ÖNSÖZ !..

Allah'ın selamı rahmeti, dünyanın emniyeti islam'ın beli ve omurgası 'maneviyatın' merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun.

Deccalin takipcileri ilahlarını gölgelededikleri emperyalist güçlere ‘o kadar iman ediyorlardı'ki herşey onların istekleri doğrultusunda gerçekleşeceğini sanıyorlar'dı...

Hakikat olan ise;

Alemde‘ki herşey ‘din ahlak maneviyat dairesinde’,

iki kural bağlamında; Vahy’in/ışığın öne aklın/gölgenin arkaya alınması kalbin maneviyat ve adalete meyletmesi insanların din‘e uyması ile Rahmani hal Hz Ali efendimiz meşrebin‘de Peygamberinin izine düşüp Allah’ın hesabına hazırlanması ile gercekleşir.

Veya

aklın/gölgenin öne Vahy’in/ışığın arkaya alınması kalbin siyaset ve menfaate meyletmesi din’in insanlara uydurulması  ile şeytani hal muaviye meşrebin‘de insanların şeytanın hesabına hazırlanıp izine düşmesi ile gerçekleşir… ancak, insanların şeytanın izine düşmesi sonucu Allah(c.c) ile arasındaki bağ kopar; böylece şeytanı ilah edinenler, „Allah’ın hesabı gereği“ dünyada ve ahiretde kaybedenler‘den olur.

Bu iki kural asla bir araya gelmez; ve sonuçların gelişmesi sadece zaman ile ilgilidir, ama Allah’ın vadi/adaleti gereği asla değişmez... açıkcası belki ibret alırlar diye Allah (c.c) bazı olaylar (Ehl'i Beyt) üzerinden alemi imtihana çeker muaviyenin takipcisi şeytanın hizbini bertaraf eder. Hak hakikat arınmış ehli maneviyat ve adalet asrına insanları hazırlar iken siyaset menfat mazlahat ehli devamlı baskı zülüm ve yıldırma usulleri ile karşı gelir... yani onlar Ehl'i Beyt üzerinden din'in hakikatına karşı gelir; böylece Hak ile Batıl Helal ile Haram Kazanan ile Kaybeden ayırt olur. Hacı Bayazıt

-    Olayların gelişimi faillerin tanıtımı ve yazarın mücadele hali ile ilgili bir Mektup

Bismillahir Rahmanir Rahim

Bir gece Kulu Muhammed Aleyhisselamı yatağından alıp ayetlerini göstermek için, ‘Miraca çıkartan’ Allah’a Hamdü Senalar olsun. Onun Şanlı Resülüne salatı selam olsun. Ehl’i Beyti ile Ashabına selam olsun. Onlarını izine takip eden Allah’ın dostlarına evliyasına velilerine mücedditlerine müctehitlerine imamlarına selam olsun.

Fetullah Gülen hoca  

Geçtiğimiz aylarda bir demecinizde belirttiğiniz gibi; bizim çalışmalarımızdan ancak şeytanlar rahatsızlık duyar gerçeği açıklamalarınıza binaen Allah(c.c) yüreğinizdeki azmi kaleminizle birleştirip diyarı islamın dört bir yanına aydınlık saçan islamın ana esası ‘gücünü islamın hakikati Ehl’i Beyt imamları ile dinin beli ve omurgası maneviayat’dan alan müslümanın inanma ve yaşama halini kayıt altına almış meshepin itikatda iki amelde dört imam’ının izinden çıkartıp ‘dolayısı ile yukardaki islamın yolundan sapıtıp’, ihtiras saltanat ve baronluklarının menfaiti için muaviyenin takipcisi şeytanın izine düşürenlere karşı üstün ve daim eylesin.

Hoca efendi her insanın bir seceresi olur. benim ise atalarım muhtemelen Osmanlı Padişahı ikinci Bayezid zamanın’da mukaddes beldelerden gelip Türkiye ile Suriye arasına yerleşmiş soyu Hz Hüseyin efendimiz den gelen kimseler’dir. Daha sonra birinci Dünya Savaşı yıllarında dedelerimin bir kısmı Anadolu’nun iç kısmına gelmişler. Küçüklüğüm’den beri bazen üzerime sıkıntı gelir daha sonra o taraftan gelen bir hal ile rahatlardım. Meğer gelen soyumuzun Hz Hüseyin efendimizden olması imiş. Bu hali 1995 yılında hapishanede öğrendim. ‘O zamana kadar gizlemişler’ yaşı olgunlaşsın çocukları olsun diye!

Hoca efendi inananlar için nasıl ki İlahi Adalet Kübratül Mahkeme’den kurtuluş yok. O hesap günü, bir tarafta Kur’an’ı Azim, bir tarafta, Kur’an ile hesaba çekilecek Amel defteri olacaksa... Ahiret hayati ile sonuçlanacak dünya hayatında Müslüman ufkuna din ahlak maneviyat dayanağına’da adaleti alıp İnsan hak ve hukukunu gözetmek zorunda’dır.

Bundan dolayı müslümanın üç hedefi olmalıdır.

Birincisi gönülleri fet etmek, bu ancak takva ile mümkün. İkincisi korunmak şartı ile dost olmak. Müslüman korunur yukarıdaki bahsi geçen ‘yoldan sapmayıp’ şeytanın izine düşmez ise maneviyat tahrip olmayıp adalet sağlanır. Üçüncüsü düşmanlık kazanmamak.

Hoca efendi insanlar kötülüğe meyilli değildir, her türlü kötülüğü insanlara şeytan telkin etmektedir... Bundan dolayı müslümanın yüreği ve kalemi muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi üzerine olup tahribat yollarını açığa çıkartarak’ bertaraf edip insanların uyarılması olmalıdır. Bu maneviyat mimarlarının görevi sosyal hayatın dengesidir.

Bütün insanlar İslam fitratı üzerine yaratılmıştır. Daha sonra ailesi ve çevresi onu bulunmuş olduğu ortama göre; Müslüman gayri Müslüman veya değişik guruplara fırkalara göre yetiştirir.

Allah(c.c) ayeti celilesinde ‘bir imtihan vesilesi olarak’  „Sizi kavimler halinde yarattık, tanışıp koklaşasınız.“ Bu Hüküm’den anlaşılan, ‘Ya benim boyam kokum’ yukarı’daki Edillei Şer'iyeyi takip ederek din’im İslam üzerinde anlaşınız doğru yola geliniz; yada kendi fenfatleriniz üzerin’de din’im islamı kullanarak bozmayınız, bozulmayınız anlamı çıkmaktadır.

İslam Allah’ın kullarına dünya ve ahiret huzuru için seçtiği hayat nizamı’dır. Maneviyat islamın omurgası ve belidir tasavvuf ve tarikat  olgunlaşma haline usül ve zemin hazırlar... ama tarikat iki kısım’dır; hak olan kemer ve köprüler ile islam dairesini muafaza eder insanları maneviyat ve adalet asrına hazırlar; şeytanslı olan islam dairesini tahrip eder ‘tahräbat yolundan’ insanları cehenneme sürükler!

Dini manevi ve ahlaki insanlar Allah’ın kubbesinin altındaki kültür sutunları ve dünya hayatını devam etdirmesi için sebepleri’dir. Kargaşa ve kaosun olduğu bölgelerde, insanların maneviyat’dan uzaklaşıp „kendi ihtiras ve menfaatlerin’de uzlaşarak“ maneviyat ve adalet direğinin yamulması yatmaktadır; dolayısı ile yamulan taraf  üzerine diğer taraf doğal olarak kayıp gelmekte; denge bozulduğundan dolayı.

Hoca efendi iman sahibi Allah’dan utanan hesap gününden korkan insanlar şeytanın isditrac ve sihirlerini deşifre edip yardımcılarını bertaraf etmek ile asrın görevlileri’dir. Bu insanlar zulmetin karanlığına sıyrılmış islamın maneviyat ve adalet aydınlığı, iktisiadi ve sosyal hayatın rengi ve dengesi, Allah’ın Veli kulları ve erleri’dir. İnsanların hesap günü, Allah(c.c)ın ayeti celilesinde belirtmiş olduğu, Onlar mahşere önlerinde sürücü insi ve cinni şeytanlar ile sürülecek’dir... ‘Bu İlahi uyarı ile’ insanların insi ve cinni sürücü’den kurtulması islamın beli ve omurgası maneviyat ile mümkün.

Küçüklüğüm’den beri islami gazete ve kitapları okur  içerisinde bulunan, Allah(c.c) ismi ve ayetlerden dolayı muafaza ederim. Hiç bir zaman bunların açık olarak bulunduğu odada uzanıp yatmadım. Misafir olduğum yerlerde bulunsa, yatacağım zaman üzerini bir şey ile kapatırdım. 1990 yılında, bir müddet evimizde kiracı kalan Musab hoca, evin duvarına ayet yazmış. Hoca taşındı biz oturduk, evi yeni boya yaptık, 'fakat ayetin olduğu yeri yapamadık’ devamlı yatacağımız zaman, başımızı o tarafa getirip üzerini küçük halı ile kapatırdık... Kendimi bildim bileli hiç bir Cami’de ayağımı uzatıp oturmadım. Yazı yazmayı çok severim ve Allah(c.c) isimlerini çok yazarım bu kendiliğin’den oluyor. Yazdığım yazılar yırtmak zorunda olursam, Allah(c.c) ve Peygamber efendimizin isimlerini yazıların içerisin’den alıp muafaza ederim. Açılan yerler sanki kuş yuvası gibi olur.

 Hapishane hayatım’da bundan dolayı yardımcı askerlerinin kalplerinden havalanıp saldırmak için gelen şeytanlar’dan Allah(c.c) koruyup geldikleri yeri belli etti.

Hapishane’de dört sene dört ay aynı oda’da kaldığım insanlar devamlı ekmekleri tuvalete atarlar, „Ben onları oradan çıkartıp, ekmek için ayrılan yere bırakırdım.“ Tarih 27.01.1995 de Hz Hüseyin efendimiz’den geldiğimi öğrendim. Ondan beri hiç ayağımı ayaküstüne atıp oturmayıp yatağın içinde dahi iki ayağımı bir birin’den ayrı olarak uzatıp yatmadım.

Türkiye Gazetesinin çok faydası oldu. Hürriyet gazetesinde Mehmet Nuri Yılmaz beyin, Hakikat marifet tarikat şeriat namaz’ın (kalbin namaz ile meşgul olması) içerisinde’dir... ve sigara fetvası... sanıyorum Yalçın Bayer beyin, birader şu sigarayı bırak tavsiyeleri... Nemrut’un ateşin’den korumak için ağzında su getirip; „safımız belli olsun diyen kuşun misali“ bana manevi destek olup; ufka, maneviyata güzel ahlaka olan yönümü pekiştirip irademi biledi. 1999 yaz ayında, Ankara ve Kırşehir’de Saidi Nursi  gurubu birçok İnsan ile tanıştım. Ben onları yeni tanıyordum ama onlar beni sanki önceden tanıyorlarmış gibi oluyor’du. Allah(c.c) yar ve yardımcımız olsun. Hacı Bayazıt 26.10.2003

-    Bu Mektup’dan sonra Hoca efendi mektup’daki manevi fikri ve fiziki hali ‘kendisine yönelmiş tenkit’ ve Hz Hüseyin efendimiz’den gelen soyumu ‘kendise tehdit’ olarak algıladı.

-    Cevap olarak „Basın yolu ile“ Ahlak numünesi adamın ahlakına bakın, mesajı verdi... yani, taraftarı hizbine telkin ediyor ‘tarih’de olduğu gibi’ engel olun, karalayın, itibarsızlaştırın iftira atın; diyor.

HUT SURESİ. Ayet 118, Rabbin dileseydi bütün insanları bir tek millet yapardı (fakat) onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler’dir. Ayet 119, Ancak Rabbinin Merhamet rettikleri müstesnadır. Zaten Rabbin onları bunun için yarattı. Rabbin (Andolsun’ki Cehennemi tümüyle insanlar ve cinler ile dolduracağım) sözü yerini buldu:

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Hacı Bayazıt                          Wien, 20.04.2006

Alser Strasse 30/26, 1090 Wien

An Das    

Beszirksgericht Josefsatadt

Florianigasse 8, 1082 Wien

KONU: 028 1 C 131/05p–13 

Alemleri muntazam şekilde idare eden Allah(c.c) hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz. İnsanlar din ahlak maneviyat dairesinde tahribat sıkıntı ve musibet veya imarat rahmet ve bereket kısmında istihdam ediliyor.

İsa Aleyhisselam buyurmuştur’ki „Bir gün düşünmeye çekindikleriniz, aydınlık’da açığa çıkacak ve onu çatıların başında haykıracaksınız.“

Eisenstadt’da tarih, 20. 09. 1995 Mahkeme’de Hakim Alfred Ellinger tercüman Nermin Durdane’ye sordu? Bak bakalım kafasının denginde ışık görüyor musun dedi. Nermin Durdane evet, dedi. Hakim, O zaman burda kalıyor, dedi. 

Bu arada, melun şeytan araya girmek için yaklaştı,  üfürdü, Hakim Ellinger kızdı ‘yüzünü buruşturup’ kalbini dönder’di dilinin ucu ile ‘tüf’ dedi... Savcı da, Bayazıt Sana’da ceza vereceğiz 5 ay açık cezan var; dedi. Hakimin orda bırakması, Savcının ceza istemesi, Peygamber efendimizin, „Cehennem köpekleri“, olarak lanetlediği... İsa Aleyhisselamın „kötü din adamları su yolunu tıkayan kaya gibidir, suyun önünü keser“... Kötü din adamları kanalizasyona benzer, dışardan bakınca sanat eseri gibi görünür, içi pislik doludur. Tarih, 10 veya 11. 2005 yazar Abdurrahman Dilipak beyin kamuoyuna duyurduğu; „yerden sökülmüş kemirgen bitki gibi mahlukun dünyaya yayılacağı“, „şeytanın imtihanın’dan geçmiş, hatmelere iştirak eden süleymancıların önün’de siyah futbol topu büyüklüğünde yerden sökülmüş bitki gibi kemirgen mahlukun dünyaya yayılacağı haberi ile şeytan ve yardımcılarının açığa çıkması içindi." 

Yıl 1988 Wien’den Türkiye’ye telefon edip bir kadın istemişler;

Türkiye’den (Osman) M.Cemil Şahin’le evlenen Melek’i göndermişler. Melek Wien 7, Ayasofya Cami’sine gelip davet edenler ile tanışıp ‘Wien 7 deki evimi bulup’ Bohçacı satıcı kılığında eve girip, „hanım ve çocuklarıma yaklaşıp nefeslerini alıp“ hafızasına yerleştirmiş... Çünkü kalbi şeytanın füze rampası gibi... yani, şeytan gideceği yere belli insanları dolanıp ‘güç toparlayıp’ açık ve gizli küfür ile son yerden hareket ediyor.

Yıl, 10.1993 Süleymancı hocalar ile işyerime ortak oldum. Bunun üzerine ailem ısrar ile Türkiye’ye izine çağırdı. 1993 Yılbaşı haftası Ankara’da bacımın evinde misafir bulunuyordum; Kırşehir’deki bacım’da eşi ile birlikte gelmiş oturuyorduk. Ben kitap okuyordum; eniştem „bana laf atıyor tartışmak istiyordu, bir ara bacım müdahele etti.“ Çok ileri gidiyorsun ‘ışık geliyor’ dayanamazsın, hem oğlan partiyi kapatdırıyor, dedi.

Benim bir şeyden haberim yoktu... ‘Işık geldi’ki Eniştem dayanamadı bilinçaltında’kini konuştu; (Sümme Haşa) Benim Peygamberim Erbakan, dedi... Sonra ‘mahcup oldu, vaziyeti kurtarmak için’ hocam oğlana söz geçirir, dedi.

Şeytanslı hale gelmiş tarikatın sol ayağı dişi tarafından Zahit Kotku efendi ‘Erbakan hocaya nefes vermiş’, Erbakan hocanın önüne dişi şeytanı katıp siyaset yapması için icazat vermiş... ‘Eniştem bu yüzden’, hocam oğlana (şeytana) söz geçirir, dedi. 

Devamı olarak gelen ışık’da bacıma ‘tahribat devresini tamamlayan şeytanın oğlan tarafı sağ ayağı münafıkların (Süleymancılar) beslendiği suyun kesilip anlarının sanlarının unutulduğu’da gösterildi. ‘Münafıklar Kur’an kursundan beslendiği için’ Devlet Kur’an öğrenme yaşını yukarı çekti. Müslüman ile münafık ayırt edilmediğinden dolayı müsübet geneli etkiliyor.

Bacım münafıkların meydana çıkması için; tarikat sınıfında dini müzik, şüpheli ve haram ile nefs’ler sarhoş edilip ‘aklın öne Vahy’in arkaya alınması ile felsefe ve menfaatin esas alınıp’, hanımların öne sürülmesini şifreleyip „dünyanın dikkatini tehlikeye çekmek için“ anam orda bir kadın var (Metin’in karısı) ne Osmanlı kadını; dedi... Böylece şeytan diğer ayağı münafıkları meydana sürdü ‘açığa çıktı’ insanlar uyandı.

Aydınlıkta görüldüğü şekilde 28 Şubat.1997 de Parti kapatılıp ‘sol ayak dişi taraf berteraf edilince.’ Diyanet İşleri Başkanlığı kalanları Nurcular ve Süleymancılar olarak iki ayak üzerinde toparlayıp „meshep çatışması ve teröre zemin hazırlayan unsurlar olarak belgeleyip“ Kitap halin’de devletin bütün birimlerine dağıtmış.  

Din’de insanların günah işlememesi günahtan korunması mümkündür.

12 Ehl’i Beyt İmamın Peygamber efendimiz'den sonra’ki mücadelesi itikatda iki amelde dört imamın itikat ve ameli meseleri (Meshep) kayıt altına almasın’da köprü ve güç kaynağı olmuştur! ‘Ama sonra gelenler’ imamların manevi fikri ve fiziki halini yaşamadığı için „sürüklenip“, kayıt altına alınan itikat ve ameli hallere muahalif fetvalar ile din’de tahribat „meshepcilik“, yolları açmışlar.

Bu yüzden  müslümanların bir kısmı islamın aslı 12 Ehl’i Beyt İmamı ‘günahtan korunan’ masumiyet dercesin’de bilir.

Diğer kısmı’da islamın aslını gizleyip „12 Ehl’i Beyt İmama muhalifet ederek“, 12 tarikat gurubu olarak müslümanı bölüp her biri „bir tahribat yolu ile şeytanı Namaz’ın 12 şartın’dan ‘biri  için’de gizleyip’  ırki ve bölücü duygular ile ...”kalbin deriliklerine iterek“, şüpheli ve haram ile besleyip, ‘siz günahsız olunabileceğine inanıyorsunuz şii’siniz’, biz günahsız olunabileceğine inanmıyoruz; eğer biz günah işlemez isek Allah(c.c) günah işleyecek insanlar yaratır biz  sünniyiz“, diyerek’... „günah işlemeyen ‘Ehl’i Beyt ve takipcilerini öteleyip“, insanları günah işlemeye telkin ve teşvik ediyorlar... Böylece dünya şeytanın yardımcıları ve hizbi ile musibet ve kaosa hazırlıyor.

Bu olayların Mahkemeler üzerinden kamuoyuna açıklanması masum ve mağdur olmuş insanların üzerimiz’de olan haklarıdır. Vermiş olduğumuz mücadele insanların manen ve madden korunduğu islam dairesini muafaza eden tarikatın hak aydınlık tarafının; islam dairesini tahrib eden tarikatın şeytanslı karanlık tarafına karşı hukuki meşruiyet alanı içerisinde mücadelesi. Bu sebep ile Sachwalterschaft’ın kaldırılması dava dosyamın Sachwalter olmadan görülmesi dileğimdir.  Hacı Bayazıt

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

M a h k e m e l e r

Hacı Bayazıt, Garsten 25.01.1999

Justizanstalt, 4451 GARSTEN

Staatsanwaltschaft Eisenstadt Landesgericht

Steyr Bölge Mahkemesi

Sorgulamanın başladıgı gün ve saat

Gün: 10.03.1999  Saat:13:00

Dosya no.:16Hs19/99g Dosya no.:27b.Vr.1824/99

Dava: Osman Cemil Şahin’e karşı

İştirak edenler

Hakim:Dr.Brigitte Wallmann

Katıp: VB Nussdorfer

Tercüman: Olcay Karadeniz

Türkçe olarak kapsamlı bir şekilde, kaleme alınan ve ifademin ekinde bulunan yazıda, Osman Şahin’e yaptığım tüm suçlamalar beyan edilmiştir. 

„Tarih, 28. 11. 1994 Rembrand Str 24. 1020 adresinde’ki Fırınımın üzerin’de evim olan adres’de öğlen üzeri küçük Oğlum ve Kızım ile birlikte bulunuyordum.” Mahalle polisinden telefon geldi; kendilerine ‘hakkımda bir dilekçe geldiğini’ karakola kadar gelip görüşmemi istedi. Ben’de şu anda evde çocuklara baktığımı ‘hanımım Okula Oğlum ve Kızımı almaya gittiğini’ söyledim! Memur, eve hanım gelince gelmemi, istedi. Bende, çocukları doktora kontrole götüreceğimizi ama doktor’dan sonra gelebileceğimi belirttim. Memur, o halde ben geleyim, sen saat 12 de evde bulun, dedi... Bende tamam dedim.

Ama pek çok memur geldi ne olduğunu şaşırdım, ‘arama yapacaklarını’ heroin aradıklarını söylediler. Heroin kelimesini ilk defa duymuştum ’o nedir’ diye sordum? Onlar’da şaşırdılar ‘eliyle sigara içiyormuş gibi yapıp’ haşış haşış dedi.

Bende o halde buyurun, arayın dedim. Her tarafı aradılar, ‘memurun birisi’ „benim eski tekstil firmasıyla ilgili çantayı karıştırıyordu“, birden bana döndü bir kart gösterdi. O anda, kartı benim çanta’dan aldığını düşündüm!.. Bana kartdaki ismi tanıyıp tanımadığımı, sordu? Türk mü, Kürt mü? dedi. Baktım kart’da Baybasın yazıyordu, herhalde Türk dedim; „çünkü yıl 1987 den 1990 kadar türk firmaları ile tekstil işi yapmıştım“ Memur, O halde tutuklandın, dedi. Tutuklu 2-3 ay içerisinde bu isim’den bahsetmediler; yaklaşık 3 ay sonra, bu adamın dosyada suç ortağı ve Kürt olduğunu öğrendim. 28.11.1994 Polis bürosun’da polisler İtalyanları ve M.Demirbilek’i sordular. İtalyanları M.Demirbilek vasıtasıyla tanıdığımı söyledim. Nasıl tanırsın? Mehmet Demirbilek’i dedi. Ben’de bilmiyorum iş adamıymış, italyanlar’da alacağı varmış, dedim; Memur güldü! Ne iş adamı, bu aracı adam, dedi.

İtalyanlar hakkında sordu? „Ben’de Mehmet’in alacağından dolayı, birinci Wien‘de kahve içtiğimizi, İtalyanların beni davet ettiklerini, ama ‘daha sonra bir adam’, elinde çantayla gelince bunlardan huylandığımı ve hemen yanlarından uzaklaştığımı söyledim.“ İtalyanların kartını verdim. Memurlar O kartı sana ne zaman verdiklerini biz biliyoruz dediler. Bunları Tercüman tercüme etti. Memur İtalyanlarla Eroin işi konuşup, konuşmadığımı sordu. Bende öyle bir şey konuşmadım, dedim. Memur soracağım! dedi. Kalkıp öbür odaya gitti. Konuşmuşsun dedi. Bende hayır konuşmadım, diye diretince kompütür'den geri çıkardı. Tercüman Serdar Bilge’nin yanında ben’de imzaladım.   

Böyle şeylerle ilk defa karşılaşıyordum, O aksam genç bir Memur beni öbür binaya götürdü. İyi bir Memurdu „Senin bir suçun olmadığını biliyoruz, Hakim Seni Mahkemede bırakır“ dedi. Aslında „O akşam’da bırakılacaktığımı“ ama bir şey olduğunu söyledi.

Bu arada Avukat tutulup dışardan olaya sirayet edilmeye başlandığını sonra’dan anladım. Polis Memurları ‘evden iki çanta almışlardı’ bu çantaların nereden alındığını bana sordular. Ben’de Wien’de bir Mağaza’dan Hanım ile Melek ismin’de arkadaşı  birlikte aldıklarını söyledim, Melek’in adresini vermiştim... Memurlar bu arada hemen Melek ve kocası Osman irtibat kurmuşlar!

29.11.1994 de serbest bırakmadılar; 3 gün sonra hakim seni çağıracak hakim bıraksın dediler. Ama bir şey bilmediğim için tutukluluğumu gerektirecek ifade vermedim, ‘olması da mümkün değildi’... Ama sorgulama sırasınca benim bilmediğim bir şeylerin olduğunu fark ediyordum... tarih, 09.01.1995 de Avukat’dan öğrendim; telefon kayıtların’da birşeyden haberimin olmadığı anlaşıldığı; ‘ama soruşturma boyunca’ tutuklu kalmamı memurların istediğini ‘bu olay ile ilgili belge’ aradıklarını; ‘ben bu adamları içer’de gördüğüm için’ dışarıda’ki şahısların benim’le irtibat kurup ‘delilleri yok edebilecekleri endişesin’den dolayı’ Mahkemeye kadar tutuklu olmamı istediklerini; söyledi.

Tarih, 09. 02. 1995 de küçük Mahkeme oldu. Savcı önemli bir şey sormadı, daha önceden hazırlamış olduğum, İtalyan ve Mehmet Demirbilek ile ilgili ifadeleri vermek istedim, Savcı almadı „şimdi onları okumak uzun sürer“ biz bunların bir şey yaptığını sanmıyoruz, ‘bu ay soruşturma bitince’ gelecek ay Mahkeme yapacağız, o zaman verirsin, dedi... „Bu arada“ Mehmet Demirbilek’in avukatını kimin tuttuğunu sordu? Ben’de bilmiyorum, dedim. Tutukluluk süresini tarih, 09.04.1995 tarihine kadar uzattı... „ama bir gün sonra bana, öyle bir Mektup geldi’ki adeta ihbar nitelikli.“ Bu hali Osman C. Şahin  ile karısı Melek’in yazdığını sonra anladım“... Tarih 30.10.1995 de Osman’ın evine telefon ettim karısı ‘Melek telefon’da söyledi’ ‘Biz yapamadık’, yani, ‘ayıp ettik’ dedi.

Tarih, 20. 09. 1995 de Mahkeme üç gün sürdü ‘tahliye olup’ Ailem ve Çocuklarım ile olmayı beklerken; 4. sene ceza verdiler. Hemen ceza’ya itiraz edip neden ceza verildiğini araştırmaya başladım.

Tarih, 25. 01. 1995 de Wien Landesgerich’de Mahkeme oldum. Dava konusu tarih, 1992 Banka’dan 600.000 Ös kredi alınması üzerine. Mahkeme salonun’da hanım Ayşe Bayazıt, Osman Şahin, başka bir Bey ve Hanım vardı. Savcı 5 ay açık ceza istedi, ‘itiraz edecektim’ arkada oturan Osman ‘duyabileceğim şekilde’ aman itiraz etme, aksi taktir’de Çocukların Vize problemi oluyor; dedi... Tercüman Hasan Aytekin’de başı ile doğruladı ‘ben’de itiraz etmedim’ Hakim, Bayazıt şu anda soruşturma suresin’de hapistesin, ‘onun için bu Cezayı veriyoruz’ yatmış olduğun günler bu Ceza’dan kesilmesi için, dedi. Bende itiraz etmedim.

Mahkeme salonun’da bana ceza verildiğini duyan Osman çok sevindi ‘tamam şimdi’ bizde hemen ifade vereceğiz „borçlu gösterir Mektuplar yazacağız“ ayrıca Emin’de (kardeşi) görüşe gelince o da ceza yükleyecek; dedi. Bu konuşmaları orada bulunanın hepsi duydu. Osman’ın bu tavrın’dan bir şey anlamadım; orada bulunan Hanım ve Bey’den de utanmıştım... „O anda, orada olanları anlayacak durumda değildim.“

Tarih, 27.01.1995 Eisenstadt’a görüşüme geldiler; Noter’de  getirmişler fiırınım işlerinin takip edilmesi ve Ortaklarım’dan ‘alacağım 700.000 Ös alınması’ için! Osman ‘görüşme esnasında’ Türkiye’de hapiste olduğunu duymuşlar ‘herkes bayram ediyor’ Vekalet verirsen, buradaki işleri’de biz halledeceğiz, dedi. Aslında senin bir suçun olmadığını biliyoruz, ‘yakında çıkarsın’ senin içer’de olmana biz sebep olduk, dedi. „Ailevi halimiz’den haberi olduğunu söyledi.“

Karısı devamlı bize gelirdi ve Ayşe’nin çok iyi arkadaşı idi.  O kadar iyi arkadaşı’ki son günler ‘bizim evde’ banyo dahi yapıyordu... Bana Kur’an öğretecek kadar Ayşe ile samimi olmuş; Ayşe’ye söyletiyor’du!

İnsan görünümlü şeytan bu kadın tarih, 1988 „bu olayların açığa çıkmasını engellemek için“ Wien’e gelmiş; Ayasofya Camisin’de davet edenler ile görüşüp 1070 Wien’deki adresimizi bulmuş; „Bohçacı satıcı kılığında eve gelmiş“ Ayşe ile tanışmış bir şeyler satmış, ama ‘Oğlum ve Kızım olduğu için’ daha fazla yaklaşamamış... Gördüklerini Türkiye’ye bildirmiş; Türkiye’den Evlen etrafında kal; demişler. Osman ile dernek’den tanıştığımız için onun ile evlenmiş.

„Allah(c.c) o zaman bizi içerde tutarak hazırlayıp koruyor...“ Bunları’da açığa çıkartarak, her iki dünyada rezil usva edip cezalarını hazırlayıp azabına yaklaştırıyor; bunun için „imtihan ediyor.“

Saygılarımı belirtip bu insanlar ile Mahkeme huzurun’ da karşılaşacağım günü büyük bir sabır ile bekliyor bunun için seviniyorum. Hacı Bayazıt

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Hacı Bayazıt                                    Tarih, 25.02.2000

20.03.1957                              

Rebublik Österreich                             Zahl:0001427

Bundesasyamt Außenstelle Wien, A-1030 Wien  

Betriff: Beshwerde gegen Beschluss.§ 6.z.2. Asylgesetz

1997.BGB.´.1.1997/76 (Asy1G)idgt.als.

Nedenler

1997 yılında yürürlüğe giren iltica yasasının, 26 maddesine uygun olarak iltica başvurum haklı sebeplere dayanmakta’dır.

İltica hakkı tanınması için koşullar; Austurya’da size iltica hakkı verilmesi için, Irkınız, dininiz, milliyetiniz, belirli bir sosyal guruba dahil olmanız, veya bir Politik görüşü savunmanız nedeniyle tatbikata uğramanızdan haklı olarak korkmanız nedeniyle ‘yurtdışında bulunduğunuza ve Ülkenizin himayesi altına girmek istemediğinize’ inanılması ve Mülteci özelliğini ‘sona erdiren’ yada hariç tutan bir durumun olmamamsı’dır. Tarih, 02.02.2000 İltica başvurum yukardaki İltica sdebeplerini içermek- tedir.

1:Osman Cemil Şahin ve ailesi ‘örgütlenmiş gurubu’ şahıs değil ‘insanların üzülmesiyle mağduriyetiyle kan ve gözyaşıyla beslenen’ şeytanı faaliyet gösteren Uluslar arası örgütlenmiş gurup; mafıa usulü ile çalışan.

2:Osman Cemil Şahin, karısı, kardeşi ve örgütü, inanan insanların değer verdiği her şeye zarar vererek, tahrip ederek ve insanların koruduğu değer verdiği; „bütün mukaddes varlıklara ve eserlere  eziyet ederek“ şeytanlaşıyor, ‘şeytanla irtibat kurarak’ şeytanın dişi ve oğlan iki ayağından birine bağlılığına dair „imtihan olup“ halk içerisin’de şeytanın yerini alıyor.

3:Halk içerisinde örgütsel faaliyetleri; bir kap içinde’ki suya bakıyorlar, „ellerinde bulunan resmi suyun içinde hareket ettiriyorlar“ yaklaşık 20-25 dakika „su’daki hareketi“, doğrudan veya ikinci şahısların zemin hazırlaması ile şeytan hedef alınan yere „hareket eder halde taşıyor“ ve telkin atıyor’... veya ‘üzerlerine sinmiş -hastalık- hali’ başka birine Hal olarak taşıyabiliyorlar.

İltica kapsamına giren bu nedenlerden dolayı oturma izni isteyerek, bu insanların ‘bana çocuklar ve hanıma  yaptıkları eziyet ve tahribatın hesabını’ kanun ve kamu vicdanına vererek her suçlu gibi çezalanmalarını ilgili mevki ve insanlardan talep ediyorum. Hacı Bayazıt   

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4 

 

Hacı Bayazıt                        Wien, 01.03.2000

20.03.1957.                      26.04.2000 elden verildi

Hernalser Str 8.12     

Österreiche Innenmisterium   

1010 Wien, Herrn Gasse 7

Saygı ile İlgili Makam

Bakanlığınıza, Ankara tarih, 09.08.1999’de dosyamı gönderdim... Wien, 20. 01. 2000 ve önce Wien ve Eisenstadt Savcılığına yapmış olduğum ‘şikayetleri gönderdim’... Lütfen bunlar hakkında kanunu işlem yapılarak tutuklatılmasını istiyorum.

Yaklaşık 5 sene’dir ailece bu insanların manen bedenen ve madden baskısı ve tehdidi altın’da bulunuyoruz... Lütfen bu insanların bizlere yapmış olduklarını yazarken dahi „haya perdelerimin titrediğini hissediyorun“ ama bunların yaptıklarını bildirmezsem çocuklarım ailem ve insanlar ben’den davacı olabilirler.

Wien 20'de oturan Hüseyin Aslanın büyük kızının kaynanası; Osman’ın karısının belden yukarısı çırıl çıplak resmini su’da dans ettirirken; „benim su’da dans edenin ‘Resim olduğunu anladığımı’ kadının parmaklarını fark ettiğimi anlayınca“, bana ağır şekilde hakaret etti... O günler ‘ne zaman tuvalete girsem’, Hüseyin Aslan’ın karısının ’Osman’ın karısı Melek hakkın’da iç gıcıklayan erotik sözleriyle rahatsız edildim.

Zulümlerinin bu kadar şiddetli olmasının sebebi „bulundukları bataklığa beni çekmek istemeleri“ bataklığın üzerinden  Rabbimin beni su ile geçirmesi. 

Yıl 28. Şubat 1997 sonrası „bir ses, Bunu durdurun’,  dedi... bu ses’den sonra insafsızca saldırdılar başladı;

1997. Mayıs’a kadar Osman’ın karısı Melek devamlı oda arkadaşlarımı bana karşı tahrik etti; Mesela, Ramazan Boğatekin isimli arkadaşa telkin yoluyla ağır spor yaptırdı „sol kolunun ağrımasını sağladı“, sonra babasına hameyli getirtti sol bileğine taktırdı; akadaş tuvalate girip taharetlenince şeytan kadın güçlendi, „Oda’nın içerisinde ‘eteğini savurarak’ gezindi“ durdu.

Daha sonra ben Öğlen namazını kılarken; çırıl çıplak anadan doğma seccademin üzerine uzandı; ‘beyaz  banyo suvetinde’ önünü yeni traş edip üç siyah nokta yapmış birisi yukarda ikisi aşağıda „yüzüne’de hanımım Ayşe’nin resmini tuttu“... O anki olayın vahametin’den Bina sallan’dı.  

Bu insanlar Firavun gibi Tanrı’lık iddiasında bulundu.

Allah(c.c)’da bunları Firavun ve ordusu gibi baktıkları suda boğdu. Bu insanlar ile manevi ailevi ve maddi davam var; bun’dan dolayı Makamınız’dan  ilgi bekliyor bu insanların, çocuklarım ailem üzerindeki baskı ve tehditlerinin önlenmesi için ‘tutuklanmaları’ bunlara karşı mahkeme’de bulunmam için ‘sınır dışı yasağımın kaldırılmasını’ çocuklarım ailem ve insanlık adına talep ediyorum. Hacı Bayazıt

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5 

 

ALLGEMEINES KraNKENHAUS

Universitatsklinik für Psychiatrie Vorstand:

Univ,- Prof.Dr. Heinz Katschnig

Wahringer Gürtel 18-20 

An das

Polizeigefangenhaus Roßauer Lande

z. H. OSR Dr. W. Weber, Polizeiamtsarzt

Roßauer Lande 9

Betrifft: BAYAZIT Haci                     14.12.2000

Geb. Am 20.03.1957 in Kirsehir/Türkei dzt.

Rosauer Lande 9, Polizeigefangenhaus

KLINISCHER BEFUNDBERICHT

Es handelt sich um einen 43 jahrien syrischs- tammigen türkischen Staatsbürger, der in Schubhaft ist und kurz vor seinem Abschub in die Türkei steht. Er wurde durch den Polizeimtsartz zur Untersuchung  an unsere Ambulanz zugewiesen, wo er am 13.12.2000 erstmals gesehen wurde. Dabei wurde der hochgraidige Verdacht auf Vorliegen einer paranoiden Psychose geaussert und Zweifel an seiner Flugtaug- lichkeit angemeldet. Zugleich wurde die Vorführung des Patienten an der Spezialambulanz für Trans- kulturelle Psychiatrie an der Univ. Klinik für Psychiatrie empfohlen. Nach Untersuchung des Pat. Erlauben wir uns nunmehr wie folg zu berichten.

Biographisches & Soziales:

Der Pat. İst ethnisch Syrer, jedoch in dritter Generation türkischer Staatsbürger. Er ist strengglau- biger Moslem und entsammt einer 33 köpfigen Großfamilie. Der Vater ist 1974 verstorben, die Mutter und alle Geschwister leben in der Türkei. Der Erziehungsstil in der Familie war streng religiös, traditionalistisch und patriarchalisch. Der Pat. Selbst ist traditionstreu, aber liberaler gesonnen und tolerant.

Er hat 5 Pflichtschulklassen absolviert, dann 2 jahre Koran-schule, dann eine Ausbildung als Automechani- ker und schließlich wurde er zum Backer angelernt (Letztlich hatte er in Wien einen Backereibetrieb).

Der Pat. Kam 1982 als Arbeitsmigrant nach Österreich erlangte Aufenthalts- und Arbeitsbewilli- gung. 1986 heiratete er eine um 13 a jüngere Türkin und hat ihr mittlerwile 5 Kinder zwischen 6 und 14 jahren, allesamt Schulen in Wien besuchend. Ursprünglich Hausfrau, musste die Gattin des Pat. Eine Arbeit als Küchenhilfe annehmen, als (s.u) der Pat. Nicht mehr für die Familie sorgen konnte.

Der Pat. Müßte eine 52-monatige Haft verbüßen, weil er des Drogenhandels für schuldig befunden wurde (der Pat. Bestreitet nach wie vor, etwas mit Drogen zu tun gehabt zu haben und gibt an, es seinen ihm welche von Drogenhandlern ohne sein Wissen unterschoben worden).

Er wurde am 26.3.1999 entlassen und abgeschoben, auf seinen Wunsch jedoch nicht in die Türkei, sondern in den İran (er gab an, sich vor einer rechtsfaschhistischen Organision in der Türkei zu fürchten). Es gelang ihm, nach Österreich, wo seine Familie verblieb, zurückzugelangen, wurde erneut abgeschoben und ist neuerlich nach Österreich zurückgekehrt.

Die eheliche Situation, die innerfamiliaren Bindungen und aussere soziale Integration sind gut und problemloss. Der Pat. Spricht gebrochen, aber ausreichend verstandlich Deutsch.

Krankheitsanamnese:

Der Pat. Gibt an, körperlich immer gesund gewesen zu sein. Seit 1997 Leidet er unter massiver Refluxösop- hagitist und wurde auf Pantoloch 40 mg 1-0-0 eingestellt. Er selbst interpretiert diese Krankheit als Produkt einer gegen ihm durchgeführten Verfogungs- aktion (s.u)

Psychiatrische Vorgeschichte:

Der Pat. Hat - soweit eruierbar - im Herbst 1999 eine Nervenfachartztin (Dr. Brenner in 1190 Wien) aufgesucht; er gibt an, keine Medikation verordnet erhalten zu haben. Offenbar seit mindestens 6-7 Jahren besteht eine chronifizierte Wahnerkrankung folgenden Inhalts:

Er selbst, aber auch seine Familie würden seit Jahren durch eine geheime Organisation, die mit dem Teufel (eine Damon, eine Dschinn) im Bunde stehe, verfolgt und bedrocht. Der Anführer dieser Organisation habe durc magische Krafte etwa dem jüngsten Sohn des Pat. Die Kraft aus der rechten Hand genomen. Der Pat. Habe selbst den Hauch des Dschinns gespürt und konnte dessen Prasenz innerlich wahrnehmen. Auch seine Tochter werde von der Frau des Anführers, die ebenfalls mit den Dschinns im Bunde stehe, im Gesichtsbereich imer wieder mit heißem Wasser behandelt, sodaß sich ihre Haut verandert habe. Der Pat. Meint, daß es sich bei dieser geheimen Organisation, die mit Damonen im Bunde stehe, um eine weltweite Verschwörung handle, die mit den „Grauen Wölfen“ – einer faschistichen Parteibewegung in der Türkei – verbunden ist. Er habe bereits mehrmals versucht, diese durch Anzeigen bei der Polizei aufzuzeigen.

Psychopathologischer Status:

Der Pat. İst bewußtseinsklar, sowie voll und allseit orientiert. Intelligenz und Mnestik sind unauffallig, es treten aber Erinnerungsfalschungen auf, die das obenbeschriebene Wahngebilde untermauern. Der Gedankenductus ist über weite Strecken unauffallig, jedoch paralogisch in seinem Ablauf.

Es werden sowohl illusionare Verkennungen, wie auch Halluzinationen in der Leibesfühlsphare deutlich (Coenasthesien), die im Sinne des Wahns interpretiert werden. Weiters werden Anmutungserlebnisse erheb- bar. Es besteht ein Wahngebilde, welches fixiert und unkorrigierbar ist, paralogisch aufgebaut, als Struk- turelemente sowohl normale, wie auch abnorme Wahrnehmungen verwendend, voll systematisiert nach jahrelanger Wahnarbeit, thematisch mit den Tehemen „Verfolgung“, „Beeintrachtigung“ und „Körperfuk- tionen“ verbunden. Die Wahninhalte sind mit dem soziokulturellen Hintergrund des Pat. Kompatibel.

Die Stimmungslage ist euthym, der Affekt etwas starr und parathym, die Affizierbarkeit eingeschrankt. Der Patiend berichted über Angstzustande, die vermutlich durch die als solche nicht erkannten Wahnideen bedingt sind. Schlafstörungen und sonstige Biorhyth- musstörungen werden negiert. Derzeit sind Suizid- ideen nicht feststellbar. Im Verhalten ist der Pat. Ruhig und angepaßt. Es bestehen zwar Krankheitsgefühle, jedoch keine Krankheitseinsicht.

Diagnose/n:

Paraphrenes Syndrom ungeklarter Genese (ICD-9: 297.2)

Empfehlung:

Die heutige ausführliche Untersuchung bestatigt die am Vortag geaußerte Verdachtsdiagnose einer paranoiden Psychose, genauer: einer paraphrenen Psychose. Aufgrund dieser Erkrankung ist der Patient aus psychiatrischer Sicht dzt: weder flug-, noch hafttauglich. Es wird dringend empfohlen, den Pat. İm Psychiatrischen Krankenhaus Baumgartner Höhe zur Aufnahme zu bringen, wo einer apparative und laborchemische Weiteruntersuchung, sowie eine medikamentöse Behandlung durchzuführen sein werden.

In der Hoffnung, diendlich gewesen zu sein verbleibe ich Mit vorzüglicher kollegialer Hochachtung 

Ass. Prof. Dr. A. Friedmann, OA der Klinik

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Verwaltungsgerichshof

                                              ZI. AW 2000/20/0470-8

Der Verwaltungsgerichtshof hat über den Antrag des Hacı Bayazıt, geboren am. 20 Marz 1957, derzeit Polizeigefangenhaus, Hernalser Gürtel, 1080 Wien, Florianigasse 8, vertreten durch Dr. Wolfgang Blaschitz, Rechtsanwalz in 1010 Wien, An der Hüben 1/12, der gegen den Bescheid des unabhangigen Bundesasyl- senates vom 11. April 2000, ZI. 215. 690/0-x/31/ 00, betreffend Asylgewahrung, erhoben und zur hg. ZI. 2000/20/ 0233 protokollierten Beschwerde die aufschiebende Wirkung zuzuerken- nen, den Beschluss 

gefasst:

Gemaß § 30 Abs. 2 VwGG wird dem Antrag mit der Wirkung S t a t t g e g e b e n, dass der antragstellenden Partei die rechtsstellung zukommz, die sie als Asylwerber vor Erlasşung des angefoch- tenen Bescheides hatte, wobei damit im Besonderen jede Zurück - oder Abschiebung der antragstellenden Partei aus Österreich für die Dauer des verwaltungs- gerichtlichen Verfahrens unzulassig ist.

                                                                 Wien, 08.012001

Dr.Hinterwirth, Für die Richtigkeit der Ausfertigung:

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Sozialmedizinisches Zentrum Baumgartner höhe Otto Wagner spital mit Pflegezentrum Psychiatrisches Zentrum 3. abteilung: Vorstand: Prim. Dr. Heinz Pfolz

1145 Wien, Baumgartner höhe

Herrn                                            Wien, 2 Mai 2001

BAYAZIT Haci

Marien Gasse 8/1/6, 1170 Wien

Arztlicher Befundbericht

Herr BAYAZIT Haci, geboren am 20.3.1957 war vom 14.12.2000 bis zum 22.12.2000 an der III. Psychiatrischen Abteilung in stationarer Behandlung. Der damalige Grund war im Sinne einer akuten Intervention und Stabilisierung im Hinblick auf die Tendenz aktuelle Geschehnisse paraphren zu verarbeiten. Die zweifellos belastende persönliche Situation hatte Herr BAYAZIT zu einer teils kulturell verstandlichen, teils über dieses Maß hinaus- gehenden Weise zu verarbeiten versucht die in sich schlüssig war, jedoch nach außen hinaus als auffallend und den üblichen Verarbeitungsmodi nicht entsprechend aussah. Es kam zu keiner psychotischen Exacerbation, der Pat bedurfte keinerlei antipsychotischer medikamentöser Therapie. Nach Abschluss der stationaren Behandlung haben wir Herrn BAYAZIT weiter ambulant betreut. In 2 wöchigen Abstanden kam er zur ambulanter Kontrolle, zuletzt war er am 30. 4. 2001 hier zur Begutachtung. In der mehrmonatigen Beobachtung keine Hinweise auf akutes psychotisches Geschehen, keinerlei Auffallig- keiten. Derzeit wird keine Medikaation verab- reicht. Der Pat. Erscheint pünktlich zu seinen Terminen, ist von guter Compliance und Zusammenarbeit. Derzeit kann keine dynamische Entwicklung beobachtet werden. Vidi: Mit kollegialen Grüssen. Prim. Dr.H. Pfolz, Dr. Sojka

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

Hacı Bayazıt                                    tarih, 11.04.2002

Marien Gasse 8/1/6

1170 Wien                                      Akt:13U86/02w 

An die

Bezirksgerichtfünfhaus  

Gasgasse 1-7, 1150 Wien    

Konu: Gegen Beschlus am 25.3.2002 Benachrichtung von der Beendigung des Strafverfahrens

Neden: Usulen hukuku zaman içinde; ‘siyasi değil hayati önem’ taşıyan bu olayın faillerinin insanların vicdanında yargılanıp mahkum olmaları.

Sebebleri

Zafer Çankaya ve Karısı (hanım çalışmak zorunda kaldığından) kendilerine emanet edilen Oğlum Saltuk Buğra Bayazıt’ın elinde ‘sinir hücresi’ tahrip olacak şekilde „şeytanın telkini ile hareket eden“ organize olayın içerisinde bulunmuştur.

Akit. gazetesi 27.09.2001 „İlluminatlar Tarikatı’nın kurucusu Adam Weishavpz“ ABD’de şiddeti teşvik eden ve amacına ulaşmak için her türlü yönteme başvurmayı mubah gören çok sayıda gurup var: „Bu gurupların başında ise 225 yıl önce 1 Mayis 1776 tarihinde kurulan illuminatlar tarikatı geliyor...“ Milli Gazetenin promosyon olarak dağıttığı „Gizli Dünya Devleti“isimli kitapta bahsi geçen illuminatlar tarikatının meşhur üyelerinden Amerikan asıllı Albert PIKEnin görüşleri dikkat çekiyor: Şeytana taptığını açıkça itiraf eden Albert Pike, „Kötülüğün ustası“ lakabıyla biliniyor. Pikenin 3 ayrı Dünya savaşı çıkartmaya yönelik şeytan planını anlattığı bir Mektup yazdığı ve bu mektubun Biritish Müzesine olduğu ifade ediliyor. Pikenin mektubunda dünya savaşıyla ilgili şu ifadeler yer alıyor...

1.Dünya Savaşında ateist ve nihilistleri bırakıp büyük bir toplumsal kaos oluşturacağız; böylece halklara acımasızlığın ve çatışmaların temeli olan mutlak ateizm tehlikesini bütün dehşetiyle gözler önüne sereceğiz. Medeniyetin yollarını kesersek halkın büyük bir çoğunluğu Hıristiyanlıktan ümidini kesecek ve neye nasıl tapacağını bilmeden yeni bir ideal arayacaktır. Tam bu sırada halk dünyada ilk kez tanıtılacak olan; iblis’in saf öğretisini almaya müsait duruma gelmiş olacak. Hıristiyanlık ve ateizimin yok edilmesine müteakip olarak iblis’in dini ortaya çıkacak. 5.Nisan 2002 Vakit Gazetesi.

Diyanet

Satanizim. Bütün Dinlere karşı Başkaldırıdır. Diyanet bütün dinlere alternatif olarak gösterilen Satanizmin „Din“ olarak kabul edilmesinin mümkün olmayacağını vurgularken başta Hıristiyanlık olmak üzere bütün dinlere karşı başkaldırıyı temsil ettiğini vurguladı. 7. Şubat 2002. Hürriyet Gazetesi

14.Milyon Veliye Satanist Mektup. Birinci yarıyıl sonunda karnelerle birlikte 14 milyon veliye şiddet uyarısı içeren Mektup verilecek. Bustancıoglu’nun Satanizim imali mektubunda öneriler de yer alacak. Veliler için el kitapçığı Bakanlık ayrıca; Yine veli, öğretmen ve okul idarelerine yönelik 10-15 sayfalık bir el kitapçığı hazırlıyor. Kitapta „Satanizim“ konusunda bilgiye yer verilecek ve yol gösterici önlemleri de içeren önemli ipuçları bulunacak. 27.01.1995

(Osman) M.Cemil Şahin Eisenstadt landesgericht hapishanesine Tercüman Hasan Aytekin  ile birlikte görüşüme geldi Noter’de getirmiş „vekalet almak bir şeyler söylemek için.“ „Sen içerde hazırlanacakmışsın; ben’de taşıyıcı adamları etrafıma topluyorum nasıl hazırlanacaksan“ dedi.

Osman „Karısı Melek ile diğer gurupların şeytanın hizbi olduğunu öğrenmiş.“ İki kardeş kafa kafaya verdik „Melek’in kafasını koparacaktık“ ama sonra karısı Melek’in yaptıklarını „Ayşe üzerine yıkmayı ve para’da olduğunu söylediler“ dedi... yani „taşıyıcı içi/dış pis adamları etrafına toplayarak; olayın „Mahkeme ve halkın duymasını engelleyerek hizbinin şeytana inancının güçleneceğine“ inanıyordu.

Bu olaylar tesadüfü değil. Alman iç işleri Bakanı Otto Schilly Hürriyet gazetesine „insanların farklı özelliklerde yaratıldığını“ söylemiş. İnsanlar üç kısımdır! Seçenler halk, Seçilenler idareciler ve Seçilmişler Allah'ın merhametli kulları. Dağları yaratarak dünyayı dengeleyen Allah(c.c) farklı olaylar ile insanları uyarıp toplum hayatını dengeler.

Gögküpbenin direği maneviyat ve adalet’dir.

Yıl, 1996 Eisenstadt hapishanesi üçüncü kattaki odam’da biraz bunalmıştım manevi olarak binanın „direği“ işaret edilip herşeyi Mahkemeye bildirmem ima edildi... „aksi takdirde Bina çöker“... Maneviyat ve adalet insan ve aile ile  dünya’nın direği omurgası’dır.

1995 Nisan’da hapishane bahçesinde Arnavut Rüstem ile gezerken Görevli gardiyan bir Mektup verdi. Mektupun için’de „Çocukların çeşitli mesaj içeren resimleri ve Yunus Peygamberin Yunus Balığı’nın karnında Allah’a ettiği dua çıktı.“ „Duayı Adnan Turan yazmış“... Resimleri incelerken; yukardan şeytan hızla gelip omuzuma çarpıp yere düştü. 

Eğer „Hapishane’de Allah(c.c) korumasa“, şeytan şüphel ve haram ile kana, ırki ve bölücü düşünce ile kalbe girip „olayları yazdırmayıp“, Mahkeme ve halkın duymasını önleyerek; „maneviyatı boşaltıp, adaleti yanıltarak“, „direği yamultup“, Binayı çökertmeye uğraşacaktı.

İnsanların özelliği birbirin’den sorumlu olması’dır. „Ben bu uğraşı vermekle dinime, çocuklarıma aileme ve insanlara olan sorumluluğumu yapıyorum“... Bu yazılanlar; Realitenin yüzü değil özüdür... Çeliğin içerisindeki su gibi. Bundan dolayı ilmen ve tıbben kamu ve kanunlar nezdin’de ispatı deliller ile mümkün’dür. Tarih, 25. 03. 2002 kararın tekrar gözden geçirilip kanuni işleme alınmasını Arz ve Talep ediyorum. Hacı Bayazıt

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Dr Harald Imb                               Wien, 21.06.2002

Facharzt f Neurologie u Psyciatrie

Rudolfingergasse 14/2, 1190 Wien

Betr: Hacı Bayazıt  Geb : 20.3.1957

Nerven Facharztliches Gutachten

Anammnese:
Her Bayazıt lebt seit 20 Jahren in Österrich, besitzt führerschein seit 1976. Er habe immer Wieder Probleme mit den Nachbarn gehabt, dzt eher keine, lediglich ein Problem mit einem Nachbarn wegen dessen Hund.

Herr Bayazıt war zwischen 1994 und 1999 wegen einer unklaren Drogensache in Haft gewesen, er selber habe nie Drogen genommen, alkohol wird negiert, er nehme keine Medikamente.

Status:
Somatisch: AEZ maßig adipÖs; hepar 2 Quf unter Ribo;

Neurol: HN, OE u UE stgl; MER stgl; Psychisch: gut orientiert; konzentration u Merkfahigkeit im Norm- bereicht; Antrieb und Stimmung normal, nicht abnorm erregbar; Gedankenablaufe formal unauffallig; keine Halluzinationen oder Wahnideen;

Befunde:
Labor: BB, BSG, Diff, Thrombo, NBZ, HBAIC, Niere, Bilirubin, Cholesterin, Trigiceride, K, TSH u CRP; GPT 53, Gamma GT 19: CDT 19. 3; Harn auf Drogen (Opiate, Benzodiazepin, canabis, Cocain u Methadon) negativ;

Diagnose:
Vd auf Fettleber; Gutachterliche stellungnahme:

Es liegen bei Harrn BAYAZIT keine Hinweise auf paranoide Probleme, Depressionen oder Schizophrene Symptome vor. Eine Threeeapie ist dzt nicht nötig! Die Belasşung der Fahrerlaubnis Gruppe 1 kann nerven- facharztlicherseits befürwortet werden!

Mit freundlichen Grüßen! Dr Harald Imb Facharzt f Neurologie u Psychiatria, 1190 WIEN

 

1.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

 

Republik Österreich

Verwaltungsgerichtshof

Kzl.Dr.Blaschitz Eingelangt 12. Marz 2002

Im  Namender Republik              I.2000/20/0233–16 

Der Verwaltungsgerichtshof hat durch den Vorsitzen- den Senatspraident Dr. Kremla und die Hofrate Dr. Nowakowski und Dr. Grünstaudl als Richter, im Beisein der Schriftführerin Dr. Hohenecker, über die Beschwerde des Hacı Bayazıt In Wien, geboren am 20. Marz 1957, vertreten durc Dr. Wolfgag Blaschitz, Rechsanwalt in 1010 Wien, An der Hülben 1/12, gegen den Bescheit des Unabhangingen Bundes- asylsenates vom 11.April 2000, ZI.215.690 / 0- X/31/ 00, betreffend §§ 6 und 8 Asylgesetz 1997 (Weitere Partei: Bundesminister für Inneres), zu Recht erkannt: Der angefochtene Bescheit Wird wegen Rechtwidrigkeit seines Inhaltes Aufgehoben.

Der Bund hat dem Beschwerdeführer Aufwendungen in der Höhe von Euro 908,-- binnen zwei Wochen bei sonstiger Exekution zu ersetzen. Das Mehrbegehren wird abgewiesen.

E n t s c h e i d u n g s g r ü n d e :

Der Beschwerdeführer, ein Staatsangehöriger der Türkei, stellte am 1.Februar 2000 bei der Bundes- polizeidirektion Wien einen asylantrag und Begründete diesen wie folg:  „Ich werde von einer politischen Gruppe namens graue Wölfe verfolgt. Besonders von dem Führer dieser Gruppe, O.C.S., der in Österreich ansassig ist. Diese Gruppe behauptet, dass ich von einer gegnerischen Partei sei, und bin ich aus Diesem Gruppe von besagter gruppe mit dem leben bedroht. Mehr möchte ich Allerdings vor dem Bundesasylamt angeben.“ In seiner niederschriftlichen Einvernahme vor dem Bundesasylamt am16. februar 2000 Führte der Beschwerdeführer aus, O.C.S. sei Vorsitzender der. 26.Februar.

                                             2002)ZI.2000/20/0233  -2-

Türkisch- Österreichischen Kulturvereine, einer Organis- ation, die der TürkischenRegierungspartei MHP nahe steh. O.C.S. gehöre zu Anhangern eines Satanskults, die Menschen psychisch beeinflussen und Alptraume verursachen könnten. Solshes sei auch mit dem Beschwerdeführer passiert. Seitdem der Beschwerde- führer über die Praktiken des O.C.S. im Bekanntenkreis erzahlt und sowohl das Österreichische Innenministerium als auch Türkische Zeitungen darüber informiert habe, werde er Von Angehörigen dieser Sekte bedroht. Sollte er in die Türkei zurückkehren, „dann Würden mich diese leute sofort finden, weil sie von der Regierungspartei MHP Unterstüzt werden und diese würden mich töten.“ „Die Frage, weshalb die Regierungspartei gerade ihn verfolgen sollte, beantwortete der Beschwerdeführer Damit, dass er viel über diesen Satanskult erzahlt“ und alls aufgedeck habe. „Die Anhanger dieses Satanskults seinen auch „innerhalb der Türkischern Regierung sehr Stark“, sodass er sich durch O.C.S. Verfolgt fühle, gab der Beschwerdeführer an, dass der Genannte ein Satansanhanger sei, der ihn um eine größere Geldşumme geschadigt und den der Beschwerdeführer in der Folge bei Gericht geklagt habe.  Mit Bescheid vom 22. Februar 2000 wies das Bundesasylamt den Asylantg Des Beschwerdeführers gemaߧ6 Z 2 AsylG ab und erklarte dessen Zurück weişung, Zürückschiebung oder Abschiebung in die Türkei gemaß § 8 AsylG für zulassig. Nach Wiedergabe (lediglich) der Angaben des Bescwerdeführers vom 16.Februar 2000 und nach Verweis darauf, dass der Beschwerdeführer nach Verhangung einer Freiheitsstrafe in Österreich bereits einmal nach Istanbul Abgeschoben worden sei, stellte des Bundesasylamt das Vorbringen des Bescwerd- eführers „im Wesentlichen als zu beurteilenden Sachverhalt fest.“ Hingegen könne nicht festgestellt werden, dass die gegen den Beschwerdeführer Ausges- prochenen Drohungen einen politischen Hintergrund hatte, Die Probleme des Beschwerdeführers sein offensichtlich auf einen Streit mit seinem Türkischen Landsmann O.C.S. zurückzuführen, weshalb vom Bundesa-sylamt der vom Beschwerdeführer „geltend gemachte politische Zusammenhang nicht erkannt

                                                    ZI.2000/20/0233  -3–

Werden“ könne. „Selbst wenn man davon ausgehen würde“, dass O.C.S. „als Mitglied Der M H P“ den Beschwerdeführer bedrohte, könnte eine politische Verfolgung nicht Erkannt werden. In seiner dagegen erhobenen Berufung wendete der Beschwerdeführer ein, die von O.C.S. organisierte Gruppe sei international organisiert und arbeite mit „Mafiamethoden.“ Nach ausgedehnten Schilderungen von beim Beschwerdeführer durc den Satanskult hervorge- rufenen Alptraumen und (halluzinations- ahnlichen) Vorstellungen brachte er in der Berufung vor, er sei, nachdem er (in Österreich) aus Dem Gefangnis entlassen worden sei, in der Türkei von einem Polizisten, der „ein Sympathisant der Partei von O.C.S.“ sei und einem „Fertigmachen“ der „Moslems mit Waffengewalt“ gesprochen habe, bedroht worden. Für diese und weitere verbale Beschwerdeführer mehrere Zeugen namhaft und bat um Schutz für sei leben und seine Familie, den er in der Türkei nicht finde,weil „diese leute derzeit an der Regierung“ sein. In einer (bei der belangten Behörde am 18. April 2000 eingelangten) Erganzung der Berufung führte der Beschwerdeführer zu den genannten Zeuge aus, dass bei deren Einvernahme „der gasamte gesellschatliche Aufbau, der zerstöreresche Aufbau des O.C.S. und seiner Gruppe ans Tageslicht“ kamen. Unter Abstandnahme von der Durchführung einer mündlichen, gegenüber dem Beschwerde- führer am 4.Mai 2000 erlassenen Bescheid vom 11.April 2000 die Berufung gemaß § 6 Z 2 AsylG als unbegründet ab und stellte gemaß § 8 AsylG neuerlich fest, dass die Zurückweişung, Zurückschiebung oder Abschiebung des Beschwerdeführers in die Republik Türkei zulassig sei. Zur Begründung verwies sie auf die Ausführungen im Bescheid des Bundesasylamtes, dessen Feststellungen und rechtliche Beurteilung sie „zur Ganze übernehme.“ Die Durchführung einer mündlichen Verhand lung habe sich erübrigt, weil es „eine Überspannung“ der Voraussetzungen für ein Absehen von der Verhandlungware,

                                                        ZI.2000/20/0233  -4-

Wenn man „vereinzelte verbale Attacken eines einzelnen Polizisten der hier Vorligenden Art“ als eine unter die Genfer Flüchtlingskonvention zu şubşumi- erende Verfolgungsgefahr qualifizeren würde. Im gegenstandlichen Fall liege „ganz Offenkundig“ ein „primarer privatfehdebezogenes Vorbrin- gen“ des Beschwerdeführers und auch bei Einbeziehung des genannten „Splitters“ (gemeint: Die Außerung des Polizisten) keine Verfolgung im Sinne der Genfer Flüchtlingskonvention vor. Für einen „sonstigen Hinweis auf Verfolgungsgefahr“ im Sinne des § 6 AsyG finde sich kein Anhaltspunkt. Gegen diesen Bescheid richtet sich die vorliegende Beschwerde, über die der Verwaltungs- gerichtshof in einem gemaß § 12 Abs.1 Z 2 VwGG gebildeten Senat Erwogen hat.

Gemaß § AsylG sind Asylantrage gemaß § 3 leg. Cit. Als offensichtlich Unbegründet abzuweisen, wenn sie eindeutig jeder Grundlage entbehren. Dies ist Nach § 6 Z 2 AsylG dann der Fall, wenn ohne sonstigen Hinweis auf Verfolgungsgefar im Herkunftsstaat die behauptete Verfolgungsgefahr im Herkunftsstaat nach dem Verbringen der Asylwerber offensichtlich nicht auf die in Art. 1 abschnitt A Z 2 der Genfer Flüchtlingskon- vention genannten Gründe Zurückzuführen ist. Die belangte Behörde geht im angefochtenen Bescheid von der Erfüllung der Voraussetzungen des § 6 Z 2 AsylG aus, weil sich der Beschwerdeführer nach ihrer Auffasşung im Wesentlichen durc O.C.S. verfolg fühle und diese „Privatfehde“ Keine Verfolgung im Sinne der Genfer Flüchtlingskonvention darstelle. Damit Aus, nicht geeignet ist, eine auf § 6 AsylG gestützte Entscheibung zu tragen ( vgl. das Hg. Erkenntnis vom 21.Augst 2001, Zi. 2000/01/0214 mwN). Vor allem lasst die belangte Behörde aber außer Acht, dass der Beschwerdeführer bereits bei seiner Befragung durch das Bundesasylamt am 16. Februar 2000 vorgebracht hat, der ihn verfolgende O.C.S. stehe als Vorsitzender

                                                             Zi.2000/20/0233  -5-

Eines naher genannten Kulturvereines der Türkischen Regierungspartei nahe und er Werde auch von Angehörigen einer den Satanskult praktiziernden Sekte verfolgt, die Von der Türkischen Regierungspartei nicht nur unterstützt werde sondern in der Regierungen sogar Anhanger habe. Wegen der Aufdeckung des Satanskults wird der Beschwerde- führer nach seinem Vorbringen daher auch von der Regierungspartei Verfolgt. Damit hat der Beschwerde führer aber zweifellos einen politischen Hintergrund seiner (angablichen) Verfolgung behauptet. Im vorliegenden fall. In Dem die belangte Behörde ihre Entscheidung auf 3 6 Z 2 AsylG stützt, kann nun der Glaubwür- digkeitsgehalt dieses (als auch des auf die Bedrohung durch einen Türkischen Polizisten bezogenen) Vorbrin- gens des Beschwerdeführers (ebenso wie Der in der Gegenschrift der belangten Behörde vertretene Standpunkt, die vom Beschwerdeführer befürchtete Verfolgung entspringe seiner schon fast krankhaften Vorstellungswelt) dahingestellt bleiben. Bei der Prüfung, ob ein Fall des § 6 Z 2 AsylG vorliegt, ist namlich von den Behauptungen des Asywerbers auszugehen und – auf deren Grundlage – zu beurteilen, ob sich diesem Vorbringen eine Verfolgung aus den in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Genfer Flüchtlingskonvention genannten Gründen entnehmen lasst. Fragen nach der Glaubwür- digkeit der Angaben des Asylwerbers stellen sich bei Beurteilung des Asylantrages nach § 6 Z 2 AsylG nicht (vgl. dazu das hg. Erkenntnis vom 22.Mai 2001,  ZI . 2000 / 01 / 0294 ). Davon ausgehend kann der Ansicht der belangten Behörde, die vom Beschwerdeführer behauptete Verfolgungsgefahr sei „offensichtlich nicht“ auf einen Der in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Genfer Flüchtlingskonvention genannten Gründe Zurückzufüh- ren, jedenfalls dann nicht beigepflichtet werde, wenn man auch das Eingangs erwahnte, mit der einbringung des Asylantrages erstatte Vorbringen des Beschwer- deführers, er werde „von einer Politischen Gruppe names graue Wölfe verfolgt“ und von besagter Gruppe wegen seiner (unterstellten) Zugehörigkeit zu einer gegnerischen Partei mit dem leben bedroht, berüc- ksichtigt (was allerdings sowohl das Bundesa- sylamt als auch die belangte Behörte unbeachtet ließen)

                                                           ZI.2000/20/0233 -6-

Das Beschwerdevorbringen erweist sich aber auch insoweit zutreffend, als die Belangte Behörde anges- ichts des Vorbringens des Beschwerdeführers verpflic- htet Gewesen ware, eine mündliche Verhandlung durchzuführen. Zum erwahnten, vom Beschwerdeführer mit der Einbringung seines Asylantrages erstatten Vorbringen Über eine Vorfolgung durc eine politische Gruppe „grauer Wölfe“ hat das Bundesasylamt den Beschwerdeführer nicht weiter befragt und darauf, wie erwahnt, in seinem Bescheit, dessen Feststellungen und rechtliche Beurteilung die belangten Behörde war es daher schon von vornherein verwehrt, von der Durchführung der im Gesetz vorgeschriebene Berufungsverhandlung gemaß Art. 11 Abs. 2 Z 43 a EGVG (wegen „geklarten“ Sachverhaltes) abzusehen ( vgl. etwa das hg. Erkenntnis vom 22.November 2001, ZI. 98/20/ 0233). Schließlich durfte die belangte Behörde auch in Anbetracht des (neuen) Vorbringens im Berufungsverfahren, das der Beschwerdeführer durch Beweisanbote zu bescheinigen şuche, ihre Entscheidung nicht ohne Durchfuhrung einer Verhandlung treffen (vgl. aus vielen etwa das Hg. Erkenntnis vom 19. April 2001, ZI.99/20/0424).

Der angefochtene Bescheid war aus den angefürten Gründen wegen (der pravalierenden) Rechtswidrigkeit seines Inhaltes gemaß § 42, Abs 2 Z 1 VwGG aufzuheben.

                                                      ZI.2000/20/0233 -7-   

Der Ausspruch über den Aufwandersatz gründet sich auf die §§ 47 ff VwG In Verbindung mit der VwGH-Aufwandersatzverordnung 200. Das Kostenmehrbeg- ehren war abzuweisen, da dem Beschwerdeführer einerseits in Bezug Auf die Gebühr nach § 24 Abs. 3 VwGG Verfahrenshilfe gewahrt wurde und Aufwan- dersatz- verordnung bereits enthalten ist. 

                                         Wien, am 26. Februar 2002

Dr. Kremla, Dr. Hohenecker, Für die Richtigkeit Der ausfertigung:   

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası

'maneviyatın' merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesinin manen fikren ve fiziken, arınma hazırlanma savunma usul ve şartları.

Bismillahir Rahmair Rahim

Hacı Bayazıt                                   Wien,21.07.2001

Mareien Gasse 8/1/6, 1170 Wien

Sayın
Hasan Krahasano
ğlu

Göztepe Mah.Namik Kemal Cad.Şehit M.Erol Sok.No:8

Mahmutbey/İstanbul  

Sayın Akit Camiası, Allah(c.c)ın selamı üzerinize olsun. Sevgili Peygamber efendimize selam olsun. Sevgili müslümanlar. İnsanların dünya ve ahiret hayatında nasibi ve huzuru din ahlak maneviyat dairesinde uymuş olduğu hayat ölçüsü ile orantılı duyu hücrelerini sıkıca sarmış gaflet perdelerini üç halin manen fikren ve fiziken örtüşüp kaldırması aşması ile mümkündür.

Sevgili kardeşlerim ilk gaflet perdesi; kulun, şeytanın bilinç altına yerleştirdiği ırkçı bölücülük ile zemini hazırlanmış tahribat kaos ve terör için vasıta olmasıdır. Bu işlevinden dolayı ırkcı bölücüler şeytanın beynel minel fitne elidir. Bu halden kurtulmak ırki ve bölücü düşünce ve hali din ahlak maneviyat dairesi içerisinde eritmek ile mümkündür. Irki ve bölücü hal’den kurtulan insan bulunmuş olduğu bataklığı fark eder yönünü sevgi, kardeşlik ve ümmet köprüsüne döner; bu köprü islam’ın edep ve terbiyesi ile inşa edilir direkleri namaz’dır. İkinci gaflet perdesi; siyaset ve menfat'dir. Refah seviyesi yüksek huzurlu insanların ülkeleri „birbirinin tahribatı ile beslenen“ siyasetciler ile idare edilmez; huzur ve refah ‘adalet, Hak ve hukukun korunup din ve vicdani duyarlılığın muafazası ile mümkündür; ancak bu şekilde sosyal ve iktisadi kurumlar arasında adalet sağlanır insanlar üretici hale dönüşür... Bu bataklıktan da kurtuluş Kulluk köprüsüne yönelmek ile mümkündür; bu köprü abdest ile inşa edilir direkleri haram ve şüpheli’den korunmak’dır. Üçüncü gaflet perdesi; dini müzük ve aşırı eğlence'dir. İnsanları tüketici hale getirip aile ve toplum üzerinde tahribata zemin hazırlayıp sosyal ve iktisadi dengeyi bozar. Bu halden'de kurtulan insan „görmeye yakın“ yanına yaklaşan şeytanı fark eder „kalbe atılan telkinleri anlar“ Allah’ın izni ile korunur.

İnsanlar kötülüğe meyilli değildir.

Her türlü kötülüğü insanlara şeytan ile yardımcıları telkin eder. Aşırı eğlence ve müzikten de kurtulan insanın gönül perdeleri ve manevi gözü açılıp „gölgeye arkasını dönerek“ takva nehrine yönelir; ‘bu nehir’, Vera ve Fena ve Beka fillah ile geçilir. Nehrin bir tarafında seçenler halk ve seçilenler idareciler; öbür tarafında seçilmişler vardır. Seçilmişler Allah’ın Gögkübesi altında bulunan Peygamberleri izini İmam Ali(a.s) meşrebi ile takip eden, islam dairesini muafaza eden, asırlar arasındaki köprüler ve köprü başlarında ışığı tutan ellerdir.

Dünya’da din’i kimliğe sahip insanların siyasete alet olması tasvip görmüyor. Böylece insanı saran iki gaflet perdesi Allah’ın izni ile kalkıyor... Aile, sosyal ve iktisadi çöküntüler, İnşAllah son gaflet perdesinin kalkmasına zemin hazırlar. O zaman ayda, uzayda, hayat arayan insanlık alemi bütün güzelliklerin ve hayatın yalnızca Allah’da olduğunu anlayacaktır.

Dinin beli ve omurgası ‘maneviyatın’ usül ve zemini hazırlayan hallere tasavvuf ve tarikat ehlinin uyması gerekir. Tasavvuf ve tarikat islamın hakikati, Gögküppe’ye uzanan duanın makbul şartlar ile ikinci katı, takva nehrine varan yolun aslıdır. Tasavvuf ve tarikat ehilleri hertürlü düzensizliğin panzehiri sosyal hayatın hazinesi emniyeti’dir.

Tarikat kulun manen, fikren ve zahiren arınma, hazırlanma ve savunma haline usül ve zemin hazırlar; kaçınılmaz olarak bu uğurda verilmiş mücadelenin tarihe nakış nakış yazılması Allah’ın merhameti, zikiri, nimeti ve suya duyulan hürmet ve hürmetin hikmeti; dünya ve ahiret’de kişi sevdiği ile birlikte olur hadisi uyarınca... Beş vakit olarak namaz’dan sonra veya önce dört Peygamber efendimize, iki Peygamberlerimize, bir Hz Ali efendimize bir Ashabı kiramlarımıza, bir Ehl’i Beytlerimize, bir Validelerimize, bir Hz Hasan ve Hz Hüseyin efendimize, bir imamlarımıza, bir velilerimize, evliyalarımıza, şehitlerimize, bir 33 velilerimize, bir 99 velilerimize, bir müslümanlara, bir defa hane ve geçmişlerimin ruhlarına üç ihlas bir Fatiha‘ı Şerif okuyarak, tekrar bir Fatiha‘ı Şerif ile hediye etmek. İlaveten ikinci defa, tespih duası çekmek, 99 defa Töğbe estağfiri çekmek ‘kalbe dilin altına yerleştirmek’, 99 defa Salati Şerif okumak,  99 defa Allah’ın güzel isimleri Esma‘ı Hüsna‘ı okumak, bir defa Haşir Süresi, bir defa Amenerresulu, bir defa İsmi Azam, bir defa Salati tüncina, günde 33 defa’da Salati tefrice duası okumak. Ayrıca „koruyucu kalkan gibi her an“, Bismillahir Rahmanir Rahim. İnna Lillah ve inna ileyhi racuun, okuyup; şeytanın sol ayağı dişi tarafı, Kur’an-a mualif islamın aslını gizleyen tefsir ile çalışan gurupların... sağ ayağı oğlan tarafı, hurafe hadisler ile dinin ucunu açıp şişiren bidat ehli gurupların... beynelminel fitne eli ırkçı bölücülerin şerri zulmünden çocuklarımı ailemi sevdiklerini koruması için Allah’a sığınıp onların kötülüğünü kendilerine çevirip onları berteraf edilmesi için dua etmek. Özellikle hapşırıklar’da dikkat edip hemen, arkaya bu dua’yı yetiştirmek. Abdesi alırken Peygamber efendimizi „diş temizliği“ meshep imamını hatırlayıp kurulanırken, üç defa Kadir süresi okumak. Abdes’siz ayak’da ve dua’sız bir şey yememek.

Bu usüller ile zihin arınır'... manen fikren ve zahiren arınma hazırlanma ve savunmanın şartları oluşur, ‘kalbin huzuruna zemin hazırlanır’... her an kalp zikir halin’de olur; dua’ya aykırı her türlü düşünce hal ve hareket „kalbe sıkıntı“ verir.

İslamın aslını gizleyip insanları islamın ana yolundan sapıtan şeytanın yardımcılarına karşı;

manevi fikri ve fiziki üç halin 'içli dışlı' örtüşmesi ile verilmiş mücadele tarih’de verilmemiş yazılmamış; Üçler, Ruhaniyet Hz İsa(a.s) meşrepli, Yediler, Masumiyet Hz Musa(a.s) meşrepli, Kırklar, Teslimiyet Hz İbrahim(a.s) meşrepli hali

ile

alie ve çocuklarım ile birlikte Allah(c.c)a sığınmak. Bu hale karşı olarak şeytan yardımcı guruplarını ileri sürer; neden bize değil Allah(c.c) sığınıyorsun’... diye, böylece manen fikren ve fiziken amansız çok çetin bir mücadele başlar... Hz Hüseyin efendimiz, Hz Hasan efendimiz, Hz Ali efendimiz meşrepleri ile mücadele verilip Peygamber efendimiz izine düşülüp Allah(c.c)ın hesabına olunur. Bu mücadele sahibi insanların suskunluğu fikir. Sözü tefekkir. Bakışı ibrettir. Bu insanlar arzulayıcı şekil’de resme veya canlıya „harama“ bakamazlar. Bu insanlar yalan veya çirkin söz söyleyemez. Bu insanlar canlılara zararlı bir şey düşünemez. Bu insanların „her düşünce ve hareketi“ islamın hakikatına uygun olarak irade altına alınmıştır. Bu insanlar Allah’ın ipine dizilmiş tesbihin taneleri gibidirler. Allah’ın selamıı üzerimize olsun. Hacı Bayazıt

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Ahzap Süresi: Ayet 33. Evlerinizde oturun. Eski cahiliye adetin’de olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın. Zekatı verin. Allah(c.c) ve Resulüne itaat edin.

Ey Ehl’i Beyt: Allah(c.c) Sizden, günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Çocuklarım

Mehmet Çakmak BAYAZIT  Hilal BAYAZIT 

Hatice Kübra BAYAZIT  Aslı Han BAYAZIT  Saltuk Buğra BAYAZIT

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Manevi fikri ve fiziki „din’i tahrip edenlere karşı verilmiş mücadele“,

Anayasa Mahkemesi ve İltica dairesi kabulü ile hukuken ve Dernekler yasası kapsamın’da ‘benzer faliyetler’ için zemin olmuştur.  

İslam dairesi

Allah(c.c)a hamdü senalar olsun. Allah‘ın selamı bereketi üzerinize olsun. Allah‘ın sevgili Kulları. Binalar‘da Kapı ve Pencere alt ve üstlerinde kemerler vardır; binayı ayakta tutan. Allah(c.c) muhteşem olarak yaratığı insanın korunması için Peygamberi vasıtası ile göndermiş olduğu din’de aynı bina gibi’dir. İnsanların maneviyat ve adalete hazırlanıp manen ve madden korunduğu din’in beli ve omurgası ‘maneviyat‘ ile manevi binanın kemer ve köprüsü tasavvuf ve tarikat’dır.

Devletlerin iki dayanağın‘dan ilki; din adamları eli ile tasavvufa müzük eğlence, şüpheli ve haramın girmesi ile bu kemerler aslı görevinden uzaklaşıp, hak‘dan batıla şeytanslı hale dönüp, köprüler tahrip edilerek 'din'in içi boşaltıldığı oranda kurum ve kuruluşlar boşalıp Bina yıkılmış. Yıkılan Bina’nın enkazı altın’da ise dünya‘daki masum ve mağdur İnsanlar kalmış. Bundan dolayı, insanların manen ve madden korunduğu din’in içli dışlı dört ana esasını; kemer ve köprüler ile muafaza edip, islam dairesini tahrip edenlere karşı mücadele ederek insanları uyarmak şartdır.

Kemer; dini müzük, dişi ve oğlan olarak üç usul ile yaklaşan insi ve cinni şeytan‘dan direkleri 'haram ve şüpheli‘den korunmak olan kulluk köprüsünün bedeni abdesin ‘zırh gibi vucuda sinmesi‘ ile korunarak insanların uyarılaması için açıklamak… ve

Köprüler; Meshep‘in itikatda iki amalde dört İmamın güçkaynağı Ehl’i Beyt imamları ile bedeni islam’ın ‘edep ve terbiyesi‘ direkleri namaz olan, Ümmet köprüsün‘den hz Ali efendimiz meşrebi ile Peygamberimizin (s.a.v) izine düşüp, islam’ın dairesini tahrip edenlere karşı, muafaza mücadele etmek.

Yani, insi ve cinni şeytanların dürtüsü ve telkinlerini meleğin ilhamı sanıp aldanıp, aldatarak açılıan tahribat yollarından müslümanları bataklıklara çökertenlerin üzerinden; insanları kemer ve köprüler ile Peygamberimiz (s.a.v) izine düşüren tarikatın hak aydınlık tarafının; din’in içli dışlı dört ana esasını; bid‘atler, aklın öne Vahy’in geri alınması ile felsefe, siyaset ve menfat esas alınıp; din’in güncel olaylara göre yorumlanması ‘dünyaya uydurulması‘ ile tahrip edilerek; insanların müsübete hazırlanıp şeytan ve yardımcılarının izine düşüren karanlık tarafına karşı; maneviyat ve adalet alanın‘da fikri ve fiziki mücadelesi ile kurumlaşmış ‘islam dairesi’ tarikat; Allah‘ın izni, rahmeti ve sevdiklerinin yardımı ile insanların manen ve madden korunduğu bina, kemer ve köprüleri’dir. Hacı Bayazıt

„Bu bilgi ve mücadele açıklanınca verilen mücadeleyi takip edenlerden Abdurrahman Dilipak bey insanları islam'dan sapıtan şeytanın yardımcısı 7 tarikat gurubunu yazdı; sanki onlara -gününüzü göreceksiniz- diyor gibiydi.“

-

BUNDESPOLIZEIDIREKTION WIEN

Büro für Vereins-, Versammlung- Wien, am 28.01.2003

Und Medienrechtsangelegenheiten

1010 Wien, Schottenring 7-9         

Referent: rat Mag.

E-Mail:bpdw.buerofuervvm@polizei.gv.at

DVR: 0003506                               Zahl: IX-601 

Betreff: Im Kreise des İslam. Die Welt des Ideellen! Der weg des Derwishordens. Die İslamische Mystik. Und der Mencsh!

„İslam  dairesi  içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.“

An den Verein w.o. Wien

Beilage:  unbeglaubigete Abschrift der Statuten

Auszug aus dem Vereinsregister Die Errichtung des im Betreff genannten Vereines wurde der Bundespolizeidirektion Wien, Buro   für Vereins-,  Versammlungs-  und  Medienrechtsangelegenheiten,  am 30.12.2002  angezeigt. Es wird mitgeteilt, dass  innerhalb der in § 13 ( 1 ) Vereinsgesetz 2002, BGBI. I Nr. 66/2002, normierten Frist von vier Wochen seitens der zustandigen  Vereinsbehörde  keine  Erklarung, dass  die  Gründung des Vereines nicht gestattet wird, ergangen ist.

Der Verein ist somit am 27.1.03 entstanden und kann seine Tatigkeit beginnen.

                                 Der Vorstand

                                 Gez.: Mag.

                                 Hinweise:

Der Verein hat alle seine  organschaftlichen  Vertreter  unter  Angabe  ihrer  statutengeMaßen Funktion, ihres   Namens,  ihres  Geburtsdatums, ihres Geburtsorts und  ich Rer für Zustellungen   maßgeb- lichen   Anschrift   sowie   des   Beginns   ihrer   Vertre Tungsbefugnis jeweils binnen vier Wochen nach ihrer Bestellung der Vereinsbehörde  (Bundespolizei- direktion  Wien,  Büro  für  Vereins-, Versammlungs  und  Medien-Rechtsangelegenheiten, 1010 Wien, Schottenring 7-9 ) bekannt zu geben.

Der   Verein   hat   der   Vereinsbehörde   auch    jede   Anderung  seine  für  Zustellung Maßgeblichen   Anschrift  binnen  vier  Wochen  mitzuteilen.

Satutenanderungen  sind der Vereinsbehörde unter Anderung seiner für Zustellungen Statuten  in  der  geanderten  Fasşung   anzuzeigen.

Ein  Verstoß  gegen  diese genannten  Verpflich- tungen hat die Einleitung eines Verwaltungsst-raf verfahrens gegen den zur Vertretung  des  Vereins  berufenen  Organwalter zur Folge. Dieser ist mit Geldstrafe bis zu 218 Euro, im Wiederholungsfall mit Geldstrafe bis zu 726 Euro zu bestrafen.

Achtung! Hat ein Verein nicht innerhalb eines Jahres ab seiner Entstehung organschaftliche Vertreter bestellt, ist er von der  Vereinsbehörde  aufzul Ösen.

            Statuten. Wien, 27.12. 2002

                 des Vereines

1:Name, Sitz und Tatigkeitsbereich des Vereines:

1:1  Der Verein Führt den Namen

Im Kreise des İslam. Die Welt des Ideellen! Der Weg des Derwischordens. Die Islamische Mystik. Und der Mensch!

„İslam  dairesi  içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.“

1:2 2  Der Verein hat seinen Sitz in Wien 

Internet: www.islamdairesi.com    

1:3  Der Verein erstreckt seine Tatigkeit auf Die Welt

2:  Zweck des Vereins

a)Allgemeine Grundsatze

Die Bedeutung und die Beschreibung Der Welt des Ideellen der İslamischen Mystik des Weg des Derwischordens im menschlichen Leben! “Maneviyat tasavvuf ve tarikat’ın İnsan hayatındaki önemi ve tarifi!“

Der İslam: ist die Lebensordnung, die Allah seinen Untertanen für die innere Ruhe in der  Welt und im   Jenseits ausgewahlt hat.

„İslam: Allah(c.c)ın kullarına dünya ve ahiret huzuru için seçtiği hayat nizamı’dır.“

Die Welt des ideellen: ist das Kreuz,die Wirbelsaule und die ideellen range des Untertanigkeits-grades.zu Allah.

„Maneviyat: Bu hayat nizamının beli, omurgası ve Allah(c.c)a kulluk derecesindeki manevi mertebeleri’dir.“

Die İslamische Mystik und der Weg des Derwischordens   

„Tasavvuf ve Tarikat:“

2:1.sind die ideellen Institutionen des İslam und sein Herz. „2.1.İslam’ın manevi müesseseleri ve kalbi’dir.

„2:2.sind die Befreiung des Ich von den Wünschen der das Böse gebietenden Seele.(des  Teufels)  (Ist das Erwachen des Herzen aus der Sorglosigkeit) und.“2:2. Nefs’in nefs’i emmarenin (şeytanın) isteklerinden kurtulup kalbin gafletten uyanması’dır.“

2:3.sind das Mittel und die Unterwerfung der Stufender  Welt des Ideellen innerhalb des Kreises des İslam. „2:3.İslam dairesi içerisinde ki maneviyat derecelerinin vasıtası ve teslimiyettir.“

2:4.ist nach einheitlicher Ansicht İslamischer Gelehrter das Grundprinzip des İslam und die Instanz, von der sie  angewendet  wird. „2:4.İslam’ın ana esası İcmai Ümmet ve uygulandığı makam’dır.“

2:5. ist das ideelle Gebaude,in dem der Untertan seelisch und außerlich geschützt.wird. „2:5.Kulun manen ve zahiren korunduğu manevi bina’dır.“

2:6.ist die Sauberung von allem Schadlichen und Verdachtigen zur Errichtung des Gebaudes und zum Schutz des Untertanen (den Untergrund von rassismus „seelischem Separatismus“ der Verwendung der Religion als Werkzeug der Politik und des Materiellen sowie von  übertriebener Musik übertriebenem Vergnü- gen sowie das Innere von jeglichem    durch religiöse Vorschriften. Verbotenem und Verdachtigen). „2:6.Binanın oluşup kulun korunması için hertürlü zararlı ve şüpheliden, 'ırkçılık ‘manevi bölücülük’ din’in politika ve maddeye aleti ile aşırı müzik ve eğlenceden 'tabanı', Her türlü haram ve şüpheliden de 'içeriyi' temizlemektir.“

2:7.ist die Vorbereitung der Menschen mit diesen Methoden auf Situationen, die von Allah Gnade, Fruchtbarkeit und innere Ruhe erfordern. “2:7.Bu usullerle İnsanların Allah(c.c)dan rahmet, bereket ve huzur gerektirecek haller için hazırlanması’dır.“  

b) Arbeitsinhalt

2:1.Schriftverkehr (Die İslamische Mystik und Derwischorden) „Yazışmalar,İslami tasavvuf ve tarikatı.“

2:2.Bildungs- und Gesprachsveranstaltungen. „Egitim ve sohbet programları.“

2:3.Kindererziehung. „Çocuk Eğitimleri.“

2:4.İslamische Sendeanstalten. „İslami yayın kuruluşu.“

2:5.Die Schaffung von Grundlagen für Schüler- und  Studentenstipendien. „Ögrenci bursları için zemin hazırlanması.“

3. Tätigkeiten, die zur Verwirklichung Vereinsz- weckes vorgesehen sind: Der beabsichtigte Vereinsz- weck soll durch folgende Tätigkeiten verwirklicht werden:

3. 1. Ideelle Tätigkeiten:

Vortrage, Versammlungen, Zusammenkünfte, Hera- usgabe eines Mitteilungsblattes, Einrichtung einer Bibliothek, gemeinsames Beten und Vorwort, Infor- mation.

8.7. Die Wahlen und Beschlußfassungen in der Generalversammlung erfolgen in der Regel mit einfacher Stimmenmehrheit. Beschlüsse, mit denen die Statuten des Vereines geändert oder der Verein aufgelöst werden soll, bedürfen jedoch einer qualifizierten Mehrheit von. 70 % der abgegebenen gültigen Stimmen. Bei Stimmengleichheit gibt die Stimme des Vorsitzenden den Ausschlag.  Eine Änderung der Punkte 2.a und 2.b und 3.1 Bedarf einer Stimmenmehrheit von 100 %.

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Hacı Bayazıt    Wien,14.02.2003

Mariengasse 8/1/6

1170 Wien

An das

Jugendgerichtshof Wien als  BG 3 U 682 / 02 y-1 (BS)

Landesgerichtsstraße 11

1080 Wien

 

STRAFSACHE:

GEGEN:§198 Abs1 Strafgesetzbuch Datum:3.Februar 2003
LADUNG des Beschuldigten zur Hauptverhandlung, Datum:11.Marz 2003 Cevaplama!

Neden: 1. 1995 tarihinden beri, bu Davanın görülmesi için bütün imkânlarımla uğraş vermekteyim. 2. Bu dava da davalı değil, davacı ve hak talep edenim! Etmiş olduğum hak; Şahsım Çocuklarım ve ailemin nazarında bütün İnsanları ilgilendiren manevi ailevi ve toplum hayat ile ilgili olaylardır!..

Bu davadan yüz çevirmem mümkün değildir... Çünkü bu başka insanların şahsım çocuklarım ve ailem üzerinde'ki haklarıdır.

Adalet ve Maneviyat Gökkubbenin direğidir: Bundan dolayı, Mahkemeler vasıtası ile kamu vicdanına intikal eden bu olayı, bütün yönleri ile Mahkemeye bildirmek omuzlarımda ki yüktür.

Davacı olduğum insanlar ile aramızdaki husumet yıllara dayanmakta ve bu olaylar ile bağlantılı‘dır... Sene 1984 ve 1985 olabilir. 10 Wien, Cuma namazına gitmiştim: Selahattin Çelebi hoca vaaz veriyordu, Ben Cemaat’in ortasında oturuyordum; Birden, Beni görünce hiddetlendi... Oturduğu yerden, düşecek şekilde masaya vurdu! O zamanlar bu hareketten bir şey anlamadım... 

Sene 1994 Fırınıma yeni ortak olmuşlardı... 1994 in ilk aylar, 15 Wien bürosunda oturuyordum; Hoca da etrafımda dönüyordu, sohbet ederek... Kollarını toplamıştı abdest alacak gibi arkamda idi; Bir an döndüm, elini kaldırmış arkadan bana vuracak.

Benim görmem ile eli havada kaldı. Hoca efendi, ilerde Biz Mahkemelik olacağız, zarar göreceğiz; ama insanlar için çok iyi olacak, dedi.

Belli ki Allah(c.c) konuşturdu.

O zaman onun bu hareketini umursamadım ve yanından ayrıldım. Selahattin hacanın Bürosunda etmiş olduğu söz; 7 veya 8 yaşımda iken bana söylenmişti. Şeytan ve şeytanın yardımcısı insanların bana ve aileme zararlarının olacağı... Bunu Allah’ın dilemesi ile hapishanede hatırlayınca; „aynen Hoca efendinin bürosun da vurmak istediği gibi ve ayrıca 1997 yaz aylarında (!)Takvim yaprağında gelen, İnsanı manen dinamitleyip itikatını bozacak sözden de Allah(cc) korudu.” Selahattin hoca ve daha başka insanlar benim bunları hapishanede öğreneceğimi biliyordu.

Manevi fikri zahiri bu hal ve mücadelenin Mahkemeler vasıtası ile kamu vicdanına duyurulmamasını ve Melek Şahin’in aileme yapmış olduğu tahribatların örtbas edilesini ve ortaklarım da (Hocalarda) olan alacağım paralarımı vaat ederek „insanları islamadan sapıtan şeytanın yardımcısı her gurupdan pislik taşıyıcı insanları yanlarına katarak“ M.Cemil Şahin ve başka bir Aileyi ‘Metin isminde’ görevlendirmişler.

1995. 4 üncü ayda, Savcı devamlı Mektuplarımı okumuş ve Anklageyi değiştirmiş. M.Cemil Şahin ve diğer Aile bunu bildiği hapiste kalmayacağımı anladığı için;

O günlerde öğlen namazını kılarken, 

Sene 1984 veya 1985 olabilir, Türkiye Kırşehir’de müftülük yapıp sonrada görevli olarak gelip, 6 Wien de Camide Hocalık yapan Hocanın resmi önümde seccade gezmeye başladı... Bu arada, şeytan (Metin) arkadan uzandı vurmak için, „Allah(c.c) koruduğu için şeytan resimle beni ilgilendirip Namaz'dan çıkartamadığı için" kolu yetişmedi;

Vuramayınca karısını soyup seccadeye itekledi.

Bu insanlar imtihandan geçip insanları islamdan sapıtan şeytanın yardımcılarının elemanı ve askeri olmuşlar... Bu olaydan sonra, Oğlum Saltuk Buğra’nın kolundaki sinirsel zayıflık işini ayarladılar… 1998, 4 ayda Sazburg gümrüğüne yapmış olduğum itirazı Gümrük kabul etti ve Landesgericht Eisenstadt Mahkemesi daha önceden üzerimden almış olduğu 23.150-. Şiling geri verdi... O Haftalarda Zafer Çankaya ailesi Nedim Gültekin ve ailesi ve Çocuklarım görüşüme geldi... Çocuklarımın sağlıklar iyi idi ve Saltuk Buğra’nın hiç bir rahatsızlığı yoktu, devamlı kucağımda idi. Şeytanın yardımcıları bu görüşten sonra dişi şeytanı içeri atamayacaklarını anlayınca; bu hal din’in siyaset ve menfate alet edilmesi anlamını taşıyor... din adamları bu tahribatı yapınca dişi şeytan önüne düşüp maneviyatı boşaltıp (dışı insan içi şeytan) 3 usul ile 7 yerden yaklaşıp haram ve şüpheli ile gelişip kendisi yerleşiyor.” Şeytanın istediği şekilde hareket edip Oğlumun eline vurdular... 9 ay 1998 ikinci defa geldiklerinde Buğra’nın eli zayıf idi.

Yüksek Mahkemenizden, Saltuk Buğra için Ambulatorium Marrzstrasse 122 belirttiği şekilde Rapor isteyerek daha önceki Bezirksgericht fünfhauz Wien 14.04.2002 zu 13U86/02 w Mahkemeye müracaatlarımla birlikte., Davanın selamati ve bu tür harekette bulunan İnsan ve gurupların Cezalandırılıp deşifre edilerek, ‘başka İnsanların bilgilendirilip’, şahsi ailevi toplum hayatını tahrip eden bu tür olayların önlenmesini arzu ve talep ediyorum.

Hacı Bayazıt

Haktan batıla şeytanslı hale gelmiş tarikatı deşifre ederek Mahkeme ve basın yolu ile dünyaya duyurunca; şeytan bir yandan yardımcıları vasıtası ile Ailemi ve Çocuklarımı korkutup diğer yandan Jüğend Haimi tahrik ederek üzerime dava açtırdı. Bu sebep ile Savunma ve Hak talebi iddianamesi: 11.Marz 2003, Mahkeme tutanaklarına geçmiş olup... Mahkemenin berat kararı ile Kamu ve kanunlar nezdinde benzeri olaylar için dini tarihi ve ilmi belge ölçüsü arz etmiş... Sıffın savaşının hesabı sorulmuştur; değilse, şeytan yardımcılarını Mahkemeye din adamı alim olarak sürüp Kur'an ile aldatmayı tekrar edecekti.

Not: Selahatdin Çelebi hoca faiz ve bölücülüğü teşvik edip din’in dairesinden çıkarak, 'üçüncü tahribat çöküş aşamasını tamamlayan' yedi gruptan birisi Süleymancıların Avusturya Başkanı.

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Hacı Bayazıt                                  Wien, 31.03.2003

Marien Gasse 8/1/6

1170 Wien                                     GZ: 3P 270/99 k

An die

Rebunlik Österreich

Bundesministerium für Justiz

Museumstrasse 7

1070 Wien

An Die                                    Wien, 01.04.2003

Papa 2. Jean Paul

Vatikan/İtalya

An Die                                 Wien, 01. 04. 2003

İslam Konferansı örgütü

İran

An Die                                 Wien, 01. 04. 2003

Türkiye Cumhuriyeti

Meclis Başkanlığına

Ankara/Türkiye

Konu: Bezirksgericht fünfhauz 1150 Wien

1:3 senedir Çocuklarım ve ailemin hayatı ve manevi sorunları ile ilgilenemem „Ailevi ve hukuki yeterli sebep olmamaksızın“ özel sebepler ile uzatılmaktadır.

2:Bu dilekçenin adli makamların işleyişindeki gecikme ve mağduriyetimiz’den dolayı şikayet değil; fakat, manevi ve hayati sebepleri arz ettiğinden dolayı yazılması ‘insanlara duyurulması’ hayati önem arz etmektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti

Devlet Satanizme Savaş Açtı:

Cumhurbaşkanlığı'nın talebiyle, Başbakanlık bünye- sin’de 'satanizmi önleme' komis- yonu oluşturuldu.

Internet. Hürriyetim S.Orhan/Ankara. 14.09.2002

Papa:

Savaş şeytan gibidir; şeytanı kovun Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 2. Jean Paul, „Savaş, şeytan gibidir. Şeytanı kovun'„ dedi. Zaman.  09.03.03

1:Şeytanı kovmak ve 2: Satanizmi önleme komisyonu oluşturmak için gerekli insanlığa ait ilmi ‘bilgi ve donanım’ bu yazılanlar ile birlikte,

www.islamdairesi.com da mevcut.

„Tarih,15.12.2000 - 20.02.2003 arasında her ay Sozialmedizinische Zentrum Baumgartner Höhe hastanesine gittim... „Görülecek mahkeme için rapor ve şeytanın telkinini doktorların bilmesi için.“

Ben her gitmem’de duruma göre şeytan yaklaşıp ‘engellemek için’ telkin atıyor ve dolayısı ile doktorlar şeytan ve yardımcıları hakkında bilgi ediniyor’du.

„Wien, 02. 05. 2001 sabah şeytan yaklaşıp yardımcıları hakkın’da şikayetçi olmamamı istedi...“

Demek istiyor ki!..

Bunlar bana güvendiler „Mahkemeyi hesap gününü unuttular“ ben bunların önüne düştüm; bir kısmına, sigaranın ışığını verip, zikirin ışığın aldım!

Bir kısmına, postu verip, altına da kendim saklanıp, ara sıra çıkıp korkutarak, bölücülük yaptırdım!

Bir kısmına, tahtı gösterip, takva’dan uzaklaştırıp, din’i siyasete ve menfaate alet ettirdim!

Bir kısmına, haramlara helal dedirtip, teşvik ettirip, kitapları şeytanı gizleyecek şekilde tahrip ettirip; ‘manen’ ellerinden alıp rafa kaldırtıp, bölücülük perdesini indirtip arkasına da saklanıp; bunların hareketlerini „sistemin mihenklerine“ hoş göstertip; bunlar ile birlikte insanları Allah’dan Rahmet ve Bereket gerektirecek halden uzaklaştırıp; insanları guruplara fırkalar bölüp ırkı duygularını okşayıp, sokağa ve dağa çıkartıp her türlü bölgesel anarşi ve kaos ile doğal afetlerin sebeplerini ‘hazırlattım’...    ‘Demek istiyor’du’... bu olay ve sanıkların „deşifre edilerek açıklanması“ -tarihi sorumluluk arzedtiğinden dolayı- insanların uyarılmasın’da aracı ve sebeb olacak ilgili kuruluş ve insanlara minnettarım. Hacı Bayazıt

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Republik Österreich          Gz:215.690/18-V111/23/03

Unabhangiger Bundesasylsenat

A-1100 Wien, Laxenburger Straße 36                                                                       

BAYAZIT Haci,                            Wien, 07.04.2003

20.03.1957 geb, Türk. StA An 

1.BAYAZIT Haci

2.Bundesasylamt vertreten durch:

Außenstelle Wien

ra Dr. Wolfgang BLASCITZ   

Obere Donaustraße 63, Landstaßer Hauptstraße 171 1020 Wien 030 Wien

Bescheid

Spruch

Der unabhangige Bundesasylsenat hat durch das Mitglied Mag. Volker NOWAK gemaß § 66 Abs. 4 AVG iVm § 38 Abs. 1 des Asylgesetzes 1997, BGBI. 1 Nr. 76/1997, idF BGBI.I Nr. 4/1999 (AsylG), BGBI. I Nr. 82/2001, entschieden:

Gemaß § 32 Abs. 2 AsyIG wird der Berufung von BAYAZIT Haci vom 25.02.2000 gegen den Bescheid des Bundesasylamtes vom 22.02.2000, Zahl: 00 01.427- BAW, stattgegeben, der bekampfte Bescheid behoben und die Angelegenheit zur neurlichen Durchführung des Verfahrens und Erlassung eines Bescheides an das Bundesasylamt zurückverwiesen.

Bağımsız Federal Iltica Kurulu adına, kurul üyesi Mag. Volker NOWAK I Nr. 76/1997 numaralı Resmi Gazetede (iltica Yasası) yayımlanan 1997. Tarihli Iltica Yasasının 1 Nr.126/2002 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan yürürlükteki metinin 38. Inci fıkrası ile beraber uygulanan Genel Idari Yasasının 66. Inci maddesinin 4. Üncü fıkrası uyarınca aşağıdaki kararı vermiştir.

Iltica Kanununun 32.Inci maddesinin 2.inci fıkrasının BAYAZIT Haci Nin Federal iltica dairesinin 0001.427- BAW sayılı ve 22.02.2000 Tarihli kararına karşı yaptığı, 25.02. 2000 Tarihli itiraz kabul edilmiş, itiraz edilen karar iptal edilmiş ve konu iltica işlemlerinin yeniden başlatılması ve yeni bir karar verilmesi amacıyla tekrar Federal iltica Dairesine havale edilmiştir.

B e g r ü n d u n g 

1:Die berufende Partei, die behauptet, am 14.01.2000 unter Umgehung der Grenzkontrolle in das Bun- desgebiet eingereist zu sein, stellte am 02.02.2000 beim Bundesasylamt einen Asylantrag gemaß § 3 AsylG. Die berufende Partei behauptet aus der Türkei zu stammen, der türkischen Volksgruppe zugehörig und muslimi- schen Glaubens zu sein. Vor seiner Einreise nach Österreich hielt sich der Berufungs- werber von 1982 bis zum 27.03.1999 schon einmal in Österreich auf. Er wurde am 27.03.1999 nach Istanbul erstmalig abgeshoben und nach neuerlicher Einreise unter Umgehung der Grenzkontrolle am 21.07. 1999 wiederumdieses Mal - nach Ungarn am 26.07.1999 abgeschoben. Er wurde im Jahr 1995 vom Landes- gericht Eisanstadt nach dem Suchtgiftgesetz zu einer Freiheitsstrafe vom vier jahren und Monaten verurteilt.Das Vorbringen der berufenden Partei im rahmen der Einvernahme vor der Erstbehörde am 16.02.2000 ergibt sich aus deren Niederscrift, auf welche vollinhaltlich verwiesen wird.

2:Das Bundesasylamt wies diesen Asylantrag mit dem im Spruch genannten Bescheid mit der Begründung ab, er sei gemaß § 6 Ziffer 2 AsylG offensichtlich unbegründet. Gleichzeitig stellte es in einem Spruchteil 11. Fest dass die Zurückweisung, Zurückschiebung oder Abschiebung der berufenden Partei in das Herkunftsland gemaß § 8 AsylG zulassig sei.

3:Gegen diesen Bescheid richtet sich die fristgerecht eingebrachte Berufung, in der beide Spruchteilte bekampft werden. Die Berufungsbehörde wies diese Berufung mit Bescheid vom 11.04.2000, Zahl 215.690/0-x/31/00, ab.

Der dagegen erhobenen Beschwerde an den

Verwaltungsgerichtshof wurde mit Erkenntnis vom 26.02.2002, Zahl 2000/20/02233-16, Folge gegeben und der zitierte Berufungsbescheid der Berufungsbe- hörde wegen Rechtswidrigkeit seines Inhaltes aufgehoben.

4:Über diese Berufung hat der Unabhangige Bundes- asylsenat erwogen

4:1.Gemaß § 3 AsylG begehren Fremde, die in Österreich Schutz vor Verfolgung (Art. 1 Abschn. A Z 2 der Genfer Flüchtlingskonvention) suchen, mit einem Asylantrag die Gewahrung vom Asyl. Gemaß § AsylG sind Asylantrage gemaß § 3 leg. Cit. Als offensichtlich unbegründet abzuweisen, wenn sie eindeutig jeder Grundlage entbehren. Dies ist der Fall, wenn ohne sonstigen Hinweis auf Verfolgungsgefahr im Herkunftsstaat

1:Sich dem Vorbringen der Asylwerber offensichtlich nich die Behauptung entnehmen lasst, dass ihnen im Herkunftsstaat Verfolgung droht oder

2:die behauptete Verfolgungsgefahr im Herkunfts- staat nach dem Vorbringen der Asylwerber offensichtlich nicht auf die in Art. 1 Abschn. A Z 2 GFK genannten Gründe zurückzuführen ist oder

3:das Vorbringen der Asylwerber zu einer Bedrohun- gssituation offensichtlich den Tatsachen nicht entspricht oder

4:die Asylwerber an der Feststellung des maßge- blichen Sachverhaltes trotz Aufforderung nicht mitwirken oder 5 im Herkunftsstaat auf Grund der allgemeinen politischen Verhaltnisse, der Rechtslage und der Rechtsanwendung in der Regel keine begründete Gefahr einer Verfolgung aus denen Art. 1 Abschn. A Z 2 der GFK Genannten Gründe besteht.

4:2.Gemaß § 32 Abs. 2 AsylG ist der Berufung gegen einen gemaß § 6 leg. Cit. Erlassenen Bescheid der Behörde erster Instanz stattzugeben, wenn die Feststellung der Behörde, der Antrag sei offensichtlich unbegründet, nicht zutrifft. In diesen Fallen hat die Berufungsbehörde die Angelegenheit zur neuerlichen Durchführung des Verfahrens und Erlassung eines Bescheides an die Behörde erster İnsanz zurück- zuverweisen

4:3.Die Regelung des § 6 AsylG orientiert sich im Wesentlichen an der Entschließung der für die Einwanderung zustandigen Mitarbeiter der Europaischen Gemeinschaften (EG) über offensichtlich unbegründete Asylantrage vom 30. November und 1. Dezember 1992, wonach ein Asylantrag nur dann als offensichtlich unbegründet abzuweisen ist, wenn eine Verfolgungsgefahr mit an Sicherheit grenzender Wahrscheinlichkeit ausgeschlossen werden kann. Dies ist dann der Fall, wenn die Behauptung des Asylwerbers, in seinem Heimatland Verfolgung befürchten zu müssen, eindeutig jeder Grundlage entbehrt, der Asylantrag zweifellos auf einer vorsatzlichen Tauschung beruft oder einen Missbrauch des Asylverfahrens darstellt. Gegenstand der Überprüfung der Berufungsbehörde aus Anlass einer Berufung gegen einen auf § 6 leg. Cit gestützten Bescheid ist lediglich die offensichliche Unbegründetheit, nicht jedoch die „schlichte“ Unbegründetheit des Antrages (VwGH 23. 07.1998, 98/20/0175). Eine Abweisung eines Asylantrages auf der Grundlage des § 6 leg. Cit. Kommt nur dann in Betracht, wenn eine Verfolgungsgefahr mit an Sicherheit grenzender Wahrscheinlichkeit (arg.: 2 eindeutig“) ausgeschlossen werden kann (EB zur RV zu § 6 AsylG, 686 BlgNR, 20. GP). Hinsichtlich der Offensichtlichkeit im Sinne des § 6 1. Satz leg cit. („Asylantrage gemaß § 3 sind als offensichtlich unbegründet abzuweisen, wenn sie eindeutig jeder Grundlage entbehren2) ist ein strenger Maßstab anzulegen

5:Die vom Gesetz geforderte Voraussetzung der Eindeutigkeit liegt nach Ansicht der Berufungs- behörde im gegenstandlichen Fall nicht vor. Und zwar weder auf Grund der Erstbehörde herangezogenen Ziffer 2 noch auf Grund der übrigen – nach dem oben genannten Erkenntnis des VwGH ebenfalls zur Prüfung heranzuziehenden – Tatbestande des § 6AsylG:

5:1.Zu § 6 Z 1 leg. Cit (dem Vorbringen des Asylwerbers ist keine Verfolgung im Herkunftsstaat zu entnehmen) ist auszuführen, dass die berufende Partei zum Ausdruck brachte, Verfolgung ausgesetzt zu sein, und zwar werde er von einer politischen Gruppe names „graue Wolfe“, deren Führer in Österreich ansassig sei, wegen seiner ( unterstellten ) Zugehörigkeit zu einer gegnerischen Partei mit dem Leben bedroht. Es genügt, wenn die Verfolgung im Herkunftsstaat schlüssig erken- nbar vorgebracht wird. Der anwendung des § 6 Z 1 leg. Cit ist damit der Boden entzogen

5.2.Die Anwendung des § 6 Z 2 leg. Cit. Kommt ebenfalls nicht in Betracht, da die anwendung dieser bestimmung verlangt, dass die vom Asylwerber behauptete Verfolgun- gsgefahr nicht Bestimmung verlangt, dass die vom Asylwerber behauptete Verfolgungsgefahr nicht einmal ansatzweise in einem der in Art. 1 Abschn. A Z 2 GFK genannten Gründe (rasse, Religion, Nationalitat, Zuge- hörigkeit zu einer bestimmten sozialen Gruppe) begründet ist. Der Verwaltungsgerichtshof führt in seinem eingangs zitierten aufhebenden Erkenntnis aus: „Im vorliegenden Fall, in dem die belangte Behörde ihre Entscheidung auf § 6 Z 2 AsylG stützt, kann nun der Glaubwürdig- keitsgehalt dieses (als auch des auf die Bedrohung durch einen türkischen Polizisten bezog- enen) Vorbringens des Beschwerdeführers (ebenso wie der in der Gegenschrift der belangten Behörde vert- retene Standpunk, die vom Beschwerdeführer befürchtete Verfolgung entspringe seiner schon fast krankhaften Vorstellungswelt) dahingestellt bleiben. Bei der Prüfung, ob ein Fall des § 6 Z 2 AsylG vorliegt, ist namlich von den Behauptungen des Asylwerbers auszugehen und – auf deren Grundlage – zu beurteilen, ob sich diesem Vorbringen eine Verfolgung aus den in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Gebfer Flüchtlingskonvention genan- nten Gründen entnehmen lasst. Fragen nach der Glaubwürdigkeit der Angaben des Asylwerbers stellen sich bei Beurteilung des Asylantrages nach § 6 Z 2 AsylG nicht (vgl: dazu das hg. Erkenntnis vom 22. Mai 2001, ZI. 2000/ 01/0294).

Davon ausgehend kann der Ansicht der belangten Behörde, die vom Beschwerdeführer behauptete Verfolg- ungsgefahr sei, offensichtlich nicht, auf einen der in Art. 1 Abschnitt A Z 2 der Genfer Flüchtling- skonvention genannten Gründe zurückzuführen, jedenfalls dann nicht beigepflichtet werden, wenn man auch das eingangs erwahnte, mit der Einbringung des Asylantrages erstattete Vorbiringen des Beschwerde- führers, er werde, von einer politischen Gruppe namens graue Wölfe verfolgt, und von besagter Gruppe wegen seiner (unterstellten) Zugehörigkeit zu  Einer gegnerischen Partei mit dem Leben bedroht, berücksichtigt (was allerdings sowohl das Bundesasylamt als auch die belangte Behörde unbeachtet ließen). Das Beschwerdevorbringen erweist sich aber auch insoweit zutreffend, als die Belangte Behörde angesichts des Vorbringens des Beschwer- deführers verpflichtet gewesen ware, eine mündliche Verhandlung durchzuführen. Zum erwanten, vom Beschwerdeführer mit der Einbringung seines Asylantra- ges erstatteten Vorbringen über eine Verfolgung durch eine politische Gruppe names, grauer Wolfe, hat das Bundesasylamt den Beschwerdeführer nicht weiter befragt und darauf, wie erwahnt, in seinem Bescheid, dessen Feststellungen und rechtliche Beurteilung die belangte Behörde war daher schon von vornherein verwehrt, von der Durchführung der im Gesetz vorgeschriebenen Berufungsverhandlung gemaß Art. II Abs. 2 Z 43a EGVG (wegen, geklarten, Sachverhaltes) abzusehen (vgl. etwa hg. Erkenntnis vom 22. Nowember 2001, ZI. 98/20/0223). Schließlich durfte die belangte Behörde auch in Anbetracht des (neuen) Vorbringens im Berufungsverfahren, das der Beschwerdeführer durch Beweisanbote zu bescheinigen suchte, ihre Entschidung nicht ohne Durchführung einer Verhandlung treffen (vgl. aus vielen etwa das hg. Erkenntnis vom 19. April 2001, ZI. 99/20/0424).“

Diese Ausführungen des Verwaltungsgerichtshof, an die sich die Berufungsbehörde aus rechtlichen Gründen gebunden fühlen muss, folgend ist aber schlüssig erkennbar, dass aus Konventionsgründen Verfolgung beha- uptet wird.

5:3.§ 6 Z 3 leg. Cit. („das Vorbringen des Asylwerbers zu einer Bedrohungssituation offensichtlich den Tatsachen nicht entspricht“) kommt nicht in Betracht. Schon die beweiswürdigenden Ausführungen der Erstbehörde, die von der Glaubwürdigkeit des Vorbrin- gens ausging (diesem aber die konventionsrechtliche Relevanz absprach), vermögen den Spruch des angefochtenen Bescheides nicht zu tragen.

5:4.Ein Hinweis darauf, dass die berufende Partei an der Feststellung des maßgeblichen Sachverhaltes trotz Aufforderung nicht mitgewirkt habe, ergibt sich aus dem Akteninhalt nicht, sodass die Anwendung des § 6 Z 4 leg. Cit. Ausscheidet.

5:5.Hinsichtlich des § 6 Z 5 leg. Cit. (sicherer Herkun- ftsstaat) ist fest zu halten, dass die Anwendung diesen Norm eine Prüfung der Verhaltnisse im Herkunftsstaat im Hinblick auf dessen politischen Verhaltnisse, dessen Rechtsordnung und Rechtsumsetzung verlangt und diese Prüfung ergeben muss, dass in dem betreffenden Staat eine Verfolgung Einzelner nahezu ausgeschlossen ist (Rohrböck, Kommentar zum AsylG, 1999, Rz 304). Gemaß den Schlussfolgerungen der für Einwanderun- gsfragen zustandigen Minister der Mitgliedsstaaten der EG vom 30.11 und 1.12.1992 in London betreffend Lander, in denen im Allgemeinen keine ernstliche Verfolgungs- gefahr besteht, sollten bei der Bewertung eines Landes als „sicherer Herkunftsstaat“ folgende Faktoren berücksichtigt werden. Frühere Flüchtlin- gszahlen und Anerkennungsraten, die Achtung der Menschenrecht, demokratische Einrichtungen und Stabilitat. Schon im Hinblichk auf das notorische Wissen über das Herkunftsland der berufenden Partei kann nicht zwefelsfrei von einer Achtung der Menschen- rechte auch in der Praxis oder von einer ausreichend gefestigten politischen Situation, wie diese § 6 Z 5 leg. Cit. Verlangt, gesprochen werden. Damit ergibt sich aber, dass schon die von der Ersbehörde getroffenen Feststellungen den Spruch nicht zu tragen vermögen

6:Aus den angeführten Gründen entbehrt der Antrag auf Asylgewahrung jedenfalls nicht eindeutig jeder Grundlage. Auf Grund des Vorbringens der berufenden Partei kann eine asylrechtlich relevante Verfolgung keinesfalls von vornherein ausgeschlossen werden. Da der Asylantrag auch nicht aus anderen als von der Erstbehörde angenommenen Gründen offensichtlich unbegründet ist war, spruchgemaß zu entscheiden

7:Unter Hinweis auf das bereits mehrfach zitierte Erkenntnis vom 26.02.2002, Zahl 2000/20/0233-16 erscheint aus der Sicht der Berufungsbehörde die Vornahme weiterer Ermittlungen unvermeidlich. In Verbindung mit dem Erkenntnis des Verwaltungs- gerichtshofes vom 21.11.2002, Zahl 2002/20/0315 sind solche weiteren Ermittlungen von der Erstbehörde vorzunehmen. Die Annordnung des Gesetzgebers, dass das Bundesasylamt den gesamten für die Entscheidung über den Asylantrag relevanten Sachverhalt zu ermitteln hat, würde aber unterlaufen, wenn es wegen des Unterbleibens eines Ermittlungs- verfahrens in erster Instanz zu einer Verlagerung nahezu des gesamten Verfahrens vor die Berufungs- behörde kame und die Einrichtung von zwei Entscheidungsinstanzen damit zur bloßen Formsache würde. Es ist nicht im Sinne des Gesetzes, wenn die Berufungsbehörde, staat ihre (umfassende) Kontrollbefugnis wahrnehmen zu können, jene Behörde ist, die erstmals den entscheidungs- wesentlichen Sachverhalt ermittelt und einer Beurteilung unterzieht (siehe VeGH vom 21.11.2002, Zahl 2002/20/0315).

Im Fortgesetzten Verfahren gemaß § 7 AsylG wird von der Ersbehörde zu prüfen sein, ob dieser Asylantrag auch tatsachlich begründet oder im Sinne der Judikatur des Verwaltungsgerichtshofes (siehe oben) „schlicht“ unbegründet ist.

Rechtsmittelbelehrung

Gegen diese Bescheid ist kein ordentliches Rechts- mittel zulassig.

Wien, am 07.April 2003, Mag. F.d.R.d.A.

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Takva dairesinde yaşamaya bak! 2

Bir âyette; takvâ dairesinde hareket edenler; şeytanın vesveseleri veya mesajlarıyla karşı karşıya kaldı- klarında derhal kendilerini yoklayıp, nerede hatâ ettiklerini düşünürler, şeytanın hilelerini fark eder ve gerekli tedbiri alarak Allah’a sığınırlar, 3 diye buyurulur.

Takvâ çizgisin’den sapanlar ise, bundan mahrumdur- lar. Altyapıları olmadığın’dan şeytan onları aldatıp vartalara düşürebilir. Meselenin bu yönünü Kur’ân, „şeytanların kardeşlerine gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler. Sonra yakalarını hiç mi hiç kurtaramazlar“ 4 şeklin’de dikkate verir.

Allah sevgisi, yardımı ve koruması da ancak takvâ ile elde edilebilir. Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir. 5 Müttakiler kendilerine şeytandan bir sinyal/mesaj iliştiğinde Allah’ı hatırlarlar ve hemen gözlerini açarlar.6

Kur’ân-ı Kerim, takvâyı üç mertebesiyle zikretmiştir. Birincisi, şirki terk, ikincisi, maasiyi/günahı, isyanı terk, üçüncüsü, masivaullahı/Allah’tan gayrısını terk etmektir. Temizlik ise hasenat/iyilik, sevap, güzellik ile olur. Hasenat (iyilik, ibadet, güzellik) de ya kalble olur veya kalıp ve bedenle olur veyahut malla olur. Kalbî amelin (ibâdetin) güneşi, imân’dır. Bedenî amellerin/ibâdetlerin fihristesi, namaz’dır. Mâlî ibâdetlerin kutbu, zekâttır.7 İnsan taşkınlık ve azgınlıktan ancak takvâ yörüngesin’de bulunursa kurtulabilir. Çünkü, İnsan’daki „şehvet gücünü“ meşrû çizgiye takvâ çeker. Bediüzzaman bu noktayı da şöyle aydınlatır. Kuvve-i şeheviye (yeme-içme, uyuma, gezme, konuşma ve cinsi her türlü şehvet) ile arzda fesat meydana gelir. Gadap gücünün tecavüzüyle de cinayet ve savaşlar olur. Halbuki arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir.8

Ebedî yolculukta da en mükemmel binek takvâdır. İnsan, mezara, haşre/diriliş meydanına, ebede olan yolcu- luğunda amele (ibadete) takvâ kuvvetine göre o uzun yolu farklı derecelerde alır. Bir kısım takvâ sahipleri, şimşek gibi; bin senelik yolu bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’ eder. 9 Dini görevleri/farzları bilen ve işleyen ve kebâiri (büyük günahları) terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücâhede eden takva üzere ibadet etmesi gerektiği âyetle ortaya konma- ktadır.

Ey İnsanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vasıl olasınız. Ve yine rabbinize ibadet ediniz ki, arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyleyse, Allah’a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah’tan başka mabud ve Halıkınız yoktur.10

Dipnotlar: 3- Mehmet Şeker, Yeni Ümit, Ocak-Şubat-Mart, 2003, s. 65; 4-Kur’ân, A’râf, s. 202; 5- Agk, Nahl, 128; 6- Aek, A’raf, 201; 7- İşârâtü’l-İ’câz, s. 45; 8-Age, s. 252; 9- Sözler, s. 27; 10- Kur’ân, Bakara, 21-22 04.07.2003 E.fersadoglu@hotmail.com

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

İslâm şiddeti reddeder

Mısır’daki El Ezher Medresesi’nin büyük şeyhi Muhammed Seyid Tantavi, İslâm ülkelerinin kendileriyle barış isteyen İnsanlara kollarını bütün kalpleriyle açmaları ve masumlara karşı şiddeti reddetmeleri gerektiğini söyledi.

Tantavi, dün Malezya’da devam eden uluslararası bir konferansta yaptığı konuşmada, İslam ülkelerinin kendiler- iyle barış isteyen İnsanlara kollarını bütün kalpleriyle açmaları ve masumlara karşı şiddeti reddetmeleri gerektiğini söyledi. Tantavi, „Uygarlıklar arası çatışma fikrini kabul etmiyo- rum“ dedi. 34 ülkeden 800 delegenin katıldığı konferansın diğer konuşmacıların’dan Lübnan’daki bir İslâmi vakfın başkanı olan Şeyh Hüsam Karagirah da İslâm dininin adının, ‘’hilekarlıkla İslâm’ın sloganları altına saklanan ve İslam’la hiçbir şekilde ilgisi olmayan fikirleri savunan aşırılar tarafından lekelendiğini’’ belirtti. Karagirah, delegelere dağıtılan bildiri metninde, aşırılık yanlılarının „İslam’ı yaymak için kullanılan kanallara girmesinin engellenmesinin zorunlu olduğunu“ kaydederek, „Kitapları yasaklanmalı ve camilerin, okulların üniversitelerin ve kütüphanelerin rafların’dan kaldırılmalı“ dedi. Putrajaya.12.07.2003

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Namaz kaç vakittir?

Geçenlerde; Prof. Dr. Sayın Süleyman Ateş'in İsrâ Sûresi 78. ve Hûd Sûresi 114. ayetleri delil göstererek namazın 5 değil, 3 vakit olduğunu söylediği bazı gazetelerde yer aldı.

Konuyu kısaca ele alalım: Kurtubî, Hûd 114. ayetin, bilinen farz namazlara işaret ettiğine ilişkin tek bir müfessirin bile farklı görüşte olmadığını kaydeder. Daha sonra da, ayetin hangi kısmının hangi namaza işaret ettiğini belirtir. İbn Kesîr, İsra 78. âyetin tefsirinde şöyle der.

„Hz. Peygamber'in, bu vakitlerin detaylarına ilişkin söz ve uygulamalarından meydana gelen sünneti tevatürle, kesin olarak sabit olmuştur. Bunlar, İslam ümmetinin şu anda uyguladıkları şekildedir. Bunu kuşaktan kuşağa, asırdan asra böylece öğrenip uygulaya gelmişlerdir. Konu, ilgili yerlerde izah edilmiştir“. Kurtubî de bu ayetin, müfessirlerin görüş birliğiyle farz namazlara işaret ettiğini kaydeder.  İbn Atiyye'den naklen de, ayetin hangi kısmının hangi namazlara işaret ettiğini belirtir.

Buna göre, ayette geçen „dülûkü'ş-şems=güneşin tam tepeden kaymasının başlangıcı, zeval (öğle vaktinin girişi); sonu ise, gün batımıdır. Hepsi 'dülûk' kapsamına girer. Dolayısıyla öğle, ikindi ve akşam namazlarına işarettir. Akşam namazının 'gaseku'l-leyl' deyimine dahil edilmesi de mümkündür.“ „Kur'anu'l-fecr“ deyiminin ise, sabah namazını ifade ettiği açıktır. „Namazlara ve ayrıca orta namaza devam edin“ (2/238) mlindeki âyette „namazlar“ anlamındaki „salâvat“ kelimesi çoğuldur. Arapça'da çoğul üçten başlar. „İki“ ye tesniye denir ve „iki namaz“ sözü „salateyn“ şeklinde söylenir. Demek ki, ayetteki „salavat“ sözünden en az üç namaz anlaşılır. Ayrıca bir de aynı ayette „orta namaz“ var. „Orta namaz“, „namazlar“ ifadesine dahil olmadığı gibi, her iki yanında eşit sayı bulunmadığı için, üç namazın arasında yer alacak bir namaza „orta namaz“ denilmesi de mümkün değildir. O halde, ayetteki „salavat“ kelimesi, en az dört namazı ifade eder. Orta namaz buna eklendiğinde beş vakit namaz ortaya çıkar. Orta namazın ikindi namazı olduğu bazı hadislerde açıklanmıştır. Hz. Cebrail, Kabe'nin yanında namaz vakitlerini göstermek için iki gün Peygamberimize imam olarak namaz kıldırmıştır (Tirmizî, no: 138). Peygamberimiz de, namazların vakitlerini başlangıç ve bitişleriyle bir bir tarif edip açıklamıştır (Müslim, no: 965, 666, 971; Tirmizî, no: 139; Nesâî, no: 521) Adiy bin Hatem, ilk defa Hz. Peygamber'in yanına geldiğinde, ona (!) İslam'ı anlattığını, namazı ve her birini hangi vakitte kılacağını tarif ettiğini söyler... (Ahmed, Müsned, no: 17546). Namazların belirtilen bu vakitlerde, hatta bunların başlarında kılmanın fazilet ve önemine ilişkin onlarca hadis mevcuttur Buharî, „Namazı vaktinde kılmanın fazileti“ diye bir bölüm açmıştır.

Peygamberimiz, hangi amelin daha faziletli olduğunu soran birine, „Vaktinde kılınan namaz“ diye cevap vermiş, (Buharî, no: 6980; Müslim, no: 120) Namazı vaktin’de kılmayan yöneticilere yetişirse ne yapmayı tavsiye ettiğini soran birine, „Sen namazı vaktinde kıl, öyleleriyle kılacağın namaz nafile olsun“, demiştir (Müslim, no: 1027) Ebu Zer de, dostu Hz. Peygamber'in, namazı vaktinde kılmasını kendisine tavsiye ettiğini belirtir (Müslim, no: 1029).

Bir defasında Hz. Peygamber, bazı sahabilerine, „rabbinizin ne buyurduğunu biliyor musunuz? Şöyle buyurdu: 'Kim namazları vaktinde kılar, onları titizlikle gözetir ve önemsemezlik ederek kaçırmazsa kendisini cennete koymak konusunda üzerimde bir sözü vardır. Böyle yapmayana ise verdiğim bir söz yoktur; dilersem azap eder, dilersem af ederim'„ (Ahmed, Müsned, no: 17430)

Kur'an'ın tefsirlerde detaylıca anlatılan işaretlerine, bunca hadis’i şeriflere, alimlerin konuya ilişkin sözbirliğine, ümmetin 1400 yıllık uygulamasına rağmen hâlâ, namazın beş vakit olmadığı ileri sürülebilir mi? Hadisler, CD'den bulunduğu için, kaynak adı ve sıra numarasıyla verilmiştir. Abdulaziz Hatip

 

 2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

 

Esselamu Aleyküm                    Wien, 13.07.2003

Sevgili Abdulaziz Hatip Bey ağbey, Allah(c.c) razı olsun, Namazı tereddüte mehal bırakmayacak şekilde açıklamışsınız. Allah(c.c) kaleminiz ve yüreğinizi bu yönde hertürlü entrika ve tefrikaya karşı üstün eylesin. Sevgili Ağbey, her türlü huzur ve rahmetin kaynağı namaz ile başlar.

Bölgelerin üzerinde dolaşan musibet ve sıkıntıların kaynağıda, hertürlü huzur ve rahmetin karynağı namaz ile başlayan ibadetlerin zayıf olmasından’dır. Allah(c.c) emanet olunuz.  Hacı Bayazıt

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

 

Çok Muhterem Hacı Bey, değerlendirmelerinizi her zaman bekliyorum. Selam ve başarı dileklerimle. Allah'a emanet olun. Doç. Dr. Abdulaziz Hatip

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12

 

Bismillahir Rahmanir Rahim

Allah’ın selamı, bereketi, rahmeti üzerinize olsun. Sevgili Peygamberimize Salati selam olsun. Onun Ashabı ve Ehl’i Beyt’ine Selam olsun. Onların izini takıb eden Allah(c.c) dostlarına, evliyasına, embiyasına, velilerine, mücedditlerine, müctehitlerine, imamlarına selam olsun. Allah(c.c) sevdiklerinin sevgisini muhabbetini cümle alem üzerine indirip, kullarının üzerindeki gaflet perdelerini kaldırıp rahmet kapılarını açsın.

Sevgili Mustafa Kaplan bey, Allah(c.c) Vakit camiasın’dan razı olsun. Sevgili Ağabey, zaman zaman Saidi Nursi’den bahsediyorsunuz. Saidi Nursi’nın eserleri ‘ışığı yansıtan aynadır’... yalnız geçen sene sonlara doğru olabilir; Allah(c.c) sizden razı olsun Saidi Nursi ile ilgili yazıların birisinde ‘duvar’... göründü; ‘ışığı yansıtan ayna’... duvarın üzerinde’dir.

 Demem şudur; Saidi Nursi ile Necip Fazıl Kısakürek’in yazılarını anlamak için dinin beli ve omurgası maneviyatın insan yaşamında yerini görmek gerekir.

İslam. Allah’ın kullarına dünya ve ahiret huzuru için seçtiği hayat nizamı’dır. Maneviyat dinin beli ve omurgası Allah’a kulluk derecesine uyulması gereken halleri’dir. 1: İslamın manevi müesseseleri ve kalbi. 2:Nefs’in nefs’i emmarenin şeytanın isteklerinden kurtulup kalbin gafletten uyanması. 3: İslam dairesi içerisinde maneviyat derecesinin usül ve sebepleri. 4:İslamın ana esası Kur’an ve Ehl’i Beyt ile sünnetin yaşanarak takibi. 5:Kulun manen ve zahiren (günah) korunduğu manevi ve fikri bina. 6:Binanın oluşup kulun korunması için her türlü zararlı ve şüpheliden, „ırkçılık, manevi bölücülük, dinin siyaset ve menfaate aleti ile aşırı müzik ve eğlenceden, ‘tabanı’, her türlü haram ve şüpheliden de ‘içeriyi“, temizlemek. 7:Bu usuller ile insanların Allah’dan rahmet, bereket ve huzur gelecek haller için hazırlanması’dır.

Sevgili Ağabey, Allah(c.c) alemleri ‘dua’ din ahlak maneviyat ve ‘doğruluk’ adalet üzerine bina etmiştir. Meseleyi bunlar etrafında toparlayınca her şey anlaşılır.

N.Fazıl Kısakürek, Hüseyin Üzmez beye demiş; Atatürk’ün yerine ben olsam, bende tarikat, tekke ve zaviyeleri kapatırdım!

İstanbul ‘Darulaceze’de melun şeytan birkaç kişiyi hasta eder’... ve „hemen gidip“ devlet erkanına telkin eder. Bu hastalığın tedavisi tasavvuf müzüğü; diye. Böylece Hacı Arif Beyler, Dede efendiler, dinin beli ve omurgası maneviyata tasavvufa müzüğü sokup „bünyeyi yumuşatıp“ devletin yıkılmasının manevi sebeplerini hazırlar. Maneviyat, „siyaset ve iktidarın altına düşerse“ insanlar ufuktan dönüp yolu şaşırır. ‘Bundan dolayı olsa gerek’... Ulu Hakan ikinci Abdülhamit Han’ın ‘Hal Fetvasını’ Elmalı Hamdi Yazır hazırlamış.

Sevgili Agabey „iktidar’da bulunan ittihat ve terakki fırkası“ Devleti birinci Dünya savaşının ‘dışında tutmanın’ mümkün olmadığın „yapılan istihbarat sonucu anlayıp“ askerin Rusya’ya karşı ezeli husumeti olduğundan dolayı, Alman cephesinde olmanın avantajlı olacağına karar verir. Enver Paşa ‘Cepheden karısı Naciye Sultana Mektup yazar’...

Hanım sakın, Devletin vermiş olduğu kışlık yardımı alma, ‘aylığımızla idare et’ der. Paşa’daki vatanperliğin fedakarlığın derecesi acaba kaç tane muafazarkar’da var...   ama Paşa sanıyor’ki kışlık yardımı almayınca  devlet kurtulacak! Murat Bardakçı, Hürriyet gazetesinde Naciye Sultanın resmini 1997 de yayınladı; ‘Naciye Sultanın başı açık’...

aslın’da açık olan onun değil, ‘devletin başı’...

Cinlere fetva veren şeyh İbni Kemal talebesi Ebu Suud efendi düzme belgeler ile baba, kardeş, torun katline -din’i yırtıp- fetva verince; devleti muafaza eden merhamet ve marifet örtüsü kalkmaya başlamış... Bundan dolayı olsa gerek Paşa’nın gafleti ile 90 bin asker cephe’de donar.

 Ağabey Rusya ve İngiltere yıkılışın zahiri sebebi’dir. Maneviyat dinin beli ve omurgası Allah’a ulaşan rahmet kapısı’dır. Devletin iki dayanağın’dan ilki; din adamları ile ile bu müesseseler tahrip edilip bir tarafı yamulunca diğer taraf üzerine geliyor.

Bu insanlar bertaraf edilmeden; olayların oluş sebepleri anlaşılma’dan sıkıntılar kalkmaz. ‘Allah(c.c) bunlara din hırsızları deyip savaş açıyor’... ‘bunların gizliliklerini meydana çıkartan Allah’a hamdü senalar olsun’... bu insanlar ile - aramızı Hak ve hukuk yolu ile ayıran - Allah’a hamdü senalar olsun. Hacı Bayazıt Wien, 21.07.2003

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13

 

Maddî liderlerin mânevî dayanakları

Münevver Ayaşlı bir makalesinde der ki: „Mânevî ve gizli kuvvet ve münasebetlerin, surî ve batınî iktidarların beraber yürüdüğünü görmemek, her ne kadar kuvvetli olursa olsun sûrî bir sultanın, mânevî bir sultanın himmetine muhtaç olduğuna inanmamak veya inkâr etmek olmaz.“ „Bir devlet adamı ile bir velînin hiçbir dünyevî münasebeti olmasa, hatta yüzyüze gelmemiş olsalar, hatta başka asırlarda dahi yaşamış olsalar bile aralarında bir rabıta kurmak mümkün olabilir.“

Fakat, bir iktidarın, bir devlet adamının, hatta hatta kuvvetli, kudretli, şevketli bir padişah bile, bir lokma, bir hırkaya kanaat getiren bir velî himmetine muhtaçtır. „Eğer, bir devlet başkanı, bir velînin himayesi altında ise hayır işler, yok değil ise şer işler“1 Maddiyat dünyasının olduğu gibi mâneviyat dünyasının da kendine has yönetimi, esas ve kuralları vardır. Kendine göre mânevî başkanı, bakanları bulunur. Ruh ve beden misali bağlantıları vardır her iki âlemin. Celâleddin Suyutî gibi uyanıkken 70 defa Peygamberimizle (s.a.a) sohbet edecek derecede mânen mesafe kateden, sadık rüyalarla kendilerine yol gösterilen, tehlikelere karşı uyarılan, zaman zaman aldıkları talimat- larla büyük felâketlerin önüne geçen nice İslâm büyüğü vardır. Durum, makam ve mertebelerine göre mânevî âlemle diyaloğa geçen bu mâneviyat ehli oradan aldıkları ışıkla, mânevî talimatlarla maddî liderlere yol gösterirler

Maddî liderler böyle zatlardan güç, kuvvet aldıkları, sırtlarını onlara dayadıkları ölçüde başarılı olur, rahat ederler. İşte bu büyüklerden biri de önceki iki makalemizde işlediğimiz, çok iyi bir mânevî eğitimden geçen Emir Sultan’ dır. Emir Külâl’ın oğlu, asıl adı Muhammed Şemseddin ve Ehl’i Beytten olan Emir Sultan çocukluğunda ciddî temel bir eğitimden geçmiş, babasının vefatından sonra gördüğü bir rüya üzerine Medine’ye gitmişti. Talimat yüklü asıl rüyayı ise orada görür. Rüyasın’da efendimizle (s.a.a) Hz. Ali (r.a) yanyanadırlar. Emir Sultan ise kemal’i edeble karşıların’da diz çöküp oturur, dinlemeye başlar.

Hz. Ali (r.a) der ki: „Diyar-ı Rum’a gidecek, soyundan olduğun Hz. Muhammed’in âdabını, Sünnet’i Seniyyesini takva dairesinde Müslümanlara öğreteceksin!“ Rüyada, bunun işareti olarak önünde üç kandilin ışık vereceği, gözden kaybolduğu yerde yerleşeceği ve orada defnedileceği bildirilir. Evliya Çelebi’nin naklettiğine göre Emir Sultan kalabalık bir İnsan grubuyla Anadolu içlerine kadar ilerler, kandilleri Bursa’da sönünce orayı yurt edinir ve hizmetini orada sürdürmeye başlar. Tarihler 1389’u göstermektedir ve Emir Sultan henüz yirmi bir yaşında bıyıkları yeni terlemekte olan bir delikanlıdır. Evet, bu delikanlı mâneviyatıyla kuruluşunu tamamlamak üzere olan Osmanlının güzel mayası olacaktır. Sabah Gazetesi, 4.10.1969.-23.07.2003 sdogen99@ttnet.net.tr

 

2.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.14

 

Hacı Bayazıt                                     Wien,27.08.2003

Marien Gasse 8/1/6, 1170 Wien

An das                                          11 R 86/03b

für das Oberlandesgericht Wien

der Republik Österreich zustandige Berufungs- bzw.

Rechtsmittelgericht

Betrifft: Rechtsmittel gegen die Rückweisung des Rekurses zu 11 R 86/03b durch das Oberlandesgericht Wien, mit der Begründung, der ordentliche Revisions- rekurs sei nicht zulassig.

Nedenler

Wien,18.09.2002 beim LG für ZRS Wien’de yapılmış olan Mahkemeye zaman içerisinde itiraz ettim. Davanın manevi, içtimai ve iktisadi boyutları ile birlikte ele alınıp, davacı olduğum insanların, ‘Mahkemeler vasıtası ile deşifre edilerek’, ...diğer insanların uyarılması amacı ile.

„25.4.2001 olabilir. Wien 1160  Baumgartnerhöhe hastanesinden geliyordum“,

-    hafif yağmur yağıyordu;

Yarabbil Alemin, bu şeytanlar ile „davacı olduğum insanlar“ ne yapayım diye düşünüyordum...

-    Birden Yağmur hızlandı tekrar yavaşladı.

-    O anda, Sema’dan Bir Nida Geldi... „Biz rahmetimiz ile Temizleriz“ diye.

15.02.2003, AMS Sosyal yardım antrağını yeniler iken, ‘memur hanım işlemi eksik yapmış’... 03.2003 Para gelmedi. Bunu için AMS’ye gidip sordum?

Memur değişmiş;

‘başka bayan memur vardı’... bir yanlışlık olduğunu düzelteceklerini söyledi. „Baktım, ‘Memurun yanında bir zarf var’ üzerinde şeytanın ismi (Bayram Altaş ‘Süleymancı hoca) yazılı.“ „Zarfin üzerinde’ki isim erkek olup; sağ ayak oğlanı kısmı temsil ediyor. Eli fitne ve fiziki harekat kısmını ise tarih, 11. 06. 2003 Sachwalterschaft’in kaldırılması antrağında belirtilmiş şekilde M.Cemil Şahin ve ikinci bir şahıs temsil ediyor.“ Dinin siyaset ve menfate aletini temsilen, „dişi şeytanı Melek, M.C Şahin’in karısı temsil ediyor.“ M.C Şahin tarih, 27.01.1995 Landesgerich Eisenstadt’da görüşme salonunda söylemişti. Karısı Melek Şahin’in Şeytanlar ile irtibatlı olduğunu öğrenmiş; „iki kardeş kafa kafaya verdik, Melek’in kafasını kopartacaktık, ama bu işte, parada olduğunu söylediler, onun için bu işi kabul ettiğini.“ Vekalet verirsem çıkana kadar işlerimi de takip edeceğini söylemişti. Hanımın işlerimi takip edemeyeceğinden dolayı ve M.C. Şahin’in, O anda ne demek istediğini anlamadığım’dan dolayı Vekalet verdim.

1:M.C. Sahin 27.01.1995 insani vadlerinden dolayı almış olduğu vekaleti su istiamal ederek, Bayazıt Backwaren Ges.M.B.H de bulunan 10% hissemi kendi üzerine geçirmesi ile birlikte 1994 sene sonuna kadar tarafıma ödenmesi gereken Ös,700.000-. M.C Şahin’in üzerine geçmiş bulunuyor. M.C Şahin bundan dolayı, tarih 25.10.1995 Çocuklarımı’da fırının üzerinde ayrı bulunan evimden uzaklaştırıp; 1997 tarihine kadar diğerleri ile birlikte fırını menfaatleri doğrultusunda işletmiştir.

2: M.C Şahin den istediğim üzerine geçirmiş olduğu 10% hisse bedeli ve alacağım olan Ös,700.000-.

3: M.C Şahin 27.01.1995 tarihinde bulunmuş olduğu İnsani vadlerine sadık kalsa, 10% hissemi kendi üzerine geçirmez vekaleten devam ederdi. Ayrıca, iki defa Avukat ve LG für ZRS bildirdim, hangi müşteriden ne kadar para aldıklarını. Sachwalter’in kalkması için Bezirksgeriht Hernals’e tarih, 27.05. 2003 antrag verdim. Bezirks Gericht Hernals’in, tarih 27.06.2003 red kararına; tarih,14.07.2003 etmiş olduğum itiraz ile Dosyanın üst Mahkeme tarafınca sonuçlanmasını beklemekteyim. Üst Mahkeme tarafından; ‘Sachwalter ile ilgim olmadığından dolayı’, Wien, 29.11.2002 LG für ZRS Wien yapılmış olan yasal itiraz hakkımın muafaza edilip; Hak ve hukukumun teminini talep ediyorum. Hacı Bayazıt   

 

3.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

„Dalâleti satın aldılar“

Nasîhatlerin kıymetlisi, özü, Allah adamları ile buluşmak, onlarla birlikte bulunmaktır. Allah adamı olmak ve islâmiyete yapışmak’da müslümanların çeşitli fırkaları arasında, kurtuluş fırkası olduğu müjdelenmiş olan, Hz Payamberin izin’de Velayet’in takipcisi cemaatin doğru yoluna sarılmağa bağlıdır.

Bu büyüklerin yolunda gitmedikçe kurtuluş olamaz. Bunların anladıklarına tâbi olmadıkça, saadete kavuşulamaz. Bu büyüklerin doğru yolundan hardal tanesi kadar, pek az ayrılmış olan bir kimse ile arkadaşlık etmeği, öldürücü zehir bilmelidir. „Onunla konuşmağı, yılan sokması gibi korkunç görmelidir…“

„Allah(c.c) korkmayan din adamları, hangi ırkdan  olursa  olsun, zındıktırlar.“ „Bunlarla konuşmaktan, arkadaşlık etmekten, kitaplarını okumaktan sakın- malıdır:“ „Dinde hâsıl olan bütün fitneler ve azılı din düşmanlığı, hep böyle zındıkların bıraktıkları kötülüktür.“ Bunlar, dünyalık ele gecirmek için, Din’in yıkılmasına yardım ettiler. Bekara sûresinin onaltıncı âyet’i kerîmesinde meâlen, „Hidâyeti vererek, dalâleti satın aldılar. Bu alış verişlerinde bir şey kazanama- dılar. Doğru yolu bulamadılar“ buyuruldu. Bu âyet’i kerîme, bunları bildirmektedir. İblîsin rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi aldatmakla uğraşmadığını gören bir zât, (Niçin İnsanları aldatmıyorsun, boş oturuyor- sun?) deyince, (Bu zamanın kötü din adamları, benim işimi çok güzel yapıyorlar, İnsanları aldatmak için bana iş bırakmıyorlar) demiştir. Kötü kimselerle arkadaşlıktan, bunların kitaplarını okumaktan kaçınmasını tekrâr tekrâr bildirmekten usanmamalıyız. Çünkü, işin temeli bu ikisidir. Mehmet Oruç 01.09.2003

 

3.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Lâvlardan parçalar...

Yazar kardeşimiz Mustafa Çelik, beyninin hamûlesinden damlatmış. „Şeyhine, efendisine, ağasına, politik partisine güvenerek Allahu Teâlâ’ya kulluğu ihmal eden, ahirette bunların kendisini kurtaracaklarına inanmış olanlar, kutsal duygu ticaretinin mağdurları; onları buna ikna edenler ise, kutsal duygu ticaretini yapanlardır.“ Vakit, 12.08.2003

Var mı bugünün dünyasında böyleleri? Yoksa zebil mi? efendi delikanlı medreseye çöreklenmiş, kendisine şer’î bir mesele anlatıyorum; „Ben ağabeylerimden böyle görmedim!“ diyor! Aklını ağabeyisinin cebine koymuş, o cebi de edille-i şer’iyenin üzerine çıkarmış farkında değil... efendi bir başka delikanlı da Avrupa diyarında bir tekkede halîfe olmuş, boy resmi çektirmiş bir şeyhe râbıta yapma günahını ibadet diye telkîn ediyor, kendisine şerîatın hükmü hatırlatılınca da; „Bizim şeyhimiz kutuptur, her şeyi iyi bilir!“ diyor! Aklını şeyhinin cebine koymuş, o cebi de edille-i şer’iyenin üzerine çıkarmış farkında değil. Partisinin liderini „Mehdî“ ilân edenleri ise zaten biliyorsunuz. Korkunç bir din pazarı açılmış, seksen senedir dinden uzaklaşarak cahil bırakılmış kitlelerin mukaddes hisleri alabildiğine sömürülüyor. Sünnete göre abdest almasını bilmeyen cühelânın etrafında yığınlar birikiyor, Kur’an dellâllarına selâm veren bile yok.

Çelik haykırıp duruyor. „Dindar kitleleri kolayca kandırabilmek ve gütmek için kişisel çıkarlarını ve şahsî ihtiraslarını din kisvesine büründürenler, kutsal duygu ticareti yapanlardır.“ Vâkıa bundan ibaret. Dünyanın legal perdesinde dinden hoşlanmayan zümrenin din istismârı, illegal yönünde ise dindar geçinenlerin din ticareti; adımınızı nereye atacağınızı şaşırıyorsunuz.

Mustafa Çelik ise ağzından lâv akıtmaya devam ediyor. „Kur’an-ı Kerim’in şahısların ve grupların yanlışlarına, sosyal ve siyasal sistemlerin cinayetlerine, idarecilerin de bâtıl ve âtıl icraatlarına kılıf hazırlayan bir vesika olarak anlaşılması için çaba sarf eden hocalar, şeyhler, liderler, profesörler, doç. ve dr.’lar, kutsal duygu ticareti yaparak geçimlerini temin eden yürek mahkûmlarıdır.“ Şu kelimeler daktilonun tuşlarına beynimden inerken, lâvların harareti rahatsız ediyor. Parmaklarım tutuşabilir. Keşke ciddî bir kıvılcım atsa da bütün sahtekârların cübbesini tutuştursa; belki ancak böyle bir yangından sonra pazar yerine sükûnet gelebilir.   

Mehdî aleyhisselâmın çok „hoca kafası“ koleksiyonu yapma haberi de bu yüzden midir dersiniz? Mustafa Kaplan 05.09.03

 

3.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Kilise müziği ve tasavvuf müziği!

Dün, Sirkeci Hoca Paşa Camii avlusunda, Regaib Kandil kutlamaları çerçevesinde, kadın erkek karışık müzisyenler tarafından „tasavvuf müziği“ konseri verilmesi rezaletinden bahsetmiştim.

Bugün de, tasavvuf müziğinin dinimizdeki yerinden bahsetmek istiyorum. Asırlardır kandil geceleri, Kur’an’ı kerim okunarak, namaz kılınarak, mevlid okunarak, fakir fukara sevindirilerek ihya edilirdi. Artık bunlar geride kalacakmış. Batı ile her konuda „diyalog“ kuruyoruz ya, dinler arası „hoşgörü“ tesis ediyoruz ya, bunun için onlara dini açıdan da benzememiz, uyum içinde olmamız lazımmış. Mademki onlar kilisede, ibadet olarak „Kilise Müziği“ çalıyorlar, bizim de, aynı gaye ile „Tasavvuf Müziği“ çalmamız gerekiyormuş. Bundan böyle, kandil geceleri böyle kutlanacakmış! Daha önce de, ilahiyatçı bir profesör yazısında, Camilerde, resim sergileri açılmalı, klasik müzik, tasavvuf müziği konserleri verilmelidir. Yirmi birinci yüz yılda yaşıyoruz, dinde de değişim şart. Bunun için Kur’an felsefeleşmeli, Kur’an tefsirleri yeniden gözden geçirilmeli, zamana göre yeniden yorumlan- malıdır. Ben Londra’da kilisede, felsefe konuşmaları, Beethoven ve Mozart’tan örnekler dinledim. Resim sergileri izledim. Kilisede olanlar, camide de olmalıdır“ diyordu. Bütün bunlar, dinde reform yapılarak İslamiyetin protestanlaştırılması, Kiliseye benzetilmesi gayretleridir. Halbuki müziğin her çeşidi Hıristiyanlık da dahil bütün dinlerde yasaktı: Hıristiyanlık gibi bozulmuş, aslından uzaklaşmış dinlerde, Ruhlar beslenmediği için, müziğe yöneldi; nefse hoşgelmesi Ruhani tesir sanıldı: „...İncilin yasakladığı müziği, papazlar, Hıristiyanlığa soktu. Bu şekilde Kilise cazib hale getirilmeye çalışıldı.“ Batıdaki müzik, Kilise Müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplayan bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik ibadet hâlini almıştır. Müzikle, nefsler keyiflenmekte, şehvânî duygular rahat bulmakta, ruhun gıdası olan ibadetler unutulmakta, İnsanları, alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmakta, böylece çok kimsenin ebedî saadetten mahrum kalmasına sebep olmaktadır

Dinimiz İnsanları bu felaketten korumuştur. Eğer müzik dine girerse, bu dinin gerçek İslamiyetle bir ilgisinin kalmadığını anlamalıdır. Aletsiz, çalgısız nağmeli sese teganni denir. Alet ile, çalgı ile birlikte olan İnsan sesine gına yani müzik denir. Gına haramdır. Gına ve teganni hakkında hadis’i şeriflerde buyuruldu ki: „İlk teganni eden şeytandır. (Taberânî) Gına, suyun sebzeyi yeşertmesi gibi kalpte nifak hasıl eder.“ (Beyhekî)

Dinimde „Tasavvuf Müziği“ diye bir şey yoktur: „Müzik, azgın nefsin gıdası, Ruhun zehiridir.“ İslâmiyetten ve tasavvuftan haberi olmayan kimseler, dini, dünya kazançlarına alet edip tasavvufa, hatta ibâdetlere, mistik bir hareket olarak müzik sokmuşlardır. Müzik ile, ney ile ilgileri olmamasına rağmen, Mevlana hazretleri gibi tasavvuf büyüklerini de kendilerine alet etmişlerdir.

Kitab-ül-kırare’deki hadis’i şerifte, kıyamet alametleri sayılırken, „Kur’an-ı kerim mizmardan, yani çalgı aletlerinden okunur. Tecvid ile, güzel okuyanları, dine uyan hafızları dinlemeyip, musiki ile şarkı gibi okuyanları dinlerler“ buyuruluyor. (Tergib-üs-salât) İlahileri, mevlidi, salevatı şerifeleri, çalgı ile, ney çalarak okumak tehlikeli bid’attir. İnsanın dinden çıkmasına sebep olur.

Resulullah efendimiz, geldiği bir evde, küçük kızlar def çalıp şarkı söylüyorlardı. Şarkıyı bırakıp, Resulullahı def çalarak övmeye başladılar. „Benden bu şekilde bahsetmeyin! Beni övmek (mevlid, ilahi) ibâdettir. Eğlence, oyun arasında ibâdet caiz değildir“ buyurdu. (Kimyai saadet) Dinimize göre, müzik ile ibadet, necasetin, idrarın zemzem ile karıştırılması gibidir… Dolayısıyla, samimi bir Müslümanın yapacağı iş değildir. Bu tür teşebbüsler, dine Hıristiyanların ibadetlerini sokarak islamiyeti bozmak isteyen sinsi düşmanların, art niyetli kimselerin işidir. Mehmet Oruç 06.09.2003

 

3.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Hacı Bayazıt                                  Wien,16.09.2003

Repuplik Österreich                   Gz:00 01.427-BAW

Bundesasylamt Landstraßer Hauptstraße 171

Konu: ‘İltica dairesine verilmiş belgeler’den bir özet’...

Hukuki alanlarda açılmış bu dava; „alanı insanların vicdan olan“ din’in beli ve omurgası tarikat çalışması ve tarihidir. „Bundan dolayı dini siyaset ve menfaate alet edip“ her türlü kaos ve anarşinin zahiri sebeplerini hazırlayan insanlar tarih,11.08.2003 Mehmet Oruç beye yazılmış şekilde „manevi mücadele ile açığa çıkarıldıkları için“ bana ve aileme düşman oldular. Yıllardır insanlar bu olayların meydana çıkarılmasnı beklemiş; ‘şeytan’da bu arada boş durmamış; insanları aldatarak tarih, 30.06.2003 Prof.Yaşar Nuri Öztürk beye yazıılmış şekilde „din’i tahrib ederek kendisine yardımcılar edinmiş.“

Bu insanlar haya perdesini yırtıp şeytana manevi bünyede yer edindirmiş. Bundan dolayı şeytan tavanda’ki „kalasda tahribat meydana getirmiş“ kalas’da ki tahribat Tarih, 07. 09. 2003 Prof. Y.N. Öztürk beyin yazdığı. „ABD’li Prof. Hepimiz bilmekteyiz ki, havanın zehirlenmesi ozonu delmiş ve bu delik, Stephen Hawking'in deyimiyle Amerika kıtasının üç katı bir büyüklüğü ulaşmıştır. Bu delik yüzünden dünya bir radyasyon ve ültraviyole yağmurun tehdidi altındadır.“ Bizzat Hawking, bu olumsuz gelişmenin bir kıyamet alameti olduğunu söylemektedir.

„Tavan Kainat; Tavanda’ki kalas’da Ozan tabakası’dır.“ Din Adamları dünyalarını yamamak için din’i yırtıp Allah’ın korkusu ve haya perdelerini tahrib eder ise alemin düzeni sosyal ve iktisaden, Ozan tabakasını delecek şekilde gelişir, dünya üzerine müsübet olarak yağar.

Eylül veya Ekim 2002 olabilir; Allah(c.c) - kemer ile vurdurup - tavanda’ki kalas’da ‘yer edinmiş olan şeytanları’ dağıttır’dı.

Bu olaydan sonra tarih, 15.06.2002 Bezirksgericht Hernals Sachwalterschaftssach için „yazılmış yazılarda belirtilen gurupları temsilen“ birisi Tevrat hoca Nakş tarikatçı, küçüğü  Fetullahcı, büyüğü Milli Görüşçü iki kardeş ile  1150 Wien Löhrgasse’de bulunan Cami'de Akşam namazın’da bulunduk. ‘Tevrad hoca arnavutca yazılmış bir din’i kitap getirdi’... Kitabı incele’dik; ‘ben alıp yüksek bir yere koydum’, ‘hürmeten’... ‘İki kardeşten küçüğü kitabı alıp yırtıp çöpe attı’... Muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi „kalpleri böyle ve benzeri hal ile çevirip“, insanları şeytanın izine düşürüyor.

„Ben çöpten tekrar aldım.“

‘Bunlar önceden bu olayı ayarlamış’...

‘Akşam namazını Tevrat hoca kıldırdı’, Namaz bitti hoca dua edecek;

„şeytan yaklaştı hoca ağzını açtı“ içine aldı; başladı

‘içinden başka dışından başka dua etmeye’,

içinden söylediğine „bana amin“ dedirttirecek...

Dua’dan sonra kalktık dışarı çıktık;

geçimlerini temin için;

dini meslek edinip „yüzlerine İslam maskesi geçirmiş üçü“ dışarı’da kafa kafaya verip „ellerini birbirlerinin omuzuna atıp“, nefeslerini birleştirip ‘arkamdan şeytanı koyuverdiler! Eve gelene kadar melun şeytan durup durup saldırdı.

Peygamber efendimizin ‘zamanı ve vefatı sonrası yaşanmış olaylar’, devamlı aynı amaç için ama değişik usüller ile tekrarlanır... Ehl’i Beyt evlatları’da onlara karşı devamlı aynı mücadeleyi verir. Hacı Bayazıt

 

 3.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5 

 

 Şahin’im var baz’larım var.

Aşık Veysel bir deyişinde, „Şahin’im var baz’larım var“ diyordu. Şahin kelimesini anladık da, „baz“ ne demektir? Bu kelimenin de „doğan“ demek olduğunu lûgatlar söylüyor. Abdulkadir-i Geylânî (r.a) için söylenen „Bâzü’l-eşheb“ unvânı da „beyaz doğan“ demektir

Hz. Mevlânâ (r.a) „Mesnevî“ isimli eserinde anlatıyor. Bir padişahın çok sevdiği bir doğanı varmış. Semalarda serâzad uçarken bir kazaya uğrayıp bir gözünü kaybetmiş, tâkati de kesilerek baykuşların mülküne düşmüş. Bu davetsiz misafirden hoşlanmayan baykuşlar hemen toplanıp istişare meclisini toplamışlar ve şu kararı almışlar „Bu, padişahın doğanıdır. (Ehl’i Beyt’den) Her ne kadar bir gözü bizi/görmez ve gücü yoksa da, hiç buna güvenilmez, mülkümüzü elimizden alabilir. Bunu derhal temizlemeliyiz.“

Padişah sofralarına kurulmuş, yüksek tabakanın sohbetlerinde bulunmuş olan doğan, baykuşların kararını hemen sezmiş ve onlara şu öğüdü vermiş (Yazılar ile.) „Ey virâne bekçileri! Niyetinizi anlıyorum. Aman sakın haaa! Ben padişahın doğanıyım. O yüce devletlunun yanında kıymetim büyüktür. Bırakın beni temizlemeyi, eğer tüyüme dokunsanız, O padişah, baykuş kellelerinden yığın yapar!“ Selim Bey’in kulakları çınlasın, üç sene önce bir güney beldemizde bana bu kıssayı anlatmıştı. Baykuşlar (Süleymancılar) doğanın ne demek istediğini anlamışlar ve kuyruklarını kıstırarak onun etrafını boşaltmışlar.

Cenâb-ı Hakk’ın nice „doğan“ları vardır ki, alemde kanat çırpıp gezerler. Kimisi o „Bâzü’l-eşheb“ Şâh-ı Geylâni (r.a) gibi herkes tarafından bilinir, kimisi de „Belh doğanı“ Mevlânâ Celâleddin (r.a) gibi ömrü boyu tanınmadan vefat eder, ‘öldükten sonra değeri bilinir’...

Hiçbir asır Allah’ın doğanlarından hâlî değildir. Bugün de vardırlar. „Her gördüğünü Hızır bil“ diyen atalarımız boşuna konuşmamışlar. Sakın ola ki baykuşluk yapmaya kalkmayalım! Bir padişah doğanına rastlarız da, terbiyesizliğimizin neticesi bizim akılsız kellemiz de baykuş kellesinden yığını süsler! Mustafa Kaplan mkaplan@vakit. com.tr 01.10.2009

 

 3.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Tasavvufun gayesi.

Tasavvufun gayesi, ehl’i sünnet itikadından ve İslâmiyetin emirlerinden başka şeylere kavuşmak değildir. Ehl’i sünnet itikadının yakînî ve vicdânî olması, yani sağlamlaşması, şüphe getiren tesîrlerle sarsılma- ması içindir. AkıI ile, delîl ile kuvvetlendirilen iman, böyle sağlam olamaz. ra’d sûresi otuzuncu âyetinde meâlen, „Kalblere imanın sinmesi, yerleşmesi ancak ve yalnız zikr ile olur“ buyuruldu. Tasavvufun ikinci gâyesi, ibâdetlerde kolaylık, lezzet hâsıl olması, nefs’i emmâreden doğan tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. Şunu da iyi anlamalı ki, tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaipten haber vermek, nûrları, ruhları ve kıymetli rüyâlar görmek için değildir. Bunların hepsi, boş ve fâidesiz şeylerdir. Her zaman görülen ziyânın, çeşitli renklerin ve tabîattaki güzelliklerin ne kusûrları vardır ki, İnsan bunları bırakıp da, başka şeyler görmek için, birçok sıkıntılara katlansın. Çünkü bu ziyâ da, o nûrlar da, bu güzel şekiller de, o şeyler de hepsi, Allahü teâlânın yarattığı şeylerdir ve hepsi Onun varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren şahitlerdir.

Tasavvuf büyükleri, her sözlerinde ve her hareketl- erinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, keramet, hâl, görüş ve bilişler hâsıl olmaz ise, hiç üzülmezler. Fakat bunların hepsi hâsıl olup da, sünnete uymakta gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler

İşte bunun içindir ki, Bunların yolunda sima ve raks, Yani müsiki ve dans gibi şeyler yasaktııır. Böyle şeylerden hâsıl olacak lezzet ve hâllere kıymet vermemişlerdir. İslamiyetin izin vermediği şeylerin, hasıl edeceği bütün haller, zevkler, hep İstidracdır. Zîrâ, gayri müslümlerde ve fâsıklarda da böyle hâller hâsıl olmakta ve bu kâinât aynasında, onlar da, tevhîd, keşf gibi şeyler öğrenmekte, içlerine doğmak- tadır. Eski Yunân filozoflarından ve Hindistân’daki Cûkiyye ve Berehmen papazlarında da, bu hâller görülmektedir. Hallerin doğru olmasına Alamet, İslamiyete uygun olmayan ve haram şeylerden hasıl olmamalarıdır. Simâ yani mûsikî ve raks yani dans, lehv ve la’bdır, yani oyundur. Lokmân sûresi altıncı âyetinde, (Lehv-el-hadîs) tegannî ile okumağı yasak etmek için idi. Abdüllah ibni Abbâsın „radıyallahü anhümⓠtalebesinden olan, imâm’ı Mücâhid, Tâbi’înin büyüklerindendir. Bu âyet’i kerîmenin, tegannîyi, müziği yasak ettiğini bildirdi.. Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Mes’ûd „radıyallahü anhüm“, bu âyet’i kerîmenin, tegannîyi yasak ettiğine yemîn etmiştir. Mehmet Oruç. 04.10.03

 

3.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Gerçek ölüm.

„Zalim hükümdara karşı hakkı söyleyebilen âlim“i över Allah Resûlü (asm). İlimleri kadar yüce, büyük, bu faziletli Alimler sayesinde Hak ve Hakikat ayaklar altına düşmekten kurtulur. Böylece zulmün önüne geçilir. Haksızlık ve zulüm karşısında sessiz kalamaz gerçek alim. Çünkü O çok iyi bilir’ki, „Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.“

Cenabı’ı Hakkın varlık ve birliğine delillerden biri olarak gösterdiği Bu Alimler Sayesinde Dünyanın direği yerinden çıkmaktan kurtulur, Sulh ve Sukunet sağlanır. „Gelene ağam, gidene paşam“ diyen sözde alimler ise zulme alet olmaktan kurtulamamışlar, nice kötülüğe çanak tutmuş- lardır. İşte hakikî alimle sahte alim arasındaki fark budur.Şaban Döğen 22.10.2003  

 

4.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Din’in Nehiylerini Doğru Algılamak

Gebze’den Said: „Nâmahremle tokalaşmak günah olur mu?“ Bakınız, İslâm peygamberinin (asm) sözlerini çok yalın ifâdelerle vermeye çalışacağım. „Ben kadınlarla tokalaşmam!“ 1“Kişinin başına demirden bir iğne batırılması, nikâh düşen bir kadına dokunmasından daha-iyidir.“2   
Dipnotlar: 1- Câmiü’s-Sağîr, 2/680 2- Câmiü’s-Sağîr, 4/ 1402 3- Nesâî, Bîat, 18; İbn’i Mâce, Cihad, 43; 4- İbn’i Mâce, Cihad, 43/28750, 3.12.2003  fikihgünlügü

 

4.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Ehl-i Kıble Tekfir Edilmez

Günde beş defa Kâbe’ye yönelip, tehiyyatta kelime-i şehadeti söyleyen, küfre düşüp küfrüne tövbe etmese de, küfrü üzerinde sabit kalmaz“ diyenler çıkıyor. Bu yanlış değil mi?

Cevap: Bu söz islam itikadına aykırıdır... İmam’ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: Tövbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep olan şeyden de tövbe etmesi gerekir. O şeyden tövbe etmezse, namaz kılsa da kâfirdir.

Bazısı, (La ilahe illallah diyen cennete girer) hadisine göre, 72 dalalet fırkası da cehennemde sonsuz kalmaz“ diyor. Bu açıklama doğru mudur?

Cevap: Yanlıştır. Bir münafık da lailaheillAllah diyebilir. Kâfir olarak ölenleri cennete giremez.

Tekfir hastalığımızın özünde bir nevi kendimizi ilahlaştırma virüsü vardır demek caiz mi?

Cevap: Bu söz, Resulullaha ve İslam âlimlerine bir iftiradır. Hâşâ Resulullah ve onun vârisleri olan âlimleri, „küfre düşenleri“, tekfir ettikleri için kendilerini ilahlaştıran bir virüse mi yakalanmışlardır? Bu ne çirkin iftira „İtikadı küfür olan dalalet ehli“, ehl’i kıble değildir, namaz kılsa da, her ibadeti yapsa da cehennemde sonsuz kalır. İşte vesikaları.

1:İmam’ı azam ve imam’ı Şafii, Ehl’i kıble olana kâfir denilmez buyurdu. Bu söz, Ehl’i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir. 72 fırka, Ehl’i kıbledir. İctihad yapılması caiz olan açıkça anlaşılamayan delillerin tevillerinde yanıldıkları için, bunlara kâfir denilmez.

„Fakat, zaruri olan ve tevatür ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur.“ Çünkü, bunlara inanmayan, Resulullaha inanmamış olur. İman demek, Resulullahın Allahü teâlâ tarafından getirdiği, zaruri olarak bilinen bilgilere inanmak demektir. Bu bilgilerden birine bile inanmamak küfür olur. (Milel-nihal tercümesi)

2:72 bid’at fırkası, namaz kıldığı ve her ibadeti yaptığı halde, bir kısmı mülhid olmuştur. Dinde sözbirliği ile bildirilen bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, la ilahe illAllah dese ve her ibadeti yapsa ve her günahtan da sakınsa bile, artık buna ehl’i kıble denmez. (Hadika)

3:Zaruri din bilgilerinden veya iman edilecek şeylerden birine bile inanmayan, La ilahe illallah Muhammedün resulullah dese de, kâfir olur. (Redd-ül Muhtar)

4:Ehl’i sünnet olanların bir kısmı cehenneme girmez. Bunlardan yalnız kötü iş yapanlar Cehenneme girer. 72 bid’at fırkası, Ehl’i kıble olduğu için, bunlara kâfir denmez. Fakat bunların, dinde inanması zaruri olan şeylere inanmayanları kâfir olur. (Mekt. rabbani 2/67, 3/38)

5:Meşhur bir farzı inkâr eden kimse, namaz kılsa da kâfir olur.(Berika)

6:Her namaz kılana ehl’i kıble denmez. Bir hadis’i şerif meali şöyledir: (Yalan söyleyen, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden, Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.) [Buhari]

7:İmanın 6 şartından birine inanmayan, namaz kılsa da kâfirdir. (Eşiat-ül-lemeat) (Haramlardan kaçıp, ihlasla, la ilahe illallah diyen cennete girer) hadis’i şerifindeki İhlasla ifadesi için Resulullah efendimiz, (Söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır) buyurdu. (Taberani) Haramlardan kaçmayanın imanını korum- ası zorlaşır. Eğer imanını koruyamamışsa sonsuz cehennemde kalır. Mehmet Ali Demirbaş 11.12.03

 

4.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Geçersiz Amel

Kişiler vardır, Kur’ân okurlar. Onlardaki içe işleyen o okuyuşu, onu anlama ve uygulama gayretlerini görünce hayran kalırsınız. Namaz kılarlar, kendilerinden geçercesine huşûyla kılışlarına da imrenirsiniz. O kadar oruç tutarlar ki, „Bizimki de nedir!“ demekten kendinizi alamazsınız. „Cennetlik bunlar!“ derdiniz. Cennetin yolunda bu ameller vardır şüphesiz. Kim samimiyetle inanır, ihlâsla bu amelleri yapa- rsa âyet ve hadislerin vaadi çerçevesinde böylel- erinin Cennete gidecekleri umulur.

Peki, ya böyle amellerin sahibi olup da „okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkan“ İnsanların varlığını da duymuş muydunuz? „Sahte Müslümanlar mı, riyakâr mı bunlar?“ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Hayır. Önce isterseniz konuyla ilgili bir hadis’i şerifi buraya alalım. Ondan sonra da tahlilini yapalım.

Allah Resûlü (s.a.a) buyururlar ki: „Ümmetimden öyle bir topluluk çıkacak ki, Kur’ân okurlar; sizinki onlarınkinin yanında hiç hükmünde kalır. Namazınız onların namazı yanında nedir ki! Orucunuz da onların orucuna göre nerdeyse oruç sayılmaz. Onlar Kur’ân okurlar, lehlerine zannederler, ama aleyhlerindedir. Namazları da köprücük kemiklerinden öte geçmez, İslâm’dan okun avı delip geçtiği gibi çıkarlar.“1kimdir bunlar, ne zaman gelmiş veya gele- ceklerdir, belirtileri var mıdır?

Bir gün Allah Resûlü (s.a.a), Hz. Ali’ye (r.a), „Sen sözlerinden dönenler, haktan sapanlar ve dinden çıkanlarla savaşacaksın“2 buyururken „dinden çıkanlar“ ifadesiyle bu İnsanları kastetmişlerdi.

Evet, onlar Hz. Ali’ye (r.a) savaş bile açacaklar, o da kılıç kullanma zorunda kalacaktı. Hatta Allah Resûlü (s.a.a), Hz. Ali’nin (r.a) onlarla yapacağı bu savaşa dikkat çekip savaş yapacağı yeri bile bildirmiş, daha öte içlerinde Züssedye denilen pazusu olup kolu bulunmayan, pazusunun ucunda meme ucu gibi bir çıkıntı ve üzerinde de beyaz kıllar bulunan bir adam dahi bulunacağını haber vermişti.

Nitekim Hz. Ali (r.a) barışa yanaşmayan, bir yanlışa saplanıp burunlarının doğrultusunda giden bu İnsanlarla çarpışacağı zaman askerlerine onlarla ilgili bazı hatırlatmalarda bulunmuştu.... Savaştan sonra Hz. Ali (r.a) özellikleri belirtilen Züssedye’nin ölüler arasında aranmasını emretmiş, bulamadıklarında bizzat kendisi çıkıp tarif edil diği şekilde adamı bulmuş,“

„Ben yalan söylemedim“ diye Allah Resûlünden (s.a.a) duyduklarının doğruluğunu göstermiş, yerde yatan cesetlere de, „Yazıklar olsun size! Sizi aldatanlar başınıza bu zararı açtı“ demişti.

Onları, kimlerin aldattığı sorulduğunda da, aldatanın şeytan, kötülüğe sevk edenin de nefisleri olduğunu; dünyayı tatlı, kendilerinin de hak yolda olduğunu gösterdiğini, isyanlarını da süslediğini bildirmişti. Bu İnsanların özellikleri tanınmaya değmez mi? Dipnotlar: 1- Taberî, 6:47. 2- Beyhakî. Delâilü’n-Nübüvve, 6: 412, 414; Müstedrek, 3:139-140. Şaban Dogen 20.12.2003 Yeni Asya

 

4.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Kendisine Dil Uzatanlara Kur’an’dan Bir Cevap

„Bunlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemese de Allah nûrunu mutlaka tamamlayacaktır“ (Saf Sûresi, 9). Bu âyetle, „Allah'ın nûru“ diye ifade edilen dini ve Kitabı güneşe benzetilmiş; bunları, asılsız sözler, yalan yanlış propagandalarla çürütmek, etkisiz hale getirmek ve gözden düşürmek isteyenler de, güneşi üflemekle söndürmeye kalkışan akılsızlara teşbih edilmişlerdir.

Bu âyetin, Hicretin 3. yılında ve Uhud savaşından sonra nazil olduğu düşünülürse tamamen gaybî bir ihbar olduğu ve gelecekten mucize suretinde haber verdiği görülür. Zira, o sırada İslâm, sadece Medine ile sınırlıydı. Müslümanların sayısı da, birkaç bini geçmiyordu. Tüm müşrik Arapların bu dini yok etmeye kararlı oldukları bir dönemdi. Üstelik Müslümanlar Uhud Savaşında yenilmiş ve kendilerine olan güvenleri de sarsılmıştı. Bu yüzden civardaki kabileler de İslam aleyhinde cesaret bulmuşlardı. İşte bu durum ve şartlar altında Allah, İslam nûrunun sönmeyeceğini, aksine daha da ışıldayarak tüm dünyaya yayılacağını müjdelemiş ve bu müjde aynen gerçekleşmiştir. Allah'tan başka, o sıralarda, İslam'ın geleceğinin ne olacağını kim bilebilirdi? Nitekim beşerî imkânlar çerçevesinde durum değerlendirildiğinde, o dönemlerde İslâm nûrunun, her yönden esen şiddetli fırtınaların söndürebileceği zayıflıkta olduğu gör- ülür... İşte böylesi nâmüsait şartlarda ve bütün gelecek hakkında, genel ve mutlak bir hüküm verecek biçimde bu şekilde kesin konuşmak, ancak Allah'ın işi olabilir. Allah'tan başka hiç kimse, zaman okyanusu üzerinde korkunç dalgalar ve kasırgalarla boğuşmak üzere yol almaya henüz yeni başlamış küçük bir yelkenlinin büyük bir donanmaya dönüşeceğini ve bütün dünya filolarına üstünlük sağlayacağını söyleyemezdi.

„Allah nurunu tamamlayacaktır.“ Allah(c.c) bu gerçeği açık ve kesin bir ifadeyle belirtmektedir. Allah bu dini tamamlayacaktır. Yani, onu bütünü ve tüm güzellikleriyle temsil edecek kimseler meydana getirecek, ruh ve gönüllere eksiksiz olarak nakşedecek ve yeryüzünde tam olarak yayacaktır. O nûru tamamlamak, iki şekilde olur: a) Bu dini bir bütünlük içerisinde bazı fertlerin akıl ve gönüllerinde tüm aydınlığıyla netleştirmek ve böylece o kişileri diğer bütün İnsanlar için bir model haline getirmektir. Bu İlâhî vaat gerçekleşmiştir.

Allah, nûrunu Resûlullah'ın hayatında tamamlamıştır. Seçilen İlâhî modele canlı bir örnek oluşturan gerçek bir İslâmî topluluk kurmuştur. Bu örneğin belirgin özellikleri vardı ve kesin çizgilerle başkalarından ayrılıyordu. Bu öyle bir örnekti ki, gönlünde kemale eren İslam'ı seviyor, uğrunda her şeylerini feda ediyor ve ondan dönmektense ateşe atılmayı yeğliyordu. Sonraki dönemlerde de her biri birer hidâyet yıldızı, birer topluluğun gözü ve milletin azizi olmuş sayısız alim ve evliyalarla bu nur mükemmel biçimde kavranıp temsil edilmiştir.b) Doğudan batıya, kuzeyden güneye her yerde görünmesi ve her yeri aydınlatması demektir. Bu güne kadar hiçbir engelleme, baskı ve zulüm bu gelişmenin önünde duramamıştır.

Buna göre, İlâhî nûr olan Kur'an'ın kesin olarak her tarafı aydınlatacağı müjdelenmektedir. Kur’an, yeryüzü mescidinde, yüzyılların saflarında dizilip yerlerini alan tüm İnsanlara bir ezeli hitabe olduğuna göre, Bu Ayette, Çağımız Müslümanlarına da oldukça büyük Bir Müjde vardır. Çünkü çağımızda da pek çok kimsenin, Allah'ın nûru olan Kur'an güneşini söndürmek istedikleri görülüyor. Fakat bir tarafta Allah'ın iradesi, diğer tarafta O'nun yaratıklarının iradesi arasında bir çelişme söz konusu olduğuna göre, geçerli olacak olan Allah'ın iradesidir. Allah'ın iradesi ise, nûrunu tamamlamak istikametindedir.

İlâhî takdir bilek gücüyle hiç geri çevrilebilir mi? Allah'ın yaktığı bir kandil, üflemekle söndürülebilir mi? Allah'ın, Hz. Muhammed ufkundan tulu' ettirdiği Kur'an güneşi, İslam dini, uydurma sözler, yalan yanlış propagandalarla gölgelenebilir mi? Onu söndürmek isteyenler, kendileri sönmüşler. Ortadan kaldırmak için ordular sevk edenler bile, çok geçmeden onun sımsıcak potasında erimişlerdir. ahatip@tercumangaz.21.12.2003   

 

4.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

„O zalimler nasıl bir inkılap ile

tepetaklak olacaklarını zamanı gelince anlayacaklar!“

Biz kullar acele ederiz. Çünkü biz kullar parçayı görürüz. Bütünü yalnızca Allah görür. Bazen bütünü göremediğimizi unutur, parçayı bütün zannederiz. Bunun için de umutsuzlaşır, kahreder, yakamıza küseriz.

Âlemi çekip çeviren müdebbir gücün hesabı her hesabın üstündedir. Parçada berbat görünen bütünde mükemmel durur. Ama bütünü görmekten aciziz. Parçayı görüyor ve bütünden bağımsız değerlen- dirmeye çalışıyoruz. Elbette yanılıyoruz. Yanıldığımızı daha bu dünyadayken görüyor ve anlıyoruz. Ama bu bile bir şey değil. Bunun bir de ötesi var ve bütün bu oluş ve bozuluş alemi ve içinde deveran eden her şey asıl anlamını orada bulacak. Anlayamadığımız ve anlamlandıramadığımız birçok parçayı bütün içerisinde görünce kafamıza dank edecek ve „Ha, demek öyle miydi!“ diyeceğiz. Şu da var ki, eğer Kitab, kainat ve hadisât ayetlerin birlikte okuyabilirsek, parçalar arasındaki irtibatı doğru kurabiliriz. Bu basiret ve ferasete sahip olabilirsek, kendi Zalimimizi kendimiz çıkarmayız. Kendi belamızı kendi ellerimizle bulmayız. Bize darağacı olacak ağaca su vermez, gözümüzü oyacak kargayı beslemeyiz.

Tarihin yasasıdır: „Zalim Allah’ın kılıcıdır; onunla intikam alır döner ondan da intikam alır.“ İntikam Allah için kullanıldığında şu anlama gelir: „Kulunun yaptıklarının acısını kendisine tattırması“. ‘Unutmayın her zalim gücünü’, ona sessiz kalan mazlumlardan alır... Bir de başlıktaki Şuara suresinin son ayetini unutmayın. acevikel@vakit. com.tr 25.12.2003

 

4.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Hacı Bayazıt                                         Wien,27.1.04

Marien Gasse 8/1/6, 1170 Wien

Sayın Abdullah Büyük

Vakit Gazetesi. Göztepe Mah. Namık Kemal Cad, Şehit M.Erol Sok. 8/Mahmutbey/İstanbul

Selamu Aleykum

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Sayın Abdullah Büyük ağbey! Bu günkü ortamı hiçbir siyasi oluşum değiştiremez. „Bir kaç ay önce Jandarma Paşası demek istiyor ki.“ Biz biliyoruz dini kullanan dinciler var. ‘Bu sahaya din sanayısı kurup, şeytan cin torna atelyesi açmışlar’... Fakat bir ihbar alıyoruz gidip bakıyoruz’ki ‘elmalar ile armutlar birbirine karışmış’, ayırt etme imkanınız yok. Reyimizi brokrasiden yana kullanıp, gerekli kavuşturmayı yapıyoruz; diyor. Elmalar ile armutları samimi Müslümanların ayırt etme sorum- luluğu var; fakat onlarda ‘bunları deşifre edip halkı uyaracağı yerde’, bir sofra etrafına oturma hesabı ile dini duyarlılığı ihmal ediyor... Hacı Bayazıt 

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Tüm dünyanın,

tüm halkların karşı çıktığı, İnsanlık camiasının hak ve hukuk dışı ilan ettiği bir saldırıya!

İmamı Azam'ın, Abdülkadir Geylanî'nin, Mûsa Kazım'ın, Marûf Kerhî'nin, Hallac'ın, Şiblî'nin ve daha yüzlerce İnsanlık ve hak anıtının! iman torunları nasıl seyirci kalmış; dahası, nasıl destek verici olmuşlardı?! Prof. Dr Yasar Nuri Öztürk.

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Münafıkların,

kıymetli âlimlerin resimlerinin asılması hakkında gönül alıcı sözlerinin arkasında putperestlik illetinin yayılması fikri yatıyordu. Yani münafıklar, insanlığı ebedî felakete, sonsuz azaplara sürükleyecek olan putperestlik, müşriklik zehirini şekerle kaplayıp, yaldızla süsleyerek, tatlı sözlerle insanlara vermek istiyorlardı. Mehmet Oruç 01.03.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Esselamu aleyküm

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Sayın Mehmet Oruç Bey, Münafıkların Resimlerle ilgili faaliyetleri hakkındaki yazınızdan dolayı Allah(c.c) razı olsun. Bu yolda yıkıcı faaliyet gösteren şeytan ve tayfasını bertaraf eylesin.

Din adamlarının eserleri olur; ‘resimleri olmaz’... ama yüzlerine din maskesi geçirmiş münafıklar; dini kitapları - ustaca şeytanı gizleyecek şekilde tahrip ederek - ‘manevi hali yok edip’ yerlerine „kendi resimleri ile yaşam halini“ taraftarının şuraltına yerleştiriyorlar... Böylece şeytan açılmış tahribat yolundan resmin suretin’de geliyor; önceleri şeyhin veya efendinin feyzi, himmeti olarak insanlar aldatılıyor... Bir müddet sonra şeytan ‘değişik usuller’ ile insanın iradesi üzerinde güç oluşturup günaha sürüklüyor. Hacı Bayazıt 01.03.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

„İslam dininde,

her ne niyet ile olursa olsun, canlı resmi, heykeli yapmak ve bunlara hürmet etmek, haramdır, büyük günahtır... Evvelki dinlerde haram değil idi... Bunun için, İdris aleyhisselam vefat edince, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandı. Çeşitli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.“ Mehmet Ali Demirbaş. 27.06.04

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Demek ki,

yıllarını „din adına siyaset“ için harcayanlar, sonradan „Vazgeçtik“ deseler de yol açtıkları tahribatı kolay kolay temizleyemiyorlar. Ve bunun bedelini en yakınların dan başlayarak bütün bir millet ödüyor. Kazim Güleçyüz.

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

„Artık vazgeçtiniz değil mi?“

Üç sınıf İnsanın, kıyamet günü, Allah yüzüne bakmaz: Anne babasına eziyet edenler; içki içmeye devam edenler; yaptıkları iyiliği başa kakanlar (İbn Hibban, 16/335).

Allah(c.c) içkiyi, onu sunanı, içeni, imal edeni, taşıyanı, satanı, satın alanı ve parasını yiyeni rahmetinden uzaklaştırmıştır (Müstedrek, 2/37).

Şu dört sınıf İnsanı cehenneme koymak Allah(c.c) üzerinde bir haktır: İçki içmeye devam eden, faiz yiyen, haksız yere yetim malını yiyen ve anne babasına eziyet eden. (Müstedrek, 2/43).

Kur'an'ın içki konusundaki nihâî hükmü ise şöyledir: „Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz, değil mi?“ (5/90-91). ahatip@tercuman gazete.com 06.03. 2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

‘Günahtan kaçmak önce gelir’... 

„İslâm dîninde haramlardan sakınmak“, „emirleri yapmaktan daha önce gelir.“ Zira ameller üçe ayrılır... Birincisi günah olan işlerdir. Bunlar Allahü teâlânın beğenmediği şeylerdir ki ma’sıyyet denir. Emredilenleri yapmamak ve yasak edilenleri yapmak ma’sıyyettir, yani günahtır. İkincisi Allahü teâlânın beğendiği şeylerdir ki tâat denir. Bunları yapanlara sevap verileceği vadedilmiştir. Üçüncüsü ise mubâhlardır. Bunlar, yapanın niyetine göre, tâat veyâ günâh olurlar. „Bunlardan birincisi yani günah olan işler’den sakınmak çok kıymetlidir.“ „Zira nefse, günahlar’dan kaçmak, ibadet yapmaktan daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha çok sevaptır.“

Zaten Peygamber efendimiz; „Bir zerrecik yani çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir“ buyurmuşlardır. Abdullah Bin Ömer hazretleri de; „Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, haram’dan kaçınmadıkça, kabul edilmez, fâidesi olmaz“ buyurmuştur. Allahü teâlâ, haramdan sakınanı; farzları yapanlardan daha çok sever. İyi huylu olmak farzdır. Kötü huylu olmak haramdır. Kötülük yapmaktan sakınmak, iyilik yapmaktan daha kıymetli ve daha sevaptır. Kalp, göze tâbidir. Gözler haramdan sakınmazsa, kalbi korumak güç olur. O hâlde, îmânı olanların, Allahü teâlâdan korkanların, harâma bakmaması, günah işlememesi lâzımdır. Ancak bu sûretle, kendini korumak, dünyâ ve âhirette zarardan kurtulmak mümkün olur.

Zamanımız’da vera ve takvâ, kalbi, dili ve bütün uzuvları haramdan korumak, İnsanlara ve hayvanlara zulüm, işkence yapmamaktır. Bunun için, haramların hepsinden ve tahrîmî mekrûhlardan sakınmak takvâ olur. Farzları ve vâcibleri terketmek haramdır. „Emirleri Allah rızası için yapana sevap verilir. Hayırlı iş yapana niyetine göre sevap verilir. Kötü iş yapanın niyetine bakılmaz. İyi niyetle yapsa da, cezasını çeker. Zira iyi niyetle günah işlenmez.“

Günâh işlenen uzuvlardan sekizi meşhûrdur. Bunlar; kalb, kulak, göz, dil, el, mide, ferc ve ayaklardır. Günâh işleyen, bu uzuvların kendileri değildir. Bunlarda bulunan his kuvvetleridir. Dünyâda ve âhirette saadete kavuşmak, rahat etmek isteyen kimse, bu uzuvların günâh işlemelerine mâni olmalıdır

„Günâh işlememek, kalbinde meleke, tabîat, hâlini almalıdır. Bunu başarabilen kimseye Müttekî ve Sâlih denir.“ „Kalpte tabîat hâlini almadan, kendini zorlayarak günâhlardan sakınmak, takvâ olur ise de; velî olmak için, günâh işlememek tabîat, huy hâlini almalıdır.“ Bunun için de, kalbin temizlenmesi lâzımdır. Kalbin temizlenmesi, İslâmiyete uymakla olur. İslâmiyet üç kısımdır: İlm, amel, ihlâs. Emirleri ve yasakları öğrenmek, öğrendiklerine tâbi olmak, bunları yalnız Allah rızâsı için yapmak lâzımdır. Kur’ân-ı kerîm, bu üçünü emir ve medhetmektedir. Bir yandan günah işleyip, bir yandan da, „Estağfirullah“ demek, istiğfar değildir. Asıl istiğfar; Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasak ettiği şeylerden sakınmak, günahları terk etmektir.

Allahü teâlâ, izzeti ve şerefi ilme ve ibadete vermiştir. İlim de islam âlimlerinin eserlerinde vardır. Alçaklığı ve zilleti de haramlara vermiştir. Haramlara düşmemek, dünya sevgisini kalbe sokmamak lazımdır. Osman Ünlü. 07.03.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

„Ben en çok tasavvuf okurum“

diyen Şehrazat şöyle devam etmiş: Tasavvuf okuyunca huzur buluyorum. İbn’i Arabî okurum, Hallac-ı Mansur okurum, Mevlânâ okurum. Beslendiğim kaynak bana müzik olarak geri dönüyor. Bu illâ tasavvuf olacak diye bir şey yok. Eğer ben onunla da besleniyorsam, tabiî ki onun da yansımaları oluyordur. Ama bilinçli olarak yapmıyorum. Ben tasavvuf okurken, tasavvuf araştırırken kendimi çok mutlu, İnsan gibi hissediyorum. İki ayaklı hayvan değil, İnsan! Ve onun ötesinde de İnsan olmayı öğreniyorum. Hâlâ başarmış değilim.

Şehrazat, „Nedir peki ulaşmak istediğiniz?“ sorusuna da şu cevabı vermiş: „Nefsinizden ve egolarınızdan uzak durmayı başarmak. Nefsinize hakim olabilmek ve egonuzu bastırmak. Bu çok zor bir şey. İnsanoğlunun verebileceği en büyük savaştır bu. Zaten muvaffak olabilenler de Mevlânâlar gibi, Abdülkadir Geylanî’ler gibi çok büyük veli zatlar olmuşlardır. Onlara imreniyorum. Hakikî dost, dostun en büyük doktor- udur. Dolayısıyla tababetin aciz kaldığı yerde sevgi devreye girer. Bu camiada bu dostluğu yakalamak inanın çok ama çok zordur.“ „Nefisle cihad“ın en büyük ve gerçek bir savaş olduğunu ünlü bir sanatçıdan duymak ilginç değil mi? cakir. 21.03.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Din’imizi içten yıkmaya çalışan

dinde reformcuların ve çömezlerinin ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Din’in Emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek yanlış değildir. Temize pis demek kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır: Bunların dinimize yaptıkları iftiralarını söylemek gıybet olmaz.

Gıybet nedir? Gıybet, bir kimsenin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir: „Harbilerin [bugün için her kâfirin], bid’at ehlinin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını, alış verişte hile yapanların bu hilelerini Müslümanlara duyurup, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek gerekir, gıybet olmaz.“ (Redd-ül- Muhtar 5/263)

„Şu halde alış verişte veya dinde hile yaparak Müslümanları kandırmaya çalışanların bu hilesini açığa çıkarmak gıybet olmuyor, dinin emrini bildirmek oluyor.“ Çünkü Hadis’i şeriflerde buyruluyor ki: (Yalanlar yazıldığı, âdetler ibadetlere karıştırıldığı ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin!

Allahın, meleklerin ve bütün İnsanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi] (Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin, gücü yettiği halde doğruyu bildirmeyen âlimin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Ebu Nuaym] (Bid’atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur’an’ı gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir] „Bu Hadis’i Şerifler de gösteriyor ki, Kötülük edenlerin, Bid’at Ehlinin yanlışlarını açıklamak Gıybet değil, Din’in emridir, Cihaddır.“ Din’in bu emrini yapmaya çalışanları kötü- lemek de Din’e düşmanlıktır. M.Ali demirbaş. 07.06.04

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

 

En büyük günah nedir?

„Bid’at hakkında Resulullah, (Bid’at ehli benden değildir. Onlarla cihad kâfirlerle cihad gibidir. Bid’at ehli cehennemin köpekleridir) buyuruyor:“ „Kibir için de, (Zerre kadar kibri olan cennete girmez) buyuruyor. Cenab-ı Hak da, (Kibirlenene, hiç acımam, çok acı azap ederim) buyuruyor.“ M.Ali Demirbaş 10.06.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

 

Bismillahir Rahmanir rahim

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Sevgili Mehmet Ali Demirbaş Ağbey Allah(c.c) sizden razı olup, bu uğurdaki her türlü engeli; yüreğiniz ve kalemiz ile bertaraf eylesin. Allah(c.c) alemin düzenini dua ve doğruluk üzerine bina ettiği için, din'in içini boşaltan taraf çöküyor. Buna mütakiben diğer taraf çöken tarafın üzerine kayıp geliyor. “O taraf'da nihayet çöküyor.“ Böylece, Dünyanın imarı için gerekli olan ilmi ve mali kaynak savaş ve savunma alanına gidiyor. Bu hayati meseleleri gündeme taşıyıp insanları uyarmak Müslümanın görevidir. Hacı Bayazıt

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12

 

Bismillahir Rahmanir Rahim

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Cihad'ın en efadlı bu zaman'da bu şekilde olanıdır. Küreselleşen dünya varlığını devam ettirmek için askeri harcamalarını kısıp maneviyat adalet ve barışa „islama“ yönelmektedir. Bundan dolayı din'in içerisini boşaltıp  tahrip edenler; bu sahayı terke zorlanmalıdır. Bu insanların tahribat yolları açığa çıkartıldığı zaman, hemen daha önceki vermiş oldukları vetvaları ve yapmış oldukları tahribatı unutup sureti hakdan görünmeye çalışırlar. Fakat yıllardır aldıkları telkin ile hizmetinde bulundukları şeytan kolay ile bunların yakasını bırakmaz; taharetsiz veya zayıf abdest ile yanlarında bulunup, ‘orada gizlenip’ oradan harekat ederek; deniz altı torpüdosu gibi, derinden giderek, bunları sevimli göstermenin yollarını arar. Allah(c.c) yüreğinizi ve kaleminiz ile dini siyaset ve menfate alet edenler ile dini meslek haline getirip içini boşaltanları bertaraf eylesin. Hacı Bayazıt.11.06.2004 

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13

 

Bismillahir Rahmanir Rahim

Allah’ın selamı üzerinize olsun. Sevgili A.Meriç Muhsin kardeşim insanların uyarılması için alanı insanların vicdanı olan bu davaların Mahkemeler üzerin’den kamu oyuna duyurulup görülmesinde manen destek oldunuz.

Olayların ‘her anı yaşanarak’ verilmiş manevi, fikri ve fiziki mücadele insanlık alemine ait olup dinin beli ve omurgası’dır. Bir yazınızda belirtmiş olduğunuz ‘iç düşman üç düşman olarak  henüz görünmüyor’ dediğiniz; bu düşmanlar Allah’ın yardımı  ve sevdiklerinin manevi desteği ile Mahkemeye intikal etmiş dosyaların için’de.

„2002 yazın'da Türkiye’ye telefon edip bacım ile görüştüm.“

‘Bacım ile görüşmemde anladımki zerre pişmanlık alametleri imana gelir yanları yok her iki alemde dünyalarını kaybedeceklerini bile bile’... yıllardır kitapları şeytanın yardımcısı olarak yazıp masaların üzerine koyarak okutup günahlar ile taraftarlarının gözüne perde indirip nefsen sarhoş ederek her insanı islamdan sapıtan muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi yaparak Allah(c.c) ile bağını koparıp ateşe cehenneme sürmüşler ve sürüyorlar.

Kitapları tahrib ederek insanları şeytanın hizbi yapanların başı’da, bu Mahkeme dosyalarının içerisindedir. 

Allah’ın izni ile „Olayların üzerindeki gizliliğin aralanıp, gerçeklerin meydana çıkması ile beslendikleri bataklık kuruyup“ güvendikleri buz gibi eriyecektir. Bu insanların bulunduğu bataklık’da şeytan dillerinin altına yerleşip onların dili ile konuşuyor gözü ile görüyor; „sonra telkin ediyor, onların dini onlara, sizin dininiz size.“, yani gurupların ayrılığı kadar din’in olmasını herkesin bir dini olup orada çöplenmesini telkin ediyor.

Tahribatı kitap takvim vesaire ile yayınlıyorlar; yıl 1997 de Süleymancılara ait Fazilet takvim'de yazıyor. (Sümme Haşa) „Bir günde Kur’an’ın hükmü kalktı.“ O günü Takvimi okuyan ne kadar İnsan var ise; kanında ki haram ve şüpheli oranında itikadı bozulup bu gurupların ateşine odun oldu. Bu Takvimi okuyan insanların haline göre kalplerinin üzerinde bulunan şeytan derinden telkin eder. (Sümme Haşa) Kur’an’ın hükmü kalktı; o halde şeytan ile uyumlu olmak için kitapları şeytanı gizleyecek şekilde tahrip edip, insanlara haram ve şüphelileri yedirip açık ve gizli şirke düşürerek menfaat temin edelim. Böylece şeytanın izine düşen insanların bulunmuş olduğu bölge manen fikren ve zahiren çöküyor. Allah’ın yardımı ile olayların meydana çıkması insanların maneviyat ve adalete yönelmesi ile Allah(c.c)ın vadi gerçekleşecektir. Hacı Bayazıt 20.06.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.14

 

Bid’at ve fitneden sakınmak

İtikadı bozuk, bid’at ehli olanlara karşı nasıl davranılmalı?

Cevap: İtikadı bozuk olmak veya bid’at sahibi olmak büyük günahtır. Bid’at ehli ile konuşmak, kâfirle arkadaşlık etmekten, kat kat daha fenadır. Bid’at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerekir) buyurdu.

Çünkü hadis’i şeriflerde, (Bid’at ehlinden kaçın, onlara selam vermeyin, onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin, cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın) buyuruluyor. Fitne çıkarmak haramdır. Fitne çıkacaksa onlara selam verilir, ihtiyaç kadar yanlarında oturulur, beraber namaz kılınır. M.Ali Demirbaş 30.06.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.15

 

Siyasal İslam mı Sufilik mi?..

İnsanlar ıkendine çeken iki cazip akım var. Birisi, siyasal İslâm olarak ifade edilen, İslâmın devlet ve yönetim boyutu; diğeri de İnsanın kalb ve ruh derinliğini oluşturan tasavvuf, bir başka ifadeyle sufilik ve bunun kurumsallaşmış biçimi olan tarikatlar: Bugün dünya ölçeğinde hangisi öne çıkıyor, hangisi fonksiyonunu icra ediyor, hangisi cazibesini azaltmış, gündemdeki yerini kaybeder olmuştur: Lüksemburg Üniversitesi öğretim üyelerinden tasavvuf uzmanı Fransız oryantalist Erick Joffroy, geçtiğimiz Pazar günü „islamonline.net/ arabic“e verdiği mülakatta, İslâm âleminin geleceğinin tasavvufî akımda olduğunu söyledi ve „İslâm dünyası ister istemez oraya doğru gidiyor“ dedi:

Bir süre Kahire'de ve BAE'lerinde incelemeler yapmış olan Prof. Erick, „Irak'ta Amerikan işgaline karşı gösterilen İslâmi direniş, siyasal İslâm’ın yeniden önemini artırıp yeni bir alan açar mı?“ sorusunu şu cevabı verdi: „...Ben siyasal İslâm’ın yeniden öne çıkacağını sanmıyorum. Çünkü, Mısır gibi siyasal İslâm’ın beşiği olan bir ülkede artık siyasal bir daralma yaşanıyor. Şimdilerde daha çok İslâmî davete önem veriliyor. Bundan dolayı İslâm aleminde ve Arap dünyasında siyasal İslâm’ın yeni bir alan kazanması mümkün gözükmüyor.“ „Irak'ın ise kendine özgü bir konumu var:“ „İşgalden sonra gelişen direnişin asıl amacı, büyük İsrail rüyasının karşısında durmaktır.“ Petrol ikinci bir faktördür. Din meselesi ise işgalin bir başka gerekçesidir. Çünkü bizim bildiğimiz George Bush çok aşırı bir katolik cemaatine bağılıdır: „Şu anda Arap ülkelerindeki rejimler, iktidara sufileri yaklaştırdılar. Fas'ın Dışişleri Bakanı Ahmed Tevfik sufi bir Müslüman’dır. Ezher Rektörü Ahmed et-Tayyib, Halveti tarikatına bağlıdır. Cezayir'de Buteflika sufiliğe yakındır ve geçtiğimiz seçimde tutumunu açıkça belli etti.“ „Bugünlerde siyasal İslâm on sene öncesinden daha zayıftır. Bunun karşısında sufiliğe bir yöneliş var. Çünkü İnsanlar Maneviyattan başka bir çarenin kalmadığına inanıyorlar:

İslâm’ın öne çıkan bu manevi yönü, aynı zamanda sosyal ve siyasal meseleleri de içine alıyor. Çünkü İslâm dini kendi içinde kapalı bir din değildir.“ Şu hususu da Tesbit etmek lazım; Sunulan siyasal projeler maneviyatdan uzaksa ondan bir şey elde edilmez. Karmaşa dolu bu alemde, İnsanların fili olarak maneviyat’dan başka acil bir ihtiayaçları yoktur. „Size göre İslâm aleminde siyasal İslâm’ın yerini sufi hareket geçer mi?“ şeklinde yöneltilen bir soruya ise Prof. Erick şu açıklamayı getirdi. „Evet, ben öyle inanıyorum ve bu inancımda yalnız değilim.

Benim İnandığım Tasavvuf, herkesin bildiği Tasavvuf değildir, Manevi bir Tasavvuftur. Çünkü İnsanî ve akla dayalı bir İslâm’a dönüş, tasavvufla olacaktır. Buna da ancak manevi tarafı öne çıkan bir İslâm’la erişilir. Köklü ve derin bir Maneviyata dayanan sufilik, dünya çapında bir hareket meydana getiriyor. Siyasal İsalam ise „yüzeysel ideolojik fikirler üretiyor“, güçlü, manevi bir dayanaktan mahrum.

Bazıları sufilerin ideolojik arka planının olduğu iddia ediliyor. Bazıları sufiliği İslâm aleminin laikliğine bir kapı olarak değerlendiriyor. Çünkü sufiliğin en önemli prensibi nefsi ıslah etmek, kendilerini kurtarmaktır. Dini bireysel olarak bir hayat tarzı olarak görüyorlar. „Her şeyden önce sufilik İnsanı dünyacı olmaktan kurtarıyor. Sufiler dünyacılıktan kurtulduktan sonra İslâmı başkalarına anlatmaya başlıyor.“ Resulullah (a.s.m) aynen böyle yapmış. Mutasavvıflara tarihi geçmişiyle bakacak olsak, kendilerini toplumdan soyutlamadıklarını göreceğiz. Gerçi belli bir dönem inzivada yaşamış olsalar da, fazla bir zaman kaybetmeden toplumun içine girmişlerdir. Çünkü onlar toplumda kendileri için önemli bir hizmet alanı olacağını biliyorlar. „Şimdi yeni nesil sufilikte, sosyal boyutu gelişmiş farklı bir yükseliş görüyoruz. Çünkü 70'lere kadar olan sufi tarikatler belli yaşlardaki İnsanlara hitap ediyordu. Şimdi ise durum değişti. Çünkü gençler tasavvufun bu eski halinden tatmin olmuyorlar. Tasavvufu, bir iç ve dış operasyon olarak görüyorlar.“ mpaksu tercuman  08.07.2004

 

5.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.16

 

Adalet ayakta kalma sebebi

Nimetin kıymeti bilinmezse nimet elden gider; bu genel kural. Osmanlının çöküşünde kabahati hep dışarıda aramak yanlış olur. Halk son zamanlarda sahip olduğu nimetin kıymetini bilmedi. Cenab-ı Hak da nimeti ondan aldı: Mekke’de bir küçük mescid de bundan birkaç yıl evvel bir cuma hutbesinde okuduğu Arap bir hatîbin şu ifâdeleri ne kadar mânidardır:

„Ey mü’minler! Bir milletin, Allah yolunda olduğu, O’nun emirlerine sıkı sıkıya bağlı bulunduğu, Kur’ân-ı kerimin muhtevâsındaki ahlâk ve İnsaniyyetin canlı bir timsâlini gerçekleştirdiği ve i’lâ-yı kelimetullâh yolunda yürüdüğü zaman nasıl azîz olduğunu ve bunun aksine bir yolda yürüdüğü zaman da nasıl zelîl bir hâle düştüğünü anlamak isteyenler, bir muazzam Osmanlıya, bir de onun bugünkü nesline baksınlar! Onlar, Allah yolunda yürüdükleri zaman buraya vâliler, kumandanlar, paşalar ve idâreciler gönderi- yorlardı: Şimdi ise eli kazma-kürekli işçiler gönderiyorlar!“

Bu gerçeği müşâhede eden Edmondo de Amicis de şunları söyler: „Şimdiki Türkler, ecdâdının değerinde değildir: Zîrâ bugünküler, bizim teknik ve tekno- lojimizin yerine yaşayışımızı, nefsânî rahatlık sebep- lerimizi, ayıplarımızı, kötülüklerimizi benimse- miştir. Bunun için Osmanlı Türk seciyesinin bütün iyi taraflarını kaybettikleri de bir gerçektir: Onların, Batıdan hâsıl ettikleri şeyler; inançsız, para düşkünü, her türlü dînî, millî ananelerin düşmanı ve kötü rûhlu İnsanlar ile atalarının pabuçları dahî olmayacak kadar ahlâksız bir gürûhu taklitten ibarettir.“ Mehmet Oruç 10.07.2004

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Selâm sana ey gülzârın gülü!

Rabbimin Kur’an’ından, Resûlü’nün haberlerinden, anladığım o ki; „her asırda bir gül’i Muhammedî (asm) açar, râyihâya hasret kalmış gönülleri yedi iklime yetecek has kokusu ile doyurur.“ Lâkin, mayısböceğinin gülle ne işi olabilir? Âlem gülle dolsa, onun işi illâ başkadır... „Her asır, ya bir Peygamberin, ya bir velinin taht’ı riyasetinde barınır...“ Nübüvvet bağının mührü vurulduğundan beri, o mühr-i nübüvvetin taze meyveleri asır ağaçlarının başında arz-ı endâm ediyor: Kimisi Ömer b. Abdülaziz (r.a) gibi ikindi güneşine benziyor, kimisi Hz. Mevlânâ (r.a) gibi son nefese kadar gizli kalıyor, kimisi de Bâzü’l-eşheb Şâh-ı Geylâni (r.a) gibi maddenin şahlarına nefes aldırmıyor.

Ya bu felaket ve helâket asrı? Son mümessil, izn’i İlâhi ile esrâr ummanından ruhuna massettirdiği kudsi hakikatten, izin verilen kadarını vitrinlemiş. Nerede o göz ki, eserin penceresinden o ummana hasr-ı nazar ede de, gözünün ayağına zerre su değmeye! Mücevher terazisinden habersiz inşaat kalfasının kaç tonajlık kantarlarda altın-gümüş tartmaya kalkması komik değil midir? ‘Ey posa hamalı!’ Sen küfeni yüklen, maden cevherinden soyulmuş külleri taşımaya ta’lim et! Nene gerek la’l ü mercan? Âlem boşaldı mı? Merkezi santral kapandı mı? Beşeriyet şimdi „Makber“ mi çekiyor; „Her yer karanlık“ mı? A gaflet uykusuyla gözleri şişmiş şaşkın! Becerebiliyorsan kör gözlerini aralayıver de, ıssız bir dağ başında secdeye varmış kalbe damlayan her tane feyiz yağmurunun dahi „tek“ merkezden aktığını görmeye çalış!

Asır „Boş“ olsa, kepengin inmesi gerekmez mi? Müşterisiz dükkanı kim neylesin? Madem paydos davulu çalmamış, tezgahta kimin oturduğuna dikkat etsene! Yoksa, zaten mal sahipsiz diyerek hırsızlıktan lezzet mi alıyorsun? Bileklerin sağlam mı? „Fakdaû eydiyehümⓠnidasını duymuyor musun? Bu asır gülzârı gülsüz olur mu? Bu bahçenin son turfandası öyle bir gül’i Muhammedî (sav) vasfıyla haber verilmiş ki, Süfyan ve Deccal’in vurgunuyla sarsılarak kepenkleri inmiş kalp çeşmelerinin kör tıpalarını eritecek bir râyiha neşredecekmiş!

Dumanlı havayı cadıların yaşadığı uzak tepelere sürgün edecek, Kur’an güneşinin bahçelerdeki buzları eriterek kurumuş köklere âb-ı hayat sunmasına yol açacakmış! Bilumum yarasalar, baykuşlar ürkerek izbe inlerine kaçacaklarmış! İşte ben o gülün meftunuyum. O kokunun hayranıyım. Buram buram Kur’an kokan, burcu burcu sünnet neşreden, Ehl’i Sünnet bağının bütün çiçeklerini harman etmiş bir râyiha burnuma geliyor. Bu asrın gülünü arıyorum. Biliyorum, santral çalışıyor. Arş’tan bağını koparmamış gönüllere nûr gelmeye devam ediyor çünkü; o halde tezgâhta biri var!

Teknoloji harikası sahte çiçekler, isteyenin olsun. Ben onların cazib, ama ruhsuz renkleriyle meşgul değilim. Gübre kokusunu laboratuvar oyunlarıyla misk ü amber diye sunan sahtekârların sihirleri de başlarında paralansın: Bütün beşeriyetin tek meydanda toplanacağı gün bu asrın zavallı mecruhlarına kol-kanat gerecek o gülü arıyorum: „...Madem gülzâr var“, o halde o gül de var, ama nerede? Hangi dağın buzulları arasında gizli, hangi sahranın kum tepeleri arkasında gözlerden nihan, hangi vahânın kuyusu başında yalnız kalmış, hangi şehrin keşmekeşi içinde kaybolmuş bir parkta boynu bükük duruyor? Cedd-i emcedinden miras olan güzel kokunu biliyorum senin. Burnum beni aldatmıyor, ruhum gaflet gömleğinden başını çıkarmaya çalışıyor. Ey bu asrın nadide gülü! Bâd-ı sabâ senden haber veriyor, seher vakti senin kokun bizim ruh iklimine de uğruyor. Sana selâm olsun! Âlemlere rahmet olan ceddinin aşkına, bu günahkâr biçâreyi güzel kokundan mahrum etme! Evet, bû-yi mübârekin ölü kalbime âb-ı hayat olmazsa, eğer senin kokundan mahrum olarak hayat kepenklerim kapanırsa, benden daha bedbaht kim olabilir? Mustafa Kaplan Vakit 15.07.2004

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Bâtın ilminin önemi

Bâtın ilmi diye bir ilim var mıdır? Arapça batn=karın yani İnsanın içi demektir. Bu bakımdan bâtın ilmi veya bâtıni ilim diye bir ilimden bahsetmek doğru olur mu? Bâtın ilmi varsa, Kur’an ve sünnetten delil verebilir misiniz?

Cevap: Her kelimenin tek manası olmaz. Bâtın kelimesi de öyledir. Bâtın esmai hüsnadan, yani Allahü teâlânın isimlerindendir. Kur’an-ı kerimde, (O evveldir, âhirdir, zâhirdir ve bâtındır, O, her şeyi bilendir) buyruluyor. (Hadid 3)  Hadis’i şeriflerde de buyruluyor ki: (Din bilgisi iki kısımdır: 1- Kalpte olan faydalı ilimler. 2- Dil ile anlatılan zahiri ilimler.) [Hatib, Süyuti] (Elbette Kur’an’ın zahiri ve bâtıni manası vardır.) [İbni Hibban] (Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sır, hikmetlerinden bir hükümdür. Allah onu kullarından dilediğinin kalbine bırakır.) [Deylemi, Süyuti, Münavi] (Zahir ve bâtın ilminde âlim olanlar, enbiyanın vârisleridirler.) [M. Nasihat] (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidir. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir.) [M. Nasihat] „Taha suresinin (rabbim ilmimi arttır de) mealindeki 114. âyeti, bâtın ilminin artmasını istemek olduğu tefsirlerde bildirilmektedir.“ Abdulgani Nablusi hazretleri buyur- uyor ki: İmam’ı Malik buyurdu ki: (İlmi zahire malik olan, ilmi bâtına kavuşabilir. Zahir bilgisi olan kimse, ilmi ile amel ederse, Allahü teala, ona bâtın bilgisi ihsan eder.) Ali bin Muhammed Vefa’nın ârifane sözlerine şaşırıp kalan imam’ı Ömer Bülkini, bunları nereden öğrendin deyince, Bekara suresindeki, (Allah’tan korkun! Allahü teâlâ, kendinden korkanlara bilmediklerini öğretir) mealindeki 282. âyeti okudu.  ...Ebu Talib’i Mekki buyurdu ki: (İlmi zahir ile ilmi bâtın, birbirlerinden ayrılmazlar. Beden ile kalbin birlikte bulunması gibidirler. Bâtın ilimleri, arifin kalbinden kalplere akar.)  (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis’i şerifi ile bildirilen âlimler, bildikleri ile amel eden, takva sahibi olan, Peygamberlerdeki ilimlerin hepsine kavuşan hakiki âlimlerdir. İmam’ı Münavi, İmam’ı Gazali’den naklen bildiriyor ki: Ahiret bilgisi iki türlüdür: Biri keşifle hasıl olur. Buna (İlmi mükaşefe=İlmi bâtın) denir. Bütün ilimler, bu ilme kavuşmak için sebeplerdir. İkincisi (İlmi muamele)dir. İlmi bâtından nasibi olmayanın imansız gitmesinden korkulur. „Bundan nasip almanın en aşağısı, bu ilme inanmaktır.“

„Bid’at ehline bâtın ilmi nasip olmaz.“ „Bâtın bilgisi, temiz kalplerde hasıl olan bir nurdur.“ (Öyle ilimler vardır ki, çok gizlidirler. Bunları, ancak marifet sahipleri bilir) hadis’i şerifi, bâtın ilimlerini göstermektedir: Allahü teâlânın emir ve yasaklarını doğru yapabilmek için herkese lâzım olan İlmi hal bilgileri öğrenilip amel edilince, ilmi bâtın hasıl olabilir. (Hadika) malid@tgrt. com.tr  20.07.2004

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Bismillahhir rahmanir rahim

Allah’ın selamı üzerinize olsun. Sayın Süleyman Kösmene bey başlığı -Cin ve büyü- meselesi olan aşağıdaki olaylar ‘alemde gelişen olayların derinden bağlı olduğu iki kural’dan birisi hali’dir.’

Allah(c.c) bütün alemleri maneviyat ve adalet üzerine bina etmiştir.

İnsanlar maneviyat ve adalet’den uzaklaşırsa; din’de açılan tahribat yolundan şeytan ve cine yaklaşması ile önce menfatleniyormuş gibi ama, sonra şeytan ve cinin hizmetine girip, Peygamber efendimizin izinden çıkılması ile sonuçlanır. Delilleri altı başlığa açıklama olarak verelim.

Cin ve büyü meselesi

1: Cinler, İnsanlar gibi şuur ve irâdeye sahip olan, Allah’a kulluk için yaratılan ve Allah’ın emirlerine uymakla yükümlü kılınan, mahşer gününde insanlarla birlikte hesaba çekileceği bildirilen rûhânî varlıklardır. Cinlerle görüşülür mü? Bizi çerçeveleyen fizik şartlarda genelde hayır.

-Açıklama: İnsanları, Peygamber efendimizin izinden sapıtmada cinlerin fazla rolü yoktur... ama siyasi ve menfati hevesi uğruna şeytanın izine düşüp dinin içi maneviyatı boşaltanlar; şeytan ve cini, taraftarları fark edilince bu ‘cin ve şeytan müslüman’, efendinin şeyhin yardımcısı; diye, insanları aldatıp sonra herbir takipciyi korku ve zaviyet ile şeytanın izine düşürüyorlar!..

2: Fakat bu fizik şartları yırtan kimi peygamberlerin, kimi velîlerin veya kimi insanların cinlerle görüştükleri bilinen şeylerdir.

-Açıklama: Peygamberler Cinlere de gelmiştir. Tepliğ etmesi görevidir. Velilik makamı ise cin ve şeytan ile görüşmeye kapalıdır. Hz Peygamberler efendimiz mübüvvet makamında olup; her türlü günahtan korunmuş ve masumdur. Velilik makamı ise Hz Peygamberl efendimizin izine düşme Velayet makamıdır. Bundan dolayı masumiyet - günahtan korunma - makamında olabilmesi için; vücudun merkezi Allah’ın evi kalbi her türlü sakıncadan koruması gerekir; Kalbe açılan yedi kapıdan birisi ‘his ve duyu kapısı’, şeytan ve cinin üç usül ile yaklaşığı kapılardan birisidir.

3: Peygamberlerin veya velîlerin cinlerle görüşmeler- inde ne cinlere ne insanlara bir sıkıntı veya zarar gelmemiştir. Çünkü onların ellerinde „İlâhî ölçüler vardır“, kalplerin’de Allah korkusu hâkimdir.  Kezâ, genellikle cinler peygamberler tarafından tebliğe tabi tutulmuşlardır.

-Açıklama: ‘Bura’da insanları aldatıyorlar’... Hz Peygamber efendimizin cinlere tebliğinde mesajı; Peygamberimizin bütün mahlukata gönderildiğini kanıtı’dır. „Veli hz Peygamberinin izine düşecek ise; cinler ile görüşmeye kapalı“, yok eğer şeytanın izine düşecek ise  açık olur; devleti saltanata - Osmanlı evlatlarını siyasi katillere çeviren – fetva veren munafık dincilerin hepsi islam dairesin’den çıkmış cin ve şeytanın yardımcısı’dır. Bunlardan birisi; evlat ve torunların katli için Osmanlı Patişahı Süleymana fetva veren şeytanın yardımcısı Ebu Suud efendi’nin hocası, cinler ile görüşen fetva veren şeytan evliyası İbni Kemal’dir!..

Veliler cin ve şeytanı taşıyan insanların bilir sesini duyar ve görürler; ‘yanıt ve yakınlık vermezler’... „Cin ve şeytan’ dilin altına yerleşmiş gizli ve açık küfür ile üç bataklık içeinde’ki insanlardan ‘üç usül’ ile gelir ve gider.“ Velilerin dilinin altında zikir olur; ‘küfür olmaz’ velilere ve onların izini takip eden Peygamber efendimizin izine düşmüş insanlara yaklaşamaz. Allah(c.c) korur.

4: Hazret’i Süleyman Aleyhisselâm cinlerle açıktan görüşürdü. Peygamber efendimiz (asm) cinlerin de peygamberidir ve cinlerden bir grubu İslâma davet etmiştir. Onlar da bu daveti kabul etmişler, Müslüman olmuşlar ve Peygamber efendimizden (asm) Kur’ân dinlemişlerdir. Bunu Kur’ân’da ki Cin Sûresinden öğreniyoruz. Kur’ân bu cinlerin şöyle dediklerini bize bildiriyor: „Bizi doğru yola ileten hârikulâde bir Kur’ân dinledik. Ve ona iman ettik. Biz rabb’imize hiç kimseyi ortak koşmayız.“

-Açıklama: 1.Süleyman (a.s) „Cinler ile görüştüğüne dair haberin, - o şekilde yorumu -  doğru değil ve sakıncalı; doğrusu, ‘cinlerin’, Süleyman (a.s) hizmetin’de çalıştığı haber verilen; ‘kıssanın içeriği’, „Cinlerin ‘Gaib'in ilminden haberdar olmadığını’ haber taşımasına önem verilmemesini ikaz eder.“ a.) Cinler Süleyman(a.s) tarlasında çalışırken bastona dayanmış halde duran Süleyman(a.s) vefat ediyor; ama bundan cinlerin haberi olmuyor; ta'ki Süleyman (a.s) yere düşene kadar: b.) Allah(c.c) açıkça ayetinde ikaz ediyor. Cinlerin gaib'den haberi yoktur!.. Eğer olsa idi kendilerini azaplı bir günün beklediğini bilirler’di.

-Burada ki açık uyarı - Cinlere uyana!.. vesvesesi haberine kulak verene!.. islam dairesin’de tahribat yolu açıp cin ile maneviyatı boşaltana ve insanlara teşvik edene’dir.

5: Saidi Nursinin; Süleyman Aleyhisselâm’ın cinlerle görüştüğünü ve şeytanlara düşmanlığı bıraktırdığını haber veren âyeti tefsîr ederken; bu kapının insanoğlu için de açık bırakıldığını; Cenâb-ı Hakkın emirlerine itaat edilmesi şartıyla cinlerin ve şeytanların düşmanlığı bırakmaya mecbur edilerek İnsanlığa hizmetkâr yapılabileceğini kaydeder.2

-Açıklama: Şeytanın yaratılış gayesi insanları aldatıp „Peygamber efendimizin izinden“ sapıtarak kendi izine düşürüp itikadını bozup amelini alarak... „Allah(c.c)’ın cehennemi insi ve cinni şeytanlar ile dolduracağım“, vadi gereği cehenneme sürüklenmek'dir. Allah(c.c) bir ayeti celilesinde haber veriyor. Onlar önlerinde sürücü şeytanlar ile mahşere sürülecektir.

6:Fakat heyhât... Heyhat... Heyhat! Bu yüksek ufuklar nerede? Bugün İnsanların belâsı haline getirilen bâtıl cincilik ve büyücülük furyası nerede? Dipnotlar: 1- Cin Sûresi: 1 /2- Sözler, s. 234 /3- Müslim, Îmân, 145- 04.08.2004 fikihgunlugu@yeniasya.com.tr

-Açıklama: ‘islam dairesinden çıkanlar’... insanların belâsı haline getirilen bâtıl cincilik ve büyücülük furyasına zemin hazırlanır. Hacı Bayazıt 04.08.0204

Not. Bu yazılar’dan sonra; Yeni Asya Gazetesin’de Ali Fersatoğlu, Saidi Nursi’de hata yapar... notu düştü.

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

„Unutmayalım ki,

Peygamberler ve tarihe geçen güzel insanlar, en olumsuz şartlarda bir başlarına tevhid eri olmayı başarmışlar, iman edip islâm olanların ilkleri olmuş- lardır. Onlar bizim örneklerimiz ve öncülerimiz’dir.“ „Neden biz de onlar gibi olmayalım?!“ „Biz bu şuurda olalım da varsın şeytanın yandaşları kötü planlarına yeni yeni planlar eklesinler. Onların kötü planlarına en iyi karşılık verecek olan Yüce Allah’tır. Firavn’un planları ise, uzun vadede asla başarıya ulaşmamıştır. Musalar var oldukça, Firavnlar yok olmaya mahkûmdur.“ Abdullah Büyük.06.08.2004

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Bu çirkin asrın

ve çirkin muhitin yegâne süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki, gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor. Niçin ondan müşteki gibisiniz? O mazrufa, bu zarftan muvafık ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum. Abdurrahman Dilipak 08.08.2004 

 

İ’MA... O vakitler İstanbul’un suyuna domuz dışkısı karışmıyordu; ve her ayda Türkiye’ye tonlarca karışık ‘jelatin’ hayvan yağı ‘haram ve şüpheli’ girmiyordu, dolayısı ile „kalbe gelen kan“ nisbeten helal derecesine yakın olduğu; maneviyatta bu denli boşalmadığı için insanlar böyle düşünüyordu. Hacı Bayazıt

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Muhterem ağbey insanların uyarılması için uzun soluklu bir mücade gereklidir! Mücadele için de Maneviyat ve Adalet gerekir! „Tarih 18.03.03, Adalet Bakanlığına bir dosya götürüyordum.“ Bakanlığa yakın Lerchenfelder Str/Köşe Strozzigasse’de „iki tane tesettürlü kadın duruyorlardı„ yolun üzerinde olduğu için insan yüzüne bakmasa bile hali fark ediliyor, içimden geçti ki, ‘herhalde bizim arkadaşın hanımı diye, kafamı tamamen ters çevirdim’, tam yanlarından geçerken iki kadın başladı Arapça konuşmaya!..

Gayri ihtiyari dikkatimi çekti; ne güzel bunlar’da Arap müslümanlarmış; diye, hafif kalp ve gönül perdem aralandı...

Tam karşıya geçtim! Taksi durağı ve takside bekleyen şeytan şöfer; „yanındaki şeytanı koyverdi“, Ben bakanlığa gidiyorum, şeytanda tıpır tıpır arkamdan bir müddet geldi... Bu İnsanlar din'i „siyaset ve menfaate alet eden“ siyasi parti milli görüş içindeki taşıyıcı insiler...  

Bu sene tarih, 10.05.2004 yine Bakanlığa dosya götürüyorum. Sabah haramlara helal deyip din'in temeli dinamitleyen (süleymancı) bölücülerden, genç karı koca evimden çıktıktan sonra, Elterlein Platz ile Kalverein Bergg köşede  karşıma çıktı... „Bunların gayesini bildiğim için orda bir şey olmadı“ yaklaşık bir kilometre sonra; Neustift gasse 52 Bakanlığa yakın bir durakta; aynı şahıslar tekrar yolumun üzerinde duruyordu. Fiziken faaliyetleri normale uygun güçleri ise dikkat çekip peşine şeytanı takıyorlar.

Allah’ın izni ile  onların faliyetı „insanların uyanıp kendilerini teşhir etmesini sağlıyor.“ Hacı Bayazıt 08.08.2004

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Dünya soluksuz ve habersiz dönüyor.

Biz de dönüyoruz zaman ve zeminler sona doğru yol alıyor. Uçurumun tepesinde gösterilen iki yolun yolcusuyuz. Gösterilen bu yol hak ve batıl diye ayrılmıştır. Kapılarına da binecekler konulmuştur. İnsanın tercihine bırakılmıştır. Deccalin sunduğu sahte bineke mi; yoksa zahmet gibi görünen rahmet bineğine mi binilmesi gerekli bilmiyoruz: Şu can denen mahlukatı taşımak ne zor şeymiş? abuyuk Vakit 14.08.04

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

Manevra alanı daraltılmış âlimlerimiz

„Bir toplumun kaderi, o toplum içindeki muttaki, cesur ve gerçek mânâda Allah'tan korkan, dolayısıyla salih İnsan özelliğine sahip olan âlimlerin etkinliğine bağlıdır. Eğer, bir cemiyet içinde kötülüğü ve bâtılı ortadan kaldırıp, onun yerine hakkı ve adaleti tesis etmeye gücü kuvveti yetecek sayıda salih kişi bulunursa, genel azap, bir ıslah, bir tedavi fırsatı tanımak için, o cemiyetten kaldırılır.

Yok eğer, salih İnsanlar böyle bir girişim için yeterli sayıda değilseler ve toplum-cemiyet böyle salih kişilere müsamaha etmiyor ve onların ıslah girişimlerine izin vermiyorsa, o zaman topluluk kendi azabını, kendi helâkini hazırlamış demektir. aboyuk@vakit.com.tr

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

A.Büyük bey Allah’ın izni ile ‘havuzun suyu temizlenecek’... suya pisleyler berteraf edilecek. 1999 yılın’da Türkiye’de idim. Ankara’da bacılarımın evinde misafir kalıyordum. Servet enişte, Süleymancıların Keçiören’deki yurduna üye olmuş; ama kendisini Fetullah hocaya yakın gösteriyordu; hoca efendinin aykırı fetvaları olduğundan dolayı gönlümüz ona kapalı idi. Bu yüzden o taraftan bir şey gelmez hesabı içerisinde idim.

Büyük Mükremin enişte söylüyordu. Yav çay içme „küçük bacının evinde, küçük enişte ile birlikte çay içerek yaptığımız kahvaltıyı kastediyor.“ zehir geliyor; diye. Sabah kahvaltı yapıyorduk birlikte bağırsaklarım düğümlenecek gibi oluyordu. Akdere’den Kızılaya yaya olarak gidip geliyordum ki, Vücut kahvaltıda ‘karşıdaki nefes ile gelen’ şeytanı atsın.

İşte havuzun suyunu bu şekilde pisleyip maneviyata giden yolun önüne engeller çekip; yıllardır ‘deccala’ çalışmışlar. Allah(c.c) bütün insanları İslam fıtratı üzerine yaratmıştır. İnsanlar yaratılış gayesine uygun din ahlak maneviyat dairesin’de bulunur ise iman kalbe zikir ile yerleşip insanlar rahmet ve berekete laik hale hazırlanıyor. Eğer insanlar dini siyaset ve menfaate alet eder daireden çıkarsa kalbe iman yerine şeytan yerleşip; insanlar musibet ve sıkıntıya müstehak hale hazırlanıyor. Allah’da vakti saati geldiğinde din’ini tahrip edenleri bertaraf ediyor. Hacı Bayazıt 31.12.2004

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

 

İnsan gönlünde

şeytanın ordusundan sayılan şehvet ile, Allah’ın askeri sayılan akıl nûru arasında sürekli bir mücâdele vardır. Müzik bu mücâdelede şehveti tahrik edici değil; akıl nûruna kuvvet verici olmalıdır. Bu iki ordudan birisi kalbi fetheder ve kuşatırsa zaferi elde etmiş olur ve mücâdele biter. Şeytanın müzikle kalbe girip kalbin mânevî neşesini bozmasına izin verilmemeli. Zamanımızda kalpleri şeytanlar kuşattı. Şarkılar ve müzik parçaları ekseriya şeytanî hevesleri tahrik amacıyla çalınır ve söylenir oldu. Gönül kendisini bir müzik parçasına kaptırmaya görsün; müziğin sazıyla ve sözüyle kendinden geçip, neredeyse kul ve İnsan olduğunu unutur hale geldi. Öyle ki, nice müzik parçaları ile kendi İnsanlığını unutan ve kendinden geçen nice gençler, elde jiletle başta kendileri olmak üzere etraflarına zarar verir oldular. İşte böyle müzikten çabuk etkilenen, mânevî terbiye almamış, kendi kimliğini İslâm ahlâkı ile yoğurmamış kişiler müzik dinlememeli. Çünkü bu kişiler müzikten zarar göreceklerdir. Fikihgunlugu

 

6.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

 

„Lâkin her akşam bana yüz tane salevat okumayı aksatmazdı... Vefatı duyurulunca Rabbimden şefaat izni istedim, onu benim hatırıma bağışladı.“ „Şimdi“ diyorsun „ben nasıl salevat okumayayım?“

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Değerli A.Sırrı Arvas Kardeşim; Allah(c.c) yüreğiniz ve kaleminiz ile din’in beli ve omurgası maneviyatı muafaza eylesin. Müslüman her vakit „Allahümme Salli ve Barik“ duaları ile Namaz çıkışın'da namazı zihnin’de toparlar ise Peygamberinin izine düşer; eğer namazı zihnin’de toparlayamaz ise namaz kılmamış Peygamberi izine düşmemiş olur; artık kimin izin’de ise vay haline!.. Salatı Şerif okuduğu zaman; kanı ve midesi temiz haram ve şüpheli yok ise nefesinin olduğu yere kadar şeytan araya öne gelemiyor; diğer duyu yollarını da korunur ise; Müslüman Peygamberinin izin’de Şefatına mazhar hale geliyor.

Yıl 1995’den beri her vakit namaz arkasından 99 defa Salat Şerif okuyordum „diğer insanların yaklaştığı oranda“ şeytan’da yaklaşıp bıkkınlık usulü ile Salatı Şerif okumamı engellemeye uğraşıyordu araya girip Salatı Şerifi bıraktırıp Peygamberimin izinden çıkartamayınca 1998 yaz ayın’da üf dedi gitti... giderken Selahattin Çelebi hocanın nefesi iz olarak kaldı. Hacı Bayazıt  03.01.2005

 

7.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Mesela eskiden „alperen“ denilen kimseler vardı. Bunların her biri, tasavvuf büyüklerinin sohbetlerinde, dergahlarda yetişmiş kimselerdi. Dinimizin güzel ahlakı ile bezenmişlerdi. Hal ile söz ile, yaşayış ile örnek kimselerdi. İslamiyeti yaymak için kendilerini adamışlardı. Eshab-ı kiram gibi geri dönmemek üzere çeşitli memleketlere dağılmışlar, oralarda İslamiyeti tanıtmakla ömürlerini tamamlamışlardı. „Ta Semerka-nt’tan, Buhara’dan kalkıp Anadolu’ya, Rum diyarına gelmişlerdi..! Mehmet.oruc@ihlas.net.tr

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Osmanlı Devleti maneviyat ve adalet burcunun doruğunda iken dinin beli ve omurgası maneviyat ehli halkı takvaya hazırlaması ile gönüllerde manevi fetih gerçekleşiyordu.

„Yıl 1995 Hapishane’de uyanmaya, bazı şeyleri hatırlamaya, kalbin üzerinde’ki perdeler kıpırdamaya başlayınca“ Allah(c.c) rahmet eylesin, Türkiye Gazetesin’de ısrarlı bir şekilde Ahmet Kabaklı hocanın Alperen muhtevalı yazıları dikkatimi çekti. “Demek istiyordu ki, Gururuna dikkat et.“

Tasavvuf ve tarikat ehilleri, din’in beli ve omurgası maneviyatın vasıtası tasavvuf ve tarikata müzik, çalgı aleti, sigara, şüphelilerin yenmesi, Kur’an ayet ve sürelerine saygısızlık, „bir oda içerisin’de nikah düşecek bir kadın ile nefes nefese gelecek yakınlıkta, nikahsız olarak şeyh mürid ilişkisinde bulununca“, altıncı duyu yolu feraset ve keramet ile şeytanın istidrac ve sihrini  birbirinden ayıran haya ve edep kapısı açılıp helal ile haram birbirine karışıp ‘omurga ve belde’ yumuşama başlayınca;

Allah(c.c)ın Ehl'i Beyt ile edep ve haya sahiplerinin laneti üzerlerine olasıcalar,

dinsiz imansızlar;

burada Şeyh Mürit arasında „na’mahrem olmaz“  diye, müslümanın gururunu şeytana kırdırıp takipcilerinin bilinç altına yerleşmiş resmin suretinde şeytanı, müslümanın koynuna atıyorlar.

Böylece itikatı bozulan insanlar sıkıntı ve musibete müstehak hale hazırlanıyor. Allah(c.c) tarih 28.Şubat 1997 de dini tahrib eden bu gurupları bertaraf edip; Askerin emekli kurmayını kurum ve kuruluşların başına, Albayı Yarbayı gurupların başına getirip, din iman hırsızlarının topdan - gururlarını kırıp - karanlık yönlerini meydana çıkardı. Bunlar anlaşılma’dan Başörtüsü ve akıl baliğ çağın’dan başlamak üzere gerekli dini eğitim’de başlamaz. Bundan dolayı masum ve mağdur olan insanların vebali, bunları bilip susanların üzerine’dir. Bu Sebep ile Ahmet Kabaklı hocaya, Hak Teala’dan rahmet ve mağfiret diliyorum.

Not: Alperen; Alpliğin Erenleşmesi ‘ırkı ve milli olgunun’ kemer ve köprüler ile islam dairesi içerisinde eriyip ümmet olarak ivme, şahsiyet kazanması demektir; eritemez ise... insanları islamdan sapıtan şeytanın yardımcılarının elemanı ve iti olur. Hacı Bayazıt 29.01.2005

 

7.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Mevlânâ, ehil olmadıkları halde irşada kalkışan sahte rehberlere seslenir, onlara öğütlerde bulunur: adulazizhatip@tercumangazete.com

Esselamu Aleyküm

Allah’ın selamı üzerinize olsun. Sevgili Abdülaziz Hatip ağbeyim, Mevlana hazretlerinin belirttiği gibi Müslüman sıratı müstakim yolunda ilerlerken İslam dairesin“den dönüyor. Bu şekilde dönen yedi gurup olmuş. Bunlar din’den tahibat yolu ile çıktıkları için şeytanın izindeler. „Dini kitapları çok ustaca tahrip etmişler.“ ‘Bir bitki var’... Buruna yaklaştırılınca ‘kurumuş tozu’ insanı hapşıttırıyor. „Bu bitkinin tozunu alkol karıştırılmış parfüm veya esansa katıp üzerlerinde taşıyorlar; bu usül ile şeytan yanlarında bulunuyor. Namaz vs ibadetlerde ve bazi hallerde istediği insana yaklaşıp hapşırık yaptırıyor. Müslüman’da hapşırığın iyiye olduğunu hatırlayıp ‘şükür Yarabbil Alemin deyip Fatihaı okuyor’ bu arada şeytan telkinini atıyor, ‘müslüman bunları bilmediği için’ şeytanın telkinini iyi olarak algılıyor. Bu şekilde faaliyet gösteren gruplar olmuş. „Bunlara karşı kalp kapalı olursa“ Allah(c.c) şeytanın telkinlerini tersine çevirip ‘yardımcılarını meydana çıkartıp’ insanları onların şerlerinden koruyup onları bertaraf eder. Hacı Bayazıt  30.01.2005 

 

7.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Sayın Değerli kardeşim, Sigarayı bıraktığınızı yazıyor yorumcular. Dikkat edin! Sigara tiryakisi günde bir Paket içtiği zaman Ciğerlerinde 10 senede 6 Kilo nikotin birikiyor. Sigarayı bıraktığınız zaman; ciğerlerin üzerin’de birikmiş nikotini sökebilirseniz sigaranın yapmış olduğu tahrip olan hücreler yenilenebiliyor. bu tedavi zikir ve ibadet ile mümkün hücrelerin yenilenmesi için mücadele içerde başlaması kişinin kendini bilmesi gerekir. Kalp zikir ve ibadet ile meşgul olup zikir dilin altına yerleştiği zaman; ‘dil yalana riyaya çirkin söze dönmez’, ‘kulak çınlaması ve göz serimesi ile gelen telkin kesin olarak alınmamalı’, müslüman aldanmaz bu engelleri aşar ise vucutun yenilmesine zemin hazırlar. Din’de yapılan tahribat yolları’da bu hale bağlı olarak kapatılıyor.

Sigara balgamları sökülmeye başlayınca çok vesvese  gelir. „Kesinlikle vesvese alınmamalı“ yardımcıları vasıtası ile din’i de tahrib eden şeytan sigara ile de vücudu tahrib ederek, „sigara balgamı üzerinde tutunduğu için“ balgam söküldükce ‘devamlı vesvese verip’ telkin ile tutunmak ister. Allah(c.c) için şüpheli bir şey yemez iseniz - kan temizlenir - kalbe Allah’ın korkusu yerleşir. Hacı Bayazıt 01.02.2005

 

7.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

İslâm adına ‘kalabalıklara’ cehaleti rüşvet verenler

Bir İnsan ya Rasûlüllah (sav)'ın getirdiğine tabi olacak veya his ve heveslerine uyacaktır. His ve hevesler, disiplinsizliği, başıboşluğu, düzensizliği, keyfe göre yaşamayı öngörürler. Şehvetlerini ve şöhretlerini, rasûlüllah (sav)'in getirdiğine tercih edenlerin iman iddiaları bir vehimden öteye geçemez. Nitekim ulemadan Aliyyu'l Kari (Rh.a.) yukarıdaki hadisin şerhinde der ki: „mü'min olamaz“ ifadesi, imanın aslını nefyeden bir ifadedir. (Mirkat/1,Sh: 201-202)

Yeryüzünde sevdaları şöhret olanların sermayeleri cehalet olur. Cehaletin İslâmiyet diye İnsanlara sunulması ve kabul görmesi, Allah'ın dinine karşı hurafeciliğin zafere kavuşmasıdır. Allah'ın dini adına bu işi yapanlar, kalabalıklara cehaleti rüşvet verenlerdir. Kuru kalabalıkların nezdinde itibar görmek için İslâm dinini yontanlar, İslâm dininin evrensel hükümlerinden kırpanlar, kalabalıklara cehaleti rüşvet verenlerdir. Bakınız İslâm ulemasından Muhammed Birgivî (Rh.a.) 1560 tarihinden önce telif ettiği bir eserinde şunları söylüyor: „Öyle bir zamanda bulunuyoruz ki; cehalet meşhur, ilim ise sözü edilmeye değmez olmuştur. Bazı kimseler, hurafeleri ve dinin yasakladığı şeyleri, Allah'a yaklaşmanın en yüce yollarından sayıyorlar. İlmi zayıf bazı kimseler, İnsanları ibadet kılığına büründürülmüş yaygın bid'atlere teşvik ediyorlar. Hatta bunların bir kısmı iyiyi kötüden ayırmadan, zayıf ve uydurulmuş sözlerden meydana gelen kitaplar bile yazmaktadır. İşin aslını bilme imkânı olmayan halk ise ya menfaati, ya da işlerine öyle geldiği için bu eserlere iltifat etmektedir… Bu durum, İnsanların kendisinden gafil bulunduğu büyük bir musibettir!“ (Şerhu'l Ehadisi'l Erbein/Sh:2-3, İst/1326)

Müslümanların Kitap, Sünnet, İcam’i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha ile çelişen ve çatışan eserlere iltifat etmeleri, başlı başına bir musibettir. Cahillerin cehaletini ganimet bilerek onlara cehaleti din diye takdim etmek ise, cinayettir. Bu musibet ve cinayetlerin kıskacında kalan mü'minler için çıkış yolu, din adına anlatılanları Kitap, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha ölçüsüne vurmak ve bu ölçülerle çelişen mesajları, açıklamaları, yorumları, izahları tarihin çöp sepetine atmak suretiyle Hakk'ın hatırını bütün hatırların fevkine çıkarmaktır. Ne kalabalıkların, ne şahısların ve ne de kurumların hatırı Hakk'ın hatrının önüne geçemez. Çünkü Hakk'ın hatrından âli/yüce hatır yoktur. Bu, böyle biline. Mustafa Çelik 23.03.2005

 

7.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Hacı Bayazıt    Wien, 14.02.2005

Alser Strasse 30/26   

1090 Wien

An das

Landesgericht für ZRS Wien         Gz: 42R512/04m

Schwarzenbergplatz 11

1040 Wien

Konu: Landesgericht für ZRS Wien, tarafından tarih, 25.Janner 2005 de Sachwalterscft ile ilgili kararın., bir üst Mahkeme tarafın’dan ‘terazinin bir kefesine konarak’ diğer kefesine de hak ve hukukun savunulması için ‘birlikte  verilmiş olan delillerin konup’, Yüksek Mahkemeniz tarafından sonuçlanmasını.., Veya on senedir sürmekte olan davanın içi manevi, dışı fikri ve fiziki boyutları mevcut anayasal hükümlerin kapsamı dışında ise dosyanın bir Üst Mahkemeye havalesini talep ediyorum.

Nedenleri: 

Hz İbrahim(a.s) Kabeyi yaptığı zaman, Allah(c.c) buyurur ki, Ya İbrahim İnananları yeryüzünde’ki Benim Evime ziyarete çağır. İbrahim(a.s) da söylerki, YaRabbil Alemin, Ben bura’dan sesimi kime duyuracağım?..

Allah(c.c) buyur ki;

Ya İbrahim sen söyle, Onu, her tarafa duyurmak bize ait.

1996 Yılında Eisenstadt hapishanesin’de üçüncü katda’ki odamda biraz bunalmış durumda idim;

Binanın direği manen ima ile işaret edilip; davacı olduğum insanları ilgili her şeyi Mahkemeye bildirmem ima ile istendi.

Maneviyat ve Adalet, bireyde İnsan ve ailenin, Genelde ise Gök Kubbenin direğidir. „Bundan dolayı, maneviyat ve adalete olan inancımın zafiyete uğraması mümkün değil.” Çünkü, insanlar yaratılış gayesine uygun, din ahlak maneviyat dairesi içerisinde bulunur ise „insanların korktukları zaman akıllarına ilk gelen Allah(c.c) ismi kalbe yerleşir insanlar Allah’dan rahmet ve bereket gelecek hale hazırlanır... Eğer insanlar yaratılış gayesine uzak din’i siyaset ve menfaate alet eder ise kalbe iman yerine şeytan yerleşir, insanlar Allah’dan musibet ve sıkıntı gelecek hale hazırlanır. Böylece, Allah(c.c) dilediğini hidayete kurtuluşa erdirir; dilediğinin de başına şeytanı cini musallat edip azabına yaklaştırır. Hükmü gerçekleşir.

Davanın hayati boyutları, ‘bir fiil yaşanarak’ manevi fikri zahiri üç halin örtüşmesi sonucu isbat eder bilgileri basın yolu ile açıklanmış tarih, 31.12.2004’li belge.

Allah’ın selamı, bereketi üzerinize olsun.

Sayın Abdullah Büyük bey Allah(c.c) yar ve yardımcınız olsun. Allah(c.c)ın izni ile havuzun suyunu pisleyen „dinin aslını gizleyenler” berteraf edilecek... dinin aslının açığa çıkması ile havuza girenlerin zehirlenmesi önlenip insanlar havuz’da arınıp safileşecek.

1999 yılında Türkiye de idim. Ankara’da bacılarımın evinde misafir kalıyordum... küçük Servet enişte Süleymancıların Keçiören’deki yurduna üye olmuş; ama kendisini Fetullah hocaya yakın gösteriyordu... hoca efendinin aykırı fetvaları olduğundan dolayı gönlümüz o tarafa kapalı idi; bu yüzden o taraftan bir şey gelmez hesabı içerisinde idim.

Büyük Mükremin enişte söylüyordu. Yav Çay içme zehir geliyor; diye... „küçük bacının evinde küçük enişte ile birlikte çay içerek yaptığımız kahvaltıyı kastediyor.” 

Sabah kahvaltı yapıyorduk birlikte bağırsaklarım düğümlenecek gibi oluyordu... Akdere’den Kızılay’a yaya olarak gidip geliyordum ki „Vücut kahvaltıda karşıdaki nefes ile gelen” şeytanın zehirini atsın.

İşte havuzun suyuna bu şekilde pisleyip ufka maneviyata takvaya giden yolun önüne engeller çekip; yıllardır deccala çalışmışlar. Bütün Dünya teröre karşı önlem aldı... samimi insanlar iz sürecek ve dinini siyaset ve menfaate alet etmeyen nefsini ve iradesini kontrol altında tutan, „her İnsan anlayacak ki kaos ve terörün manevi fikri halini hazırlayanlar ile zahiren terörü yapanlar ‘ayrı’ ama aynı amacı tamamlayan insanlar.” Hacı Bayazıt 31.12.0204

 

8.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Hacı Bayazıt                                       Wien, 18.04.2005

Alser Strasse 30/26, 1090 Wien

An das                                   Gz. 046245Ur94/05d-1

Landesgericht für Strafsachen,

Wien Landesgerichts Strasse 11, Wien 1082

Bir Mahkeme Özeti.

Tarih, 26.04.2005 de olacak Mahkeme. „Olayların aydınlanıp benzeri faaliyetlerin engellenmesi için“ hukuki düzenleme’de kamu güveni ve sosyal dengenin tesisi için, önemli belge olacağına inanmaktayım. Benzeri olayların engellenmesi insanları musibet ve sıkıntıya müstehak olarak hazırlayanların bertaraf edilmesi için, Türkiyede „bu dava ile ilgli“ hapis cezası içeren iki kanun çıkartıldı.

Dava ile ilgili Sachwalter istemiyorum. „Yıl 1994 ortalarında akşam evime misafir olarak M.Cemil Şahin ile karısı Melek gelmiş.“ M.C Şahin ile yan yana oturuyorduk; ‘Oğlum Mehmet’de yedi yaşlarında idi yanımda oturuyordu’... M.C.Şahin ile konuşuyor bir taraftanda „yan göz ile“ karşıdaki televizyonu seyrediyorduk; televizyonda hafif döşü açık spiker göründü;

yanımda duran oğlum Mehmet,

„hemen uzanıp eli ile gözümü kapayıp“ gayri ihtiyari görmemi engelledi...

Bunu hali gören M.C.Şahin, ‘amaa ne var bunda’ bizim Melek (karısı) daha açık erotik filmleri seyreder; dedi. 

Görülecek Mahkemede Şahsımı temsilen Mahkemenize verilmiş 26 sayfa belgeler; Tarafınızdan sorulacak soruları yanıtlayacağına inanıyorum. Hacı Bayazıt

Karar: Olayların manevi ve zahiri boyutu Mahkeme tutanaklarında kayıt altına alınıp... „Yargıtay/OGH‘un Süleymancıların içlerindeki şeytanı bir kap içindeki suya üfleyerek, suyu istenilen yerlere serpiştirmesi ile kuluçkulama yöntemini görmesi sonrası Süleymancılar ile Osman’ın ailemi korkutarak açtırdığı dava 29. 04. 2005 Geri çekilmiştir.

 

8.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

„Derin güç, hukuka ve iktidara meydan okumasını sürdürüyor.“ A. Dilipak.

Aslan Ağbey öyle gözüküyor ki „derin güç bir tarafın dengesidir.“

Yıl 2001 Austurya Wien Sultan Ahmet Camisinin kantin kısmın da duvara asmışlar; „Allah’ın Ayeti celilesinde“ „Sizleri Kavimler halinde yarattık, tanışıp koklaşasınız.“ Bu ayeti öyle tevsir etmişler’ki; - tanışıp koklaşasınız - „Allah’ın dini üzerin’de tanışıp bir araya gelip koklaşasınız.“ değilse, korunasınız; dinim islamı kendi menfaatleriniz üzerinde anlaşıp bozmayınız; bozulmayınız; anlamını... diğer insanlar ile sazlı sözlü ilahiler söylemek, ortak kültürel faaliyetlerde bulunmak; şeklinde. Bu Ayetin yanlış tefsir edildiğini Neşritat sorumlusuna söyledim... Arkadaş mahcup oldu, hemen kaldırdı.

„Yıl 2001 Almanya’da yapılacak kongere öncesi“ ‘Erbakan hoca, demek istedi’... Şu kadar, bu  kadar teşkilat kadro ile müslümanları uyumlu hale biz hazırlarız!.. (ima ediyor) Eğer Partimizin kapatılma kararını onaylamaz iseniz!.. ‘Aksi durumda faize fetva verir, bunca yıl faize bulaşmamış müslümanın itikadını bozar ‘Bankalara hucum ettirir’ sizin’de iktisadi yapınızı bozarız, demek istiyor. Hacı Bayazıt 29.05.2005 

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

İhtilâf ilimle sona erer.

Eğer Müslümanlar arasında „edille-i şer'iyye“ esas olsa, herkes de gönlünde en küçük bir sıkıntı hissetmeden o hükümlere boyun eğse; aramızda ihtilâf kalır mı? 1.400 senedir bu ümmetin kısm’ı a'zamı „Kur'an, Sünnet, İcmâ ve Kıyâs“ ölçülerini tercih etmiştir. Fakat, göbeğinde yaşadığımız bu Âhirzaman günlerinde ise o „sevâd-ı a'zam“ terk edilmiş, Kaf Dağına çıkan enâniyetler birer Firavun gibi, „Bana göre“ patikaları açmışlardır. O yüzden de ümmet arasında derin ayrılıklar su yüzüne çıkmıştır.,

Birkaç yıl önce kendisini Kur'an'a vakfettiğini söyleyen bir kardeşimizle sohbet ediyorduk. Mes'ele de dinin seferilik mevzuu idi. Mezheblerin hükmünü söyledim, o kardeşimiz, „Üstâdın mutlak vârisi olan ağabeyler senin gibi söylemiyor“ dedi. Değer verdiği zâtı mezheb imamlarından daha yukarıda zanneden kişi, nasıl olacak da kendisinden daha cahillere dinin emir ve yasaklarını aktarabilecek?.. Ölçümüz şahıslar olursa, şahıslar adedince de patikalar kaçınılmaz olacaktır. Eğer ölçü olarak ilim esas alınırsa, yani „edille-i erbaa“ herkesi bağlayıcı hâle gelirse; o zaman herkesin taklit edeceği „tek“ bir şahıs olur ki, o da yalnız ve yalnız Hz. Muhammed (sav)'dir.

Cahilin dini olmaz efendiler! Enâniyetlere yol veren unsur ise cehalettir. Cehaletin sırtına binen enâniyet firavuncukları ise cadde-i kübrâ-yı Kur'ânîden ayrı patikacıklar açmayı bilir, başka şeyden anlamaz. mkaplan@vakit.com.tr 15.04.2005

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Bismillahir rahmanir rahim.

Allah’ın selamı üzerinize olsun. Sevgili Mehmet Oruc Ağbey Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin efendimiz ile oniki Ehl’i Beyt İmamın vermiş olduğu mücadele; itikatda iki amalde dört İmam’ın içtihatında güç kaynağı olup, ‘takva ve ruhsat ölçüsünde dört imam’ın üçü bu uğurda, Kur’an ve sünnete dayalı din’in dairesin- den zafiyet göstermeyip şehit olmuştur... Burada inanılması gereken dört Meshep değil; „bir meshepin takva ve ruhsat ölçüsünde içtihat etmiş dört imamı’dır.“ Dört Meshep olarak inanmak islamın ruhuna aykırı.

Bir misal. Abdest, imamı Azam hazretlerine göre kadına dokunmak ile bozulmaz. İmam hazretleri halkın içerisin’de esnaf olarak bulunduğu için. İmamı Şafi hazretlerine göre bozulur. Burada ölçü kalabalık ve kırsal hayata göre; kalpte oluşan hale göre’dir.

Cin meselesini hiç bir zafiyete mehal bırakma- dan ayırt etmek gerek... Bunun vebali - insanları uyandıracak seviyede olan - her insanın üzerinde’dir. Yıl 2001, Wien’de Mahmut efendinin müridi Osman hoca’nın tezgahı, dükkanın içinde’ki ‘cin ve şeytanları’ bir ayda ekmek kırıntıları ile birlikte toplayıp temizleye bildim.

Süleymancı bir zat ilmihali kitabı yazmış. Talebe iken masalardan dökülmüş ekmek ufaklarını toparladığı için cinler rahatsız olup, gözünü kapatmış; hocaların dersini dinleyemedikleri için.

Ayet ve Nimete saygısızlık yapıp -ekmek ufaklarını kasıtlı- döküyorlar; dolayısı ile buralarda şeytan ve cin toplanıyor. Süleymancılar şeytanı bu müslüman şeytan ve cin diye taraftarlarına inandırıyor. Böylece; şeytan tezgâhlarında yetişen takipcilerini imtihan ediyor; ‘onların gözü ile bakıp dili üzerin’den’ soruyor, Bu ‘ayet önce gelmiş; buda sonra gelmiş’, değilmi, diye; bu sorunun arkasından telkin geliyor,  (Sümme Haşa) „sonra gelen ayet, öncekinin hükmünü kaldırmış’dır“ oluyor. Böylece şeytanın hesabına hazırlanma başlıyor. Bunlar gelekci Bia’ad ehli şeytanın sağ ayağı oğlan tarafı’dır. Şeytanın dişi tarafı sol ayağını ise dinin içini boşaltanlar ile siyasal islamcılar’dır...

Ortak özellikleri - hz Ali efendimiz ile Ehl’i Beyti gölgelemek için; takipcilerinin bülünç altına uydurma Ebu Hureyye hadislerini sıkıştırmak.

Ortak hastalıkları ileri derece şeker hastalığı Mahmut efendi, Fetullah Gülen, Kadir Mısırlıoğlu gibi, yaptıkları dini tahribat oranın’da kendi içleri-de tahrip oluyor.

Asırlardır insanları işledikleri günahlar ile bu şekilde uyutup dünyanın bugünkü halinin zahiri sebeplerini hazırlamışlar. ‘Din iman hırsızlarını deşifre etdirip’... insanları uyandıran Allah’a hamdü senalar olsun. 

„İmamı Azam hazretlerinin bulunduğu beldede bir koyun çalınmış.“ İmam hazretleri duymuş ki koyunun ömrü yedi sene... Yedi sene boyunca kasaptan koyun eti alıp yememiş. Haram ve şüpheliden böylesine sakınan müslümanın yanına cin’de şeytan’da gelmez. Müslüman bir hak dinin manevi ve zahiri dört hali ile  ‘islam dairesi’ içerisinde korunur ise şeytan’da cin’de kalp ve kanın dışında kalır. Yok eğer tahribat yolu ile islam dairsin’den çıkar ise hak’dan batıla şeytanslı hale döner. Hacı Bayazıt  01.08.2005 

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Kötülüğe göz yummak ve umûmî felâket

Hz. Peygamber buyurdu ki. „İsrâil oğullarından birtakım kimseler günahlar işlemeye başlayınca âlimleri onları bu işlerden önce menettiler. Onlar vazgeçmeyince bu defa da âlimler onlarla oturup kalktılar ve yiyip içtiler. Bunun üzerine Allah Tealâ onların kalplerini birbirine kattı ve Dâvûd'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle onları lânetledi.“

Sonra bir yere yaslanmış bulunan Allah Resûlü oturduğu yerde doğrularak sözünü şöyle tamamladı: „Hayır! Canımı kudretinin elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, kötüleri kötülükten tam olarak çekip doğruya yöneltmezseniz, siz de onların akıbetinden selamette kalamazsınız.“ (İbn Mâce, Fiten 20) İsrâil oğulları âlimlerinin, kötülük işleyen kimseleri önce o fenalıktan menedip, daha sonra onlarla yiyip içmesi, düşüp kalkması, içli dışlı olması, onların da kalplerinin kararmasına sebep olmuştur.

Buna göre bir kimse kötülük işleyip, diğeri de onu bundan vazgeçirmeye çalışsa, daha sonra kötülüğü bırakmayan o kişiyle ilişkiyi kesmeyip hiçbir şey yapmamış gibi işi oluruna bıraksa, her ikisi de Allah'ın gazabını hak eder. Bu durumda yapılması gereken, işin peşini bırakmamak, elden hiçbir şey gelmiyorsa bile pasif direniş göstermek, kalben buğzetmektir. Hadişâret edilen âyette (Kur'ân: 5/78) belirtildiği gibi, böyle davranan İsrâil oğulları gerek Hz. Dâvûd ve gerekse Hz. İsa'nın diliyle Allah'ın gazabına uğramaları için bedduaya hedef olmuşlardır.

Resûl’i Ekrem, bu buyruğu yaslanmış durumda iken söylemiş ve Müslümanlara ait olan talimatı vereceği zaman ise, doğrulmakla işin önemini belirtmek istemiştir. Talimatın verdiği mesaj şudur: Müslümanlar haksızlık edenlere dur!“ demeli, onların hakkı kabul etmelerine çalışmalı, mazlumların haklarını iade etmeye gayret göstermelidirler. Bu, onların görevidir. Bu yükümlülüklerini yerine getirmezlerse sorumluluktan kurtulamaz ve İsrâil oğullarıyla aynı akıbete uğramak kaçınılmaz olur. 

„Benden önce de Allah'ın bir ümmete gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki, o Peygamberin ümmetin- den havar(yakın yardımcıları, fedakâr dostları) ve sünnetine uyan, emrini yerine getiren has arkadaşları olmasın. Sonra onların ardından, yapmadık- larını söyleyip, kendilerinden istenmeyeni de yapan kötü nesiller türer. Kim bunlarla eliyle mücâdele ederse o mü'mindir. Kim bunlarla diliyle mücâdele ederse o da mü'mindir. Kim de bunlarla kalbiyle mücâdele ederse o da mü'mindir. Bunun gerisinde artık zerre kadar imân yoktur“ (Müslim, İmân 80)

Ümmet kelimesi, bir peygamberin tabileri demektir. Bazen daha genel olarak peygamberin dine davet ettiği kemseler için de kullanılır. Mü'minlere „ümmet’i icabet“, yani çağrıya uyan ümmet; kafirlere ise, „ümmet’i davet“, yani dine davet edildiği halde çağrıya uymayanlar denir. Ancak ümmet denince genellikle birinci mâna kastedilir. Hadmü'min sayılabilmek için kötülüğe var gücümüzle engel olmamızı emretmektedir. Buna göre, o kötü nesillerden olmamak için, bir kötülüğü gördüğümüzde gücümüz yetiyorsa bizzat elimizle, yoksa dilimizle, bu da olmazsa pasif direniş ve nefretle kalben karşı koymamız gerekir. Bunun dışındaki bir davranış imânla asla bağdaşmaz. Doç. Abdulaziz HATİP 07.08.2005

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

İslâm'ın diktiği elbise

kimin üzerine uymuyorsa, o kendisini düzeltmelidir.

Evet, dinin doğrularını ortaya koymak elbette vazife- mizdir. Ortaya koyduğumuz doğrular, bazı muhterem- lere ters düşüyorsa; o doğruyu söylemekten vazgeçecek değiliz ya! İslâm'ın diktiği elbise kimin üzerine uymuyorsa, o kendisini düzeltmelidir. İnsanların hatırı için hakkı söylemekten yüz çevirmek olur mu? Boyunca bid'ata dalmış İnsanlar gocunacak diye, o bid'atın bid'at olduğunu söylemeyecek miyiz?

Yeter ki elimizdeki ölçü, „Kur'an, Sünnet, sahabe-i kirâmın icmâı, müctehidîn’i izâmın kıyâsı“ olsun. İnsanları ve hadiseleri değerlendirirken nefsimiz ve tâbi olduğumuz lider kadroları ölçü olursa, işte o zaman bu kaosun içinde biz de yer alırız. Kalem kullanmaktaki mahâretini takdir ettiğim bir yazarın şu sözleri de üzerinde düşünülmeye değer sanırım. „Müslümanlar arasında dünyevîlik alâmetleri yeniden yükseliş hâlindedir. Dünyevîliği yorumlamak ve 'Din' kapsamında lâyık olduğu yerde tutmak, kuvvetli bir 'İlm?i Hâl' birikimine ilâveten kültür, görgü, şimdiki zamanın ve dünya ahvâlinin bilgisini de gerektirir.

Ebu Zer'in takvâsı ile Emevîlerin dünyevîlik yorumları arasındaki mesafeyi, şimdiki zamana taşıyabilecek zihnî 'cehd'de bulunmak, sabî sıbyânın kafasını harcıhalem 'cihad' propagandası ile doldurmaktan daha ağır bir din görevidir. Bu görevin lâyıkıyla ifâ edilip edilmediğine bakalım bir; 'Mağdur'u oynamaktan vazgeçelim. Meselelerimize el koyacak cesareti gösterelim ve neticelerine göğüs gerelim.“ (A.Turan Alkan, Zaman, 3 Ağustos 05)

Bu ise, gerçekten ciddî ilimle mümkündür. Cihanşümûl İslâm dininin her mes'ele için vaz ettiği hükümleri ana kaynaklarından öğrenip aktarmaya, dünyanın hâl ve gidişini yakından bilmeye, kişi ve grupların saptıkları noktaları bilmeye ihtiyaç var. (!) Bunlar tamamsa, dedikoduları ve lüzumsuz tenkidleri terk edip hakkı tebliğde yoğunlaşma zamanıdır.

Dinin emir ve yasaklarını söyleyelim, ama kimsenin tenkidini esas almadan sırf Allah rızası için söyleyelim. İslâm âleminin içine düştüğü rezil ve zelil hâl meydanda iken, Kur'an ve Sünnet etrafında kenetlenme zamanı değil midir? Mustafa Kaplan. 04.07.2005

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Ruhun gıdası: İbadet

Sözlük anlamı ‘kulluk etmek, boyun eğmek’ olan ibadetin terim anlamı ise ‘Allah’a saygı ile boyun eğmek ve emirlerine itaat etmek’, diğer bir ifadeyle ‘iyi niyetle yapılan veya yapılması ile sevap kazanılan herhangi bir iştir’ diye tarif edilmiştir. En güzel bir biçimde yaratılan ve hiçbir canlıda olmayan niteliklerle donatılan İnsanoğlu, kendisine bu güzellikleri bahşeden yüce yaratıcısına karşı kulluk vazifesini yerine getirmekle yükümlü tutulmuştur. Bu görev de ancak ibadet etmekle mümkün olur. Tarifinden anlaşılacağı üzere, Allah rızası gözetilerek yapılan bütün meşru hal ve hareketler birer ibadettir. İbadet İnsan ruhunun şükran hislerini yaratıcıya arz etmesi ve Allah’ı anarak ruhunu tazelemesidir.  Allah’ı anmak, ibadetin temelidir.

İbadet, Kuran-ı Kerim’e göre İnsan kalbini temizlemenin ve İnsanı her türlü sapıklıktan korumanın en belli başlı vasıtasıdır.

Kuran der ki: ‘Namaz, İnsanı her kötülükten, her fenalıktan uzak tutar. Allah’ı anmak her şeyden büyüktür.’ Onun için İslamiyet, İnsanın manevi yükselişini sağlayan bir vasıta olması dolayısıyla namazı emreder. Bu manevi yükselişin gaye ve hedefi ise Allah rızasını kazanmak, Allah sevgisini derinden duymaktır. Fakat namaz kılmak, yalnız oturup kalkmak, alnını yere koymak, tekbir getirmek değildir. Bütün bunları tam samimiyetle, tam bir duyuş ile yapmak ve böylece gayeyi gerçekleştirmektir. Yoksa namaz kuru bir gösterişten ibaret kalır. Kuran-ı Kerim, namazları kuru bir gösterişten ibaret olanları kınayarak der ki:

‘Onlar namaza istemeye istemeye dururlar, zaten maksatları da başkalarına gösteriştir.’ ‘Yazık o namaz kılanlara, kıldıkları namazdan habersizdirler.’

Çünkü böyle bir namaz İnsanı yola getirmeye, İnsanın ruhunu beslemeye yardım etmez.

Halbuki Müslüman için namaz, ruhun en büyük gıdasıdır. Bu gıda ile beslenebilmek, bu gıdanın özünü ruha sindirmek ancak o gıdayı layıkıyla almakla gerçekleşir.

Yunus Emre, ‘Aşıklar arasında Cibril dahi hicaptır’ der. Bu halin en güzel ifadesi, Mevlana tarafından ‘Fihi ma fih’te verilmiştir: ‘Biri, ‘Tanrı’ya namazdan daha yakın olan bir şey var mıdır?’ diye sordu. O da namazdır; ama Namaz yanlız bu surettan ibaret değildir. Bu, namazın kalıbıdır.

Çünkü namazın başı sonu bellidir ve vardır.

Başı ve sonu olan şey ise kalıptır. Tekbir namazın başı, selam ise onun sonudur. Bunun gibi şahadet de yalnız dilleriyle söyledikleri şey değildir. Onun da başı ve sonu vardır. Sesle, sözle söylenebilir. Sonu ve başı olan her şey suret ve kalıptan ibaret olur. Onun ruhu benzersiz ve sonsuzdur, başı sonu yoktur. Bu namazı nebiler kılmışlardır. Ve bunu ortaya çıkaran nebi ‘Benim Tanrı ile bazı vakitlerim olur ki o zaman oraya ne bir Tanrı tarafından gönderilmiş peygamber ve ne de Tanrı’ya en yakın bulunan bir melek sığar’ buyuruyor. O halde namazın ruhu yalnız suretinden ibaret olmayıp, belki istiğrak, kendinden geçiş olduğunu bilmektir. Çünkü bütün suretler dışarıda kalır, oraya sığmazlar. Sırf mana olan Cebrail bile oraya sığamaz.’

Bu bakımdan Peygamberimizin (S.AS.), ‘İslam dini beş temel üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak ve hacca gitmek’ şeklinde ifade ettiği ibadetlerin tamamının özünde bireysel ve toplumsal mutluluk ve dayanışma hedeflenmiştir. Ruhun gıdası ve manevi hastalıkların ilacı olan ibadetler aynı zamanda İnsanın, yaratıcısı, çevresi, ailesi, devleti, milleti ve kendisiyle barışık yaşamasını sağlar. Hayatında bu yolla mutlu olmuş İnsanlardan meydana gelen toplumlar da mutlu ve huzurlu olurlar.İnsanlar hangi teknik ve maddi imkanlara kavuşurlarsa kavuşsunlar, ibadet etmeye muhtaçtırlar. Kuran’da ve sünnette ibadet etmenin ölçüsü, önemi ve şekli bildirilmiştir. Peygamberimiz (SAS) en güzel bir biçimde uygulayarak bizlere örnek olmuştur. Kısacası, bizler de peygamberimizi örnek alarak ibadetlerimizi eksiksiz yerine getirmeye gayret etmeli, çocuklarımızı da ibadete teşvik etmeli ve huzurlu bir toplum oluşmasında bize düşen görevi yerine getirmeliyiz. Sözlerimi şu ayetle noktalıyorum:

‘Ey Muhammed, de ki: İbadetleriniz olmasa Rabbim size ne diye değer versin?’ M.Nuri YILMAZ 26.08.2005

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Tasavvuf

İslam tasavvufunun sosyolojik bir filtre olduğunun farkındayız. Bu, toplumun ve İslam doğasının metafi- ziğe aralı penceresidir… Nitekim bu pencerenin kilit- lendiği yerde R-2, YOGA VB.. İnsanın ruhi tekamülünde pas oluşturacak, bize yabancı itikatlar boy vermiştir. Ne hazin... Kandiliniz hayırlı olsun. mehtapyılmaz@tercu- man.com.tr 01.09.2005

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

 

Kimseye Karışılmamalı‘mı?

Kimseye karışmamak, iki şekilde anlatılmaktadır. Birincisi, İnsanın kendi vazifelerini yerine getirmesi, başkalarının haklarına riayet etmesi, onların işlerine, hallerine karışmaması, dedikodularını yapmaması şeklindedir… İkincisi ise, imanı, itikadı, ameli bozuk olup felaket yoluna sapanlara karışmamak şeklindedir… Birinci şekli dinimiz tavsiye ve emrediyor. Fakat ikinci şeklin ise, doğru olmadığını bildiriyor. Çünkü dinimizde, „Ben kurtuldum, başkası ne olursa olsun ve kimsenin işine karışmam, yanarsa yansın“ diye bir hüküm, bir emir hatta bir tavsiye yoktur. Hatta dinimiz, her Müslüman’ın; „Hiç kimse yanmasın, helak olmasın“ düşüncesinde olmasını tavsiye ve emrediyor. Zira İmrân sûresinin 110. âyetinde meâlen; (Siz, İnsanlar için hayırlı ümmetsiniz! İyi şeyleri emreder. Fenâ şeyleri menedersiniz) duyurulmaktadır.

Peygamber efendimiz de; (Ortalık karışır, yalanlar yazılır. Âdetler, ibâdetlere karıştırılır ve eshâbıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler, herkese bildirsin! Allahü Tealanın ve Meleklerin ve Bütün İnsanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde, bildirmeyenlere olsun!

Allahü Teala, böyle alimlerin ne Farzlarını, ne de başka İbadetlerini kabül etmez) buyurmaktadır.

„Ey îmân eden kullarım!“ Bazı kimseler; Mâide sûresinin 108. âyet’i kerîmesini ki meâlen; (Ey îmân eden kullarım! Kendinize dikkat ediniz! Doğru yolu bulursanız, başkasının sapıtması size zarar vermez) duyurulduğunu ileri sürerek, burada, kimseye karışmamalı deniyor diyorlar.

Halbuki İslâm âlimleri, müfessirler bu âyet’i kerimeyi açıklarken; „Buradaki doğru yolu bulmak için, emr-i ma’rûf ve nehy-i münkeri de yapmak lâzımdır. Yani âyet’i kerîmede meâlen; (Ey mümin kullarım! Emrettiğim işleri, ibâdetleri yapar ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker eder iseniz, başkalarının yoldan çıkması, size zarar vermez) buyurulmaktadır. Bu âyet’i kerîmenin, ne zamân ve ne için geldiği ve bundan sonra emr-i ma’rûf ve nehy-i münker hakkında, nice âyet’i kerîme ve hadîs’i şerîfler emir buyurulduğu, kitâblarda yazılıdır“ buyurmak- tadırlar.

Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri; „Bir kimse, bir günâh işleyeni görüp de menedince, kendine zarar gelmek ihtimâli bulunduğu zamân, acabâ menetmesi câiz olur mu? Bize kalırsa olur.

Hattâ çok kıymetli olur.

Allahü teâlâ için kâfirlerle cihâd etmek gibi sevâb verilir. Hele zâlimlerin elinden mazlûmu kurtarmak ve memleketi kâfirlik kapladığı bir zamânda îmânı izhâr için olunca, böyle zamânlarda, nehy-i münker yapılmasını ulemâ da söylüyor“ buyurmaktadır.

Peygamber efendimiz başta olmak üzere bütün Peygamberler, Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Selef-i sâlihînin hepsi, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmış ve bu uğurda çok uğraşmışlar, sıkıntılara, eziyetlere, cefâlara katlanmışlardır. Kimseye karışmamak, dînimizde iyi olsaydı, kalbin bir günâhı inkâr etmesi, îmânın alâmeti buyurulmazdı. Emr-i ma’rûf yapmamak iyi olsaydı, günâh işleyen bir kavim helâk olurken, bunlara emr-i ma’rûf yapmayan âbid de, birlikte helâk olmazdı. Nitekim, bir hadîs’i şerîfte; (Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma, ‘filân şehri yerin dibine geçir’ diye emretti. Cebrâîl, ‘yâ rabbî! Bu şehirdeki filânca kulun sana bir ân isyân etmedi. Hep itâat ve ibâdet ediyor’ deyince, onu da berâber geçir! Zîrâ günâh işleyenleri görünce, bir kerecik yüzünü değiştirmedi) buyuruldu. Her ne olursa olsun, İslâmiyeti bildirmek, gençlere öğretmek, faydalarını açıklamak, din düşmanlarının yalanlarını, iftirâlarını cevaplandırmak elbette lâzımdır… Bilenler, bildirmezlerse, cezâdan, azâbdan kurtulamaya- caklardır... Bu vazîfeyi yaparken, fitne çıkarmamaya, dikkat etmelidir. Dikkat ile çalışırken, kendine bir sıkıntı gelirse, bunu nimet bilmelidir. Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini bildirirlerken, görmedikleri sıkıntılar, çekmedikleri işkenceler kalmamıştı.

Emr-i ma’rûf yapmak... Emr-i ma’rûf yani Allahü teâlânın emirlerini İnsanlara bildirmek, iki sûrette yapılır. Birincisi, söz, yazı ve her çeşit yayın vâsıtası iledir. Bunu yaparken, bilgi az ise ve şahsa, âdetlere, kanûnlara dikkat ve riâyet edilmezse, fitneye sebep olunabilir. İkinci yol, hâl ile İslâm’ın güzel ahlâkına uyarak, nümûne olmaktır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kanûnlara uymak, kul haklarını ödemek, en tesîrli, en faydalı nasîhat yapmak olur. Bunun içindir ki: „lisân-ı hâl, lisân-ı kalden entaktır“ demişlerdir. Yani hal ile, yaşayarak göstermek, öğretmek, söz ile anlatmaktan üstündür. Görülüyor ki, İslâm’ın güzel ahlâkına uygun yaşamak ve doğru yazılmış kitapları İnsanlara vermek, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmanın yani İslâmiyyeti anlatmanın en güzel yoludur. O.Ünlü 04.09. 2005

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

 

Tasavvuf içten bir arınma yöntemidir

Kitap ve sünnet çerçevesindeki tasavvuf da içsel bir arınma yöntemidir. Gazali'ler, Mevlânâ'lar, Yunus'lar, Hacı Bektaş-ı Veli'ler bu yolla yetişmişlerdir. Tasavvufu kaldırıp atarsanız dini ruhundan soyutlamış olursunuz. Tasavvuf, menfaat toplama, çıkar sağlama, kral gibi yaşama yolu değil, kişinin egosunu, çıkar duygularını öldürmesi, ruhunu her türlü kötü düşüncelerden, menfaat duygusundan arındırması yöntemidir. Süleyman Ateş  05.09.2005

 

9.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

 

Ayetler birbirini neshetmiş midir?

Cevap: Kur'ân âyetlerinin hiçbiri belli bir zamana mahsus değil, tüm zamanlar için indirilmiştir. Her âyetin hükmü geçerlidir. Ayetler arasında çelişki ve aykırılık bulunmadığı için önce gelmiş olan bazı âyetlerin, sonra gelen âyetlerle neshedildiği, yani yürürlükten kaldırıldığı görüşü, Kur'ân'a ters, tutarsız bir görüştür. Bu görüş, Kur'ân'ı bütünüyle kavrayamamış, rivayetleri Kur'ân'ın üstüne çıkarmış olan dar görüşlülerin düşüncesidir, bir fantezidir. Zira Kur'ân'a göre „Allah'ın kelimeleri değiştirilemez.“, „Allah katında söz değiştirilmez.“, „Kur'ân âyetleri arasında bir çelişki ve aykırılık yoktur.“ Allah katında söz değiştirilemeyeceğine, Allah'ın sözleri değiştirilemeyeceğine ve Kur'ân sözleri arasında bir çelişki, birbirine aykırılık bulunmadığına göre nesih (birbirini hükümsüz kılma) olgusu da yoktur. Çünkü nesih, ancak ihtilaflı, çelişkili sözler arasında olur.

Kur'ân'da nesih olgusundan söz edilir ama bu, Kur'ân âyetleri arasında vuku bulan bir şey değildir. Sadece daha önceki dinlerde bulunan bazı ağır hükümleri Kur'ân kaldırmıştır. Kur'ân kendinden önceki Kitapları doğrular. Ancak onlara İnsan yorumuyla sokulmuş bulunan bazı ağır hükümleri kaldırır. Daha önceki kitapların bazı hükümlerini Müslümanlar için tadil eder. İşte Kur'ân'da anlatılan nesih budur. Zaten nesihten söz eden âyetler de bu bağlamda bulunmaktadır. Bunun dışında Kur'ân'da bulunan âyetler arasında nesih söz konusu değildir. Bu konuda ne Kur'ân'da, ne de Peygamber'in sözlerinde en ufak bir kanıt vardır. Bu ayrıntı için Kur'ân'da Nesh Meslesi adlı eserimizi, yahut Kur'ân Ansiklopedisi adlı eserimizin „Nesih“ maddesini okuyunuz. Eski Diyanet işleri Başkanı, Süleyman Ateş  20.09.2005

 

10.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

Allah(c.c) için bu feryada kulak verin.

Allah’ın selamı üzerinize olsun. Din’in üçüncü ana esasını teşkil eden icma, Alimler heyetinin haline göre, kurum ve kuruluşlar hiçbir zorlamaya mahal olmadan vücut bulur. Neden, Yök dünya'daki 500 Üniversite arasında yok? Çünkü Türkiye’de din  adamları saltanatlarını, itibarlarını, menfaatlerini korumak için, nefse hoş gelen bidat’ler ile din’i müzikler ve çalgı aletleri icad etmişler.

Alemlerin rahmet kaynağı Peygamber efendimizin doğumu kutlu doğum haftasını’da dini tasavvuf müziği ile kutluyorlar.

Gizli’den müslüman ile Peygamberi arasına ‘din’i müzik ile şeytanı indirip’, sineğin kanadı, evcil yılan, duvar dipleri, kapı giriş çıkışı, pencere altı, mutfak çöplük, kulak çınlaması, göz serimesi, dolgu dişlerden gelen ses ile; „müzik, dişi ve oğlan“ olarak üç usul ile şeytanı yaklaştırıp telkinlerini allmaya müsait hale hazırlayıp ‘bu haller ile aralarında hiyarşik durumu sağlayarak’, menfaatleri için insanları müsübet ve kaosa müstehak hale hazırlıyorlar. Bu hali’de şüpheli, haram ve milliyetçilik ile örtüyorlar.

Allah(c.c) sizleri hazırlayıp münafık, deccal ve avenesini bertaraf eylesin. Hacı Bayazıt 08.04.2006

 

10.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Dava Adamı

„Nerde o yiğitler ki gür, Sesi dünyayı bürür, Dur dese kalpler durur, Yürü dese dağlar yürür“ İnsan hayatına sığmayacak işler yapan insanlar var... Eski bir binanın taş duvarında, taşların arasından bir filiz çıkıyor Ve çiçek açıyor. Bu çiçek, içinde bulunduğu şartları hiçe sayıyor. „Bu duvarda toprak yok, su yok, güneş, rüzgâr beni hırpalar“ demiyor. Çiçek, şartlara meydan okuyarak yeşeriyor. Lisan’ıhal ile diyor ki: „Allah bana ‘yeşer’ dedi, ben de yeşerdim. Sonuç ve şartlar ne olursa olsun...“ İşte dava adamı budur! „Daha kaç yıl bekleyeyim senin kapında, Ayağımda zincir, boynum- da kement, Beni de piştiğin hicran kabında, O kadar kaynat ki, buhara benzet.“ Birkaç damla su, buharlaşır. O buhar bulutlara yükselir, bulutlarla bütünleşir. Güneş, rutubetli havaya vurunca, gök- kuşağı meydana gelir. Ve güneşin yedi rengi gökku- şağında açıkça görünür. Sonra yağmur yağar... Göklerle yer evlenir. Bin bir çeşit rızıklar, yeryüzüne bir halı gibi serilir. Canlıların yüzü güler.

İnsanın iki yönü vardır. Biyolojik yön ve ilmî yön. Bir kısım insanlarda biyolojik yön uzunken, bazı   insanlarda ilmî yön uzundur. İstanbul müftüsü, daha sonra da Diyanet İşleri Başkanı olan Ömer Nasuhi   Bilmen Hoca’yı ziyarete gitmiştim. Büyük bir oda ve yerde bir yatak; yatağın içinde Müftü Efendi oturmuş, yorganı da sırtına almış, belli ki üşüyor... Tefsir yazıyordu. Dedi ki: „Şu tefsiri bitireyim de öyle öleyim. Allah’tan duam budur.“ Ömer Nasuhi Bilmen Hoca 90 yaşına kadar yaşamışsa, yazdığı eserlerin ömrü belki 300, belki 500 senedir.

„İslama köle olan“, „her türlü esaretten kurtulmuştur.“ Taş duvarların arasında olan mahkûm, iman ile şükreder, hayal ile dünyayı dolaşır. Sabır ile hakkına razı olur. İnancını yerine getiremiyen İnsan, her yerde mahkumdur. Davalar bazen hapishanelerde, bazen mezarlıklarda yükselir. Dava adamları. Çokları bu dünyadan gitti. Fakat iz bıraktılar. Medeniyet onların elinde parladı. İnsaniyet, onların hayatından ilham aldı. Dava Adamı ufka yürür. Konaklanacak her yeri geçer. O, ufku yakalamk için yürür. Merak edenler, âlimlerin, sanatkârların ne kadar yaşadıklarını ve yaptığı işleri liste halinde çıkarsınlar. İnsanın ömrü yıllarla değil, yaptığı işlerle ölçülmelidir. Şinasi lise mezunu. Namık Kemal ortaokul mezunu. Üniversiteye giden pek çok ilim adamı vardır. Fakat onların pek azı eser bırakmıştır.

Nihal Atsız, dava adamını şöyle tarif ediyor: „Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar. Senin büyük derdin’den başkaları ne anlar. Vicdanını Paris’e Londıra’ya satanlar Küfür diye bakarlar senin duaları- na.“ Kedi, aslangiller familyasındandır. Ama 40 tane kedi bir araya gelse, bir tane aslan etmez. İşte dava adamı bu demektir. Hekimoğlu İsmail 01.07.2006

 

11.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

‘Dinde ihtilaf ayrılık yapar’...

Hz Peygamberin „Ümmetimin ihtilafı rahmettir, dediği kaynaklarda vardır. Fakat bu rivayetin uydurma olduğu görüşü ağırlıklıdır.“ Zaten uydurmalığı; Kur’an'a ters düşmesiyle anlaşılır. „rabbin dileseydi, insanları bir tek ümmet yapardı. Ama ihtilaf edip durmaktadırlar. Yalnız rabbinin acıdıkları (bu ihtilafın dışında kalmışlardır). Zaten (Allah) ondan bunun için yaratmıştır. rabbinin, Andolsun, ben cehennemi hep cinlerden ve insanlar’dan bir kısmıyla dolduracağım' sözü tam yerine gelmiştir.“ (Hûd:118 - 119).

Ayette buyrulduğu üzere Allah dileseydi, insanların hepsini bir tek millet yapardı. Onlan bir tek düşünce ve inançta birleştirirdi. Fakat bunu dilemedi, insanlar serbest bıraktı. İnsanlar ayrılığa düştüler. Düşünce farklılıktan, inançlarda da ayrılığa sebep oldu. Yalnız Allah'ın acıdığı kimseler ayrılıktan uzak, dinin özüne sadık kaldılar. Tevhit çizgisinde kalıp birliği korudular. İnsanların ihtilafı (düşünce ayrılığı) doğaldır. Düşünce ayrılığı, düşünsel gelişmeye, aydınlanmaya kalkınmaya yardım eder ama „dinin özünde fikir ayrılığına düşmek bölücülüğe“, çeşitli mezheplerin türemesine ve ileri boyutlara vardığında kavgalara neden olur. imam Fahreddin razi, „İnsanların ihtilafı, birbirleriyle vuruş- malarına neden olmuştur. Kavga, savaş dinde ihtilaf yüzünden doğar“ demiştir. Bölünmelere, kavgalara yol açtığı için dinde ihtilaf değil; birlik aranır.    

A'râf: 168-169, Meryem: 37, Zuhruf: 65. ayetlerde dinde ayrılığa düşenler kınanmakta, Müminun 51-56. Ayetlerde’de insanlar Peygamberlerin getirdiği tevhit çizgisinde birliğe çağrılmaktadır. -Kuran, ihtilafı bu denli kınarken- Hz. Peygamberin; ümmetimin ihtilafı rahmettir demesi „Kur’an’a uygun düşmez.“

Dördüncü Halife İmam Ali ile ona karşı çıkan Muaviye arasındaki ihtilafın; ‘müslümanlara rahmet değil acı getirdiği’ hâlâ birçok müslümanı yüreğinden yaralayan olaylara neden olduğu herkesçe bilinmektedir. Söz konusu rivayetin uydurma olduğunu belirtmiştik. ‘Kaldı ki eğer gerçekten Peygamber sözü ise bundan kasıt’, ‘dinin özünde ayrılık değil’, yeni olaylar karşısında fikir belirtme özgürlüğüdür. Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, müslümanların birliğini bozmak elbette doğru değildir. Fakat bu ayetler içtihat yapmaya engel değildir. Çünkü içtihat, ‘müslümanları bölmek için değil, hükmü açık olmayan sorunlarda’, dinin hükmünü ortaya çıkarmak için yapılır. Kişisel kaprisle değil, kitap ve sünnetin özünden sapmamak şartıyla çaba harcanarak yapılan içtihat, ümmet için rahmettir. Prof.Dr.Süleyman ATEŞ  29.07.2006

 

11.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Allah(c.c) için, masum ve mazlumların hakkı için, 'yazamadıklarınızı' okuyunuz ve okutunuz.

'Yeni bir Ortadoğu'ya gerçekten ihtiyaç var; Rice'ın arzuladığı değil, Türkiye'nin önderlik edeceği bir 'Yeni Ortadoğu'ya. Fehmi Koru 06.08.2006

Allah’ın selamı üzerinize olsun.

Sevgili müslümanlar, Fehmi Koru bey yeni Ortadoğu’ya ihtiyaç olduğunun farkına varıyor. Yani, bölgede 20 den fazla devletin rejimi ve sınırlarının değişeceğini anlıyor; şundan dolayı. Osmanlı devletinin son zamanı ile başlayan yozlaşma ve bölünme dini bölücülük süreci 28. Şubat 1997 son buldu. „Böylece geçtiğimiz asır“ şeytanın iki ayağı; aklın öne Vahy’in geriye alınması ile dinîn siyasete aleti; Allah’ın iradesi ‘idare etmeye ortak koşma’, gizli şirk ve madde, din’in meslek haline getirilip menfaate aleti; Allah’ın ‘gücünü sahiplenme’, „halbuki, Allah(c.c) Onu kulları arasında dolaştırıyor“ asrının sonu oldu.

Bundan dolayı, ABD bölgede olacak değişimi takip ettiği, bunun önüne geçmek veya ‘değişim surecinde’ menfaatlerini korumak için BOP planı hazırladı... ama girdiğimiz asır maneviyat ve adalet asrı olduğu için her şey din ahlak maneviyat dairesinde gelişiyor. Düşünün, İsrail Lübnanı bombalıyor, böylece Hizbullah dünyada masum ve mazlumların nazarında öne çıkarken; İsrailin bombalarından BM, İKÖ,  BOP, Diyolokçular, etkileniyor itibarları sıfırlanıyor!..

Ey Ehli vicdan sahipleri.

Allah(c.c) sizleri, şeytanın sol ayağı dişi tarafı Erbakancıların, sağ ayağı oğlan tarafı Süleymancıların, „bu iki ayak üzerinde içli dışlı yedi gurup var“ eli, bölücülerin, milliyetçilerin, ırkçıların her türlü musibetinden korusun; kalbinizi onların nefesleri ile gelen şeytanın telkinin’den uzak eylesin.

Melun şeytan sol ve sağ ayak ile dini tahrip ederek bölgeyi yamultunca ‘hazırlamış olduğu musibetin taşınması için’ eli, muhafazakarları, milliyetçileri öne sürüyor; yani Abd veya İsrailin koltuğunun altına sürüyor; - telkin ediyor - bunlar ile biraz güçlen, sonra bir çelme ile düşürsün... ama melun ‘önce’ Abd,  İsrail veya başka bölgesel gücün, yanına yerleştirdiği, yardımcısını düşürüyor; böylece diğer güçte yardımcı- sının üzerine düşüyor.

Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi. Abd’li yetkililerde hata yaptıklarını yanıltıldıklarını söyledi. Fehmi Koru beyin gördüğü gibi bölgeyi, yamulan tarafı ayağa kaldıracak, 'manevi, fikri ve fiziki, kanında ve kalbinde haram ve şüpheliden bir nesne bulunmayan Irki ve milli duygularını İslam dairesin’de eritmiş mimarlar gerek. Hacı Bayazıt  08.08.2006  

 

11.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

İnsan ve din

Kutsal bir değer olan din, insanla doğmuş ve tarih boyunca onunla yaşamıştır. İnsan, fert olarak da toplum olarak da dine muhtaçtır. İlkel insandan tutun da bugünkü teknolojik gelişmeleri gerçekleştiren insana varıncaya kadar tarih öncesi ve sonrası hiçbir devirde, din duygusu taşımayan topluluğa rastlanma- mıştır. Din, akıl sahiplerini kendi hür iradeleriyle en iyiye, en doğruya ve en güzele ulaştıran ilahi bir kanundur. Dinin gayesi, insanları dünya ve ahirette mutlu kılmaktır. Dinin kurucusu Allah, muhatabı akıl sahipleri, anlatıcısı da peygamberlerdir. İslam bilginlerinin din tarifleri ile „Batılı  Hıristiyan bilginlerin „Din“ anlamında kullandı- kları „Religion“ terimleri arasında kapsam ve ihata açısından bazı farklılıklar vardır.

İslam bilginlerinin „Din“ tarifinde, fert ve toplum için hayat felsefesinin özünü teşkil eden bütüncül ve tevhitçi özellikler yer alırken, Batılıların „Religion“ anlayışlarında sadece metafizik inançlara sahip olmayı ve teolojiyi çağrıştıran dar bir yorum biçimi ağırlık kazanmaktadır.

Din öncelikle bireyi ön planda tutar ve onun mutluluğunu hedefler. Bireyi esas alan dinimizin ana gayesi, mutlu ve huzurlu toplum- ların meydana gelmesidir. Zira insanlar toplu halde yaşarlar, bu onların yaratılışında var olan özelliktir. Bir arada yaşamak durumunda olan insanların birbirlerine karşı birtakım görev, hak ve sorumlulukları vardır. Bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesiyle ancak huzur sağlanır.

Baş döndürücü bir hızla gelişen ve değişen dünyada, toplumsal huzurun ve düzenin sağlanmasında, her geçen gün dinin önem ve anlamı artmakta ve din yükselen bir değer olarak dünya sahnesinde yerini almaktadır. Arnold Toynbee „İnsanın elindeki maddi kudret ne kadar fazlalaşırsa, insanının kendisiyle ve diğer insanlarla ilişkilerinde Allah’ın rehberliğine ve yardımına ihtiyacı o derece büyük olur. Böylece tekniğin gelişmesiyle din, insan için daha az değil, daha çok ehemmiyet kazanır. Diğer insanlarla mücadele ihtiyacını bir tarafa bırakırsak, insanın tabiata karşı yegâne savunma imkânının teknikten ibaret olduğunu görürüz. Hâlbuki insanın bizzat insana karşı yegâne savunma vasıtası, ahlaki ve vicdani setler kurmak suretiyle, sadece dindir“ demektedir.

İnsanoğlu bugün kendi dışında kalan canlı veya cansız bütün yaratıklara üstünlüğünü ve hâkimiyetini ilan etmiş bulunmaktadır. Yani artık aslan, kaplan, kurt, köpek, çakal gibi yırtıcı hayvanların saldırısından korkmuyor. İnsanlık bugün kendinden korkuyor. Bugün süper güçlerin insanlığı inim inim inleten mezalimi, canavarları utandıracak vahşette değil midir? Sonuç olarak toplum halinde yaşamak zorunda bulunan insanların dinin getirdiği yüksek ahlaki prensiplere harfiyen uymaları gerekmektedir. Kutsallık ve maneviyat fikri esas alınmadıkça, iyiliğe mükâfat, her türlü kötülüğe ise ceza verecek bir Allah’a, mutlak adaletin tecelli edeceği bir güne, sorumluluğa ve ebedi hayata inanılmadıkça fazilet ve ahlak için dayanılacak bir nokta, bir merkez yok demektir. Artık o topluluğun kıyameti de kopmuştur. Prof.Dr Mehmet N.Yılmaz 11.08.2006

 

11.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

 Tasavvuf ve tarikat

„Kendinden (bütün nefsi arzularından) kurtulup da bir zindenin (mürşid’i kâmilin) gönlüne ülfet peyda eden kimselere ne mutlu!“ Hz. Mevlâna Tasavvuf ve tarikat „ruhanî bir talimdir“. Aynı manaya gelen bu iki kelime, insanın manevî dünyasını yoğurur. Beden, yani madde belli, herkes tarafından biliniyor. Maneviyat ise o kadar belli değil. Ruh, bizim maneviyatımızdır. Fakat onun hakkında yeterli bilgimiz yoktur. Tarikatın özü, zikirden zevk almaktır. Tarikata giren insana denebilir ki, „Salâvat çek, tövbe istiğfar ve zikirle meşgul ol.“ Aynı şeyi, yani aynı zikri iki kişi yapar; birine yaptığı zikirden bıkkınlık gelir, diğeri şevk ve heyecan içinde zikre devam eder.

Zikri herkes çekebilir amma, zevk alma meselesi başkadır. Adamın işi yorucudur. Eve geldiğinde yorgundur. Açtır. Uykusuzdur. Yatsı namazından sonra abdestini alır, kıbleye döner, namazda oturur gibi oturur. ‘Allah’ demeye başlar. Yorgunluğunu, açlığını, uykusuzluğunu unutur. Zikirle meşgul olur. Bu hali yakalamaya çalışmak, tarikattır.

Tarikat, yol/sebep manevi, fikri, fiziki mücadelenin kurumlaş- ması demektir. Manevî derya/yolu... Kalp ayağıyla tekâmül etmek, kalbin ayağıyla yürümek... Tarikatın ruhu zevktir. O zevk, insanı yakalar, zikir dünyasının içine çeker. Adam çalışırken, gezerken, uyurken o zikir âleminin içindedir. Bir nevi rüya âlemindedir. Tarikat hakkında yazılmış çok kitaplar vardır. Bu kitaplar konunun teknik yönünü anlatır. Bu kitapları okuyarak, tarikat hakkında bilgi ediniriz. Fakat bal kavanozunu yalayarak, içindeki balın tadını anlamaya çalışmak nasıl mümkün değilse, böyle kitapları okuyarak da tarikatın tadını almak mümkün değildir. Tarikat öğretilmez, öğrenilir. Tarikat bilgi değildir, ruh halidir. Onu, yaşayan bilir... Bir zaman- lar, tarikatlar, zikirler yasak edildi. Sonuç değişmedi. Rusya’da komünizm ilan edilince dinî faaliyetlere şiddetle yasak getirildi. Tarikattan, tasavvuftan nasibi olanlar, birbirlerine dilini oynatmadan „Allah“ demesini öğütledi. „Allah“ kelimesi kadar tekrarlanan başka bir kelime yok. Allah dedikçe insanın daha çok ‘Allah’ diyesi geliyor... Bu isimde öyle bir sır var ki, anlatılamaz... Bu ismin kerametleri, mucizeleri anlatılamaz.

Bir noktayı belirtmekte zaruret var; haramlar zikre mani olur... Herhangi bir haramı işleyen ve işlemeye devam eden, zikirden zevk alamaz. Nasıl ki göz, insanın dünyaya açılan penceresidir, nasıl ki ağzımız gıdaların kapısıdır; gözünü kapayan dünyayı göremez, ağzını kapayan gıda alamaz... Haramlar da maneviyat kapılarını kapar, o şahıs zikirden zevk alamaz.

Zikir, manevi nimettir. Manevi gıdadır. Helal kapılar- dan girer, harama yaklaşmaz. Zikirden zevk almanın diğer bir yolu da, tıka basa yemek yememek, mümkün olduğunca açken zikir yapmaktır. Beden kuvvet kazandıkça ruh zayıflar, ruh kuvvet kazandıkça beden incelir... Bu yazıları yazarken, „tarikattan uzak kalmanın acısını çekiyorum.“ Hiç kimseye yardımcı olamayacağımı bilmenin azabı içinde daha fazlasını yazmaktan, başka sözler söylemekten vazgeçiyorum. Hekimoğlu İsmail 12.08.2006

 

11.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Hizbullah ne diyor?

Beyrut'ta Sefer Turan'ın sorularını yanıtlayan Fadlallah, 'Müslüman Türk ordusunun barış gücü çatısı altında Lübnan'a gelmesini teşvik ediyoruz.' dedi. Lübnan'ın ve İslam dünyasının en önemli din adamlarından biri. 'Ayetullah uzma' olduğu için aynı zamanda taklid mercii. Yani İslam dünyasında onun mukallidleri var. Bu savaşla birlikte kimileri Sünni Şii kavgasını gündeme getirdiler. Böyle bir şey söz konusu mu sizce? „Bana göre Lübnan'da Sünnilerle ‘Şiiler arasında fitneye neden olabilecek bir ortam söz konusu değil.“

„Çünkü ‘İslam Dünyasın’da fitneyi’, genelde din adamları, çıkarırlar...“

Lübnan'da ise, Şii ve Sünni din adamları, siyasiler sık sık bir araya gelirler, birlik mesajı verirler. Şunu da söylemek gerekir... Çoğunluğunu 'Şiilerin' oluşturduğu bu direnişin elde ettiği zafer, ‘tekfircilerin, fanatiklerin’ İslam dünyasında ki hamlelerini boşa çıkardı. Nitekim İslam dünyası alimleri, Suudi Arabistanlı, bazı alimlerin Şiileri, din dışı gören fetvalarının karşısında durdu. Suudlu bazı alimler, Müslümanlardan Hizbullah için dua etmeme- lerini istediler. „Bunun karşısında İslam dünyasının alimleri İsrail'e direnen Hizbullah'a açık destek verdi.“ Çünkü Hizbullah, Arap, İsrail savaşında sürekli yenen taraf olan İsrail'i hezimete uğrattı. Bundan dolayı bana göre bu savaş aslında Müslümanlar arasında Sünni, Şii kavgası çıkarmaya çalışanların tüm çabalarını boşa çıkardı.

Son soru: Türkiye sizin için neyi ifade ediyor? Türkiye İslam tarihinin müspet ve menfi yönleriyle birlikte aynı çatı altında yaşadıklarını hatırlatır. Bundan dolayı Osmanlı Halifeliğinin kimi uygulamalarına çekincel- erimizi koymakla birlikte Müslüman Türk halkının taşıdığı yeni ruha vurgu yapıyoruz. Müslüman Türk halkının, Müslüman halklarla birlikte yeni İslami ufuklara açılmasını temenni ediyoruz. Sefer Turan 03.09.2006

 

11.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Hazreti Ali’nin Ali’ce sözleri

Kitabın tamamı Hz. Ali’nin hutbe, mektup ve vecizelerini içeren „Nehcül   Belaga“ ve „Gurret   ul   Hikem“ adlı eserlerden özenle seçilmiş 1555 hikmetli sözden ibarettir.

Ben bugün de güncelliğini koruyan bu kitaptan Hz. Ali’nin Mısır’a vali olarak atadığı Malik el’Ejder’e yazdığı talimatın önemli bir bölümünü aşağıda vermeye çalışacağım. (Bu mektup Mehmed Akif tarafından daha önce dilimize çevrilmiştir.) Umarım ki bugünkü yöneticiler bundan dersler alırlar.

„Halk iki sınıftır: Birincisi, dinde senin kardeşindir; ikincisi, yaratılışta senin eşindir, hepsine adaletli davran. Nefis kötülüğü emreder. Güzel amel, senin en sevdiğin zahiren (gerektiğinde kullanılmak üzere saklanan tahıl) olsun. Arzu ve isteklerini kontrol altına al. Kalbinde, halka karşı şefkat ve sevgi hissi uyandır, onlara iyi davran. Allah’ın seni nasıl bağışlamasını istiyorsan, sen de halkı bağışla. Bağışlayınca pişman olma, cezalandırınca sevinme. Öfkelenip ceza vermede acele davranma. Cimriye danışma, senin faziletine leke sürer; korkak birisine danışma, yapacağın işlerden seni alıkoyar; açgözlü kişiye de danışma, zulmü senin gözünde güzel göstermeye çalışır. „

Takva sahibi ve doğru sözlü insanlara yakınlık göster. Aşırı övgü, kibre yol açar ve yüceliğe gölge düşürür. İyilik edenle kötülük edeni aynı kefeye koyma. Haksız yere kan dökmekten sakın. Kendini beğenmekten, kendini beğenmene neden olan şeylere güvenmekten ve aşırı övülmeyi istemekten sakın. Halka iyilik yaptığında, onları minnet altında bırakma. Her dileyen bulmaz, her az isteyen de mahrum kalmaz.

Başkalarına Kulluk Etme Allah Seni Özgür Yaratmıştır. Kötülükle elde edilen iyilik, iyilik değildir. Güçlükle sağlanan kolaylık ise kolaylık sayılmaz. Elinde bulunanı koruman, başkalarının elindekini istemenden daha hayırlıdır. Ümitsizlik acısı, insanlardan bir şey istemekten daha hayırlıdır. Kişinin namusuyla çalışıp yoksulluk içinde yaşaması, insanlara kötülük ederek zengin olmasından iyidir. Herkes kendi sırrını daha iyi korur. Çok konuşan hata eder. Düşünen basiret sahibi olur.

Haramı yemek, çok kötüdür. En kötü zülüm, Güçsüzlere yapılan zülümdür. Bazen dermanlar, derde; dertler ise dermana dönüşür. Sana öğüt veren tecrübe, en güzel tecrübedir. Her isteyen, elde etmez; her giden, geri dönmez. Her şeyin bir sonu vardır. Nasıl takdir edildiyse, öyle gelir. Bazen az, çoktan daha bereketli olabilir. „…Dostunun düşmanını dost edinme“, yoksa dostuna düşmanlık etmiş olursun. Öfkeni yen. Söz verdiğinde, sözünden cayma. Doğru olmadığını bildiğin işlere girişme. Doğru olduğundan emin olduğun işlerde ise yavaş davranma. Elinden geldiğince insanların ayıplarını ört.

Ordu, Halkın Kalesidir. Ancak ülke kalkınınca vergi toplanabilir. Bir ülkenin harap olması, o ülke halkının yoksulluğun- dan ileri gelir. Alışveriş, güzel bir şekilde adalete uygun olarak yapılmalı; fiyatlar, ne alıcıyı ne de satıcıyı mağdur etmelidir. İşleri gününde yap. Düşmana karşı tedbirli ol. „Eline ve diline hakim ol.

Bugün ülkemiz aydınlarının bir kısmı, kendi özkaynaklarından ve kültür köklerinden habersizdir. İslamiyet hakkında yetersiz bilgiye sahip oldukları için maalesef yanlış değerlendirme ve yargılara varmaktad- ırlar. Bu eksik dolayısıyla karşılaşılan maddi ve manevi problemlerin çözümünü, kendi milli ve dini değerlerimiz yerine hep Batı dünyasında aramakta- dırlar.

„Eğer bütün yönetimler, Hz. Ali’nin Malik el’Ejder’e yazdığı emirler doğrultusunda hareket etseler, bütün ülkelerin barış ve huzur içerisinde yaşayacakları bir gerçektir.“ Prof.Dr.Mehmet Nuri Yılmaz 08.09.2006

 

12.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

 

„Onlar Allaha itaatten zevk alırlar!“

Resûlullah efendimiz bir nasihatlerinde Hz.Üsâme’ye buyurdular ki: Âlim ve müttekîler, halk arasına girdikleri zaman varlıkları, kayboldukları zaman yoklukları bilinmez. „Çünkü aranmazlar. Yerin genişliği, onları kuşatır.“, „İnsanlar hep dünya nimetinden zevk alırken, onlar Allaha itaatten zevk alırlar.“ İnsanlar, Peygamberin sünnet ve ahlâkını kaybettikleri zaman, onlar onu muhafaza ederler. Onlardan biri öldüğü zaman, yeryüzü onlar için ağlar. „Bunlardan bulunmayan bir belde halkına, Allahü teâlâ gazab eder.“  

Bu âlimler, köpeklerin leşe hücum ettikleri gibi dünyaya hücûm etmezler. Yemeğin azını yer, insanların rağbet ettiği şeylere kıymet vermezler. Bazıları bunların delirip, akıllarını kaybettiklerini sanırlar. Hâlbuki akılları başlarındadır. Onlar gözleri ile Allahın emirlerine bakıp, dünya sevgisini içlerinden attılar. Dünya adamları nazarında onlar, akılsız olarak dünyada dolaşmakta iseler de, hakîkat şu ki; „insanlar akıllarını kaybedip, hayretlere düşecekleri zaman, onların akılları başlarında olacaktır.“ Âhiret şerefi onlar içindir.

Yâ Usâme, onları hangi memlekette görürsen bil ki, onlar o belde halkının emânıdır, kurtuluşdur. Onların bulundukları memlekete Allahü teâlâ azâb etmez. Yeryüzü onlarla ferahlanır. Cebbâr olan Allahü Teâlâ onlardan râzı olur. Onlarla kardeşlik edin ki, onların sayesinde kurtulmuş olasın! Şayet gücün yeterse, aç ve susuz ölmeye gayret et! Açlık ve susuzluk sayesinde şerefli mevkilere ulaşır, Peygamberlerle birleşirsin. Bedeninden ayrılan ruhun ile melekler sevinir ve Cebbâr olan Allahü Teâlâ sana rahmet eder.

Hz. Usame anlatır: Yoksul bir kimse vefat etmişti. Bununla ilgili Resûlullah efendimiz buyurdu ki: „Bu kimse, Kıyamet günü, yüzü ayın ondördü gibi parlak olarak mahşer yerine gelecektir. Bunun bir hasleti vardır. Eğer o hasleti de olmasa, kuşluk güneşi gibi yüzü parlak olduğu hâlde mahşer yerine gelirdi. „Bu haslet nedir?“ diye soruldu. Buyurdular ki: Bu kimse devamlı olarak gece namaz kılar, gündüz oruç tutar ve Allahü teâlâyı çok zikrederdi. Ancak tûl’ıemel sahibi olup kış geldiği zaman yaz elbisesini, yaz geldiği zaman, kış elbisesini saklardı. Size en az verilen, yakin ve sabır azimetidir. Mehmet Oruç  23.09.2006

 

12.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

 

Yozlaşma ve tasavvufun gerekliliği

Yozlaşmayı kökten kopuş, özden uzaklaşma olarak tarif etmemiz mümkündür herhalde. Kök deyince; Orta Asya güçlü bir kültür, akınlar, Ahmet Yesevi, Horasan Erenleri, İslamlaşma, sonra Alparslan, Malazgirt Zaferi, Anadolu’ya yerleşme, sonraları bir cihan imparatorluğu haline gelme aklımıza geliyor. Ve bizler genç Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları olarak yozlaşma hakkında ne düşünüyoruz? Dahası, bu konuyu üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak değerlendiriyor muyuz? „Bütün insanlar hayatlarının bir döneminde akılla çözülemeyecek sorunlarla karşılaşmışlardır.“ Peki böyle sorunların çözümünü Kur’an’ı Kerim ayetlerinde, Hz. Peygamberin sünnetinde, hadislerinde, kendi öz kültürümüzde, Yunus’ta, Mevlana’da, İbrahim Hakkı hazretlerinin beyitlerinde aramayı düşünür müyüz? Günlük koşuşturmalarımız içinde çözümün özümüzde saklı olduğunu, varlık perdesini aşabilmek için aslımıza dönüşün bir şart olduğunu gönlüyle ve aklıyla bulmaya çalışanların sayısı az değildir.

Özümüz, köklerimiz deyince nedense bizim aklımıza tasavvuf ilmi geldi. Büyüklerimiz tasavvufa farklı tanımlar getirmişler. Bunlardan bir „İçinde bulun- duğumuz zaman içinde yapılması gereken en uygun işi yapmaktır.“ Peki, biz o zaman için neyin en uygun olduğunu nereden bileceğiz?

Allah’ın hidayet ettiği yani hakikati bildirdiği kullar var; onların hidayetine uyacağız. İstersek yüksek okullarda okumuş olalım, istersek çok güvendiğimiz bir akla sahip olalım. İnsan ruhunun rabbine kavuşması, vuslatı mutlaka bir vesile ile oluyor. O vesileler Allah’ın veli kullarıdır. Özümüze dönüşümüz o veli kullara dönüşümüzle ilgili. „Dini bütün tazeliği ile ayakta tutanlar işte Allah’ın bu veli kullarıdır.“

Bir hadis’i şerifte „Her asırda Benim ümmetimden öncüler vardır“ buyruluyor. Bugün bizim özümüzden, kökümüzden uzaklaşmış olmamız acaba aslımızı merak etmeyişimizden mi kaynaklanıyor? Yoksa biz teknolojik gelişmelerle hayatımıza yön verirken değerlerimizi kaybetmenin en büyük kayıplardan biri olduğunu un- utur mu olduk? Ne dersiniz? Kevser Doyurum 25.09.06

 

12.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

 

Anlamadan Kur’an okumak

Sual: İslamcı yazarlardan birisi, (Mukabele okumak ve dinlemek uygun değildir. Kur’anı okuyanın ve dinleyenin anlaması şarttır. Papağan gibi okumak fayda yerine zarar verir) diyor. Kur’anı herkesin anlaması mümkün olmadığına göre, her milletten Müslüman olanlar var. Arapça bilmeyenlerin Kur’an okuması günah mıdır?

Cevap: Kur’an’ı kerimi, lisanı Arapça olanlar bile anlayamaz. Hatta evliyanın ve ulemanın en büyükleri olan Eshab’ı kiram bile, âyetlerin manalarını Resulullaha sual ederlerdi.

Bir hadis’işerif meali: (Kur’an’ı kerim Allahü teâlânın metin [sağlam] ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz. Çok okumak ve dinlemekle eskimez.) [İbni Mace]

Kur’an’ı kerimin, çok veciz olup, bitmez tükenmez manalarının bulunduğu, bütün manaları bildirilse bile, yazmak için kâğıt ve mürekkep bulunamayacağı bizzat Kur’an’ı kerimde bildirilmektedir.

Mealen buyruluyor ki: (De ki, rabbimin [İlmini, hikmetini bildiren, hayrete düşüren] sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, rabbimin sözleri tükenmez.) [Kehf109   Beydavi] „Demek ki, her Arapça bilen“, Kur’an’ı kerimi anlayamaz. İmam’ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (İmam’ı Ahmed bin Hanbel, Cenab’ı Hakkın, (Anlayarak da anlamayarak da Kur’an’ı kerim okuyan, benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirmektedir.) [İhya] İslam âlimlerinin en büyük- lerinden, Hanbelî mezhebinin reisi imam’ı Ahmed hazretleri böyle buyururken, hâlâ herkesin Kur’an’ı kerimi anlayarak okuması gerektiğini söylemek ne büyük gaflettir. Mehmet Ali Demirbaş 26.09.2006

Kur'an Hayat nizamı yaşam tarzıdır; Kur'an yapılan hürmet, saygı, edep nisbetinde Kur'an anlaşılır halde kendisini açar... Kur'an-ı ahlaka bürünüp yaşamadan „emir ve yasakları haram ve şüpheliden korunmadan“ okumak ezberlemek Kur'an-a eziyet eder; Kur'an'ı indiren Allah(cc)ın emir ve yasaklarını hafife almak olur. İnsanları islamdan sapıtan şeytanın yardımcı gurupları'da bu yoldan Allah(cc)ın emir ve yasaklarını hafife alma (Sümme Haşa) meydan okuma ile insanları islamdan sapıtarak menfat temin ediyorlar. (islam ile ilgilenen gayri müslüm veya saf samimimi insanların öğrenme aşaması haricinde.) Hacı Bayazıt

 

12.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

 

Din istismarı

Efendimiz aleyhisselamın sevgili torunu Hz. Hüseyin, alışveriş yaparken bir satıcıyla pazarlık yapar. Satıcı Hz. Hüseyin'i tanımaz. Hz. Hüseyin'i tanıyan biri gelir pazarcıya muhatabının kim olduğunu hatırlatır. Bunun üzerine pazarcı sevinir ve yüreğindeki peygamber sevgisiyle malını ücretsiz olarak vermek ister. Hz. Hüseyin ise her müslümana örnek olacak bir tavır sergileyerek, peygambere yakınlığını menfaat temini için asla kullanmayacağını söyler ve satıcıya aldığı malın parasını öder. Mukaddesatın istismar edilmemesi konusundaki bu örnek davranışa herkesin riayet ettiğini söylemek tabiî ki mümkün değil. Dini duyguları istismar ederek insanları aldatan, sömüren ve dolandıran nasipsizler az değil.

İslam'ın „kamil ahlakını“ topluma hakim kılma kurumu olan gerçek tasavvuf yolunu tutanlara asla sözümüz olmaz. „Ama Tarikat adı altında Bin bir türlü hurafeyi Din diyerek çevreisndekiler yutturup onları sömüren ve   kimi ahlaksızlıkları meşru kılan Din tacirlerinin ’dinimize verdikleri zararı’, haçlılar bile vermemiştir, veremez.“

„Bir Hz. Hüseyin efendimizin tavrını düşünün“, „bir de çeşitli hurafelerle çevresine topladığı insanları kendi menfaatine alet kılan şeyh bozuntularını düşünün.“

İslam'ın çağlar üstü ilkelerini hayata geçirecek yerde kendi menfaatlerinin temini için İslam'ı ayak altına alan ve tüm dünyaya İslam'ı çirkin gösteren bu sahtekarlar güruhuyla asıl mücadele etmesi gerekenler dindarlardır. Bugün din istismarıyla mücadele ettiğini iddia edenlerin çoğu maalesef gerçek İslam'a (din’in beli ve omurgası maneviyata) karşı savaş açmış  gerekçe olarak da bu din istismarcılarını göstermişler /göstermekteler… Bunun sonucu olarak da bir bütün olarak İslam ve tüm Müslümanlar zarar görmektedir. Din istismarıyla mücadeleyi gerçek dindarlar yapmalıdır

İslami esaslar yerine hurafeleri anlatarak İnsanları İrşad etdiğini zannedenlere karşı gerçek dindarlar tavır almalıdır. Sattığı malın ya da reklamını yaptığı kurumun kalitesi yerine, dini duyguları öne çıkararak anlatan ve kah mal satarak kah hisse satarak menfaat toplayanlara karşı, din’darlar uyanık olmalı ve ciddi tavır almalıdırlar.

Bu tavrı dindarlar almadıkları takdirde, İnsanları sömüren, müridine çorabını koklatan bilmem neresini öptüren ve Müridesini yatağına atan şeyhlik iddia eden ahlaksızlar toplumdan eksik olmayacaktır.

„İslam'daki zühd, takva, tevazu, tevekkül“, „öfkeye hakim olmak“, „sabır, müsamaha, Allah için sevmek, büyüğe saygı küçüğe şefkat gibi“ ‘insanı meleklerden üstün düzeye çıkaracak’ sayısız hasletleri yeni nesillere öğretmediğimiz ve onları İslami terbiye ile eğitmediğimiz sürece toplumdan din istismarı eksik olmayacaktır.

Din istismarının en etkili ilacı sağlıklı dini eğitim ve istismara karşı tavizsiz mücadeledir bunu yapmak zorundayız. Aksi takdirde politik bir söylem olan irtica kelimesinin arkasına saklanan İslam karşıtları, namaz kılanları bile istismarcı kabul edip cezalandırmaya devam edeceklerdir.

İslam en son ve en mükemmel dindir. Onun kaynakları olan Kuran ve Peygamber sünneti ‘çağlar üstü mesaj içeren’ kaynaklardır ve birilerinin zannettiği gibi asla doğma değildir. Bilim ve akıl ile çelişmez aksine bilimi ve aklı öne çıkarır.(ışık tutar)

15 senedir okullarda ders kitabı olması gerektiğini yazıyorum söylüyorum. Yirminci yüzyılın en önemli iki tefsirinden biri bana göre birincisi olan Hak Dini Kuran Dili Tefsiri bizzat Atatürk'ün emriyle Hamdi Yazır merhum tarafından kaleme alınmış ve yine Gazi'nin emriyle devlet parasıyla basılmıştır. Kur’an’ın ve dinin gerçeğini öğrenmek isteyenlere bu kitabı tavsiye ediyorum. Ailecek okuyun, çocuğunuza okutun, siz okuyun. Özellikle irtica söylemiyle Atatürkçülüğün arkasına sığınarak Müslümanları rencide edenlere de neyin İslam neyin irtica olduğunu öğrenmek istiyorlarsa Atatürk'ün yazdırdığı onaylayıp bastırdığı bu kitabı okumalarını tavsiye ederim. Resul Tosun 27.09.2006

 

12.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

 

Allah’ı tanımanın sırrı O’nu zikretmekte yatar

Allah’ı seven insan, İbrahim Hakkı Hazretleri gibi: „Hoştur bana Senden gelen / Ya hil’atu yahut kefen / Ya gonca gül yahut diken / Lütfun da hoş kahrın da hoş“ demeye başlıyor. Bunu deyince de, manasını bilmediğin ayetlere baktığın, okunduğu zaman onu adeta hisseder gibi oluyorsun.

Kur’an’ın ruhuna vâkıf olmak, ancak Allah’a kulluk ve  zikrullah ile mümkündür. Hiç bir şey anlamazsın manasından ama   seversin onu. Okursun ve halin öyle olur ki, Allah’ın bütün ayetlerinin emr- ettiklerini yaparsın, nehyettiklerinden kaçarsın. Yani senin hâlin de Kur’an’dan bir numune olur. Her zaman; „Allah’ın Sevgilinin sünneti canlı Kur’an’dır“ diyorduk ya, o sünnetin bir misli de senin hâlin olur. Teslimiyet odur. „Sünnete ne gerek var“ diyen alim geçinen cahilleredir bu sözüm. Yeni mesaj.com 30.09.2006

 

12.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

 

Ramazanın aydınlığında

Mümünler için af, mağfiret, rahmet, bereket, sosyal dayanışma ve yardımlaşma mevsimi olan ramazan ayına bir kez daha ulaşmış olmanın şükrünü ve mutluluğunu yaşıyoruz. Dini ve kültürel hayatımızda bu ayın çok müstesna bir yeri ve önemi vardır. Çünkü dalalet, atalet ve zulmet bulutlarının kararttığı insanlığın ufkunu, ilim, ahlak ve fazilet nurlarıyla aydınlatmaya başlayan yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim’ bu ayda gönderilmeye baş- lanmıştır. ramazanın kutsiyetlerinden birisi de budur. Bu mutlu olayı bir bakıma oruç tutarak karşılamış olmaktayız. Bir nevi O'na tazim ve saygı göstermek için bu ibadeti yerine getiriyoruz.

Dünyaya bir imtihan ve mücadele için geldik. İnsan, iç âleminde birbiriyle dövüşen, silah silaha çarpışan iki varlık gibidir. Bir tarafta kötü sıfatlar, diğer tarafta iyi sıfatlar vardır. Kötü sıfatları şeytan temsil eder.

Mevlâna Celaleddin’ı Rumi diyor ki: „Şeytan Müslüman olursa Cibril olur.“ Yine Peygamberimiz bir sohbetinde buyuruyor ki: „Her insanın bir şeytanı vardır.“ Soruyorlar kendisine: „Ey Allah'ın Resulü, sizin de şeytanınız var mı?“ „Evet“ cevabını veriyor ve ilave ediyor: „Ama ben şeytanımı Müslüman ettim.“

İşte, esas olan nefsi Müslüman etmektir. Kuranda orucun hikmeti tek bir cümleyle ifade edilmiştir: „Sakınasınız diye.“ Bütün manalar bu tek cümlede saklıdır. „Günahtan, kötü huydan, Allah'tan başka her şeyden sakınmak, yani takva ehli olmak için oruç tutmak.“ Bu sakınma sözü, insanın erişeceği en yüksek merhaledir. Bunun içinde sabır, cömertlik, şefkat, merhamet, ilahi emirlere itaat gibi yüksek meziyetler vardır. Oruç vasıtasız bir eğitim, bir ruh disiplini, aynı zamanda iradeyi güçlendirme vasıtasıdır. Prof.Dr Mehmet Nuri Yılmaz  29.09.2006

Allah'u Ekber…

Allah’ın merhameti üzerinize olsun.

Sayın M.Nuri Yılmaz Bey, inanıyorum ki yukarıdaki cümleleri, acı su ile tatlı suyun birbirinden ayrıldığı gibi, Hak ile batılın birbirinden ayırt edilmesi için yazdınız

-    Alemleri muntazam şekilde ‘dua ve doğruluk üzerinde yaratan ve idare eden Allah(c.c) muhteşem olarak yaratmış olduğu kulunu „belirli bir irade dışında kendi haline bırakmaz; yani insanlar belirli bir hal ile süre dışına çıktıkları zaman iyi ve kötü halleri Allah'ın yaratması ile zahire ‘kendilerine‘ döner.

Dünya hayatı insanlar için kat etmesi gereken yol ve bu yol üzerinde aşması gereken engeller ile mücadele için’dir.

Yaratılan her insan islama yatkın olarak doğar. İnsanlar kötülüğe meyilli değildir... İnsanları kötülüğe şeytan ve yardımcıları telkin eder.  Hz Mevlana bir akşam misafir olduğu yerde, yemek yer; yediği yemek’de şüpheli ve haram bulunmalı’ki; „akşam bir yerde yemek yedik Allah(c.c) ile aramızdaki bağ koptu.“ der.

İşte şeytanın yardımcıları Mevlanaya bunun için düşmanlık yapıp iftira ederler!..

-    Mevlana hazretlerinin yakıştırılan „şeytan müslüman olursa, Cibril olur“ iftira’dır. Allah’u alem yakıştırılan söz şu şekilde olabilir... İnsan şeytanı ümitlendiren kötü huyladan kurtulursa „nefs kemale erer“, Cibril olur. Allah’ın evi kalb şeytanın telkinlerine kapalı olur, ‘feraset ve ilhama’ açılır. Hz Ali efendimiz buyurmuşturki; akıl hertürlü nefsani istek ve şehvete üstün gelir ise kul meleklerden üstün olur... yani, nefs cibril olur. İslam dairesine şeytan giremez. Eğer nefsani istek ve şehvet akıla üstün gelir ise kul hayvandan aşağı olur... yani, nefs şeytanın isteklerine bağımlı olur. Zira şeytan, insanın islama aykırı kötü amelleri haram ve şüpheli ile beslenir, ‘yanında’ bulunur.    

-    Peygamber efendimiz sonrası Kur’an’ın bir kısmını görmezden gelerek Ümmetin Ehl’i Beyt üzerinden imtihanını gizleyip dinin ‘ucunu açıp şişirenler’ geliştirilen parelel dinin zemini için ‘Peygamber efendimize’ iftira etmişler... Allah(c.c) ve Peygamber düşmanları.

-    Belli’ki şeytanın yardımcıları Peygamber efendimizin sözlerini geliştirdikleri dine uygun olarak değiştirmiş.

-    Allah’u alem; sohbet konusu olan

„Her insanın bir nefsi vardır

„Her insanın bir şeytanı vardır.“

Soruyorlar kendisine: „Ey Allah'ın Resulü, sizin de nefsiniz var mı?“ „Evet“ cevabını veriyor ve ilave ediyor: Benim nefsim Allah’ın iradesi Kur’an-a uygun kontrol altında'dır“, ‘şeytanın telkinine meyletmez’... sözü.  

Ben şeytanı müslüman ettim... şeklin‘de değiştirmişler islam düşmanı şeytanın yardımcıları.

-    Allah’ın Resülü Allah’ın huzurundan kovduğu şeytanı yanına alır mı? Peygamberlerin görevi insanları uyarıp ‘şeytanın tuzaklarını deşifre ederek’ kurtuluş yoluna Allah’ın emrettiği şekilde hazırlamak’... şeytanın doğası, amacı „insanları aldatıp sapıtarak Peygamberi izinden çıkartıp“ kendi izine düşürerek Allah(c.c) ile arasındaki bağı kopartıp ateşe cehenneme sürüklemek.

Hacı Bayazıt 01.10.2006 

 .İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.

B i s m i l l a h i r  R a h m a n i r  R a h i m

Allah’ın selamı rahmeti alemlerin emniyeti islamın beli ve omurgası ‘maneviyatın’ merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep ile masum ve mazlumların üzerine olsun!

Allah’ın muhteşem yaratığı güzel insanlar. İnsanlar hapishaneye ya zulüm eder girer veya zulme uğrar girer. Zulüm edip giren islah olur çıkar. ‘Zulme uğrayıp giren’... Allah’ın yardımı ile hapishane’de manen fikren ve fiziken hazırlanır zulüm edenlerin saltanatını yıkar.

Olayların manevi ve zahiri boyutu Mahkeme tutanaklarında kayıt altına alınıp... „Yargıtay/OGH‘un Süleymancıların içlerindeki şeytanı bir kap içindeki suya üfleyerek, suyu istenilen yerlere serpiştirmesi ile kuluçkulama yöntemini görmesinden sonra.“ Süleymancılar ile Osman’ın ailemi korkutarak açtırdığı dava 29. 04. 2005 Geri çekilmiş;

Dünyayı kaos ve anarşiye hazırlayan şeytanın yardımcıları berteraf edilerek Sıffın savaşının hesabı görülmüştür; değilse, şeytan yardımcılarını Mahkemeye din adamı alim olarak sürüp Kur'an ile aldatmayı tekrar edecekti.

Mücadelemiz; Allah(c.c)ın yaratmış olduğu bütün olaylar ‘islama bağlı iki kurala uygun geliştiği için’ Mahkemeler üzerin’den insanların uyarılması ile maneviyat ve adalete meyletmesi sağlanmıştır.

İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan! Kitap olarak manevi fikri ve zahiri üç halin örtüşmesi ile tamamı 40 bölüm 4 kitap'dan oluşacak kısmın 12 bölüm halinde Birinci kısmı tamamlanmıştır.

Mücadelemiz aynı amaç ile „İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.“ Künyesi ile „Bölüm“ 13 de devam edecek İnşAllah Kırk bölüm 4 Kitap olarak  „tamamlanacaktır.“ Allah(c.c) yar ve yardımcımız olsun. Hacı Bayazıt,  Wien 01.10.2006

E Post: haci.Bayazıt@chello.at – www.islamdairesi.com