zu einer
Freiheitsstrafe vom vier jahren und Monaten verurteilt.Das Vorbringen der
berufenden Partei im rahmen der Einvernahme vor der Erstbehörde am 16.02.2000
ergibt sich aus deren Niederscrift, auf welche vollinhaltlich verwiesen wird.
2:Das Bundesasylamt wies diesen Asylantrag
mit dem im Spruch genannten Bescheid mit der Begründung ab, er sei gemaß § 6 Ziffer 2 AsylG
offensichtlich unbegründet. Gleichzeitig stellte es in einem Spruchteil 11.
Fest dass die Zurückweisung, Zurückschiebung oder Abschiebung der berufenden
Partei in das Herkunftsland gemaß § 8 AsylG zulassig sei.
3:Gegen diesen Bescheid richtet sich die
fristgerecht eingebrachte Berufung, in der beide Spruchteilte bekampft werden.
Die Berufungsbehörde wies diese Berufung mit Bescheid vom 11.04.2000, Zahl
215.690/0-x/31/00, ab.
Der dagegen erhobenen Beschwerde an den
Verwaltungsgerichtshof wurde mit Erkenntnis
vom 26.02.2002, Zahl 2000/20/02233-16, Folge gegeben und der zitierte
Berufungsbescheid der Berufungsbe- hörde wegen Rechtswidrigkeit seines Inhaltes
aufgehoben.
4:Über diese Berufung hat der Unabhangige
Bundes- asylsenat erwogen
4:1.Gemaß § 3 AsylG begehren Fremde, die in Österreich Schutz vor
Verfolgung (Art. 1 Abschn. A Z 2 der Genfer Flüchtlingskonvention) suchen, mit
einem Asylantrag die Gewahrung vom Asyl. Gemaß § AsylG
sind Asylantrage gemaß § 3 leg. Cit. Als offensichtlich
unbegründet abzuweisen, wenn sie eindeutig jeder Grundlage entbehren. Dies ist
der Fall, wenn ohne sonstigen Hinweis auf Verfolgungsgefahr im Herkunftsstaat
1:Sich dem Vorbringen der Asylwerber
offensichtlich nich die Behauptung entnehmen lasst, dass ihnen im
Herkunftsstaat Verfolgung droht oder
2:die behauptete Verfolgungsgefahr im Herkunfts-
staat nach dem Vorbringen der Asylwerber offensichtlich nicht auf die in Art. 1
Abschn. A Z 2 GFK genannten Gründe zurückzuführen ist oder
3:das Vorbringen der Asylwerber zu einer
Bedrohun- gssituation offensichtlich den Tatsachen nicht entspricht oder
4:die Asylwerber an der Feststellung des
maßge- blichen Sachverhaltes trotz Aufforderung nicht mitwirken oder 5 im
Herkunftsstaat auf Grund der allgemeinen politischen Verhaltnisse, der
Rechtslage und der Rechtsanwendung in der Regel keine begründete Gefahr einer
Verfolgung aus denen Art. 1 Abschn. A Z 2 der GFK Genannten Gründe besteht.
4:2.Gemaß § 32 Abs. 2 AsylG ist der Berufung gegen einen gemaß § 6 leg. Cit. Erlassenen Bescheid der Behörde erster Instanz
stattzugeben, wenn die Feststellung der Behörde, der Antrag sei offensichtlich
unbegründet, nicht zutrifft. In diesen Fallen hat die Berufungsbehörde die
Angelegenheit zur neuerlichen Durchführung des Verfahrens und Erlassung eines
Bescheides an die Behörde erster İnsanz zurück-
zuverweisen
4:3.Die Regelung des § 6 AsylG orientiert sich im
Wesentlichen an der Entschließung der für die Einwanderung zustandigen
Mitarbeiter der Europaischen Gemeinschaften (EG) über offensichtlich
unbegründete Asylantrage vom 30. November und 1. Dezember 1992, wonach ein
Asylantrag nur dann als offensichtlich unbegründet abzuweisen ist, wenn eine
Verfolgungsgefahr mit an Sicherheit grenzender Wahrscheinlichkeit
ausgeschlossen werden kann. Dies ist dann der Fall, wenn die Behauptung des
Asylwerbers, in seinem Heimatland Verfolgung befürchten zu müssen, eindeutig
jeder Grundlage entbehrt, der Asylantrag zweifellos auf einer vorsatzlichen
Tauschung beruft oder einen Missbrauch des Asylverfahrens darstellt. Gegenstand
der Überprüfung der Berufungsbehörde aus Anlass einer Berufung gegen einen auf § 6 leg. Cit gestützten Bescheid ist lediglich die offensichliche
Unbegründetheit, nicht jedoch die schlichte Unbegründetheit des Antrages (VwGH 23. 07.1998, 98/20/0175). Eine
Abweisung eines Asylantrages auf der Grundlage des § 6
leg. Cit. Kommt nur dann in Betracht, wenn eine Verfolgungsgefahr mit an
Sicherheit grenzender Wahrscheinlichkeit (arg.: 2 eindeutig) ausgeschlossen werden kann (EB zur RV zu § 6
AsylG, 686 BlgNR, 20. GP). Hinsichtlich der Offensichtlichkeit im Sinne des § 6 1. Satz leg cit. (Asylantrage gemaß § 3 sind als offensichtlich unbegründet abzuweisen, wenn sie eindeutig
jeder Grundlage entbehren2) ist ein strenger Maßstab anzulegen
5:Die vom Gesetz geforderte Voraussetzung der
Eindeutigkeit liegt nach Ansicht der Berufungs- behörde im gegenstandlichen
Fall nicht vor. Und zwar weder auf Grund der Erstbehörde herangezogenen Ziffer
2 noch auf Grund der übrigen nach dem oben genannten Erkenntnis des VwGH ebenfalls zur Prüfung
heranzuziehenden Tatbestande des §
6AsylG:
5:1.Zu § 6 Z 1 leg. Cit (dem Vorbringen des Asylwerbers ist keine
Verfolgung im Herkunftsstaat zu entnehmen) ist auszuführen, dass die berufende
Partei zum Ausdruck brachte, Verfolgung ausgesetzt zu sein, und zwar werde er
von einer politischen Gruppe names graue Wolfe, deren Führer in Österreich ansassig sei, wegen seiner ( unterstellten
) Zugehörigkeit zu einer gegnerischen Partei mit dem Leben bedroht. Es genügt,
wenn die Verfolgung im Herkunftsstaat schlüssig erken- nbar vorgebracht wird. Der
anwendung des § 6 Z 1 leg. Cit ist damit der Boden
entzogen
5.2.Die Anwendung des § 6 Z 2 leg. Cit. Kommt
ebenfalls nicht in Betracht, da die anwendung dieser bestimmung verlangt, dass
die vom Asylwerber behauptete Verfolgun- gsgefahr nicht Bestimmung verlangt,
dass die vom Asylwerber behauptete Verfolgungsgefahr nicht einmal ansatzweise
in einem der in Art. 1 Abschn. A Z 2 GFK genannten Gründe (rasse, Religion,
Nationalitat, Zuge- hörigkeit zu einer bestimmten sozialen Gruppe) begründet
ist. Der Verwaltungsgerichtshof führt in seinem eingangs zitierten aufhebenden
Erkenntnis aus: Im vorliegenden Fall, in dem die belangte
Behörde ihre Entscheidung auf § 6 Z 2 AsylG stützt, kann
nun der Glaubwürdig- keitsgehalt dieses (als auch des auf die Bedrohung durch
einen türkischen Polizisten bezog- enen) Vorbringens des Beschwerdeführers
(ebenso wie der in der Gegenschrift der belangten Behörde vert- retene
Standpunk, die vom Beschwerdeführer befürchtete Verfolgung entspringe seiner
schon fast krankhaften Vorstellungswelt) dahingestellt bleiben. Bei der
Prüfung, ob ein Fall des § 6 Z 2 AsylG vorliegt, ist
namlich von den Behauptungen des Asylwerbers auszugehen und auf deren Grundlage zu beurteilen, ob sich
diesem Vorbringen eine Verfolgung aus den in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Gebfer
Flüchtlingskonvention genan- nten Gründen entnehmen lasst. Fragen nach der
Glaubwürdigkeit der Angaben des Asylwerbers stellen sich bei Beurteilung des
Asylantrages nach § 6 Z 2 AsylG nicht (vgl: dazu das hg.
Erkenntnis vom 22. Mai 2001, ZI. 2000/ 01/0294).
Davon ausgehend kann der Ansicht der
belangten Behörde, die vom Beschwerdeführer behauptete Verfolg- ungsgefahr sei,
offensichtlich nicht, auf einen der in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Genfer
Flüchtling- skonvention genannten Gründe zurückzuführen, jedenfalls dann nicht
beigepflichtet werden, wenn man auch das eingangs erwahnte, mit der Einbringung
des Asylantrages erstattete Vorbiringen des Beschwerde- führers, er werde, von
einer politischen Gruppe namens graue Wölfe verfolgt, und von besagter Gruppe
wegen seiner (unterstellten) Zugehörigkeit zu Einer gegnerischen Partei
mit dem Leben bedroht, berücksichtigt (was allerdings sowohl das Bundesasylamt
als auch die belangte Behörde unbeachtet ließen). Das Beschwerdevorbringen erweist
sich aber auch insoweit zutreffend, als die Belangte Behörde angesichts des
Vorbringens des Beschwer- deführers verpflichtet gewesen ware, eine mündliche
Verhandlung durchzuführen. Zum erwanten, vom Beschwerdeführer mit der
Einbringung seines Asylantra- ges erstatteten Vorbringen über eine Verfolgung
durch eine politische Gruppe names, grauer Wolfe, hat das Bundesasylamt den
Beschwerdeführer nicht weiter befragt und darauf, wie erwahnt, in seinem
Bescheid, dessen Feststellungen und rechtliche Beurteilung die belangte Behörde
war daher schon von vornherein verwehrt, von der Durchführung der im Gesetz
vorgeschriebenen Berufungsverhandlung gemaß Art. II Abs. 2 Z 43a EGVG (wegen,
geklarten, Sachverhaltes) abzusehen (vgl. etwa hg. Erkenntnis vom 22. Nowember
2001, ZI. 98/20/0223). Schließlich durfte die belangte Behörde auch in
Anbetracht des (neuen) Vorbringens im Berufungsverfahren, das der
Beschwerdeführer durch Beweisanbote zu bescheinigen suchte, ihre Entschidung
nicht ohne Durchführung einer Verhandlung treffen (vgl. aus vielen etwa das hg.
Erkenntnis vom 19. April 2001, ZI. 99/20/0424).
Diese Ausführungen des
Verwaltungsgerichtshof, an die sich die Berufungsbehörde aus rechtlichen
Gründen gebunden fühlen muss, folgend ist aber schlüssig erkennbar, dass aus Konventionsgründen
Verfolgung beha- uptet wird.
5:3.§ 6 Z 3 leg. Cit. (das Vorbringen des
Asylwerbers zu einer Bedrohungssituation offensichtlich den Tatsachen nicht
entspricht) kommt nicht in Betracht. Schon die
beweiswürdigenden Ausführungen der Erstbehörde, die von der Glaubwürdigkeit des
Vorbrin- gens ausging (diesem aber die konventionsrechtliche Relevanz
absprach), vermögen den Spruch des angefochtenen Bescheides nicht zu tragen.
5:4.Ein Hinweis darauf, dass die berufende
Partei an der Feststellung des maßgeblichen Sachverhaltes trotz Aufforderung
nicht mitgewirkt habe, ergibt sich aus dem Akteninhalt nicht, sodass die
Anwendung des § 6 Z 4 leg. Cit. Ausscheidet.
5:5.Hinsichtlich des § 6 Z 5 leg. Cit. (sicherer
Herkun- ftsstaat) ist fest zu halten, dass die Anwendung diesen Norm eine
Prüfung der Verhaltnisse im Herkunftsstaat im Hinblick auf dessen politischen
Verhaltnisse, dessen Rechtsordnung und Rechtsumsetzung verlangt und diese
Prüfung ergeben muss, dass in dem betreffenden Staat eine Verfolgung Einzelner
nahezu ausgeschlossen ist (Rohrböck, Kommentar zum AsylG, 1999, Rz 304). Gemaß
den Schlussfolgerungen der für Einwanderun- gsfragen zustandigen Minister der
Mitgliedsstaaten der EG vom 30.11 und 1.12.1992 in London betreffend Lander, in
denen im Allgemeinen keine ernstliche Verfolgungs- gefahr besteht, sollten bei
der Bewertung eines Landes als sicherer Herkunftsstaat folgende Faktoren berücksichtigt werden. Frühere Flüchtlin- gszahlen
und Anerkennungsraten, die Achtung der Menschenrecht, demokratische
Einrichtungen und Stabilitat. Schon im Hinblichk auf das notorische Wissen über
das Herkunftsland der berufenden Partei kann nicht zwefelsfrei von einer
Achtung der Menschen- rechte auch in der Praxis oder von einer ausreichend
gefestigten politischen Situation, wie diese § 6 Z 5 leg.
Cit. Verlangt, gesprochen werden. Damit ergibt sich aber, dass schon die von
der Ersbehörde getroffenen Feststellungen den Spruch nicht zu tragen vermögen
6:Aus den angeführten Gründen entbehrt der
Antrag auf Asylgewahrung jedenfalls nicht eindeutig jeder Grundlage. Auf Grund
des Vorbringens der berufenden Partei kann eine asylrechtlich relevante
Verfolgung keinesfalls von vornherein ausgeschlossen werden. Da der Asylantrag
auch nicht aus anderen als von der Erstbehörde angenommenen Gründen
offensichtlich unbegründet ist war, spruchgemaß zu entscheiden
7:Unter Hinweis auf das bereits mehrfach
zitierte Erkenntnis vom 26.02.2002, Zahl 2000/20/0233-16 erscheint aus der
Sicht der Berufungsbehörde die Vornahme weiterer Ermittlungen unvermeidlich. In
Verbindung mit dem Erkenntnis des Verwaltungs- gerichtshofes vom 21.11.2002,
Zahl 2002/20/0315 sind solche weiteren Ermittlungen von der Erstbehörde
vorzunehmen. Die Annordnung des Gesetzgebers, dass das Bundesasylamt den
gesamten für die Entscheidung über den Asylantrag relevanten Sachverhalt zu
ermitteln hat, würde aber unterlaufen, wenn es wegen des Unterbleibens eines
Ermittlungs- verfahrens in erster Instanz zu einer Verlagerung nahezu des
gesamten Verfahrens vor die Berufungs- behörde kame und die Einrichtung von
zwei Entscheidungsinstanzen damit zur bloßen Formsache würde. Es ist nicht im
Sinne des Gesetzes, wenn die Berufungsbehörde, staat ihre (umfassende)
Kontrollbefugnis wahrnehmen zu können, jene Behörde ist, die erstmals den
entscheidungs- wesentlichen Sachverhalt ermittelt und einer Beurteilung
unterzieht (siehe VeGH vom 21.11.2002, Zahl 2002/20/0315).
Im Fortgesetzten Verfahren gemaß § 7 AsylG wird von der
Ersbehörde zu prüfen sein, ob dieser Asylantrag auch tatsachlich begründet oder
im Sinne der Judikatur des Verwaltungsgerichtshofes (siehe oben) schlicht unbegründet ist.
Rechtsmittelbelehrung
Gegen diese Bescheid ist kein ordentliches
Rechts- mittel zulassig.
Wien, am 07.April 2003, Mag. F.d.R.d.A.
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Takva dairesinde yaşamaya bak! 2
Bir âyette; takvâ dairesinde hareket edenler;
şeytanın vesveseleri veya mesajlarıyla karşı karşıya kaldı-
klarında derhal kendilerini yoklayıp, nerede hatâ ettiklerini düşünürler, şeytanın hilelerini fark eder ve gerekli
tedbiri alarak Allaha sığınırlar, 3 diye buyurulur.
Takvâ çizgisinden sapanlar ise, bundan mahrumdur- lar. Altyapıları olmadığından şeytan onları aldatıp vartalara düşürebilir. Meselenin bu yönünü Kurân, şeytanların kardeşlerine
gelince, şeytanlar onları
azgınlığa sürüklerler.
Sonra yakalarını hiç mi hiç
kurtaramazlar 4 şeklinde dikkate verir.
Allah sevgisi, yardımı ve koruması da ancak takvâ ile elde
edilebilir. Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir. 5
Müttakiler kendilerine şeytandan bir sinyal/mesaj iliştiğinde Allahı hatırlarlar ve hemen gözlerini açarlar.6
Kurân-ı Kerim, takvâyı üç mertebesiyle zikretmiştir. Birincisi, şirki terk, ikincisi, maasiyi/günahı, isyanı terk, üçüncüsü, masivaullahı/Allahtan gayrısını terk etmektir. Temizlik ise hasenat/iyilik, sevap, güzellik ile olur.
Hasenat (iyilik, ibadet, güzellik) de ya kalble olur veya kalıp ve bedenle olur veyahut malla olur. Kalbî amelin (ibâdetin) güneşi, imândır. Bedenî
amellerin/ibâdetlerin fihristesi, namazdır. Mâlî ibâdetlerin kutbu, zekâttır.7 İnsan taşkınlık ve azgınlıktan
ancak takvâ yörüngesinde bulunursa kurtulabilir. Çünkü, İnsandaki şehvet gücünü meşrû çizgiye takvâ çeker. Bediüzzaman bu
noktayı da şöyle aydınlatır. Kuvve-i şeheviye
(yeme-içme, uyuma, gezme, konuşma ve cinsi her türlü şehvet) ile arzda fesat meydana gelir. Gadap gücünün tecavüzüyle de
cinayet ve savaşlar olur. Halbuki arz, takva üzerine
tesis edilmiş bir mescid hükmündedir.8
Ebedî yolculukta da en mükemmel binek takvâdır. İnsan, mezara, haşre/diriliş meydanına, ebede olan yolcu- luğunda amele (ibadete) takvâ kuvvetine göre o uzun yolu farklı derecelerde alır. Bir kısım takvâ sahipleri, şimşek gibi; bin senelik yolu bir günde keser.
Bir kısmı da, hayal gibi,
elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat eder. 9 Dini
görevleri/farzları bilen ve işleyen ve kebâiri (büyük günahları) terk ve
günahları işlememek için
nefis ve şeytanla mücâhede eden takva üzere ibadet
etmesi gerektiği âyetle ortaya konma- ktadır.
Ey İnsanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan rabbinize
ibadet ediniz ki, takva mertebesine vasıl olasınız. Ve yine rabbinize ibadet ediniz ki, arzı size döşek, semayı
binanıza dam yapmış ve
semadan suları indirmiş ki,
sizlere rızık olmak üzere
yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın.
Öyleyse, Allaha misil ve şerik
yapmayınız. Bilirsiniz ki,
Allahtan başka mabud ve Halıkınız yoktur.10
Dipnotlar: 3- Mehmet Şeker, Yeni Ümit, Ocak-Şubat-Mart, 2003, s. 65; 4-Kurân, Arâf, s. 202; 5- Agk, Nahl, 128; 6- Aek, Araf,
201; 7- İşârâtül-İcâz, s. 45; 8-Age, s. 252; 9- Sözler, s. 27; 10- Kurân, Bakara, 21-22 04.07.2003 E.fersadoglu@hotmail.com
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
İslâm şiddeti reddeder
Mısırdaki
El Ezher Medresesinin büyük şeyhi
Muhammed Seyid Tantavi, İslâm ülkelerinin
kendileriyle barış isteyen İnsanlara kollarını
bütün kalpleriyle açmaları ve masumlara karşı
şiddeti reddetmeleri gerektiğini
söyledi.
Tantavi, dün Malezyada devam eden uluslararası bir konferansta yaptığı konuşmada, İslam ülkelerinin kendiler- iyle barış isteyen İnsanlara kollarını bütün kalpleriyle açmaları ve masumlara karşı şiddeti
reddetmeleri gerektiğini söyledi. Tantavi, Uygarlıklar arası
çatışma fikrini kabul etmiyo- rum dedi. 34 ülkeden 800 delegenin katıldığı konferansın diğer
konuşmacılarından Lübnandaki bir İslâmi vakfın başkanı olan Şeyh Hüsam Karagirah da İslâm dininin adının,
hilekarlıkla İslâmın sloganları
altına saklanan ve İslamla hiçbir şekilde ilgisi olmayan fikirleri
savunan aşırılar tarafından lekelendiğini
belirtti. Karagirah, delegelere dağıtılan bildiri metninde, aşırılık yanlılarının İslamı yaymak için kullanılan kanallara girmesinin
engellenmesinin zorunlu olduğunu kaydederek, Kitapları
yasaklanmalı ve camilerin, okulların üniversitelerin ve kütüphanelerin raflarından kaldırılmalı dedi. Putrajaya.12.07.2003
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Namaz kaç vakittir?
Geçenlerde; Prof. Dr. Sayın Süleyman Ateş'in İsrâ Sûresi 78. ve Hûd Sûresi 114.
ayetleri delil göstererek namazın 5 değil, 3 vakit olduğunu söylediği bazı gazetelerde yer aldı.
Konuyu kısaca ele alalım: Kurtubî, Hûd
114. ayetin, bilinen farz namazlara işaret ettiğine ilişkin tek bir müfessirin bile farklı görüşte olmadığını kaydeder. Daha sonra da, ayetin hangi kısmının hangi namaza
işaret ettiğini belirtir. İbn Kesîr, İsra 78. âyetin tefsirinde şöyle der.
Hz. Peygamber'in, bu
vakitlerin detaylarına ilişkin
söz ve uygulamalarından meydana gelen sünneti
tevatürle, kesin olarak sabit olmuştur. Bunlar, İslam ümmetinin şu anda uyguladıkları şekildedir. Bunu kuşaktan kuşağa, asırdan asra böylece öğrenip uygulaya gelmişlerdir. Konu, ilgili yerlerde izah edilmiştir. Kurtubî de bu ayetin, müfessirlerin görüş
birliğiyle farz namazlara işaret ettiğini kaydeder. İbn Atiyye'den naklen de, ayetin hangi kısmının hangi namazlara işaret ettiğini belirtir.
Buna göre, ayette geçen dülûkü'ş-şems=güneşin tam
tepeden kaymasının başlangıcı, zeval (öğle vaktinin girişi); sonu ise, gün batımıdır. Hepsi
'dülûk' kapsamına girer. Dolayısıyla öğle, ikindi
ve akşam namazlarına işarettir. Akşam namazının 'gaseku'l-leyl' deyimine dahil edilmesi de
mümkündür. Kur'anu'l-fecr
deyiminin ise, sabah namazını ifade ettiği açıktır. Namazlara ve ayrıca
orta namaza devam edin (2/238) mlindeki âyette namazlar anlamındaki salâvat kelimesi çoğuldur.
Arapça'da çoğul üçten başlar.
İki ye tesniye denir ve iki namaz sözü salateyn
şeklinde söylenir. Demek ki, ayetteki salavat sözünden en az üç namaz anlaşılır. Ayrıca bir de aynı ayette orta namaz var. Orta namaz, namazlar ifadesine dahil olmadığı gibi, her
iki yanında eşit sayı bulunmadığı için, üç namazın arasında yer alacak bir namaza orta namaz denilmesi de mümkün değildir. O halde, ayetteki salavat kelimesi, en az dört namazı ifade eder. Orta
namaz buna eklendiğinde beş
vakit namaz ortaya çıkar. Orta namazın ikindi namazı olduğu bazı hadislerde açıklanmıştır.
Hz. Cebrail, Kabe'nin yanında namaz vakitlerini
göstermek için iki gün Peygamberimize imam olarak namaz kıldırmıştır (Tirmizî, no: 138). Peygamberimiz de, namazların vakitlerini başlangıç ve bitişleriyle bir bir tarif edip açıklamıştır
(Müslim, no: 965, 666, 971; Tirmizî, no: 139; Nesâî, no: 521) Adiy bin Hatem,
ilk defa Hz. Peygamber'in yanına geldiğinde, ona (!) İslam'ı anlattığını, namazı ve her birini hangi vakitte kılacağını tarif
ettiğini söyler... (Ahmed, Müsned, no: 17546). Namazların belirtilen bu vakitlerde, hatta bunların başlarında kılmanın fazilet ve önemine ilişkin onlarca hadis
mevcuttur Buharî, Namazı
vaktinde kılmanın fazileti diye bir bölüm açmıştır.
Peygamberimiz, hangi amelin daha faziletli
olduğunu soran birine, Vaktinde kılınan
namaz diye cevap vermiş,
(Buharî, no: 6980; Müslim, no: 120) Namazı vaktinde kılmayan yöneticilere yetişirse ne yapmayı tavsiye ettiğini soran birine, Sen namazı vaktinde kıl, öyleleriyle kılacağın namaz nafile olsun, demiştir (Müslim, no: 1027) Ebu Zer de,
dostu Hz. Peygamber'in, namazı vaktinde kılmasını kendisine
tavsiye ettiğini belirtir (Müslim, no: 1029).
Bir defasında Hz. Peygamber, bazı
sahabilerine, rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz? Şöyle buyurdu: 'Kim
namazları vaktinde kılar,
onları titizlikle gözetir ve önemsemezlik ederek kaçırmazsa kendisini cennete koymak konusunda üzerimde bir sözü vardır. Böyle yapmayana ise verdiğim bir söz
yoktur; dilersem azap eder, dilersem af ederim' (Ahmed,
Müsned, no: 17430)
Kur'an'ın tefsirlerde detaylıca anlatılan işaretlerine, bunca hadisi şeriflere, alimlerin konuya ilişkin sözbirliğine, ümmetin 1400 yıllık uygulamasına
rağmen hâlâ, namazın beş vakit olmadığı ileri sürülebilir
mi? Hadisler, CD'den bulunduğu için, kaynak adı ve sıra numarasıyla
verilmiştir. Abdulaziz Hatip
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
Esselamu Aleyküm
Wien,
13.07.2003
Sevgili Abdulaziz Hatip Bey ağbey, Allah(c.c) razı olsun, Namazı tereddüte mehal bırakmayacak şekilde açıklamışsınız. Allah(c.c) kaleminiz ve yüreğinizi bu
yönde hertürlü entrika ve tefrikaya karşı üstün
eylesin. Sevgili Ağbey, her türlü huzur ve rahmetin
kaynağı namaz ile başlar.
Bölgelerin üzerinde dolaşan musibet ve sıkıntıların kaynağıda, hertürlü huzur ve rahmetin
karynağı namaz ile başlayan
ibadetlerin zayıf olmasındandır. Allah(c.c) emanet olunuz. Hacı Bayazıt
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11
Çok Muhterem Hacı Bey, değerlendirmelerinizi her zaman bekliyorum. Selam ve başarı dileklerimle. Allah'a emanet olun. Doç. Dr. Abdulaziz Hatip
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12
Bismillahir Rahmanir Rahim
Allahın selamı, bereketi, rahmeti
üzerinize olsun. Sevgili Peygamberimize Salati selam olsun. Onun Ashabı ve Ehli Beytine Selam
olsun. Onların izini takıb
eden Allah(c.c) dostlarına, evliyasına, embiyasına, velilerine, mücedditlerine,
müctehitlerine, imamlarına selam olsun. Allah(c.c)
sevdiklerinin sevgisini muhabbetini cümle alem üzerine indirip, kullarının üzerindeki gaflet perdelerini kaldırıp rahmet kapılarını açsın.
Sevgili Mustafa Kaplan bey, Allah(c.c) Vakit camiasından
razı olsun. Sevgili Ağabey,
zaman zaman Saidi Nursiden bahsediyorsunuz. Saidi Nursinın eserleri ışığı yansıtan aynadır... yalnız geçen sene sonlara doğru olabilir; Allah(c.c) sizden razı olsun
Saidi Nursi ile ilgili yazıların birisinde duvar...
göründü; ışığı yansıtan ayna... duvarın
üzerindedir.
Demem şudur; Saidi Nursi ile Necip Fazıl Kısakürekin yazılarını anlamak için
dinin beli ve omurgası maneviyatın insan yaşamında
yerini görmek gerekir.
İslam. Allahın kullarına dünya ve ahiret huzuru için seçtiği hayat nizamıdır.
Maneviyat dinin beli ve omurgası Allaha kulluk derecesine uyulması gereken halleridir. 1: İslamın
manevi müesseseleri ve kalbi. 2:Nefsin nefsi emmarenin şeytanın
isteklerinden kurtulup kalbin gafletten uyanması. 3: İslam dairesi içerisinde maneviyat derecesinin usül ve sebepleri. 4:İslamın ana esası
Kuran ve Ehli Beyt ile sünnetin yaşanarak takibi. 5:Kulun manen ve zahiren (günah) korunduğu manevi ve fikri bina. 6:Binanın oluşup kulun korunması için her türlü zararlı ve şüpheliden, ırkçılık, manevi bölücülük, dinin siyaset ve
menfaate aleti ile aşırı müzik ve eğlenceden, tabanı, her türlü haram ve şüpheliden de içeriyi, temizlemek. 7:Bu usuller ile insanların Allahdan rahmet, bereket ve huzur gelecek
haller için hazırlanmasıdır.
Sevgili Ağabey, Allah(c.c) alemleri dua din ahlak maneviyat ve doğruluk adalet üzerine bina etmiştir. Meseleyi bunlar etrafında toparlayınca her şey anlaşılır.
N.Fazıl Kısakürek, Hüseyin Üzmez
beye demiş; Atatürkün yerine
ben olsam, bende tarikat, tekke ve zaviyeleri kapatırdım!
İstanbul Darulacezede melun şeytan
birkaç kişiyi hasta eder... ve hemen gidip devlet erkanına telkin eder. Bu hastalığın
tedavisi tasavvuf müzüğü; diye. Böylece Hacı Arif Beyler, Dede efendiler, dinin beli ve omurgası maneviyata tasavvufa müzüğü sokup bünyeyi yumuşatıp devletin yıkılmasının manevi sebeplerini hazırlar. Maneviyat, siyaset ve iktidarın altına düşerse insanlar ufuktan dönüp yolu şaşırır. Bundan dolayı olsa gerek... Ulu Hakan ikinci Abdülhamit Hanın Hal Fetvasını Elmalı Hamdi Yazır
hazırlamış.
Sevgili Agabey iktidarda bulunan ittihat ve terakki fırkası Devleti birinci Dünya savaşının dışında tutmanın mümkün
olmadığın yapılan istihbarat sonucu anlayıp askerin Rusyaya karşı ezeli husumeti olduğundan dolayı, Alman cephesinde olmanın avantajlı olacağına karar verir. Enver Paşa Cepheden karısı Naciye Sultana Mektup yazar...
Hanım sakın, Devletin vermiş olduğu kışlık yardımı alma, aylığımızla
idare et der. Paşadaki vatanperliğin fedakarlığın derecesi acaba kaç tane muafazarkarda
var... ama Paşa sanıyorki kışlık yardımı almayınca devlet kurtulacak! Murat Bardakçı,
Hürriyet gazetesinde Naciye Sultanın resmini 1997 de
yayınladı; Naciye Sultanın başı açık...
aslında açık
olan onun değil, devletin başı...
Cinlere fetva veren şeyh İbni Kemal talebesi Ebu Suud efendi düzme belgeler ile baba, kardeş, torun katline -dini yırtıp- fetva verince; devleti muafaza eden
merhamet ve marifet örtüsü kalkmaya başlamış... Bundan dolayı olsa gerek Paşanın gafleti ile 90
bin asker cephede donar.
Ağabey Rusya ve İngiltere yıkılışın
zahiri sebebidir. Maneviyat dinin beli ve omurgası Allaha ulaşan rahmet
kapısıdır. Devletin iki dayanağından ilki; din adamları ile ile bu müesseseler
tahrip edilip bir tarafı yamulunca diğer taraf üzerine geliyor.
Bu insanlar bertaraf edilmeden; olayların oluş sebepleri anlaşılmadan sıkıntılar kalkmaz. Allah(c.c) bunlara din hırsızları deyip savaş açıyor... bunların gizliliklerini meydana çıkartan Allaha hamdü senalar olsun... bu insanlar ile - aramızı Hak ve hukuk yolu ile ayıran - Allaha hamdü senalar olsun. Hacı Bayazıt Wien, 21.07.2003
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13
Maddî liderlerin mânevî dayanakları
Münevver Ayaşlı bir makalesinde der ki: Mânevî ve gizli kuvvet ve münasebetlerin, surî ve batınî iktidarların beraber yürüdüğünü görmemek, her ne kadar kuvvetli olursa olsun sûrî bir sultanın, mânevî bir sultanın himmetine muhtaç olduğuna inanmamak veya inkâr etmek olmaz. Bir devlet
adamı ile bir velînin hiçbir dünyevî münasebeti
olmasa, hatta yüzyüze gelmemiş olsalar, hatta başka asırlarda dahi yaşamış olsalar bile aralarında bir rabıta kurmak mümkün olabilir.
Fakat, bir iktidarın, bir devlet adamının, hatta hatta kuvvetli, kudretli, şevketli
bir padişah bile, bir lokma, bir hırkaya kanaat getiren bir velî himmetine muhtaçtır. Eğer, bir devlet başkanı, bir velînin himayesi altında ise hayır işler,
yok değil ise şer işler1 Maddiyat dünyasının olduğu gibi mâneviyat dünyasının da kendine has yönetimi, esas ve kuralları vardır. Kendine göre mânevî başkanı, bakanları
bulunur. Ruh ve beden misali bağlantıları vardır her iki
âlemin. Celâleddin Suyutî gibi uyanıkken 70 defa
Peygamberimizle (s.a.a) sohbet edecek derecede mânen mesafe kateden, sadık rüyalarla kendilerine yol
gösterilen, tehlikelere karşı uyarılan, zaman zaman aldıkları talimat- larla büyük felâketlerin önüne geçen nice İslâm büyüğü vardır.
Durum, makam ve mertebelerine göre mânevî âlemle diyaloğa geçen bu mâneviyat ehli oradan aldıkları
ışıkla, mânevî talimatlarla maddî liderlere yol
gösterirler
Maddî liderler böyle zatlardan güç, kuvvet aldıkları, sırtlarını onlara
dayadıkları ölçüde başarılı olur, rahat
ederler. İşte bu büyüklerden biri de önceki iki
makalemizde işlediğimiz,
çok iyi bir mânevî eğitimden geçen Emir Sultan dır. Emir Külâlın
oğlu, asıl adı Muhammed Şemseddin ve Ehli Beytten olan Emir Sultan çocukluğunda ciddî
temel bir eğitimden geçmiş,
babasının vefatından sonra gördüğü bir rüya üzerine Medineye gitmişti. Talimat yüklü asıl rüyayı ise orada görür. Rüyasında efendimizle (s.a.a) Hz. Ali (r.a) yanyanadırlar. Emir Sultan ise kemali edeble karşılarında diz çöküp
oturur, dinlemeye başlar.
Hz. Ali (r.a) der ki: Diyar-ı Ruma gidecek,
soyundan olduğun Hz. Muhammedin
âdabını, Sünneti Seniyyesini takva dairesinde Müslümanlara öğreteceksin! Rüyada, bunun işareti olarak önünde üç kandilin ışık
vereceği, gözden kaybolduğu
yerde yerleşeceği ve orada
defnedileceği bildirilir. Evliya Çelebinin naklettiğine göre Emir Sultan kalabalık bir İnsan grubuyla Anadolu içlerine kadar
ilerler, kandilleri Bursada sönünce orayı yurt edinir ve hizmetini orada sürdürmeye başlar. Tarihler 1389u göstermektedir ve Emir Sultan
henüz yirmi bir yaşında bıyıkları yeni
terlemekte olan bir delikanlıdır. Evet, bu delikanlı mâneviyatıyla kuruluşunu tamamlamak üzere olan Osmanlının güzel mayası
olacaktır. Sabah Gazetesi, 4.10.1969.-23.07.2003 sdogen99@ttnet.net.tr
2.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.14
Hacı Bayazıt
Wien,27.08.2003
Marien Gasse 8/1/6, 1170 Wien
An das
11
R 86/03b
für das Oberlandesgericht Wien
der Republik Österreich zustandige Berufungs-
bzw.
Rechtsmittelgericht
Betrifft: Rechtsmittel gegen die Rückweisung
des Rekurses zu 11 R 86/03b durch das Oberlandesgericht Wien, mit der
Begründung, der ordentliche Revisions- rekurs sei nicht zulassig.
Nedenler
Wien,18.09.2002 beim LG für ZRS Wiende yapılmış olan Mahkemeye zaman içerisinde
itiraz ettim. Davanın manevi, içtimai ve iktisadi
boyutları ile birlikte ele alınıp, davacı olduğum insanların, Mahkemeler
vasıtası ile deşifre edilerek, ...diğer
insanların uyarılması amacı ile.
25.4.2001 olabilir. Wien
1160 Baumgartnerhöhe hastanesinden geliyordum,
- hafif yağmur yağıyordu;
Yarabbil Alemin, bu şeytanlar ile davacı olduğum
insanlar ne yapayım diye düşünüyordum...
- Birden Yağmur hızlandı tekrar yavaşladı.
- O anda, Semadan Bir Nida Geldi... Biz
rahmetimiz ile Temizleriz diye.
15.02.2003, AMS Sosyal yardım antrağını yeniler iken, memur
hanım işlemi eksik yapmış... 03.2003 Para gelmedi. Bunu için AMSye gidip
sordum?
Memur değişmiş;
başka
bayan memur vardı... bir yanlışlık olduğunu
düzelteceklerini söyledi. Baktım,
Memurun yanında bir zarf var
üzerinde şeytanın ismi (Bayram Altaş
Süleymancı hoca) yazılı. Zarfin üzerindeki isim erkek olup; sağ ayak oğlanı kısmı temsil ediyor. Eli fitne ve fiziki harekat kısmını ise tarih,
11. 06. 2003 Sachwalterschaftin kaldırılması antrağında belirtilmiş şekilde M.Cemil Şahin ve ikinci bir şahıs temsil ediyor. Dinin siyaset ve menfate aletini
temsilen, dişi şeytanı Melek, M.C Şahinin karısı temsil
ediyor. M.C Şahin tarih,
27.01.1995 Landesgerich Eisenstadtda görüşme salonunda söylemişti. Karısı Melek Şahinin Şeytanlar ile irtibatlı olduğunu öğrenmiş; iki kardeş kafa
kafaya verdik, Melekin kafasını kopartacaktık, ama bu işte, parada olduğunu söylediler, onun için bu
işi kabul ettiğini. Vekalet verirsem çıkana kadar işlerimi de takip edeceğini söylemişti. Hanımın işlerimi takip edemeyeceğinden dolayı ve M.C. Şahinin, O
anda ne demek istediğini anlamadığımdan dolayı Vekalet
verdim.
1:M.C. Sahin 27.01.1995 insani vadlerinden
dolayı almış olduğu vekaleti su istiamal ederek, Bayazıt Backwaren Ges.M.B.H de bulunan 10% hissemi kendi üzerine geçirmesi
ile birlikte 1994 sene sonuna kadar tarafıma ödenmesi
gereken Ös,700.000-. M.C Şahinin
üzerine geçmiş bulunuyor. M.C Şahin bundan dolayı, tarih 25.10.1995 Çocuklarımıda fırının üzerinde ayrı
bulunan evimden uzaklaştırıp; 1997 tarihine kadar diğerleri ile birlikte
fırını menfaatleri doğrultusunda işletmiştir.
2: M.C Şahin den istediğim üzerine
geçirmiş olduğu 10% hisse
bedeli ve alacağım olan Ös,700.000-.
3: M.C Şahin 27.01.1995 tarihinde bulunmuş olduğu İnsani
vadlerine sadık kalsa, 10% hissemi kendi üzerine
geçirmez vekaleten devam ederdi. Ayrıca, iki defa
Avukat ve LG für ZRS bildirdim, hangi müşteriden ne
kadar para aldıklarını. Sachwalterin kalkması
için Bezirksgeriht Hernalse tarih, 27.05. 2003 antrag
verdim. Bezirks Gericht Hernalsin, tarih 27.06.2003 red
kararına; tarih,14.07.2003 etmiş olduğum itiraz ile Dosyanın üst Mahkeme tarafınca sonuçlanmasını beklemekteyim. Üst Mahkeme tarafından; Sachwalter ile ilgim olmadığından dolayı, Wien, 29.11.2002 LG für ZRS
Wien yapılmış olan
yasal itiraz hakkımın
muafaza edilip; Hak ve hukukumun teminini talep ediyorum. Hacı Bayazıt
3.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Dalâleti satın aldılar
Nasîhatlerin kıymetlisi, özü, Allah adamları ile buluşmak, onlarla birlikte bulunmaktır. Allah adamı olmak ve islâmiyete yapışmakda müslümanların çeşitli fırkaları arasında, kurtuluş fırkası olduğu müjdelenmiş
olan, Hz Payamberin izinde Velayetin
takipcisi cemaatin doğru yoluna sarılmağa bağlıdır.
Bu büyüklerin yolunda gitmedikçe kurtuluş olamaz. Bunların anladıklarına
tâbi olmadıkça, saadete kavuşulamaz. Bu büyüklerin doğru yolundan hardal
tanesi kadar, pek az ayrılmış olan bir kimse ile arkadaşlık etmeği, öldürücü zehir bilmelidir. Onunla konuşmağı, yılan sokması
gibi korkunç görmelidir
Allah(c.c) korkmayan din
adamları, hangi ırkdan
olursa olsun, zındıktırlar. Bunlarla konuşmaktan, arkadaşlık
etmekten, kitaplarını
okumaktan sakın- malıdır: Dinde hâsıl olan
bütün fitneler ve azılı din
düşmanlığı, hep
böyle zındıkların bıraktıkları kötülüktür. Bunlar, dünyalık ele gecirmek için, Dinin yıkılmasına yardım ettiler. Bekara sûresinin onaltıncı âyeti kerîmesinde meâlen, Hidâyeti
vererek, dalâleti satın aldılar. Bu alış verişlerinde bir şey kazanama- dılar. Doğru yolu bulamadılar buyuruldu. Bu âyeti
kerîme, bunları bildirmektedir. İblîsin rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi
aldatmakla uğraşmadığını gören bir zât, (Niçin İnsanları aldatmıyorsun,
boş oturuyor- sun?) deyince, (Bu zamanın kötü din adamları, benim işimi çok güzel yapıyorlar, İnsanları aldatmak için bana iş bırakmıyorlar)
demiştir. Kötü kimselerle arkadaşlıktan, bunların
kitaplarını okumaktan kaçınmasını tekrâr
tekrâr bildirmekten usanmamalıyız. Çünkü, işin temeli bu ikisidir. Mehmet
Oruç 01.09.2003
3.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Lâvlardan parçalar...
Yazar kardeşimiz Mustafa Çelik, beyninin hamûlesinden damlatmış. Şeyhine, efendisine, ağasına, politik partisine güvenerek Allahu
Teâlâya kulluğu ihmal eden,
ahirette bunların kendisini kurtaracaklarına inanmış olanlar, kutsal duygu
ticaretinin mağdurları;
onları buna ikna edenler ise, kutsal duygu ticaretini
yapanlardır. Vakit, 12.08.2003
Var mı bugünün dünyasında
böyleleri? Yoksa zebil mi? efendi delikanlı
medreseye çöreklenmiş, kendisine şerî bir mesele anlatıyorum;
Ben ağabeylerimden böyle
görmedim! diyor! Aklını ağabeyisinin cebine koymuş, o cebi de edille-i şeriyenin üzerine çıkarmış farkında değil...
efendi bir başka delikanlı
da Avrupa diyarında bir tekkede halîfe olmuş, boy resmi çektirmiş bir şeyhe râbıta yapma günahını ibadet diye telkîn ediyor, kendisine şerîatın hükmü hatırlatılınca da; Bizim şeyhimiz kutuptur, her şeyi iyi bilir! diyor! Aklını şeyhinin cebine koymuş, o cebi de edille-i şeriyenin üzerine çıkarmış farkında değil.
Partisinin liderini Mehdî ilân
edenleri ise zaten biliyorsunuz. Korkunç bir din pazarı açılmış,
seksen senedir dinden uzaklaşarak cahil bırakılmış
kitlelerin mukaddes hisleri alabildiğine sömürülüyor.
Sünnete göre abdest almasını bilmeyen cühelânın etrafında yığınlar birikiyor, Kuran dellâllarına selâm veren bile yok.
Çelik haykırıp duruyor. Dindar kitleleri kolayca kandırabilmek ve gütmek için kişisel çıkarlarını ve şahsî ihtiraslarını
din kisvesine büründürenler, kutsal duygu ticareti yapanlardır. Vâkıa bundan ibaret.
Dünyanın legal perdesinde dinden hoşlanmayan zümrenin din istismârı, illegal
yönünde ise dindar geçinenlerin din ticareti; adımınızı nereye atacağınızı şaşırıyorsunuz.
Mustafa Çelik ise ağzından lâv akıtmaya devam ediyor. Kuran-ı Kerimin şahısların ve grupların yanlışlarına, sosyal ve siyasal sistemlerin
cinayetlerine, idarecilerin de bâtıl ve âtıl icraatlarına kılıf hazırlayan bir vesika olarak anlaşılması için çaba sarf eden hocalar, şeyhler, liderler, profesörler, doç. ve dr.lar,
kutsal duygu ticareti yaparak geçimlerini temin eden yürek mahkûmlarıdır. Şu kelimeler
daktilonun tuşlarına
beynimden inerken, lâvların harareti rahatsız ediyor. Parmaklarım tutuşabilir. Keşke ciddî bir kıvılcım atsa da
bütün sahtekârların cübbesini tutuştursa; belki ancak böyle bir yangından sonra
pazar yerine sükûnet gelebilir.
Mehdî aleyhisselâmın çok hoca kafası koleksiyonu yapma haberi de bu
yüzden midir dersiniz? Mustafa Kaplan 05.09.03
3.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Kilise müziği ve tasavvuf müziği!
Dün, Sirkeci Hoca Paşa Camii avlusunda, Regaib
Kandil kutlamaları çerçevesinde, kadın erkek karışık müzisyenler tarafından tasavvuf müziği konseri verilmesi rezaletinden bahsetmiştim.
Bugün de, tasavvuf müziğinin dinimizdeki yerinden
bahsetmek istiyorum. Asırlardır kandil geceleri, Kuranı kerim okunarak, namaz kılınarak, mevlid okunarak, fakir fukara sevindirilerek ihya edilirdi. Artık bunlar geride kalacakmış. Batı ile her konuda diyalog
kuruyoruz ya, dinler arası hoşgörü tesis ediyoruz ya, bunun için onlara dini açıdan da benzememiz, uyum içinde olmamız lazımmış. Mademki onlar kilisede, ibadet
olarak Kilise Müziği çalıyorlar, bizim de, aynı gaye ile Tasavvuf Müziği çalmamız gerekiyormuş. Bundan böyle, kandil geceleri böyle kutlanacakmış! Daha önce de, ilahiyatçı bir profesör yazısında, Camilerde, resim sergileri açılmalı, klasik müzik, tasavvuf müziği konserleri verilmelidir. Yirmi birinci yüz yılda yaşıyoruz, dinde de değişim şart. Bunun
için Kuran felsefeleşmeli, Kuran tefsirleri yeniden gözden geçirilmeli, zamana göre yeniden yorumlan-
malıdır. Ben Londrada kilisede, felsefe konuşmaları, Beethoven ve Mozarttan örnekler dinledim. Resim
sergileri izledim. Kilisede olanlar, camide de olmalıdır diyordu. Bütün bunlar, dinde reform yapılarak İslamiyetin protestanlaştırılması, Kiliseye benzetilmesi gayretleridir. Halbuki müziğin her çeşidi Hıristiyanlık da dahil bütün dinlerde yasaktı: Hıristiyanlık gibi bozulmuş, aslından uzaklaşmış dinlerde, Ruhlar beslenmediği için, müziğe yöneldi; nefse hoşgelmesi Ruhani tesir sanıldı: ...İncilin yasakladığı müziği, papazlar, Hıristiyanlığa soktu. Bu şekilde Kilise cazib hale
getirilmeye çalışıldı. Batıdaki müzik,
Kilise Müziğinden doğdu.
Bugün yeryüzünü kaplayan bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik ibadet hâlini almıştır. Müzikle, nefsler keyiflenmekte, şehvânî duygular rahat bulmakta, ruhun gıdası olan ibadetler unutulmakta, İnsanları, alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmakta, böylece çok kimsenin ebedî
saadetten mahrum kalmasına sebep olmaktadır
Dinimiz İnsanları bu felaketten korumuştur. Eğer müzik dine girerse, bu dinin gerçek
İslamiyetle bir ilgisinin kalmadığını anlamalıdır. Aletsiz, çalgısız
nağmeli sese teganni denir. Alet ile, çalgı ile birlikte olan İnsan sesine gına yani müzik denir. Gına haramdır. Gına ve teganni hakkında hadisi şeriflerde
buyuruldu ki: İlk teganni eden şeytandır. (Taberânî) Gına, suyun sebzeyi yeşertmesi gibi kalpte
nifak hasıl eder. (Beyhekî)
Dinimde Tasavvuf Müziği diye bir şey yoktur: Müzik,
azgın nefsin gıdası, Ruhun zehiridir. İslâmiyetten ve
tasavvuftan haberi olmayan kimseler, dini, dünya kazançlarına alet edip tasavvufa, hatta ibâdetlere, mistik bir hareket olarak
müzik sokmuşlardır. Müzik
ile, ney ile ilgileri olmamasına rağmen, Mevlana hazretleri gibi tasavvuf büyüklerini de kendilerine alet
etmişlerdir.
Kitab-ül-kıraredeki hadisi şerifte, kıyamet
alametleri sayılırken, Kuran-ı kerim
mizmardan, yani çalgı aletlerinden okunur. Tecvid
ile, güzel okuyanları, dine uyan hafızları dinlemeyip, musiki ile şarkı gibi okuyanları dinlerler buyuruluyor. (Tergib-üs-salât) İlahileri, mevlidi, salevatı şerifeleri,
çalgı ile, ney çalarak okumak tehlikeli bidattir. İnsanın
dinden çıkmasına sebep
olur.
Resulullah efendimiz, geldiği bir evde, küçük kızlar def çalıp şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı bırakıp, Resulullahı def çalarak övmeye başladılar. Benden bu şekilde bahsetmeyin! Beni övmek (mevlid, ilahi) ibâdettir. Eğlence, oyun arasında ibâdet caiz değildir buyurdu. (Kimyai saadet) Dinimize göre,
müzik ile ibadet, necasetin, idrarın zemzem ile karıştırılması gibidir
Dolayısıyla, samimi bir Müslümanın yapacağı iş değildir. Bu
tür teşebbüsler, dine Hıristiyanların ibadetlerini sokarak islamiyeti bozmak isteyen sinsi düşmanların, art niyetli kimselerin işidir. Mehmet
Oruç 06.09.2003
3.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Hacı Bayazıt
Wien,16.09.2003
Repuplik
Österreich
Gz:00 01.427-BAW
Bundesasylamt Landstraßer Hauptstraße 171
Konu: İltica dairesine verilmiş belgelerden bir özet...
Hukuki alanlarda açılmış bu dava; alanı insanların vicdan olan
dinin beli ve omurgası tarikat
çalışması ve
tarihidir. Bundan dolayı dini
siyaset ve menfaate alet edip her türlü kaos ve anarşinin zahiri sebeplerini hazırlayan insanlar
tarih,11.08.2003 Mehmet Oruç beye yazılmış şekilde manevi mücadele ile açığa çıkarıldıkları için bana ve
aileme düşman oldular. Yıllardır insanlar bu olayların meydana çıkarılmasnı beklemiş; şeytanda bu arada boş durmamış; insanları aldatarak tarih, 30.06.2003 Prof.Yaşar Nuri
Öztürk beye yazıılmış şekilde dini tahrib ederek
kendisine yardımcılar
edinmiş.
Bu insanlar haya perdesini yırtıp şeytana manevi bünyede yer edindirmiş. Bundan dolayı şeytan tavandaki kalasda tahribat meydana getirmiş
kalasda ki tahribat Tarih, 07. 09. 2003
Prof. Y.N. Öztürk beyin yazdığı. ABDli Prof. Hepimiz bilmekteyiz ki, havanın zehirlenmesi ozonu delmiş ve bu delik,
Stephen Hawking'in deyimiyle Amerika kıtasının üç katı bir
büyüklüğü ulaşmıştır. Bu delik yüzünden dünya bir radyasyon ve
ültraviyole yağmurun tehdidi altındadır. Bizzat Hawking,
bu olumsuz gelişmenin bir kıyamet alameti olduğunu söylemektedir.
Tavan Kainat; Tavandaki kalasda Ozan tabakasıdır. Din Adamları dünyalarını yamamak için dini yırtıp Allahın korkusu ve haya perdelerini tahrib
eder ise alemin düzeni sosyal ve iktisaden, Ozan tabakasını delecek şekilde
gelişir, dünya üzerine müsübet olarak yağar.
Eylül veya Ekim 2002 olabilir; Allah(c.c) -
kemer ile vurdurup - tavandaki kalasda yer edinmiş olan şeytanları
dağıttırdı.
Bu olaydan sonra tarih, 15.06.2002
Bezirksgericht Hernals Sachwalterschaftssach için yazılmış yazılarda belirtilen gurupları temsilen birisi Tevrat hoca Nakş tarikatçı, küçüğü Fetullahcı, büyüğü Milli Görüşçü iki kardeş ile 1150 Wien Löhrgassede bulunan Cami'de
Akşam namazında bulunduk. Tevrad hoca arnavutca yazılmış bir dini
kitap getirdi... Kitabı inceledik; ben alıp yüksek
bir yere koydum, hürmeten... İki kardeşten
küçüğü kitabı alıp yırtıp çöpe attı... Muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi kalpleri böyle ve benzeri hal ile
çevirip, insanları şeytanın izine düşürüyor.
Ben çöpten tekrar aldım.
Bunlar önceden bu olayı ayarlamış...
Akşam namazını Tevrat hoca kıldırdı, Namaz bitti hoca dua edecek;
şeytan yaklaştı hoca ağzını açtı içine aldı; başladı
içinden başka dışından başka dua etmeye,
içinden söylediğine bana amin
dedirttirecek...
Duadan sonra kalktık
dışarı çıktık;
geçimlerini temin için;
dini meslek edinip yüzlerine İslam maskesi geçirmiş üçü dışarıda kafa kafaya verip ellerini birbirlerinin
omuzuna atıp, nefeslerini birleştirip arkamdan şeytanı koyuverdiler! Eve gelene kadar melun şeytan
durup durup saldırdı.
Peygamber efendimizin zamanı ve vefatı sonrası
yaşanmış olaylar, devamlı aynı amaç
için ama değişik usüller
ile tekrarlanır... Ehli Beyt
evlatlarıda onlara karşı devamlı aynı
mücadeleyi verir. Hacı Bayazıt
3.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Şahinim var bazlarım var.
Aşık Veysel bir deyişinde,
Şahinim var bazlarım var diyordu. Şahin kelimesini anladık da, baz ne demektir? Bu kelimenin de doğan demek olduğunu lûgatlar söylüyor. Abdulkadir-i Geylânî (r.a) için söylenen Bâzül-eşheb unvânı da beyaz doğan demektir
Hz. Mevlânâ (r.a) Mesnevî
isimli eserinde anlatıyor. Bir padişahın çok sevdiği
bir doğanı varmış. Semalarda serâzad uçarken bir kazaya uğrayıp bir gözünü kaybetmiş, tâkati de kesilerek
baykuşların mülküne düşmüş. Bu davetsiz misafirden hoşlanmayan baykuşlar hemen toplanıp istişare meclisini toplamışlar ve şu kararı
almışlar Bu, padişahın doğanıdır. (Ehli Beytden) Her ne kadar bir gözü bizi/görmez ve gücü yoksa da, hiç buna
güvenilmez, mülkümüzü elimizden alabilir. Bunu derhal temizlemeliyiz.
Padişah sofralarına kurulmuş, yüksek tabakanın sohbetlerinde bulunmuş olan doğan, baykuşların kararını hemen
sezmiş ve onlara şu öğüdü vermiş (Yazılar
ile.) Ey virâne bekçileri! Niyetinizi
anlıyorum. Aman sakın haaa!
Ben padişahın doğanıyım. O yüce
devletlunun yanında kıymetim
büyüktür. Bırakın beni
temizlemeyi, eğer tüyüme dokunsanız, O padişah, baykuş kellelerinden yığın yapar! Selim Beyin kulakları çınlasın, üç sene önce bir güney beldemizde
bana bu kıssayı anlatmıştı. Baykuşlar
(Süleymancılar) doğanın ne demek istediğini anlamışlar ve kuyruklarını
kıstırarak onun etrafını boşaltmışlar.
Cenâb-ı Hakkın nice doğanları vardır ki, alemde kanat çırpıp gezerler. Kimisi o Bâzül-eşheb Şâh-ı Geylâni (r.a) gibi herkes tarafından bilinir, kimisi de Belh doğanı Mevlânâ Celâleddin (r.a) gibi ömrü boyu
tanınmadan vefat eder, öldükten
sonra değeri bilinir...
Hiçbir asır Allahın doğanlarından hâlî değildir.
Bugün de vardırlar. Her gördüğünü Hızır bil diyen atalarımız
boşuna konuşmamışlar. Sakın ola ki baykuşluk yapmaya kalkmayalım! Bir padişah doğanına rastlarız da, terbiyesizliğimizin neticesi bizim akılsız kellemiz de baykuş kellesinden yığını süsler! Mustafa Kaplan mkaplan@vakit. com.tr 01.10.2009
3.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Tasavvufun gayesi.
Tasavvufun gayesi, ehli sünnet itikadından ve İslâmiyetin emirlerinden başka şeylere kavuşmak
değildir. Ehli sünnet itikadının yakînî ve vicdânî olması, yani sağlamlaşması, şüphe getiren tesîrlerle sarsılma- ması içindir. AkıI ile, delîl ile kuvvetlendirilen iman, böyle sağlam olamaz. rad sûresi otuzuncu âyetinde meâlen, Kalblere imanın sinmesi, yerleşmesi ancak ve yalnız zikr ile olur buyuruldu. Tasavvufun ikinci gâyesi, ibâdetlerde kolaylık, lezzet hâsıl olması, nefsi emmâreden doğan
tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. Şunu da iyi anlamalı ki, tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaipten haber vermek, nûrları, ruhları ve kıymetli
rüyâlar görmek için değildir. Bunların hepsi, boş ve fâidesiz şeylerdir. Her zaman görülen ziyânın, çeşitli renklerin ve tabîattaki güzelliklerin ne kusûrları vardır ki, İnsan
bunları bırakıp da, başka şeyler
görmek için, birçok sıkıntılara katlansın. Çünkü bu ziyâ da, o nûrlar
da, bu güzel şekiller de, o şeyler de hepsi, Allahü teâlânın yarattığı
şeylerdir ve hepsi Onun varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren şahitlerdir.
Tasavvuf büyükleri, her sözlerinde ve her
hareketl- erinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, keramet, hâl, görüş ve bilişler hâsıl
olmaz ise, hiç üzülmezler. Fakat bunların hepsi hâsıl olup da, sünnete uymakta gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler
İşte bunun içindir
ki, Bunların yolunda sima ve raks, Yani müsiki ve
dans gibi şeyler yasaktııır. Böyle şeylerden hâsıl olacak lezzet ve hâllere kıymet vermemişlerdir. İslamiyetin izin vermediği şeylerin, hasıl
edeceği bütün haller, zevkler, hep İstidracdır. Zîrâ, gayri müslümlerde ve fâsıklarda da böyle hâller hâsıl olmakta ve bu
kâinât aynasında, onlar da, tevhîd, keşf gibi şeyler öğrenmekte,
içlerine doğmak- tadır.
Eski Yunân filozoflarından ve Hindistândaki Cûkiyye ve Berehmen papazlarında da, bu
hâller görülmektedir. Hallerin doğru olmasına Alamet, İslamiyete uygun olmayan ve haram şeylerden hasıl olmamalarıdır. Simâ yani mûsikî ve raks yani dans, lehv
ve labdır, yani oyundur. Lokmân
sûresi altıncı âyetinde,
(Lehv-el-hadîs) tegannî ile okumağı yasak etmek
için idi. Abdüllah ibni Abbâsın radıyallahü anhümâ
talebesinden olan, imâmı Mücâhid, Tâbiînin büyüklerindendir. Bu âyeti kerîmenin,
tegannîyi, müziği yasak ettiğini bildirdi.. Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Mesûd radıyallahü anhüm, bu âyeti kerîmenin, tegannîyi yasak ettiğine yemîn etmiştir. Mehmet Oruç. 04.10.03
3.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Gerçek ölüm.
Zalim hükümdara karşı hakkı söyleyebilen âlimi över Allah Resûlü (asm). İlimleri kadar
yüce, büyük, bu faziletli Alimler sayesinde Hak ve Hakikat ayaklar altına düşmekten kurtulur. Böylece zulmün önüne
geçilir. Haksızlık ve zulüm
karşısında sessiz
kalamaz gerçek alim. Çünkü O çok iyi bilirki, Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
Cenabıı Hakkın varlık ve birliğine delillerden biri olarak gösterdiği Bu Alimler Sayesinde Dünyanın direği yerinden çıkmaktan kurtulur, Sulh ve
Sukunet sağlanır. Gelene ağam, gidene paşam diyen sözde alimler ise zulme alet olmaktan
kurtulamamışlar, nice kötülüğe çanak
tutmuşlardır. İşte hakikî alimle sahte alim arasındaki fark
budur.Şaban Döğen
22.10.2003
4.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Dinin Nehiylerini Doğru Algılamak
Gebzeden
Said: Nâmahremle tokalaşmak
günah olur mu? Bakınız, İslâm peygamberinin (asm) sözlerini çok yalın ifâdelerle vermeye çalışacağım. Ben kadınlarla
tokalaşmam! 1Kişinin başına
demirden bir iğne batırılması, nikâh düşen
bir kadına dokunmasından
daha-iyidir.2
Dipnotlar: 1- Câmiüs-Sağîr,
2/680 2- Câmiüs-Sağîr, 4/ 1402
3- Nesâî, Bîat, 18; İbni Mâce,
Cihad, 43; 4- İbni Mâce, Cihad,
43/28750, 3.12.2003 fikihgünlügü
4.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Ehl-i Kıble Tekfir Edilmez
Günde beş defa Kâbeye yönelip, tehiyyatta
kelime-i şehadeti söyleyen, küfre düşüp küfrüne tövbe etmese de, küfrü üzerinde sabit kalmaz diyenler çıkıyor.
Bu yanlış değil mi?
Cevap: Bu söz islam itikadına aykırıdır... İmamı azam
hazretleri buyuruyor ki: Tövbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep
olan şeyden de tövbe etmesi gerekir. O şeyden tövbe etmezse, namaz kılsa da kâfirdir.
Bazısı, (La ilahe illallah diyen
cennete girer) hadisine göre, 72 dalalet fırkası da cehennemde sonsuz kalmaz diyor. Bu açıklama doğru mudur?
Cevap: Yanlıştır. Bir münafık da lailaheillAllah
diyebilir. Kâfir olarak ölenleri cennete giremez.
Tekfir hastalığımızın özünde bir nevi kendimizi ilahlaştırma virüsü vardır demek caiz mi?
Cevap: Bu söz, Resulullaha ve İslam âlimlerine bir
iftiradır. Hâşâ Resulullah ve
onun vârisleri olan âlimleri, küfre düşenleri, tekfir ettikleri için kendilerini ilahlaştıran bir virüse mi yakalanmışlardır? Bu ne çirkin iftira İtikadı küfür olan dalalet ehli, ehli kıble değildir, namaz kılsa da, her ibadeti yapsa da
cehennemde sonsuz kalır. İşte vesikaları.
1:İmamı azam ve imamı
Şafii, Ehli kıble olana kâfir denilmez buyurdu. Bu söz, Ehli kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz
demektir. 72 fırka, Ehli kıbledir. İctihad yapılması caiz olan açıkça
anlaşılamayan delillerin tevillerinde yanıldıkları için,
bunlara kâfir denilmez.
Fakat, zaruri olan ve tevatür
ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz
olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan,
sözbirliği ile kâfir olur.
Çünkü, bunlara inanmayan, Resulullaha inanmamış
olur. İman demek, Resulullahın Allahü teâlâ tarafından getirdiği, zaruri olarak bilinen bilgilere inanmak demektir. Bu bilgilerden
birine bile inanmamak küfür olur. (Milel-nihal tercümesi)
2:72 bidat fırkası, namaz kıldığı ve her ibadeti yaptığı halde, bir kısmı mülhid olmuştur.
Dinde sözbirliği ile bildirilen bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted
olacağı için, la ilahe illAllah dese ve her ibadeti yapsa ve her
günahtan da sakınsa bile, artık buna ehli kıble
denmez. (Hadika)
3:Zaruri din bilgilerinden veya iman edilecek
şeylerden birine bile
inanmayan, La ilahe illallah Muhammedün resulullah dese de, kâfir olur.
(Redd-ül Muhtar)
4:Ehli sünnet olanların bir kısmı cehenneme girmez. Bunlardan yalnız kötü iş yapanlar Cehenneme girer. 72 bidat fırkası, Ehli kıble olduğu
için, bunlara kâfir denmez. Fakat bunların, dinde
inanması zaruri olan şeylere
inanmayanları kâfir olur. (Mekt. rabbani 2/67, 3/38)
5:Meşhur bir farzı inkâr eden
kimse, namaz kılsa da kâfir olur.(Berika)
6:Her namaz kılana ehli kıble denmez. Bir hadisi şerif meali şöyledir: (Yalan söyleyen, sözünde
durmayan ve emanete hıyanet eden, Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.) [Buhari]
7:İmanın 6 şartından birine inanmayan, namaz kılsa da kâfirdir. (Eşiat-ül-lemeat)
(Haramlardan kaçıp, ihlasla, la ilahe illallah diyen
cennete girer) hadisi şerifindeki
İhlasla ifadesi için Resulullah efendimiz, (Söyleyeni
haramlardan alıkoymasıdır) buyurdu. (Taberani) Haramlardan kaçmayanın
imanını korum- ası zorlaşır. Eğer
imanını koruyamamışsa sonsuz cehennemde kalır. Mehmet Ali
Demirbaş 11.12.03
4.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Geçersiz Amel
Kişiler vardır, Kurân okurlar. Onlardaki içe işleyen o okuyuşu, onu anlama ve uygulama gayretlerini görünce hayran kalırsınız. Namaz kılarlar, kendilerinden geçercesine huşûyla kılışlarına da
imrenirsiniz. O kadar oruç tutarlar ki, Bizimki de nedir! demekten kendinizi alamazsınız. Cennetlik bunlar!
derdiniz. Cennetin yolunda bu ameller vardır şüphesiz. Kim samimiyetle inanır, ihlâsla bu
amelleri yapa- rsa âyet ve hadislerin vaadi çerçevesinde böylel- erinin Cennete
gidecekleri umulur.
Peki, ya böyle amellerin sahibi olup da okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkan İnsanların
varlığını da
duymuş muydunuz? Sahte
Müslümanlar mı, riyakâr mı
bunlar? dediğinizi duyar gibi
oluyorum. Hayır. Önce isterseniz konuyla ilgili bir
hadisi şerifi buraya alalım. Ondan sonra da tahlilini yapalım.
Allah Resûlü (s.a.a) buyururlar ki: Ümmetimden öyle bir topluluk çıkacak ki, Kurân okurlar; sizinki onlarınkinin yanında hiç hükmünde kalır. Namazınız onların namazı yanında
nedir ki! Orucunuz da onların orucuna göre nerdeyse
oruç sayılmaz. Onlar Kurân
okurlar, lehlerine zannederler, ama aleyhlerindedir. Namazları da köprücük kemiklerinden öte geçmez, İslâmdan okun avı delip geçtiği gibi çıkarlar.1kimdir
bunlar, ne zaman gelmiş veya gele- ceklerdir,
belirtileri var mıdır?
Bir gün Allah Resûlü (s.a.a), Hz. Aliye (r.a), Sen sözlerinden dönenler, haktan sapanlar ve dinden çıkanlarla savaşacaksın2 buyururken dinden çıkanlar ifadesiyle bu İnsanları kastetmişlerdi.
Evet, onlar Hz. Aliye (r.a) savaş bile açacaklar, o da kılıç kullanma zorunda kalacaktı. Hatta Allah
Resûlü (s.a.a), Hz. Alinin (r.a) onlarla yapacağı bu savaşa dikkat çekip savaş yapacağı yeri bile bildirmiş, daha öte içlerinde Züssedye denilen pazusu olup kolu bulunmayan,
pazusunun ucunda meme ucu gibi bir çıkıntı ve üzerinde de beyaz kıllar bulunan bir adam dahi bulunacağını haber vermişti.
Nitekim Hz. Ali (r.a) barışa yanaşmayan, bir yanlışa saplanıp burunlarının doğrultusunda giden bu İnsanlarla çarpışacağı zaman askerlerine onlarla ilgili
bazı hatırlatmalarda
bulunmuştu.... Savaştan
sonra Hz. Ali (r.a) özellikleri belirtilen Züssedyenin
ölüler arasında aranmasını emretmiş, bulamadıklarında bizzat kendisi çıkıp tarif edil diği şekilde
adamı bulmuş,
Ben yalan söylemedim diye Allah Resûlünden (s.a.a) duyduklarının doğruluğunu
göstermiş, yerde yatan cesetlere de, Yazıklar olsun size! Sizi aldatanlar başınıza bu zararı açtı demişti.
Onları, kimlerin aldattığı sorulduğunda da, aldatanın şeytan, kötülüğe
sevk edenin de nefisleri olduğunu; dünyayı tatlı, kendilerinin de hak yolda olduğunu gösterdiğini, isyanlarını da süslediğini
bildirmişti. Bu İnsanların özellikleri tanınmaya değmez mi? Dipnotlar: 1- Taberî, 6:47. 2- Beyhakî. Delâilün-Nübüvve, 6: 412, 414; Müstedrek, 3:139-140. Şaban Dogen 20.12.2003 Yeni Asya
4.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Kendisine Dil Uzatanlara Kurandan
Bir Cevap
Bunlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemese de Allah nûrunu
mutlaka tamamlayacaktır (Saf
Sûresi, 9). Bu âyetle, Allah'ın
nûru diye ifade edilen dini ve Kitabı güneşe benzetilmiş;
bunları, asılsız sözler, yalan yanlış propagandalarla
çürütmek, etkisiz hale getirmek ve gözden düşürmek
isteyenler de, güneşi üflemekle söndürmeye kalkışan akılsızlara teşbih edilmişlerdir.
Bu âyetin, Hicretin 3. yılında ve Uhud savaşından sonra nazil olduğu düşünülürse tamamen gaybî bir ihbar olduğu ve gelecekten mucize suretinde haber verdiği
görülür. Zira, o sırada İslâm,
sadece Medine ile sınırlıydı. Müslümanların
sayısı da, birkaç bini
geçmiyordu. Tüm müşrik Arapların bu dini yok etmeye kararlı oldukları bir dönemdi. Üstelik Müslümanlar Uhud Savaşında yenilmiş ve kendilerine olan güvenleri de
sarsılmıştı. Bu yüzden civardaki kabileler de İslam
aleyhinde cesaret bulmuşlardı. İşte bu durum ve şartlar altında Allah, İslam nûrunun sönmeyeceğini, aksine daha da ışıldayarak tüm dünyaya yayılacağını müjdelemiş ve bu
müjde aynen gerçekleşmiştir.
Allah'tan başka, o sıralarda,
İslam'ın geleceğinin ne olacağını kim bilebilirdi? Nitekim beşerî imkânlar
çerçevesinde durum değerlendirildiğinde, o dönemlerde İslâm nûrunun, her yönden
esen şiddetli fırtınaların söndürebileceği zayıflıkta olduğu gör- ülür... İşte böylesi nâmüsait şartlarda ve bütün gelecek hakkında, genel ve
mutlak bir hüküm verecek biçimde bu şekilde kesin
konuşmak, ancak Allah'ın işi olabilir. Allah'tan başka hiç kimse, zaman
okyanusu üzerinde korkunç dalgalar ve kasırgalarla boğuşmak üzere yol almaya henüz yeni başlamış küçük bir yelkenlinin büyük bir
donanmaya dönüşeceğini ve
bütün dünya filolarına üstünlük sağlayacağını
söyleyemezdi.
Allah nurunu tamamlayacaktır. Allah(c.c) bu gerçeği açık ve kesin bir ifadeyle belirtmektedir. Allah bu dini tamamlayacaktır. Yani, onu bütünü ve tüm güzellikleriyle temsil edecek kimseler
meydana getirecek, ruh ve gönüllere eksiksiz olarak nakşedecek ve yeryüzünde tam olarak yayacaktır. O
nûru tamamlamak, iki şekilde olur: a) Bu dini bir
bütünlük içerisinde bazı fertlerin akıl ve gönüllerinde tüm aydınlığıyla netleştirmek ve böylece o kişileri diğer bütün İnsanlar
için bir model haline getirmektir. Bu İlâhî vaat
gerçekleşmiştir.
Allah, nûrunu Resûlullah'ın hayatında tamamlamıştır. Seçilen İlâhî modele canlı bir örnek oluşturan gerçek bir İslâmî topluluk kurmuştur. Bu örneğin belirgin özellikleri vardı ve kesin
çizgilerle başkalarından
ayrılıyordu. Bu öyle bir
örnekti ki, gönlünde kemale eren İslam'ı seviyor, uğrunda her şeylerini feda ediyor ve ondan dönmektense ateşe atılmayı yeğliyordu. Sonraki dönemlerde de her biri birer hidâyet yıldızı, birer
topluluğun gözü ve milletin azizi olmuş sayısız alim ve
evliyalarla bu nur mükemmel biçimde kavranıp temsil
edilmiştir.b) Doğudan batıya, kuzeyden güneye her yerde görünmesi ve her yeri aydınlatması demektir. Bu güne kadar hiçbir
engelleme, baskı ve zulüm bu gelişmenin önünde duramamıştır.
Buna göre, İlâhî nûr olan Kur'an'ın kesin
olarak her tarafı aydınlatacağı müjdelenmektedir. Kuran, yeryüzü mescidinde,
yüzyılların saflarında dizilip yerlerini alan tüm İnsanlara bir
ezeli hitabe olduğuna göre, Bu Ayette, Çağımız Müslümanlarına
da oldukça büyük Bir Müjde vardır. Çünkü çağımızda da pek çok kimsenin, Allah'ın nûru olan Kur'an güneşini söndürmek
istedikleri görülüyor. Fakat bir tarafta Allah'ın iradesi, diğer tarafta O'nun yaratıklarının iradesi
arasında bir çelişme söz
konusu olduğuna göre, geçerli olacak olan Allah'ın iradesidir. Allah'ın iradesi ise, nûrunu
tamamlamak istikametindedir.
İlâhî takdir bilek gücüyle
hiç geri çevrilebilir mi? Allah'ın yaktığı bir kandil, üflemekle söndürülebilir mi? Allah'ın, Hz. Muhammed ufkundan tulu' ettirdiği
Kur'an güneşi, İslam dini,
uydurma sözler, yalan yanlış propagandalarla
gölgelenebilir mi? Onu söndürmek isteyenler, kendileri sönmüşler. Ortadan kaldırmak için ordular sevk
edenler bile, çok geçmeden onun sımsıcak potasında erimişlerdir. ahatip@tercumangaz.21.12.2003
4.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
O zalimler nasıl bir inkılap ile
tepetaklak olacaklarını zamanı gelince
anlayacaklar!
Biz kullar acele ederiz. Çünkü biz kullar parçayı görürüz. Bütünü yalnızca Allah görür. Bazen bütünü göremediğimizi
unutur, parçayı bütün zannederiz. Bunun için de
umutsuzlaşır, kahreder, yakamıza küseriz.
Âlemi çekip çeviren müdebbir gücün hesabı her hesabın
üstündedir. Parçada berbat görünen bütünde mükemmel durur. Ama bütünü görmekten
aciziz. Parçayı görüyor ve bütünden bağımsız değerlen-
dirmeye çalışıyoruz. Elbette yanılıyoruz. Yanıldığımızı daha bu
dünyadayken görüyor ve anlıyoruz. Ama bu bile bir şey değil. Bunun bir de ötesi var ve bütün bu
oluş ve bozuluş alemi ve
içinde deveran eden her şey asıl anlamını orada
bulacak. Anlayamadığımız ve anlamlandıramadığımız birçok parçayı
bütün içerisinde görünce kafamıza dank edecek ve Ha, demek öyle miydi! diyeceğiz. Şu da var ki, eğer Kitab, kainat ve hadisât ayetlerin birlikte okuyabilirsek, parçalar
arasındaki irtibatı doğru kurabiliriz. Bu basiret ve ferasete sahip olabilirsek, kendi
Zalimimizi kendimiz çıkarmayız. Kendi belamızı
kendi ellerimizle bulmayız. Bize darağacı olacak ağaca su
vermez, gözümüzü oyacak kargayı beslemeyiz.
Tarihin yasasıdır: Zalim
Allahın kılıcıdır; onunla
intikam alır döner ondan da intikam alır. İntikam Allah için kullanıldığında şu anlama gelir: Kulunun yaptıklarının acısını kendisine tattırması. Unutmayın her zalim gücünü, ona sessiz kalan mazlumlardan
alır... Bir de başlıktaki Şuara suresinin son ayetini unutmayın. acevikel@vakit. com.tr 25.12.2003
4.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Hacı Bayazıt
Wien,27.1.04
Marien Gasse 8/1/6, 1170 Wien
Sayın Abdullah Büyük
Vakit Gazetesi. Göztepe Mah. Namık Kemal Cad, Şehit M.Erol Sok. 8/Mahmutbey/İstanbul
Selamu Aleykum
Allahın selamı üzerinize olsun.
Sayın Abdullah Büyük ağbey! Bu
günkü ortamı hiçbir siyasi oluşum değiştiremez. Bir kaç ay önce Jandarma Paşası demek istiyor ki. Biz biliyoruz dini kullanan
dinciler var. Bu sahaya din sanayısı kurup, şeytan
cin torna atelyesi açmışlar... Fakat bir ihbar alıyoruz gidip bakıyoruzki elmalar ile
armutlar birbirine karışmış, ayırt etme imkanınız yok. Reyimizi brokrasiden yana kullanıp,
gerekli kavuşturmayı yapıyoruz; diyor. Elmalar ile armutları samimi
Müslümanların ayırt etme
sorum- luluğu var; fakat onlarda bunları deşifre
edip halkı uyaracağı
yerde, bir sofra etrafına
oturma hesabı ile dini duyarlılığı ihmal ediyor... Hacı Bayazıt
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Tüm dünyanın,
tüm halkların karşı çıktığı, İnsanlık camiasının hak ve
hukuk dışı ilan ettiği bir saldırıya!
İmamı Azam'ın, Abdülkadir Geylanî'nin, Mûsa Kazım'ın, Marûf Kerhî'nin, Hallac'ın, Şiblî'nin ve daha yüzlerce İnsanlık ve hak anıtının! iman torunları
nasıl seyirci kalmış;
dahası, nasıl destek verici
olmuşlardı?! Prof. Dr Yasar
Nuri Öztürk.
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Münafıkların,
kıymetli âlimlerin resimlerinin asılması hakkında
gönül alıcı sözlerinin
arkasında putperestlik illetinin yayılması fikri yatıyordu.
Yani münafıklar, insanlığı ebedî felakete, sonsuz azaplara sürükleyecek olan putperestlik, müşriklik zehirini şekerle kaplayıp, yaldızla süsleyerek, tatlı sözlerle insanlara vermek istiyorlardı.
Mehmet Oruç 01.03.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Esselamu aleyküm
Allahın selamı üzerinize olsun.
Sayın Mehmet Oruç Bey, Münafıkların Resimlerle ilgili faaliyetleri hakkındaki
yazınızdan dolayı Allah(c.c) razı olsun. Bu yolda yıkıcı faaliyet
gösteren şeytan ve tayfasını bertaraf eylesin.
Din adamlarının eserleri olur; resimleri olmaz... ama yüzlerine din maskesi geçirmiş münafıklar; dini kitapları - ustaca şeytanı
gizleyecek şekilde tahrip ederek - manevi hali yok edip yerlerine kendi resimleri ile yaşam halini taraftarının şuraltına yerleştiriyorlar...
Böylece şeytan açılmış tahribat yolundan resmin suretinde geliyor;
önceleri şeyhin veya efendinin feyzi, himmeti olarak
insanlar aldatılıyor... Bir
müddet sonra şeytan değişik usuller ile insanın iradesi üzerinde güç oluşturup günaha
sürüklüyor. Hacı Bayazıt
01.03.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
İslam dininde,
her ne niyet ile olursa olsun, canlı resmi, heykeli yapmak ve
bunlara hürmet etmek, haramdır, büyük günahtır... Evvelki dinlerde haram değil idi...
Bunun için, İdris aleyhisselam vefat edince, onu çok
sevenler, ayrılık acısına dayanamadı.
Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu
resimleri tanrı sandı. Çeşitli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece
putperestlik meydana çıktı. Mehmet Ali Demirbaş. 27.06.04
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Demek ki,
yıllarını din adına siyaset için
harcayanlar, sonradan Vazgeçtik
deseler de yol açtıkları
tahribatı kolay kolay temizleyemiyorlar. Ve bunun
bedelini en yakınların dan
başlayarak bütün bir millet ödüyor. Kazim Güleçyüz.
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Artık
vazgeçtiniz değil mi?
Üç sınıf İnsanın, kıyamet
günü, Allah yüzüne bakmaz: Anne babasına eziyet
edenler; içki içmeye devam edenler; yaptıkları iyiliği başa
kakanlar (İbn Hibban, 16/335).
Allah(c.c) içkiyi, onu sunanı, içeni, imal edeni, taşıyanı, satanı, satın alanı ve parasını yiyeni rahmetinden uzaklaştırmıştır
(Müstedrek, 2/37).
Şu dört sınıf İnsanı cehenneme koymak Allah(c.c) üzerinde bir haktır: İçki içmeye devam eden, faiz yiyen, haksız yere yetim malını
yiyen ve anne babasına eziyet eden. (Müstedrek,
2/43).
Kur'an'ın içki konusundaki nihâî hükmü ise şöyledir: Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları
şeytan işi birer pisliktir;
bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi? (5/90-91). ahatip@tercuman
gazete.com 06.03. 2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Günahtan kaçmak önce gelir...
İslâm dîninde haramlardan
sakınmak, emirleri yapmaktan daha önce gelir. Zira ameller
üçe ayrılır... Birincisi
günah olan işlerdir. Bunlar Allahü teâlânın beğenmediği şeylerdir ki masıyyet
denir. Emredilenleri yapmamak ve yasak edilenleri yapmak masıyyettir, yani günahtır. İkincisi Allahü teâlânın beğendiği şeylerdir ki tâat denir. Bunları yapanlara
sevap verileceği vadedilmiştir.
Üçüncüsü ise mubâhlardır. Bunlar, yapanın niyetine göre, tâat veyâ günâh olurlar. Bunlardan
birincisi yani günah olan işlerden
sakınmak çok kıymetlidir.
Zira nefse, günahlardan kaçmak, ibadet
yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha çok sevaptır.
Zaten Peygamber efendimiz; Bir zerrecik yani çok az bir
günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir buyurmuşlardır.
Abdullah Bin Ömer hazretleri de; Kambur oluncaya kadar
namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, haramdan kaçınmadıkça,
kabul edilmez, fâidesi olmaz buyurmuştur. Allahü teâlâ, haramdan sakınanı; farzları yapanlardan daha çok sever. İyi huylu olmak farzdır. Kötü huylu olmak
haramdır. Kötülük yapmaktan sakınmak, iyilik yapmaktan daha kıymetli ve daha
sevaptır. Kalp, göze tâbidir. Gözler haramdan sakınmazsa, kalbi korumak güç olur. O hâlde, îmânı olanların, Allahü teâlâdan korkanların, harâma bakmaması, günah işlememesi lâzımdır.
Ancak bu sûretle, kendini korumak, dünyâ ve âhirette zarardan kurtulmak mümkün
olur.
Zamanımızda
vera ve takvâ, kalbi, dili ve bütün uzuvları haramdan
korumak, İnsanlara ve hayvanlara zulüm, işkence yapmamaktır. Bunun için, haramların hepsinden ve tahrîmî mekrûhlardan sakınmak
takvâ olur. Farzları ve vâcibleri terketmek haramdır. Emirleri Allah rızası için yapana sevap verilir. Hayırlı iş yapana niyetine göre sevap verilir. Kötü
iş yapanın niyetine bakılmaz. İyi niyetle yapsa da, cezasını çeker. Zira iyi niyetle günah işlenmez.
Günâh işlenen uzuvlardan sekizi meşhûrdur.
Bunlar; kalb, kulak, göz, dil, el, mide, ferc ve ayaklardır. Günâh işleyen, bu uzuvların kendileri değildir. Bunlarda bulunan his
kuvvetleridir. Dünyâda ve âhirette saadete kavuşmak,
rahat etmek isteyen kimse, bu uzuvların günâh işlemelerine mâni olmalıdır
Günâh işlememek, kalbinde meleke, tabîat, hâlini almalıdır. Bunu başarabilen
kimseye Müttekî ve Sâlih denir. Kalpte tabîat hâlini
almadan, kendini zorlayarak günâhlardan sakınmak,
takvâ olur ise de; velî olmak için, günâh işlememek
tabîat, huy hâlini almalıdır. Bunun için de, kalbin temizlenmesi lâzımdır. Kalbin temizlenmesi, İslâmiyete uymakla
olur. İslâmiyet üç kısımdır: İlm, amel,
ihlâs. Emirleri ve yasakları öğrenmek, öğrendiklerine tâbi olmak, bunları yalnız Allah rızâsı için yapmak lâzımdır. Kurân-ı kerîm, bu
üçünü emir ve medhetmektedir. Bir yandan günah işleyip,
bir yandan da, Estağfirullah demek, istiğfar değildir. Asıl istiğfar;
Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmak,
günahları terk etmektir.
Allahü teâlâ, izzeti ve şerefi ilme ve ibadete
vermiştir. İlim de islam
âlimlerinin eserlerinde vardır. Alçaklığı ve zilleti de haramlara vermiştir. Haramlara
düşmemek, dünya sevgisini kalbe sokmamak lazımdır. Osman Ünlü. 07.03.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Ben en çok tasavvuf okurum
diyen Şehrazat şöyle devam etmiş: Tasavvuf okuyunca huzur buluyorum. İbni Arabî okurum, Hallac-ı Mansur okurum,
Mevlânâ okurum. Beslendiğim kaynak bana müzik olarak
geri dönüyor. Bu illâ tasavvuf olacak diye bir şey
yok. Eğer ben onunla da besleniyorsam, tabiî ki onun
da yansımaları oluyordur.
Ama bilinçli olarak yapmıyorum. Ben tasavvuf okurken,
tasavvuf araştırırken kendimi çok mutlu, İnsan gibi
hissediyorum. İki ayaklı
hayvan değil, İnsan! Ve
onun ötesinde de İnsan olmayı öğreniyorum. Hâlâ başarmış değilim.
Şehrazat, Nedir peki ulaşmak istediğiniz? sorusuna da şu
cevabı vermiş: Nefsinizden ve egolarınızdan uzak durmayı başarmak. Nefsinize hakim olabilmek ve egonuzu bastırmak. Bu çok zor bir şey. İnsanoğlunun verebileceği en büyük savaştır
bu. Zaten muvaffak olabilenler de Mevlânâlar gibi, Abdülkadir Geylanîler gibi çok büyük veli zatlar olmuşlardır. Onlara imreniyorum. Hakikî dost, dostun en büyük doktor- udur. Dolayısıyla tababetin aciz kaldığı yerde sevgi devreye girer. Bu camiada bu dostluğu yakalamak inanın çok ama çok zordur.
Nefisle cihadın en büyük ve gerçek
bir savaş olduğunu ünlü bir
sanatçıdan duymak ilginç değil mi? cakir. 21.03.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Dinimizi içten yıkmaya çalışan
dinde reformcuların ve çömezlerinin
ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Dinin Emrine
uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek
yanlış değildir. Temize pis
demek kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır: Bunların dinimize yaptıkları iftiralarını
söylemek gıybet olmaz.
Gıybet nedir? Gıybet, bir
kimsenin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir: Harbilerin [bugün için her kâfirin], bidat
ehlinin ve açıkça günah işleyenlerin
bu günahlarını, alış verişte hile yapanların bu hilelerini Müslümanlara duyurup, bunların
şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek gerekir, gıybet olmaz. (Redd-ül- Muhtar 5/263)
Şu halde alış verişte veya dinde hile yaparak Müslümanları kandırmaya çalışanların bu hilesini açığa çıkarmak gıybet
olmuyor, dinin emrini bildirmek oluyor. Çünkü Hadisi şeriflerde buyruluyor ki: (Yalanlar yazıldığı, âdetler ibadetlere karıştırıldığı ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin!
Allahın, meleklerin ve bütün İnsanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi] (Eshabıma dil uzatılırsa,
doğruyu bilen herkese bildirsin, gücü yettiği halde doğruyu bildirmeyen âlimin hiçbir
ibadeti kabul olmaz.) [Ebu Nuaym] (Bidatler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere
lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini
gizleyen, Kuranı
gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir] Bu Hadisi Şerifler de gösteriyor ki, Kötülük
edenlerin, Bidat Ehlinin yanlışlarını açıklamak Gıybet değil,
Dinin emridir, Cihaddır. Dinin bu emrini yapmaya çalışanları kötü- lemek de Dine düşmanlıktır. M.Ali demirbaş. 07.06.04
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
En büyük günah nedir?
Bidat
hakkında Resulullah, (Bidat ehli benden değildir. Onlarla cihad
kâfirlerle cihad gibidir. Bidat ehli cehennemin
köpekleridir) buyuruyor: Kibir için de, (Zerre kadar
kibri olan cennete girmez) buyuruyor. Cenab-ı Hak da,
(Kibirlenene, hiç acımam, çok acı azap ederim) buyuruyor. M.Ali Demirbaş 10.06.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11
Bismillahir Rahmanir rahim
Allahın
selamı üzerinize olsun.
Sevgili Mehmet Ali Demirbaş Ağbey Allah(c.c) sizden razı olup, bu uğurdaki her türlü engeli; yüreğiniz ve kalemiz ile bertaraf eylesin. Allah(c.c) alemin düzenini dua
ve doğruluk üzerine bina ettiği için, din'in içini boşaltan taraf çöküyor.
Buna mütakiben diğer taraf çöken tarafın üzerine kayıp geliyor. O taraf'da nihayet çöküyor. Böylece, Dünyanın imarı için gerekli olan ilmi ve mali kaynak
savaş ve savunma alanına
gidiyor. Bu hayati meseleleri gündeme taşıyıp insanları uyarmak Müslümanın görevidir. Hacı Bayazıt
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12
Bismillahir Rahmanir Rahim
Allahın selamı üzerinize olsun.
Cihad'ın en efadlı bu zaman'da bu şekilde olanıdır. Küreselleşen dünya varlığını devam ettirmek için askeri harcamalarını kısıp maneviyat
adalet ve barışa islama yönelmektedir. Bundan dolayı din'in
içerisini boşaltıp tahrip
edenler; bu sahayı terke zorlanmalıdır. Bu insanların tahribat yolları açığa çıkartıldığı zaman, hemen daha önceki vermiş oldukları vetvaları ve yapmış oldukları tahribatı unutup sureti hakdan görünmeye çalışırlar. Fakat yıllardır aldıkları telkin
ile hizmetinde bulundukları şeytan kolay ile
bunların yakasını bırakmaz; taharetsiz veya zayıf abdest ile yanlarında bulunup, orada gizlenip oradan harekat ederek; deniz altı torpüdosu gibi, derinden giderek, bunları
sevimli göstermenin yollarını arar. Allah(c.c) yüreğinizi ve kaleminiz ile
dini siyaset ve menfate alet edenler ile dini meslek haline getirip içini boşaltanları bertaraf eylesin. Hacı Bayazıt.11.06.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13
Bismillahir Rahmanir Rahim
Allahın
selamı üzerinize olsun. Sevgili A.Meriç Muhsin kardeşim insanların uyarılması için alanı insanların vicdanı olan bu davaların Mahkemeler üzerinden kamu oyuna duyurulup
görülmesinde manen destek oldunuz.
Olayların her anı yaşanarak verilmiş manevi, fikri ve fiziki
mücadele insanlık alemine ait olup dinin beli ve
omurgasıdır. Bir yazınızda belirtmiş
olduğunuz iç düşman üç düşman olarak henüz görünmüyor dediğiniz; bu düşmanlar
Allahın yardımı ve sevdiklerinin manevi desteği ile
Mahkemeye intikal etmiş dosyaların içinde.
2002 yazın'da
Türkiyeye telefon edip bacım
ile görüştüm.
Bacım
ile görüşmemde anladımki zerre pişmanlık alametleri imana
gelir yanları yok her iki alemde dünyalarını kaybedeceklerini
bile bile...
yıllardır
kitapları şeytanın
yardımcısı olarak yazıp
masaların üzerine koyarak okutup günahlar ile taraftarlarının
gözüne perde indirip nefsen sarhoş ederek her insanı islamdan sapıtan muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi yaparak
Allah(c.c) ile bağını koparıp ateşe cehenneme sürmüşler
ve sürüyorlar.
Kitapları tahrib ederek insanları şeytanın hizbi yapanların başıda, bu Mahkeme dosyalarının içerisindedir.
Allahın izni ile Olayların üzerindeki gizliliğin aralanıp, gerçeklerin meydana çıkması ile beslendikleri bataklık kuruyup güvendikleri buz gibi eriyecektir. Bu insanların bulunduğu bataklıkda şeytan dillerinin
altına yerleşip onların dili ile konuşuyor gözü ile görüyor; sonra telkin
ediyor, onların dini onlara, sizin dininiz size., yani gurupların ayrılığı kadar dinin olmasını
herkesin bir dini olup orada çöplenmesini telkin ediyor.
Tahribatı kitap takvim vesaire ile yayınlıyorlar; yıl 1997
de Süleymancılara ait Fazilet takvim'de yazıyor. (Sümme Haşa) Bir günde Kuranın hükmü kalktı. O günü
Takvimi okuyan ne kadar İnsan var ise; kanında ki haram ve şüpheli oranında itikadı bozulup bu gurupların ateşine odun oldu. Bu Takvimi okuyan
insanların haline göre kalplerinin üzerinde bulunan şeytan derinden telkin eder. (Sümme Haşa) Kuranın hükmü kalktı; o
halde şeytan ile uyumlu olmak için kitapları
şeytanı gizleyecek şekilde tahrip edip, insanlara haram ve şüphelileri
yedirip açık ve gizli şirke
düşürerek menfaat temin edelim. Böylece şeytanın izine düşen insanların bulunmuş olduğu bölge manen fikren ve
zahiren çöküyor. Allahın yardımı ile olayların
meydana çıkması insanların maneviyat ve adalete yönelmesi ile Allah(c.c)ın vadi gerçekleşecektir. Hacı Bayazıt 20.06.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.14
Bidat ve fitneden sakınmak
İtikadı bozuk, bidat ehli olanlara karşı nasıl davranılmalı?
Cevap: İtikadı bozuk olmak veya bidat sahibi olmak büyük günahtır. Bidat ehli ile konuşmak, kâfirle
arkadaşlık etmekten, kat
kat daha fenadır. Bidat
ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak
gerekir) buyurdu.
Çünkü hadisi şeriflerde, (Bidat ehlinden kaçın, onlara selam vermeyin,
onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin,
cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın) buyuruluyor. Fitne çıkarmak haramdır. Fitne çıkacaksa onlara selam verilir,
ihtiyaç kadar yanlarında oturulur, beraber namaz kılınır. M.Ali Demirbaş 30.06.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.15
Siyasal İslam mı Sufilik mi?..
İnsanlar ıkendine çeken iki cazip akım var. Birisi,
siyasal İslâm olarak ifade edilen, İslâmın devlet ve yönetim boyutu; diğeri de İnsanın kalb
ve ruh derinliğini oluşturan
tasavvuf, bir başka ifadeyle sufilik ve bunun
kurumsallaşmış biçimi
olan tarikatlar: Bugün dünya ölçeğinde hangisi öne çıkıyor, hangisi fonksiyonunu icra ediyor,
hangisi cazibesini azaltmış, gündemdeki yerini
kaybeder olmuştur: Lüksemburg Üniversitesi öğretim üyelerinden tasavvuf uzmanı Fransız oryantalist Erick Joffroy, geçtiğimiz Pazar
günü islamonline.net/ arabice verdiği mülakatta, İslâm âleminin geleceğinin tasavvufî akımda olduğunu söyledi ve İslâm dünyası ister istemez oraya doğru gidiyor dedi:
Bir süre Kahire'de ve BAE'lerinde incelemeler
yapmış olan Prof. Erick, Irak'ta Amerikan işgaline karşı gösterilen İslâmi direniş, siyasal İslâmın
yeniden önemini artırıp
yeni bir alan açar mı? sorusunu
şu cevabı verdi: ...Ben siyasal İslâmın yeniden öne çıkacağını sanmıyorum.
Çünkü, Mısır gibi siyasal İslâmın beşiği olan bir ülkede artık siyasal bir daralma
yaşanıyor. Şimdilerde daha çok İslâmî davete önem
veriliyor. Bundan dolayı İslâm aleminde ve Arap
dünyasında siyasal İslâmın yeni bir alan kazanması mümkün gözükmüyor.
Irak'ın ise kendine özgü bir konumu
var: İşgalden sonra gelişen direnişin asıl
amacı, büyük İsrail rüyasının karşısında durmaktır. Petrol
ikinci bir faktördür. Din meselesi ise işgalin bir başka gerekçesidir. Çünkü bizim bildiğimiz
George Bush çok aşırı
bir katolik cemaatine bağılıdır: Şu anda Arap
ülkelerindeki rejimler, iktidara sufileri yaklaştırdılar. Fas'ın Dışişleri Bakanı Ahmed
Tevfik sufi bir Müslümandır.
Ezher Rektörü Ahmed et-Tayyib, Halveti tarikatına bağlıdır. Cezayir'de
Buteflika sufiliğe yakındır ve geçtiğimiz seçimde tutumunu açıkça belli etti. Bugünlerde siyasal İslâm on sene öncesinden daha zayıftır. Bunun karşısında sufiliğe bir yöneliş var. Çünkü İnsanlar Maneviyattan başka bir çarenin kalmadığına inanıyorlar:
İslâmın öne çıkan bu manevi yönü, aynı zamanda sosyal ve siyasal meseleleri de içine alıyor. Çünkü İslâm dini kendi içinde kapalı bir din değildir. Şu hususu da Tesbit etmek lazım; Sunulan
siyasal projeler maneviyatdan uzaksa ondan bir şey
elde edilmez. Karmaşa dolu bu alemde, İnsanların fili olarak maneviyatdan başka acil bir ihtiayaçları yoktur. Size göre İslâm
aleminde siyasal İslâmın
yerini sufi hareket geçer mi? şeklinde yöneltilen
bir soruya ise Prof. Erick şu açıklamayı getirdi. Evet,
ben öyle inanıyorum ve bu inancımda yalnız değilim.
Benim İnandığım Tasavvuf, herkesin
bildiği Tasavvuf değildir,
Manevi bir Tasavvuftur. Çünkü İnsanî ve akla dayalı bir İslâma dönüş, tasavvufla olacaktır. Buna da ancak manevi
tarafı öne çıkan bir İslâmla erişilir. Köklü
ve derin bir Maneviyata dayanan sufilik, dünya çapında
bir hareket meydana getiriyor. Siyasal İsalam ise yüzeysel ideolojik fikirler üretiyor, güçlü,
manevi bir dayanaktan mahrum.
Bazıları sufilerin ideolojik arka
planının olduğu iddia ediliyor. Bazıları sufiliği İslâm
aleminin laikliğine bir kapı olarak değerlendiriyor. Çünkü sufiliğin en önemli prensibi nefsi ıslah etmek,
kendilerini kurtarmaktır. Dini bireysel olarak bir
hayat tarzı olarak görüyorlar. Her
şeyden önce sufilik İnsanı dünyacı olmaktan kurtarıyor. Sufiler dünyacılıktan kurtulduktan sonra İslâmı başkalarına
anlatmaya başlıyor. Resulullah (a.s.m) aynen böyle yapmış.
Mutasavvıflara tarihi geçmişiyle bakacak olsak, kendilerini toplumdan soyutlamadıklarını göreceğiz. Gerçi belli bir dönem inzivada yaşamış olsalar da, fazla bir zaman kaybetmeden toplumun içine girmişlerdir. Çünkü onlar toplumda kendileri için önemli bir hizmet alanı olacağını
biliyorlar. Şimdi yeni nesil sufilikte, sosyal
boyutu gelişmiş farklı bir yükseliş görüyoruz. Çünkü 70'lere kadar
olan sufi tarikatler belli yaşlardaki İnsanlara hitap ediyordu. Şimdi ise durum değişti. Çünkü gençler tasavvufun bu eski
halinden tatmin olmuyorlar. Tasavvufu, bir iç ve dış operasyon olarak görüyorlar. mpaksu
tercuman 08.07.2004
5.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.16
Adalet ayakta kalma sebebi
Nimetin kıymeti bilinmezse nimet elden gider; bu genel kural.
Osmanlının çöküşünde kabahati hep dışarıda aramak yanlış olur. Halk son
zamanlarda sahip olduğu nimetin kıymetini bilmedi. Cenab-ı Hak da nimeti ondan
aldı: Mekkede bir küçük mescid
de bundan birkaç yıl evvel bir cuma hutbesinde okuduğu Arap bir hatîbin şu ifâdeleri ne kadar
mânidardır:
Ey müminler!
Bir milletin, Allah yolunda olduğu, Onun emirlerine sıkı
sıkıya bağlı bulunduğu, Kurân-ı kerimin muhtevâsındaki ahlâk ve İnsaniyyetin canlı bir timsâlini gerçekleştirdiği ve ilâ-yı
kelimetullâh yolunda yürüdüğü zaman nasıl azîz olduğunu ve bunun aksine bir yolda
yürüdüğü zaman da nasıl
zelîl bir hâle düştüğünü
anlamak isteyenler, bir muazzam Osmanlıya, bir de
onun bugünkü nesline baksınlar! Onlar, Allah yolunda
yürüdükleri zaman buraya vâliler, kumandanlar, paşalar
ve idâreciler gönderi- yorlardı: Şimdi ise eli kazma-kürekli işçiler
gönderiyorlar!
Bu gerçeği müşâhede eden Edmondo de
Amicis de şunları söyler: Şimdiki Türkler, ecdâdının değerinde değildir:
Zîrâ bugünküler, bizim teknik ve tekno- lojimizin yerine yaşayışımızı, nefsânî rahatlık sebep- lerimizi, ayıplarımızı, kötülüklerimizi benimse- miştir. Bunun için
Osmanlı Türk seciyesinin bütün iyi taraflarını kaybettikleri de bir gerçektir: Onların, Batıdan hâsıl
ettikleri şeyler; inançsız,
para düşkünü, her türlü dînî, millî ananelerin düşmanı ve kötü rûhlu İnsanlar ile atalarının pabuçları dahî olmayacak kadar ahlâksız bir gürûhu taklitten ibarettir. Mehmet
Oruç 10.07.2004
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Selâm sana ey gülzârın gülü!
Rabbimin Kuranından, Resûlünün haberlerinden, anladığım o ki; her asırda bir güli
Muhammedî (asm) açar, râyihâya hasret kalmış
gönülleri yedi iklime yetecek has kokusu ile doyurur.
Lâkin, mayısböceğinin gülle
ne işi olabilir? Âlem gülle dolsa, onun işi illâ başkadır... Her asır, ya bir Peygamberin, ya bir velinin tahtı riyasetinde barınır... Nübüvvet bağının mührü vurulduğundan
beri, o mühr-i nübüvvetin taze meyveleri asır ağaçlarının başında arz-ı endâm ediyor: Kimisi Ömer b.
Abdülaziz (r.a) gibi ikindi güneşine benziyor, kimisi
Hz. Mevlânâ (r.a) gibi son nefese kadar gizli kalıyor,
kimisi de Bâzül-eşheb Şâh-ı Geylâni (r.a) gibi maddenin şahlarına nefes aldırmıyor.
Ya bu felaket ve helâket asrı? Son mümessil, izni İlâhi ile esrâr ummanından ruhuna massettirdiği kudsi hakikatten,
izin verilen kadarını
vitrinlemiş. Nerede o göz ki, eserin penceresinden o
ummana hasr-ı nazar ede de, gözünün ayağına zerre su değmeye! Mücevher terazisinden
habersiz inşaat kalfasının kaç tonajlık kantarlarda altın-gümüş tartmaya kalkması komik değil midir? Ey
posa hamalı! Sen küfeni yüklen,
maden cevherinden soyulmuş külleri taşımaya talim et! Nene gerek lal ü mercan? Âlem boşaldı mı? Merkezi santral kapandı mı? Beşeriyet şimdi Makber mi çekiyor; Her yer karanlık mı? A gaflet uykusuyla gözleri şişmiş şaşkın! Becerebiliyorsan kör gözlerini aralayıver
de, ıssız bir dağ başında secdeye varmış kalbe damlayan her tane feyiz yağmurunun
dahi tek merkezden aktığını görmeye çalış!
Asır Boş olsa, kepengin
inmesi gerekmez mi? Müşterisiz dükkanı kim neylesin? Madem paydos davulu çalmamış, tezgahta kimin oturduğuna dikkat etsene!
Yoksa, zaten mal sahipsiz diyerek hırsızlıktan lezzet mi alıyorsun? Bileklerin sağlam mı? Fakdaû eydiyehümâ nidasını duymuyor musun? Bu asır gülzârı gülsüz olur mu? Bu bahçenin son
turfandası öyle bir güli
Muhammedî (sav) vasfıyla haber verilmiş ki, Süfyan ve Deccalin vurgunuyla sarsılarak kepenkleri inmiş kalp çeşmelerinin kör tıpalarını eritecek bir râyiha neşredecekmiş!
Dumanlı havayı cadıların yaşadığı uzak tepelere sürgün edecek, Kuran güneşinin bahçelerdeki buzları eriterek kurumuş köklere âb-ı hayat sunmasına yol açacakmış! Bilumum yarasalar,
baykuşlar ürkerek izbe inlerine kaçacaklarmış! İşte ben o gülün meftunuyum. O kokunun
hayranıyım. Buram buram Kuran kokan, burcu burcu sünnet neşreden, Ehli Sünnet bağının bütün çiçeklerini harman etmiş bir râyiha
burnuma geliyor. Bu asrın gülünü arıyorum. Biliyorum, santral çalışıyor.
Arştan bağını koparmamış gönüllere nûr gelmeye devam
ediyor çünkü; o halde tezgâhta biri var!
Teknoloji harikası sahte çiçekler,
isteyenin olsun. Ben onların cazib, ama ruhsuz
renkleriyle meşgul değilim.
Gübre kokusunu laboratuvar oyunlarıyla misk ü amber
diye sunan sahtekârların sihirleri de başlarında paralansın:
Bütün beşeriyetin tek meydanda toplanacağı gün bu asrın zavallı mecruhlarına kol-kanat gerecek o gülü arıyorum: ...Madem gülzâr var,
o halde o gül de var, ama nerede? Hangi dağın
buzulları arasında gizli,
hangi sahranın kum tepeleri arkasında gözlerden nihan, hangi vahânın kuyusu başında yalnız kalmış, hangi şehrin keşmekeşi içinde kaybolmuş bir parkta boynu bükük
duruyor? Cedd-i emcedinden miras olan güzel kokunu biliyorum senin. Burnum beni
aldatmıyor, ruhum gaflet gömleğinden başını çıkarmaya çalışıyor. Ey bu asrın nadide gülü! Bâd-ı sabâ senden haber
veriyor, seher vakti senin kokun bizim ruh iklimine de uğruyor. Sana selâm olsun! Âlemlere rahmet olan ceddinin aşkına, bu günahkâr biçâreyi güzel kokundan
mahrum etme! Evet, bû-yi mübârekin ölü kalbime âb-ı
hayat olmazsa, eğer senin kokundan mahrum olarak
hayat kepenklerim kapanırsa, benden daha bedbaht kim
olabilir? Mustafa Kaplan Vakit 15.07.2004
6.İslam dairesi
içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Bâtın ilminin önemi
Bâtın ilmi diye bir ilim var mıdır? Arapça batn=karın yani İnsanın içi demektir. Bu bakımdan bâtın ilmi veya bâtıni ilim diye bir ilimden bahsetmek doğru olur
mu? Bâtın ilmi varsa, Kuran ve
sünnetten delil verebilir misiniz?
Cevap: Her kelimenin tek manası olmaz. Bâtın kelimesi de öyledir. Bâtın esmai hüsnadan,
yani Allahü teâlânın isimlerindendir. Kuran-ı kerimde, (O evveldir, âhirdir, zâhirdir
ve bâtındır, O, her şeyi bilendir) buyruluyor. (Hadid 3) Hadisi şeriflerde de buyruluyor ki: (Din bilgisi iki kısımdır: 1- Kalpte
olan faydalı ilimler. 2- Dil ile anlatılan zahiri ilimler.) [Hatib, Süyuti] (Elbette Kuranın zahiri ve bâtıni manası vardır.) [İbni
Hibban] (Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sır,
hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından
dilediğinin kalbine bırakır.) [Deylemi, Süyuti, Münavi] (Zahir ve bâtın
ilminde âlim olanlar, enbiyanın vârisleridirler.) [M.
Nasihat] (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir.
Bunları, ancak marifet sahipleri bilir.) [M. Nasihat]
Taha suresinin (rabbim ilmimi arttır de) mealindeki 114. âyeti, bâtın ilminin
artmasını istemek olduğu tefsirlerde bildirilmektedir. Abdulgani Nablusi
hazretleri buyur- uyor ki: İmamı Malik buyurdu ki: (İlmi zahire malik olan,
ilmi bâtına kavuşabilir.
Zahir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, Allahü teala, ona bâtın bilgisi ihsan eder.) Ali bin Muhammed Vefanın ârifane sözlerine şaşırıp kalan imamı
Ömer Bülkini, bunları nereden öğrendin deyince, Bekara suresindeki, (Allahtan
korkun! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) mealindeki 282. âyeti okudu. ...Ebu Talibi Mekki buyurdu ki: (İlmi zahir ile ilmi bâtın, birbirlerinden ayrılmazlar. Beden ile
kalbin birlikte bulunması gibidirler. Bâtın ilimleri, arifin kalbinden kalplere akar.) (Âlimler,
Peygamberlerin vârisleridir) hadisi şerifi ile bildirilen âlimler, bildikleri ile amel eden, takva sahibi
olan, Peygamberlerdeki ilimlerin hepsine kavuşan
hakiki âlimlerdir. İmamı
Münavi, İmamı Gazaliden naklen bildiriyor ki: Ahiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hasıl olur. Buna (İlmi mükaşefe=İlmi
bâtın) denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebeplerdir. İkincisi (İlmi muamele)dir. İlmi bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır.
Bidat
ehline bâtın ilmi nasip olmaz. Bâtın bilgisi, temiz kalplerde hasıl olan bir
nurdur. (Öyle ilimler vardır
ki, çok gizlidirler. Bunları, ancak marifet sahipleri
bilir) hadisi şerifi, bâtın ilimlerini göstermektedir: Allahü teâlânın
emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lâzım olan İlmi hal bilgileri öğrenilip amel edilince,
ilmi bâtın hasıl olabilir.
(Hadika) malid@tgrt.
com.tr 20.07.2004
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Bismillahhir rahmanir rahim
Allahın
selamı üzerinize olsun. Sayın Süleyman Kösmene bey başlığı -Cin ve büyü- meselesi olan aşağıdaki olaylar alemde gelişen olayların derinden bağlı olduğu iki kuraldan birisi halidir.
Allah(c.c) bütün alemleri maneviyat ve adalet üzerine
bina etmiştir.
İnsanlar maneviyat ve adaletden uzaklaşırsa; dinde açılan tahribat yolundan şeytan ve cine yaklaşması ile önce menfatleniyormuş gibi ama, sonra şeytan ve cinin hizmetine girip, Peygamber efendimizin izinden çıkılması ile
sonuçlanır. Delilleri altı başlığa açıklama olarak verelim.
Cin ve büyü meselesi
1: Cinler, İnsanlar gibi şuur ve irâdeye sahip olan,
Allaha kulluk için yaratılan ve
Allahın emirlerine uymakla yükümlü kılınan, mahşer
gününde insanlarla birlikte hesaba çekileceği
bildirilen rûhânî varlıklardır. Cinlerle görüşülür mü? Bizi çerçeveleyen
fizik şartlarda genelde hayır.
-Açıklama: İnsanları, Peygamber efendimizin izinden sapıtmada
cinlerin fazla rolü yoktur... ama siyasi ve menfati hevesi uğruna şeytanın izine
düşüp dinin içi maneviyatı
boşaltanlar; şeytan ve
cini, taraftarları fark edilince bu cin ve şeytan müslüman,
efendinin şeyhin yardımcısı; diye, insanları
aldatıp sonra herbir takipciyi korku ve zaviyet ile şeytanın izine düşürüyorlar!..
2: Fakat bu fizik şartları yırtan kimi
peygamberlerin, kimi velîlerin veya kimi insanların
cinlerle görüştükleri bilinen şeylerdir.
-Açıklama: Peygamberler Cinlere de gelmiştir. Tepliğ etmesi görevidir. Velilik makamı ise cin ve şeytan ile görüşmeye kapalıdır. Hz
Peygamberler efendimiz mübüvvet makamında olup; her
türlü günahtan korunmuş ve masumdur. Velilik makamı ise Hz Peygamberl efendimizin izine düşme
Velayet makamıdır. Bundan dolayı masumiyet - günahtan korunma - makamında
olabilmesi için; vücudun merkezi Allahın evi kalbi
her türlü sakıncadan koruması gerekir; Kalbe açılan yedi kapıdan birisi his ve duyu kapısı, şeytan ve
cinin üç usül ile yaklaşığı kapılardan birisidir.
3: Peygamberlerin veya velîlerin
cinlerle görüşmeler- inde ne cinlere ne
insanlara bir sıkıntı veya zarar gelmemiştir. Çünkü onların ellerinde İlâhî ölçüler vardır, kalplerinde Allah
korkusu hâkimdir. Kezâ, genellikle cinler peygamberler tarafından tebliğe tabi tutulmuşlardır.
-Açıklama: Burada
insanları aldatıyorlar... Hz Peygamber efendimizin cinlere tebliğinde
mesajı; Peygamberimizin bütün mahlukata gönderildiğini kanıtıdır. Veli hz Peygamberinin izine düşecek ise; cinler ile görüşmeye kapalı, yok eğer şeytanın izine düşecek ise açık olur; devleti
saltanata - Osmanlı evlatlarını siyasi
katillere çeviren fetva veren munafık dincilerin hepsi islam dairesinden çıkmış cin ve şeytanın yardımcısıdır. Bunlardan birisi; evlat ve torunların katli için Osmanlı Patişahı Süleymana fetva veren şeytanın yardımcısı Ebu Suud efendinin
hocası, cinler ile görüşen
fetva veren şeytan evliyası İbni Kemaldir!..
Veliler cin ve şeytanı taşıyan insanların bilir sesini duyar ve
görürler; yanıt ve yakınlık vermezler... Cin ve şeytan dilin altına
yerleşmiş gizli ve açık küfür ile üç bataklık içeindeki insanlardan üç usül ile
gelir ve gider. Velilerin dilinin altında zikir olur; küfür olmaz velilere ve
onların izini takip
eden Peygamber efendimizin izine düşmüş insanlara yaklaşamaz. Allah(c.c) korur.
4: Hazreti Süleyman Aleyhisselâm
cinlerle açıktan görüşürdü.
Peygamber efendimiz (asm) cinlerin de peygamberidir ve cinlerden bir grubu İslâma davet etmiştir. Onlar da bu daveti
kabul etmişler, Müslüman olmuşlar ve Peygamber efendimizden (asm) Kurân dinlemişlerdir. Bunu Kurânda ki Cin
Sûresinden öğreniyoruz. Kurân
bu cinlerin şöyle dediklerini bize bildiriyor: Bizi doğru yola ileten hârikulâde bir Kurân dinledik. Ve ona iman ettik. Biz rabbimize hiç
kimseyi ortak koşmayız.
-Açıklama: 1.Süleyman (a.s) Cinler ile görüştüğüne
dair haberin, - o şekilde yorumu - doğru değil ve sakıncalı; doğrusu, cinlerin, Süleyman (a.s) hizmetinde çalıştığı haber verilen; kıssanın içeriği, Cinlerin Gaib'in ilminden haberdar olmadığını haber taşımasına önem verilmemesini ikaz eder. a.) Cinler
Süleyman(a.s) tarlasında çalışırken bastona dayanmış halde duran
Süleyman(a.s) vefat ediyor; ama bundan cinlerin haberi olmuyor; ta'ki Süleyman
(a.s) yere düşene kadar: b.) Allah(c.c) açıkça ayetinde ikaz ediyor. Cinlerin gaib'den haberi yoktur!.. Eğer olsa idi kendilerini azaplı bir günün
beklediğini bilirlerdi.
-Burada ki açık uyarı - Cinlere uyana!.. vesvesesi haberine kulak verene!.. islam dairesinde tahribat yolu açıp cin ile maneviyatı boşaltana ve insanlara teşvik edenedir.
5: Saidi Nursinin; Süleyman
Aleyhisselâmın cinlerle görüştüğünü ve şeytanlara
düşmanlığı bıraktırdığını haber veren âyeti tefsîr ederken; bu kapının insanoğlu için
de açık bırakıldığını;
Cenâb-ı Hakkın emirlerine
itaat edilmesi şartıyla
cinlerin ve şeytanların düşmanlığı bırakmaya mecbur edilerek İnsanlığa hizmetkâr yapılabileceğini kaydeder.2
-Açıklama: Şeytanın yaratılış
gayesi insanları aldatıp Peygamber efendimizin izinden sapıtarak kendi izine düşürüp itikadını bozup amelini alarak... Allah(c.c)ın cehennemi insi ve cinni şeytanlar ile
dolduracağım, vadi gereği cehenneme sürüklenmek'dir. Allah(c.c) bir ayeti celilesinde haber
veriyor. Onlar önlerinde sürücü şeytanlar ile mahşere
sürülecektir.
6:Fakat heyhât... Heyhat... Heyhat! Bu yüksek
ufuklar nerede? Bugün İnsanların belâsı haline getirilen bâtıl cincilik ve büyücülük furyası nerede?
Dipnotlar: 1- Cin Sûresi: 1 /2- Sözler, s. 234 /3- Müslim, Îmân, 145-
04.08.2004 fikihgunlugu@yeniasya.com.tr
-Açıklama: islam dairesinden çıkanlar... insanların
belâsı haline getirilen bâtıl cincilik ve büyücülük furyasına zemin hazırlanır. Hacı Bayazıt 04.08.0204
Not. Bu yazılardan
sonra; Yeni Asya Gazetesinde Ali Fersatoğlu, Saidi Nurside hata yapmışır... notu düştü.
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Unutmayalım ki,
Peygamberler ve tarihe geçen güzel insanlar,
en olumsuz şartlarda bir başlarına tevhid eri olmayı başarmışlar,
iman edip islâm olanların ilkleri olmuş- lardır. Onlar bizim örneklerimiz ve
öncülerimizdir. Neden biz de onlar
gibi olmayalım?! Biz bu şuurda olalım da varsın şeytanın yandaşları kötü planlarına
yeni yeni planlar eklesinler. Onların kötü planlarına en iyi karşılık verecek olan Yüce Allahtır. Firavnun planları
ise, uzun vadede asla başarıya ulaşmamıştır. Musalar var oldukça, Firavnlar yok olmaya mahkûmdur. Abdullah Büyük.06.08.2004
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Bu çirkin asrın
ve çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin
peçenizdir. Yalnız bunlardır
ki, gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor. Niçin ondan müşteki gibisiniz? O mazrufa, bu zarftan muvafık
ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl
giyinebileceğini düşünüyorum
ve çarşafsız, peçesiz bir
kadın tahayyül edemiyorum. Abdurrahman
Dilipak 08.08.2004
İMA... O vakitler İstanbulun suyuna domuz dışkısı karışmıyordu; ve her ayda Türkiyeye tonlarca karışık jelatin hayvan yağı haram ve şüpheli
girmiyordu, dolayısı ile kalbe gelen kan nisbeten helal derecesine yakın olduğu;
maneviyatta bu denli boşalmadığı için insanlar böyle düşünüyordu. Hacı Bayazıt
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Allahın selamı üzerinize olsun.
Muhterem ağbey insanların uyarılması için uzun soluklu bir mücade
gereklidir! Mücadele için de Maneviyat ve Adalet gerekir! Tarih 18.03.03, Adalet Bakanlığına
bir dosya götürüyordum. Bakanlığa yakın Lerchenfelder Str/Köşe Strozzigassede iki tane
tesettürlü kadın duruyorlardı yolun üzerinde olduğu için insan yüzüne
bakmasa bile hali fark ediliyor, içimden geçti ki, herhalde
bizim arkadaşın hanımı diye, kafamı tamamen ters çevirdim, tam yanlarından geçerken iki kadın başladı
Arapça konuşmaya!..
Gayri ihtiyari dikkatimi çekti; ne güzel bunlarda Arap müslümanlarmış; diye, hafif kalp ve gönül perdem aralandı...
Tam karşıya geçtim! Taksi durağı ve takside
bekleyen şeytan şöfer; yanındaki şeytanı koyverdi, Ben bakanlığa gidiyorum, şeytanda tıpır tıpır arkamdan bir müddet geldi... Bu İnsanlar
din'i siyaset ve menfaate alet eden
siyasi parti milli görüş içindeki taşıyıcı insiler...
Bu sene tarih, 10.05.2004 yine Bakanlığa dosya götürüyorum. Sabah
haramlara helal deyip din'in temeli dinamitleyen (süleymancı) bölücülerden, genç karı koca evimden çıktıktan sonra, Elterlein Platz ile Kalverein
Bergg köşede karşıma çıktı... Bunların gayesini bildiğim için orda bir şey olmadı yaklaşık bir kilometre sonra; Neustift
gasse 52 Bakanlığa yakın bir durakta; aynı şahıslar tekrar yolumun üzerinde duruyordu. Fiziken faaliyetleri normale
uygun güçleri ise dikkat çekip peşine şeytanı takıyorlar.
Allahın izni ile onların
faliyetı insanların uyanıp kendilerini teşhir etmesini sağlıyor. Hacı Bayazıt 08.08.2004
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Dünya soluksuz ve habersiz dönüyor.
Biz de dönüyoruz zaman ve zeminler sona doğru yol alıyor. Uçurumun tepesinde gösterilen iki yolun yolcusuyuz. Gösterilen bu
yol hak ve batıl diye ayrılmıştır. Kapılarına da binecekler konulmuştur. İnsanın tercihine bırakılmıştır.
Deccalin sunduğu sahte bineke mi; yoksa zahmet gibi
görünen rahmet bineğine mi binilmesi gerekli
bilmiyoruz: Şu can denen mahlukatı taşımak ne zor şeymiş? abuyuk Vakit 14.08.04
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Manevra alanı daraltılmış âlimlerimiz
Bir toplumun kaderi, o toplum içindeki
muttaki, cesur ve gerçek mânâda Allah'tan korkan, dolayısıyla salih İnsan özelliğine sahip olan âlimlerin etkinliğine bağlıdır. Eğer, bir cemiyet içinde kötülüğü ve bâtılı ortadan kaldırıp, onun yerine hakkı ve adaleti tesis etmeye
gücü kuvveti yetecek sayıda salih kişi bulunursa, genel azap, bir ıslah, bir
tedavi fırsatı tanımak için, o cemiyetten kaldırılır.
Yok eğer, salih İnsanlar böyle bir girişim için yeterli sayıda değilseler ve toplum-cemiyet böyle salih kişilere
müsamaha etmiyor ve onların ıslah girişimlerine izin vermiyorsa, o zaman
topluluk kendi azabını,
kendi helâkini hazırlamış demektir. aboyuk@vakit.com.tr
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Allahın selamı üzerinize olsun.
A.Büyük bey
Allahın izni ile havuzun
suyu temizlenecek... suya pisleyler berteraf edilecek.
1999 yılında Türkiyede idim. Ankarada
bacılarımın evinde misafir kalıyordum. Servet enişte, Süleymancıların
Keçiörendeki yurduna üye olmuş;
ama kendisini Fetullah hocaya yakın
gösteriyordu; hoca efendinin aykırı fetvaları olduğundan
dolayı gönlümüz ona kapalı
idi. Bu yüzden o taraftan bir şey gelmez hesabı içerisinde idim.
Büyük Mükremin enişte söylüyordu. Yav çay içme küçük bacının evinde, küçük enişte ile birlikte çay içerek yaptığımız kahvaltıyı
kastediyor. zehir geliyor; diye. Sabah kahvaltı yapıyorduk birlikte bağırsaklarım düğümlenecek
gibi oluyordu. Akdereden Kızılaya yaya
olarak gidip geliyordum ki, Vücut kahvaltıda karşıdaki nefes ile gelen şeytanı atsın.
İşte havuzun suyunu bu şekilde pisleyip maneviyata giden yolun önüne engeller çekip; yıllardır deccala çalışmışlar.
Allah(c.c) bütün insanları İslam fıtratı üzerine yaratmıştır. İnsanlar yaratılış gayesine uygun din ahlak maneviyat
dairesinde bulunur ise iman kalbe zikir ile yerleşip insanlar rahmet ve berekete laik hale hazırlanıyor. Eğer insanlar dini siyaset ve menfaate
alet eder daireden çıkarsa kalbe iman yerine şeytan yerleşip; insanlar musibet ve sıkıntıya müstehak
hale hazırlanıyor. Allahda vakti saati geldiğinde dinini tahrip edenleri bertaraf ediyor. Hacı Bayazıt 31.12.2004
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10
İnsan gönlünde
şeytanın ordusundan sayılan şehvet ile, Allahın askeri sayılan akıl nûru arasında
sürekli bir mücâdele vardır. Müzik bu mücâdelede şehveti tahrik edici değil; akıl nûruna kuvvet verici olmalıdır. Bu iki ordudan birisi kalbi fetheder ve kuşatırsa zaferi elde etmiş olur ve mücâdele biter. Şeytanın müzikle kalbe girip kalbin mânevî neşesini
bozmasına izin verilmemeli. Zamanımızda kalpleri şeytanlar
kuşattı. Şarkılar ve müzik parçaları ekseriya şeytanî hevesleri tahrik amacıyla çalınır ve
söylenir oldu. Gönül kendisini bir müzik parçasına
kaptırmaya görsün; müziğin
sazıyla ve sözüyle kendinden geçip, neredeyse kul ve İnsan olduğunu unutur hale geldi. Öyle ki,
nice müzik parçaları ile kendi İnsanlığını unutan ve kendinden geçen nice gençler, elde jiletle başta kendileri olmak üzere etraflarına zarar
verir oldular. İşte böyle müzikten çabuk
etkilenen, mânevî terbiye almamış, kendi kimliğini İslâm ahlâkı
ile yoğurmamış kişiler müzik dinlememeli. Çünkü bu kişiler
müzikten zarar göreceklerdir. Fikihgunlugu
6.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11
Lâkin her akşam
bana yüz tane salevat okumayı aksatmazdı... Vefatı duyurulunca Rabbimden şefaat
izni istedim, onu benim hatırıma bağışladı. Şimdi diyorsun ben nasıl salevat okumayayım?
Allahın selamı üzerinize olsun.
Değerli A.Sırrı Arvas Kardeşim; Allah(c.c) yüreğiniz ve kaleminiz ile dinin beli ve omurgası maneviyatı muafaza eylesin. Müslüman her
vakit Allahümme Salli ve Barik duaları ile Namaz çıkışın'da namazı zihninde toparlar ise Peygamberinin izine düşer; eğer namazı
zihninde toparlayamaz ise namaz kılmamış Peygamberi izine düşmemiş olur; artık
kimin izinde ise vay haline!.. Salatı Şerif okuduğu zaman; kanı ve midesi temiz haram ve şüpheli yok ise
nefesinin olduğu yere kadar şeytan araya öne gelemiyor; diğer duyu yollarını da korunur ise; Müslüman Peygamberinin
izinde Şefatına mazhar hale geliyor.
Yıl
1995den beri her vakit namaz arkasından 99 defa Salat Şerif okuyordum diğer insanların yaklaştığı oranda şeytanda yaklaşıp bıkkınlık usulü ile Salatı Şerif okumamı engellemeye uğraşıyordu araya girip Salatı Şerifi bıraktırıp
Peygamberimin izinden çıkartamayınca 1998 yaz ayında üf
dedi gitti...giderken
Selahattin Çelebi hocanın nefesi iz olarak kaldı.Hacı Bayazıt
03.01.2005
7.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Mesela eskiden alperen
denilen kimseler vardı. Bunların her biri, tasavvuf büyüklerinin sohbetlerinde,
dergahlarda yetişmiş
kimselerdi. Dinimizin güzel ahlakı ile bezenmişlerdi. Hal ile söz ile, yaşayış ile örnek kimselerdi. İslamiyeti yaymak için
kendilerini adamışlardı. Eshab-ı kiram gibi geri dönmemek üzere çeşitli memleketlere dağılmışlar, oralarda İslamiyeti tanıtmakla ömürlerini tamamlamışlardı. Ta Semerka-nttan, Buharadan kalkıp Anadoluya,
Rum diyarına gelmişlerdi..!
Mehmet.oruc@ihlas.net.tr
Allahın selamı üzerinize olsun.
Osmanlı Devleti maneviyat ve adalet burcunun doruğunda iken dinin beli ve omurgası maneviyat
ehli halkı takvaya hazırlaması ile gönüllerde manevi fetih gerçekleşiyordu.
Yıl
1995 Hapishanede uyanmaya, bazı şeyleri hatırlamaya, kalbin üzerindeki perdeler kıpırdamaya
başlayınca Allah(c.c) rahmet eylesin, Türkiye Gazetesinde ısrarlı bir şekilde Ahmet Kabaklı hocanın Alperen muhtevalı yazıları dikkatimi
çekti. Demek istiyordu ki, Gururuna dikkat et.
Tasavvuf ve tarikat ehilleri, dinin beli ve omurgası maneviyatın vasıtası tasavvuf ve tarikata müzik, çalgı aleti,
sigara, şüphelilerin yenmesi, Kuran ayet ve sürelerine saygısızlık, bir oda içerisinde nikah düşecek bir kadın ile nefes nefese gelecek yakınlıkta, nikahsız olarak şeyh mürid ilişkisinde bulununca, altıncı duyu
yolu feraset ve keramet ile şeytanın istidrac ve sihrini birbirinden ayıran
haya ve edep kapısı açılıp helal ile haram birbirine karışıp omurga ve belde yumuşama başlayınca;
Allah(c.c)ın Ehl'i Beyt ile edep ve haya sahiplerinin laneti üzerlerine
olasıcalar,
dinsiz imansızlar;
burada Şeyh Mürit arasında namahrem olmaz diye, müslümanın gururunu şeytana kırdırıp
takipcilerinin bilinç altına yerleşmiş resmin suretinde şeytanı, müslümanın
koynuna atıyorlar.
Böylece itikatı bozulan insanlar sıkıntı ve musibete
müstehak hale hazırlanıyor.
Allah(c.c) tarih 28.Şubat 1997 de dini tahrib
eden bu gurupları bertaraf edip; Askerin
emekli kurmayını kurum
ve kuruluşların başına, Albayı Yarbayı
gurupların başına
getirip, din iman hırsızlarının topdan - gururlarını kırıp - karanlık yönlerini meydana çıkardı. Bunlar anlaşılmadan Başörtüsü
ve akıl baliğ çağından başlamak üzere
gerekli dini eğitimde başlamaz. Bundan dolayı masum ve mağdur olan insanların vebali, bunları bilip susanların üzerinedir. Bu Sebep ile Ahmet Kabaklı hocaya,
Hak Tealadan rahmet ve mağfiret
diliyorum.
Not: Alperen; Alpliğin Erenleşmesi ırkı ve milli
olgunun kemer ve köprüler ile islam dairesi içerisinde
eriyip ümmet olarak ivme, şahsiyet kazanması demektir; eritemez ise... insanları islamdan sapıtan şeytanın
yardımcılarının elemanı ve iti olur. Hacı Bayazıt 29.01.2005
7.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Mevlânâ, ehil olmadıkları halde irşada kalkışan sahte rehberlere seslenir, onlara öğütlerde
bulunur: adulazizhatip@tercumangazete.com
Esselamu Aleyküm
Allahın
selamı üzerinize olsun. Sevgili Abdülaziz Hatip ağbeyim, Mevlana hazretlerinin belirttiği gibi
Müslüman sıratı müstakim
yolunda ilerlerken İslam dairesinden dönüyor. Bu şekilde dönen yedi gurup olmuş. Bunlar dinden tahibat yolu ile çıktıkları için şeytanın izindeler. Dini
kitapları çok ustaca tahrip etmişler. Bir bitki var... Buruna yaklaştırılınca kurumuş tozu insanı hapşıttırıyor. Bu bitkinin tozunu alkol karıştırılmış parfüm
veya esansa katıp üzerlerinde taşıyorlar; bu usül ile şeytan yanlarında bulunuyor. Namaz vs ibadetlerde ve bazi hallerde istediği insana yaklaşıp hapşırık yaptırıyor. Müslümanda hapşırığın iyiye olduğunu hatırlayıp şükür Yarabbil Alemin deyip Fatihaı okuyor bu arada şeytan telkinini atıyor, müslüman bunları
bilmediği için şeytanın telkinini iyi olarak algılıyor. Bu şekilde
faaliyet gösteren gruplar olmuş. Bunlara karşı kalp kapalı olursa Allah(c.c) şeytanın telkinlerini tersine çevirip yardımcılarını meydana çıkartıp insanları onların şerlerinden koruyup onları bertaraf eder. Hacı Bayazıt 30.01.2005
7.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Allahın selamı üzerinize olsun.
Sayın Değerli kardeşim, Sigarayı bıraktığınızı yazıyor yorumcular. Dikkat edin! Sigara tiryakisi günde bir Paket içtiği zaman Ciğerlerinde 10 senede 6 Kilo
nikotin birikiyor. Sigarayı bıraktığınız
zaman; ciğerlerin üzerinde
birikmiş nikotini sökebilirseniz sigaranın yapmış olduğu
tahrip olan hücreler yenilenebiliyor. bu tedavi zikir ve ibadet ile mümkün
hücrelerin yenilenmesi için mücadele içerde başlaması kişinin kendini bilmesi gerekir. Kalp
zikir ve ibadet ile meşgul olup zikir dilin altına yerleştiği
zaman; dil yalana riyaya çirkin söze dönmez, kulak çınlaması ve göz serimesi ile gelen telkin kesin olarak alınmamalı, müslüman aldanmaz bu engelleri aşar ise vucutun yenilmesine zemin hazırlar.
Dinde yapılan tahribat yollarıda bu hale bağlı
olarak kapatılıyor.
Sigara balgamları sökülmeye başlayınca çok vesvese gelir. Kesinlikle vesvese alınmamalı yardımcıları vasıtası ile
dini de tahrib eden şeytan
sigara ile de vücudu tahrib ederek, sigara balgamı üzerinde tutunduğu için balgam söküldükce devamlı vesvese verip telkin ile tutunmak ister. Allah(c.c) için şüpheli bir şey yemez iseniz - kan temizlenir - kalbe Allahın korkusu yerleşir. Hacı Bayazıt 01.02.2005
7.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
İslâm adına kalabalıklara cehaleti rüşvet verenler
Bir İnsan ya Rasûlüllah (sav)'ın getirdiğine tabi olacak veya his ve heveslerine uyacaktır. His ve hevesler, disiplinsizliği, başıboşluğu, düzensizliği, keyfe göre yaşamayı öngörürler. Şehvetlerini ve şöhretlerini, rasûlüllah (sav)'in getirdiğine
tercih edenlerin iman iddiaları bir vehimden öteye
geçemez. Nitekim ulemadan Aliyyu'l Kari (Rh.a.) yukarıdaki hadisin şerhinde der ki: mü'min olamaz ifadesi, imanın aslını nefyeden
bir ifadedir. (Mirkat/1,Sh: 201-202)
Yeryüzünde sevdaları şöhret olanların sermayeleri cehalet olur. Cehaletin İslâmiyet
diye İnsanlara sunulması ve
kabul görmesi, Allah'ın dinine karşı hurafeciliğin zafere kavuşmasıdır. Allah'ın dini adına bu işi
yapanlar, kalabalıklara cehaleti rüşvet verenlerdir. Kuru kalabalıkların nezdinde itibar görmek için İslâm dinini
yontanlar, İslâm dininin evrensel hükümlerinden kırpanlar, kalabalıklara cehaleti rüşvet verenlerdir. Bakınız İslâm ulemasından
Muhammed Birgivî (Rh.a.) 1560 tarihinden önce telif ettiği bir eserinde şunları söylüyor: Öyle bir zamanda bulunuyoruz ki;
cehalet meşhur, ilim ise sözü edilmeye değmez olmuştur. Bazı
kimseler, hurafeleri ve dinin yasakladığı şeyleri, Allah'a yaklaşmanın en yüce yollarından sayıyorlar. İlmi zayıf
bazı kimseler, İnsanları ibadet kılığına büründürülmüş yaygın bid'atlere teşvik ediyorlar. Hatta bunların bir kısmı iyiyi
kötüden ayırmadan, zayıf ve
uydurulmuş sözlerden meydana gelen kitaplar bile
yazmaktadır. İşin aslını bilme imkânı
olmayan halk ise ya menfaati, ya da işlerine öyle
geldiği için bu eserlere iltifat etmektedir
Bu durum, İnsanların kendisinden gafil bulunduğu büyük bir
musibettir! (Şerhu'l Ehadisi'l
Erbein/Sh:2-3, İst/1326)
Müslümanların Kitap, Sünnet, İcami Ümmet ve Kıyas-ı
Fukaha ile çelişen ve çatışan eserlere iltifat etmeleri, başlı başına bir musibettir. Cahillerin
cehaletini ganimet bilerek onlara cehaleti din diye takdim etmek ise,
cinayettir. Bu musibet ve cinayetlerin kıskacında kalan mü'minler için çıkış yolu, din adına anlatılanları Kitap, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha ölçüsüne vurmak ve bu ölçülerle çelişen
mesajları, açıklamaları, yorumları, izahları tarihin çöp sepetine atmak suretiyle Hakk'ın
hatırını bütün hatırların
fevkine çıkarmaktır. Ne
kalabalıkların, ne şahısların ve ne de
kurumların hatırı Hakk'ın hatrının önüne geçemez. Çünkü Hakk'ın hatrından âli/yüce hatır yoktur. Bu, böyle biline.
Mustafa Çelik 23.03.2005
7.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Hacı Bayazıt Wien, 14.02.2005
Alser Strasse 30/26
1090 Wien
An das Gz:
42R512/04m
Landesgericht für ZRS
Wien
Schwarzenbergplatz 11
1040 Wien
Konu: Landesgericht für ZRS Wien, tarafından tarih, 25.Janner
2005 de Sachwalterscft ile ilgili kararın., bir üst
Mahkeme tarafından terazinin bir kefesine konarak diğer kefesine de hak ve hukukun savunulması
için birlikte verilmiş
olan delillerin konup, Yüksek
Mahkemeniz tarafından sonuçlanmasını.., Veya on senedir sürmekte olan davanın içi manevi, dışı fikri ve fiziki
boyutları mevcut anayasal hükümlerin kapsamı dışında ise dosyanın bir Üst Mahkemeye havalesini talep ediyorum.
Nedenleri:
Hz İbrahim(a.s) Kabeyi yaptığı zaman, Allah(c.c) buyurur ki, Ya İbrahim İnananları yeryüzündeki
Benim Evime ziyarete çağır. İbrahim(a.s) da söylerki, YaRabbil Alemin, Ben buradan sesimi kime duyuracağım?..
Allah(c.c) buyur ki;
Ya İbrahim sen söyle, Onu, her tarafa duyurmak bize ait.
1996 Yılında Eisenstadt hapishanesinde üçüncü katdaki odamda biraz bunalmış durumda idim;
Binanın direği manen ima ile işaret edilip; davacı olduğum insanları
ilgili her şeyi Mahkemeye bildirmem ima ile istendi.
Maneviyat ve Adalet, bireyde İnsan ve ailenin, Genelde ise
Gök Kubbenin direğidir. Bundan dolayı, maneviyat ve
adalete olan inancımın
zafiyete uğraması mümkün değil. Çünkü, insanlar yaratılış gayesine uygun, din ahlak maneviyat
dairesi içerisinde bulunur ise insanların korktukları zaman akıllarına ilk gelen Allah(c.c) ismi kalbe yerleşir insanlar Allahdan rahmet ve bereket gelecek
hale hazırlanır... Eğer insanlar yaratılış gayesine uzak dini siyaset ve menfaate alet eder
ise kalbe iman yerine şeytan yerleşir, insanlar Allahdan musibet ve sıkıntı gelecek hale
hazırlanır. Böylece,
Allah(c.c) dilediğini hidayete kurtuluşa erdirir; dilediğinin de başına şeytanı cini
musallat edip azabına yaklaştırır. Hükmü
gerçekleşir.
Davanın hayati boyutları, bir fiil yaşanarak
manevi fikri zahiri üç halin örtüşmesi sonucu isbat
eder bilgileri basın yolu ile açıklanmış tarih, 31.12.2004li belge.
Allahın selamı, bereketi üzerinize
olsun.
Sayın Abdullah Büyük bey Allah(c.c) yar ve yardımcınız olsun.
Allah(c.c)ın izni ile havuzun suyunu pisleyen dinin aslını
gizleyenler berteraf edilecek... dinin aslının açığa çıkması ile havuza girenlerin zehirlenmesi
önlenip insanlar havuzda arınıp safileşecek.
1999 yılında Türkiye de idim. Ankarada bacılarımın evinde misafir kalıyordum... küçük Servet
enişte Süleymancıların Keçiörendeki yurduna üye olmuş; ama kendisini Fetullah hocaya yakın
gösteriyordu... hoca efendinin aykırı fetvaları olduğundan
dolayı gönlümüz o tarafa kapalı idi; bu yüzden o taraftan bir şey gelmez
hesabı içerisinde idim.
Büyük Mükremin enişte söylüyordu. Yav Çay içme zehir geliyor; diye... küçük bacının evinde küçük enişte ile birlikte çay içerek
yaptığımız
kahvaltıyı kastediyor.
Sabah kahvaltı yapıyorduk birlikte bağırsaklarım düğümlenecek
gibi oluyordu... Akdereden Kızılaya yaya olarak gidip geliyordum ki Vücut kahvaltıda karşıdaki nefes ile gelen şeytanın zehirini atsın.
İşte havuzun suyuna bu şekilde pisleyip ufka maneviyata takvaya giden yolun
önüne engeller çekip; yıllardır deccala çalışmışlar. Bütün Dünya teröre karşı önlem aldı... samimi insanlar iz sürecek ve
dinini siyaset ve menfaate alet etmeyen nefsini ve iradesini kontrol altında tutan, her İnsan
anlayacak ki kaos ve terörün manevi fikri halini hazırlayanlar
ile zahiren terörü yapanlar ayrı ama aynı amacı
tamamlayan insanlar. Hacı Bayazıt 31.12.0204
8.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Hacı Bayazıt
Wien, 18.04.2005
Alser Strasse 30/26, 1090 Wien
An
das
Gz. 046245Ur94/05d-1
Landesgericht für Strafsachen,
Wien Landesgerichts Strasse 11, Wien 1082
Bir Mahkeme Özeti.
Tarih, 26.04.2005 de olacak Mahkeme. Olayların aydınlanıp benzeri faaliyetlerin engellenmesi
için hukuki düzenlemede kamu güveni
ve sosyal dengenin tesisi için, önemli belge olacağına inanmaktayım. Benzeri olayların engellenmesi insanları musibet ve sıkıntıya müstehak
olarak hazırlayanların
bertaraf edilmesi için, Türkiyede bu dava ile ilgli hapis cezası içeren iki kanun çıkartıldı.
Dava ile ilgili Sachwalter istemiyorum. Yıl
1994 ortalarında akşam
evime misafir olarak M.Cemil Şahin ile karısı Melek gelmiş. M.C Şahin ile yan yana oturuyorduk; Oğlum
Mehmetde yedi yaşlarında idi yanımda oturuyordu... M.C.Şahin ile konuşuyor bir taraftanda yan göz ile karşıdaki televizyonu seyrediyorduk;
televizyonda hafif döşü açık
spiker göründü;
yanımda duran oğlum Mehmet,
hemen uzanıp eli ile gözümü kapayıp gayri ihtiyari
görmemi engelledi...
Bunu hali gören M.C.Şahin, amaa ne var bunda bizim Melek (karısı) daha açık
erotik filmleri seyreder; dedi.
Görülecek Mahkemede Şahsımı temsilen Mahkemenize verilmiş 26 sayfa belgeler; Tarafınızdan sorulacak soruları yanıtlayacağına inanıyorum. Hacı Bayazıt
Karar: Olayların manevi ve zahiri boyutu
Mahkeme tutanaklarında kayıt
altına alınıp... Yargıtay/OGHun Süleymancıların içlerindeki şeytanı
bir kap içindeki suya üfleyerek, suyu istenilen yerlere serpiştirmesi ile
kuluçkulama yöntemini görmesi sonrası. Süleymancılar ile Osmanın ailemi korkutarak açtırdığı dava 29. 04. 2005 Geri çekilmiştir.
8.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Derin güç, hukuka ve iktidara
meydan okumasını
sürdürüyor. A.
Dilipak.
Aslan Ağbey öyle gözüküyor ki derin güç
bir tarafın dengesidir.
Yıl 2001 Austurya Wien Sultan Ahmet Camisinin kantin kısmın da duvara asmışlar; Allahın Ayeti
celilesinde Sizleri Kavimler halinde yarattık, tanışıp koklaşasınız. Bu ayeti öyle tevsir etmişlerki; - tanışıp koklaşasınız - Allahın dini üzerinde
tanışıp bir araya gelip koklaşasınız. değilse, korunasınız; dinim islamı kendi menfaatleriniz üzerinde
anlaşıp bozmayınız; bozulmayınız;
anlamını... diğer insanlar ile sazlı sözlü ilahiler
söylemek, ortak kültürel faaliyetlerde bulunmak; şeklinde.
Bu Ayetin yanlış tefsir edildiğini Neşritat sorumlusuna söyledim... Arkadaş mahcup oldu, hemen kaldırdı.
Yıl
2001 Almanyada yapılacak
kongere öncesi Erbakan hoca, demek istedi... Şu kadar, bu kadar teşkilat kadro ile müslümanları uyumlu hale biz
hazırlarız!.. (ima ediyor)
Eğer Partimizin kapatılma
kararını onaylamaz
iseniz!.. Aksi durumda faize fetva verir, bunca yıl faize bulaşmamış müslümanın itikadını bozar Bankalara hucum ettirir sizinde iktisadi yapınızı bozarız, demek
istiyor. Hacı Bayazıt 29.05.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
İhtilâf ilimle sona erer.
Eğer Müslümanlar arasında edille-i şer'iyye esas
olsa, herkes de gönlünde en küçük bir sıkıntı hissetmeden o hükümlere boyun eğse; aramızda ihtilâf kalır mı? 1.400 senedir bu ümmetin kısmı a'zamı Kur'an,
Sünnet, İcmâ ve Kıyâs ölçülerini tercih etmiştir. Fakat, göbeğinde yaşadığımız bu Âhirzaman günlerinde ise o sevâd-ı a'zam terk
edilmiş, Kaf Dağına çıkan enâniyetler birer Firavun gibi, Bana göre patikaları açmışlardır. O yüzden de ümmet arasında derin ayrılıklar
su yüzüne çıkmıştır.,
Birkaç yıl önce kendisini Kur'an'a vakfettiğini söyleyen bir kardeşimizle sohbet
ediyorduk. Mes'ele de dinin seferilik mevzuu idi. Mezheblerin hükmünü söyledim,
o kardeşimiz, Üstâdın mutlak vârisi olan ağabeyler senin gibi
söylemiyor dedi. Değer verdiği zâtı mezheb imamlarından daha yukarıda zanneden kişi, nasıl olacak da kendisinden daha cahillere
dinin emir ve yasaklarını
aktarabilecek?.. Ölçümüz şahıslar olursa, şahıslar
adedince de patikalar kaçınılmaz olacaktır. Eğer
ölçü olarak ilim esas alınırsa,
yani edille-i erbaa herkesi bağlayıcı hâle
gelirse; o zaman herkesin taklit edeceği tek bir şahıs olur ki, o da yalnız ve yalnız Hz. Muhammed (sav)'dir.
Cahilin dini olmaz efendiler! Enâniyetlere
yol veren unsur ise cehalettir. Cehaletin sırtına binen enâniyet
firavuncukları ise cadde-i kübrâ-yı Kur'ânîden ayrı patikacıklar açmayı bilir, başka şeyden anlamaz. mkaplan@vakit.com.tr
15.04.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Bismillahir rahmanir rahim.
Allahın selamı üzerinize olsun.
Sevgili Mehmet Oruc Ağbey Hazreti Hasan ve Hazreti
Hüseyin efendimiz ile oniki Ehli Beyt İmamın vermiş olduğu mücadele; itikatda iki amalde dört İmamın içtihatında güç kaynağı olup, takva ve ruhsat ölçüsünde dört
imamın üçü bu uğurda, Kuran ve sünnete dayalı dinin dairesin- den zafiyet göstermeyip şehit
olmuştur... Burada inanılması gereken dört Meshep değil; bir meshepin takva ve ruhsat ölçüsünde içtihat etmiş dört imamıdır. Dört Meshep olarak inanmak islamın ruhuna
aykırı.
Bir misal. Abdest, imamı Azam hazretlerine göre
kadına dokunmak ile bozulmaz. İmam hazretleri halkın içerisinde esnaf olarak bulunduğu için. İmamı Şafi hazretlerine göre bozulur.
Burada ölçü kalabalık ve kırsal
hayata göre; kalpte oluşan hale göredir.
Cin meselesini hiç bir zafiyete mehal bırakma- dan ayırt etmek gerek... Bunun vebali - insanları uyandıracak seviyede olan - her insanın üzerindedir. Yıl
2001, Wiende Mahmut efendinin müridi Osman hocanın tezgahı, dükkanın içindeki cin ve şeytanları bir ayda ekmek kırıntıları ile birlikte toplayıp temizleye bildim.
Süleymancı bir zat ilmihali kitabı yazmış. Talebe iken masalardan dökülmüş ekmek
ufaklarını toparladığı için cinler rahatsız olup, gözünü kapatmış; hocaların dersini dinleyemedikleri
için.
Ayet ve Nimete saygısızlık yapıp -ekmek
ufaklarını kasıtlı- döküyorlar; dolayısı ile buralarda şeytan
ve cin toplanıyor. Süleymancılar şeytanı bu
müslüman şeytan ve cin diye taraftarlarına inandırıyor.
Böylece; şeytan tezgâhlarında
yetişen takipcilerini imtihan ediyor; onların gözü ile bakıp dili üzerinden soruyor,
Bu ayet önce gelmiş; buda sonra
gelmiş, değilmi,
diye; bu sorunun arkasından telkin
geliyor, (Sümme Haşa) sonra
gelen ayet, öncekinin hükmünü kaldırmışdır
oluyor. Böylece şeytanın hesabına hazırlanma
başlıyor. Bunlar gelekci
Biaad ehli şeytanın sağ ayağı oğlan tarafıdır. Şeytanın dişi tarafı sol ayağını
ise dinin içini boşaltanlar ile siyasal islamcılardır...
Ortak özellikleri - hz Ali efendimiz ile Ehli Beyti gölgelemek için;
takipcilerinin bülünç altına uydurma Ebu Hureyye
hadislerini sıkıştırmak.
Ortak hastalıkları ileri derece şeker hastalığı Mahmut efendi,
Fetullah Gülen, Kadir Mısırlıoğlu gibi, yaptıkları dini tahribat oranında
kendi içleri-de tahrip oluyor.
Asırlardır insanları işledikleri günahlar ile bu şekilde uyutup dünyanın bugünkü halinin zahiri
sebeplerini hazırlamışlar. Din iman hırsızlarını deşifre etdirip... insanları uyandıran Allaha hamdü senalar olsun.
İmamı Azam hazretlerinin bulunduğu beldede bir
koyun çalınmış.
İmam hazretleri duymuş ki koyunun
ömrü yedi sene... Yedi sene boyunca kasaptan koyun eti alıp yememiş. Haram ve şüpheliden böylesine sakınan müslümanın yanına cinde şeytanda gelmez. Müslüman bir hak dinin manevi ve
zahiri dört hali ile islam dairesi içerisinde korunur ise şeytanda cinde kalp ve kanın
dışında kalır.
Yok eğer tahribat yolu ile islam dairsinden çıkar ise hakdan
batıla şeytanslı hale döner. Hacı Bayazıt 01.08.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Kötülüğe göz yummak ve umûmî felâket
Hz. Peygamber buyurdu ki. İsrâil oğullarından birtakım
kimseler günahlar işlemeye başlayınca âlimleri onları bu işlerden önce menettiler. Onlar
vazgeçmeyince bu defa da âlimler onlarla oturup kalktılar ve yiyip içtiler. Bunun üzerine Allah Tealâ onların kalplerini birbirine kattı ve Dâvûd'un ve
Meryem oğlu İsa'nın diliyle onları lânetledi.
Sonra bir yere yaslanmış bulunan Allah
Resûlü oturduğu yerde doğrularak
sözünü şöyle tamamladı: Hayır! Canımı kudretinin elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, kötüleri kötülükten
tam olarak çekip doğruya yöneltmezseniz, siz de onların akıbetinden selamette kalamazsınız. (İbn Mâce, Fiten 20) İsrâil oğulları âlimlerinin, kötülük işleyen kimseleri önce o fenalıktan menedip,
daha sonra onlarla yiyip içmesi, düşüp kalkması, içli dışlı
olması, onların da
kalplerinin kararmasına sebep olmuştur.
Buna göre bir kimse kötülük işleyip, diğeri de onu bundan vazgeçirmeye çalışsa,
daha sonra kötülüğü bırakmayan
o kişiyle ilişkiyi kesmeyip
hiçbir şey yapmamış
gibi işi oluruna bıraksa,
her ikisi de Allah'ın gazabını hak eder. Bu durumda yapılması gereken, işin
peşini bırakmamak, elden
hiçbir şey gelmiyorsa bile pasif direniş göstermek, kalben buğzetmektir. Hadişâret edilen âyette (Kur'ân: 5/78) belirtildiği
gibi, böyle davranan İsrâil oğulları gerek Hz. Dâvûd ve gerekse Hz. İsa'nın diliyle Allah'ın gazabına uğramaları için bedduaya hedef olmuşlardır.
Resûli Ekrem, bu buyruğu yaslanmış durumda iken söylemiş ve Müslümanlara ait
olan talimatı vereceği
zaman ise, doğrulmakla işin
önemini belirtmek istemiştir. Talimatın verdiği mesaj şudur:
Müslümanlar haksızlık
edenlere dur! demeli, onların
hakkı kabul etmelerine çalışmalı, mazlumların
haklarını iade etmeye
gayret göstermelidirler. Bu, onların görevidir. Bu
yükümlülüklerini yerine getirmezlerse sorumluluktan kurtulamaz ve İsrâil oğullarıyla
aynı akıbete uğramak kaçınılmaz
olur.
Benden önce de Allah'ın bir ümmete gönderdiği hiçbir peygamber
yoktur ki, o Peygamberin ümmetin- den havar(yakın
yardımcıları, fedakâr dostları) ve sünnetine uyan, emrini
yerine getiren has arkadaşları olmasın. Sonra onların ardından, yapmadık-
larını söyleyip,
kendilerinden istenmeyeni de yapan kötü nesiller türer. Kim bunlarla eliyle
mücâdele ederse o mü'mindir. Kim bunlarla diliyle mücâdele ederse o da
mü'mindir. Kim de bunlarla kalbiyle mücâdele ederse o da mü'mindir. Bunun
gerisinde artık zerre kadar imân yoktur (Müslim, İmân 80)
Ümmet kelimesi, bir peygamberin tabileri
demektir. Bazen daha genel olarak peygamberin dine davet ettiği kemseler için de kullanılır. Mü'minlere ümmeti icabet, yani çağrıya uyan ümmet; kafirlere ise, ümmeti davet, yani dine davet edildiği halde çağrıya
uymayanlar denir. Ancak ümmet denince genellikle birinci mâna kastedilir.
Hadmü'min sayılabilmek için kötülüğe var gücümüzle engel olmamızı emretmektedir. Buna göre, o kötü nesillerden olmamak için, bir kötülüğü gördüğümüzde gücümüz yetiyorsa bizzat
elimizle, yoksa dilimizle, bu da olmazsa pasif direniş ve nefretle kalben karşı koymamız gerekir. Bunun dışındaki bir
davranış imânla asla bağdaşmaz. Doç. Abdulaziz HATİP 07.08.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
İslâm'ın diktiği elbise
kimin üzerine uymuyorsa, o kendisini
düzeltmelidir.
Evet, dinin doğrularını ortaya koymak elbette vazife- mizdir. Ortaya koyduğumuz doğrular, bazı
muhterem- lere ters düşüyorsa; o doğruyu söylemekten vazgeçecek değiliz ya! İslâm'ın diktiği
elbise kimin üzerine uymuyorsa, o kendisini düzeltmelidir. İnsanların hatırı için hakkı söylemekten yüz çevirmek olur mu?
Boyunca bid'ata dalmış İnsanlar gocunacak
diye, o bid'atın bid'at olduğunu söylemeyecek miyiz?
Yeter ki elimizdeki ölçü, Kur'an, Sünnet, sahabe-i kirâmın icmâı, müctehidîni
izâmın kıyâsı olsun. İnsanları
ve hadiseleri değerlendirirken nefsimiz ve tâbi olduğumuz lider kadroları ölçü olursa, işte o zaman bu kaosun içinde biz de yer alırız. Kalem kullanmaktaki mahâretini takdir ettiğim bir yazarın şu
sözleri de üzerinde düşünülmeye değer sanırım. Müslümanlar arasında dünyevîlik alâmetleri
yeniden yükseliş hâlindedir. Dünyevîliği yorumlamak ve 'Din' kapsamında lâyık olduğu yerde tutmak, kuvvetli bir 'İlm?i Hâl' birikimine ilâveten kültür, görgü, şimdiki zamanın ve dünya ahvâlinin bilgisini
de gerektirir.
Ebu Zer'in takvâsı ile Emevîlerin
dünyevîlik yorumları arasındaki
mesafeyi, şimdiki zamana taşıyabilecek zihnî 'cehd'de bulunmak, sabî sıbyânın kafasını harcıhalem 'cihad' propagandası ile doldurmaktan
daha ağır bir din görevidir. Bu görevin lâyıkıyla ifâ edilip edilmediğine bakalım bir; 'Mağdur'u oynamaktan vazgeçelim. Meselelerimize el koyacak cesareti
gösterelim ve neticelerine göğüs gerelim. (A.Turan Alkan, Zaman, 3 Ağustos 05)
Bu ise, gerçekten ciddî ilimle mümkündür. Cihanşümûl İslâm dininin her
mes'ele için vaz ettiği hükümleri ana kaynaklarından öğrenip aktarmaya, dünyanın hâl ve gidişini yakından bilmeye, kişi ve grupların saptıkları
noktaları bilmeye ihtiyaç var. (!) Bunlar tamamsa,
dedikoduları ve lüzumsuz tenkidleri terk edip hakkı tebliğde yoğunlaşma zamanıdır.
Dinin emir ve yasaklarını söyleyelim, ama kimsenin tenkidini esas almadan sırf Allah rızası
için söyleyelim. İslâm âleminin içine düştüğü rezil ve zelil hâl meydanda iken, Kur'an
ve Sünnet etrafında kenetlenme zamanı değil midir? Mustafa Kaplan. 04.07.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Ruhun gıdası: İbadet
Sözlük anlamı kulluk etmek, boyun eğmek olan ibadetin terim anlamı ise Allaha saygı ile boyun
eğmek ve emirlerine itaat etmek,
diğer bir ifadeyle iyi niyetle
yapılan veya yapılması ile sevap kazanılan herhangi bir iştir diye tarif edilmiştir.
En güzel bir biçimde yaratılan ve hiçbir canlıda olmayan niteliklerle donatılan İnsanoğlu, kendisine bu güzellikleri bahşeden yüce yaratıcısına karşı kulluk vazifesini yerine
getirmekle yükümlü tutulmuştur. Bu görev de ancak
ibadet etmekle mümkün olur. Tarifinden anlaşılacağı
üzere, Allah rızası gözetilerek yapılan bütün meşru hal ve hareketler birer ibadettir. İbadet İnsan ruhunun şükran hislerini yaratıcıya arz etmesi ve Allahı anarak ruhunu tazelemesidir. Allahı
anmak, ibadetin temelidir.
İbadet, Kuran-ı Kerime göre İnsan
kalbini temizlemenin ve İnsanı her türlü sapıklıktan
korumanın en belli başlı vasıtasıdır.
Kuran der ki: Namaz, İnsanı her kötülükten, her fenalıktan uzak tutar.
Allahı anmak her şeyden
büyüktür. Onun için İslamiyet, İnsanın manevi yükselişini sağlayan bir vasıta olması dolayısıyla namazı emreder. Bu manevi yükselişin gaye ve hedefi ise Allah rızasını kazanmak, Allah sevgisini derinden duymaktır. Fakat namaz kılmak, yalnız oturup kalkmak, alnını yere koymak, tekbir getirmek değildir. Bütün
bunları tam samimiyetle, tam bir duyuş ile yapmak ve böylece gayeyi gerçekleştirmektir.
Yoksa namaz kuru bir gösterişten ibaret kalır. Kuran-ı Kerim, namazları kuru bir gösterişten ibaret olanları kınayarak der ki:
Onlar namaza istemeye istemeye
dururlar, zaten maksatları da başkalarına gösteriştir.
Yazık o namaz kılanlara, kıldıkları namazdan habersizdirler.
Çünkü böyle bir namaz İnsanı yola getirmeye, İnsanın ruhunu beslemeye yardım etmez.
Halbuki Müslüman için namaz, ruhun en büyük gıdasıdır. Bu gıda ile beslenebilmek,
bu gıdanın özünü ruha
sindirmek ancak o gıdayı
layıkıyla almakla gerçekleşir.
Yunus Emre, Aşıklar arasında Cibril dahi hicaptır der. Bu halin en güzel ifadesi, Mevlana tarafından Fihi ma fihte verilmiştir: Biri, Tanrıya namazdan daha yakın olan bir şey var mıdır? diye sordu. O da namazdır; ama Namaz yanlız bu surettan ibaret değildir. Bu, namazın
kalıbıdır.
Çünkü namazın başı sonu bellidir ve
vardır.
Başı ve sonu olan şey ise kalıptır. Tekbir namazın
başı, selam ise onun sonudur. Bunun gibi şahadet de yalnız dilleriyle söyledikleri şey değildir. Onun da başı ve sonu vardır. Sesle, sözle söylenebilir.
Sonu ve başı olan her şey suret ve kalıptan ibaret olur. Onun ruhu
benzersiz ve sonsuzdur, başı sonu yoktur. Bu
namazı nebiler kılmışlardır. Ve bunu ortaya çıkaran nebi Benim Tanrı
ile bazı vakitlerim olur ki o zaman oraya ne bir Tanrı tarafından gönderilmiş peygamber ve ne de Tanrıya en yakın bulunan bir melek sığar buyuruyor. O halde namazın ruhu yalnız suretinden ibaret olmayıp, belki istiğrak, kendinden geçiş olduğunu bilmektir. Çünkü bütün suretler dışarıda kalır, oraya sığmazlar.
Sırf mana olan Cebrail bile oraya sığamaz.
Bu bakımdan Peygamberimizin (S.AS.), İslam dini beş temel üzerine bina edilmiştir. Allahtan başka ilah
olmadığına ve Muhammedin Onun kulu ve resulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak ve hacca
gitmek şeklinde ifade ettiği ibadetlerin tamamının özünde bireysel ve toplumsal mutluluk ve dayanışma hedeflenmiştir. Ruhun gıdası ve manevi hastalıkların ilacı olan
ibadetler aynı zamanda İnsanın, yaratıcısı, çevresi, ailesi, devleti, milleti ve kendisiyle barışık yaşamasını sağlar. Hayatında
bu yolla mutlu olmuş İnsanlardan meydana gelen
toplumlar da mutlu ve huzurlu olurlar.İnsanlar hangi
teknik ve maddi imkanlara kavuşurlarsa kavuşsunlar, ibadet etmeye muhtaçtırlar. Kuranda ve sünnette ibadet etmenin ölçüsü, önemi ve şekli bildirilmiştir. Peygamberimiz (SAS) en
güzel bir biçimde uygulayarak bizlere örnek olmuştur.
Kısacası, bizler de
peygamberimizi örnek alarak ibadetlerimizi eksiksiz yerine getirmeye gayret
etmeli, çocuklarımızı da ibadete teşvik etmeli ve huzurlu bir
toplum oluşmasında bize düşen görevi yerine getirmeliyiz. Sözlerimi şu
ayetle noktalıyorum:
Ey Muhammed, de ki: İbadetleriniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin? M.Nuri YILMAZ 26.08.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Tasavvuf
İslam tasavvufunun
sosyolojik bir filtre olduğunun farkındayız. Bu, toplumun ve İslam doğasının metafi- ziğe aralı penceresidir
Nitekim bu pencerenin kilit- lendiği yerde R-2, YOGA VB.. İnsanın ruhi tekamülünde pas oluşturacak, bize
yabancı itikatlar boy vermiştir. Ne hazin... Kandiliniz hayırlı olsun. mehtapyılmaz@tercuman.com.tr 01.09.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7
Kimseye Karışılmamalımı?
Kimseye karışmamak, iki şekilde
anlatılmaktadır. Birincisi,
İnsanın kendi vazifelerini yerine
getirmesi, başkalarının haklarına riayet etmesi, onların işlerine, hallerine karışmaması, dedikodularını yapmaması şeklindedir
İkincisi ise, imanı, itikadı, ameli bozuk olup felaket yoluna sapanlara karışmamak şeklindedir
Birinci şekli dinimiz tavsiye ve emrediyor. Fakat
ikinci şeklin ise, doğru
olmadığını
bildiriyor. Çünkü dinimizde, Ben kurtuldum, başkası ne olursa olsun ve kimsenin işine karışmam, yanarsa yansın diye bir hüküm, bir emir hatta bir tavsiye
yoktur. Hatta dinimiz, her Müslümanın; Hiç kimse yanmasın, helak olmasın düşüncesinde olmasını tavsiye ve emrediyor. Zira İmrân sûresinin 110. âyetinde meâlen; (Siz, İnsanlar
için hayırlı ümmetsiniz! İyi şeyleri emreder. Fenâ şeyleri menedersiniz) duyurulmaktadır.
Peygamber efendimiz de; (Ortalık karışır, yalanlar yazılır.
Âdetler, ibâdetlere karıştırılır ve eshâbıma dil uzatılırsa,
doğruyu bilenler, herkese bildirsin! Allahü Tealanın ve Meleklerin ve Bütün İnsanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde, bildirmeyenlere olsun!
Allahü Teala, böyle alimlerin ne Farzlarını, ne de başka İbadetlerini
kabül etmez) buyurmaktadır.
Ey îmân eden kullarım! Bazı kimseler; Mâide
sûresinin 108. âyeti kerîmesini ki meâlen; (Ey îmân eden
kullarım! Kendinize dikkat ediniz! Doğru yolu bulursanız, başkasının sapıtması size zarar vermez) duyurulduğunu ileri sürerek, burada, kimseye karışmamalı deniyor diyorlar.
Halbuki İslâm âlimleri, müfessirler bu âyeti kerimeyi açıklarken; Buradaki
doğru yolu bulmak için, emr-i marûf ve nehy-i münkeri de yapmak lâzımdır. Yani âyeti kerîmede meâlen; (Ey mümin kullarım! Emrettiğim işleri,
ibâdetleri yapar ve emr-i marûf ve nehy-i münker eder
iseniz, başkalarının yoldan çıkması,
size zarar vermez) buyurulmaktadır. Bu âyeti kerîmenin, ne zamân ve ne için geldiği ve
bundan sonra emr-i marûf ve nehy-i münker hakkında, nice âyeti kerîme ve hadîsi şerîfler emir buyurulduğu, kitâblarda yazılıdır buyurmak- tadırlar.
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri; Bir kimse, bir günâh işleyeni görüp de menedince, kendine zarar gelmek ihtimâli bulunduğu zamân, acabâ menetmesi câiz olur mu? Bize kalırsa olur.
Hattâ çok kıymetli olur.
Allahü teâlâ için kâfirlerle cihâd etmek gibi
sevâb verilir. Hele zâlimlerin elinden mazlûmu kurtarmak ve memleketi kâfirlik
kapladığı bir zamânda
îmânı izhâr için olunca, böyle zamânlarda, nehy-i
münker yapılmasını ulemâ da söylüyor buyurmaktadır.
Peygamber efendimiz başta olmak üzere bütün
Peygamberler, Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Selef-i
sâlihînin hepsi, emr-i marûf ve nehy-i münker yapmış ve bu uğurda çok uğraşmışlar, sıkıntılara,
eziyetlere, cefâlara katlanmışlardır. Kimseye karışmamak, dînimizde iyi
olsaydı, kalbin bir günâhı
inkâr etmesi, îmânın alâmeti buyurulmazdı. Emr-i marûf yapmamak iyi olsaydı, günâh işleyen bir kavim helâk olurken, bunlara
emr-i marûf yapmayan âbid de, birlikte helâk olmazdı. Nitekim, bir hadîsi şerîfte;
(Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma, filân şehri yerin dibine geçir diye emretti. Cebrâîl, yâ rabbî! Bu şehirdeki filânca kulun sana bir
ân isyân etmedi. Hep itâat ve ibâdet ediyor deyince, onu
da berâber geçir! Zîrâ günâh işleyenleri görünce, bir
kerecik yüzünü değiştirmedi)
buyuruldu. Her ne olursa olsun, İslâmiyeti bildirmek,
gençlere öğretmek, faydalarını açıklamak, din
düşmanlarının yalanlarını,
iftirâlarını cevaplandırmak elbette lâzımdır
Bilenler, bildirmezlerse, cezâdan, azâbdan
kurtulamaya- caklardır... Bu vazîfeyi yaparken, fitne
çıkarmamaya, dikkat etmelidir. Dikkat ile çalışırken, kendine bir sıkıntı gelirse, bunu nimet bilmelidir.
Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini
bildirirlerken, görmedikleri sıkıntılar, çekmedikleri işkenceler kalmamıştı.
Emr-i marûf yapmak... Emr-i marûf yani Allahü
teâlânın emirlerini İnsanlara
bildirmek, iki sûrette yapılır. Birincisi, söz, yazı ve her çeşit yayın vâsıtası iledir. Bunu yaparken, bilgi az ise ve şahsa,
âdetlere, kanûnlara dikkat ve riâyet edilmezse, fitneye sebep olunabilir. İkinci yol, hâl ile İslâmın güzel ahlâkına uyarak, nümûne olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek,
kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kanûnlara uymak, kul
haklarını ödemek, en
tesîrli, en faydalı nasîhat yapmak olur. Bunun
içindir ki: lisân-ı hâl, lisân-ı kalden entaktır demişlerdir. Yani hal ile, yaşayarak göstermek, öğretmek, söz ile anlatmaktan üstündür. Görülüyor ki, İslâmın güzel ahlâkına uygun yaşamak ve doğru yazılmış
kitapları İnsanlara vermek, emr-i marûf ve nehy-i münker yapmanın yani İslâmiyyeti anlatmanın en güzel yoludur.
O.Ünlü 04.09. 2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8
Tasavvuf içten bir arınma yöntemidir
Kitap ve sünnet çerçevesindeki tasavvuf da
içsel bir arınma yöntemidir.
Gazali'ler, Mevlânâ'lar, Yunus'lar, Hacı Bektaş-ı Veli'ler bu yolla yetişmişlerdir. Tasavvufu kaldırıp atarsanız dini
ruhundan soyutlamış olursunuz. Tasavvuf, menfaat
toplama, çıkar sağlama,
kral gibi yaşama yolu değil,
kişinin egosunu, çıkar
duygularını öldürmesi,
ruhunu her türlü kötü düşüncelerden, menfaat
duygusundan arındırması yöntemidir. Süleyman Ateş 05.09.2005
9.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9
Ayetler birbirini neshetmiş midir?
Cevap: Kur'ân âyetlerinin hiçbiri belli bir
zamana mahsus değil, tüm zamanlar için
indirilmiştir. Her âyetin hükmü geçerlidir. Ayetler
arasında çelişki ve aykırılık bulunmadığı için önce gelmiş olan bazı âyetlerin, sonra gelen âyetlerle neshedildiği,
yani yürürlükten kaldırıldığı görüşü, Kur'ân'a ters, tutarsız bir görüştür. Bu görüş, Kur'ân'ı bütünüyle kavrayamamış, rivayetleri Kur'ân'ın üstüne çıkarmış olan dar görüşlülerin düşüncesidir, bir fantezidir. Zira
Kur'ân'a göre Allah'ın
kelimeleri değiştirilemez., Allah katında söz değiştirilmez., Kur'ân âyetleri arasında bir çelişki ve aykırılık yoktur. Allah katında
söz değiştirilemeyeceğine, Allah'ın sözleri değiştirilemeyeceğine
ve Kur'ân sözleri arasında bir çelişki, birbirine aykırılık bulunmadığına göre nesih (birbirini hükümsüz kılma)
olgusu da yoktur. Çünkü nesih, ancak ihtilaflı, çelişkili sözler arasında olur.
Kur'ân'da nesih olgusundan söz edilir ama bu,
Kur'ân âyetleri arasında vuku bulan bir şey değildir. Sadece daha önceki dinlerde
bulunan bazı ağır
hükümleri Kur'ân kaldırmıştır. Kur'ân kendinden önceki Kitapları doğrular. Ancak onlara İnsan yorumuyla sokulmuş bulunan bazı ağır hükümleri kaldırır. Daha önceki
kitapların bazı hükümlerini
Müslümanlar için tadil eder. İşte Kur'ân'da
anlatılan nesih budur. Zaten nesihten söz eden
âyetler de bu bağlamda bulunmaktadır. Bunun dışında Kur'ân'da bulunan
âyetler arasında nesih söz konusu değildir. Bu konuda ne Kur'ân'da, ne de Peygamber'in sözlerinde en ufak
bir kanıt vardır. Bu ayrıntı için Kur'ân'da Nesh Meslesi adlı eserimizi, yahut Kur'ân Ansiklopedisi adlı
eserimizin Nesih maddesini
okuyunuz. Eski Diyanet işleri Başkanı, Süleyman Ateş 20.09.2005
10.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Allah(c.c) için bu feryada kulak verin.
Allahın selamı üzerinize olsun.
Dinin üçüncü ana esasını teşkil eden icma, Alimler heyetinin haline göre, kurum ve kuruluşlar hiçbir zorlamaya
mahal olmadan vücut bulur. Neden, Yök dünya'daki 500 Üniversite arasında yok? Çünkü Türkiyede
din adamları saltanatlarını, itibarlarını, menfaatlerini korumak için, nefse hoş gelen
bidatler ile dini müzikler ve çalgı aletleri icad etmişler.
Alemlerin rahmet kaynağı Peygamber
efendimizin doğumu kutlu doğum haftasınıda
dini tasavvuf müziği ile kutluyorlar.
Gizliden
müslüman ile Peygamberi arasına dini müzik ile şeytanı indirip, sineğin kanadı, evcil yılan, duvar dipleri, kapı giriş çıkışı, pencere altı, mutfak çöplük, kulak çınlaması, göz serimesi, dolgu dişlerden gelen ses ile; müzik, dişi
ve oğlan olarak üç usul ile
şeytanı yaklaştırıp telkinlerini allmaya müsait hale hazırlayıp bu haller ile
aralarında hiyarşik
durumu sağlayarak, menfaatleri
için insanları müsübet ve kaosa müstehak hale hazırlıyorlar. Bu halide şüpheli, haram ve milliyetçilik ile örtüyorlar.
Allah(c.c) sizleri hazırlayıp münafık,
deccal ve avenesini bertaraf eylesin. Hacı Bayazıt 08.04.2006
10.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Dava Adamı
Nerde o yiğitler ki gür, Sesi dünyayı bürür, Dur dese
kalpler durur, Yürü dese dağlar yürür İnsan hayatına sığmayacak işler yapan insanlar var... Eski bir
binanın taş duvarında, taşların arasından bir filiz çıkıyor
Ve çiçek açıyor. Bu çiçek, içinde bulunduğu şartları hiçe sayıyor. Bu duvarda toprak yok, su yok, güneş, rüzgâr beni hırpalar
demiyor. Çiçek, şartlara meydan okuyarak yeşeriyor. Lisanıhal ile diyor ki: Allah bana yeşer dedi, ben de yeşerdim. Sonuç ve şartlar ne olursa olsun... İşte dava
adamı budur! Daha kaç yıl bekleyeyim senin kapında, Ayağımda zincir, boynum- da kement, Beni de piştiğin hicran kabında, O kadar kaynat ki, buhara
benzet. Birkaç damla su, buharlaşır. O buhar bulutlara yükselir, bulutlarla bütünleşir. Güneş, rutubetli havaya vurunca, gök- kuşağı meydana gelir. Ve güneşin yedi rengi gökku- şağında açıkça görünür. Sonra yağmur yağar... Göklerle yer evlenir. Bin bir çeşit rızıklar,
yeryüzüne bir halı gibi serilir. Canlıların yüzü güler.
İnsanın iki yönü vardır. Biyolojik yön ve ilmî yön.
Bir kısım insanlarda
biyolojik yön uzunken, bazı insanlarda
ilmî yön uzundur. İstanbul müftüsü, daha sonra da
Diyanet İşleri Başkanı olan Ömer Nasuhi Bilmen Hocayı ziyarete gitmiştim. Büyük bir oda ve yerde
bir yatak; yatağın içinde Müftü Efendi oturmuş, yorganı da sırtına almış, belli ki üşüyor... Tefsir yazıyordu. Dedi ki: Şu tefsiri bitireyim de öyle öleyim. Allahtan duam
budur. Ömer Nasuhi Bilmen Hoca 90 yaşına kadar yaşamışsa, yazdığı eserlerin ömrü belki
300, belki 500 senedir.
İslama köle olan, her türlü esaretten kurtulmuştur. Taş duvarların arasında olan mahkûm, iman ile şükreder, hayal ile dünyayı dolaşır. Sabır ile hakkına
razı olur. İnancını yerine getiremiyen İnsan, her yerde mahkumdur. Davalar bazen hapishanelerde, bazen mezarlıklarda yükselir. Dava adamları. Çokları bu dünyadan gitti. Fakat iz bıraktılar. Medeniyet onların elinde parladı. İnsaniyet, onların
hayatından ilham aldı. Dava
Adamı ufka yürür. Konaklanacak her yeri geçer. O,
ufku yakalamk için yürür. Merak edenler, âlimlerin, sanatkârların ne kadar yaşadıklarını ve yaptığı işleri liste halinde çıkarsınlar. İnsanın ömrü yıllarla değil,
yaptığı işlerle
ölçülmelidir. Şinasi lise mezunu. Namık Kemal ortaokul mezunu. Üniversiteye giden pek çok ilim adamı vardır. Fakat onların pek azı eser bırakmıştır.
Nihal Atsız, dava adamını şöyle tarif ediyor: Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar. Senin büyük derdinden başkaları ne anlar. Vicdanını Parise Londıraya satanlar Küfür diye bakarlar senin duaları- na. Kedi, aslangiller familyasındandır. Ama 40 tane kedi bir araya gelse,
bir tane aslan etmez. İşte dava adamı bu demektir. Hekimoğlu İsmail 01.07.2006
11.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Dinde ihtilaf ayrılık yapar...
Hz Peygamberin Ümmetimin ihtilafı rahmettir, dediği kaynaklarda vardır. Fakat bu rivayetin
uydurma olduğu görüşü ağırlıklıdır. Zaten uydurmalığı; Kuran'a ters düşmesiyle
anlaşılır. Rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet
yapardı. Ama ihtilaf edip durmaktadırlar. Yalnız rabbinin acıdıkları (bu ihtilafın dışında kalmışlardır). Zaten (Allah) ondan bunun için
yaratmıştır. rabbinin,
Andolsun, ben cehennemi hep cinlerden ve insanlardan bir
kısmıyla dolduracağım' sözü tam yerine gelmiştir. (Hûd:118 - 119).
Ayette buyrulduğu üzere Allah dileseydi, insanların hepsini
bir tek millet yapardı. Onlan bir tek düşünce ve inançta birleştirirdi. Fakat bunu
dilemedi, insanlar serbest bıraktı. İnsanlar ayrılığa düştüler. Düşünce
farklılıktan, inançlarda da
ayrılığa sebep oldu.
Yalnız Allah'ın acıdığı kimseler ayrılıktan uzak, dinin özüne sadık kaldılar. Tevhit çizgisinde kalıp birliği korudular. İnsanların ihtilafı
(düşünce ayrılığı) doğaldır. Düşünce ayrılığı, düşünsel gelişmeye,
aydınlanmaya kalkınmaya
yardım eder ama dinin özünde
fikir ayrılığına
düşmek bölücülüğe, çeşitli mezheplerin türemesine ve ileri
boyutlara vardığında kavgalara neden olur.
imam Fahreddin razi, İnsanların ihtilafı, birbirleriyle vuruş- malarına neden olmuştur. Kavga, savaş dinde ihtilaf yüzünden doğar demiştir.
Bölünmelere, kavgalara yol açtığı için
dinde ihtilaf değil; birlik aranır.
A'râf: 168-169, Meryem: 37, Zuhruf: 65.
ayetlerde dinde ayrılığa düşenler kınanmakta,
Müminun 51-56. Ayetlerdede insanlar Peygamberlerin getirdiği tevhit çizgisinde birliğe çağrılmaktadır. -Kuran, ihtilafı bu denli kınarken- Hz. Peygamberin; ümmetimin ihtilafı
rahmettir demesi Kurana
uygun düşmez.
Dördüncü Halife İmam Ali ile ona karşı çıkan Muaviye arasındaki ihtilafın; müslümanlara
rahmet değil acı getirdiği hâlâ birçok müslümanı
yüreğinden yaralayan olaylara neden olduğu herkesçe bilinmektedir. Söz konusu rivayetin uydurma olduğunu belirtmiştik. Kaldı ki eğer gerçekten Peygamber sözü ise bundan
kasıt, dinin
özünde ayrılık değil, yeni olaylar karşısında fikir belirtme özgürlüğüdür. Müslümanlar arasında bölücülük yapmak,
müslümanların birliğini
bozmak elbette doğru değildir.
Fakat bu ayetler içtihat yapmaya engel değildir.
Çünkü içtihat, müslümanları
bölmek için değil, hükmü açık olmayan sorunlarda, dinin hükmünü ortaya çıkarmak için yapılır.
Kişisel kaprisle değil,
kitap ve sünnetin özünden sapmamak şartıyla çaba harcanarak yapılan içtihat, ümmet
için rahmettir. Prof.Dr.Süleyman ATEŞ 29.07.2006
11.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Allah(c.c) için, masum ve mazlumların hakkı için, 'yazamadıklarınızı' okuyunuz ve
okutunuz.
'Yeni bir Ortadoğu'ya gerçekten ihtiyaç
var; Rice'ın arzuladığı değil, Türkiye'nin önderlik edeceği bir 'Yeni Ortadoğu'ya. Fehmi Koru
06.08.2006
Allahın selamı üzerinize olsun.
Sevgili müslümanlar, Fehmi Koru bey yeni
Ortadoğuya
ihtiyaç olduğunun farkına
varıyor. Yani, bölgede 20 den fazla devletin rejimi ve sınırlarının değişeceğini anlıyor; şundan dolayı. Osmanlı devletinin son
zamanı ile başlayan yozlaşma ve bölünme dini bölücülük süreci 28. Şubat
1997 son buldu. Böylece geçtiğimiz
asır şeytanın iki ayağı; aklın öne Vahyin geriye alınması ile dinîn siyasete aleti; Allahın iradesi idare etmeye ortak koşma, gizli şirk ve madde, dinin meslek haline getirilip menfaate aleti; Allahın gücünü sahiplenme, halbuki, Allah(c.c) Onu kulları arasında dolaştırıyor asrının sonu oldu.
Bundan dolayı, ABD bölgede olacak değişimi takip ettiği, bunun önüne geçmek veya değişim surecinde menfaatlerini korumak için BOP planı hazırladı... ama girdiğimiz
asır maneviyat ve adalet asrı olduğu için her şey din ahlak maneviyat
dairesinde gelişiyor. Düşünün, İsrail Lübnanı bombalıyor, böylece Hizbullah dünyada masum ve mazlumların nazarında öne çıkarken; İsrailin bombalarından BM, İKÖ, BOP, Diyolokçular,
etkileniyor itibarları sıfırlanıyor!..
Ey Ehli vicdan sahipleri.
Allah(c.c) sizleri, şeytanın sol ayağı dişi tarafı Erbakancıların, sağ ayağı oğlan tarafı Süleymancıların, bu iki ayak üzerinde içli dışlı yedi gurup var eli, bölücülerin, milliyetçilerin, ırkçıların her türlü
musibetinden korusun; kalbinizi onların nefesleri ile
gelen şeytanın telkininden uzak eylesin.
Melun şeytan sol ve sağ ayak
ile dini tahrip ederek bölgeyi yamultunca hazırlamış olduğu
musibetin taşınması
için eli, muhafazakarları, milliyetçileri öne
sürüyor; yani Abd veya İsrailin koltuğunun altına sürüyor; - telkin ediyor - bunlar ile biraz güçlen,
sonra bir çelme ile düşürsün... ama melun önce Abd, İsrail
veya başka bölgesel gücün, yanına yerleştirdiği,
yardımcısını düşürüyor; böylece diğer güçte yardımcı- sının üzerine düşüyor.
Afganistan ve Irakta olduğu gibi. Abdli yetkililerde hata yaptıklarını yanıltıldıklarını söyledi. Fehmi Koru beyin gördüğü gibi bölgeyi, yamulan tarafı ayağa kaldıracak, 'manevi, fikri ve fiziki, kanında ve kalbinde haram ve şüpheliden bir nesne
bulunmayan Irki ve milli duygularını İslam dairesinde eritmiş mimarlar
gerek. Hacı Bayazıt 08.08.2006
11.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
İnsan ve din
Kutsal bir değer olan din, insanla doğmuş ve tarih boyunca onunla yaşamıştır. İnsan, fert
olarak da toplum olarak da dine muhtaçtır. İlkel insandan tutun da bugünkü teknolojik gelişmeleri gerçekleştiren insana varıncaya kadar tarih öncesi ve sonrası hiçbir
devirde, din duygusu taşımayan topluluğa rastlanma- mıştır. Din, akıl sahiplerini kendi hür
iradeleriyle en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran ilahi bir kanundur. Dinin gayesi,
insanları dünya ve ahirette mutlu kılmaktır. Dinin kurucusu Allah, muhatabı akıl sahipleri, anlatıcısı da
peygamberlerdir. İslam bilginlerinin din tarifleri
ile Batılı Hıristiyan bilginlerin Din anlamında kullandı- kları Religion terimleri
arasında kapsam ve ihata açısından bazı farklılıklar vardır.
İslam bilginlerinin Din tarifinde, fert ve toplum için hayat
felsefesinin özünü teşkil eden bütüncül ve tevhitçi
özellikler yer alırken, Batılıların Religion anlayışlarında sadece metafizik inançlara sahip olmayı
ve teolojiyi çağrıştıran dar bir yorum biçimi ağırlık kazanmaktadır.
Din öncelikle bireyi ön planda tutar ve onun
mutluluğunu hedefler. Bireyi esas
alan dinimizin ana gayesi, mutlu ve huzurlu toplum- ların meydana gelmesidir. Zira insanlar toplu halde yaşarlar, bu onların yaratılışında var olan özelliktir. Bir
arada yaşamak durumunda olan insanların birbirlerine karşı birtakım görev, hak ve sorumlulukları vardır. Bu görev ve sorumlulukların yerine
getirilmesiyle ancak huzur sağlanır.
Baş döndürücü bir hızla gelişen ve değişen
dünyada, toplumsal huzurun ve düzenin sağlanmasında, her geçen gün dinin önem ve anlamı
artmakta ve din yükselen bir değer olarak dünya
sahnesinde yerini almaktadır. Arnold Toynbee İnsanın elindeki maddi kudret ne kadar fazlalaşırsa, insanının
kendisiyle ve diğer insanlarla ilişkilerinde Allahın rehberliğine ve yardımına
ihtiyacı o derece büyük olur. Böylece tekniğin gelişmesiyle din, insan için daha az değil, daha çok ehemmiyet kazanır. Diğer insanlarla mücadele ihtiyacını bir tarafa bırakırsak,
insanın tabiata karşı
yegâne savunma imkânının
teknikten ibaret olduğunu görürüz. Hâlbuki insanın bizzat insana karşı yegâne savunma vasıtası, ahlaki ve vicdani setler kurmak
suretiyle, sadece dindir demektedir.
İnsanoğlu bugün kendi dışında kalan canlı veya cansız bütün yaratıklara üstünlüğünü ve hâkimiyetini ilan etmiş bulunmaktadır. Yani artık aslan, kaplan, kurt, köpek, çakal gibi yırtıcı hayvanların saldırısından korkmuyor.
İnsanlık bugün kendinden
korkuyor. Bugün süper güçlerin insanlığı
inim inim inleten mezalimi, canavarları utandıracak vahşette değil
midir? Sonuç olarak toplum halinde yaşamak zorunda
bulunan insanların dinin getirdiği yüksek ahlaki prensiplere harfiyen uymaları gerekmektedir. Kutsallık ve maneviyat fikri
esas alınmadıkça, iyiliğe mükâfat, her türlü kötülüğe ise ceza
verecek bir Allaha, mutlak adaletin tecelli edeceği bir güne, sorumluluğa ve ebedi hayata inanılmadıkça fazilet ve ahlak için dayanılacak bir nokta, bir merkez yok demektir. Artık o topluluğun kıyameti
de kopmuştur. Prof.Dr Mehmet N.Yılmaz 11.08.2006
11.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Tasavvuf ve tarikat
Kendinden (bütün nefsi arzularından) kurtulup da bir zindenin (mürşidi kâmilin) gönlüne ülfet peyda eden kimselere ne mutlu! Hz. Mevlâna Tasavvuf ve tarikat ruhanî bir
talimdir. Aynı manaya gelen bu
iki kelime, insanın manevî dünyasını yoğurur. Beden,
yani madde belli, herkes tarafından biliniyor.
Maneviyat ise o kadar belli değil. Ruh, bizim
maneviyatımızdır. Fakat onun hakkında yeterli bilgimiz
yoktur. Tarikatın özü, zikirden zevk almaktır. Tarikata giren insana denebilir ki, Salâvat
çek, tövbe istiğfar ve zikirle meşgul ol. Aynı şeyi,
yani aynı zikri iki kişi
yapar; birine yaptığı zikirden bıkkınlık gelir, diğeri şevk ve heyecan içinde zikre devam eder.
Zikri herkes çekebilir amma, zevk alma
meselesi başkadır. Adamın işi
yorucudur. Eve geldiğinde yorgundur. Açtır. Uykusuzdur. Yatsı namazından sonra abdestini alır, kıbleye döner, namazda oturur gibi oturur. Allah demeye başlar. Yorgunluğunu, açlığını, uykusuzluğunu unutur. Zikirle meşgul olur. Bu hali yakalamaya çalışmak,
tarikattır.
Tarikat, yol/sebep manevi, fikri, fiziki
mücadelenin kurumlaş- ması demektir. Manevî derya/yolu... Kalp ayağıyla tekâmül etmek, kalbin ayağıyla
yürümek... Tarikatın ruhu zevktir. O zevk, insanı yakalar, zikir dünyasının içine çeker. Adam çalışırken,
gezerken, uyurken o zikir âleminin içindedir. Bir nevi rüya âlemindedir.
Tarikat hakkında yazılmış çok kitaplar vardır. Bu kitaplar konunun
teknik yönünü anlatır. Bu kitapları okuyarak, tarikat hakkında bilgi ediniriz.
Fakat bal kavanozunu yalayarak, içindeki balın tadını anlamaya çalışmak nasıl mümkün değilse, böyle kitapları okuyarak da tarikatın tadını almak
mümkün değildir. Tarikat öğretilmez,
öğrenilir. Tarikat bilgi değildir, ruh halidir. Onu, yaşayan bilir... Bir
zaman- lar, tarikatlar, zikirler yasak edildi. Sonuç değişmedi. Rusyada
komünizm ilan edilince dinî faaliyetlere şiddetle
yasak getirildi. Tarikattan, tasavvuftan nasibi olanlar, birbirlerine dilini
oynatmadan Allah demesini öğütledi. Allah kelimesi
kadar tekrarlanan başka bir kelime yok. Allah dedikçe
insanın daha çok Allah diyesi geliyor... Bu isimde öyle bir sır var
ki, anlatılamaz... Bu ismin kerametleri, mucizeleri
anlatılamaz.
Bir noktayı belirtmekte zaruret var; haramlar zikre mani olur...
Herhangi bir haramı işleyen
ve işlemeye devam eden, zikirden zevk alamaz. Nasıl ki göz, insanın dünyaya açılan penceresidir, nasıl ki ağzımız gıdaların kapısıdır; gözünü kapayan dünyayı göremez, ağzını kapayan gıda alamaz... Haramlar da maneviyat
kapılarını kapar, o şahıs
zikirden zevk alamaz.
Zikir, manevi nimettir. Manevi gıdadır. Helal kapılar- dan girer, harama yaklaşmaz. Zikirden zevk almanın diğer bir yolu da, tıka basa yemek yememek,
mümkün olduğunca açken zikir yapmaktır. Beden kuvvet kazandıkça ruh zayıflar, ruh kuvvet kazandıkça beden incelir...
Bu yazıları yazarken, tarikattan uzak kalmanın acısını çekiyorum.
Hiç kimseye yardımcı olamayacağımı
bilmenin azabı içinde daha fazlasını yazmaktan, başka
sözler söylemekten vazgeçiyorum. Hekimoğlu İsmail 12.08.2006
11.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Hizbullah ne diyor?
Beyrut'ta Sefer Turan'ın sorularını yanıtlayan
Fadlallah, 'Müslüman Türk ordusunun barış gücü
çatısı altında Lübnan'a gelmesini teşvik ediyoruz.'
dedi. Lübnan'ın ve İslam
dünyasının en önemli din
adamlarından biri. 'Ayetullah uzma' olduğu için aynı zamanda taklid mercii. Yani İslam dünyasında onun mukallidleri var. Bu savaşla birlikte kimileri
Sünni Şii kavgasını gündeme getirdiler. Böyle bir şey söz konusu
mu sizce? Bana göre Lübnan'da Sünnilerle Şiiler arasında fitneye neden olabilecek bir
ortam söz konusu değil.
Çünkü İslam Dünyasında fitneyi, genelde din adamları, çıkarırlar...
Lübnan'da ise, Şii ve Sünni din adamları,
siyasiler sık sık bir araya
gelirler, birlik mesajı verirler. Şunu da söylemek gerekir... Çoğunluğunu 'Şiilerin' oluşturduğu bu direnişin elde ettiği zafer, tekfircilerin, fanatiklerin İslam dünyasında ki hamlelerini boşa çıkardı. Nitekim İslam dünyası alimleri, Suudi
Arabistanlı, bazı alimlerin
Şiileri, din dışı
gören fetvalarının karşısında durdu. Suudlu bazı alimler, Müslümanlardan Hizbullah için dua etmeme- lerini istediler. Bunun karşısında
İslam dünyasının alimleri İsrail'e direnen Hizbullah'a açık destek verdi. Çünkü Hizbullah, Arap, İsrail savaşında sürekli yenen taraf olan
İsrail'i hezimete uğrattı. Bundan dolayı bana göre bu savaş
aslında Müslümanlar arasında Sünni, Şii kavgası çıkarmaya çalışanların tüm çabalarını boşa çıkardı.
Son soru: Türkiye sizin için neyi ifade
ediyor? Türkiye İslam tarihinin müspet ve
menfi yönleriyle birlikte aynı çatı altında yaşadıklarını hatırlatır. Bundan dolayı Osmanlı Halifeliğinin
kimi uygulamalarına çekincel- erimizi koymakla
birlikte Müslüman Türk halkının taşıdığı yeni ruha vurgu yapıyoruz. Müslüman Türk
halkının, Müslüman
halklarla birlikte yeni İslami ufuklara açılmasını temenni
ediyoruz. Sefer Turan 03.09.2006
11.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Hazreti Alinin Alice
sözleri
Kitabın tamamı Hz. Alinin hutbe, mektup ve vecizelerini içeren Nehcül
Belaga ve Gurret
ul Hikem adlı
eserlerden özenle seçilmiş 1555 hikmetli sözden
ibarettir.
Ben bugün de güncelliğini koruyan bu kitaptan
Hz. Alinin Mısıra vali olarak atadığı Malik elEjdere yazdığı talimatın önemli bir bölümünü aşağıda vermeye çalışacağım. (Bu mektup Mehmed Akif tarafından daha önce dilimize çevrilmiştir.) Umarım ki bugünkü yöneticiler bundan dersler alırlar.
Halk iki sınıftır: Birincisi,
dinde senin kardeşindir; ikincisi, yaratılışta senin eşindir,
hepsine adaletli davran. Nefis kötülüğü emreder.
Güzel amel, senin en sevdiğin zahiren (gerektiğinde kullanılmak üzere saklanan tahıl) olsun. Arzu ve isteklerini kontrol altına
al. Kalbinde, halka karşı şefkat ve sevgi
hissi uyandır, onlara iyi davran. Allahın seni nasıl bağışlamasını
istiyorsan, sen de halkı bağışla. Bağışlayınca pişman olma, cezalandırınca sevinme. Öfkelenip ceza vermede acele
davranma. Cimriye danışma, senin faziletine leke
sürer; korkak birisine danışma, yapacağın işlerden seni alıkoyar;
açgözlü kişiye de danışma, zulmü senin gözünde güzel göstermeye çalışır.
Takva sahibi ve doğru sözlü insanlara yakınlık göster. Aşırı övgü, kibre yol açar ve yüceliğe gölge düşürür. İyilik
edenle kötülük edeni aynı kefeye koyma. Haksız yere kan dökmekten sakın. Kendini beğenmekten, kendini beğenmene neden olan şeylere güvenmekten ve aşırı övülmeyi istemekten sakın. Halka iyilik yaptığında, onları minnet altında bırakma. Her dileyen bulmaz, her az
isteyen de mahrum kalmaz.
Başkalarına Kulluk Etme Allah Seni Özgür Yaratmıştır. Kötülükle
elde edilen iyilik, iyilik değildir. Güçlükle sağlanan kolaylık ise kolaylık sayılmaz.
Elinde bulunanı koruman, başkalarının
elindekini istemenden daha hayırlıdır. Ümitsizlik acısı, insanlardan bir şey istemekten daha hayırlıdır. Kişinin namusuyla çalışıp yoksulluk
içinde yaşaması, insanlara
kötülük ederek zengin olmasından iyidir. Herkes kendi
sırrını daha iyi korur. Çok konuşan hata eder. Düşünen basiret sahibi olur.
Haramı yemek, çok kötüdür. En kötü zülüm, Güçsüzlere yapılan zülümdür. Bazen dermanlar, derde; dertler ise dermana dönüşür. Sana öğüt veren tecrübe, en güzel tecrübedir. Her isteyen, elde etmez; her
giden, geri dönmez. Her şeyin bir sonu vardır. Nasıl takdir edildiyse, öyle gelir.
Bazen az, çoktan daha bereketli olabilir.
Dostunun düşmanını
dost edinme, yoksa dostuna düşmanlık etmiş olursun. Öfkeni yen. Söz verdiğinde, sözünden cayma. Doğru olmadığını bildiğin
işlere girişme. Doğru olduğundan emin olduğun işlerde ise yavaş davranma. Elinden geldiğince insanların ayıplarını ört.
Ordu, Halkın Kalesidir. Ancak ülke kalkınınca vergi toplanabilir. Bir ülkenin
harap olması, o ülke halkının yoksulluğun- dan ileri gelir. Alışveriş, güzel bir şekilde adalete uygun
olarak yapılmalı;
fiyatlar, ne alıcıyı ne de satıcıyı mağdur
etmelidir. İşleri gününde yap. Düşmana karşı tedbirli ol. Eline ve diline hakim ol.
Bugün ülkemiz aydınlarının bir kısmı, kendi özkaynaklarından ve kültür
köklerinden habersizdir. İslamiyet hakkında yetersiz bilgiye sahip oldukları
için maalesef yanlış değerlendirme ve yargılara varmaktad- ırlar. Bu eksik dolayısıyla karşılaşılan maddi ve manevi problemlerin çözümünü, kendi milli ve dini değerlerimiz yerine hep Batı dünyasında aramakta- dırlar.
Eğer bütün yönetimler, Hz. Alinin Malik elEjdere yazdığı emirler doğrultusunda hareket etseler,
bütün ülkelerin barış ve huzur içerisinde yaşayacakları bir gerçektir. Prof.Dr.Mehmet Nuri Yılmaz 08.09.2006
12.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1
Onlar Allaha itaatten zevk alırlar!
Resûlullah efendimiz bir nasihatlerinde
Hz.Üsâmeye buyurdular ki: Âlim ve müttekîler,
halk arasına girdikleri zaman varlıkları, kayboldukları zaman yoklukları bilinmez. Çünkü aranmazlar. Yerin genişliği, onları kuşatır., İnsanlar hep dünya
nimetinden zevk alırken, onlar Allaha itaatten zevk
alırlar. İnsanlar,
Peygamberin sünnet ve ahlâkını kaybettikleri zaman, onlar onu muhafaza ederler. Onlardan biri öldüğü zaman, yeryüzü onlar için ağlar. Bunlardan bulunmayan bir belde halkına, Allahü teâlâ gazab eder.
Bu âlimler, köpeklerin leşe hücum ettikleri gibi
dünyaya hücûm etmezler. Yemeğin azını yer, insanların
rağbet ettiği şeylere kıymet vermezler. Bazıları bunların
delirip, akıllarını kaybettiklerini sanırlar. Hâlbuki akılları başlarındadır. Onlar gözleri ile Allahın emirlerine bakıp, dünya sevgisini
içlerinden attılar. Dünya adamları nazarında onlar, akılsız olarak dünyada dolaşmakta iseler de, hakîkat şu ki; insanlar akıllarını kaybedip, hayretlere düşecekleri zaman,
onların akılları başlarında olacaktır. Âhiret şerefi onlar
içindir.
Yâ Usâme, onları hangi memlekette görürsen bil ki, onlar o belde halkının emânıdır, kurtuluşdur. Onların bulundukları memlekete
Allahü teâlâ azâb etmez. Yeryüzü onlarla ferahlanır.
Cebbâr olan Allahü Teâlâ onlardan râzı olur. Onlarla
kardeşlik edin ki, onların
sayesinde kurtulmuş olasın!
Şayet gücün yeterse, aç ve susuz ölmeye gayret et!
Açlık ve susuzluk sayesinde şerefli mevkilere ulaşır, Peygamberlerle
birleşirsin. Bedeninden ayrılan ruhun ile melekler sevinir ve Cebbâr olan Allahü Teâlâ sana rahmet
eder.
Hz. Usame anlatır: Yoksul bir kimse vefat etmişti. Bununla ilgili Resûlullah efendimiz buyurdu ki: Bu kimse, Kıyamet günü, yüzü ayın ondördü gibi parlak olarak mahşer yerine
gelecektir. Bunun bir hasleti vardır. Eğer o hasleti de olmasa, kuşluk güneşi gibi yüzü parlak olduğu hâlde mahşer yerine gelirdi. Bu haslet nedir? diye soruldu. Buyurdular ki: Bu kimse devamlı olarak gece namaz kılar, gündüz oruç tutar
ve Allahü teâlâyı çok zikrederdi. Ancak tûlıemel sahibi olup kış geldiği zaman yaz elbisesini, yaz geldiği zaman, kış elbisesini saklardı. Size en az verilen,
yakin ve sabır azimetidir. Mehmet Oruç
23.09.2006
12.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2
Yozlaşma ve tasavvufun gerekliliği
Yozlaşmayı kökten kopuş, özden uzaklaşma olarak tarif etmemiz
mümkündür herhalde. Kök deyince; Orta Asya güçlü bir kültür, akınlar, Ahmet Yesevi, Horasan Erenleri, İslamlaşma, sonra Alparslan, Malazgirt Zaferi, Anadoluya
yerleşme, sonraları bir
cihan imparatorluğu haline gelme aklımıza geliyor. Ve bizler genç Türkiye
Cumhuriyetinin vatandaşları
olarak yozlaşma hakkında ne
düşünüyoruz? Dahası, bu
konuyu üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak
değerlendiriyor muyuz? Bütün
insanlar hayatlarının bir
döneminde akılla çözülemeyecek sorunlarla karşılaşmışlardır. Peki böyle sorunların
çözümünü Kuranı Kerim
ayetlerinde, Hz. Peygamberin sünnetinde, hadislerinde, kendi öz kültürümüzde,
Yunusta, Mevlanada, İbrahim Hakkı hazretlerinin beyitlerinde
aramayı düşünür müyüz?
Günlük koşuşturmalarımız içinde çözümün özümüzde saklı olduğunu, varlık
perdesini aşabilmek için aslımıza dönüşün bir şart olduğunu gönlüyle ve aklıyla bulmaya çalışanların sayısı az değildir.
Özümüz, köklerimiz deyince nedense bizim aklımıza tasavvuf ilmi geldi. Büyüklerimiz tasavvufa farklı tanımlar getirmişler.
Bunlardan bir İçinde bulun- duğumuz zaman içinde yapılması gereken en uygun işi yapmaktır. Peki, biz o zaman için neyin en uygun olduğunu nereden bileceğiz?
Allahın hidayet ettiği yani
hakikati bildirdiği kullar var; onların hidayetine uyacağız. İstersek yüksek okullarda okumuş olalım, istersek çok güvendiğimiz bir akla sahip
olalım. İnsan ruhunun
rabbine kavuşması, vuslatı mutlaka bir vesile ile oluyor. O vesileler Allahın veli kullarıdır.
Özümüze dönüşümüz o veli kullara dönüşümüzle ilgili. Dini bütün tazeliği ile ayakta tutanlar işte Allahın bu veli kullarıdır.
Bir hadisi şerifte Her
asırda Benim ümmetimden öncüler vardır buyruluyor. Bugün bizim özümüzden, kökümüzden
uzaklaşmış olmamız acaba aslımızı merak etmeyişimizden mi kaynaklanıyor? Yoksa biz teknolojik gelişmelerle hayatımıza yön verirken değerlerimizi kaybetmenin en büyük kayıplardan
biri olduğunu un- utur mu olduk? Ne dersiniz? Kevser
Doyurum 25.09.06
12.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3
Anlamadan Kuran okumak
Sual: İslamcı yazarlardan birisi,
(Mukabele okumak ve dinlemek uygun değildir. Kuranı okuyanın ve
dinleyenin anlaması şarttır. Papağan gibi okumak fayda yerine zarar
verir) diyor. Kuranı herkesin
anlaması mümkün olmadığına göre, her milletten Müslüman olanlar var. Arapça bilmeyenlerin Kuran okuması günah mıdır?
Cevap: Kuranı kerimi, lisanı Arapça olanlar bile anlayamaz. Hatta evliyanın ve ulemanın en büyükleri olan Eshabı kiram bile, âyetlerin manalarını Resulullaha sual ederlerdi.
Bir hadisişerif meali: (Kuranı kerim Allahü teâlânın metin [sağlam] ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz. Çok okumak ve dinlemekle eskimez.) [İbni
Mace]
Kuranı kerimin, çok veciz olup,
bitmez tükenmez manalarının
bulunduğu, bütün manaları
bildirilse bile, yazmak için kâğıt ve mürekkep
bulunamayacağı bizzat Kuranı kerimde bildirilmektedir.
Mealen buyruluyor ki: (De ki, rabbimin [İlmini, hikmetini
bildiren, hayrete düşüren] sözleri için, denizler
mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, rabbimin
sözleri tükenmez.) [Kehf109 Beydavi] Demek
ki, her Arapça bilen, Kuranı kerimi anlayamaz. İmamı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (İmamı Ahmed bin Hanbel, Cenabı Hakkın, (Anlayarak da anlamayarak da Kuranı kerim okuyan, benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirmektedir.) [İhya] İslam âlimlerinin en büyük- lerinden,
Hanbelî mezhebinin reisi imamı Ahmed hazretleri
böyle buyururken, hâlâ herkesin Kuranı kerimi anlayarak okuması gerektiğini söylemek ne büyük gaflettir. Mehmet Ali Demirbaş 26.09.2006
Kur'an Hayat nizamı yaşam tarzıdır;
Kur'an yapılan hürmet, saygı, edep nisbetinde Kur'an anlaşılır
halde kendisini açar... Kur'an-ı ahlaka bürünüp yaşamadan emir ve
yasakları haram ve şüpheliden korunmadan okumak ezberlemek Kur'an-a eziyet eder; Kur'an'ı indiren Allah(cc)ın
emir ve yasaklarını hafife almak olur. İnsanları islamdan sapıtan şeytanın yardımcı
gurupları'da bu yoldan Allah(cc)ın emir ve yasaklarını
hafife alma (Sümme Haşa) meydan okuma ile insanları islamdan sapıtarak
menfat temin ediyorlar. (islam ile ilgilenen gayri
müslüm veya saf samimimi insanların öğrenme aşaması
haricinde.) Hacı Bayazıt
12.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4
Din istismarı
Efendimiz aleyhisselamın sevgili torunu Hz.
Hüseyin, alışveriş
yaparken bir satıcıyla
pazarlık yapar. Satıcı Hz. Hüseyin'i tanımaz. Hz. Hüseyin'i tanıyan biri gelir pazarcıya muhatabının kim olduğunu
hatırlatır. Bunun üzerine
pazarcı sevinir ve yüreğindeki
peygamber sevgisiyle malını
ücretsiz olarak vermek ister. Hz. Hüseyin ise her müslümana örnek olacak bir
tavır sergileyerek, peygambere yakınlığını
menfaat temini için asla kullanmayacağını söyler ve satıcıya
aldığı malın
parasını öder. Mukaddesatın istismar edilmemesi konusundaki bu örnek davranışa herkesin riayet ettiğini söylemek tabiî ki
mümkün değil. Dini duyguları istismar ederek insanları aldatan, sömüren
ve dolandıran nasipsizler az değil.
İslam'ın kamil ahlakını topluma hakim kılma kurumu olan gerçek
tasavvuf yolunu tutanlara asla sözümüz olmaz. Ama Tarikat adı altında Bin bir türlü hurafeyi Din diyerek çevreisndekiler yutturup onları sömüren ve kimi ahlaksızlıkları meşru kılan Din
tacirlerinin dinimize verdikleri zararı, haçlılar bile vermemiştir, veremez.
Bir Hz. Hüseyin efendimizin tavrını düşünün, bir de çeşitli hurafelerle çevresine topladığı insanları kendi menfaatine alet kılan şeyh bozuntularını düşünün.
İslam'ın çağlar üstü ilkelerini hayata geçirecek
yerde kendi menfaatlerinin temini için İslam'ı ayak altına alan ve tüm dünyaya İslam'ı çirkin gösteren bu sahtekarlar
güruhuyla asıl mücadele etmesi gerekenler dindarlardır. Bugün din istismarıyla mücadele ettiğini iddia
edenlerin çoğu maalesef gerçek İslam'a (dinin beli ve omurgası maneviyata) karşı savaş açmış gerekçe olarak da bu
din istismarcılarını göstermişler /göstermekteler
Bunun sonucu olarak da bir bütün olarak İslam
ve tüm Müslümanlar zarar görmektedir. Din istismarıyla mücadeleyi gerçek dindarlar yapmalıdır
İslami esaslar
yerine hurafeleri anlatarak İnsanları
İrşad etdiğini zannedenlere karşı gerçek dindarlar
tavır almalıdır. Sattığı malın ya da reklamını
yaptığı kurumun kalitesi yerine, dini
duyguları öne çıkararak
anlatan ve kah mal satarak kah hisse satarak menfaat toplayanlara karşı, dindarlar uyanık
olmalı ve ciddi tavır almalıdırlar.
Bu tavrı dindarlar almadıkları takdirde, İnsanları sömüren, müridine
çorabını koklatan bilmem
neresini öptüren ve Müridesini yatağına atan şeyhlik iddia eden ahlaksızlar toplumdan eksik
olmayacaktır.
İslam'daki zühd, takva,
tevazu, tevekkül, öfkeye hakim
olmak, sabır, müsamaha, Allah için sevmek, büyüğe saygı küçüğe şefkat gibi
insanı meleklerden üstün düzeye çıkaracak sayısız hasletleri yeni nesillere öğretmediğimiz ve onları İslami terbiye ile eğitmediğimiz sürece toplumdan din istismarı eksik olmayacaktır.
Din istismarının en etkili ilacı sağlıklı dini eğitim ve istismara karşı tavizsiz mücadeledir bunu yapmak zorundayız. Aksi
takdirde politik bir söylem olan irtica kelimesinin arkasına saklanan İslam karşıtları, namaz kılanları
bile istismarcı kabul edip cezalandırmaya devam edeceklerdir.
İslam en son ve en mükemmel dindir. Onun kaynakları olan Kuran ve Peygamber
sünneti çağlar üstü mesaj
içeren kaynaklardır ve birilerinin zannettiği gibi asla doğma değildir. Bilim ve akıl ile çelişmez aksine bilimi ve aklı öne çıkarır.(ışık tutar)
15 senedir okullarda ders kitabı olması gerektiğini yazıyorum
söylüyorum. Yirminci yüzyılın en önemli iki tefsirinden biri bana göre birincisi olan Hak Dini
Kuran Dili Tefsiri bizzat Atatürk'ün emriyle Hamdi Yazır merhum tarafından kaleme alınmış ve yine Gazi'nin emriyle devlet
parasıyla basılmıştır. Kuranın ve dinin gerçeğini öğrenmek isteyenlere bu kitabı tavsiye
ediyorum. Ailecek okuyun, çocuğunuza okutun, siz
okuyun. Özellikle irtica söylemiyle Atatürkçülüğün
arkasına sığınarak
Müslümanları rencide edenlere de neyin İslam neyin irtica olduğunu öğrenmek istiyorlarsa Atatürk'ün yazdırdığı onaylayıp bastırdığı bu kitabı okumalarını tavsiye ederim. Resul Tosun 27.09.2006
12.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5
Allahı tanımanın sırrı Onu zikretmekte yatar
Allahı seven insan, İbrahim Hakkı Hazretleri gibi: Hoştur
bana Senden gelen / Ya hilatu yahut kefen / Ya gonca gül
yahut diken / Lütfun da hoş kahrın da hoş demeye başlıyor. Bunu deyince de, manasını bilmediğin
ayetlere baktığın, okunduğu zaman onu adeta hisseder gibi oluyorsun.
Kuranın ruhuna vâkıf olmak, ancak Allaha kulluk ve zikrullah
ile mümkündür. Hiç bir şey anlamazsın manasından ama seversin onu.
Okursun ve halin öyle olur ki, Allahın bütün
ayetlerinin emr- ettiklerini yaparsın,
nehyettiklerinden kaçarsın. Yani senin hâlin de Kurandan bir numune olur. Her zaman; Allahın Sevgilinin sünneti canlı Kurandır diyorduk ya, o sünnetin bir misli de senin
hâlin olur. Teslimiyet odur. Sünnete ne gerek var diyen alim geçinen cahilleredir bu sözüm. Yeni mesaj.com 30.09.2006
12.İslam
dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6
Ramazanın aydınlığında
Mümünler için af, mağfiret, rahmet, bereket, sosyal dayanışma
ve yardımlaşma mevsimi olan
ramazan ayına bir kez daha ulaşmış olmanın şükrünü ve mutluluğunu yaşıyoruz. Dini ve kültürel hayatımızda bu ayın çok müstesna bir yeri ve önemi
vardır. Çünkü dalalet, atalet ve zulmet bulutlarının kararttığı insanlığın ufkunu, ilim, ahlak ve
fazilet nurlarıyla aydınlatmaya
başlayan yüce kitabımız Kuranı Kerim bu ayda gönderilmeye baş- lanmıştır. ramazanın
kutsiyetlerinden birisi de budur. Bu mutlu olayı bir
bakıma oruç tutarak karşılamış olmaktayız. Bir nevi O'na tazim ve saygı göstermek
için bu ibadeti yerine getiriyoruz.
Dünyaya bir imtihan ve mücadele için geldik. İnsan, iç âleminde birbiriyle dövüşen, silah silaha çarpışan iki varlık gibidir. Bir tarafta kötü sıfatlar, diğer tarafta iyi sıfatlar vardır. Kötü sıfatları şeytan temsil eder.
Mevlâna Celaleddinı Rumi diyor ki: Şeytan Müslüman olursa
Cibril olur. Yine Peygamberimiz bir sohbetinde buyuruyor
ki: Her insanın bir şeytanı vardır. Soruyorlar kendisine: Ey Allah'ın Resulü, sizin de şeytanınız var mı?
Evet cevabını veriyor ve ilave ediyor: Ama ben şeytanımı Müslüman
ettim.
İşte, esas olan nefsi Müslüman
etmektir. Kuranda orucun hikmeti tek bir cümleyle ifade edilmiştir: Sakınasınız diye. Bütün manalar
bu tek cümlede saklıdır. Günahtan, kötü huydan, Allah'tan başka her şeyden sakınmak, yani takva ehli olmak için
oruç tutmak. Bu sakınma sözü,
insanın erişeceği en yüksek merhaledir. Bunun içinde sabır,
cömertlik, şefkat, merhamet, ilahi emirlere itaat
gibi yüksek meziyetler vardır. Oruç vasıtasız bir eğitim,
bir ruh disiplini, aynı zamanda iradeyi güçlendirme
vasıtasıdır. Prof.Dr Mehmet Nuri Yılmaz
29.09.2006
Allah'u Ekber
Allahın
merhameti üzerinize olsun.
Sayın M.Nuri Yılmaz
Bey, inanıyorum ki yukarıdaki
cümleleri, acı su ile tatlı suyun birbirinden ayrıldığı gibi, Hak ile batılın birbirinden ayırt
edilmesi için yazdınız.
-
Alemleri muntazam şekilde dua ve doğruluk üzerinde
yaratan ve idare eden Allah(c.c) muhteşem olarak yaratmış olduğu kulunu belirli
bir irade dışında kendi haline bırakmaz; yani insanlar belirli bir hal ile süre dışına çıktıkları zaman iyi ve kötü halleri Allah'ın
yaratması ile zahire kendilerine döner.
Dünya hayatı insanlar için kat etmesi gereken yol ve bu yol üzerinde aşması gereken engeller ile mücadele içindir.
Yaratılan
her insan islama yatkın olarak doğar. İnsanlar kötülüğe meyilli değildir... İnsanları kötülüğe şeytan ve yardımcıları telkin eder. Hz Mevlana bir akşam misafir
olduğu yerde, yemek yer; yediği yemekde şüpheli ve haram bulunmalıki; akşam bir yerde yemek yedik Allah(c.c) ile
aramızdaki bağ koptu. der.
İşte şeytanın yardımcıları Mevlanaya bunun için düşmanlık yapıp iftira ederler!..
-
Mevlana hazretlerinin yakıştırılan şeytan müslüman olursa, Cibril olur iftiradır. Allahu alem yakıştırılan söz şu şekilde olabilir... İnsan
şeytanı ümitlendiren kötü
huyladan kurtulursa nefs kemale erer, Cibril olur. Allahın
evi kalb şeytanın
telkinlerine kapalı olur, feraset
ve ilhama açılır. Hz
Ali efendimiz buyurmuşturki; akıl hertürlü nefsani istek ve şehvete
üstün gelir ise kul meleklerden üstün olur... yani, nefs cibril olur. İslam dairesine şeytan giremez. Eğer nefsani istek ve şehvet akıla
üstün gelir ise kul hayvandan aşağı olur... yani, nefs şeytanın
isteklerine bağımlı olur. Zira
şeytan, insanın islama aykırı
kötü amelleri
haram ve şüpheli ile beslenir, yanında bulunur.
- Peygamber efendimiz sonrası Kuranın bir kısmını görmezden gelerek Ümmetin Ehli Beyt üzerinden
imtihanını gizleyip dinin ucunu açıp şişirenler geliştirilen
parelel dinin zemini için Peygamber efendimize iftira etmişler... Allah(c.c) ve Peygamber
düşmanları.
-
Belliki şeytanın yardımcıları Peygamber efendimizin sözlerini geliştirdikleri dine uygun olarak değiştirmiş.
- Allahu alem; sohbet konusu olan
Her insanın bir nefsi vardır.
Her insanın bir şeytanı vardır.
Soruyorlar kendisine: Ey Allah'ın Resulü, sizin de nefsiniz var mı?
Evet cevabını veriyor ve ilave ediyor: Benim nefsim
Allahın iradesi Kuran-a uygun kontrol altında'dır, şeytanın
telkinine meyletmez... sözü.
Ben şeytanımı müslüman ettim... şeklinde değiştirmişler islam düşmanı şeytanın yardımcıları.
- Allahın Resülü Allahın huzurundan kovduğu şeytanı yanına alır mı? Peygamberlerin görevi insanları uyarıp şeytanın tuzaklarını deşifre ederek kurtuluş
yoluna Allahın emrettiği şekilde hazırlamak... şeytanın doğası, amacı insanları
aldatıp sapıtarak Peygamberi
izinden çıkartıp kendi izine düşürerek Allah(c.c) ile arasındaki bağı kopartıp ateşe cehenneme sürüklemek.
Hacı Bayazıt 01.10.2006
.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat,
tasavvuf, tarikat ve İnsan.
B i s m i l l a h i r R a h m a n
i r R a h i m
Allahın selamı rahmeti alemlerin
emniyeti islamın beli ve omurgası maneviyatın merhamet ve
marifet kaynağı Hüseyni meşrep ile masum ve mazlumların üzerine olsun!
Allahın muhteşem yaratığı güzel insanlar. İnsanlar hapishaneye ya zulüm eder girer veya zulme uğrar girer. Zulüm edip giren islah olur çıkar. Zulme uğrayıp giren...
Allahın yardımı ile hapishanede manen fikren ve fiziken hazırlanır zulüm edenlerin saltanatını yıkar.
Olayların manevi ve zahiri boyutu Mahkeme tutanaklarında kayıt altına alınıp... Yargıtay/OGHun Süleymancıların içlerindeki şeytanı
bir kap içindeki suya üfleyerek, suyu istenilen yerlere serpiştirmesi ile
kuluçkulama yöntemini görmesinden sonra. Süleymancılar ile Osmanın ailemi korkutarak açtırdığı dava 29. 04. 2005 Geri çekilmiş;
Dünyayı
kaos ve anarşiye hazırlayan şeytanın yardımcıları
berteraf edilerek Sıffın savaşının intikamı alınmıştır;
değilse, şeytan yardımcılarını Mahkemeye din adamı alim olarak sürüp Kur'an ile
aldatmayı tekrar edecekti.
Mücadelemiz; Allah(c.c)ın yaratmış olduğu bütün olaylar islama bağlı iki kurala uygun geliştiği için Mahkemeler üzerinden insanların uyarılması ile maneviyat ve adalete meyletmesi sağlanmıştır.
İslam dairesi içerisinde! Maneviyat,
tasavvuf, tarikat ve İnsan! Kitap olarak manevi fikri ve zahiri üç halin örtüşmesi ile tamamı 40 bölüm 4 kitap'dan oluşacak kısmın 12 bölüm halinde Birinci kısmı tamamlanmıştır.
Mücadelemiz aynı amaç ile İslam dairesi
içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan. Künyesi ile Bölüm 13 de
devam edecek İnşAllah Kırk bölüm 4 Kitap olarak tamamlanacaktır. Allah(c.c) yar ve yardımcımız olsun. Hacı Bayazıt, Wien 01.10.2006
E Post: haci.Bayazıt@chello.at www.islamdairesi.com