Allah'ın muhteşem yaratığı ehli vicdan sahipleri; insanlar iki kısımdır... İlki, islam fıtratına yatkın yaratıldığı üzere islam olan islama gelenler; ikincisi, islam'da açılan tahribat yolları ile islam'dan çıkarılanlar.

16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

Haya, imanın diğer yarısı

Resulullah (sav) buyurdu ki, "Haya ve iman birbirlerinin yakınlarıdır. Birarada bulunurlar. Bunun için bunlardan biri kaldırıldığı vakit, diğeri de kaldırılır.“"Her ibadetin zahiri ve bâtını, kabuğu ve özü vardır. Her ibadetin kabukları hususunda da dereceleri ve her derecenin de kademeleri vardır. Bunu bildikten sonra dilersen sadece kabukla yetinir, öze inmezsin, dilersen akıllıların er meydanına inersin. "(İhya-i Ulumuddin/İmam-ı Gazali) Mucemmi bin Harise amcasından rivayet ediyor.

Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: Enes’in rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Fuhuş (kötülük) bir şeyde bulunursa mutlaka onu çirkinleştirir; haya da bir şeyde bulunursa mutlaka onu güzelleştirir.“

İbni Ömer’in rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: "Haya ve iman birbirlerinin yakınlarıdır. Birarada bulunurlar. Bunun için bunlardan biri kaldırıldığı vakit, diğeri de kaldırılır.“

İbni Ömer anlatıyor: Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah bir kimseyi helak etmek istediği zaman ondan ‘utanmayı’ kaldırır. Utanması kalkınca hep kötülük işlediğini görürsün. Kötü kişiye kimse güvenmez. O zaman hep hainlik yapar ve hainliğe uğrar. Bu defa da acıma duygusundan mahrum olur ve lanetlenerek kovulur. Böylece o kişi İslâmdan uzaklaşır.“ yenimesaj 12.01.2010

16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

En büyük düşman olan şeytanın mahiyeti  

Şeytan nasıl bir yaratıktır? Neden isyan etmiş, İnsan- oğluna niçin bu kadar öfke duymakta, kin beslemek- tedir? Ona ve Hakk’a apaçık ve şiddetli düşman kesilmesinin sebebi nedir? Gerek inanmayan, gerekse inançlı kişiler üzerindeki etki sahası ve yaptırım gücü nedir?

Nâr-ı semûm denilen dumansız ateşten; 1 İnsan vücuduna işleyebilen siyah enerji boyutundan yaratılmış olan şeytan cin taifesinden bir mahlûktur. Baştan ayağa, süfliyât, kötülük, enâniyet ve kibre bürünmüştür.

Allah’ın emrini çiğnemiş, Âdemoğluna apaçık düşman kesilmiştir. Allahu Teâlâ bu hususu şöyle tasvir eder: "Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, ardından da ‘Âdem’e secde edin’ dedik. İblisin dışında herkes secdeye kapandı, o secde edenlerden olmadı… Allah: ‘Emrettiğimde seni secde etmeden alıkoyan nedir?’ dedi. O: ‘Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten onu çamurdan yarattın’ dedi.

Allah: ‘Öyleyse in oradan, orada kibirlenmek senin haddin değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin.’İblis: ‘Bana onların diriltilecekleri güne kadar mühlet verir misin?’ dedi… Allah: ‘Haydi sen mühlet verilenlerdensin’ buyurdu. İblis: ‘Öyle ise beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere senin doğru yolunun üzerine pusu kurup oturacağım. Sonra onların önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından sokulacağım. Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın’ dedi.

Allah: ‘Alçak ve kovulmuş olarak çık oradan! Onlardan her kim sana uyarsa iyi bilin ki Cehennemi sizlerle dolduracağım.“2

Şeytan; bütün hayır, iyilik, güzelliklere kapanmış; cevher ini bozmuş, özündeki gelişmeye açık hayır tohumlarını kurutmuş, bütün fenâ hasletleri kendisinde toplanmış; lânetlenmiş; kovulmuş bir mahlûktur. Şeytan, İnsanı isyana teşvik eder. Kin ve nefret doludur. Etkileyici, cazibedar/sehhârdır.3

Yüce Allah, onun İnsanoğluna karşı öfke, kin ve nefre-tten müteşekkil düşmanlığını, eytan sizin düşmanınız- dır. Siz de onu düşman belleyin. O, kendisine tâbi olanları alevli ateş halkından olmaya çağırır“4 diye haber vermiş, müteyakkız/dikkatli olmamızı öğütlemiş tir.

Nâs Sûresi’nde cinnî ve insî (İnsan) şeytanların varlığından bahsedilir.

nsanlardan da şeytan olur mu?“ sorusuna karşılık Resûl’i Ekrem (asm), "Evet, olur, hattâ onlar cinnî şeytanlardan daha tehlikelidir“5 buyurur.

Şeytanın vasıfları, özelliklerini öğrenmeden ona karşı tedbir almak zordur. Mü’min, en büyük düşmanını iyi tanımalıdır.

Dipnotlar: 1- Kur’ân, Hicr, 27; M. Vehbi, Hülâsü’l-Beyan, VII, s. 2742-43.  2- Agk, A’raf, 11-18. 3- Agk, Maide, 91. 4- Agk, Fatır, 6. 5- Nesâî, İstiâze, 48; İbn-i Hahbel, 5: 178, 265. Ali Ferşadoğlu 16.01.2010

16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

Âmirlik ve bid’at

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bid’at ehline saygı göstermek, İslam’ın yıkılmasına yardım etmek olur. Bu ise, amelin boşa gitmesine sebep olur.

Bid’at ehli, İslamiyet’e ekleme ve çıkarma yapan kimsedir... Yani İslamiyet’in doğru yolunu saptırandır. Bid’at sahibi, Resulullah efendimizin sünnetinden, yolundan ayrıldığı için, ondan gelen feyizlerden faydalanamaz.

Hadis-i şerifte, (Bid’at ehlinin cenazelerine gitme, onlarla birlikte namaz kılma! Ben onlardan değilim) buyuruldu. Allah’u Ekber

Şibli hazretlerinin Halife Harun Reşid’e nasihati şudur: (Sen bir suyun, bir pınarın başındasın, millet bu suyu içiyor, evlere bu su gidiyor. Bu suya ne koyarsan, millet onu içecektir. Bu suyu kirletme! Allahü teâlâ, Peygamber efendimizden beri akıp gelen bu İslamiyet suyunun bekçisi olmayı sana nasip etti, ‘bu suya pislik karıştırma, karıştırılmasına da izin verme!’ Yeni bir şey ilave etme, bid’at karıştırma, onu tertemiz olarak koru! Bu suya ilave edilecek her şey o suyu kirletir. Ona bir şey ilave etme, milleti bozma! Çünkü artık millet, seninle beraber Cennete veya Cehenneme gidecek. Sen bunların başına geçtin. Bunlara söyleyeceğin bir yanlış yüzünden, bunlar Cehenneme giderse, seni de götürecekler. Yahut sen giderken, bunları da götüreceksin. Bunlara da acı, kendi ne de acı!) İşte Emîr’ül‘’minîn’in yani Müslümanların başındaki idarecinin vazifesi, mevcudu muhafaza etmektir. İlave edilen her şey, her bid’at, mutlaka bir sünneti yok eder. Yani suya ilave edilecek her şey, sudan bir şey çıkarmayı gerektirir; çünkü o su, kemal derecesindedir.

Allahü teâlâ, (Ben dininizi kemale erdirdim) buyuruyor. Kemale ermiş olan bu dine, bir şey ilave etmek için, bir şeyin çıkması gerekir. Ona bir şey ilave ediyorsunuz, taşırıyorsunuz. İşte bid’at budur. İlave edilen her şey, aslından bir şey çıkarır. "Onun için dini korumak, aslını muhafaza etmek, her Müslümanın, hele işin başındakinin aslî görevidir.“ Dolayısıyla, milletin başına geçmekten, onların önüne düşmekten daha büyük tehlikeli şey yoktur. Herkesin vebalini omuzlarında taşıyor. İmtihana tâbiyiz. Allahü teâlâ yaptıklarımızı sınıflandıracaktır. Kendisi için yapılanları kendisine ayıracak, nefsimiz yani kendimiz için yapılanları bize bırakacaktır. Bu tercihi benim için yaptın, o halde bu tarafa gel diyecektir. Kendimiz için yaptıklarımız ise hiçbir şeye yaramayacak; hatta zararı olacaktır. Mehmet Ali Demirbaş 17.01.2010

16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

‘Allah Allah’ diyerek!

Kim ki Allah’ın karşısına Atatürk’ü, laikliği, ateistliği yahut bir başka şeyi koyuyor, bilsin ki baştan kaybetmiş demektir. "Asıl asimetrik savaş budur.“ En sevdiğin kişi diyelim ki annen, evladın, sen nasıl tutar da onu Allah’ın karşısına dikersin?  Akıl bunun neresinde? İnsan, "Bu sevgiden mi, yoksa sevdiğini iddia ettiğin şeyden kurtulmak istemenden mi?“ diye sormak durumunda kalıyor. Tabii böyle bir şeyi kör gözüne parmak olarak yapan yok, ama öyle laflar söyleniyor, öyle tutumlar sergileniyor ki, başka türlü yorumlamak mümkün olmuyor.

>    Biz, "Powell’la gizli anlaşma yapan biri o koltuğa oturamaz“ diyoruz, ‘adamın bu umurunda değil’, o tutuyor, "Eşi başörtülü olan birinin orada ne işi var, Atatürk’ün kemikleri sızlar“ diyor.

Alevi’sinden Sünni’sine bu milletin kadınlarının yüzde 80’i başını örtüyor, sen böyle söyleyince millet Powell’la anlaşan adamın arkasında duruyor, iyi de şimdi sen Atatürk’e mi hizmet etmiş oldun, ABD’ye mi? Ve sen bilmiyor musun o yer, eşi ve annesi başörtülü Atatürk’ün yeri. Biri çıkıyor, "Ben başörtülüye burs vermem“ diyor, biri başı örtülü olan hastayı muayene etmiyor, biri tutuyor, yanına başörtülü teyze oturunca cüzzamlı görmüş gibi uzaklaşıyor, sonra bakıyoruz aynı kafalar, Rahmetli Atatürk’ün er ocağı“ dediği mihraklarla al takke ver külah’lar. Neymiş efendim, "Onlar başka“Ymış. O zaman sen de "başka“sın arkadaş, kusura bakma.

Birilerinin bilmediği bir şey var, o da milletin sağduyu sahibi olduğu gerçeğidir. Millet biliyor, yüzüne vurmuyor. Millet seziyor, kırmıyor, bu kol bendendir diyor, ihtiyacım var, bana vursa da ona mecburum, bir gün o da bana mecbur olduğunu idrak edecek diyor,  onun için kırmıyor, burnuna acı tütün uğruyor, yutkunuyor. Tıpkı PKK ile 30 yıla yakın zamandır sürdürülen mücadelede olduğu gibi, gözyaşını içine akıtıyor, "Bu bir Türk-Kürt savaşı değildir“ diyor, şehit oğlunun tabutuna sarılıp gözyaşı dökerken Kürt komşusuna kızını veriyor, tanıdığı Kürt’ten gelin alıyor, Kürt de böyle davranıyor, niye?

Şifre, o başörtüsündedir, Kıble’dedir, Cami’de dir, Ezan’ dadır. "Sana öyle gelmez ama, öyledir, onun için kim ki İslâm’a ve İslâm’a sembol olmuş bir değer ve objeye toz konduruyor, bilsin ki baştan kaybediyor.“

Din işte böyle bir şeydir. Stalin Rus’u Kilise’den, Müslüman’ı Ezan’dan ayırmak için kullanmadık metot, denemedik zulüm bırakmadı, kaybeden kim oldu? Din olmasaydı, bugün İsrail diye bir devlet, bırakın devleti, böyle bir ırk kalır mıydı dünyada?

İslâm’ın ve İslâm’a en büyük hizmeti yaptığı için de Türk milletinin en büyük düşmanı, Şeytan’dır, buna kimsenin şüphesi olmasın. Hal böyleyken, Şeytan’ı tutup, "Al şu Türkiye’yi sen yönet“ deseler, öyle bir sevinir ki, sormayın gitsin. "Ama o bile İslâm’a asla laf söylemez, İslâm’ın hiçbir değerine açıktan saldırmaz“, çünkü bilir ki, böyle yaptığında Türk’ü yine karşısında bulur ve Allah’da Türk’e yardım eder... Onun yapacağı, Türk’le birlikte "Allah“ demek, hatta, Türk’e sadece "Allah“ dedirterek onu "Fiili duadan“ mahrum etmek, bid’atları çoğaltmak, helalleri haram, haramları helal gösterterek ve benzer yollarla, milleti peşine takıp Cehenneme öyle sürüklemek olacaktır... Zaten birilerinin laiklik adına yaptığını o da bu söylediğimiz yoldan yapıp durmakta ve hayli de yol almış bulunmakta. Öyleyse tam vatansever, hakiki Atatürkçü ve samimi mümin’e düşen, bütün kalbi ile gerçekten "Allah Allah“ diyerek, yola devam etmektir. Sükûn ve kurtuluşun reçetesi budur. Hasan Demir 27.01.2010 

16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

Mehmet Şevket Eygi bey den gerçekler

Türkiye Müslümanları iki ateş arasında, örs ile çekiç arasında kalmıştır. Bir tarafta ‘zâlim ve amansız, harbî ve militan’ din düşmanları, öbür tarafta din sömürücüleri. "Tarikat ve tasavvuf erbabı Allah’a karşı ihlâslı, mahlukata karşı adaletlidir.“  

Kendisinde ihlas ve adalet olmayan kişi sofu ve sûfî gibi görünse de ’aslında’ kızıl bir münafıktr. Dünya tuzağına düşen, ’parayı en büyük değer ve put haline getiren’, lüks ve sefih bir hayat süren kişi tarikat ve tasavvuf ehli değil, tarikatçı müsveddesidi 

Evliyaullahın ruhaniyetleri üzerimize sâyeban (gölgelik) olsun. Evliyaullah Allah’ın dostlarıdır. Allah’ın rızasını kazanmak, yardım ve keremine mazhar olmak isteyenler O’nun dostlarını sevsinler. Odatv.com 27.01.2010 

16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

Hizbullah: "Mezhebi fitne İsrail’den daha büyük bir tehdit“

Hizbullah liderlerinden Nevaf Musevi, ’mezhebi fitnenin’, İsrail’den daha büyük bir tehdit olduğunu söyledi. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah milletvekil- lerinden Nevaf Musevi Sur şehrinde direniş haftası münase betiyle düzenlenen bir etkinlikte yaptığı konuşmasında Lübnan’ın birliğini tehdit eden mezhebi fitne girişim- lerine dikkat çekti.

Musevi "Lübnanlıların ulusal birliğini, iç savaş ya da mezhebi fitne yoluyla tehdit eden tehlike, İsrail tehlikesinden daha büyüktür. Lübnan’ı çevreleyen bu tehlikeye ışık tutmak ve engellemek için çalışmalıyız“ dedi.

Mezhebi fitne ve iç savaşa karşı herkesi sorumlu olduğunu savunan Musevi "Mezhebi fitne tehlikesinin gerçekleşmemesi için herkes, gerekli tedbirleri almakla sorumludur“ diye konuştu. 

İran’daki Milyonlar, Dünyaya Mesaj Verdi. İran’da seçim sonuçlarının açıklanmasından sonra meydana gelen olaylara değinen Musevi, "Karar, İslam Devrimi’nin düşürülmesi ve İran’ın Amerika’ya bağlı bir eve dönüştürülmesiydi. Fakat İran halkı, milyonlar halinde meydana inerek, tüm dünyaya mesaj verdi“ dedi. Musevi ran’da İslam Devrimi’nin zafer kazanması, bölgesel ve uluslar arası tüm denklemleri değiştirdi. Zafer kazanan direniş de İmam Humeyni’nin fikirlerinin ürünüydü. İran, bugünlerde sadece İslam Devrimi’nin yıl dönümünü değil, son dönemlerde karşı karşıya bulun- duğu savaşa karşı elde ettiği zaferi de kutlamak- tadır“ sözleriyle konuşmasına son verdi. 

Safiyuddin: Denklemler, Temmuz 2006’da Bozuldu. Nebatiye’de İran Kızıl Ay’ı tarafından düzenlenen etkinliğe katılan Hizbullah’ın Yürütme Meclisi Başkanı Haşim Safiyuddin ise İsrailli liderlerin sık sık sözünü ettiği "denklemin bozulması“ tehdidine dikkat çekti.

Safiyuddin "Biz, Barak’tan Lieberman’dan ve Netanya- hu’dan "denklemin bozulması“ndan söz ettikler- ini duymaktayız. Biz, onlara "denklemlerin Temmuz 2006’da bozulduğunu hatırlatıyoruz. Temmuz 2006’da sadece denklemler bozulmadı aynı zamanda onların başları da Lübnan’da ezildi. Onlar bilmeli ki Hizbullah, Temmuz 2006’dan tamamen farklı bir konuma ulaştı. Denklemler değişti. Onlar, Hizbullah’a ulaşacak silaha tahammül edemeyeceklerini söylüyorlar. Oysa taham- mül edemeyecekleri, Temmuz 2006’de gerçekleşti. O da ağır bir hezimetti“ dedi.

İslam Devrimi’nin yıl dönümü münasebetiyle Sur şehrindeki İmam Humeyni Kültür Merkezi’nde düzen- lenen etkinlikte söz alan Hizbullah milletvekili Ali Fayyad ise İran’ın, ümmeti tehdit eden tehlikeye karşı mezhep ve ırk ayırımı yapmadan herkese destek olduğunu söyledi. isra haber 14.02.2010

16.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

Bak Şu Filistinli Çocuğa

B’tselem örgütü, tutuklanan Filistinli bir çocukla onu sorgulayan Siyonist görevli arasında geçen bir diyaloğu da rapora alarak şunları ifade etti...

İşgal devletinde İnsan hakları alanında çalışan Yahudi İnsan hakları örgütü B’tselem bugün (20 Şubat Cumartesi) yayınladığı İnsan hakları raporunda, işgal ordusunun işgal altındaki Kudüs şehrine bağlı Silvan mahallesinde çocuklara yönelik baskı ve tutuklamalarını artırdığına dikkat çekti.

İşgal ordusunun Silvan mahallesinde yaşları 12 ila 15 arasında değişin onlarca çocuğu tutukladığını belirten B’tselem örgütü, tutuklanan Filistinli çocukların ağır işkencelere maruz kaldıklarını söyledi. B’tselem örgütü, tutuklanan Filistinli bir çocukla onu sorgulayan Siyonist görevli arasında geçen bir diyaloğu da rapora alarak şunları ifade etti:

"Filistinli çocuk Ahmed Siyam’ı (12) sorgulayan sorgu memuru, omuzlarına darbeler indirdiği çocuktan kendisine secde etmesini isteyince, Filistinli Siyam "ben sadece Allah’a secde ederim“ diyerek, (sorgu yapan memura unutamayacağı bir) ders vermiş oldu.“ Raporda ayrıca tutuklanan çocukların gördükleri ağır işkenceler nedeniyle kollarında, bileklerinde ve ayak- larında sürekli ağrı hissettikleri ifade edildi. fiem 20.02.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

İmam’ın Masum (günahdan korunma) Olması

İmamlarımızın önemli sıfatlarından birisi de, Peygam- berlerde olduğu gibi ismet sıfatıdır. Masum sözlükte korunmuş ve muhafaza edilmiş anlamındadır. Istılahta ise masum, ilahi teyitle hata, yanlışlık ve günahtan korunan bir kimseye denir. Masum, basiret gözü açık olan, yaratılış dünyasının hakikatlerini görebilen,gayb alemiyle irtibatlı olan, ilahi teyitlerle günah ve Allah’a muhalefetten kaçınan kimsedir.

Biz Ehl’i Beyt dostları, Peygamberler gibi, on iki imamın da masum olmaları ‘gerektiği’, inancındayız. Elbette nübüvvet bölümünde de işaret ettiğimiz gibi, masumiyetin anlamı, masum olan kişinin Allah’a muhalefet etmeye kadir olmaması ve gayri ihtiyari itaat zorunluluğu değildir. Zira bu bir fazilet ve üstünlük olmadığı gibi, masum olan kişiyi, İnsanı üstün kılan en önemli özellik olan ihtiyar sıfatından yoksun saymak olur ki bu, çok büyük bir eksikliği Allah’ın hücceti olan Peygamber ve imama yakıştırmak olur. Peygamber ve imamın masumiyeti, onların -basiret gözlerinin açık olması sayesinde her şeyin hakikatini görmekte ve sahip oldukları ilahi ilim ve teyitte yatmaktadır. 

Nübüvvet bölümünde masumiyet konusuna tafsilatlı olarak değindiğimiz için burada kısaca üzerinde duracağız. İmamların da Peygamberler gibi masum oldukları ilgili kitaplarda geniş olarak ele alınmış ve bir çok akli ve nakli deliller zikredilmiştir. Bizim maksadımız ihtisar olduğundan bütün bu delillere değinmemiz mümkün değildir. Ancak özet olarak şu delillere işaret edebiliriz:

a) İmameti zorunlu kılan deliller bölümünde de işaret ettiğimiz üzere, Allah Teala Hz. İbrahim’e imamet makamını verdiğinde, Hz. İbrahim’in bu makamı kendi zürriyeti için de isteyince, Allah Teala bu makamın kendi ahdi olduğunu buyurmuş ve zalim olanlara ulaşama- yacağını bildirmiştir. Bu ayet-i kerimeden imamet makamına gelen kişinin zalim olmaması, yani masum olması gerektiği anlaşılmaktadır. Zira zulüm Kur’an-ı Kerim’de üç yerde kullanılmıştır.

1-Allah’a şirk koşmak zulüm sayılmıştır. Şüphesiz şirk çok büyük bir zulümdür. [1]

2-Kullara zulmetmek, Asıl kınama yolu, İnsanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere azgınlık yapanlara karşı vardır. [2]

3-İnsanın kendi hakkında zulmetmesi, Onlardan (İnsan- lardan) kimi kendi nefsine zulmeder. [3]  Zulmün sözlük anlamı, haddi aşmak ve bir şeyi layık olmadığı yer ve konuma getirmektir. [4] Dolayısıyla ister kasti, ister sehvi olsun her türlü hata, günah ve haddi aşmayı kapsamı altına alır. Sehvi olan hata ve günahlara cezai müeyyidelerin verilmemesi, makam itibariyle zalim olmamanın şart olduğu hususlarda, sehvi hatalar açısından bile zalim olmamalarının şart koşulmasına bir halel getirmez… "O halde imam olacak kimsenin, ‘sehvi hata ve günahlardan bile’, masum olması gerektiği, bu ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır.“

b) Hz. Ali (a.s)’ın imametinin ispatı bölümünde de gördüğümüz üzere, Allah Teala Ulü’l Emr olarak isimlendirdiği kimselere de, Allah Teala ve Resulü gibi mutlak itaati farz kılınmıştır. [5]

Ulu’l Emirlerin de Hz. Resulullah (s.a.a)’in hadisleriyle Hz. Ali ve on bir evladı olduğu açıklandığına  göre, on iki imamın masum oldukları ortaya çıkıyor. Zira, Allah Teala’nın masum olmayan kimselere mutlak itaati farz kıldığınışünmek mümkün değildir. Çünkü böyle bir şey Allah’ın hikmet ve şefkatiyle bağdaşmamakla birlikte, kendi ve Resulü’ne farz kıldığı mutlak itaat emriyle de çelişmektir. Allah Teala çelişkiye emretmekten ve sonsuz hikmet ve şefkatine aykırı davranmaktan münezzehtir. O halde, bu ayet de imamların masum olduklarını ispatlamaktadır.

c)Allah Teala şöyle buyuruyor: Gerçekten Allah her çeşit pislik ve noksanlığı siz Ehl’i Beyt’ten gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı irade buyurmuştur.[6]Ehl’i Beyt ve Ehl’i Sünnet tarafından nakledilen çok sayıda hadisler, zikredilen ayetin Peygamber-i Ekrem, Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyin (Allah’ın selamı onlara olsun) hakkında nazil olduğunu beyan etmektedir.

Ömer bin Ebu Selme şöyle rivayet ediyor: Zikredilen ayet Ümmü Seleme’nin evinde nazil oldu. Sonra Hz. Resul (s.a.a) Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyin’i yanına çağırdı ve mübarek abasını onların üzerine atarak şöyle buyurdu: Allah’ım! Bunlar benim Ehl’i Beyt’imdir. Her çeşit pislik ve noksanlığı onlardan gider ve onları tertemiz kıl. Ümmü Seleme: Ey Resulullah! Ben de onlardan mıyım? deyince de, Hazret: Hayır, ama sen hayır üzeresin buyurdu. [7]

Tathir ayeti nazil olduktan sonra, Hz. Resul, altı aya kadar, bazı rivayetlere göre de sekiz aya kadar, sabah vakitleri, sabah namazına gittiğinde Hz. Fatime’nin evinin önünden geçer, mezkur ayeti okur,  Ehl’i Beyt’ini tanıtır, onlar için dua ederdi.[8] Tathir ayeti olarak bilinen bu ayet-i kerime açık bir şekilde Ehl’i Beyt’in masumiyetini (günah ve hatadan uzak olmalarını) ifade etmektedir.

Şöyle ki; ayette geçen rics (pislik-kir) kelimesinden maksat zahiri, pislik değildir. Çünkü herkesin pislik ve necasetten kaçınması gerekmektedir. Üstelik eğer maksat zahiri necaset olsaydı, artık o kadar teşrifat, tanıtmak ve Peygamber’in duasına da gerek duyul- mazdı. Ümmü Seleme o ayetin kapsamında olmayı arzu edince de, hayır cevabıyla karşılaşmazdı. Demek ki ayetin maksadı zahiri necaset ve pislik değildir, ...’maksat batini pislik’, yani alemlerin Rabbine karşı -günah ve isyanda bulunmaktır.

Dolayısıyla ayetin manası şöyle olur: Allah siz Ehl’i Beyt’ten her türlü günah ve isyanı gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı irade buyurmuştur. Bu iradeden maksat, tekvini irade olmalıdır. Zira, teşrii iradeyle Allah herkesin pak olmasını irade etmektedir. Bu ayette Ehl’i Beyt özel olarak ele alındığına ve Ümmü Seleme’nin onun kapsamı dışında bırakıldığına göre, bu teşrii irade değil, tekvini iradedir. Allah Teala’nın tekvini iradesinin gerçekleşmemesinin mümkün olmadığı da nazara alınınca, Ehl’i Beyt’in masumiyetinin Allah’ın tekvini iradesi gereğince muhakkak olduğu ortaya çıkıyor.

İşte bunun içindir ki, Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyur- muştur: Ben ve Ehl’i Beyt’im günah ve  isyandan masumuz.[9]

İbn-i Abbas şöyle rivayet ediyor: Resulullah’tan duydum şöyle buyuruyordu: Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin’in soyundan gelecek olan dokuz imam tertemiz ve masumuz. [10]

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: Allah Teala Peygamberi’ ne itaati vacip kılmıştır. Çünkü o masumdur ve hiçbir zaman halkı -Allah’a isyana götüren yöne yöneltmez. Emir sahipleri olan imamlar da öyledir. Onlara itaat Allah ve Resul’ü tarafından vacip kılınmıştır. Onlardan başka kimseye itaat kayıtsız ve şartsız vacip değildir. [11]

d) Ehl’i Beyt İmamları’nın masumiyetini ispatlayan diğer bir delil de, önceki bahislerimizde işaret ettiğimiz, Sakaleyn hadisi olarak meşhur olan Hz. Resulullah’ın Ehl’i Beyti’nin kıyamet gününe kadar Kur’an’dan ayrılmayacağını belirttiği ve benzeri hadislerdir.

ıktır ki, Cenäb-ı Hakk’ın ilminin tecellisi olan Kur’an masumdur. Ona ne önünden ne de arkasından batıl gelemez. Bunu bizzat Allah Teala Kur’an’da beyan buyurmuştur. [12] O halde kıyamet gününe kadar asla Kur’an’dan ayrılmayacak olan Hz. Ali ve Ehl’i Beyt İmamları’nın da masum olduğu ortaya çıkıyor. Zira aksi taktirde bilerek veya bilmeyerek onların Kur’an’dan ayrılmaları söz konusu olabilir. Oysa Hz. Resulullah’ın bu sahih hadisi böyle bir şeyin olmayacağını garantilemiştir.

e) İmamın uhdesine aldığı vazifesi -onun masum olmasını ‘zorunlu’ kılmaktadır. Nitekim resulün  uhdesine aldığı vazife onun masum olmasını gerektiriyordur. Geçen bahislerimizden anlaşıldı ki, imam Peygamberden sonra İslam toplumunun hidäyet, terbiye ve idaresi yanı sıra, Allah’ın dininin koruyucuları ve müfessirleridir. Böyle ağır bir mükellefiyet altında olan kişinin masum olması aklen gereklidir. Zira aksi taktirde bu önemli görevini yerine getiremeyeceği açıktır. O halde imamlar masum olmalıdır.

Büyük Ehl’i Beyt alimi Seyyid Mürtaza şöyle diyor: İster hata ve isyan kasten olsun, ister sehven olsun, hata ve isyan etme ihtimali olan bir kişinin sözlerinin bir imamdan beklenen etkide olmayacağııktır. Ziraterbiye üzerinde her iki çeşit hata ve isyanın etkisinin olumsuz yönde olduğu açıktır. Durum böyle olunca, Allah Teala’nın hikmet ve şefkati, İnsanların talim, terbiye ve hidäyetiyle görevli kıldığı kimsenin önünden her türlü engeli götürmesini icap etmektedir. O halde İnsanların hidäyet,  talim ve terbiyesiyle görevli kılınan imamların masum olması gerekir.

Allah Teala bizleri dünyada o mukaddes önderlerin izinden, ahirette de refakatlerinden ayırmasın.

 [1]- Lokman: 13, [2]- Şûrâ: 42, [3]- Fâtır: 42, [4]- Lisan-ül Arap c. 12 s. 373, [5]- Nisa: 59, [6]- Ahzab: 33, [7]- Yenabi-ül Meveddet s.125, [8]- Ed-Dürr-ül Mensur, c.5 s.199, [9]- Dürr-ül Mensur c.5 s.199, [10]- Yenabi-ül Meveddet, s.445, [11]- Bahr-ül Menakıb, s.100, [12]- Fussilet, İmamet İlâhî Bir Makamdır, İmamet Makamı,İmamın İsmeti,İmam, İnsan Vücudundaki Kalbe Benzer, Hz.Ali (a.s)’nın Hz. Resulullah (s.a.a) Tarafından Tayini, Her zaman bir İmam vardır, masum İmamın sıfatları, tathir ayeti 24/10/2007- 21.02.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

Saldıray Berk neden hedef alındı

Onu diğer komutanlardan ayıran bir şey var. Ergenekon Operasyonu’nda evleri basılanların, gözaltına alınanların ve tutuklananların hemen hepsinin ortak bir özelliği vardı. ‘Türkiye’nin Atlantik ekseninden kopmasını’, Nato’dan çıkmasını, AB üyelik hedefinden vazgeçmesini ve IMF ile olan ilişkisini bitirmesini istiyorlardı.

Bu isimlere göre Türkiye, Avrasya ekseninde, Çin, Rusya, İran ve Orta Asya’daki Türkî cumhuriyetlerle yeni bir ittifak kurmalıydı. Örneğin eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, bu isteğini yüksek sesle ifade etmişti. Örneğin Şener Eruygur ADD’nin başına geçtikten sonra bu eksen kaymasını savunmaya başlamıştı. Örneğin Erol Manisalı bütün bir entelektüel mesaisini bu hedefe yönelik olarak harcayan bir akademisyendi. Örneğin Doğu Perinçek çok uzunca bir süredir "Avrasya Seçeneği“ni savunuyordu. Operasyonun bulaştığı Yalçın Küçük ya da Merdan Yanardağ gibi isimler ise, zaten dünya görüşleri olan sosyalizm nedeniyle, NATO, ABD ve emperyalizm karşıtıydılar, dolayısıyla onlar da içerde ve dışarıda bir eksen kaymasından yanaydılar. Üstelik Cumhuriyet Mitingleri Türkiye’nin Atlantik ekseninden çıkmasını isteyen güçlerin, hızla kitleselleşebileceğini de gösteriyordu. Mitinglerdeki yüz binler, hep bir ağızdan "ne ABD ne AB, Tam Bağımsız Türkiye“ sloganını atıyorlardı.

İşte bu noktada dışarıdaki ve içerideki Atlantikçi güçler, hem Türkiye’nin emperyalist planlar doğrul- tusunda dönüştürülmesine karşı durabileceklerini hem de bir eksen kaymasına neden olabileceklerini düşün- dükleri hedeflere yönelik bir tasfiye operasyonuna giriştiler. Birinci cumhuriyetin yıkılıp ikincisinin kurulması için bu güçlerin engel olmaktan çıkarılması gerekiyordu. Bu söylediklerimiz ışığında "neden 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk hedef tahtasında“ sorusunu sorabiliriz. Öncelikle komutanlığı Erzurum’da bulunan 3.Ordu’nun geçmişte Sovyetler Birliği’ne karşı kurulduğunu, şimdi ise Gürcistan ve Ermenistan sınırlarını koruduğunu bilmemiz gerekiyor; ABD’nin her daim yakından ilgilen- diğini ve önemsediğini tahmin edebiliriz. 3.Ordu’nun şimdiki komutanı Saldıray Berk ise biyografisinden anlaşıldığı kadarıyla, 2.Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Özel’le birlikte, NATO’da görev yapmamış iki komutandan biridir. Berk, NATO’da görev yapmadığı gibi, yine biyografisine bakıldığında görülebileceği üzere, Moskova Kara Ataşeliği ve Bakü Silahlı Kuvvetler Ataşeliği görevlerinde de bulunmuştur. Ayrıca Berk, TSK bünyesindeki Rusça bilen az sayıda isimlerden biridir.

Saldıray Berk, cemaate yönelik Erzincan’daki soruşturma bağlamında hedef tahtasına yerleştirilmiş olabilir ama tek neden bu olmamalıdır; Berk Nato’cu değildir ve biyografisinden ve hakkında yazılanlardan Avrasyacı fikriyata yakın Kemalist bir paşa olduğu sonucuna varılmaktadır. Türkiye’nin Rusya’ya en yakın sınırlarını Rusya düşmanı ve NATO’cu olmayan bir paşa tarafından komuta edilen bir ordunun savunmasına ABD’nin sessiz kalması söz konusu olamaz. Bunlar göz önüne alındığında, Atlantikçi güçlerin ve onların -içerideki işbirlikçilerinin Berk’i hedef seçmiş olmalarında şaşırtıcı bir yan bulunmamaktadır. Hakan Utka Odatv.com 21.02.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

Abd tsk’ya niye düşman oldu

Odatv.com tarihinde bu ilk kez oluyor. İlk kez okuyucular bir okur mektubuna çok ilgi gösterdiler. Bunun üzerine biz de "N.Baba“ rumuzlu okuyucumuzun gönderdiği makaleyi manşetten verme kararı aldık. İşte ilgili makale… "Her şey 1991 yılı başında ABD’nin Körfez saldırısıyla başladı. ABD, Bağdat’a yürümedi. Bunun yerine Irak’ın kuzeyinde bir Kürt isyanı kışkırttı. Arkasından, Irak Ordusunun 36. enlemin kuzeyine geçmesini önleyerek buradaki Kürt oluşumunu güvence altına aldı

ABD’nin planı şuydu: Önce Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurmak ve sağlamlaştırmak, sonra Irak’ı tümüyle işgal etmek. Kuzey Irak’taki yeni devleti Türkiye’nin güneydoğusu, Suriye’nin doğusu ve İran’ın batısından koparacağı parçalarla birleştirerek Büyük Kürdistan’ı, yani ikinci İsrail’i kurmak. Bu projenin ismini biliyorsunuz: Büyük Ortadoğu Projesi (Cumhurbaşkanı ve Başbakanımız bu projenin resmi eş başkanlarıdır) Türkiye’deki bütün hükümetler, İncirlik’e yerleşen Çekiç Güç’ün görev süresini uzatarak ABD’nin Kuzey Irak’taki Kürt oluşumunu desteklemesine yardımcı oldular.

TSK, bu süreçte Kuzey Irak’taki oluşum üzerinden Türkiye’nin bölünme tehlikesini erken algıladı ve ABD ile karşı karşıya gelinmesinin kaçınılmaz olduğunu da farketti. İlk olay: Orgeneral Torumtay’ın istifası Özal’ın, "kuzeyden Irak’a girme“ emrini uygulamamak için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necip Torumtay istifa etti. Böylece TSK, Amerikan planlarında rol almaya direneceğinin ilk işaretini vermiş oldu. O andan itibaren TSK’ya karşı ABD "tetik“şürmeye karar verdi. "Ergenekon“ tertibinin planlanmaya başlanması, o zamandır.

Özel Kuvvetler komutanlığı Neden Kuruldu

Sovyet tehdidine karşı kurulmuş olan Özel Harp Dairesi (ÖHD) Amerikan güdümündedir ve Sovyetler yıkıldığı için tehlike ortadan kalkmıştır. Şimdi tehdit, Kuzey Irak’taki ABD varlığından gelmektedir, dolayısıyla, "ABD güdümündeki“ ÖHD, "ABD’den gelen bir tehdide karşı“ kullanılamaz. Geçmişteki kontrgerilla eleştirileri TSK’da zaten belli bir rahatsızlık yaratmıştı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, ÖHD’i yeniden örgütledi, ismini Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak değiştirdi. Yıl 1991. ÖKK’nin PKK’yı hedef alması ve Kuzey Irak’ta kurulan devlete karşı tavır alması, Amerikan denetiminden kurtulma çabasının başlangıcıdır. "Tugay“ düzeyindeki ÖKK, "tümen“ düzeyine çıkarıldı. Ankara’da ÖKK için yeni bir eğitim tesisi yapımına başlandı ama ABD bundan çok rahatsız oldu, "kullandığı“ pek çok kişi aracılığıyla, tesis inşaatında yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla mesnetsiz davalar açılmasını sağladı, ÖKK eğitim tesislerinin yapılmasını uzun süre felce uğrattı.

Eşref Bitlis Öldürüldü. ABD’nin Kuzey Irak’taki planlarını bozan bir planı uygulamakta olan Orgeneral Eşref Bitlis, Amerikan Çekiç Güç helikopterlerinin PKK’ya silah ve malzeme attığını saptadı ve bunu bildirdi. Org. Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanı olarak, Amerika’nın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef aldığını gördüğü, bu tehlikeyi önlemek amaçlı, savunmaya yönelik bir strateji geliştirdiği için Amerika tarafından derhal "hedef“e seçildi. Org. Bitlis helikopterle Kuzey Irak’a giderken, bu yolculuk önceden ABD’ye haber verilmiş olmasına rağmen iki Amerikan savaş jeti yakın uçuş yaparak oluşturdukları vakumla helikopteri düşürmeye çalıştılar ama deneyimli helikopter pilotunun dalış manevrasıyla bu girişim sonuç vermedi. Bu saldırıdan hemen sonra telsizle Amerikalılara helikopterde orgeneralimiz olduğu tekrar bildirildi ama Amerikan savaş jetleri saldırıyı tekrarladılar. Helikopter pilotu büyük bir çabayla yeniden dağların arasındaki derin vadilere dalarak kurtulmayı başardı.

CIA tarihinin en önemli suikastlarından birisi 17 Şubat 1993 günü gerçekleşti: Uçağına yapılan sabotaj sonucunda Orgeneral Bitlis şehit edildi. Ağustos 1994’de Genelkurmay Başkanı olan İsmail Hakkı Karadayı döneminde Eşref Bitlis Planı "uygulandı“ ve Kuzey Irak’a Çelik Harekatı yapıldı. 35 bin Mehmetçik Mart 1995’de Kuzey Irak’a girdi. Kuzey Irak’a giren TSK, ABD’nin "egemenlik alanı“na da girmiş oldu. Bölge ABD ordusunun işgali altındaydı. ABD’nin Foreign Affairs, Foreign Reports, Mediterranean Quarterly ve Joint

Forces Quarterly gibi "yarı-resmi“ organlarında "Türk komutanlar hizadan çıktı“, "Türk Ordusu ABD-Türkiye ilişkilerini bozuyor“ türünden görüşlere yer vermeye başladılar.

Gazi Olaylarını Kim Tertipledi. Çelik Harekatı öncesinde CIA’nın Moskova İstasyon Şefi’nin CNN televizyonunda Türkiye’nin ‘"karışacağını“ dünyaya şöyle ilan etti: "Önümüzdeki dönemde dünya- nın en çok karışacak ülkesi Türkiye’dir. Şu anda Türkiye, gizli servislerin gündeminde ilk sıraya yerleşmiştir.“ Gazi Mahallesi olaylarından birkaç gün önce, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Holbrooke, Türkiye’nin Kuzey Irak sınırında yaptığı yığınağı durdurmak istediklerini şu "ifadelerle“ belirtti: "Kuzey Irak sınırına asker yığıyor- sunuz. Önümüzdeki günlerde terör olaylarının artma ihtimali var. Oraya yapacağınız bir harekatta dikkatli olmanızı tavsiye ederim.“mCIA Şefi’nin ve Holbrook’un "haber verdiği gibi“, 12 Mart 1995 gecesi İstanbul’da Gazi Mahallesi olayları başladı. TSK bu tehditi önemsemedi ve Çelik Harekatı yapıldı. NATO tarafından, üye ülkeleri komünizmden korumak için kurulan kontrgerilla (diğer adları Gladio ve SÜPER NATO) örgütleri, İtalyan savcının ispatladığı gibi, CIA tarafından yönetiliyordu ve esas görevleri bu ülkelerdeki hükümetlerin ABD kontrolün- den çıkmalarını önlemekti.

TSK Karşısına Polis Çıkarma. Türkiye de ÖHD de kontrgerilla ile bağlantılıydı. 1991 yılında Özel Harp Dairesi’nin Özel Kuvvetler Komutan- lığına (ÖKK) dönüştürülmesi aslında bir "ulusallaştır- maydı“. ABD bu kuruluştan dışlanıyor ve hedef, Kuzey Irak’tan yöneltilen tehdide karşı mücadele olarak tanımlanıyordu.

ABD, "kontrgerilla yapılanmasında TSK yerine polisi koyma“ denemesine girişti. 1973’ den beri İçişleri Bakanlığı içinde örgütlenen slamcı Cunta“, artık "F Tipi Gladio“ olarak kontrgerilla içinde TSK’den boşalan yeri alıyordu. "F Tipi Gladio“nun ilk büyük organizasyonu da 1995 Gazi olaylarıdır. ABD ordusu, özellikle Çekiç Güç, Irak’ın kuzeyinde 7500 "CIA Peşmergesi“nden oluşan bir askeri güç örgütlemişti.

Eylül 1996’da, Eşref Bitlis Planı gereğince Barzani, Türk Genelkurmayı’nın yönlendirmesi sonucu Saddam yönetimiyle işbirliği yaparak CIA Peşmergelerini dağıttı. 200’e yakın ölü veren CIA Peşmergeleri, ABD tarafın- dan Guam Adası’na taşındı. ABD kaynakları, bu harekatı "ABD’nin Vietnam’dan sonraki en büyük yenilgisi“ olarak değerlendirdi. Bu harekattan 20 gün önce ismini açıklamayan bir tuğgeneral, Aydınlık dergisine bir demeç vererek Eşref Bitlis’in uçağının ABD’ye bağlı Gladio görevlileri tarafından düşürüldüğünü açıkladı ve dergi de 25 Ağustos 1996 tarihli sayısında bu haberi yayınladı.

TSK, Çelik Harekatını Başbakan Çiller’e haber vermeden gerçekleştirmişti çünkü Çiller’in ABD’ye "örgütsel“ bağlılığı TSK tarafından biliniyordu. 28 Şubat harekatının en önemli başarısı, Hocaefendi’ye indirdiği darbe oldu. Hocaefendi kaçıp ABD’ye yerleşti.

Gıladiocu Subaylar Tasfiyesi... Mayıs 1997 YAŞ toplantısında "160 subayın irtica bağlantısı nedeniyle ordudan atılması“, Başbakan Erbakan’a onaylaması için "dayatıldı“. Bu uygulama, ordu içindeki Gladio’yu, yani ABD görevlilerini temizlemek anlamına geliyordu; çünkü kontrgerilla, artık; "F Tipi Gladio“Ydu. 28 Şubat kadrosu içinde "ABD’nin Truva Atı“ olan bir de general vardı: Çevik Bir. Çevik Paşa da hemen sonra TSK tarafından sessizce tasfiye edildi ve sadece bu nedenle bile, rtica“, 2002 yılı sonuna kadar iktidara el koyamadı.

1994-1998 arasında genelkurmay başkanı olan Orgeneral Karadayı şunları yaptı: ABD ve NATO yuvalanmasını, yani kontrgerillayı genelkurmay karargahından çıkardı. Özel Kuvvetlerin ulusal amaçlar için kullanılmasına yönelik önlemleri geliştirdi. Özel Harp subaylarımızın Çin’in Uygur bölgesinde ve Çeçenistan’da "kullanılmasına“ engel oldu.

Türkiye’yi İşgal Planı. 1998 yılında genelkurmay başkanı olan Orgeneral Kıvrıkoğlu, ABD’nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu "ık bir dille“ belirtti. Kıvrıkoğlu, Washington ziyaretini iptal etti ve NATO döneminde "ABD’yi ziyaret etmeyen ilk ve tek Genelkurmay Başkanı“ olarak tarihe geçti. Kıvrıkoğlu, "28 Şubat’ı BİN YIL sürdürmeye kararlıyız“ diyen komutandı. Demek istediği aslında, "ABD tehdidine karşı, bin yıl da sürse direnilecek“ olduğuydu. Mesajı alan ABD, aynı sözcüklerle yanıt verdi: Bin Yılın Meydan Okuması (MILLENIUM CHALLENGE 2002) ABD, "bu“ isim altında, 24 Temmuz 2002’de Nevada çölünde Türkiye’yi işgal tatbikatı yaparak "gözdağı“ verdi.

Bu, "ABD tarihinin“ en büyük askeri tatbikatıydı. ABD’nin yarı resmi ajansı olan ASSOCIATED PRESS, "tatbikatın Türkiye’yi işgal senaryosu üzerine kurulu olduğunu“ık açık yazdı. Tatbikat senaryosu alabildiğine ilginçti. Assoc. Press’e göre, tatbikatın resmi senaryosu şu şekildeydi: Türkiye’de bir "deprem oluyor“ (!) ve TSK, "karışıklığı önlemek için“ yönetime el koyuyor- du. Bunun üzerine ABD Deniz Kuvvetleri önce Kıbrıs’ı kuşatıyor ve "96 saat içinde“ "hedef ülkeyi“ İşgal ediyordu.

"96 saat“, TSK’nın bir dış saldırıya karşı hazırlanması için gerekli olan minimal süredir ve bu süre, TSK tarafından "kozmik sır“ düzeyinde saklanıyordu (saklandığı "sanılıyordu“). Tatbikatta işgal süresi olarak  "96 saat“ seçilerek, "hedef ülkenin Türkiye olduğu“, "anlayan kişilere“ anlatılıyordu...

Gizli Anlaşma. O dönemde Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül, 2 Nisan 2003 günü ABD Dışişleri Bakanı Powell ile Ankara’da 2 sayfa 9 maddelik bir "gizli anlaşma“ yaptığını itiraf etti. Gül, anlaşma içeriğini "ıklayamayacağını“, "gizli olduğunu“ söyledi. 13 Temmuz 2003’de bu gizli anlaşmanın maddelerini açıklaNdı. Birinci madde: "TSK ve ÖKK 4 ay içinde Kuzey Irak’tan çekilecek“ şeklindeydi. Gül’ün yaptığı bu gizli anlaşmadan 3 ay sonra, ABD ordusu "Türk askerinin başına çuval geçirdi“. "Çuval geçirme“ eylemi, gizli anlaşmanın uygulanması için bir "ihtar“dı. Başbakan Erdoğan’ın o günlerde kullandığı "müzik notası“ vecizesi, yine, "anlaşmanın uygulanması gerektiğine“ ilişkin TSK’ya yönelik bir uyarıydı. "Biz anlaşma yaptık, Kuzey Irak’tan çık artık“ diyordu Başbakan, TSK’ya. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in, "çuval olayı“ndan sonra Başbakan Erdoğan’a gönderdiği mektupta şöyle deniyordu:

"TSK (ÖKK kastediliyor) Kuzey Irak’ta sizin bilginiz haricinde eylemler yapmaktadır.“ Rumsfeld, çuvalı "Erdoğan’ın değil“, "TSK’nın başına geçirdiklerini“ böylelikle anlatarak, Başbakan Erdoğan’ın "içini rahatlatmak“ istiyordu.

Beş Genelkurmay Başkanı. Ulusal devlet ve Kemalizm karşıtııklamalar yapan, Milli Egemenlik ve Milli Güvenlik kavramlarının "artık geçersiz olduğu“ıklamalarını yapan Org. Hilmi Özkök, böylece, tarihe "başına çuval geçirilen komutan“ olarak kaydedildi. Buna ses çıkarmadı, böylece "Ergenekoncu“ olarak suçlanmaktan kurtuldu. "Başına çuval geçiril- mesi“ne ve Kuzey Irak’tan çıkarılmasına rağmen "akıllanmayarak“ sınır ötesi harekatta ısrar eden TSK’ya karşı, Org.Torumtay zamanından beri hazırlanmakta olan organizasyon artık açığa çıkarılacaktı ve düğmeye basıldı.

"ABD’ye direnen 5 Genelkurmay Başkanı“ ve destekleyici tüm unsurlar "Ergenekon çetesi“ olarak suçlanacaktı. Suçlama belgeleri aslında çoktan hazırdı, ama Org. Özkök "Ergenekoncu olmadığından“, onun görev süresince organizasyon "uykuya“ yatırılmıştı. Organizasyonun uykudan uyandırılmasının ilk işareti Org. Büyükanıt’a karşı kullanılan emdinli olayı“dır.

Başrolde Fehmi Koru. O günlerde, Büyükanıt "çete kurmakla“ suçlandı fakat sonuç alınamadı. Fehmi Koru, "Taha Kıvanç“ imzasıyla Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan 30 Nisan 2001 ve 1 Mayıs 2001 tarihli yazılarında "Yeniden kurulsun diye hakkında rapor hazırlanan Ergenekon, çok kapsamlı, bir partiyle irtibatı bulunmayan, ‘devleti yapılandırma’ amaçlı bir örgüt“ demektedir. Koru, yazısında 24 sayfa olduğunu söylediği bu dokümanın sonunda yazanın adının bulunduğunu da belirtmektedir.

Ne var ki, şimdi bu "masum“ tanımlamadan vazgeçil- mesi, daha büyük ve kapsamlı bir düzeneğin çalıştırıl- ması zorunludur. Bu, günümüzde devam eden Ergenekon davasıdır.

ABD’nin belirlibelirsiz "her tür“ desteğiyle iktidara gelen AKP, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD’ye "sorun çıkarmadan“ eş başkanlık yapabilmek için, başta TSK olmak üzere tüm ulusalcı güçleri saf dışı etmek zorundadır.

Sonuç. Plana göre, bu dava sürecinde komutanlar yıldırılacak ve "1991 öncesinde olduğu gibi“ ABD ile tam uyumlu olarak görev yapmaları sağlanacaktır. AB’nin de "bir kriter“ olarak dayattığı gibi, TSK "sivil otoriteye“ tabi olacak, kendisine Atatürk tarafından verilmiş olan "ulusal bütünlüğü ve laik cumhuriyeti koruma“ görevini unut acaktır.

"AKP sivil darbe ile değil, seçimle geldi“ itirazı yapacak olanlara da şunları söylemeliyim: CIA’nın yan kuruluşu Rand Corporation’un yayın organlarında ve ABD strateji merkezlerinin hazırladıkları raporlarda şöyle deniyor: "ABD artık ANAP ve DYP gibi partilerle Türkiye’yi kontrol edemez, Fazilet Partisi’nin başına yenilikçi kanadın geçmesi, Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, Abdullah Gül’ün de Dışişleri Bakanı olması halinde ABD Türkiye’yi kontrol altında tutmaya devam edebilir. " Tarih:20 Ekim 1996. Ve ABD Ankara büyükelçiliği yapmış CIA eski elamanı Abramowitz: "Erdoğan, Erbakan’ın yerini almalıdır“ Bu tarih de, 3 Kasım 2002 seçimlerinden "6 yıl“ öncesidir !“ Mektup böyle…Artık üzerinde durup analiz etmek odatv.com okurlarının işidir… Not: Hukuki olarak siteyi zora sokacak bazı isimler de kısaltmalara gidilmiştir. Odatv.com12.01.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

Tarihin Şahitleri, ‘din’in ve tarihin beşiği, bölgenin üzerinden’, toz duman bulutlarının

dağılması, Vicdani duyarlılığınız ile mümkündür.

Allah’ın selamı, Ona iman edenlerin üzerine olsun.

Ehli Vicdan Sahipleri. Allah için uyanın, uyduklarınız, eğer din’de ihlası esas alıp harfiyen uyarak kutsala emanete hürmet ediyorsa Peygamberinin izinde; eğer din’de menfati esas alıp birkısmına uyup birkismını hafife alıp kutsal emanete eziyet ediyorsa şeytanın izinde’dir. Din’in siyasallaşmasının mimarı milligörüş ve Erbakan İslam Ümmetinin başına gelmiş Cengiz handan daha büyük bir müsübet idi. Yıllardır doğu halkını partiye kanalize etmek için kürt meselesini kaşıdılar. Yıllardır Ordu’da namaz kılan her Müslümanı milligörüşcü gösterip, ‘atılmasına zemin hazırlayarak’, Ordu ile Halkı arasına nifak tohumları ektiler.

>    Ey Vicdan sahipleri eğer biliriseniz Dünya, TSK’ye çok şey borçlu.

>    Sayın Erbakan Başbakanlığı sırasında "Müslüman kılıklı karanlık ruhlu üfürkçü hocalarına güvenip“ Rektörlerin (masum ‘istismar edildiğinden’  habersiz) kız çocuklarına selam duracağınığledi.

>    Partililerde siyasi hükümete ‘ona’ güvenip,  hocalarımız falan Prof hocanın işini bitirdi; falan Prof hocaları’da ele aldı üfürmeye başladı. diye demeç verdi. Hürriyet Gazetesi yayınlandı.

Tayyip bey ilbaşkanlığından beri, Erbakan ve "din’in için boşaltıp bölge için emsal olacak“, ideolojisini siyaset sahnesinden bertaraf etmek için hazırlandı. Yani bazı din’darların üzerinde duası vardı, ta’ki bölücülüğü çağrıştan hallerine kadar. Ağar ve Mumcu’nun hata etmesi oyların Tayyip beye akmasıda bu şekilde gelişmiştir. Yani Deccal taifesi ‘o zamanlar’ Tayyip beye yanaşamadı, ‘ona mualif olarak’ Ağar ve Mumcu’ya yanaştı ve onlar nasıl olduklarını anlamadan kaybetdiler.

Şimdi ise onların Orduya yaptıkları ‘şeytani yönlendirme’ baskı, mevcut siyasi hükümete yansıyacak. Yani, AKP ve Güleni bitirme ‘düzmece/uydurma’ hareketi, Allah’ın izni ile, ‘din ahlak maneviyat dairesinde’, Gülen (ftö) harek- etinin arzi müsübeti, AKP’nin bitmesine zemin hazırlayacak gerçekleşecek. Böylece, herkim’ki din’in tahribine yardımcı olur ise ‘onların müsübeti’, Allah’ın hesabı gereği, onları’da kuşatacak. İnşallah. haci bayazit 18.03.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

Hizbullah, Filistin İçin Her Türlü Bedeli Ödemeye Hazır

Hizbullah’ın Güney Lübnan temsilcisi Şeyh Kavuk, Filistinli çocuğun fırlattığı taşın Arapların zirvelerinden daha etkili olduğunu söyledi. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın Güney Lübnan temsilcisi Şeyh Nebil Kavuk, Lübnan’ın Marun Ras bölgesinde düzenlenen "Filistin ve Kudüs İçin Müslüman Alimler Toplantısı“nda yaptığı konuşmasında, Hizbullah’ın Filistin için her türlü bedeli ödemeye hazır olduğunu söyledi.

Şeyh Kavuk "Kudüs, artık konferanslardan, zirvelerden ve konuşmalardan bıktı. Filistinli bir çocuğun Siyonist işgalcilere fırlattığı bir taş dahi, Arapların düzenlediği konferanslardan ve zirvelerden daha büyük etki yaratıyor. Kudüs, yiğitleri ve havaya kaldırılan silahları özlüyor. Sadece güney Lübnan’daki direniş bile konferanslardan ve zirvelerden İsrail’i daha fazla korkutmaktadır. İsraili konferanslardan, zirvelerden korkma- maktadır“ dedi. Şeyh Kavuk "Marun Ras’tan, zafer kazanan güney Lübnan’da Sünni ve Şii alimler olarak bir araya geliyor, bir tek mezhepte, direniş mezhebinde birleşiyoruz. Filistin halkı bilsin ki bizler, Mescid-i Aksa ve Kudüs’ü savunmak için en ön saftaki konumuzu koruyacağız. Kudüs’ün surlarında, Filistin bayrakları dalgalanıncaya kadar en ön safta kalmaya devam edeceğiz“ dedi

Hizbullah’ın Filistin davasına verdiği desteği kesebilmek için uluslarası ve bölgesel baskıların sürdüğünü belirten Şeyh Kavuk "Ey Kudüs! Senin olmadığın bir zafer, hezimettir. Kudüs, gasbedilmişken, her türlü onur, eksik olarak kalacaktır. Hizbullah, kanını ve canını Filistin için feda etmeye, her türlü bedeli ödemeye hazırdır. Hizbullah, Filistin’e verdiği desteği asla kesme- yecektir. Bu, Seyyid Abbas Musavi’nin bize vasiyetidir“dedi. İsraille yapılan barış görüşmelerinin Filistin’e ve bölge halklarına hiçbir getirisinin olmadığını kaydeden Şeyh Kavuk İsrail’e karşı verilecek tek yanıt, direniş stratejisini güçlendirmek ve bölgede yaygınlaştırmaktır. isra haber Lübnan  28.03.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

İran, Pakistan’da kaçırılan diplomatını kurtardı!    

İran İstihbaratına bağlı İmam’ı Zaman’ın Adsız Askerleri tarafından özel bir operasyonla yakalandığınııkladı. Bir süre önce Pakistan’da kaçırılan İranlı diplomat, İran istihbaratına bağlı İmam’ı Zaman’ın Adsız Askerleri tarafından düzenlenen nefes kesici bir operasyonla kurtarılarak İran’a getirildi.

2008 Ekim’inde Pişaver’de silahlı bir grup tarafından kaçırılan İranlı diplomat Haşmetullah Ettarzade, İran İstihbarat Bakanlığı özel görevlilerinin (İmam-ı Zaman’ın Adsız Askerleri) operasyonlarıyla kurtarıldı. İran İslam Cumhuriyeti Pişaver Konsolosluğu, kurtarılan İranlı diplomatın İran’a ulaştırıldığınııkladı.

Bölgeye güya "terörle mücadele“ adı altında sızan ABD ve yandaşı ülkelerin tam tersine, bölgede terör ve adam kaçırma girişimlerinde bulunduğuna dikkat çeken yetkililer, ABD ve İsrail ikilisiyle onlara taşeronlukta bulunanların, her zaman hezimete mahkum olduklarının altını çizdiler.

Dışişleri sözcüsü Mihmanperest: "Diplomatımızı kurtardık, gücümüzü gösterdik!..“ İran istihbaratının, Pakistan’da kaçırılan İranlı diplomatı kurtararak ülkeye getirmesi, İran’ın bölgedeki gücünü bir kez daha ispatlamış oldu. İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ramin Mihmanperest , 2008 Ekim’inde Pişaver’de silahlı bir grup tarafından kaçırılan İranlı diplomat Haşmetullah Ettarzade’nin alıkonulduğu mekanın, İran istihbaratı tarafından tespit edildikten sonra bir dizi karmaşık operasyonlardan sonra başarıyla kurtarılıp İran’a getirilmesini, İran İslam Cumhuriyeti’nin güç ve iktidarının en belirgin göstergelerinden biri olduğunu açıkladı. Pakistan makamlarıyla yapılan bir dizi görüşmeden hiçbir sonuç alınamayınca İran istihbaratının bizzat devreye girerek ülkesinin diplomatını kurtardığını belirten Mihmanperest, bunun İran istihbaratı için büyük bir başarı olarak kaydedildiğinin altını çizdi. 2008 Ekim’inde Peşaver’de silahlı bir grup tarafından kaçırılan İranlı diplomat Haşmetullah Ettarzade, İran İstihbarat Bakanlığı özel görevlilerinin operasyonlarıyla kurtarılıp İran’a getirilmişti.. Rast Haber 30.03.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

şmanın en son silahı, Şii-Sünni fitnesini körüklemek!..

Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri, bölgeye istila planının son bulduğu ve işgalci İsrail’in dağılmakta olduğuna değinerek "şmanın en son silahı Şii-Sünni ihtilaflarını körükleme konusu başta olmak üzere Müslümanları bölme projesidir“ dedi.

Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Kuveyt’in "Er-Ray“ televizyonuna verdiği röportajında Lübnan’ın eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesi olayıyla ilgili yargı düzeyinde bir araştırma başlatılması konusunda görüş belirtirken, söz konusu mahkeme ve araştırmalarına güvenmediklerini, bunun için de yeteri kadar delilleri olduğunu belirtti. Nasrullah açıklamalarının devamında Refik Hariri’ye suikast olayında katil İsrail’in parmağı olduğunun altını çizerek srail’i, bomba yerleştirmekle suçlayan ip uçları var elimizde. Fakat Araştırma Komitesi bu ip uçlarını incelemeye yanaşmıyor ve İsrail’in bu olayda suçsuz olduğunu ileri sürüyor. Bu da, bu araştırmada adaletin dikkate alınmadığının bir göstergesidir“ dedi.

Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Nasrullah açıklamalarının başka bir bölümnde bölgeye istila kurma projesinin sona erdiği, zira işgalci İsrail’in çözülmeye ve dağılmaya doğru gittiğinin altını çizerek, "Artık bu durumda düşmanın en son silah olarak düşündüğü proje, Müslümanlar arasında bölücülük ve gruplaşma fitnesini körükleme ve özellikle de Şii-Sünni ayrılığı fitnesini alevlendirme projesidir“ dedi. Seyyid Hasan Nasrullah: FHA 02.05.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

Hacı Bayazıt                             Wien, am 20.04.2010

Alser Strasse 30/26, 1090 Wien

 

An das

Bezirksgericht Josefstadt,

Florianigasse 8, 1080 Wien

 

Konu: Postadan 12.04.2010 tarihinde almış olduğum 1P 109/5z-212 numaralı Bezirksgeriht Josefstand’ın 07.04. 2010 tarihli kararının usulune itiraz ediyorum.

Alemdeki olaylar din ahlak maneviyat dairesinde gelişir. Devletler maneviyat ehlinin feraseti, halkı Allah’ın hesabına yatkın hazırlamsı ile kurulur. Yıkılıması’da, din adamlarının maneviyat’dan uzaklaşıp, din’de tahribat yolu açarak halkı şeytanın hesabına yatkın hazırlamsı ile olur.

Bayezid-i Bistami hazretleri, kalbimin köşesinde bekleyeni melek sanıyordum meğer şeytanmış; der, otuz senelik ibadetini iade eder... ama aleme ışık tutacak böylesi bilgiler gizlendiği için; Müslüman, şeyhin efendinin abinin karanlık tahribat yolundan gelip kalbinin köşesine yerleşmiş şeytanı, cibril olmuş nefsi sanıyor.

Edirne’de Selimiye Camisi yapılırken, işçinin biri devamlı taşı birakacağı temele bırakmadan geri götürürmüş. Bunu gören Mimar Sinan sebebini sorar. İşçi sabah boy abdesi alacak su bulamadım onun için gönlüm razı değil boy abdessiz, bu Mabedin temeline bir taş koymaya der. Mimar Sinan hemen işi paydos edip önce hamam yaptırır.

Devlet böylesi itikat ve amele sahip Mimar İşçiler ve Cemat üzerinde maneviyat ve adalet burcuna yükseliyor... Bu olaya mütakip/muhalifeten; İcazet alacak Şeyh adayları Edirne’de başka bir Caminin odasına akşam girip beklermiş... Bir müddet sonra bir kız cin  gelir; eğer icazat alacak aday gece cin kıza namaz kılmayı öğretir ise sabah birlikde çıkar, ‘Haya Perdesini Bırakıp’ icazati alırmış. Böylece, "ulu Mabedler içinde cinler“ insi/taşıyıcıları ile cirit atmaya başlayıp, ‘devleti, maneviyat ve adalet burcundan aşağı doğru’ din’in dört ana esasından ikisini hafife alan tefsirci/ mealci kız tarafı ile boşaltıp, diğer ikisini’de gayleye almayan, gelenekci/ bidatci oğlan tarafı ile  yıkılmaya müstehak hale hazır- amışlar.

Saidi Nursi yiğit adam, vefatından üç sene önce, Ben siyaset yolu ile devlete hizmet etmek istemiştim, diyor. "din’in siyasete aleti, kız cin ile birlikdeliği ima ediyor“, pişmanlığını dile getiriyor... Yani, Süleyman aleyhiss- ellam gibi, eytan haber taşımaya mecbur edilir“ diye fetva vermiş.

Şeytanı perdelemek içinde, "evliyanın ruhaniyeti sineğin kanadı ile gelir“ demiş; ‘şahsi manevisi’ ismi ilede yol açmış. Böylece sinek kılığında gelen şeytan Nur şakirtlerini telkine alıştırıp, sonra kulak ve kafasına girip ağrı ile bağımlı ediyor.

Kur’an’da, Neml Süresi. 39 ve 40 belirtilen,  Süleyman (a.s)’ın Belkisin tahtı ile ilgili, ‘Cinlerden bir ifrit, "Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim“ dedi. 40. Kitaptan ilmi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm“ dedi. İlim sahibi zatın, Süleyman (a.s)’ın veziri Asäf bin Bahriyä, yahut da Hızır olduğu riväyet edilmektedir. Vezir, ifriti koğup, kendi ilmi ile tahtı getirir. Cinlerin, Süleyman (a.s)’ın hizmetinde çalışdığı anlatılan  kıssada; ise,  cinlerin gaibin ilminden habersiz olduğunu; haber ve söz taşımasına inanılmam- asını ikaz eder. Aksi durum, Kur’an’a muhalifet’dir.

Din adamları manevi yolda ilerlerken İbrahimi karek- teri ile karşilaşınca; şeytan iki erkek, folklorik sofiler ve Kur’Aan’a musallat olmuş faize fetva verip, Allah’a şavaş açan Süleymancılar olarak görünüp, (yani bunları ileri sürer) ‘döndermek için’ telkin eder... Onlar iki kişi, sende bu kız çocuğu ‘ilmi siyaset’ ile ol güçlen der. Böylece her dönen birisi ile İnsanlar müsübete müstehak hale hazırlanıp, bölge ve bölgesel oluşumlar zafiyetler ile ‘onların bilm-eyeceği şekilde yanıltılıp’, terörün fiziki hale dönüşmesin’de İnsanlar, ‘sebeplerin manevi/arzi boyutunu hazır- layanlar ile içli dışlı olup’, bilmeden müsübete açık hale geliyor/getiriliyor.

Din’i ve tarihi mirasın beşiği bölgenin üzerinde rahmet bulutlarının oluşması  için, ‘diğerlerinin deşifre edilip’, İnsanların uyarılması gayreti ile Allah’ın selamı, rahmeti üzerinize olsun. Haci Bayazit  27.08.09   

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

Bezirksgericht Josefstadt               028 1 P109/05Z-216

Florianigasse 8, 1082 Wien

 

Haci  Bayazit Alserstraße, 30/2/26 1090 Wien

Soweit in diesem Formular personenbezogene Ausdrücke verwendet werden, umfassen sie Frauen und Männer gleichermaßen.

Pflegschaftssache                        20.04.2010

 

Betroffene Person:

Haci Bayazit Alserstraße 30/2/26 1090 Wien

20.04.2010 tarihli yazınızın, 07.04.2010 tarih ve 1 P 109/05z-212 sayılı karara karşı bir Temiz (itiraz) teşkil edip etmediğini 7 gün içinde mahkemeye bildirin. 

Bezirksgericht Josefstadt

Mag. Claudia Chatah (RICHTERIN)

Hacı  BAYAZIT                    Wien, 26.04.2010

Alser Strasse 30/26, 1090 Wien   

    

An das

Bezirksgericht Josefstadt,

Florianigasse 8, 1080 Wien

Konu: 20.04.2010 tarihli, 1 P 109/05 z 212 sayılı yazılarım, Josefstadt Bölge Mahkemesine

Yüksek Mahkeme!

Jossefstadt Bölge Mahkemesinin 07.04.2010 tarihli kararına karşı, açık süre içerisinde, yukardaki 07.04. 2010 tarihli, 1 P 109/05z-212 sayılı yazılar,Temyiz hakkını temsil belirlenir.

Saygılarımla

Hacı BAYAZIT

 

Bu "Mahkeme’ye özel olarak gelmiş bir devlet adamı.“ "Bana“ Neden bunları yazdın, dedi?

"Ben“

Benim var oluş sebebim Mahkeme üzerinden bunlar (dini tahrip edenler) ile mücadele etmek, dedim’...  "Mahkeme sonucu Sachwalterin mahkemelere karşı  kararı gelişdi.“ ... Bu olayı takiben 16 Wien’de Diyanete bağlı Ulu Cami imamı, bir Cuma namazı çıkışı "biz Mahkeme’de şahitlik yapacaktın“ dedi; ima ile... ama Ümmetin Ehl’i Beyt üzerinden imtihanının açığa çıkıp; ilk üç halife devrini gölgeleyen perde kalktığı için şeytan onları Mahkemeye süremedi. Austurya Devleti Mahke- me üzerinden - islamın hakikatını (Ehl’i Beyti) gördü - önceki sünni islam inancı değişti; diyanetin ve muaviyenin takipcisi şeytanın hizbi gurupların imamlarına "din adamı olarak“ oturma musadesi vermeyi kaldırdı.

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

Şakirt Fetullah Gülen

Bismillah...

İlk kendisini ağlamaklı hararetli vaaz kasaetlerinden tanıdım. 80 öncesi bayağı radikal sayılabilecek vaazları vardı. Ve seksen darbesinde herkes aranırken o İzmir’de en merkezi camiide yine kürsüdeydi.  Üstelik adı da arananlar listesinin en üstelerinde iken.. bulunamıyordu.. Şakirt deruni yönü çok güçlü kelime hazinesi çok geniş birisi. Konuşmalarını dinlediğinizde hiç de boş biri olmadığını görüyorsunuz.. kekeleme düşünme dil sürçm- esi yok denecek kadar az olan güçlü bir hatip.

Bir o kadar da siyasi dehaya sahip. Herkesin kaçacak delik aradığı 28 şubat post modern darbesinde onun üzerine de gittiler. O, devletim isterse tüm okullarımı eğitim bakanlığına devretmeye hazırım kendim de hiç konuşmam ömrümün sonuna kadar bir mağarada bile yaşayabilirim diyerek tüm şüphe ve tereddütleri savacak kadar bilgili bilinçli..

Ama buna rağmen ülkesi onu kabul etmedi onun değerini bilmedi ve ömrü ahirinde ecnebi memleketinde yurda hasret günlerini tüketmekte. Tedavi dense de gerçekte Şakirt’in ülkesine dönememesinde başka etkenler söz konusu. Buraya kadar yazdıklarımız zahiri görünüm ve halkın geneline yansıyan şekliyle dıştan bakışlar. -Oysa olayların iç yüzleri de var ve "hakikat genelde bu iç yüzlerinde“ olayların... Şakirt çok ince kurnaz bir siyaset gütmektedir. Ki bu siyasetinin temel maskesi "siyasete karışmayız“ sloganı oluşturmaktadır. O siyasetin tam merkezinde, belki de yönlendirici tepe noktasındadır. Öyle ki iç siyaset kendisine yetmeyip çapını genişletmiş dünya siyasetine müdahil olmak istemiş ve kendisine göre dünyanın yönetim merkezi gördüğü ABD’ye taşınmış karargahını oraya kurmuştur. Etkili de oldu tabi bu taşınmada. Böylece siyasal İslam’a karşı en etkili mücadele yöntemi olan ılımlı İslam temsilcisi olmuştur.

Dünyada ABD, şeytani plan ve acımasızca sömürü ve fesadı için bu etkili silahı kullanmak için -bizzat en iyi aday akirt’i“ kanatları altına almıştır. Artık nerede bir ABD üssü var "orada Şakirt okullarını“ görmeden edemezsiniz. Ve bu okullar bulunduğu ülkenin aristokratlarına hitapla geleceğin yöneticilerini yetiştirirler. 30-40 yıl sonrasının yöneticileri böylece ABD kolların da yetişen ılımlı İslamcılar bu okullardan çıkacaktır. Türkiye’de kendini güç sananlar Şakirt’i tanımayanlardır. Devlette bile işsizlik, diplomalı işsizlikten geçil- mezken istihdam sıkıntısı olmayan tek kurum Şakirt holding şirketidir. Yurt  içi ve yurt dışı iş garantili okul cemaat yapılanması özenle tıkır tıkır yürümektedir.

Tüm bu işlerin çuval çuval dolarlar (pardon finans finans bankalar) olmaksızın yürümesi mümkün değildir. Bu cemaatin gazete, tv ya da bir kaç hayır sahibinin bağışlarıyla dönecek bir çark değildir. Hiç bir yurt dışı yoksulluk içinde okul açma çalışmasında koşuşturan nurcu erlerin gizemli hikayeleri bu açığı kapatacak türden değildir. Bunu ancak hayattan habersiz çocuklar ya da kafasını kuma sokmuş dünya ticaretinden ve dengelerinden habersiz saf cemaatçiler inanabilir.

Böyle bir atmosferde Şakirt’ten Gazze olaylarında farklııklama beklemek, gücünün üstünde bir beyan ummak mümkün müdür? Herkes bu olaylarda durduğu yerden konuşmaktadır. Ve Ahiretteki konumu da bu konumdan farklı olacak değildir. Peki nedir Şakirt’ın durduğu konum. Dünya siyasetine maddi açıdan bakan birisi için siyonizmin gücünü görmemek imkansızdır. "İşte ABD’de yaşayan hoca bunu gördü. Ve kendisi bundan sonra her işinde İsrail’i efendi sayıp ondan izin almaya başladı.“ Ondan izin almadan dünyada bir iş yürütmek mümkün değildi çünkü.

>    Çünkü dünyada siyonist İsrail ona göre tam bir hüküm süren tanrı idi... Öldürdüğü ölür yaşattığı yaşar, izin verdiği iş yapar, izin vermediğinin okulları tv leri kapanır şirketleri batar.

Böyle bir güce teslim olmuşluk altında biri gün geliyor penceresini açtığında gözü bir karartıya ilişiyor. Siyonist tanrılarının arasında hiç sağa sola aldırmadan başı dik yürüyen bir gurup var. Siyonist tanrı mağduru mazlumların elinden tutmak için elini uzatmış, var olan tüm onuruyla yürümekte yoluna.

Şakirt gözlerini ovuşturarak hayal gördüğünü sanır önce çünkü hiç hayalinden bile geçiremez bunları. ve içlerinde kendini adam yerine koyan birileri bu işi nasıl yapalım der. Onlara tanrıdan izinsiz ha! der. ve kervan yürür gider. Sonunda siyonist kan içici tanrı gazaplanır ve küfürler savurarak kervanın yolunu keser, mağdurlara yardım edecekken onları mağdur duruma düşürür. İşte Şakirt bir kez daha yanılmadığını görüp siyonist tanrısına şükret-mek-tedir... Daha bir samimiyet ve ihlasla nasıl bir güçlü tanrısı olduğunu hissedip ibadetini kulluğunu daha bir pekiştirmekte’dir.

Ya tanrının hak olması sonsuz hayat, hak adalet özgürlük zulüm mağduriyet gibi kavramlar mı!.. "Günün birinde hayatın sadece dünyadan ibaret olduğunu kabul edip beyinlerini ve vicdanlarını bu ‘yalanla ezenlerin’ sar-sıla-cak-ları an gelecektir.“ "O zaman kimlerin -kime taptığıayan beyan ortada olacaktır.“ "Dünyanın zalimlerine yakın durup ateşe tutulanlar hatta bu zalimlerle birlikte zulüm ateşi yakanların kandır-dık-ları da kurtulamayacaktır“…

Bu olay bana Ebu Hureyre’yi hatırlattı.

Muaviyenin kuduz köpeği Busr b. Ertatla her yerde cinayet işlerler, Medine’de 20 bin Müslüman kanı döker, sahabe katleder, ‘kadınların ırzlarına geçmeyi mübah görürler’ ‘ve sonrasında’ Ebu Hureyre oraya vali bırakılır. "Busr köpeği kan dökmeye Basra’ya yol alır.“ Olayın ilgisi belki de aynı hadis ve siyasetten beslendikleri içindir. Ali Mert 09.06.2010

 17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

Allah’ın selamı, Ona ihlas samiyet ile kul, Habibine Ümmet olanların üzerine olsun

Sözde Anayasa Prof'u Burhan Kuzu diyorki, bu anayasa ile olmaz, bu anayasa millete dar geliyor. Yani demek istiyorki; "biz bu devleti parçalayacağız“, ama bu anayasayı aşamıyoruz; onun için bu anayasanın değiştirilmasi lazım.

Anayasa Mahkemesi; birbirinin tahribatın’dan beslenen siyasi partilerin siyasetcilerin değil, devletin bölgenin güvencesi bekcisidir. Anayasa Mahkemesi devletin "bölgenin İslam ümmetinin“ üzerinde şeytani hesapları olanların ensesinde, Ebu Zerr-i Gafari’nin kılıcıdır.

Türkiye dini ve tarihi konumu gereği İslam aleminin dünyaya açılan kapısıdır. Müslüman türk İslam’dan çıkamaz; eğer çıkarsa kendisini kaybeder; "samimi Müslümanların gördüğü, İnsanların bildiği“ yerden çıkan kemirgen bitki gibi mahluk dünyayı kaplar. Müslüman türk İslam ümmetinden ayrılamaz; eğer ayrılırsa herşeyini, tarihini, medeniyetini, köklerini var oluş gayesi, efsanesini kaybeder.

Allah(cc) Müslümanları; korkularını ilah edinip "ilahlarını, küresel güçler ile perdeleyen“, İnsanları cehenneme sürüklemede şeytana yardımcı olan, din iman hırsızlarının müsübetinden, en azından imanın en zayıfı, Buğz etmeniz ile korusun, onları bertaraf eylesin. Amin. Hacı Bayazıt 10.06.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.12

Allah’ın muhteşem yaratığı, tarihin şahitleri.

Din’ler arası diyalog, önceki ve son din İslam’ın ikinci ana esası Peygamberini perdeleyip, insanlara uydurul- muş yeni bir din; deccalizmin misyonudur.

Fetullah Gülen de deccalizim misyonunun ileri birliği, karaya vurmuş oturmuş yanıdır. Vatikan ‘uyandı’ anladı bu gurupların İslamı, Müslümanı temsil edemeyeceği kabul görmeyeceği, din’ler bahcesi, temsili sırat köprüsü gibi etkinlikler ile İnsanları kurtuluşa karşıya değil, "önlerinde engel olup“ aşağı ateşe itdiklerini.

F.Gülen şeytanın telkinlerini, uyanıkken kendi şekilinde veya rüya yolu ile kapı giriş çıkışı, pencere altı, mutfak,  çöplük, kulak çınlaması, göz sarimesi, dolgu dişlerden gelen sesler ile alan bağımlılarını, "adanmış ruhlar“ diye aldatıp, Ümmetin İsmaillerini asrın nemrutlarının ateşine adak yapıyor.

Böylece, slam dairesinde yapılan tahripat“ haya ve bereketin kalkmasına zemin olup, "anarşi kaos ve küresel  ısınma“, olarak zahire yansırken, küresel devletlerin iktisadi değişimi’de hoşgörü, diyalog ılımlı İslam yanıltmaları ile engelleniyor. Yani, "onların zülümlerine dolaylı olarak zemin hazırlıyorlar.“

Allah(cc) vicdani duyarlılığınız ile alemi İslam ve İnsanların kalplerinin üzerindeki, üç gaflet perdesini kaldırıp İnsanlığın İsmaillerini, asrın nemrutlarının ateşine hazırlayları bertaraf eylesin. Allah(cc) vicdani duyarlılığınız ile alemi İnsanlığı aydınlatsın. Amin. Haci Hayazit 13.06.2010

17.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.13

Ortadoğu Birliği tezgahı

Banu Avar, İsrail ve ABD büyükelçiliklerinin aktif müdahalesi ile TRT’deki işinden edilmişti, bilirsiniz. "Sınırlar Ötesi“ programının "Filistin Bir Bıçaktır, Kalbimize Saplanır“ bölümüne hükümet tarafından yayın yasağı konulmuştu. "Muhammet ve Duvarlar“ bölümü güçlükle yayına girdi. Çünkü İsrail yetkililleri TRT kapısına dayanmıştı. Şimdiki "Filistin efelenmeleriyle“ ne kadar ters bir durum. Anlayın yani!

Sitesinde, anlattığına göre Gazze ile ilgili büyük bir oyun tezgahlanıyor. "PKK’nın avukatı, Türkiye’yi İnsan Hakları adı altında yerden yere vuran AP Yeşiller grubu lideri Daniel Cohn Bendit, parlamento oturumunda Gazze harekatından beklentilerini açıkladı: "AB Türk ordusuyla birlikte Gazze geçiş kapılarını kontrol etsin.

"Yani AKP ile direnişi çökertip, BM’nin kabul edeceği Vatikan benzeri bir Filistin.“ "Kim bu Yeşiller?“ Türkiye’ye en çok saldıran Caludia Roth’u ile, Cem Özdemir’i ile Türkiye’de etnik bölme operasyonunda başı çeken, Heinrich Böll adlı Alman Vakfı güdümünde bir parti. Almanya’daki tüm vakıflar gibi, bu vakıf da istihbari görevleri olan ve devlet tarafından finanse edilen bir vakıftır. Almanya’daki tüm vakıflar siyasi partilerle bağlantılıdır ve devletin istihbarat örgütünü oluşturan yapılardır. Dolayısıyla herhangi bir partiden bir yetkili öyle durup dururken bir şeyler, söyleyemez. Bendit de belli bir planın çerçevesin de "Türk askeri Gazze’ye“ önerisini ortaya atmıştır.

Banu Avar 1, Dünya harbinde, Alman Paşalar güdü- mündeki Sarıkamış faciasını hatırlattıktan sonra şöyle yazıyor: "ık olan şudur ki, tıpkı o zaman olduğu gibi, bu gün de Küresel Güçler petrol ve doğal kaynakların merkezi Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’i tamamen kontrol altına almak istiyorlar.“ "Pentegon’un önde gelen adamı Yahudi, CİA görevlisi Richard Perle“ 90’larda "Türkiye ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının bekçisidir“ demişti.

Görüntüde Türkiye "One minut“la, Gazze harekatıyla, ran’a yakınmış gibi yapmasıyla“, bölgede güç odağı oluyor. ABD projesi "Ortadoğu federasyonu“ kurma yolunda adımlar atıyor. ABD ile elele Avrasya ile Ortadoğu’yu şekillendirmeye soyunuyor. Fuller, "Ortadoğu’ya akılcıl geri dönüş, Kemalist değerlerin indirgenmesine bağlı“ diyordu. Fuller bir Ortadoğu, CIA-Türkiye uzmanıdır. Şöyle diyor: "Türkiye 1945 ile 1975 arasında Ortadoğu sahnesinden yok oldu. Amerikan’ın sadık bir müttefiki haline geldi. Şimdi yavaş yavaş Kemalist değerler Türk politikası içinde daha normal bir seviyeye indirgeniyor.“

Bugün "Yol haritasi“ Türkiye jandarmalğında bir Ortadoğu federasyonuna işaret etmektedir. Kıbrıs’la Türkiye ve Gazze şeridi arasındaki üçgen ele geçirilirse en büyük petrol yataklarının denetimi de sağlanmış olur. Küresel güç, Türkiye’yi AB kapısında tutma oyunundan vazgeçti. AB fiilen yok oluyor. İkincisi, küresel güçlerin Avrupa uzantısı Türkiye’yi Doğu Akdeniz birliğine doğru itiyor. Türkiye AB kapısından bıktı. Siyasilere, Amerika’ nın Ortadoğu liderliği teklifi cazip geliyor. Ayrıca bir yıl içinde seçim var. Türk halkının yumuşak karnı Filistin ve soydaşlarımız için yapılacak herhangi bir harekat, Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in tanımıyla "halkın gazını alıyor“ ve iyi bir seçim yatırımı oluyor. Hem de her gün kan kaybeden Türk milletine "başkaldırma duygusu veriyor.“ "Ama tüm bu aldatmaca uzun sürmeyecektir.“ Türk milleti, özellikle Batı’ya beynini kiraya vermiş olanlar, başlarına örülen çorabı farkedecek, Allah’la aldatanları, Mason mahfillerinden yol gösterenleri ve onların patronu emperyal odakları şaşkına çevirecektir. Afet Ilgaz 21.5.10

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

Müslümanların iman gücü karşısında dünya güçleri bir hiçtir.

İran İslami Şura Meclisi ulusal güvenlik ve dış siyaset komisyonu başkanı, dünya güçlerinin Müslümanların iman gücü karşısında hiç güçlerinin olmadığını bildirdi. İran İslami Şura Meclisi haber ajansının bildirdiğine göre İslami Şura meclisi Milli güvenlik ve dış siyaset komisyonu başkanı Alattin Brucerdi dün Tahran’da Pakistan partileri liderleri ve Ehli Süne ulemasından bir grubu kabulü sırasında yaptığı konuşmada, "uluslar arası güçlerin kendi çıkarlarını korumak amacıyla“ İslam ümmeti içerisinde ihtilaf ve tefrika çıkarmaya çalıştıklarını ve şeytanın bu oyununu etkisiz bırakmanın ise İslam ulemasının üzerinde var olan -çok ağır bir sorumluluk- olduğunu bildirdi.

Brucerdi şöyle dedi: slam dünyası çok geniş kapasiteli zengin, imkanlar ve kudrete sahip azim bir İnsani-kültürel mecmuaya sahiptir ve İran İslam Cumhuriyeti, uluslar arası arenada bu gücü hayata geçirmek ve Müslümanların hak ve hukukunu savunmak gayreti içindedir. Brucerdi İran İslam Cumhuriyetinin, Müslüman ülkelerin gelişmesi ve kalkınması konusunda her türlü yardım ve katkıda bulunmaya hazır olduğunu hatırlatarak, muhtelif ebatlarda İran İslam Cumhuriyetinin gelişip kalkınmasının İslam dünyasının çıkarları ve İslam ümmetinin takviyesi doğrultusunda olduğunu söyledi. rasthaber 27.06.2011

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

Kahramanlar Böyle Ölür!

Yakalanması sonrasında Abdullah Öcalan’ın verdiği ifadelerden bir bölüm: "1997’de Yunanlı iki istihbarat generali ile silah yardımı ve Lavrion kampının imkanlarından yararlanma karşılığında anlaştık. Yunanlı general bizden ısrarla Turizm Bölgelerini vurmamızı ve pilot bölge olarak da Antalya’yı seçmemizi istedi. Anlaştık ve Antalya’da terör için örgütün seçkin kadrolarından iki grup oluşturduk. Birinci grubu Tolhildan kodu ile Antalya’nın Kemer tarafına, ikinci grubu da Tandürek kodu ile Manavgat tarafına konuşlandırdık. Hedefimiz Türkiye’nin Akdeniz sahilinde turizmi bitirmekti.“

Tarih: 1997’nin Aralık ayı! Kemer-Aslanbucak dağ yolunda safari yapan yabancı turistlerin yolu bir grup PKK’lı tarafından kesildi ve örgüt propagandası yapıldı. Dahası, 9 araç ateşe verildi! Turizmin merkezindeki bu olay üzerine dönemin Başbakan’ı Mesut Yılmaz başkanlığında askerlerin de katılımı ile acil olarak İç Güvenlik Zirvesi yapılarak bu konu masaya yatırıldı. Saatler süren toplantı sonrasında özel bir birliğin Antalya kırsalına gönderilip PKK ile göğüs göğse muharebe etmesi karar altına alındı.

Hemen birlik oluşturuldu ve başlarına da gözüpekliği ve kararlılığı ile tanınan bir subay atandı. İşte o subayın komutasındaki özel birlik, MİT, Emniyet ve Jandarma İstihbaratı ile de koordinasyon kurarak tamı tamına 6 ay Antalya kırsalında cirit atıp operasyonlar yaptı. Günler ve haftalarca şehre inmeyip Antalya’nın dağlarında PKK’lı kovalayan ve operasyonlar yapan bu birliğin komutanı Haziran ayının 14’ünde raporunu şöyle verdi: Antalya kırsalı terörist unsurlardan tamamen temizlenmiştir, arz ederiz! PKK mücadelesinde sembol olmuş bu kahraman komutan Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrasında devlet tarafından sorguya da dahil edildi.

Peki kim midir bu komutan? Albay Atilla Uğur’dur. Şimdi ki yeri ve rütbesi mi? O şimdi cezaevinde! Niçin mi? Kendisi ve hiç kimse bilmiyor! Nasıl mı olur? Silivri’de Ergenekon kapsamında yatırılanlar için oluyor işte!

Dehşet verici olan ayrıntı, teröristle mücadelenin kahramanı olan bu subayın bugün terörist ithamı altında olmasıdır! Adeta 1997’de Antalya kırsalındaki PKK avının rövanşı yapılıyor ya da hesabı soruluyor!

Kahramanları - ancak - böyle öldürürsünüz! Kahramanları  öldürülen topluluklar ise er ya da geç dağılırlar! Sabahattin Önkibar 15.08.2010

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

Ehli Vicdan Sahipleri, İsa Aleyhisselam buyurmuşki, bir gün karanlık’da düşünmeye çekindikleriniz aydınlık’da açığa çıkacak ve onu çatıların başında haykıracaksınız. Allah ve Resülü aşkına uyanma vakti’dir.

Akıl Sahipleri.

Fetullah terör tasarım örgütü, Tüklerin en büyük düşmanıdır. Yani, İslam dairesine girecek, hertürlü bölücü hal ve fikirleri İslam içerisinde eritecek türklerin önündeki en büyük engel. Fetullah terör tasarım örgütü dünyadaki en tehlikeli örgüt. Yani bunların bağımlısı, ‘sempatizanın’dan dahi’, bir yakının, ahbabın olsun; bilmiyor, korunmuyor isen; kalbin perdelerine, derinliklerine düşenleri ayır edemiyor tanıyamıyor isen, devamlı uyuşturucu alan İnsan gibi, onların vucut ısısı/ateşini taşıyacak hale, müsait olunur.  Bunlar halka anlatılmadan terör bitmez, çünkü terörü yapanların önünde, "fiziken onlara görünmeyen“ din’in tahribi neticesi, İnsanları müsübet ve sıkıntıya müstehak hale sebep hazırlayanlardan insi bir şeytan vardır.

Fetullah terör tasarım örgütü ve benzerleri deşifre edilmeden terör bitmez; çünkü terör yapan İnsanlar güvenlik güçlerinden bir adım önde’dir. Bir ağacın göğdesine bir kurt girdiği vakit ağacı çürütür; işte bu gurupların bağımlısı kurum ve kuruluşların içerisine benzeri gaye için sokulmuş gibi’dir En basiti Anayasa Mahkemesine yerleştirilmiş Osman Can ve Abant toplantılarına katılan Valiler gibi.

Allah’ın muhteşem yaratığı güzel İnsanlar, fiziken sarhoşluk pek o kadar önemli değildir, yeterki sarhoş iken ibadete yaklaşılmasın ve töğbeye yatkın olunsun. Amma nefsen sarhoşluk çok tehlikelidir; "bir ömür boyu İnsanı ayıktırmaz“, ta’ki hesap gününe kadar. O gün hesaba çekilmek için, İnsan kaldırıldığında ‘önünde’ birisinin kalktığını görür. Bu nerden geldi dünyada yoktu der; ‘ona söğlenirki’, işte bu senin dünyada peşinden gitdiğin’idi.

İnsanlar her ne yapar ise hayır yada şer ‘ilahi hüküm gereği’, kendine döneceği için İslam’dan kurtulamaz. İslamı siyasallaştırıp siyasete alet edenler, din’de ikinci tahribat aşamasını tamamlayıp peşlerindekini ömür boyu sarhoş ederler.

Türkiye din’i ve tarihi mirası gereği İslam aleminin dünyaya açılan kapısıdır. Bu kapı, aslına, tarihine, mirasına uygun tavizsiz, zafiyetsiz muafaza edilmeli ve bilinmeli ki İnsanlar din’siz olamaz, din’in beli ve omurgası ise maneviyat’dır. İnsanlar, din ahlak maneviyat dairesinde, Allah’dan rahmet ve bereket gelecek hale maneviyatın sebepleri tarikat ile hazırlanır. "Ama tairikatın iki hali vardır.“ Hak aydınlık tarafı ile devlet, maneviyat ve adalet burcuna yükselir, şeytanslı karanlık tarafı ile yıkılmaya bölünmeye hazırlanır… İşte fetullah tipi örgüt ve benzeri dini bölücü guruplar, din’in içi maneviyatı boşaltan tarikatın şeytanslı karanlık tarafı’dır.

Hanifi Avcı beyin "Haliç’te Yaşayan Simonlar: Dün Devlet Bugün Cemaat“ kitabı milat’dır. ve Asrın Derviş Gazileri, Ulusalcı, Avrasya Cephesi, kavli yönü maneviyat ve adalet olan her İnsan, bu kadar cesur olmak zorundadır. Hacı Bayazıt 29.08.2010

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

Nerelere Saklandınız

Bu gençleri alkışlayın! Irak’ta bir buçuk milyon Müslüman öldürülüp onbinlerce mümin hanımefendinin ırzına geçildi. Bir grup genç hariç, bütün Türkiye bu kahpeliği seyretti. Ermenistan’a cici görünmek için Azeri kardeşlerimiz aşağılandı. Bir grup genç hariç, bütün Türkiye bu rezaleti görmezden geldi. Libya’da Haçlı armadası hâlâ Müslüman avı yapıyor. Bir grup genç hariç, "bu alçaklığı“ sokakta protesto eden yok!

Emperyalizm pençesini Suriye’ye geçirdi! O bir grup genç hariç, toplumdan yine tık yok! O bir grup genç Türkiye Gençlik Birliği üyeleridir ve ben onları alkışlıyorum. Sahi bu ülkenin milliyetçileri, mukaddesatçıları neredesiniz! Cuma Namazı sonrası Yeşil bayrak açan "sözde İslamcılar“ neredesiniz! Mazlum milletler için yürüyenler neredesiniz! Sabahattin Önkibar 14.07.2011

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

İKÖ Yeni "Büyük Oyun“un Parçası Oldu

ABD - İslam Dünya Forumu toplantısı için Washington’a gelen İslam Kalkınma Örgütü (İKÖ) Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu; Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Denis McDonough, Ulusal Güvenlik Konseyi Yetkilisi Quintan Wiktorowicz ve Beyaz Saray İKÖ Özel Temsilcisi Reşat Hüseyin ile 30 dakikalık bir görüşmede bulundu. Görüşmede ’nün Afganistan’da yaşanan anlaşmazlıkların çözümündeki katkısını takdirle karşılıyoruz, önümüzdeki dönemde daha aktif olunmasını istiyoruz.“dendi. Görüşme sona ermek üzereyken odaya ansızın Başkan Obama giriverdi, İhsanoğlu ile başbaşa görüştü ve öncekilerle aynı talepte bulundu.

Görüşme sonunda yaptığııklamada İhsanoğlu; bu görüşmenin bir İKÖ Genel Sekreteri ve bir ABD Başkanı arasında Beyaz Saray’da yapılan ilk toplantı olduğunu hatırlattı ve "O açıdan tarihi önemi olduğunu söylemek bir mübalağa değildir. Bir çok konuda beyan ettiğimiz fikirlerle Sayın Obama’nın beyan ettiği fikirler arasında bir hayli yakınlık var. İKÖ ile ABD arasında ilişkiler daha da ivme kazanacak.“dedi. (Hürriyet, 14 Nisan 2011)

Afganistan’da yaşanan çatışmaları sona erdirmek için Taliban’la diyalog kurulması fikri; Aralık 2010’da ölen Afganistan-Pakistan (Af-Pak) Özel Temsilcisi Richard Holbrooke döneminde gündeme getirildi ve bunun üzerine bir dizi görüşmeler gerçekleştirildi. Holbrooke ’un ölümünün ardından bu göreve getirilen Marc Grossman; ABD İslam Dünya Forumu toplantısı için Washington’a gelmiş olan Ekmeleddin İhsanoğlu ile buluştu ve ağırlıklı olarak Afgan uzlaşma süreci ele alındı. Görüşmede Grossman; ABD yönetimi olarak, İ’den Afganistan’daki anlaşmazlıkların çözümünde çaba beklediklerini ifade etti. (Hürriyet, 15 Nisan 2011

İKÖ; Cidde merkezli "Mut’temerü’l İslami“ adlı İslami teşekkülün başında bulunan Pakistanlı İnamullah Han tarafından kuruldu. İnamullah Han; o dönemde İslami camiada etkin bir konumda olan Prof. Dr. Sabahattin Zaim’in yol arkadaşlarındandır. Daha sonraları İKÖ Genel Sekreterliği’ne seçilen Ekmeleddin İhsanoğlu da Sabahattin Zaim’in çok sevdiği bir arkadaşı ve yoldaşıdır. İhsanoğlu; merkezi İstanbul’da olan İslam Ülkeleri Kültür Sanat ve Tarih Araştırmaları Merkezi’nin de (IRCICA) uzun yıllar başkanlığını yaptıktan sonra 1 Ocak 2005’te İKÖ Genel Sekreterliği’ne seçilmiştir. Bu seçimde; Zaim ve ABD ile onun etkisindeki güçlerin büyük katkıları olmuştur. İhsanoğlu’nun bu göreve seçilmesinde; Kahire doğumlu olması, doktorasını El Ezher Üniversitesi’nden almış olması, ve İslamcı Prof. Dr. Emin Bilgiç’in damadı olması da rol oynamıştır.

İKÖ ve İ’ye bağlı Milletlerarası İslam Bankaları Birliği’nin kuruluşu sırasında; David Rockefeller ve Harvard Üniversitesi’nden Prof. Dr. John Thomas Dunlop’un da bulunduğu bir grup Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek çalışmaları yönlendirdiler. Dunlop; Harvard Üniversitesi’nde, 1951 yılında Zaim’le birlikte doktora öğrencilerine hocalık yapıyordu. CIA ve Pentagon’la da bağlantılıydı ve Zaim’in çok yakın dostuydu.

BOP Eşbaşkanı Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül gibi Zaim’in takdir ettiği etkili isimlerinden biri olan İhsanoğlu’nun; Mısır, Libya, Suriye ve İran’a karşı, ABD ile birlikte hareket etmekten başka bir seçeneği bulunamaz… Nitekim İhsanoğlu; tarihte ilk defa ABD Ulusal Güvenlik kadroları ve Başkan Obama’yla doğrudan görüşmeler yapmış, ve Af-Pak Temsilcileri Holbrooke ve Grossman’ın politikalarını benimsemiş ve uygulamıştır. İhsanoğlu bu bağlamda İ’yü; BOP’un bir kuruluşu haline getirmiş, ondan da öte İ’nün adını ABD’nin dayatmasıyla İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) olarak değiştirmiş, ve İ’yü yeni "Büyük Oyun“un bir parçası yaparak; ABD’nin İslam ülkelerindeki imajını güçlendirme misyonuna soyundurmuştur.

Not: Yeni "Büyük Oyun“; yüzyılımızda ABD’nin, petrol ve doğalgaz zengini Ortadoğu, Güney Asya ve Orta Asya’yı hakimiyet altına alma mücadelesini ifade etmektedir. Erol Bilbilik İlk Kurşun 26.07.2011

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

Hz. Ali hilafetin peşinden koşmamıştır

Halife olanlar O’nun peşinden koşmuştur! Hilafetin kendisine gelmesi durumunda ise Efendimiz Ali O’nu bir sorumluluk olarak kabul etmiştir, hatta kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa Hz. Ali’nin özgüveni çok yüksektir. Kendisinden emindir. Bunun rahatlığı vardır Onda!

Hz. Ali’nin hilafete ilişkin ortaya koyduğu tavra bir bakalım… Anasının ak sütü gibi helal olan, aksini bırakınız ispatı, iddia etmenin dahi en hafif ifade ile delilik olduğu bir hakkın gasbı için Hz. Ali Efendimiz niçin savaşmamıştır? Savaş meydanlarının yenilgisiz aslanı, tek başına bir orduya bedel Hz. Ali, niçin rıza göstermediği bir iş için kan dökmemiştir?

Bunu anlamak için öncelikle başka bir frekansa geçmek lazımdır? Üstad’ın mam Ali“ eserinden öğreniyoruz ki bir kere Hz. Ali, gaybın kendisinden kalktığı birisidir. Ahmet b. Hanbel’den ve başkaca ravilerden rivayet ile Hz. Ali minberde buyuruyorlar: "Beni kaybetmeden bana Allah’ın Kitabından sorun. Her ayetin nerde nazil olduğunu, dağda mı, yumuşak toprakta mı indiğini herkesten daha iyi bilirim. Bana fitneleri sorun. Her fitnenin ne zaman kopacağını ve onda öldürülecekleri bilirim“. Olacaklar kendisine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz tarafından haber verilmiştir. O, kendisine Resulullah neyi haber verdi ise öyle davranmıştır. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın mam Ali“ adlı eserin 362. sayfasından okuyoruz: "Resulullah (s.a.v.) bana hitaben buyurdu ki: Sen Kâbe’nin menzilindesin. Sana gelirler, Sen gitmezsin, şayet bu toplum sana gelip hilafeti teslim ederse kabul et, vermezler ise gitme, ta ki onlar Sana gelsin!“

O’nun özgüveni çok yüksektirİşte meselenin sırrı ve tüm yaşananlar bu sözde açıklığa kavuşmuştur. Hz. Ali hilafetin peşinden koşmamıştır. Halife olanlar O’nun peşinden koşmuştur! Hilafetin kendisine gelmesi durumunda ise Efendimiz Ali O’nu bir sorumluluk olarak kabul etmiştir, hatta kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa Hz. Ali’nin özgüveni çok yüksektir. Kendisinden emindir. Bunun rahatlığı vardır Onda!

Şıkşıkiye Hutbesinde bakınız neler söylüyor: "Filanca kişi benim hilafete olan konumumu, milin değirmen için olan konumu gibi olduğunu bilir. Sel benden iner, kuş bana yükselemez. Hilafet ile arama bir perde sarkıttım. Ve onun hakkındaki düşüncemi içinde sakladım. Kesik bir elle üzerine atlamayı ya da büyüğü iyice ihtiyarlatan, küçüğü yaşlandıran, mü’minin Rabbine kavuşuncaya kadar içinde hapsettiği kör bir karanlığa sabretmek zorunda kalmayı çok düşündüm. Buna karşı sabretmenin daha uygun olduğunu gördüğüm içine üzülmeme, boğazımda düğüm olmasına ve mirasımın yağmalandığını görmeme rağmen sabrettim.“

Sonuçta Hz. Ali manen, madden ve fikren güçlülerin güçlüsüdür, yücelerin yücesidir ama kendisine verilen habere bağlılık ile sabretmiştir!

Kendisini öldürmeye gelen Mülcem’den de "haberdardır“ amma kaderini bilmesi, "engellemesi için yeterli değildir“ ve katili için "beni daha öldürmedi ki“ diyecek kadar da hukukun şekline kaderin akışına sadıktır. Anlıyoruz ki, Hz. Ali Efendimizin yol haritasını Hz. Peygamber çizmiştir. O, aklını, bileğini, toplumsal gücünü, çeşitli kaygılar güderek kullanmamıştır. O, Resulullah kendisine ne dedi, neyi haber verdi ise onu yapmıştır. Meseleleri Aristo mantığı ile değerlendirme- miştir. Heva ve heves ise hiç şüphe yok ki Efendimiz için mümkün olmayacak bir durumdur. Dolayısı ile, tavrı şöyle olsaydı, böyle olsa idi diye bir değerlendirme Hz. Ali Efendimize uymaz.

O’nun tavrı da bambaşkadır. İlim şehrinin kapısı Hz Ali’den bahsediyoruz. Onun için bu oyunları çözmek oyuncak mesabesindedir ama O bambaşkadır… O’nun tavrı da bambaşkadır. O’nun tavrında milim kirlilik yoktur, hırs yoktur, sonuna kadar haklı olsanız da Müslümanın kanına girmeye vesile olmak yoktur. Ayrıca Hz. Ali Efendimiz, hilafetine dönük yapılan haksızlık için söz söylememenin de aslında çok önemli olmadığınışünmektedir. Öyle ya, güneşin varlığını ispata ne gerek vardır ki! Ya da güneşin varlığını ispat etmek zorunda kalacaksanız bu İnsanlara halife olmanın ne anlamı var ki?

>    Bir de şöyle de soralım: Hz. Ali’nin hilafetini gasp edenler bunu bilmedikleri için mi  hataya düştüler?

El cevap:

Elbette hayır…

Onlar bile bu yanlışı yaptılar! - Hz. Peygamberin iradesini icma ile değiştirmeye kalktılar! - Dolaysı ile, Hz. Ali’nin elindeki tek imkan savaşmak, yani kan dökmekti! - Hz. Ali için ise bu çok kolay olmasına rağmen Efendimizden kendisine bildirilen haber doğrultusunda bu yola tevessül etmedi! - Aradaki boşlukları yüzlerce çok ama çok haklı nedenlerle de doldurabiliriz ama büyük fotoğraf budur! Kaldı ki Nechul Belağa’da kendisi de bu zahiri nedenlerin bir kısmına değiniyor:

"Allah’a and olsun ki, eğer Müslümanların parçalanıp ihtilafa düşeceğinden korkumuz olmasa idi, küfür ve putperestliğin yeniden İslam topraklarına dönmesinden ve İslam’ın yok olmasından çekinmese idik, onlara başka türlü davranırdık!“ Fitnenin ne kadar büyük olduğunu buradan da anlayabiliriz! Tehlike hem dışarda hem içerdedir! Birisi fedakarlık etmediği takdirde İslam yolun en başında yok olma tehlikesi ile baş başadır. O fedakârlığın adresi de elbette Hz. Peygamberin dostu Hz. Ali olacaktır! Bu büyüklüğü başka kim taşıyabilirdi ki! Yenimesaj 28.10.11

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

Ahmedinejad’dan Papa’ya mesaj: Putlara başkaldır!

Papa’nın mektubunu aldıktan sonra bir açıklama yapan İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, bugün artık din alimlerinin maddi putlara karşı kıyam etme ve onları devirme zamanının geldiğini söyledi. Vatikan Papalık Konseyi Başkanı Kardinal Jan Lui Foran’ı kabul eden İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Müslüman ve hristiyan alimlerin elele vererek bugün dünyaya egemen olan şartları, adaletin lehine ve salihlerin zuhuru için hazır hale getirebileceklerini belirtti.

Din'in İnsan saadeti üzerindeki etkisine temas eden Ahmedinejad, beşeriyetin tüm sorunlarının dini emirlerden uzaklaşmaktan kaynaklandığını kaydetti. Ahmedinejad, bugün din alimlerinin kıyam edip maddi putları yıkma ve hakikatleri ilahi Peygamberlerin anlattığı gibi dünyada yayma zamanının geldiğini vurguladı. Din ve İnsanlık derdi taşıyan din adamlarının, hangi din veya mezhepten olursa olsun, "bu çağın“, Firavun-larına karşı başkaldırmaları ve hakkı haykırmamaları gerektiğini belirten Cumhurbaikanı Ahmedinejad, zamanın putlarını devirmeden bu dünyaya din ve maneviyatın huzurunu ve adaletin güzelliğini getirebilmenin imkansız olduğunu söyledi. Rasthaber 10.11.2010

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

Balanlı’dan Ağır Beddua

Salon, "Amin“ diye inledi. (Sözde) "Balyoz“ sanığı Org. Bilgin Balanlı, duruşmada, "Allah bize bu acıları yaşatanları helak etsin“ diye beddu etti. Sanıklar "Amin“ diye karşılık verdi. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nce görülen (Sözde) "Balyoz Planı“davasının duruşmasna 1. Ordu Komutanı eski emekli Orgeneral Çetin Doğan, Hava Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına, 1. Ordu eski Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan ve MHP’den milletvekili seçilen emekli Korgeneral Engin Alan ile Orgeneral Bilgin Balanlı’nın da aralarında bulunduğu tutuklu 148 sanık ile tutuksuz sanıklardan 4’ü katıldı.Tutuklu yargılanan 36 sanık ile hakkında yakalama kararı bulunan sanıklar Tümamiral Ahmet Sinan Ertuğrul ve emekli Orgeneral Ergin Saygun ise duruşmaya gelmedi. Savunma yapan Orgeneral Bilgin Balanlı, "Türk ulusu adına, Türk hakimleri önünde temelsiz sahte iddialar nedeniyle savunma yapmak zorunda bırakıldığım için son derece üzgünüm“ diyerek, kendisini bu duruma düşürenleri de lanetlediğini söyledi. Balanlı, "Bizlere iftira atanlar bunun hesabını bir gün mutlaka vereceklerdir. İstiklal Marşı’nda da belirtildiği gibi ‘Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın“ dedi. Görsel sunum da yapan Balanlı, "Kartalın başı kopartılmış ve donanma Hasdal Limanı’na demirletilmiştir. Bu dava ile TSK mensupları suç örgütü gibi gösterilmiştir“ dedi. Bilgin Balanlı, davada yaşanan hukuksuzluklar nedeniyle Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın istifa ettiğini de sözlerine ekledi.

Bu arada, Balanlı duruşmada "Allah, ‘Balyoz’ komplosunu yapanları ve bizlere bu acıları yaşatanları helak etsin“ diyerek beddua etti. Org. Balanlı’nın bu sözleri üzerine sanık ve izleyici bölümünden "Amin“ sesleri yükseldi. Askerhaber/ İstanbul 25 Kasım 2011

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

Saflar Netleşiyor, İmtihanlar Başlıyor

Allah’ın Adıyla... Dünyadaki gelişmeleri hemen hemen her gün köşe yazarlarından siyeset kürsüsünde konuşan politikacıya, minberdeki hatipten üniversitedeki öğretim görevlisine kadar herkes İnsanları yönlendirme  düşüncesiyle yorumlayıp kitlelere sunmaktadırlar. Değişimler ve uyanışlar  aynı zamanda  aynı bölgede gerçekleşiyor. Aynı haber kaynakları olayları İnsanlara aktarıyor . Bazen farklı kaynaklardan yararlanılsa da üç aşağı, beş yukarı haberler aynı. Öyleyse yorumlar, analizler, değerlendirmeler neden farklı oluyor? Ve çıkarılan sonuçlar ise niçin tamamen birbirine karşıt olabiliyor?

Bir kesim bu değişimlerin tamamen demokrasi talebi olduğunu haykırırken bir diğer kesim adalet isteği olduğunu vurguşuyor. Birisi İslami uyanış olarak değerlendirirken, bir diğeri Batının mudahalesi olarak algılıyor. Libya, Mısır,Tunus gibi ülkelerde olup bitenler hep böyle değerlenidirilip gidiyor. Bahreyn, Yemen gibi ülkelerde ise herşey tam tersine; Kuzey Afrika’da halk ayaklanmalarını özgürlük ve demokrasi talebi diye tanımlayanlar bu iki ülke  söz konusu olduğunda çifte standart uyguluyorlar. Halka destek vermedikleri gibi kuklalarını korumak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama İslami uyanış diyenlerin duruşu yine aynı; halkın feryadı İslami uyanıştır, diktatör ve emperyalist uşaklarına karşı adalet talebidir.

Suriye’de ise olay daha vahim. Suriye kırılma noktasıdır. Suriye imtihan sahnesine dönüşş bulunuyor. Suriye safların netleşme, belirginleşme meydandı olacağa benziyor. Suriye duruşların renginin ve ciddiyetinin belirlenme arenasıdır. Suriye’deki gelişmeleri analiz ederken gözde hangi gözlüğün olduğuna bakılmalıdır. Olaylara hangi perspektiften bakıldığı bilinmeden yorumlar afaki olacaktır. Analiz ve yorumlar arasındaki fark görülemeyecektir.

Olayların hakikatine vakıf olmadan birilerine akıl vermeye çalışanlar, tavsiyelerde bulunanlar; küresel değişim ve özellikle de Suriye’de çıkacak olaylardan hasıl olan korku ve paniklerini gizleyerek saflarını belirleyememenin edişesindedirler.

Batılısıyla doğulusuyla herkes safını belirlemiş durumdadır; Batı emrperyalistlerinin safı net, emperyal gücün uşaklığını yapan "Arap Birliği“ safını belirledi. Sahi geçen gün "Arap Birliği Konferansından“ çekilmiş bir fotoğrafta sayın akıllı hariciyemiz Davutoğlu da vardı, yoksa biz de Arap olduk haberimiz mi yok? Türk oğlu Türk olan Davutoğlu Arap Birliğinin konferansına katılıyor ama  Arap olan Suriye alınmıyor. Neyse....

Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül de saflarını belirlediler. Düşünüyorum da Sayın Erdoğan’ı“one minute“ olayı ile başlayan "Mavi Marmara“ ile devam eden siyonistlere saldırısında samimi olduğunu söyleyenler, işin perde arkasını göremeden alkışlayanlar yine aynı görüşteler mi? Geçen Muharrem ayında yaldızlı birkaç söz söylediği için az daha ia oldu“ diyeceklerdi bazıları

Bu Muharrem ayında da Kerbela ve Hz.Hüseyin (a.s) hakkında iki parlak söz dedi mi, Yezid’i (l.a) kınadı mı, iş tamamdır artık. Tarihten az buçuk haberdar olanlar bilirler; Yezid İmam Hüseyin’i (a.s) şehid ettirdikten sonra halkın baskı ve uyanışını görünce yeni bir hileye başvurarak  Übeydullah’ı kınıyor ve Ehlibeyt esirlerine ikramda bulunarak  saygı ile Medine’ye gönderiyordu. Bu size birşey anlatmıyor mu?

Evet, gelelim asıl sorumuza; devletler, teşkilatlar, başbakan ve cumhurbaşkanları saflarını belirlemişlerdir, acaba siz de belirlediniz mi?

Demokrasi ve laikliğin bizim için en iyi sistem olduğunu yıllarca milletimize empoze eden değerli kanaat önderlerimiz, siz nasıl, safınızı belirlediniz mi? "Ne şiş yansın, ne kebap“ taktiği uygulayan bazı akıllı geçinenler, Peygamberin müşriklerle savaşında "kim kazanırsa onun yanında yer alırız“ diye düşünen ve saflarını netleştirmeyen sahte Müslümanlar misali yoksa  hala beklemede misiniz? Peygamberin mirasçısı ulema ne yapıyor acaba? Hala maslahat icabı susmayı mı tercih etmeliyiz, sayın başbakana ve cumhurbaşkanına nasihat ve tavsiyelerde mi bulunalım, belki vazgeçerler tercihlerinden?

Evet! Muharrem ayında İmam Hüseyin’i (a.s) anacak olan milyonlar, sinelerine vurup gözyaşı dökerken ne düşünecekler acaba? İmam Hüseyin’in mazlumiyetine mi ağlamalı yoksa kendi acizliğimize ve miskinliğimize mi? Evet! Zamanın Hüseynileri ve Yezidileri saf bağlamış savaşa hazırlanıyorlar.

Zamanın Yezidilerini tanıyamayan zavallılar ise savaş çıkmasın diye ellerini duaya kaldırmışlar.

Hüseyniler ise izzetin ve yiğitliğin sergileneceği imtahan sahnesinde Allah indinde yüzü ak çıkmanın planlarını yapıyor.

İşte imtahanlar serisi başlıyor; şimdi  hangi safta yer alınacaksa, devamında da aynı safta yer alınacaktır. Bölgesel savaşlar, Ortadoğu’daki savaş ve küresel savaş peşi sıra gelecektir. Bu savaşlar zinciri Suriye ile başlayacak gibi görünüyor. Aynı zamanda imtahanlar da buradan başlayacak. Abdullah Özgür 29.11.2011

18.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

İlahi mi? Şeytani mi?

Hristiyan olmasına karşın, Hz.Muhammed hakkında yazdıklarıyla dikkati çeken İskoç asıllı tarihçi Thomas Carlyle diyor ki: Bir İnsanın başkasından istediği her şeyde ya bir lâhi Hak“ ya da bir "şeytanî Haksızlık“ vardır. Yüce Allah Muhammed‘in Ocağını Korusun. Reşit Çağın İlk Kurşun 24.12.2010

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

Rusya Fethullah Gülen’in CİA Ajanı Olduğu Gerekçesiyle Tüm Okullarını Kapattı.

Rusya’da Yüksek Mahkeme, Tarikatın Bütün Faaliyet lerini Yasakladı. Rusya’dan Fethullah Gülen’e ağır darbe! Rusya Yüksek Mahkemesi, Fethullah Gülen tarikatının bütün faliyetlerini yasakladı. Yüksek Mahkeme,  Gülen okullarının kapatılmasına karar verdi. Rusya’nın önde gelen kuruluşlarından Yakın Doğu Enstitüsü de Gülen örgütünün CIA’nın paravanı olduğunu belirtti. Rusya’da, Fethullah Gülen cemaatine bağlı grupların faaliyetleriyle ilgili davadan yasaklama kararı çıktı. Rusya Yüksek Mahkemesi, başsavcılığın talebi doğrultusunda Gülen cemaatini, "aşırı örgüt“ kapsamında değerlendirdi ve faaliyette bulunmasını yasakladı. Mahkemede "Uluslararası dini örgütlenme“ olarak bahsedilen Gülen hareketinin, geçen yıl kitapları yasaklanan Saidi Nursi’nin fikirlerini savunduğu ifade edildi. Rusya’da faaliyet gösteren ve Gülen cemaatiyle bağlantılı olan çok sayıda okul da, dini propaganda yaptıkları gerekçesiyle kapatıldı. Yüksek mahkemenin kararının ardından Gülen örgütünün bütün okullarının kapatılması bekleniyor.

Rusya’nın önde gelen düşünce kuruluşlarından Yakın Doğu Enstitüsü de  Gülen Cemaati’ne ilişkin bir rapor yayımladı. Enstitü’nün uzmanlarından Şeglovin; Fettulah Gülen’ in CIA ajanı olduğunu belirtti. Şeglovin; Fettullah örgütünün CIA’nın dünya çapında kullandığı paravanı olduğunu söyledi. Yakın Doğu uzmanı; örgüt faaliyetlerinin temel merkezlerinin Afganistan, Afrika ve Orta Asya olduğunu ifade etti. Ulusal Kanal  09.04.2011

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

Millî birliği bozmanın yolu "dinî birliği“ çökertmektir.

Yıllardır dünyanın en problemli bölgelerinden biri olma özelliğini sürdüren Ortadoğu’nun sorunlarının kökeni 200 yıl öncesine kadar iner. Meselenin temelinde başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hesapları yatmaktadır.

Bilhassa İngiltere, Osmanlı Devleti üzerinde çok girift hesapları olan bir devlettir. Bu maksada yönelik olarak İngiltere 17. Yüzyıl ortalarından itibaren Ortadoğu’ya çok sayıda ajan-misyoner göndermiştir. Bu misyonerlerin iki gayesi vardı: Birincisi, Osmanlı’yı yıkmak diğeri, Müslüman halkları Hıristiyanlaştırmak. Misyoner-ajanlar bu gayeyi gerçekleştirmek için: 1.Merkezî otoriteyi tesis eden tasavvuf kurumunu, 2.İslam’ı ve Kur’an’ı tahrif edebilmek için Hadislerin kaynakları konusunda ihtilaf çıkararak Hadis müessesesini ve Peygamberin Sünnetini tahrife yöneldiler.

Nitekim 1710 yılında İngilizler tarafından ajan-misyoner olarak İstanbul’a gönderilen Ajan Humpher, Müs- lümanlar arasında, Renk, Kabile,  Arazi, Dinî kavmiyetçilik akımlarını tutuşturmakla görevlendiri- lmiştir. "Zira Osmanlı’yı yok etmenin, yani millî birliğini bozmanın yolu dinî birliği ve din müessesesini çökertmekten geçmekteydi.“ Bunu gayet iyi bilen İngilizler, hedeflerini gerçekleştirmek için Osmanlı hâkimiyeti altındaki beldelere özellikle Ortadoğu ve başkent İstanbul’a binlerce ajan-misyoner gönderdiler. Bunların bazıları "Herbert“, "Humpher“, "Lawrance“, .Goldziher“, "Ernest Renan“, "Gaitana“, "Rodinson“, "Louis Massignon“, "C. Snauch Hurgrange“, "Wayt“, "Francis E. P. Botta“… gibi meşhur misyonerlerdir. Dinî ve Millî Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yay; s.78-80) Yarın: Ajan Humpher’in korkunç itirafları. Oğuz Köroğlu 18.04.2011

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

Dini yanlış kavramak, Dinsizlikten daha tehlikeli

İran Medrese ve üniversite hocası Ayetullah Muhakkık- damad "Toplumda dini yanlış anlama olgusu oluşursa bu dinsizlikten daha tehlikeli olur“ uyarısında bulundu. Medrese ve üniversite öğretim üyesi Ayetullah Seyyid Mustafa Muhakkıkdamad dün öğleden sonra "Kur’an Açısından Suçu Önleme Tedbirleri“ başlığıyla düzenlenen panelde yaptığı konuşmada ilk önce Hz Peygamber Efendimizin-s- sevgili kızı Hz Fatıma-i Zehra’nın-s- ahadet günleri“ yıl dönümü olması münasebetiyle taziyetlerini ifade ettikten sonra "Kur’an-ı Kerim’de suç kavramı için çeşitli tabirler kullanılmıştır, ki bunların her birinin muhtelif anlamları var, fakat birbirine yakındır“ dedi.

Ayetullah Muhakkıkdamad daha sonra, Kur’an’ın suçun önlenmesi için bir önerisi olduğu, onun da takva olduğunu vurgulayarak, ‘Takvanın güçlendirilmesiyle’, suçu kökünden kazımak veya en aza indirmenin mümkün olduğunu belirterek, "Ama takvayı korumak da kolay bir iş değil. Tarihte, din adına yapılmış cinayetlerin sayısı az değil“ hatırlatmasında bulundu. Medrese ve üniversite hocası Ayetullah Muhakkık- damad konuşmasının devamında, Kur’an’da iki tür takvadan bahsedildiği, birinin diğeri için zemin ve altyapı niteliği taşıdığı ve o ilki olmadan ikincisinin de olamayacağını belirterek, "Birinci takva dini bilinç ve dini şuur dediğimiz şeydir. İkincisi de, dini buyruklara uyulması yoluyla gelişir“ ifadesini kullandı. Ayetullah Muhakkıkdamat FHA 29.04.2011

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

Deccal ve avanesini tanımak

İnsanlığın en büyük fitnesi olan Deccal’ı ve avanesini tanımak isteyen varsa, Müslümanları Hz. Muhammmed’ den kopartarak Hıristiyanların veya Yahudilerin inançlarına sürüklemeye çalışan Müslüman kılıklı dinlerarası diyalogculara baksın.

Unutmayın, Deccal ve avanesinin fitnesi, sırat-ı müstakim üzere bulunan müminlere etki edemeyecektir Hiç kimse Müslüman cübbesine bürünerek Vatikan’ın "dinlerarası diyalog“ projesini, toplumdaki çeşitli inanç mensupları arasında "çay-kahve içmektir, dostane ilişkiler geliştirmektir“ gibi basitleştirmesin, bayağılaş- tırmasın. Dinlerarası diyalog, misyonerliktir. Dinlerarası diyalog, papalığın Hıristiyanlaştırma projesidir. Dinler- arası diyalog, papalığın misyonudur. Diyalogun akademik tarafı da budur, sosyal tarafı da budur, somut Hıristiyanlaşma neticeleri de bunun göstergesidir.

Papalık misyonu, çağdaş misyonerlik ve diyalogcular. Fetullah Gülen de 9 Şubat 1998 günü Papa’yı ziyaretinde sunduğı mektubunda.“ Papalık misyonunun bir parçası olduğunu“ ilan etmiştir. Bu mektubu 10 Şubat 1998’de Zaman gazetesi, aynı haftaki Aksiyon dergisi yayınlamıştır. Dinlerarası diyalog, Papalığın II. Vatikan Konsili’nin 4. oturumunda kabul edilen, "Nostra Aetate“ diye maruf Konsil metninde aktarılan ve 28 Ekim 1965’te Papa VI. Paul’un onayıyla ilan edilen, "Papalığın 3. bin yıl hedefi olarak açıkladığı Asya’nın Hıristiyan- laştırılması projesi“nin bir yöntemidir. Papalığın "çağdaş Hıristiyanlaştırma ve misyonerlik usûlü“dür. (Bakınız; John W. O’Malley, Reform, Historical Conciousness And Vatikan Ii’s Aggiornamento, Theological studies, 1971 XXXII/4; M. Raukanen, The Catholic Doctrin of Non-Christian Religions According to the Second Vatikan Council, New york 1992, 35; The Second Vatikan Council, Nostra Aetate, 1-4)

Prof. Baş’ın "Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler“ adlı kitabı tarihi bir şaheserdir. Aynı zamanda dünyanın çeşitli üniversitelerinde kürsüsü olan ve halen üniversite hocalığını sürdüren Prof. Dr. Haydar Baş, 1990’lı yıllardan beri gençlerimiz üzerindeki bu misyonerlik manevralarına, bu manevraların gerçekte milli bütünlüğümüzü hedef aldığına, bu manevraların yeni adının "dinlerarası diyalog“ olduğuna dikkat çekmektedir, Hicaz Bölgemizi bu kabil İngiliz oyunlarıyla kaybettiğimizi tarihi belge ve hatıratlarla anlatmaktadır. Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler adlı kitabı bu bağlamda yazılmış tarihi bir şaheserdir.

Ülkemizdeki dinlerarası diyalog çığırından sonra toplumumuzun iman çivilerinin söküldüğünü, özellikle gençlerimizin "kilise evler“de fevc fevc Hıristiyanlaştırıldığını fark eden vatandaşlarımız, "Beyler çocuklarımızı kaybediyoruz, bu kadar dinsizlik de fazla.“ demeye başladı. Bu tepkileri alan diyalogcu çevreler, bu faaliyetlerin kültürler arası yakınlaşma, medeniyetler arası buluşma olduğu şeklinde kıvırtmalara koyuldular.

Müslümanların kalbinden Hz. Muhammed’e imanı sökme gayreti; Hiiç sağa-sola kıvırmaya, akademik gevezeliklere tevessül etmeye gerek yok... Kim ne derse desin, dinlerarası diyalog papalık misyonudur, Vatikan’ ın geniş çaplı Hıristiyanlaştırma yöntemidir. Haçlı dünyasının, Müslümanların kalbinden İslam’ın temel rüknü olan Hz. Muhammed’e imanı sökme gayretidir. Böylesi bir dinlerarası diyalog namlı Hristiyanlaştıma faaliyeti İslam imanı ve Ehl-i Sünnet akaidinin esaslarına göre açık, net ve ilmi ifadesiyle "küfür“dür (Muhammed b. İsmail er-Reşîd, Tehzib’ü Risalet’il Bedri’r-Reşîd fi Elfâz’il Mükeffirat, vr 12, Yahya bin Ebi Bekr, Esir’ul-Melahide, vr 11b. A.Z. Gümüşhanevî, Camî’ül Mütûn, c.1, Elfaz-ı Küfür, b. 2)

Müslüman kılıklı deccal. Bu dinlerarası diyalog namlı Hıristiyanlaştırma faaliyetinde Müslüman kılıklı İnsanların, hacı efendi veya hoca efendi kimlikli zevatın vazife üstlenmeleri, Müslüman kılıklı İnsanların bu işlerde kullanılmaları bu işi meşrulaştırmaz. Bilakis, Alemlere rahmet Hz. Muhammed’in kıyamet fitneleri ve ahirzaman ahvaline dair işaretleri hatırlandığında, Müslüman kılıklı kimselerin Hıristiyanlaştırma faaliyetlerinde taşeronluk yapmaları Deccal’in vazifesini üstlenmeleri veya Deccal’e askerlik yapmaları olarak ortaya çıkar.

Deccal, Müslümanlar arasından çıkacaktır. Deccal, öyle kulakları farklı, kolları bacakları değişik, boyu zürafa gibi bir mahluk değildir. Alemlere rahmet Hz. Muhammed’in kıyametin büyük alameti olarak uyardığı, hatta tüm Peygamberlerin kendi ümmetlerini ikaz ettikleri Deccal, Müslümanlar arasından çıkacaktır (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace, Sünen, Fiten, 9). Bu deccasllerin veya onun avanesinin gayretiyle Ümmet-i Muhammed’den gruplar halinde müşriklere, yahudi ve Hristiyanlara iltihaklar yaşanacaktır (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace, Sünen, Fiten, 9).

Bu süreç, aynı zamanda İstanbul’un Haçlı fitnelerine maruz bırakılacağı günler olacaktır (Ebu Davud, Sünen, Melahim 3, (4294).

Ahirzamanın bu korkunç fitnesi kendisine sorulduğunda Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (ra), "Anası doğurmayasıca, bilmiyor musun, bu fitne Müslüman- ların İslam’ı ve Hz. Muhammed’i terk ederek müşriklerin, Hıristiyanların ve Yahudilerin dinlerine iltihak etmeleridir.“ İmdi bu büyük fitnenin adı oldu dinlerarası diyalog.

Deccal’in fitnesini ortadan kaldıracak topluluk kim? O halde İnsanlığın en büyük fitnesi olan Deccal’ı ve avanesini tanımak isteyen varsa, Müslümanları Hz. Muhammmed’den kopartarak Hıristiyanların veya Yahudilerin inançlarına sürüklemeye çalışan Müslüman kılıklı dinlerarası diyalogculara baksın. Unutmayın Deccal ve avanesinin fitnesi, kıyamete dek hep hak din olan İslam ve Hz Muhammed’in yolu olan sırat-ı müstakim üzere bulunan bir topluluğa etki edemeyecektir. Deccal’in fitnesini, sayıları az da olsa işte bu Hak ve haklı topluluk sona erdirecektir (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace, Sünen, Fiten, 9). Mehmet Emin Koç 16.06.2011

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

Hakan Albayrak siyasal İslamcı’dır.

Siyasal İslam’cılar iflah olmaz sarhoş’dur. Onların (nefs) sarhoşluğu İslam düşmanlığına varacak şiddetde’dir. Onların tabi olduklarının günahından, önlerinde bir perde vardır.

Din’de ikinci tahribatı islamın en büyük düşmanı gizli ajandası "meshepci fitne siyasal hilafet projesi“ olan siyasal islam’cılar tamamlar. Bunlar tamamı ile deşire edilip, bertaraf edilmeden alem sukuna kavuşmaz. Bunlar "dinin içini boşaltan, siyasal İslamcılar“ kumuna tuz karıştırılmış inşaat harcı gibidir, binayı devleti temelden içerden yıkar. Bunların tahribatın’dan sonra "üçüncü gurup“ Bid’at ehli din’de tahribatı tamamlar... artık bundan sonra kaos ve anarşinin sebeplerinin taşnması için iç ve dış etkenler fiziki hareket eder. Bir diğer ifade ile dini siyasalaştıran bu guruplar "dış etkenlerin ününde“ onlara görünmeyen önlerinde insi sürücüdür. Hacı Bayazıt   

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

Cehenneme götüren liderlerin peşinden gidenler

İnkâr edenler derler ki; "Rabbimiz cinlerden ve İnsanlardan bizi delalete düşürenleri bize göster; o ikisini ayaklarımızın altına alalım da en aşağılıklardan olsunlar.“ (Fussilet / 29)

Fakat o zalimleri Rablerinin huzurunda durdurulmuş kimseler olduklarında bir görsen! Birbirlerine söz çevirirler (aralarında münakaşa ederler) zayıf düşürülen- ler büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız elbette biz de mü’min kimseler olurduk“ derler. (Sebe / 31)

"Kıyamet Günü’nde kavminin önüne geçer de onları (suya götürür gibi) ateşe götürür. (Güya önderlik ettiği) o vardıkları yer, ne kötü bir yerdir.“ (Hud / 98)

Hesap verme günü. Tek söz sahibi Allah Azze ve Celle’nin huzurunda milyarlarca İnsan. Hiçbir kaçışın, sığınağın olmadığı en zor gün. Herkes kendi derdinde. İki sınıf İnsanı tasvir ediyor Rabbimiz. Yöneten, lider, serok, başkan, diktatör... Ve yönetilen, güdülen, bilinçsizce sürüklenen liderinin, önderinin peşisıra cehenneme sürüklenen sıradan İnsanlar.

Biz daha Allah kelamının canlı şahitleri olmadık. Ama zaman mefhumundan beri Rabbimiz o sahneyi gözlerimizin önüne getiriyor: Cehenneme önderlerinin peşisıra girecekler bağırarak. "Nerde o  bizi aldatanlar, bizden hakikati gizleyip bizi necis emellerine alet edenler, bizi dünyada da ahirette de rezil edenler, dinimizi gözümüzde küçültüp bizi ondan uzaklaştıran o zalimler nerede? Onları bize verin de onları perişan edelim.“

Günümüzdeki tabloyu ne de güzel izah ediyor Rabbimiz. Milyonlarca İnsan ahirette birlikte haşrolacağı zamanımızın Firavunlarının, Nemrutlarının… peşinden cehenneme gideceğinin hesabından uzak yaşıyor. Ne büyük felaket Ya Rab!

Bir kısım halkın gösterdiği teveccüh, -güneşin önündeki bulutların çekilmesiyle, asıl dostuna, velisine yönelecektir. Müslümanım diyenin velisi, dostu, sırdaşı uğruna canını vereceği Müslüman kardeşinden başkası değildir. Hakikatlerini halktan gizleyen sağ veya sol parti ve liderlikler bu hallerini uzun süre devam ettiremeyeceklerdir. O halde nasıl bir önderlik Müslümanın peşinden gidebileceği bir liderlik olsun!

Müslümanlar İslam’ın hayatlarının her anında tek referans olması gerektiği gerçeğiyle Laik bir anlayış sergileyemezler. Zulme direniş Müslümanca... Ticaret Müslümanca... Ev hayatı Müslümanca... Önderimiz, liderimiz dediğimizde Hz. Muhammed (sav) ve onun yolundan gidenlerden başka bir alternatifi kabul edemeyiz. "O ayrı bu ayrı mesele“ söylemi şeytandandır.

Müslümanım deyip her türlü gayri meşruluklarla İnsanları İslam’dan soğutanları mazeret gösterip çareyi başka yerlerde aramak İslam’ın anlaşılmadığını gösterir. Oysa asrımızda, gerek bölgemizde gerekse de farklı coğrafyalarda İslam’ın doğruluğuna şahitlik eden şehitler, mahpuslar, mahrumların oluşu bizim için nimetlerin en büyüğü olsa gerek. Müslüman halklar, kıyamet gününde, slam halkasından çıkmış“, başkanlarının, önderlerinin peşinden gitmekle -bilmeliler ki; o liderler kendilerini suya götürür gibi cehennem çukurlarına götürüyorlar.

İşte henüz kıyametleri kopmadan, "kendilerini aldatanlari“, ayakları altında ezmek isteyenler için fırsat kaçmış değildir. Yapılması gereken samimi bir yönelişle Allah’a teslim olmaktır. Halkını cehenneme sürenlere yazıklar olsun. Fikret Gültekin 08.07.2011

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

"Mehdeviyet gerçeğini saptıran yanlış konular, ‘bekleyişi’ mehcur edecektir“

İslam İnkılabı Rehberi, mehdeviyette uzman olan öğretim görevlileri, uzmanları, yazarları ve mezun olanların bir grubunu kabulünde mehdeviyet gerçeğini saptıran yanlış konuların bekleyişi mehcur edeceğini söyledi. İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, mehdeviyette uzman olan öğretim görevlileri, uzmanları, yazarları ve mezun olanların bir grubunu bu sabah kabul etti. Ayetullah Hamanei bu kabulde, tarih boyunca hareket ve mücahidet hedefinin ünvanıyla mehdeviyet konusunun önemine işaretle, bekleyişin mehdeviyetin ayrılmaz bir parçası olarak niteleyerek, gerçek uzman olan kişilerlerce güçlü, dakik ve alimane şeklide çalışmanın mehdeviyetin en önemli konusunu teşkil ettiğini söyledi.

Ayetullah Hamanei ayrıca hayali, itibarsız, cahilce ve kaba işlerden uzak kalmak gerektiğinin altını çizdi. İslam İnkılabı Rehberi, mehdeviyetin dinin yüksek maariflerin bir kaç asıl meselerinin arasında yer aldığını vurgulayarak, bisetlerin ve enbiyaların hareketinin tevhid çerçevesinde ve adalet esasında göre İnsanlardaki tüm kapasitelerini kullanmak için gerçekleştiğini belirtti. Ayetullah Hamanei, mam Zaman(a.c)’ın zuhur ettiği zaman tevhid, maneviyet, din ve adalet İnsanın çeşitli ferdi ve sosyal hayatı üzerinde hakim olacaktır“ dedi. İslam İnkılabı Rehberi, "mehdeviyet olmadan enbiyaların mücahidetleri ve çabaları faydasız olacağını vurguladı.“ Konuşmanın tam metni gelecek. Mha 09.07.2011

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

Mısır’lı müftü:

Mısırlı Müftü Develerin yaşadıkları mekanlara, "cin ve şeytanların sızdığından“, orada namaz kılmanın, sakıncalı olduğu deliline binaen, sakıncalı olduğu iddiasında bulundu. Abna 09.07.2011

Allah'u Ekber ya haram ve şüpheliden kasıtlı kaçmayan dinde tahribat yolu açmış, din'i iş kolu menfat haline getirmiş gurupların üzerinde içinde taşıdığı berberinde sızdırdığı şeytan ve cinlerin girdiği yerlerde nasıl namaz kılınacak ve onlardan nasıl korunulacak!.. Çare; manen fikren ve fiziken mümkün olduğunca onlardan uzak durup en azından imanın en zayıfı ile Buğz etmek. Hacı bayazıt

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

Türkmenistan Fetullah’ın Okullarını Kapattı

Gerekçe ABD için casus yetiştirmek devletin yönetimine sızmak. Türkmenistan devleti, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve ABD için casus devşirdiği gerekçesiyle Fetullah Gülen cemaatinin okullarını kapattı. Fars Haber Ajansı’nın haberine göre, Türkmenistan, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve saf Türkmen gençleri arasından seçtiği genç dimağları ABD için casusluk yapmak üzere devşirdiği gerekçesiyle "Türk Okulları“ adı altında faaliyet gösteren Fetullah Gülen cemaatinin okullarını kapattı.

Fars Haber Ajansı’nın haberine göre, Türkmenistan, bu ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalıştığı ve saf Türkmen gençleri arasından seçtiği genç dimağları ABD için casusluk yapmak üzere devşirdiği gerekçesiyle "Türk Okulları“ adıyla faaliyet gösteren Fetullah Gülen cemaatinin okullarını kapattı. Fars Haber Ajansı muhabirinin Aşkabat’tan bildirdiğine göre, Türkmenistan yönetimi Türkiye’nin Nur Cemaati’nin Türkmenistan’da dini - siyasi nüfuzundan duyduğu kaygı yüzünden 1990 yılından beri bu ülkede faaliyet yürüten tüm Türk okullarının faaliyetini askıya aldı.

Haberde, okulların kapatılma gerekçesi şöyle anlatıldı: "Söz konusu Türk okullarının eğitim çalışmalarının yanı sıra hedef ülkelerde Türk milliyetçiliğinin propagan- dasını yaptığı ve okullardan mezun olan öğrencileri hedef ülkelerde anahtar evkilere atamak için rüşvet bile verdiği ifade ediliyor.“ Geçtiğimizyıllarda bu okulların ‘Türkiye’ adına yetiştirdikleri zannedilen öğrenci ve elemanları -aslında ABD casusluk teşkilatı CIA’ya bağladığı ve "Türk milliyetçiliği ve Osmanlı hayallerinin aslında bu gençleri 'kandırmak için bir tuzak' olduğu, tuzağın CIA’da ayarlandığı ortaya çıkmıştı.“ Türkiye Gençler Birliği 16.07.2011

19.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

Vatana İhanetle Yatgılanacaksınız

Tuğamiral Cem Aziz Çakmak, "dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum“ (Sözde) Balyoz davasının tutuklu sanığı Tuğamiral Cem Aziz Çakmak, davanın çöktüğüne dikkat çekerek, "Sahte dijital verilere dayalı bu dava bence çökmüştür. Bizleri bir süre daha çöken bu sahte davanın enkazında tutabilirsiniz. Ancak asıl soru, bu davanın sonunda enkazın altında kimlerin kalacağıdır“ dedi.

Çakmak, savunmasının bir bölümünde de, "Hainlik ve ihanetin odağı olan, dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum. Bu salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile yargılanacaksınız. Bundan kaçışınız asla mümkün değildir.“ sözlerini kullandı. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz davasının 40’ıncı duruşmasında eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek, eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına ile (SÖZDE) Balyoz Darbe planını hazırladığı ileri sürülen eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu 146 tutuklu sanık ve 17 tutuksuz sanık hazır bulundu. Aralarında Koramiral Kadir Sağdıç, emekli Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek ve Albay Cengiz Köylü’nün de aralarında bulunduğu 16 tutuklu sanık ile 16 tutuksuz sanık ve hakkında yakalama kararı bulunan eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Ergin Saygun ise duruşmaya gelmedi. Mahkeme Başkanı Ömer Diken, duruşmaya katılmayan sanıklardan bazılarının, mazeret dilekçesi ya da sağlık raporu gönderdiklerini açıkladı. Yapılan kimlik yoklamasının ardından Başkan Diken, tutuklu sanık Tuğamiral Cem Aziz Çakmak’ın savunması ile duruşmaya başlayacaklarınııkladı. Müdahil avukat bölümü boş olduğu için sanık Çakmak o bölümde oturarak mikrofona yakın olarak savunma yaptı. Çakmak, Türkiye’nin her yerinden çıkabileceğini ifade ettiği suç unsuru taşıdığı ileri sürülen sahte dijital verileri lanetlediğini ve kabul etmediğini söyledi.

Sanık Çakmak, "Sahte dijital verilere dayalı bu dava bence çökmüştür. Bizleri bir süre daha çöken bu sahte davanın enkazında tutabilirsiniz. Ancak asıl soru, bu davanın sonunda enkazın altında kimlerin kalacağıdır.“ dedi. Hazırladığı iddia edilen personel listesinin sahte olduğunu ileri süren sanık Çakmak, "Listede bazı personelin görev yeri olarak belirtilen ve bir Nato Komutanlığı olarak ifade edilen CC MAR Naples’in 2004 yılında kurulmuştur. Oysa Personel listesinin oluşturma tarihi 2003 yılıdır. Dolayısıyla ya bu belgeyi hazırlayan kişi müneccimdir ya da belge sahtedir. "Bu belgeleri hazırlayan çete ne hazırladığının farkında bile değil“ ifadesini kullandı. Dönemin Donanma Komutanı olan emekli Oramiral Özden Örnek tarafından, ihraç edilmesi için Mart 2002 tarihinde Askare Mahkemeye gönderildiğini belirten sanık Çakmak, bu yargılama sonunda 2005 yılında beraat ettiğini söyledi. Sanık Çakmak, "2002 yılında beni TSK’dan ihraç edilmek üzere Donanma Komutanı sıfatıyla askeri mahkemeye sevk eden, diğer bir ifadeyle bana güvenini yitirdiğini açıkça göstermiş olan Oramiral Özden Örnek’in sözde böyle bir gayri yasal bir oluşuma beni görevlendirmesi mümkün müdür? Ya da benim böyle bir durumda görev kabul etmemi, akılve mantık sınırlarıiçinde kabul etmemi izah edebilir misiniz?“ dedi. Çakmak, "Özden Örnek’in, hazırladığı iddia edilen Amiral listesinde beni Tuğamiral ve Tümamiral olarak göstermesini hayatın doğal akışına uygun bulmak mümkün mü?“ eleştirisinde bulundu.

Sanık Çakmak suçlanma gerekçelerini ise şu iddialarıyla dile getirdi; "Bizim çocuklar başardı, başımıza çuval geçiremeyeceklerini bilmeleri, katıldığımız yüzlerce toplantı ve harekatta ulusal çıkarlarımızı korumamız, Atatürkçü kimliğimiz, karada terörle mücadele ettiğimiz, denizde ise küresel güçlerin oyunlarını bozduğumuz için buradayız. Geleceği zehirlenmiş bir ülkede sadece bizim değil, sizin de çocuklarınız ve torunlarınız yaşayacak“ Tutuklanması nedeniyle kızının, 16 Nisan’daki düğü- nünün davetiyelerini yaktığını belirten sanık Çakmak, "Kızıma bunu bize yapanlardan ve destekçilerinden hesap soracağıma dair söz verdim ve sözümü tutacağım.

Son olarak hainlik ve ihanetin odağı olan, dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum. Bu salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile yargılana- caksınız. "Bundan kaçışınız asla mümkün değildir.“ Allah(cc) Cumhuriyeti ve donanmasını korusun“ diye konuştu. Askerhaber/ İstanbul 22.08.2011

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

An das                                     Wien, am 29.09.2011

Bezirksgericht Josefstadt         028 1 P 109/05z - 253

Florianigasse 8 ,1080 Wien

Einschreiter:        Haci Bayazit, 20.03.1957

                          Alser StraBe 30/26 1090 Wien

Wegen: 24.08.2011 tarihli

Facharzt für Neurologie und Psychiatrie için verilmiş olan ifadeler ile içeriğinin düzeltilip 07.10.2011 tarihli Mahkeme için  yazılı ifade verdim.

Dr. Johann SCHNEIDER

Facharzt für Neurologie und Psychiatrie Algemein beeideter und gerichtlich zertifizierter Sachverständiger 2000, Stockerau, Brodschildstraße 4

NEUROLOGISCH/ PSYCHIATRISCHES SACHVERSTÄNDI GENGUTACHTEN

Bezirksgericht Josefstadt

Betrifft:   Pflegschaftssache

Haci Bayazit

Geb. 20.3.1957                 1P109/05Z 248

Fragestellung:

a) Ist Herr Bayazit aufgrund seiner psychischen Erkrankung in der Lage, sich selbst vor Behörden und Sozialversicherungen zu vertreten?

b) Ist die betroffene Person derzeit aus medizinischer Sicht testierfähig, und ist eine Verbesserung oder Verschlechterung dieses Zustandes in naher Zukunft zu erwarten?

c) Ist die betroffene Person gänzlich unfähig einer mündlichen Verhandlung zu folgen oder ist ihr Wohl bei Anwesenheit in der Verhandlung gefährdet?

Beurteilungsgrundlagen:

•   Akteneinsicht

•   Eigene Untersuchung

Stockerau , am 24.8.11

1.Aktenlaqe:

Auszugsweise ist dem Akt zu entnehmen , dass der Betroffen seit 2000 besachwaltet sei, zuletzt sei er 2007 (Gutachten von Doz. Dr. Meszaros 12.1.2007) begutachtet worden, wobei ein Weiterbestehen der psychischen Erkrankung festgestellt wurde. In zahlreichen Eingaben und Rekursen bekämpft der Betroffene seine Sachwalterschaft bis heute. Es ist jedoch noch ein Verfahren bezüglich des Aufenthaltstitels offen und es besteht die Annahme, dass der Betroffene sich nicht ohne einen Nachteil für sich vor den Behörden vertreten könne.

a)1. Gutachten von Doz. Dr. Meszaros 12.1.2007, yapmış olduğum tarih 30.01.2007 1P109/05z numaralı düzeltme ve itirazda OWS 2000 deki olayın aşağıdak şekilde olduğunu ilmi dayanağı ile açıkladım.

14.12.2000 ALLGEMEINES KRANKENHAUS

Universitätsklinik für Psychiatrie Vorstand:

Univ, Prof.Dr. Heinz Katschnig  Akşam muane ederken davacı olduğum şahısların ailem ve Çocuklarıma yaptığı olayları anlatırken bir ara nefes alamadım konuşa- madım.    

-    Sebebi. O günü Çocuklarımla ilgili olayları anlatırken yanımda oturan Doktorun yardımcısı bayan çok üzüldü, ‘yüzünde’de makyaj yoktu içtenlikli hali vardı’, bende onun bizim meselemize üzülmesine üzüldüm; Onun samimi hali ile kalbimde o tarafa açılma oldu, odada’da sıgara dumanı vardı; eğitimli yardımcıları üzerinden gelen şeytan ‘bu halden’ güç alıp nefes yolu ile, kalp ile beyin arasındaki hücre yolunu tamamlayıp bir an konuşmamı nefes almamı engelledi. Ama hemen kalp'de oluşan Rahmani enerji ile zafiyet yolu kapatılıp saldırı berteraf edildi. O anki olay hastalık değil bir an saldırıya açık olma halidir.

-    ünyanın heryerin’den takip edilen bu olaya hastalık demek; ...dünyayının pekçok ülkesinde faliyetleri yasaklanıp bağımlıları göz altına alınan deccalizmin misyonunu; manevi fikri ve fiziki dayanağı olmayan ‘akıl hastalığı’ yakıştırması ile gölgelemek, İnsan oğluna yapılacak en büyük kötülük olur. Benim ikna değil söyleme becburiyetim vardır; "yalnız bilinmeli’ki - her kim Allah’ın din’ini tahrip edene yardım eder gizler ise - tahrip edenlerin ateşi onlarıda sarar.“

a.)2.devam etmekte olan iltica davam. iltica yasaları içerisinde sayılan, dini yaşamdan dolayı tehdit altında olup tatkibata uğramak kuralını, "sanrılı bozukluk akıl hastalığı“ yakıştırması altına gölgeleyip, İnsanların bilmesi gereken gerçeği Sachwalter konumu gereği gizliyor… Bundan dolayı kurumlar ile olan hukuki isteğim de doğruluk hakkım var ise isterim, verilmez ise mahkemeye giderim, Sachwalter den yardım istemem. İnsanların kalbi maneviyat ve adalet veya siyaset ve menfate dönüktür.

II. Eigene Untersuchung von Herrn Haci Bayazit 

am 24.8.11 die Identität wurde nachgewiesen (FS 1643344), die betroffene Person ist mit der Untersuch- ung einverstanden

1.Ort und Umstände der Untersuchung:

Die Untersuchung findet in der Ordination, 2000, Stockerau, BrodschiIdstrasse 4 statt

2.Mit anwesend: niemand

3.Sachwalterschaft: Dr. Wolfgang Blaschitz

4.Sozialanamnese: lebt alleine, derzeit arbeitslos

5.Vorerkrankunqen: wahnhafte Störung (stat. Aufnahme im OWS 2000)

6.Stationäre Behandlungen im letzten Jahr:

keine, derzeit nicht in fachärztlicher Behandlung

7.Subjektive Beschwerden: Schmerzen in der Wirbelsäule

8.Derzeitige Therapie: keine

9.Zusätzlich vorgelegte Befunde (über Akteninhalt hinausgehend): keine

I0.Exploration:

Er sei in der Türkei aufgewachsen, dort auch in die Schule gegangen, habe dort die letzten 12 Jahre selbständig als Texilhändler und Bäcker gearbeitet, 1982 sei er nach Österreich gekommen , hier habe er in verschiedenen Firmen gearbeitet, habe dann auch einen Texilhandel und eine Bäckerei gehabt. 1995-99 sei er wegen Drogenhandel inhaftiert gewesen, er fühle sich jedoch unschuldig , der Nachbar hätte damals eine falsche Aussage gemacht .1999-2000 sei er dann in der Türkei gewesen. Er sei dann wieder als Asylant nach Österreich gekommen, er habe seither nicht regelmäßig gearbeitet. 1986 habe er geheiratet, er habe 5 Kinder, seit 1998 sei er geschieden. Wegen psychischen Problemen sei er 2000 im OWS stationär aufgenommen gewesen. Er sei auch 2000 besachwaltet worden.

b)1. 24.11.1994 Nikelsdor’da 4 kişi ile buluştuğum varsayımı ile ceza verildi. Aynı nedenden para cesası gelen Sazburg Gümrüğüne 22 August 1997 itiraz etdim; Sazburg Gümrüğü Zahl: 600/023455/9/95, 31 Marz 1998 de itirazım kabul edip Cezayı kaldırdı, Eisenstadt Mahkemesi de üzerimden olmış olduğu 23150 Öş parayı iade etdi. herhalde dosyanın açılması için Avukat tutmamı bekledi, Avukat tutmak o an önceliğim olmadığı parayıda Çocuklarıma gönderdiğim için zaman darlığından sınırdışı edildim. Sazburk Gümrüğünün  kararı Suçsuzluğumun yanısıra dosyanında açılmasına delil’dir.

b)2. Pisikolejik nedenden dolayı ayrılmadım. Ceza ve Ceza indirimini kabul etmeyip, açılan davaları M.Cemil Şahin, Karısı ve Süleymancılar üzerine bina edince. Aileme tesir edenler; fırın işim ve Ortaklığımdan doğan 700-000,Öş alacağım için vekalet’de alınca; beni zan altında bırakır mektuplar ile ceza verilmesine sebep hazırlayıp sınır dışı olmamı ayarlayıp, Çocuklarım üzerinden zafiyet elde etmek istedi. 

Damals hätte er nicht genau gewusst, was das für ihn bedeute, es behindere ihn in seinem Leben. Deshalb bekämpfe er die Besachwaltung mit mehreren Eingaben.

b)3. 2000 yılında kıskançmışım diye Çocuklarım ile görüşmemi ve delillere ulaşmamı Mahkeme Sachwalter ile engelledi. Devam eden süreç’de yasal dayanağı olmadığı hak ve hukukumu da engellediği için Sachwaltere karşı hukuki mücadelem. Landesgericht für ZRS Wien,17.08.2010 kararına kadar devam etdi. Üst Mahkeme Landesgericht für ZRS Wien, 17.08.2010 kararı Alt Mahkemeye, ilk tutumunun kanunen değişebileceği yönünde.

Im Laufe des Gespräches zeigt sich mehr und mehr ein Wahn. Die Türkei sei das Zentrum einer organisierten teuflischen Organisation, sie hätten in der ganzen Welt Kontakte. Die Behörden werden auch infiltriert, das Klima werde auch beeinflusst.

b)4. dedimki, din’i tahrip edenlerin müsübeti umuma gelir, küresel ısınma gibi. Wenn er moralisch gut lebe, dann könne im nichts passieren. Die körperlichen Beschwerden (z.B. seitens der Wirbelsäule) seien auch die Folge eines unmoralischen Lebenswandels. Er habe vor Gott Angst, deswegen versuche er gottgefällig zu leben. Die Leute, die nicht vor Gott Angst haben seien sehr gefährlich. Er arbeite weiter in einem Derwischorden und habe Kontakt mit Leuten in der ganzen Welt, welche die Wahrheit kennen würden.

11.Psychiatrischer Status:

Bewusstsein: klar

Orientierung: zeitlich örtlich zur Person situativ ausreichend

Intelligenz: Merkfähigkeit Frischgedächtnis Altgedächtnis nicht wesentlich eingeschränkt

Denken: Konzentration ausreichend Tempo etwas gesteigert Ablauf nicht immer zielführend Inhaltlich deutliche Wahnideen

Stimmung: indifferent

Affizierbarkeit: In beiden Skalenbereichen affizierbar

Affekt: Starr

Antrieb: etwas gesteigert

Psychomotorik: Mimik Gestik unauffällig

Vegetativum: unauffällig

Produktive Symptome: Fixierter Wahn mit besonders religiösen Inhalten und Verfolgungsideen

III. Diagnosen:

Psychiatrische Diagnosen: Chronisch wahnhafte Störung (ICD 10 F22.0)

V. Zusammenfassendes Gutachten:

Dem gegenständlichen Sachverständigengutachten liegt die Fragestellung zu Grunde:

a) Ist Herr Bayazit aufgrund seiner psychischen Erkrankung in der Lage, sich selbst vor Behörden und Sozialversicherungen zu vertreten?

b)  Ist die betroffene Person derzeit aus medizinischer Sicht testierfähig, und ist eine Verbesserung oder Verschlechterung dieses Zustandes in naher Zukunft zu erwarten?

c)  Ist die betroffene Person gänzlich unfähig einer mündlichen Verhandlung zu folgen oder ist ihr Wohl bei Anwesenheit in der Verhandlung gefährdet?

Die betroffene Person, wurde durch den endgefertigten Sachverständigen psychiatrisch untersucht.

Nach Aktenstudium und eigenen Befunderhebunqen kommt der endqefertigte Sachverständige zu folgendem Schluss: Bei der 54 Jahre alten Person besteht weiterhin eine wahnhafte Störung mit einem fixiertem Wahninhalt, welcher typischer Weise nicht korrigierbar ist, so wie eine fehlende Krankheitseinsicht. Die Person weist eine deutliche Beeinträchtigung des Realitätssinnes auf. Eine ausreichende Kritikfähigkeit ist durch die paranoide Verarbeitungstendenz, welche auch eine Infiltration der satanischen Organisation der Behörden beinhaltet, ist nicht gegeben.

c)1. tarih 24.08.2011 de Dokto sordu, "Bana zararları dokunurmu.“ Bende yok sadece parasal işlerini, yani normalda olmayacak işlerini, eğitildikleri günah seviyesinde önlerindeki şeytan ayarlar dedim. Devletin içine sızdılar demedim. "Ama belliki doktor bildiklerini benim üzerimden yazmış.“ İki gurup İnsanlar şanslıdır. İlki Peygamberler zamanındakiler, açık mücizelere tanık olurlar. Ikincisi kıyamete yakın olanlar, açık kerametlere tanık olurlar.

-    Girdiğimiz asır kıyamete yakın asır; yani deccalizimle mücadele asrı. Asrın en büyük ilyizyonisti deccalizimin misyonudur ateşi su gibi gösterir ve dünyanın en tehlikeli örgütüdür.

-    Mesela, bu misyonun ileri birliği manen en zayıfı fikren ve fiziken en tehlikelisi fetullah gülen örgütüdür. Değişik Ülkeler de açtığı okullar vasıtası ile O Ülkenin zeki Çocuklarını toparlayıp Amarikan siztemine hayran olarak yetişmesine zemin hazırlıyor; böylece eğitimini tamamlayıp ülkesine dönen yetişkin her İnsan görün- ürde ABD menfatine, aslında deccalizmin misyonuna uygun olarak sistem içerisinde görevlendiriliyor, yani şeytan ABD devlet erkanının arkasına gizlenip yardım- cılarını menfat olarak algılatıp, yanıltıyor…

-    Gerçekde ise ABD devlet erkanının önüne düşüp Bush’ın Irak harekatı öncesi aldığı telkini söğleylediği gibi, ABD devletini Afkanistan ve Irak da olduğu gibi bataklılğa sürükleyip çökerterek bölgedeki ABD rüyasını kabusa dönüş- türüyor.

-    Fetullah Gülen 2005 yılında Aktuel Dergisine vermiş olduğu demecde Ulusal dalgayı nasıl aşacaklarınııklıyor; "Gömererek Üstünede Kayalar koyarak bir daha çıkmaması için elimizden ne geliyorsa yaparız“, diyor. Ülkenin aydınlarını bir daha çıkmasın diye kayalar ile gömecek, aydınlarının hazırlamış olduğu kitapları basılmadan toplatacak zalimin önderi ancak deccal olur... Bir İnsana zulmeden bütün aleme zulmetmiştir. "Aleme zulmeden ise Allah’a savaş açmış demek’dir.“

Sonuç olarak aşağıdaki,  a) b) ve c) tanımlarının hiçbiri üzerimde mevcut değildir. 07.10.2011 tarihli Mahkem- enin dikkatine arz ederim.

a.) Die Person kann sich auf Grund ihrer psychischen Erkrankung nicht selbst ausreichend vor Behörden und Sozialversicherungen vertreten

b.) Die Person ist auf Grund ihrer Erkrankung mit psychotischem Erleben nicht testierfähig. Bei fehlender Krankheitseinsicht und daraus resultierender fehlenden Behandlung ist in naher Zukunft mit keiner wesent- lichen Änderung zu rechnen.

c.) Die Person kann dem Ablauf der Gerichtsverhandlung folgen, das persönliche Erscheinen zur Tagsatzung ist ihr zumutbar, wobei eine paranoide Verarbeitung möglich ist. Stockerau, am 24.8.2011

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

ABD’nin Orta Doğu’daki varlığı ‘Ilımlı İslam Projesi’ine bağlı   

Bush’un Irak işgalini "Tanrı’nın emri’ olarak nitelemesi, Protestan yayılmacılığının habercisiydi...“Din sosyolojisi alanında uzmanlaşan Prof. Dr. Yümni Sezen, ABD’nin İran’a karşı Suriye stratejisini değerlendirirken meselenin bam teline basıyor: "Orada rehbere itaat vardır, taassup vardır, -Velayeti Fakih'ı- Ilımlı İslam’a yaklaştıramazlar. Bu nedenle Ilımlı İslam projesi, Batı’ya karşı daha "müsamahakâr“, daha "liberal“ olan Sünni toplumlar iktidarlar üzerinden yürütülüyor. Bu kesim "kapitalist“ sisteme uyduğu için, onlarla işbirliği daha kolay oluyor...“

Odatv’de 23 Eylül 2011 günü A. Metin Akpınar imzasıyla savunulan şu iddia da destekliyor Sezen’i: "Hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsunlar, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, ister azınlık ister çoğunluk olsunlar, ister İslamcı ister laik olsunlar, ‘Şiiler ve Aleviler‘, var oldukları her yerde ABD emperyalizmine karşı direniyorlar.“

Önce liberal bir Din gerekli. 11 Eylül 2001  itibarıyla dünyanın birçok noktasında yaşanan değişimi düşünelim şimdi. Nedir bütün olan bitenin tek kelimelik özeti: Liberalleşme.. Veya... Liberalleştirme değil mi? Ekonomileri, rejimleri, fikirleri ve elbette dini! Sözde  "terörizmi besleyen bataklıkları kurutmak“  için ortaya atılan Büyük Orta Doğu Projesi’nin  "demokrasi ihracı“yla varmak istediği gizli olmayan hedefi  "buralardaki pazarlar“dı. Ve "pazarları açabilmek“  için  "din“  aşılması gereken önemli bir  "engel“ di.

"Ne alakası var“ mı dedi biri? Bir Amerikalı, bir Budist’e ne pazarlayabilir ki? Yahut çay içmeyen, kahve içmeyen, sigara içmeyen, “iffet  yasası“ gereği filmlerin büyük bölümünü izlemeyen, yüzlerini endüstriye değil doğaya dönmüş haldeki Mormonlarla mesela, Philip Morris arasında nasıl bir arz-talep ilişkisi oluşabilir? Kentleşme olmadan, en önemlisi burjuva sınıfı oluşmadan, endüstriyel teknoloji gelişmeden ve  "talep“ edecek  "tüketmeye hazır“  bir kitle oluşmadan kapitalizm var olabilir mi?

Pekiiii... Bütün bu artlar“  bunların "caiz“ sayılmadığı bir ortamda tesis edilebilir mi?

‘Yeşil kuşak‘ın  rolü değişti. Kapitalizmin dün "komünist rejimler“le alıp veremediği neyse bugün Orta Doğu’ya diş bilemesinin temel nedeni de o aslında. Tabii burada yaman bir çelişki de çıkmıyor değil karşımıza. Soğuk Savaş döneminde, kapitalizmin en büyük "anti-komünist“ destekçileri, bugün işgale yeltendiği İslam ülkeleri değil miydi? "Evet öyleydi.“ Lakin İran Devrimi, Körfez Savaşı, Irak’ın işgali, Filistin sorunu gibi bir dizi tecrübeden sonra, 1970’lerde Sovyetler’e karşı oluşturduğu "Yeşil Kuşak“, ABD emperyalizminin ayağına dolanır hale geldi. İslamcı hareketlerin giderek anti-emperyalist karaktere dönüşme eğilimi, Orta Doğu’ daki Amerikan varlığııkarları için artık sadece bir tehditti. Dev Amerikan şirketleri ile hammadde ve pazar arasında örülen duvarların yıkılabilmesi için acil revize gerekliydi... Ve devreye, en kısa ifadeyle  "ABD düşünce kuruluş- larında geliştirilen Protestan İslam yorumu“  olarak tanımlanan Ilımlı İslam Projesi girdi. Rand Corporation Milli Güvenlik Araştırmaları Dairesi’nin "Uygar ve demokratik İslam, partnerler, kaynaklar ve stratejiler“ araştırmasına (2003) göre,  "dünyanın geri kalanının“ iktisadi ve siyasi çıkarları  "sistemle uyumlu, uluslararası normlara riayet eden bir İslam anlayışını“ gerektiriyordu. Rand Corporation’ın bu  "sorun“un halli için önerdiği çözüm  "köktendinciler, gelenekçiler, modernistler ve laikler“ olarak ele aldığı dört grubun birbirlerine müdahalesini sağlamaktı. Yani İslam, İslam içinde oluşturulan "kamplar“ üzerinden dönüştürüle- cekti.

Eylem Planı Yürürlükte. Dört aşamalı eylem planına göre; Önce modernistler desteklenecek; bu yönde bir kamuoyu oluşturulması için eğitim müfredatından, sivil toplum kuruluşlarının dizaynına kadar her yola başvurulacaktı. Okullar, enstitüler, internet siteleri, yayın organları, gençliği hedef alan organizasyonlar finanse edilecek ve bu kesim, gelenekçiler ile köktendincilere rakip çıkabilir hale getirilecekti. İkinci aşamada gelenekçiler  "köktendincilere karşı“ desteklenecek; anlaşmazlıklar kaşınarak iki grup ara- sındaki ittifak ihtimali sıfırlanacaktı. Gelenekçileri oluşturan mezhepler teşvik edilerek ayrımcılık uygulanacak, modernistlerin bu mecradaki etkinliği artırılacaktı. Yani  "gelenekçi“  diye adlandırılan kesim parça parça işbirlikçilerin safına devşirilecekti. Bu arada, kullanılan kavramlar gözünüzün önüne, RP-AKP ayrışmasının yaşandığı günleri getirmedi mi? İslamı, Protestanlaştırma Projesi’nin sonraki adımı köktendincilere savaş açmaktı. Savaşın silahı seçildi: Karapropaganda! Buna göre  "köktendinci kesim“  şiddet eylemleri ile örtüştürülecekti. slami terör“  denilen kavramın nasıl oluştuğunu hatırlayın şimdi! Karapropaganda aşamasının en önemli ayaklarından biri de toplum liderlerinin küçük düşürülmesi, zaaflarının ortaya serilmesiydi. Medya bu yönde yayın yapması için cesaretlendirilecekti.

Köktendincilerin "ortak düşman“  olarak algılanması sağlandıktan sonra, sırada son vuruş vardı. Bu kez tıpkı Erdoğan’ın "Arap Baharı“ turunda tabanını çok şaşırtan çıkışında olduğu gibi  "laiklik“ desteklenecekti. Laikçilerin  "köktendincilere“ karşıtlığı, ABD’ye karşı direnen farklı ideolojik grupların bir araya gelmesini engellemek için kullanılacaktı. Ne dersiniz, Türkiye’de  "laikçi“ kesimin bir bölümünün bütün  "milli“ duruşuna karşın İran konusunda, sırf  "din“ faktöründen dolayı, farkında olmadan ABD’nin ekmeğine yağ süren bir çizgiye kayıyor olması "son aşama“nın işaretlerinden biri sayılmalı mı?

Emperyalizmin İlk Hücresi. Ilımlı İslam Projesi’nin ana kumanda üssüne atanan yeni komutan Obama’nın, Başkan seçilmesinin hemen ardından yaptığı ve  "küresel imparatorluğunun bütün kullarına!“ hitap ettiği konuşmasında,  "Bir rüyam var“  diyerek kendisini Martin Luther King’le özdeşleştirmesi de tesadüf değildi şüphesiz. King’e adını veren Martin Luther, Protestanlığın kurucusu ve  "kilise“den bağımsız bir Hristiyanlık hazırlayan kişiydi! Ve... Tarih, ekonomi, siyaset, sosyoloji ve teoloji bilimleri önünde sabittir ki, Protestanlık var olmasaydı kapitalist sistem bu denli ilerleyemeyecekti. Weber’in  "kapitaliz- min zorunlu şartı“ saydığı  "Protestan ahlak“A göre  ster seçilmiş ister lanetlenmiş olsun bireyin dünyadaki ödevi, Tanrı’nın şanı için çalışmak ve yeryüzünde Tanrı’nın hâkimiyetini kurmak“tı. Hatırlayın, kendisini "seçilmiş“  sayan George W. Bush, Irak işgalinin  "Tanrı’nın emri“ olduğunu söylememiş miydi! Bu felsefeye göre Tanrı tarafından  "seçilmiş olmak“, yani  "günahlarından kurtulacak olmanın“  en önemli işaretlerinden biri (Özellikle Kalvinistlerde) ekonomik alanda başarıydı "Kâr“  bir çeşit bağışlanma umudu, ticaret de  "dini faaliyet“  olarak sunulunca ortaya  "doymak bilmez bir canavar“  çıktı. Calvin’in faizin günah olmadığınııklaması, spekülasyon, devlet müdahalesi gibi konularda sağlanan özgürlükler sayesinde Sanayi Devrimi bir tür Protestan darbeye,  Protestanların yayıldığı ülkeler (İngiltere ve Amerika örneklerindeki gibi) de dünyanın en büyük sömürge imparatorluklarına dönüştü. Lenin’in dediği; kapitalizmin en yüksek aşaması  "emperyalizm“ böylece gerçekleşti.

Bakın şöyle bir 11 Eylül’den sonra etrafımızda yaşananlara “Size demokrasi getiriyorum, size İnsan hakları getiriyorum, size eşitlik, size refah, size barış getiriyorum“ diyerek işgal edilen coğrafyalara dayatılan aslında neydi: Ya değişirsin, dönüşürsün, sömürgem olursun... Ya da; Düşmanız bundan sonra! Misyoner okullarıyla başladı. ABD’nin kendisine "biat eden kitleler“  hazırlamak için kullandığı  "Protestan- laştırma“ yönteminin Anadolu’daki kökleri 1800’lü yılların misyoner okullarında çıkıyor karşımıza. Çok uluslu Amerikan sistemi, hem dünyaya verdiği bir tür  "içe kapanma taahhüdü“ biçimindeki Monroe Doktrini’ni çiğnememesini, hem de sömürge yarışından geri kalmamasını sağlayacak  "misyonerler“ İkeşfettikten sonraki ilk hedefini Müslümanlar ve Yahudiler olarak belirlemişti. Ancak biri  "çok sert“ , diğeri ise  "çok bütün“ olan bu iki gruba sızmakta zorlanacağını anlayınca rotasını Anadolu’da yaşayan Ermenilere çevirdi. Çünkü Ermeniler hem dağınık olmaları dolayısıyla Gregoryen Patrikhanesi etrafında güçlü bir birleşme gösterememişti, hem de Rumlar gibi arkalarında onları kollayan bir  "hami devlet“  yoktu.  Ortodoksların önderliğine soyunan Rusya ve o günlerde Anadolu’daki etkisi hiç de az olmayan Katolik Fransa karşısında, ABD’nin kendi siyasi çıkarlarına ulaşmak için kullanacağı Protestan varlığı böylece oluştu. Misyoner okulları eliyle Protestanlaştırılan ve ABD’nin emelleriyle örtüşen düşler görmeleri temin edilen Ermeniler çok kısa sürede Osmanlı’nın bağrındaki hançere dönüştü; ne zaman, ne-reye saplanacağını sömürgeciler arasındaki rekabet konjonktürü belirliyordu. Tıpkı bugün Orta Doğu’da olduğu gibi... rasthaber 29.09.2011

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

Allah’ın selamı bereketi rahmeti Onun dini üzere Habibi izinde olanlara olsun.

Dinler arası diyalogu önceki ve son din İslamın ‘ikinci ana esası Peygamberini perdeleyen’ deccalizimin misyonudur; 1960’lı yıllarda din’in siyasallaşması Türkiyede kurumlaşmaya başlayınca; daha önceden Saidi Nursi’nin göndermiş olduğu mektup ile Vatikan’ın kalbine kadar sızan şeytanın telkinleri ile, Vatikan dinler arası diyalogu siztem haline dönüştürüyor… Yani İslam bir binadır. Bu binanın bir tarafı din adamları sebebi ile çökerse, diğer taraf çöken tarafın üzerine deccalizmin değişik kanalları ile gayri ihtiyarı kayıp gelir.

Dinler arası deccalizim misyonu ile Büyük Ortadoğu Projesi, fikri fiziki hale dönüştürülüyor, "hertürlü bölücü din’i ve ırkı terör örgütleride“ beynelminel fitne Büyük Ortadoğu Projesinin As ve Eş Başkanlarının elinde maşa görevi yapıyor; bir diğer ifade ile son din İslamı tahrip eden din adamları - diğerlerinin önününde - sürücü, "insi şeytan“ görevini üstleniyor.

Dünyadaki herşey ‘din ahlak manaeviyat dairesinde’ gelişiyor; yani İslam dairesini tahrip ederek İslamı siyaset ve menfate alet edenlerin "üzerindeki ateş“, mercimek notut büyüklüğünde toplumun kaderine sirayet eden İnsanların sağına soluna önüne arkasına düşüyor, "hedefdeki insanların gözleri görmüyor“ ama kalpleri mıknantız gibi etrafına düşen siyah ateşden müsübeti "siyasi ve menfati hesabına göre algılıyor“, "farkında olmadan’da deccalizim misyonuna uygun yapılanıyor.“

Eğer İnsanlar gözünü ve kalbini günahdan korur, önünde’de günahkar bir lideri, efendisi olmaz ise, sağına soluna düşen mercimek nohut büyüklüğündeki siyaha yakın kalbin algıladığı müsübetleri görür, karşı kalbi teyakkuz ‘kalbin maneviyat ve adalete dönmesi’ ve ‘en azından imanın en zayıfı Buğz hali’ ile korunur… Aksi halde bir diğer ifade ile, herkimki Allah’ın din’ini tahrip eder, "tahrip edene yardım eder“, sesziz kalır  ise; Allah’da o toplumu onların görmediği bilmediği yerden ateşine yaklaştırır, kuralı gerçekleşiyiyor.

Ehli Vicdan Sahipleri, Fransada imam Hümeyni’ye İranlılar gelir, efendim Şahın zülmü "her ne kadar AKP’nin zülmü kadar olmasada“ dayanılmaz hale geldi ne yapaılım’der, İmam sabah namazı seher vakti kalkıp dua edin’der. Müslümanların duası ve mücadelesi ile Allah(cc) Ulusalcı, Vatanperver ve Milli güçleri Bu İlimleri alacak şekilde hazırlayıp, Avrasya Direniş Cephesini güçlendirip, İslamı tahrip ederek binanın bir tarafını çökertenleri bertaraf ederek, ‘vadi gereği’ dünyayı maneviyat ve adalet burcuna hazırlayacak, inşallah. Hacı Bayazıt 04.11.2011

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

Ehli Vicdan Sahipleri.

BOP eş Başkanı beslemesi dış işleri bakanı Ahmet Davutoğlu ile slamın en büyük düşmanı, menfatleri doğrultusunda şeytanın askerlerinin ayakları altına Ülkenin Mukaddeslerini serecek kadar alcaklaşmış İnsanların en alçağı İhvanil Müslümün din'in içini boşaltıp siyasallaştırmış kanadına güvenip Hüseyni duruş/direniş cephesinin altın halkası Suriye’yi yarmayayı amaçlıyor.“

Allah’ın muhteşem yaratığı tarihin Şahitleri… Akp bu asrın muaviye’sini temsil ediyor. Tayyip bey seçimden önceki akşam itiraf etmek zorunda kaldı. Artık Suriye’ye Suriye demeyeceğiz, dedi. Bunun Anlamı, kamuoyu şirketleri ile halkı hazırladığımız şekilde, dışardan müdahele edilebilen hileye açık ‘seçim siztemi’ ile, fazladan hazırladığımız 6 milyon oyu kendi hanemize geçirip seçimi alacağız; "ele geçirdiğimiz“ yüksek seçim kurulu avantaşı ile de muhalifetin soruşturmasını engelleyip örtbas edeceğiz; Sizler de Görmezden Gelin, biz Direniş Cephesini "Hüseyni Duruşu“ yaracağız’dır.

Muaviye’nin torunu babası ve dedesinin yaptıklarından utanıp saltanatı bırakıyor. Halk bunu anlamadan Akp gitmez. "Ümmetin Ehl’i Beyt ile imtihanı açığa çıkmıştır.“ Kalpleri maneviyat ve adalet üzere Hz Ali efendimizin izinde olup Allah’ın hesabına yatkın olanlar. Kalpleri siyaset ve menfat üzere muaviye’nin izinde olup şeytanın hesabına yatkın olanlar. Ancak şeytanın hasabına yatkın olanlar, Allah’ın vadi gereği dünyada ve ahiretde kaybedenler’den olur. İnşallah, - Akp’nin üzerindeki maskenin indirilmesi ile - nsanların birkısmının bilerek, birkısmının’da bilmeden“ iki halden birisine uyduğu dini ve tarihi olayları örten bu perdenin kalkması sağlanmış olacak. Abd/ab/israil veya başka güçler hiçbirşey değil.

Bütün olaylar ‘din ahlak maneviyat dairesinde’ gelişir. Görünen olaylar, "failleri üzerinde“ müsübetin zahiren vucut bulmuş halidir. Dış güçlerin Akp’nin misyonunu açık etmesi; İslam, bölge ve dünya için iyidir. Çünkü esas yanını ABD arkasına gölgeleyip, "görünür yanı ile ABD onaylı gibi hazırlanmış“ deccalizmin ileri birliği cemat (ftö) ile ilişkili gönül bağı/yolu olan, C.B, Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, Mit Müsteşarı ve benzerleri gibi Brokratların tepesinde, "onların gitdiği yeri karıştıran“ çin/şeytan topluluğu vardır. Başta Süriye ve İran olmak üzere Avrasya cephesi bunu anladığı bunlar'dan manen fikren ve fiziken korunduğu zaman, şimdiki olaylar sabun köpüğü gibi söner. inşallah.

Akıl sahipler, Allah(cc) sizler gibi asrın şahitleri ve yiğitleri ile dini tahrip ederek dünyanın bir tarafı/bölgeyi çökertenleri ve çökertmek isteyenleri bertaraf eylesin. amin. Hacı Bayazıt 18.11. 2011

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

Allah’ın selamı, rahmeti üzerinize olsun

Aslan Ağbim, Devletler maneviyat ehlinin feraseti halkı Allah’ın hesabına yatkın hazırlaması ile kurulur; yıkılmasıda din adamlarının maneviyatdan uzaklaşıp İslam dairesinden çıkarak halkı şeytanın hesabına yatkın hazırlaması ile olur. "Irakın küzeyine kıyametin alametlerini döşemek için“ Özalın kulağına şeytanın sol ayağı dişi tarafından Fetulahcılar sağ ayağı oğlan tarafından Süleymancılar, Türkiye’nin himayesinde bir kürt devleti kurmayı üflüyorlar.

Daha soğraki gelişen süreçde, "Özal’ın bu planı“ zihnen ve fikren sürükleyeceği ortamı müsait yapamadığı için; Ben hem Umremi yaparım hemde viskimi içerim diyen Karısı, üzerine sürdüğü alkol karıştırılmış kozmetik, yemiş olduğu haram ve şüpheli ile dışa vuran "nefesi ve teri“ aracılığı/sebebi ile zehirlenmesine, bağırsak düğümlenmesine, "yarılmış göbek/mide kasında“ atılamayan toksitlerin birikmesine zemin hazırlıyor... Yani karısı üzerinden "Özalın himayesinde gelişip kulağına üfleyenler“ zemin hazırlıyor... Benzeri olaylar bu şekilde oluyor.

Herkimki Allah’ın din’ini tahrip eder, tahrip edene yardım eder kollar gözetir sessiz kalır ise, tahrip edenlerin ateşi onlarıda sarar İlahi Hükmü gerçekleşiyor. Kalbi maneviyat ve adalete dönük "direniş cephesinde olan her İnsan“ bunu anlayabilir korunabilir.

Tekrar aynı amaç için, "benzer olayın yapılması ile“ yani Başbakanın burnuna dibine kadar sokulan avanelerine güvenen "malum cemat/örgüt“ık ve imalı olarak Tayyip Erdoğan beyi tehdit etmiş ve ediyorlar... Mesela, nefes mesafesine kadar yaklaşan bağımlıları veya Eğemen Bağış gibi hayranları ile iletişim sağlayıp duyu yollarından sinir uçlarına dokunup ani başdönmesi göz kararması, yenilen içilen birşeye sinen nefesleri ile hazımsızlık, bağırsak düğümlenmesi yapabilirler; veya yenmiş ama henüz atılmamış "midede kalan bir parça üzerinde“ vucudun korunaksız bir anında mail, mesaj ve telefon ile iletişim sağlayıp, bütün vucudu kaplayacak derecede soğukluk verip bir anda vucudun bütün ısısınışürerek yaşamsal öneme sahip "vucut ısısı“ ile yağları yakan organların işlevini engelleyebilirler.

Allah’a yemin ederimki nsanlık alemi, deccalizmle mücadele asrında olduğunu anlayacak“ ve İnsanları İslam dairesinden çıkartan bu cematlerin önder- lerinin, sürücü ve taşıyıcı bağımlılarının Resimleri dahi Hastane ve Sağlık Ocaklarına asılıp, özellikle hasta İnsanlar ‘zayıf anında' son nefesde İtikat ve İmanını koruması için uyarılacak.

Korunmanın çaresi; haram ve şüpheliden manen, fikren ve mümkün olduğunca fiziken uzak durup euzu besmele ile, İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun okuyup ‘İslam dairesi’nin tahribinden geçinen sağlı sollu şeytanın iki ayağı üzerinde toplanmış bu gurupların hertürlü müsübetinden Allah’a sığınıp, en azından imanın en zayıfı ile onlara karşı Buğz etmek... ancak bu şekilde Allah’ın yardımı ile İbrahim (as) ın nemrutun ateşinden korunduğu gibi korunulur. Selam ve dua ile Allah’a emenet olunuz Hacı Bayazıt 02.12.2011 

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

İstiklal savaşı filan yok, hepsi dümen! ...diyen, südü bozuk haramzadelere!

Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil’den çok konuşulacak tarihin Efsanesi ile yürekleri ısıtan bir yazı daha.

Punta’da bayram vardı. Yunan ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış, İzmir Metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis edip, "evlatlarım, ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız“ diyerek yere kapanmış ve ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini öpüyordu.

Aniden... Uzun boylu, siyah takım elbiseli bi delikanlı fırladı ortaya, elinde revolver. Bastı tetiğe, trak trak trak! Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının sırtından. Panik... Baktılar ki, tek kişi, sarıverdiler etrafını, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse, orasına... Hasan Tahsin’di o yiğitler yiğidi Türk. Henüz 30’unda.

Hükümetimiz "bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin“ diyordu hâlâ... Teori’yle pratik’in kesiştiği İnsan ise, vakit tamam demişti, Anadolu’ya geçiyoruz. Böyle başladı macera.

Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar... Takvimler 30 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyor, şöyle yazıyordu hatıra defterine Yüzbaşı Kanellopulos, "Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.“

Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu aslında... Çıktı bi kayanın üstüne Mustafa Kemal, haykırdı karanlığa, "Eyy Hacıanesti nerdesin, gel de kurtar ordularını!“

Kudurmuştu Ali Kemal... Büyük gazeteci! Kin kusuyordu köşesinden, "bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere iyidir... "

O "mahluk“lardan biriydi İzmirli süvari teğmen Yıldırım... 18 yaşında. Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına rağmen hastaneden kaçmış, cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu’nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine gömülmüştü.

Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri girdi, savunmasız Kuzuluk Köyü’ne... Gözleri Fatma’ya takıldı, 15’inde... "Taze incir gibi“ dediler, sırıtarak... Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar.

Çaktılar kibriti. Alev alev.

Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.

Teğmen Şevket, Uşak’tan geçiyordu o sırada... Sakarya’da şehit olan Yüzbaşı Basri’nin anacığı yakaladı kolundan, "Basrim nerde?“ diye sordu. İçi çekildi Şevket’in, boğazığümlendi... "Arkadan geliyor ana“ dedi. Söyleyemedi gerçeği... Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, "kendimi asla affetmedim“ diye yazdı, o güne dair hatırasını.

"Bastır parayı, askerlikten yırt“ yoktu o zamanlar... Allah kısmet ederse, romanını yazmak istediğim, Albay "deli“ Halit, belinin sağında "namuslu“ dediği tabancasını, belinin solunda "namussuz“ dediği tabancasını taşıyordu. İşgalciye "namuslu“Yla sıkıyor, işgalciden korkup geri kaçana "namussuz“u gösteriyordu, "tercih senin yiğidim, istersen buyur kaçmayı dene!“

"Deli“ren biri daha vardı... İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Yırttı elindeki haritayı, fırlattı duvara, "bu hızla yarın İzmir’e girerler“ dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu, hayalet gibi çıkıp, bi ordan bi burdan dalan, hızar gibi biçen Fahrettin Altay komutasındaki süvari tarafından lokma lokma bölünüyordu.

Kaçıyordu Yunan.

Ecel peşinde.

Ve, 9 Eylül. Hava mis. İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu. Bornova’dan boşaldılar aşağıya doğru, dörtnala. Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek "bedel“ vardı daha... İkinci Tümen Dördüncü Alay’dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, düştüler oracıkta. Bugün, anıtları var orada. "Vatan ve namus“ yazıyor altında.

İzmir’e ilk giren süvari olma eref“İ, İzmirli soyadını alan, Yüzbaşı Şeref’e nasip oldu. Bismillah ilk iş, koştu Şeref, Hasan Tahsin’in düşğü yere, Hükümet Konağı’nın alnı kabağına dikti al sancağı... Asteğmen Besim, Kadifekale’ye varmıştı bile.

Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve’deydi, Mustafa Kemal, seyrediyordu.

İşgal edildiği gün, bir ulusun Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, işgali bittiği gün, o ulusun Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, dünyada bu özelliğe sahip tek şehir, İzmir’i... Seyrediyordu.

Ağır ağır karardı hava. Kavuniçi top gibi gömüldü körfeze güneş, usuuul usul... Nif’te, kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine... Etrafında, Celal Bayar’ın "Galip Hoca“lakabıyla dağlarda örgütlediği efeler... Yorgundu. Yemek getirdiler.

-    Yemedi. Cıgara çıkardı.

-    Kahve istedi. "Biliyor musun İsmet“ dedi...

-    "Bir rüya görmüş gibiyim.“

Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya... Sona ermişti.

Taa ki... AKP’nin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener, TBMM çatısı altında, "biliyor musunuz“ diye başlayıp, "Yunanlıların Türklerle savaşı yok. Bütün şehitlikler temsili“ diyene kadar. Yasu vre! Yılmaz Özdil Hürriyet 04.12.2011

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

Kerbela’yı anlamak ve anmak

Televizyon ekranlarında mam Hüseyin’i (as) anma ve Kerbela şehitleri“ ile ilgili matem programlarına  rastlıyoruz. Malumunuz Kerbela, İmam Hüseyin’in (as) katledildiği yerdir. Onunla beraber yanında bulunan yarenlerinin, ailesinin, kundaktaki bebeğinin, onun savunmasını Allah’a ulaşmanın vesilesi sayan 72 Allah dostunun vahşice kılıçtan geçirildiği, bu mübarek İnsanların Allah’a vuslat şerbetini içtiği yerdir.

Kerbela’yı anmak demek imam Hüseyin’in (as) İslam’dan sapmalara karşı kanını akıttığını hatırda tutmak, Allah rızası için canından geçebilmek, ümmetin ikazı ve irşadı için kurban olmak demektir. Kerbela’yı anmak demek, Yezid’in ordusuna ve Yezid gibilere; İslam’ı şahsi menfaatlerine alet edenlere; katliamları Allah rızasını umarak yapan dinden çıkmışlara lanet etmek demektir. Kerbela’yı anmak demek, hak ile batılın mücadelesini diri tutmak demektir.

Kerbela’yı anma merasimleri düzenleyenler ise: Din dersi kitaplarında yer alan "Kelime -i Tevhid“ İfadesinden "Muhammedur Resulullah“ kısmını çıkaranlardır, Müslüman halka domuz etini yemeyi serbest bırakanlardır, 40 bin kilse evini açanlardır,  Zinayı yasalaştıranlardır, Hıristiyan ve Yahudi firmalara bu ülkenin yeraltı kaynaklarını peşkeş çekenlerdir, Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin sağ salim vatanlarına dönmesi için dua edenlerdir, Yine Irak’ta milyonlarca Müslümanın tepesine bomba yağdıran, binlerce kadının namusunu kirletenlere yardım edenlerdir,

Ortadoğu’yu isyanlar ve darbelerle işgal eden Hıristiyan Batı ile aynı safta yer alıp, onlara her türlü desteği sağlayanlardır, "Müslümana kılıç çeken bizden değildir“ hadisini hiçe sayarak, Müslüman alemine haçlı ordusunun ön safında kılıç çekenlerdir,

Bunları yapan bir zihniyet Müslüman alemine yani hak - batıl mücadelesinde Hakk’a, her gün Kerbela’yı yaşatmaktadır, Kerbela’yı unutturmamaktadır.  Ancak onların yaşattıkları ve unutturmadıkları Yezid’in mantığı, Yezid’in safı olduklarıdır.

Çünkü İmam Hüseyin (as) İslam’dan sapmaları engellemek, ümmeti ayıktırmak için kanını feda etmiştir. Bugün matem törenleri düzenleyenler ise, İslam’dan sapmaların merkezi olmuşlardır. Müslümanın kanına kast edenlerle beraberdirler. Bunca icraatlarından sonra, bu çevrelerin pak İmam Hüseyin’i (as) ve onun mübarek mücadelesini anmaya bizce artık hakları yoktur. Yapılacak olan önce tövbe istiğfar edip, bir daha Haçlının safına asla dönmemek; Hak’tan yana olanlarla beraber tek kalıncaya kadar beraber olmaktır. Haçlıyı İslam topraklarına yeraltı kaynaklarına ve yer üstü zenginliklerine sokmamaktır. Hem bunları yapıp haçlıya çanakçılık yapacaksın, hem de Kerbela’ya ağıt yakıp bu uğurda mücadele edenlerin yanında görünüp, karşısında yer alacaksın. Pes doğrusu! Allah ayıktırsın, bu derin gafletten Ümmeti Muhammedi uyandır- sın! Prof. Dr. Haydar Baş 06.12.2011

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

Kerbela Kıyamını Karartma Çabaları

Bismihî Teâlâ...

Muharrem ayında, İmam Hüseyin’in (a.s) tarihte emsali görülmemiş Âşûrâ kıyâmı, dini ne olursa olsun, bütün mazlumların yüreklerine cesaret, umut ve özgürce yaşama tohumları ekerken, zâlimlerin içine korku saldığı, müstekbirleri tir tir titrettiği bir gerçektir. Yaktığı bu meş’aleyle, her çeşit zulme ve despotizme karşı, özgürlük aşıklarının yolunu aydınlatan İmam Hüseyin’in bu dehşet verici fedakârlığının, bizim toplumumuzda gereken ilgiyi gördüğünü ve hak ettiği yeri bulduğunu iddia etmek, maalesef mümkün değildir.

Peki neden? Normalde hiçbir toplumun böylesine muhteşem bir olayı unutması, lâkayt kalmasışünülemezken, Ehl-i Beyt’i seven, çocuklarına Hasan ve Hüseyin adlarını koymaktan gurur duyan bu toplum, Kerbelâ’dan, Âşûrâ kıyâmından niçin habersiz?

Bunun ardında, elbette birçok sebep var. Ama, "ehli sünneti yaşadıklarını sanan“ Sünnî ulemânın Kerbelâ kıyâmının üzerini örtmeleri, örtemedikleri yerde karartma, dezenformasyon, tahrif ve çarpıtma girişimleri, bizce bunun en önemli sebebidir. Âşûrâ kıyamını -zülfü yâre dokunur kaygısıyla- olabildiğince gizlemeyi ilke edinen ulemâ, bu yolda utanç verici, akla zarar tahrifata imza atmış durumdadır. Şöyle ki:

1.Bunlardan biri "Kerbelâ kıyamını olabildiğince gizleme, üzerini örtme“ çabalarıdır. Toplumumuzda hyâ“sı dindar hemen her evde bulunan ve harıl harıl okunan meşhur İmâm(!) el-Ğazzâlî bu akımın öncülerindendir. el-Ğazzâlî ve ona eşlik edenler "Hüseyin’in öldürülüşünü halka anlatmak haramdır!“ diyebilmişlerdir.[1]

2.Olan bitenleri kadere bağlama, "takdir-i ilahi“ İle savuşturma gayretleri de bir diğer perdeleme harekâtıdır. Bu kaderci yaklaşımın mimarı, katliamın bizzat öncüsü olan Ömer b. Sa’d’dır. Kendisi orada işlediği cinayetleri, "Yukarıdan karara bağlanmış şeyler!“ olarak anlatıyor;[2] bu yolla toplumun infialini kırmayı amaçlıyordu.

3.Yezîd’in yönetimini meşru görme, böylece ona karşı yapılan ayaklanmaları -zımnen- mahkum etme girişimleri, söz konusu kıyâmı perdeleyen bir diğer etkendir.

Örneğin, "On iki imam hadisi“ olarak bilinen; "Bu din, sizlere on iki hâlîfe hükmettiği sürece aziz olacak / İnsanların işleri yolunda gidecektir.“ hadisini[3] duymuşuzdur. Vedâ Haccı sırasında Arafat’ta okunan hutbenin, dolayısıyla Vedâ Hutbeleri’nin bir parçası olan [4] bu hadisin verdiği mesaj esasen oldukça net. Ama bu mesajdan oldukça rahatsızlananlar, hadise makul ve inandırıcı bir çözüm bulamayınca; oturup bu on iki kişiyi bulmaya çalışmışlar. Sonunda fâsık Yezîd’i de bu on iki imam arasına katmışlar!

Yezîd’i bu on iki imam arasına katanlar arasında; İbn Hıbbân, Ebû Süleymân el-Hattâbî, el-Beyheqî, Qâdî Ebûbekr İbn’ül-Arabî, İbn Teymiyye, Qâdî İbn Ebil-Izz ve İbn Hacer el-Asqalânî de var!!![5] Yezit bu derece "düzgün“ bir yönetici olunca, Kerbelâ’da ve Harravak’asında dökülen kanlarla, ırza tecavüzlerle; bu dine(?) izzet ve şeref vermek ona kalınca, mahallenin namusundan sorumlu namussuzlar misali, kendisine karşı ayaklanmak kimin haddine!!!

4.Egemen Sünnî ulemânın, "Zâlim de olsa, bir yöneticiye karşı ayaklanmak haramdır“ Yaklaşımı, İmam Hüseyin’in şanlı kıyamının yaşayan Müslüman toplumlara aktarılmasının önündeki en büyük engellerden birisidir. Kimileri, İmam Hüseyin’e karşı Yezîd’i haklı bulabilecek ve Hz. İmam’ın kıyâmını mahkum edebilecek kadar alçalabilmiş, edep dışı bir duruş ortaya koyabilmiştir. Bunların başında, Yezîdî duruşuyla tarihe geçen Ebûbekr İbn’ül-Arabî gelir. İbn’ül-Arabî, "Yezîd’in askerleri, Hüseyin’i, ancak onun dedesinden işittikleri hadislere dayanarak katlettiler!“ diyecek [6] kadar arsızlaşa- bilmiştir! (el-Avâsım min’el-Qavâsım: s. 232) Bu hususta İbn Teymiyye’nin İbn’ül-Arabî’den pek geri kalır yanı yok aslında! Tamam, ona göre İmam Hüseyin mazlumdur, şehiddir! (Minhâc’üs-Sünne: IV, 530, 535, 550, 553-554) Onu öldürmek, öldürülmesine rıza gösterip sevinmek masiyettir. (IV, 550) Ama, bilin bakalım; İbn Teymiyye neden bu sonuca varmaktadır? İbn Teymiyye, İmam Hüseyin’in yönetimi ele geçirme arzusundan vazgeç- erek, Yezîd’in adamlarından şu üç seçenekten birini yapmalarını istediğini belirtir: a) Beni Yezit’le görüştürün. b) Bırakın, vatanıma döneyim. c) Uzaklara, sınır boylarına gideyim... Normalde gereken, ona bu üç seçenekten birini vermekti. Ama onlar bunu yapmadılar ve İmam Hüseyin’i katlettiler. (Minhâc’üs-Sünne: IV, 535, 553-554, 557)

Demek, İbn Teymiyye’ye göre, İmam Hüseyin şayet Yezîd’e karşı, "onu makamından uzaklaştırıp Müslüm- anların idaresini ele geçirmek“ niyetiyle savaş açsaydı, durum aynen İbn’ül-Arabî’nin dediği gibi; âsî, bölücü olurdu ve öldürülmeyi hak ederdi!!! İbn Teymiyye’nin has şakirtlerinden meşhur İbn Kesîr de aynı yoldan yürüyor:

"Hüseyin’i öldürenler, kuşkusuz onun Müslümanlar arasında tefrika çıkarmak ve toplumun biat edip üzerinde ittifak ettiği kişiyi (Yezid’i) yerinden alaşağı etmek amacıyla (Kûfe’ye) geldiğini düşünerek, te’vîlde bulundular / ictihâd ettiler.“ diyen İbn Kesîr, Sahîh-i Müslim’de bunun (= bölücülüğün) yasak olduğuna dâir hadis bulunduğunu; ama yine de çoğu âlimlerin İmam Hüseyin ve arkadaşlarının öldürülmesinden hoşlanmadı- klarını belirtir. (el-Bidâye: VIII, 220)

Bunlardan İbn’ül-Arabî’ye ilk tepki, tam 250 yıl sonra, kendi mezhebine mensup tarihçilerden İbn Haldûn’dan gelmiştir. Ancak, "Hüseyin’in katli, Yezîd’in fıskını pekiştiren icraatlarından biridir.“ diyen İbn Haldûn, bu sözünün ardından "Hüseyin orada şehid düşş, sevaba nâil olmuştur. O haklı ve ictihad sâhibidir. Yezîd ile birlikte hareket eden sahâbe de haklı ve ictihad sâhibidirler!“ diyerek, bir nalına, bir mıhına vurmuştur! (el-Muqaddime: s. 217)

Esasen İbn Haldûn’a göre, sultaya karşı ayaklananlarla savaşmak, ancak yönetici âdil ise meşrudur. (el-Muqaddime: s. 217) Ona göre, örneğin iktidarını "kan“ İle sağlama alan bir Abdülmelik b. Mervân, âdil bir yöneticiydi! (el-Muqaddime: s. 206)

Sonucu kestirmişsinizdir: Yani İmam Hüseyin, Yezîd’e değil de, Abdülmelik b. Mervân’a, hele bir de Muâviye’ye karşı ayaklanmış olsaydı; aklanmak için hiç şansı yoktu!!!

İbn’ül-Arabî’yi ettiği bu kelâm dolayısıyla eleştirenler arasında; İbn Hacer el-Heytemî, Molla Ali el-Qârî, Muhammed Ali eş-Şevkânî, Müfessir el-Âlûsî ve Abdürraûf el-Münâvî de var.[7] en-Nevevî’den "Zâlim de olsa, bir yöneticiye karşı ayaklanmanın icmâ ile haram“ olduğunu nakleden İbn Hacer el-Heytemî ile Hatîb eş-Şirbînî’nin, İmâm Hüseyin’in kıyâmı ayaklarına dolandığında, çözüm uğruna "Ama onun kıyâmı icmâdan evvel idi!“ demeleri [8], sizce de tam bir komedi değil mi?

Fakat işin doğrusu, genelde slam dairesinden çıkmış Peygamberin izinde olacak şekilde sünneti yaşamayan“ egemen Sünnî anlayışa göre, Hüseyin bu davada haksızdır ve onun katli yanlış değildir! Ne var ki, çoğunluk -belki edeben- bunu dobra bir dille ifade etmekten kaçınmıştır. İbn’ül-Arabî’ye yönelik hücumlar ise, onun daha çok edebini bozmuş olmasından kaynaklanmaktadır.

Son yıllarda Irak’ta, Pakistan’da ve birkaç aydır Suriye’de Müslüman kanı dökmeye bir türlü doymak bilmeyen tekfirci, Vehhâbî teröristlerin de İbn’ül-Arabî ile "kafadar“ olduklarını söylemek için, "müneccim“ olmaya gerek yok her halde! Bu terörist grupların, sürekli ama sürekli “ Müslümanları hedef alıyor olmaları, buna ilâveten, kendilerinin Suriye’de terörist eylemlerde bulunan çetelerinden birine "Yezid b. Muâviye Birliği“ Adını vermeleri [9], sizce de pek manidar değil mi?!

5.Dökülen kanlardan Yezid’i temize çıkarma gayretleri de var. mam Hüseyin’in katlini Yezid emretmemiş!“, bn Ziyâd’ın yerinde Yezid olaymış, kan dökmez, Hüseyin’i affedermiş!“, "Olan bitenlerden haberdar olduğunda üzülmüş!“ vs.[1] beyhûde dedikodular da, Sünnî toplumların bu büyük özveriden yeterince nasiplenmesini engellemiştir.

Oysa, Sa’düddîn et-Taftâzânî’nin de açıkça belirttiği gibi; "Yezîd’in, Hüseyin’in öldürülmesinden memnuniyet duyduğu, bu duruma sevindiği ve Peygamberin Ehl-i Beyti’ne ihânet ettiği; özü itibariyle mütevâtir haberlerdendir...“ (Şerh’ul-Aqâid: s. 188)

6. Kerbelâ kıyâmının tahrifinde, "dostluk, sevgi ve şefkat“ Pozlarına bürülü "kin ve nefret“ dolu açıklamalar da az önemsiz değildir. Örneğin İbn Teymiyye "Hüseyin’in çıkışında, ne dînî ne dünyevî; hiçbir maslahat yoktu! Aksine, o azgın zâlimler bu durumu fırsat bildiler ve nihâyet Rasûlüllâh’ın (s.a.s) torununu mazlum ve şehid olarak katlettiler.“ diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: "Onun çıkışı ve katledilişi yüzünden ortaya fesat çıktı! Şayet yerinde otursaydı, bunlar olmazdı. Onun, ‘hayır elde etme ve kötülüğü def etme’ amaçlarından hiçbiri gerçekleşmedi. Aksine, çıkışı ve katledilişi yüzünden kötülükler çoğaldı…“ (Minhâc’üs-Sünne: IV, 530) Mısırlı çağdaş tarihçilerden Şeyh Muhammed el-Hudarî ile Kuveytli Selefîlerden Osman el-Hamîs de bu konuda Selefleri İbn Teymiyye ile "uygun adım“ hâlindedir![2]

7.Sünnî câmiada sıkça görülen, "Yezîd’e lanet edilip edilemeyeceğine“ ilişkin kısır tartışmalar da, sonuçta İmam Hüseyin’in şanlı kıyâmını perdeleme girişimlerinden biridir. Tabii ya! Yezîd laneti hak edecek bir şey yapmamışsa, ona karşı yapılan Âşûrâ kıyâmını hangi meşru zemine oturtacak, neyi nasıl izah edeceksiniz?

8.Bu kıyâmı, kıyama destek vermeyen, hatta karşı çıkanların ağzından anlatmak, olayı sırf acıtasyon boyutuyla ele almak da, kıyâmın asıl maksat ve mesajını "hasır alti“ etme operasyonlarından birisidir.

9.Muharrem ayının 10. gününün, tarihte nice kurtuluşlara sahne olmuş, ne mübârek gün olduğuna ilişkin; o gün gerçekleşen Kerbelâ katliamını örtbas etmek için Emevîlerce kotarıldığı her hâlinden belli "uyduruk hadisler“ de bu yolda hayli etkilidir. HH mütevelli heyetinde görevli birisinin "Muharrem ayının bu yıl coşkuyla kutlandığını“ [3] söyleyebilmesi, bu çarpık anlayışın tezâhürü değil midir? Bu ne acı bir bilinç körelmesidir! Muharrem ve coşku... Ne de yakışıyorlar(!) birbirlerine, değil mi?“

10. Son zamanlarda, birileri Âşûrâ günleri düzenlenen mâtem merasimlerine takılır oldu! Hatta o gün döktüğümüz göz yaşlarına bile anlam veremeyenler çıktı!

Geçtiğimiz ay, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından, "Hacı Bayram Veli Câmii“nde "Aşure Günü ve Kerbelâ Şehitlerini Anma Programi“ düzenlendi. Programda bir konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez şunları söyledi: "Bugün Kerbelâ şehitleri için gözyaşı dökmek elbette takdire şayandır. Ancak sizce bu yeterli midir? Sadece hüzün, sadece keder, sadece gözyaşı yeterli midir Kerbelâ’yı anlamak için?...

Bugün bize düşen Kerbelâ’yı doğru okumak, Kerbelâ’yı doğru anlamaktır...“ [4]

Bütün bunlar, kuşkusuz, o gün düzenlenen matem merasimlerine "bid’at“ gözüyle bakan İbn Teymiyye vb.[5] nâsıbîlerden beslenen, talihsiz yaklaşımlardır! mam Hüseyin Kûfelilere kanıp yola çıkmasaymış“, "Ne yapalım, olan olmuş! Yürekleri dağlayan bu hâdiseyi sürekli hatırlayıp hatırlatmak, kabuk bağlamış yarayı kanatmak demektir. Bunun kime, ne faydası var! İyisi mi, unutalım gitsin!“ vs. yaklaşımlar; hadiseyi hiç anlamamış olmak bir yana, mam Hüseyin’in yolunu sabote etmek“, onun yaktığı özgürlük meş’alesini söndürmek, hedeflediği gayeyi, verdiği mesajı "katletmek“ demektir.

Günümüzde, "Ehl-i Beyt“ sözcüğünü ağızlarından düşürmeyen Semerkand cemaatinin çıkardığı takvime; 10 Muharrem’i gösteren yaprağın önüne arkasına bir bakın: İmam Hüseyin’in adından bir eser bulabilecek misiniz! Gerekçe aynı: Yaramızı deşmeyelim... Yezîd, İmam Hüseyin’in bedenini katletti; bu zihniyet ise onun kanıyla yazdığı evrensel mesajı katlediyor! 

Emin olun, bu ikinci katil İmam Hüseyin’e birincisinden daha çok acı verirdi! İmam Hüseyin’in ardından iki damla göz yaşını çok görenlere sormak istiyoruz: Olaydan sonra, tarih boyunca zâlim yöneticilere payanda olanlar, hak batıl kavgasında duracağı yeri şaşıranlar kimler; Hüseyin’in ardından ağlayanlar mı, ağlamayanlar mı? Etrafınıza bir bakın ve Allah için söyleyin: Şimdilerde Irak’ı, Pakistan’ı mezbahaya çeviren "Müslüman“ kaportalı tekfirci teröristler; ağlayanlardan mı, ağlamayanlardan mı? Öldürenler kimler, öldürü-len-ler kimler?

Bu durumda İmam Hüseyin’in mesajını kimler doğru anlamış; o gün göz yaşı dökenler mi, dökmeyenler mi? Ağlayın beyler, ağlayın! Hüseyin’e ağlayan gözler zarar görmez! Onun için dökülen göz yaşları hiçbir zaman boşa gitmez! Yok eğer göz yaşlarınız kurumuş, yürekleriniz katılaşmışsa; bari gölge etmeyin, ağlayanlara dil uzatmayın. Doğrusunu isterseniz, İmam Hüseyin’in bu emsalsiz özverisini karartma gayretlerinin altında yatan tek bir sebep var: O da sahâbeyi temize çıkarmak! Ümmetin maneviyat ve adalet ile siyaset ve menfat üzerinden imtihana çekilmesini perdelemek.

Tabii ya! Kerbelâ’yı doğru okuduğunuzda, fâsık Yezîd ve yönetimi hepten yerle bir oluyor. Bu olayda Yezîd’le birlikte hareket eden sahâbe, bütün itibarını(?) kaybediyor.

-    Bunun ucu, kendisini türlü ayak oyunlarıyla ümmetin başına musallat eden babası Muâviye’ye dokunuyor. Az yukarı yöneldiğinizde, Şam topraklarını "tepe tepe“ kullanma serbestisini "amca-oğlu“ Muâviye’ ye tanıyan, Halîfe Osman sorgulanmaya başlıyor! Sorgulama trendi, böylece yukarıya doğru çıkıp gidiyor!...

el-Ğazzâlî ve diğerlerinin verdiği fetvânın devamını okuduğunuzda, onların da aynı gerekçeye yaslan- dıklarını görüyorsunuz: "Bu durum sahabeden nefret etmeye ve onlara ta’n etmeye sebep olur...“

Yezîd’e (l.a) dokunmaktan çekinenlerin asıl korkularının bu olduğu yönünde, Sa’düddîn et-Taftâzânî de aynı tespiti yapıyor. (Şerh’ul-Meqâsıd: II, 307)

Esasen Ehl-i Sünnet toplumunun bu olayı doğru okuyamayışının temel nedeni, Hüseyin’e "Dedesinin torunu“ farkıyla, sıradan bir sahâbî gözüyle bakmalarıdır. Eğer ona, meveddet ve tathîr ayetlerine mazhar olmuş, Hz. Peygamber’in ilminin yegâne vârislerinden biri, söz ve davranışları bizim için bağlayıcı bir "huccet“ gözüyle bakılsaydı, elbette bu yanlışa düşülmezdi.  Selam olsun Hüseyin’e; onun dedesine, babasına, anasına, kardeşine ve çocuklarına!  Selam olsun; Hüseyin’in yaktığı meş’alenin aydınlattığı yolda yürüyenlere!  Selam olsun; özgürlük aşıklarına, bütün dünyanın mahrum ve mustaz’af halklarına!  Selam olsun; "Her gün Âşûrâ, her yer Kerbelⓠbilinciyle hareket edenlere!

 Ve lanet olsun; Yezîd’e, Yezit’lere ve onların bilinçli, "gönüllü“ avukatlarına! Vesselâm... Abdulkadir Çuhacıoğlu  10/01/2012

...“İmam Hüseyin alemlerin emniyeti İslamın beli ve omurgası ‘maneviyatın’ merhamet ve marifet kaynağı’dir; nasipsizler ondan mahrum olurlar... Şeytan alim müsvetdelerine yaklaşıp atar telkinini derinden, Peygamber vefat edince hemen kargaşa başladı, der... alim olacak zad’da, aman İnsanlar bunu bilmesin; diye, Ümmetin Ehl’i Beyt ile imtihanını gölgeleyip - zalimin dini tahribine - zülmüne ortak olur, peşindekilerini ateşe cehenneme sürükler... Böylece Allah’ın, " Bugün kâfirler, sizin dîniniz’den “onu yok etmekten“ ümit kesmişlerdir.

Artık onlardan korkmayın;

Ben’den korkun! Bugün size dîninizi ikmâl ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâm’ı seçtim… (el-Mâide, 3)“ayeti suhur eder...

Yani, alemlerin emniyeti İslam dışardan değil, içerden dünyaları için dinin ‘ucunu açıp genişleten’ yırtan alim müsveddeleri ile tahrip edileceği, ümmetin ‘dolaylı olarak insanların’ "Ehl’i Beyt” üzerinden imtihanı gizleneceği‘… haber verilir açığa çıkar. hacı bayazıt

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

ABD’nin Irak Yenilgisi Yeni Bir Dünyanın Başlangıcı

Ortadoğu uzmanlarından Wassim Raad, Amerika’nın Irak’ta yengilgiye uğrayıp çıkmasının anlamlarını analiz ediyor. Yangın dumanın gizleyemeyeceği bir çöküş. Amerika’nın Irak’tan kaçışı sürüyor ve uluslar arası medya tarafından aktarılan, ABD hükümetinin Irak topraklarını tahliye etme konusundaki hevesliliği, Amerika’nın hem ülkede, hem de tüm bölgedeki çöküşünün doğruluğunu kanıtlıyor. Amerikan yönetimi, birliklerini, aralık ayından çok önce çekmeye başladı -şuan da üslerde bulunan ve çekilecekleri duyurulanlar sadece sembolik birliklerdir. ABD’nin, medyayı ve siyasi dikkati ele geçirerek, olayları abartması ve sömürmesi konusunda son aylarda büyük başarı kaydederek, "Irak’taki çöküşünü gizlediği bir gerçek.“ Ayrıca ABD, bazı halk gösterilerinin yaptığı duman bulutları altına, Irak’taki çöküşünü gizlemekte de başarılı oldu. Fakat Arap ülkelerindeki olayların gizleyemeyeceği gerçek, bölgedeki Amerikan-İsrail macerasının başarısız- lıkla sonuçlandığı ve Obama liderliğindeki Amerikan yönetiminin, kolonyal istilayı ve İsrail’i koruma planlar- ının suya düşğüdür. Aslında ABD, Suriye ve İran’dan, İsrail’i koruma konusunda söz alamadı ve Lübnan ve Gazze’deki başarısızlıkların, İsrail’in caydırıcılığını ve stratejik üstünlüğünü sekteye uğratmasını engelleye- medi.

Tüm bunlar şu gerçeğin önüne geçemez: ABD sonrası Irak, Suriye-İran eksenine ve direniş güçlerine yakınlaş- maya başlayacak ve dünya, iki kutup arasında bir soğuk savaşa daha tanıklık edecek. Birinci kutup, ABD öncülüğünde, İsrail’i de içeren grup; ikincisi ise Rusya, Çin, Hindistan, Latin Amerika devletleri, Güney Afrika, İran, Suriye ve direniş güçlerinin oluşturduğu uluslar arası özgürlük ittifakı olacak. Şuandan itibaren, herhangi bir kimse için, bu soğuk savaş tarafında üretilen ya da kuşatılan denklemin dışında, bölgesel ve uluslar arası ilişkileri etkileyecek herhangi bir olay, çatışma ya da gelişmenin icabına bakmak mümkün olmayacak. Uluslar arası sahneyi ve ekonomik, siyasi ve stratejik güç merkezleri arasındaki dengeyi etkileyen bu çokluk, dünyanın geleceğidir, her ne kadar ABD, tarihin seyrine zıt yönde ilerlese de… Bu istikamet, kendisini, dünyadaki özgürlük güçlerinin bağlı olduğu iradelerin çatışması düzeyinde gösterecek. Özellikle Doğu, bir sonraki aşamada, büyük dönüşümlerin gerçekleştiği yer olacak. Velfecr 16.12.20.11

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

Dünyada Şii-Sünni fitnesi

Bismillah

"Karada ve denizde hiçbir kuş yoktur ki, Allah’ı tesbih etmekten gaflette olduğu zaman avlanmamış olsun... Allah’ı zikredene asla yıldırım isabet etmez.“ İmam Sadık (as)

Bir avcı avını avlamak için onun gaflet zamanını beklemektedir, avını gaflete düşürmeye çalışır, av gaflete düştümü onu rahtlıkla avlar. Karada ve havada bulunan hayvanlar Allah’ı tesbih ettikleri müddetce avcı onları avlayamaz. nsanlar da Allah’ı andıkları müdetce şeytanın tuzağına düşmez onun oklarının hedefi olmazlar.“

İslam düşmanları günümüzde Müslümanları avlamak için müsait bir ortamı beklemekte ve onlar Allah’tan, haktan, Kur’an’dan gaflet ettikleri anda onları avlarlar. Onların zaaf noktalarının peşindedirler; mezhebi duyarlılıklar, milli duygular düşmanın en önemli silahlarındandır.

Emperyalistler ya mezhebi farklılıkları gündeme getirip Müslümanları birbirine düşürmekte veya milli duyguları kabartıp birbirinden koparmaya çalışmaktadı-rlar. Bu hedef doğrultusunda öncelikle avını toplumun ileri gelenlerinden, halk arasında söz sahibi kişilerden seçmektedir. Onların siyasal alanda basiret ve feraset zayıflığından yararlanarak olanları tercih etmektedir. Bunların içinden makam, mevki hırsı olanlar, İslam’a hizmet adına hemen onların ağına düşmektedir.

Şiisi, Sünnisi bütün Müslümanlar çok dikkatli olmalıdır. Günümüzde siyonist kaynaklı fitne tekrar gündeme getirilerek Müslümanların birlik bereberliği zedelenmek isteniyor. Emperyal zihniyetin karşısında en büyük engel  olan Müslümanlarların "vahdet seddi“ yıkılmaya çalışılıyor. Gerçi tarihte de bu gibi fitneler hep olmuştur ama hidäyet önderleri, Müslümanların kardeşliğini hep güçlendirmiş ve Müslümanların vahdet seddine bir halel gelmesini engellemişlerdir.

Zalim tağuti güçler hep kılık değiştirerek Müslümanları kandırmayı başarmış ve Müslümanların kendi elleriyle vahdet, birlik ve kardeşliğe darbe vurarak kendi saflarına çekmişlerdir. Hidäyet önderleri Müslümanları her dönemde uyarmış ve hakim tağutların hilelerine karşı uyanık olmaya davet etmişlerdir. Tarihte hiçbir Masum İmam, Sünni Müslümanlara karşı bir savaş ve propa- ganda yapmamışlardır. Kendileri en zor şartlarda baskı, işkence ve hapisde olmalarına rağmen Şii Müslümanları Sünni Müslümanlarla vahdete, kardeşliğe ve birlik beraberliğe davet etmişlerdir. İmamların mücadelesinin Sünni Müslümanlara karşı olduğunu düşünenler tamamen yanılmakta ve emperyal gücün ağına düşerek avlanmışlardır.

Saltanatlarını sürdürebilmek için Müslüman kılığına giren tağuti güçler asla Sünni değillerdir. Emevi saltanatı Sünni saltanat değil, kendilerini Sünni Müslüman tanıtıp Sünni elbisesine bürünmüş zalimler ve onların yardımcılarıdır. Emevi saltanatında makam sahibi olanlar, zahiri Müslümanlar Sünni olmadıkları gibi, Ehlibeyt dostu elbisesine bürünmüş saltanatın yanında yer alan, onlarla işbirliğine girenler de Şii Müslüman değillerdir. “Masum İmamlar her iki grubu da kınamış ve Müslüman elbisesine bürünüp tağutun yanında yer alan bu sahte Müslümanlara dikkat edilmesi gerektiğini buyurmuşlardır.  Dört tane masum imamı şehid eden bu zihniyettir.“ Asıl hedefleri İslamı yok etmek olan Emevi saltanatını İslam devleti olarak gören Müslümanlar da onlarla aynı kefededir.

Abbasi saltanatının Emevi diktatörlüğünden geri kalan yanı yoktur. Ehlibeyt’in adını kullanarak başa gelen Abbasiler, Emevi saltanatını devirdikten sonra giydikleri Ehlibeyt dostu maskesi çok geçmeden düştü. Saltanata gelmek için Emevileri devirmenin hemen ardından en büyük engel olan Masum imamları kontrollerine alıp etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır, bunu başara- mayınca da  yedi masum İmamı şehid etmişlerdir. Anyı şekilde Abbasi saltanatını Müslüman olarak görmek onlarla aynı hedefi paylaştığını gösterdiğinden onların hükmündedirler. Osmanlı saltanatı, Safavi saltanatı da bunlardan istisna değillerdir. Her birisi Sünni veya Şii elbisesi giymiş kendi saltanatlarını sürdürme peşinde olan tağuti rejimlerdir.

Masum İmamlar yaşamış oldukları yaklaşık üç asırlık dönemde asla ...“Müslümanları Sünni-Şii diye iki gruba ayırmamışlardır.“ "Müslüman maskesi takmış tağutlar ve hak imama tabi olanlar“, diğer bir deyimle "gerçek Müslümanlar ve Müslüman kisvesine bürünmüş sahte Müslümanlar“ olarak nitelemişlerdir. Bu hidäyet önder- leri bir taraftan zalim tağuta itaat edilmemesi gerektiğini vurguluyor, diğer taraftan bu zalim tağuti sistemlerin İslami görünümlerine aldanılmamasını buyuruyor, bir diğer taraftan ise Müslümanların vahdet ve birliklerinin farz olduğunu beyan ediyorlardı.

Masum imamların siretinden de anlaşıldığı gibi onların bütün mücadeleleri, hangi isimle olursa olsun ilahi olmayan sistemlere karşı idi.

Günümüze geldiğimizde bu zalim tağuti zihniyetin kılık değiştirmiş olduğunu görmekteyiz. Zihniyet aynı ama isimler değişik. Zihniyet aynı ama taktikler farklı. Hedef aynı ama stratejiler ve metodlar farklı. Günümüz de emperyal tağuti güç, bir taraftan Müslüman ülkelerine kendi zihniyetini sürdürecek kukla rejimleri yerleştiriyor, diğer taraftan hidäyet önderlerinin yolunu takip eden ülkeleri ve Müslümanları tehdit, baskı, ambargo gibi yollarla sindirmeye çalışıyor ve diğer taraftan da Müslümanlar arasına Şii-Sünni fitnesini sokarak vahdetlerini bozmaya çalışıyor. Bu hedefine ulaşmak için bütün Müslümanların düşmanı olan "Vahhabi zihniyetini“ ortaya çıkarmış, kavga ortamı oluşturmak için ise bunun karşısında "gulatları“ takviye etmektedir. Ne "vahabiler Sünnidir“ ne de "gulatlar Şii“ ve  ne de halkı Müslüman olan ülkelere musallat olmuş "tağuti rejimler“ İslamidir.  Bundan dolayıdır ki, Müslüman ülkelerdeki slami uyanış“ konusunda Müslümanların vahdet ve birliğini korumları gerektiğini beyan eden müçtehidler özellikle Rehber  Hamanei bu fitne karşısında uyanık olmaya davet ediyorlar.

İşte günümüzde Şii-Sünni fitnesini çıkarmak isteyen emperyal tağuti güç en müsait ortamı ve fırsatı bulma peşindedir; bazen Sünnileri kullanıp Şiilere saldırtmak- tadır, bazen ise Şiileri tahrik edip Sünnilere düşmalık yapmalarını sağlamaktadır. Bu oyuna gelenler de aynı şekilde ne gerçek Sünnidir, ne de gerçek Şii. Şiinin düşmanı Sünni değildir bilakis zalim, tağut, emperyalist güç ve onlara destek verenlerdir. Sünninin düşmanı Şii değildir bilakis aynı şekilde emperyalist tağuti zihniyet, kafir ve müşriklerdir. Şii ve Sünninin ortak düşmanı, İslam’ın, Peygamber- in, Kuran’ın ve Masum İmamların düşmanıdır, kısacası gerçek Müslümanların düşmanı  Allah’a düşmanlık eden' dir.

Müslümanlar İmam Sadık (a.s) buyurduğu gibi, Allah’ı zikretmekten gaflet ettikleri, ilahi söylemler yerine emperyalistlerin sloganlarını tekrarladıkları müddetçe düşmanların ağına düşüp avlanmaktan emanda olamayacaklardır. Gaflet uykusundan uyanıp, Allah’ı daimen zikr ederek Müslümanların vahdetini, birliğini ve kardeşliğini koruma yolunda ilahi vazifeyi yerine getirme ümidiyle. Abdullah Özgür 17/01/2012

20.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

Cinlerini Eskişehire gönderdi

Aziz Yıldırım’ın avukatlarından şaşkına çeviren açıklama: Cübbeli, Eskişehir maçı kazansın diye cinlerini yolladı

Güneş gazetesinin sürmanşetten verdiği ‘Günün en geyik haberi Metris’ten’ başlıklı haberi çok konuşulacak. Cübbeli Ahmet Hoca Metris’te sohbet ettiği Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım’ın avukatları aracılığıyla Sarı Lacivertlilere mesaj gönderdi. "Galatasaray’ın yenilmesi ve puan farkının kapanmasın için dua ediyorum. Cinlerimi Galatasaray’ı marke etmeleri için Eskişehir’e gönderdim.“

Cübbeli cinlerini Eskişehir‘e gönderdi. Günün en geyik haberi Metris’te tutuklu bulunan Fenebahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın avukatlarından geldi. Yıldırım’ı ziyaret eden avukatlar yaptıklarııklamada, aynı hapishanede tutuklu bulunan Cubbeli Ahmet Hoca ile de sohbet imkanı bulduklarını belirterek, "Hoca Galatasaray’ın Eskişehir’de kaybetmesi, puan farkının azalması temennisinde bulundu“ dediler. Avukatlar ilerleyen sohbette Cübbeli Hoca’nın Fenerbahçe için sürekli dua ettiğini de belirterek, "Hocamız bize Eskişehirspor’un kazanması için dua ettiğini, hatta cinlerini Eskişehir’e yardımcı olması için gönderdiğini söyledi“ şeklinde konuştular. Aziz Yıldırım’ın avukatları, bundan sonra Metris’e her gittiklerinde Cübbeli Ahmet Hoca’yı da ziyaret edeceklerini belirrtiler. Internet 23.01.2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

Şehid İmad Muğniye’nın Kızı Fatıma’nın Konuşması

Uluslararası İslami Uyanış ve Gençlik Konferansı dolayısıyla Tahran’a giden Şehid İmad Muğniye’nin kızı Fatıma’nın İmam Hamanei’ye hitabı.

Bismillahir rahmanir rahim,

Vesselatu vesselamu ala eşrefi’l-halki seyyidina ve habibi kulubina Ebi’l-Kasım Muhammed b. Abdillah ve alâ âlihi’t-tayyibine’t-tâhirîn

Ey Serverim ve Velim, Ey Ümmetin Rehberi, Kardeşlerim ve bacılarım! Direnişin ve direnişçilerin kalbinden, mukavemet, cihad ve İslam yurdu ve Filistin’ in müdafaa sahnesi olan Lübnan’dan, Şehid Seyyid Abbas Musevi, Şehid Şeyh Ragıp Harb ve Şehid Komutan İmad Muğniye ve direniş önderi, iman ve sabır eri Seyyid Hasan Nasrallah’ın ülkesinden selamlar size…

Serverim! Ben sizin ve Şehid İmad Muğniye’nin, 25 seneden fazla bir müddet boyunca bütün istihbarat ve güvenlik güçlerinin gayretlerini suya düşüren ve istihbarat şebekelerini çökerterek dünyanın en büyük ordularının, yani Amerika ve İsrail ordusunun heybetini ortadan kaldıran o büyük mücahidin kızıyım. Bugün ben ve İmad Muğniye’nin yüzlerce öğrencisi, kendilerini görme şerefine nail olduğum yüzlerce devrimci genç, tağutların birbiri ardına devrildiği ve İslam güneşinin tekrar doğduğu bir sırada İran’a geldik, ta ki böylelikle İslam İnkılâbı’nın nurundan, aziz ve hekim İnkılab Rehberimizden şehidlerimizin yolunu nasıl sürdürelim, pak kanlarını koruyarak İslam düşman- larının komplolarıyla nasıl mücadele edeceğimizin ilhamını alalım. Bu düşmanlar yenilgilerinin son merha-lesini tecrübe etmektedirler. İnkılâbının ruhunun güzel kokusundan direnişin tesis edildiği bir ülkeye geldik.  Müslüman gençler olarak İslam’ı savunarak direnişi sürdürme ve ülkelerimizi müstekbirlerin kirli varlıkların dan temizleme sözünü vermeye geldik.

Kavram ve başlıkları yeniden ele alarak meydana gelen hadiselerin hakiki anlamlarını ifade eden ve aslolanı göstererek batılın ve tahrif edilen gerçeklerin yüzündeki peçeyi kaldıran bu uluslar arası konferans bize ve tüm ümmete kutlu olsun! "Tarihin tarihle, kanın kanla, cihadın cihadla, devrimin devrimle ve zaferin zaferle kurduğu bu bağ, bize ve doğudan batıya tüm ümmete kutlu olsun!“

İslami uyanışın, ümidin nedeni tektir; nübüvvet ırmağından abdest almış ve en şerefli öğretiden ders görmüş Kumlu bir adam, günün birinde herkes uyurken ayağa kalktı ve tarihin derinliklerinden "Zilletsiz ölüm hayattır“ diye ses verdi. Bütün varlığıyla haykırdı: "Camiler siperlerinizdir. Siperlerinizi boş bırakmayın“, ta ki böylelikle İslam ümmeti uyanarak muzaffer olsun ve İslam’ın sancağı İmam Mehdi’nin önderliğindeki Allah’ın kulları eliyle dalgalansın! Tercüme: Kemal SARAL Vellfecr 01.02.2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

Büyük Ortadoğu Projesi’ne karşı duruş

ABD’nin son dönemde Arap Baharı ile beraber kendi ile aynı görüşteki idarecileri ve Arap halklarını etkileyerek bölgeyi karıştırdığı malumdur.

Arap Baharının öncesinde ise, BOP çerçevesinde yine Ortadoğu’daki 22 İslam ülkesinde rejim ve sınır değişiklikleri projesi hayata geçirilmiştir. Bu iki çalışma da Arap aleminde ve İslam dini üzerinde tahribata yöneliktir. Asıl amacın ise, zengin kaynaklara sahip bölgenin kaynaklarını ele geçirmek olduğu Irak’ın, Afganistan’ın, Libya’nın petrollerine çöreklenmelerinden bellidir.

Rusya’nın ve Çin’in BM’deki Suriye yaptırımını veto etmesinin ardından, ABD Suriye’deki büyükelçiliğini kapattı. Görünen o ki, Rusya, Çin, Hindistan ve İran’ın birleşmesi ile ABD’ye ve BOP’a karşı bir ittifak oluşuyor. Bu ittifak ABD’nin ilerleyişini durduracak kadar güçlüdür. Tek kutuplu dünya düzeninden bahseden kapitalist ABD’ye karşı böyle bir ittifak, dünya dengeleri için de gereklidir. Görünen o ki, ABD’nin bu bölgede işi zorlaşıyor. Çeşitli bahaneler ile ülke kaynakları için işgal ettiği coğrafyada devletler ve de milletler onun asıl gayesinin farkına varıyorlar. Bu da ABD’nin, coğrafyadan elde edilen imkanlara artık daha zor ulaşacağını işaret etmektedir. Türkiye ise Müslümana ve İslam inancına yönelik topyekün Batının destek verdiği bu projelere sahip çıkmaktadır.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Suriye’yi destekle* yenler için "Bu nasıl Müslümanlık?“ıklama- sında bulunmuştur. Mezhepsel bölücülük ile halkını ayak- landırmaya çalışmalarına rağmen, Suriye’nin birliği- ni ve bütünlüğünü korumasının temeli aslında sağlam İslam itikadıdır.

Öyle ki, Filistin davasının en önemli bayraktarların- dan Hasan Nasrullah, Filistin ve Lübnan savunma- larında Suriye’nin verdiği maddi ve siyasi desdeği anlatmıştır. Nasrallah, Suriye’nin Filistin ve Gazze meselesinde, ABD ve İsrail’e teslim olmadığını söyleyerek; direnişin Suriye’nin desteği ile gerçekleştiğini vurgulamıştır. Nasrallah, Suriye dostu olan, Suriye’nin bağımsızlığını isteyen herkesin diyalog ve barış yanlısı hareket etmesinin altını çizmiştir.

ABD’ye teslim olmayan ve İsrail’in yayılmacı işgaline karşı Müslüman Filistin’i destekleyen Suriye Müslüman görülüp desteklenmeyecek; ama bu bir Haçlı Seferidir diyenler "demokrasi getiriyor“ gerekçesi ile desteklenecek… Hıristiyan Batının dediklerini yapmayı hatta projelerine sözcülük etmeyi, Müslümana namlu doğrultana ülke topraklarını üs yapmayı Müslümanlığa sığdıranlar, Müslüman Suriye’nin yanında yer almayı "Bu neden ve nasıl Müslümanlık?“ diye eleştirecekler?

Hz. Peygamber (sav), "Müslümana kılıç çeken bizden değildir“ buyurmuştur. Demokrasi gelecek bahanesi ile işgal edilen ülkelerde bugüne kadar binlerce İnsan öldürüldü. "Ona ses çıkarmayanların“, Suriye’nin ülke bütünlüğüne ve halkının birliğine sahip çıkmayı eleştirmesi aslında doğaldır. Bu, yanlış siyaset Türk siyasetinin de bakışısıdır. Ne diyelim Allah bu yanlıştan, gaflet içinde olanları ayıktırsın. Prof. Haydar Baş 08/02/2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

Haçlıların İslamcı kalasları

Suriye ve İran eksenli operasyon tamtamları bağlamında, kimse, Avrupa ve Amerika’ya hayret etmiyor; onların kimliği belli, medeniyetleri belli, "haç“ları belli, geçmişleri belli, yaptıkları belli, planları belli, yapacakları belli… Akl-ı selim sahiplerinin hayreti, Türkiyeli kimi İslamcı takımına. Kendilerini nasıl bu kadar İslam’la kamufle edebilmişler! Amerika ve Avrupa’dan rol kapıyorlar; kimisi Haçlı’ya emir erliği yapıyor, kimisi zangoçluk. Irak ve Afganistan işgallerinde Amerika’ya emir erliği yapan bu Türkiyeli zavallılar, şimdi yine İslamcı kamuflajlarını üzerlerine geçirdiler. Müslüman avına çıkıyorlar.

Suriye bölgesinde Haçlı Avrupa’sının ve işgalci Amerika’nın emir erliğine soyundular, ısınma hareket- lerini tamamladılar, hazır ol vaziyetinde bekliyorlar. Ayranları yok içmeye; lakin Suriye’ye doğru, işgalcilerin ağzı ve edasıyla esip gürlüyorlar. "İşgalin ortakçılığı“nı yaptıkları Irak’ta can veren milyonlarca Müslüman’ın önünde, ırzına geçilen on binlerce Müslüman kadının huzurunda utanmıyorlar, aynaya bakmıyorlar.

Bakmayın, Elhamdülillah Müslümanız, demelerine; ayinesi iştir kişinin… Müslümanlara karşı kalplerinde gizledikleri buğzu, nifakı ve küfrü, gayr-ı müslim ortakçılarıyla işbirliği içinde dünden bugüne İslam coğrafyası üzerine kusuyorlar.  Münafikûn Sûresinde Yüce Allah, "asıl düşman“ ve "kıyafet giydirilmiş kalaslar“ diye tarif ettiği "eli kanlı gayr-ı Müslimlerle işbirliği halindeki“ bu tip İslamcı kılıklı nifak güruhunun Kelime-i Şehadetini dahi reddediyor (Münafikun Suresi, 63/1-11).

Bunların kalıpları hoşuna gider, konuştuklarında kulak asarsın, buyuruyor. Fakat, imandan sonra küfre sürüklenmeleri sebebiyle kalpleri mühürlenmiştir; ne söylersen söyle, anlamazlar, ikazını yineliyor Alemlerin Rabbi (Münafikun Suresi, 63/3).      

Dahası Yüce Allah’ın bizzat kendisi, bunlar hakkında, "Allah bunları kahretsin!“ diye beddua ediyor (Münafikun Suresi, 63/4). Böylelerinin İslam ve hidäyetten nasibi olmaz, bunlar iflah da olmaz…

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında dünden bugüne İslam coğrafyasında katliam yapan işgalcilerle işbirliği içinde bulunan, şimdi ise Suriye’ye musallat olmak isteyen Türkiyeli bu tip İslamcıların vaziyetlerinin, ne kitapta, ne dinde, ne imanda, ne itikatta, ne demokraside, ne de devletlerarası menfaatte yeri var.

Kitapta, dinde yeri yok… Çünkü Haçlı’nın, üzerlerine bomba yağdırmak istediği İnsanlar, eksiği ile, hatasıyla Müslümanlar… Aynen ülkemizde olduğu gibi camilerde alınlarını secdeye koyuyorlar. Rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı, Peygamber olarak Hz. Muhammed Mustafa’yı seçmişler, iman ve ikrar etmişler. Hatta bu Müslüman toplumun bir kısmı, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’inde "sevilmesini emir buyurduğu Rasulullah’ın Ehl-i Beyti“ (Şura Suresi, 42/ 23) uğruna feda-i can edecek kadar da imanda kemal ehlidirler. Türkiye’deki sakallı, sarıklı, cüppeli İslamcıların birçoğunda bu sevgi ve bu iman yoktur.

Kelime-i Tevhid’i ikrar ve tasdik eden bir İnsan ve toplumun canı, malı, vatanı ve ırzı muazzezdir, mukaddestir, Allah ve Rasulü’nun koruması altındadır. Onlara tecavüz haramdır (Buhârî, Sahih, İmân 17; Müslim, Sahih, İman 36, (22).

Değil bir Müslüman’a dokunan; Rasulullah’ın beyanıyla, "anlaşmalarına sadık bir gayr-ı müslime dahi nahak yere kast eden bir cani cennetin kokusunu duyamaz“ (İbn Mace, Sünen, Diyat, 32).

Allah ve Rasulu’nun ortaya koyduğu "evrensel ölçü“ budur; hatta Kutlu Nebi, ikazının devamında "samimi olup olmadıklarına dair durumları Allah ile kendileri arasındadır“ buyuruyor. Böylesi bir Müslümanın veya İslam toplumunun üzerine saldırmak ve Haçlı ordularıyla işbirliği yaparak canlarına kastetmek, vatan ve namuslarına tecavüz etmek, asla Müslümanın işi olamaz. Zerre kadar imanı, iz’anı ve vicdanı olan bir Mü’min, böyle bir zulmün ve katliamın içinde yer alamaz. Bu olsa olsa, Asr-ı saadette olduğu gibi, İslamcı kamuflajlı münafıkların ve kalbi kafirlerin işi olur.

Müslümanların gerçekten düzeltilmesi gereken bir yanlışı varsa; bu yanlış, işgalci gayr-i müslimlerle işbirliği yaparak, -PKK’nın ve onları yüce milletimize karşı kullananların yaptığı gibi- masum İnsanların canlarına kastederek, mallarına ve namuslarına tecavüz ederek düzeltilmez. Kanla abdest alınmaz zira! Demek ki, bu işin dinde yeri yok, İnsanlıkta yeri yok… Bu iş demokrasi işi, İnsan hakları işi diyenler varsa; bunlar, fitne çomaklarını soktukları Mısır’a, Tunus’a, Cezayir’e, Libya’ya ve hatta birbirleri için kılıçlarını bileğleyen Irak’a getirdikleri "kardeş katli demokra- sisi“ne baksınlar. İşgalcilerin ve vahşi Batı’nın demokrasi oyunları, İslam ülkelerine "kardeş katliamı“ ve "kesintisiz iç savaş“tan başka ne getirdi?! Bu işin, demokrasi kitabındaki yeri bu ise; varsın böyle demokrasi eksik kalsın!

Efendim, devletler arası menfaat sözkonusu, diyen aymaazlar varsa; bunlar, gerçekten akıllarını peynir ekmekle yemiş veya vahşi Batı’ya satmış olmalılar. Böyle kirli ve vahşi bir işgale emir erliği yaparak sadece komşularımızı kaybetmiyoruz, her şeyimizi kaybedi- yoruz; bunu görmek için bir çuval akla gerek yok, çeyrek akıl bile yeter.

Türkiyeli kimi İslamcılar, ne pahasına bu Haçlı bir ateşine atlamak için can atıyorlar; bunu da Türk milleti anlamış değil... Belki de, Haçlı’nın bu "pis iş“İnin içine neden sürüklendiklerini kendileri de bilmiyorlar. Makul bir izahat yapamıyorlar çünkü. Bunların ahvali gerçekten izah edilebilir değil, anlaşılır değil... Anlayan varsa beri gelsin; saflar netleşsin. Hiç kimse, Yüce Allah’ın, "Bunlar kıyafet giydirilmiş kalaslardır, boyları-posları hoşunuza gider adam zannedersiniz… Allah bunları kahretsin“ (Münafikun, 63/4) diye beddua ettiği "Haçlı’nın İslamcı kalasları“nın safında yer alarak hayatını ve geleceğini riske atmasın! Mehmet Emin Koç 09/02/2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

Mezhep İhtilaflarını Eritmek En Büyük Görevimizdir

Sudanlı İslami düşünür Tahran’da düzenlenen Vahdet Konferansı’nı birleşik bir İslam Ümmeti görmek yolunda başarılı bir adım olarak niteledi.

Sudanlı İslami Mütefekkir ve Üniversite Profesörü Abdurrahim Amr Muhyiddin El-alem haber kanalına verdiği demeçte, "25.si düzenlenen İslam Birliği Kon- feransı, önceki devreleri yaşama geçirmek ve İslam birliğinin oluşması adına başarılı olmuştur; birlik olmanın başarılı kılınması için gereken sebepler bilinirse, birlik olma yolunda hiçbir engel kalmaz. Uluslararası İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Kurulu’nun düzenlediği ve 50 ülkeden İlim adamları ve Düşünürün değerlendiri- lmeye alınması için takdim ettikleri görüş ve önerileri ile konferans çok faydalı ve başarılı olmuştur“ıklamasın- da bulundu.

"Bu Birlik Konferansı beklenildiği gibi öncü rolümüzü yerine getirmemiz için üzerimize düşen görevi yerine getirmemiz gerektiğini ortaya koymuştur. O görev ise Birlik için çalışmak ve geçmiş devirlerde İslam Ümmetin' de Şia ve Ehli Sünnet arasındaki buzdağı gibi ayrılıkları eritmektir.“ diyen Amr Muhyiddin açıklamalarını şöyle sürdürdü:

"Bu konferans ve daha öncekiler dünya çapında tevhid yolunda olan İslami Mezhepler arasında somut, elle tutulur ve kuvvetli bir yakınlaşma sağlayacak bir özelliğe sahiptir... İslam ümmeti rolünü mezhepsel ve etnik fikirlerin üstünde tutmak icap ediyor... Kuran Müslümanlara mezhep veya taife olarak değil, bir ümmet olarak hitap ediyor. Ayrıca konferansın, halkı hakkından mahrum bırakmakla beslenen zorbalık ve diktatörlüğe karşı yapılan Arap devrimleri gölgesinde birlik görüntüsünü sağlaması gerekmektedir.“

Abdurrahim Amr Muhyiddin açıklamasını şöyle bitirdi: "Uzun yıllar boyunca İslam ümmetinin üzerine çökmüş bu rejimlere karşı şiddetli bir şekilde tepki verilmesi doğaldır. Rejim destekçileri, kalıntıları, zenginler ve güvenlik birimleri gibiler rejimin düşmesi halinde mahkemeye düşmekten korktukları için kendi halklarını vahşice öldürüyorlar. Şüphesiz bu gibi devrimler kazanacak; Mısır’da ve Tunus’ta İslamcılar öne geçti. Bu devrimlere karşı koyan Arap yönetimleri suçludurlar; çünkü İslami uyanış, Siyonist düşmana karşı tehlike oluşturuyor.“ velfecr 11.02.2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

Velayet

"Bu dünyayı sen mi idare ediyorsun?“ Rahmetli babamın ailemizdeki fertleri teselli babında zaman zaman sarf ettiği bir soru cümlesi idi. Babam rahmetli olduktan sonra benim de sıkıntılı zamanlarımda kendi kendime üzerinde düşündüğüm ve şimdi bile garip bulduğum "idare et kafana takma“ Anlamında bir cümle olduğu aşikar. Eğer niyetlerimiz iyi ve güzelse akibet her zaman hayırdır. Bizlere şer gibi görünse de, olan her şeyde bir hayır vardır. Önemli olan bizlerin kendimize arif olmamız ve niyetlerimizin güzelliğinden emin olma- mızdır.

Kendine arif olmak nefsin oyunlarını bir şekilde fark edebilmek, seçilmişlerin hakkını verebilmek her zaman kolay değildir. Bir Müslüman için yaşadığımız bu günün en büyük ve en önemli gerçeği Hz. Ali’nin (k.v.) açtığı velayet gerçeği, velayet yoludur. "Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır“ diyen Resulullah Efendimiz (s.a.v.) de 18 bin alemin, kainatın yaradılış sebebi, Rabbimizin habibi, nebisi, şefi ve resulüdür. Çok şükür O’nun ümmeti olmak gibi yüksek bir şeref ile şereflendik.

Artık bizlere düşen O’nun irtihali ile başlayan açılan velilik yolunda gidenlere sahip çıkmak ve onlara teslim olmaktır, büyük sözü dinlemektir.

-    Okuduklarımıza göre:

-    Fahr-i alem buyuruyor;

"Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim meşrebi üzerinde, yedi kişi Musa meşrebi üzerinde, üç kişi İsa meşrebi üzerinde, bir kişi de Muhammed (s.a.v.) meşrebi üzerinde bulunur... Bunlar mertebelerine göre İnsanların efendisidir.“

-    Peygamberimizin belirttiğine göre bunlar ile yağmur yağdırılır. Allah bunlar vasıtasıyla belayı def eder ve bunların yüzü suyu hürmetine İnsanları rızıklandırır.“ (İbn Hanbel, Kitabü’z-Zühd; Makalat, Prof. Dr. Haydar Baş, s.78).

Bu güzel hadisi-i şeriften anladığımıza göre; gerçekten aramızdan birileri "bu dünyayı idare ediyor.“ Allah(c.c.) bizleri de velilerinden, seçilmişler- inden eylesin, en azından onları seven ve yolunda gidenlerden. Kevser Doyurum 10.03.2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

Türklerin İslam’la şereflenmesi Ehl-i Beyt iledir.

İslam’a büyük hizmetlerde bulunmuş ve Hz. Peygamber- in (sav) övgüsüne mazhar olmuş Türkler, İslam’ı bizzat Ehl-i Beyt’in kaynaklarından öğrenmişlerdir.

Ehl-i Beyt’i sevmemiz hususunda Cenäb-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Deki: Ben bu (Peygamberliğimi tebliğime) karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiç bir ücret istemiyorum.“ (Şura, 23) Meveddet ayeti olarak bilinen bu ayete göre İmam Şafi, "Ehl-i Beyt’i sevmek farzdır“ der.

Türklerin Ehl-i Beyt’i sevmesinin bir diğer nedeni de İslam’la şereflenmelerine vesile olmalarıdır.

Kerbela’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra, Hz. Peygamber’in (sav) torunları Türkistan’a göçtüler. Horasan ve Maveraünnehir’e yerleştiler.

İmam Hasan (as) ve İmam Hüseyin’in (as) soyu 8. yüzyılın başlarından itibaren İran, Horasan, Daylam, Tabaristan, Türkistan bölgesine yayılmışlardır. Bundan sonra başlayan süreçte Ehl-i Beyt imamlarının Türkleri İslam’a daveti büyük bir muhabbetle gerçekleşmiştir.

İmam Musa Kazım (as) ve oğlu İmam Rıza (as ) Horasan bölgesinde yaşamış olup, kendileri ve çocukları yerli halkla evlenmişlerdir.

İmam Zeynelabidin (as) oğlu Zeyd soyu, İmam Cafer’in (as) oğlu İsmail ve onun oğlu Muhammed soylu imamların Türklerle yakın ilişkileri olmuştur.       

Halife Memun’un, İmam Rıza’ı (as)  veliaht tayin etmesi ile Türkler Abbasi ordusunda ve yönetiminde önemli mevkilere getirilmişlerdir. Abbasiler, İmam Naki’yi (as) Samarra’da yaşamaya mecbur ettiklerinde, İmam Naki (as) de bu bölgede Türklere İslam’ı tebliğ etmiştir. Türklerin Kur’an’ın Türkçe anlamını öğrenmeleri, Hz. Peygamberin sünnetini, İslam’ın temel prensiplerini kavramaları hep Ehl-i Beyt imamları kanalı ile olmuştur.

Anadolu’nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde en önemli isim Ahmed Yesevi’dir. Belh, Buhara ve Horasan taraflarından gelen erenleri bu coğrafyalara yerleştir- miştir. Ahmed Yesevi, Hacı Bektaşi Veli, Sarı Saltuk, Geyikli Baba, Abdal Musa ve Horozlu Dede gibi alperenleri Anadolu’ya göndermiştir.

Hacı Bektaşi Veli bu hareketin öncülerindendir. Soyu İmam Musa Kazım’a (as) uzanmaktadır. Kendi himayesinde 36 bin kişinin olduğu yazmaktadır. Hacı Bektaş’ın halifelerinden Karaca Ahmed Sultan İstanbul’da ve Akhisar’da; Akçakoca’da,  Akyazı’da; Barak Baba Bigadiç’de; Hızır Samut Bozok’da Yozgat’ta; Sultan Şüca Eskişehir’de; Hacım Sultan Uşak’ta; Taptuk Emre Sakarya bölgesinde faaliyet göstermişlerdir. Şeyh Abdal Murad Horasan erenlerindendir. Bursa’nın fethinde bulunmuştur. Şeyh Abdal Musa Yesevi fakirlerindendir. Hacı Bektaş ile Anadolu’ya gelmişlerdir.

Emir Sultan Hüseyni soyundandır. Şeyh Geyikli Baba da Yesevi fakirlerindendir. Bursa’dadır. Burada Ahilik teşkilatından da bahsetmek gerekir. Ahi teşkilatını kuran kişi bir Ehl-i Beyt aşığı olan Hacı Bektaşi Veli’dir.

Anadolu, Ehl-i Beyt anlayışı ile önce İslamlaşmış ve sonra Türkleşmiştir. Büyük Selçuklular, Anadolu Selçu-klular dönemlerinde Yavuz Sultan Selim zamanına kadar geçen süreçte Ehl-i Beyt’in nefesi, himmeti bu coğrafyada idi.

Ancak bundan sonra Ehl-i Beyt’e sırtını dönen anlayış zaten Osmanlının da sonunu hazırlamıştır. Türk İslam dünyasının geçmişte olduğu gibi yeniden gerçekleşecek hakimiyeti, bu Ehl-i Beyt, Türk İslam medeniyetinin tekrar inşası ile mümkündür. Türk İslam medeniyetini Anadolu coğrafyasındaki İnsanlara yaşatarak birliği temin etmek, bozulmadan, dağılmadan, Müslüman Türk kimliği etrafında buluşmak lazımdır.

Bugün asıl olan ayrışım değildir. Bu topraklarda yaşayan bütün etnik grupların Müslüman Türk kimliği ile var olması onların yücelmesine ve yükselmesine yegane sebeptir. Biz bu yoldaki gayretimizi çalışmalarımız ile devreye koyduk. Allah muvaffak eylesin. Prof. Dr. Haydar Baş 02.04.2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

-    Erdoğan’dan savaş çağrısı

-    Esad zaman kazanmadan saldıralım !!!

Bugün İstanbul’da düzenlenen "Suriye Halkının Dostları“ toplantısında ilk konuşmayı yapan Başbakan Erdoğan, "uluslararası toplumun harekete geçmesi kaçınılmaz hale geldi“ diyerek bir kez daha açıkça acil askeri müdahale çağrısında bulundu. Bugün İstanbul’da düzenlenen "Suriye Halkının Dostları“ toplantısında ilk konuşmayı yapan Başbakan Erdoğan, "uluslararası toplumun harekete geçmesi kaçınılmaz hale geldi“ diyerek açıkça askeri müdahale çağrısında bulundu. Bunun için gerekçe olarak Annan planı konusunda adım atılmamış olmasını gösteren Erdoğan, askeri müdahale konusunda ABD’den bile daha aceleci olduğunu bir kez daha gösterdi. haber.sol.org.tr 02.04.2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

-          "Esad’ın kalması İsrail için hezimet olur“   

Mossad’ın eski başkanı : ‘‘Esad kalırsa bizim için hezimet olur’’ İsrail gizli servisi Mossad’ın eski başkanı Efraim Halevi, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın görevde kalmasının, srail için büyük bir stratejik hezimet olacağıni“ İleri sürdü. Halevi, Yedioth Ahronot gazetesinde yayımlanan makalesinde, Suriye’deki krize siyasi çözüm bulunması konusunda BM ve Arap Birliği’nin Suriye Temsilcisi Kofi Annan’ın hazırladığı plana ilişkin görüşlerini açıkladı.

Annan Planı“nın kabul edilmesi ve uluslararası toplumun Esad’ın koltuğunda kalmasına razı olmasının İsrail açısından taşıdığı tehlikelere işaret eden Halevi, şunları kaydetti:Annan girişiminde başarılı olur ve Türkiye, Rusya, Çin, ABD, Fransa, İngiltere ile Almanya bu planın uygulanmasını uygun görürse, bir devlet olmamızdan bu yana İsrail’in en büyük stratejik hezimetine tanık olacağız. Şayet Annan bütün bunları bizi hesaba katmadan yaparsa hezimet katlanacak.

Gelinen aşamada İsrail’in siyaset ve güvenlik bakımından bir meydan okumayla yüz yüze olduğunu savunan Halevi, İsrail hükümetinin ise sessiz kaldığına işaret etti. Annan Planı“nın Esad’ı, sorunun odağı olmaktan çıkarıp Suriye krizinin çözümü için önemli bir ortağa dönüştürdüğünü iddia eden Halevi, İran’ın da Suriye’de çözüm sağlanması konusunda büyük devlet- lerin stratejik müttefiki haline geldiğini savundu. Efraim Halevi, 1998-2002 yılları arasında İsrail gizli servisi Mossad’ın başkanlığını yapmıştı. Rasthaber 02.04.2012

21.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

Yok oluşun ilahi işaretleri

Tarihin karanlıklarında nice ölü devletler, nice kadavra imparatorluklar ve nice helak olmuş toplumlar gömülüdür. "Devlet ve toplum kabristanlığı“ndan ibret almamız gereken günlerden geçiyoruz. Nitekim merhum Akif, "kıssadan hisse“sinde şöyle der: "Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?  "Tarih“ "tekerrür“  diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?“

Yaşanan olayları ele alın; millet, hükümet veya devlet iradesinin esamesi okunmuyor. Türkiye sürüklenip gidiyor. Sürüklendiğimiz noktayı öngöremiyoruz. Sayısını hatırlayanımız yok… Şu kadar devleti yıkılıp gitmiş, şu kadar boyu ve soyu tarihten silinmiş bir millet olarak, akıl almaz gidişatımızın ve devlet-millet sürüklenişimizin varacağı yok oluşu görmek zorundayız. Hakkı teslim etmek lazım ki, Prof. Dr. Haydar Baş beyden başka, gelişmeleri ve tehlikeleri öngörebilen, sivil-asker herkesi ayıktırmaya çalışan, devlet ve milletin akıl sahiplerine çağrı yapıp çözümler sunan, yol gösteren bir Allah kulu yok…

Merhum Celal Mısır hocamız, 84’lü yıllarda şu gerçeğin altını ısrarla çizerdi: Bir milletin uleması (aydın kesimi) ve umerası (idarecileri) bozulursa, o millet yok olmaya sürüklenir. Bu hikmetin, Hz. Peygamber’den bir haber, bir tenbih olduğunu yıllar sonra fark ettim.          Nitekim Rasulullah (sav) şöyle buyurur:

nsanlardan iki sınıf vardır ki, onlar iyi olursa, tüm toplum iyi olur; onlar bozulursa bütün toplum bozulur. Onlar, alimler ve idarecilerdir“ (Suyuti, Cami’us-Sağir, H. No. 5047; Münavi, Feyz’ul Kadir, 5/ 384, 5047; Ebu Nuaym, Hilye, 4/96).

Bugün maalesef toplumumuz bu bozulmayı ciddi düzeyde yaşıyor. Alemlere rahmet Hz. Muhammed- ’in(sav) "Ümmetim hakkında en çok korktuğum fitne, sapmış ve saptıran idarecilerdir. Ümmetimden bazı gruplar (Hak din olan İslam’a sırt dönerek) müşriklere ve Ehl-i Kitaba iltihak edeceklerdir, onların dinlerine dahil olacaklardır " diye haber verdiği büyük fitne, Müslüman toplumları kasıp kavuruyor (Ebu Davud, Sünen, Fiten, 1; İbn Mace, Sünen, Fiten, 9; Darimí, Sünen, Rikak 39, H. No: 2755, 2/219).

Toplum, yöneticileri veya okumuş-yazmış takımı bahane ederek bozulmaya ya mazeret üretiyor, yahut duyarsız kalıyor. Ancak akıl sahibi hiçbir toplumun, "Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yolda saptırdılar“ (Ahzab Suresi, 67) diyerek helak olmaktan ve azaptan kurtulması mümkün olmaz.

Vakıa şu ki, geçersiz hiçbir mazeret, toplumların helakini engelleyememiştir. Hatta birçok geçerli mazeret bile helak olmaktan kurtulmak için yetmemi- ştir.Toplumdaki bozulma öyle bir hal alır ki, kulaklar işitmez, gözler görmez, kalpler ürpermez. İdareciler başta olmak üzere toplum, bakar kördür artık… Bugün maalesef bu süreci yaşıyoruz. "Onları doğru yola çağırmış olsanız, işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler“ (Araf Suresi, 198)

Akl-ı selim ikazlara kulak asmayan, yanlış ve batılda ısrar eden şımarmış idareciler, kendi toplumlarının helake sürüklenmesinde baş çekerler. Alemlerin rabbi olan Allah (cc), toplumların yok oluşa sürüklenmesindeki evrensel ilahi ölçüyü şöyle açıklar:

"Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin servetten ve devletten şımarmış elebaşılarına (hakkı/doğru) gösterip ikaz ederiz; buna rağmen onlar ısrarla orada kötülük/batılı işlerler. -Böylece o ülke, helâke müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz“ (İsra Suresi, 16).

Servet ve devletle sımarmış bu yöneticilerin en temel vasıflarından biri de, işbaşına geldiklerinde tarımı ve nesli /geni kökten kurutmaya kalkışmalardır… Nitekim bu bağlamda da ilahi ikaz söz konusudur: "Dünyaya dair konuşmaları seni imrendiren şu (Müslümana hasım olanlar), yer yüzünde iş başına geçti mi orada fesât çıkarmaya, tarımı ve nesli/geni kökünden kurutmaya koyulurlar.

Allah ise fesadı sevmez“ (Bakara Suresi, 205). Yerden bereket ve gökten rahmet kesilir. Yüreklerden iman ve samimiyet çekilir. Toplumu kaos, kargaşa ve korku kuşatır. Kardeş kardeşe kırdırılır. İlahi ve nebevî haberlerin işaret ettiği bozuk idarecilerin eli, uygulamaları ve hıyaneti ile toplumlar yok oluşa sürüklenir; devlet ve milletler, artık kadavra millet ve ölü devlet halini alırlar. Hz. Peygamber’in hatırlatmasıyla, böylesi hıyanet içindeki idarecilerin ne dünyada, ne de ahirette yatacak yerleri yoktur: "Bir adam ki, Allah onu, halkı görüp gözetmek ve himaye etmek üzere idareci yapar, o da idare ettiği halka hiyanet ederek aldatmış olduğu halde ölürse; Yüce Allah o kişiye, Cenneti kesinlikle haram eder“ (Buhârî, Sahih, Ahkâm 8; Müslim, sahih, İman, 63/227).

Toplumun helak oluştan kurtulmasının yegane yolu; sapmış ulema ve şımarmış umera/idareci takımına sırtını dönüp hak, adalet ve dosdoğru ölçülere sahip önderlerle bir ve beraber olarak tüm mukaddesata ve geleceğine sahip çıkmasıdır. Mehmet Emin Koç 04.04.2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.1

Gadir-i Hum hutbesi Müslümanların ortak değeri

Hz. Ali’nin(ra) velayeti ve Rasulullah’tan(sav) sonra ümmetin sahibi oluşu, İslam’ın tüm kaynaklarında "mütevatir derecede haber“lerle sabittir. Rasulullah (sav) "kendinden sonra ümmetinin sapıklığa düşmemesinin garantisi olarak iki emanet olan Kur’an ve Ehl-i Beyt’ini bıraktığını“ ilan buyuruyor (M. Hamidullah, Mecmûatü´l-Vesaik, 362, 365; Tirmizî, Sünen, Menakıb 32; Ebû Davud, Sünen, Talâk 40; Müslim, Sahih, Kasame 26; Buharî, Sahih, Hudud 10; İmam Malik, Muvatta, Kader 3; Darimî, Sünen, Mukaddime 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I/75, 3/212, 286, 4/206, 5/30).

Bu nebevî ilana mukabil, İslam’ın esaslarının ancak Emevî istibdat ve mezalim süzgecinden geçtiği kadarına vakıf olabilen Müslümanların Ehl-i Sünnet kesiminin kimi mürekkep yalamış cahilleri, Ehl-i Beyt’i diline doluyor… Hz. Ali’nin(ra) velayetini Emevî taassubu ile görmezlikten geliyor, Gadir-i Hum hutbesini inkâra yelteniyor, hatta Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de "sevilmesini emir buyurduğu“ (Şura Suresi, 23) Rasulullah’ın bu kutlu Ehl-i Beyt’ini sevenleri mel’un Yezid’in yaklaşımıyla red ve lanetleme noktasına sürükleniyor.

Halbuki Rasulullah’ın Hz. Ali’nin velayetini ümmetine duyurduğu ve kendisinden sonra ümmetinin sahibi oluşunu ilan ettiği Gadir-i Hum hutbesine dar rivayetler, Ehl-i Sünnet kaynaklarında da mütevatir derecesindedir. Nitekim el-Banî, Gadir hadislerinin her iki kısmının sahih, hatta ilk kısmının mütevatir olduğunu açıklar (el-Bani, Silsilet’ü Ehadis’is-Sahiha, I-IV, s. 343-344, 2. Baskı, Amman, 1404).

Gadir-i Hum olayı, Ehl-i Beyt’in bizzat Hz. Ali efendmizin hattyla kaleme alınmış temel hadis kaynak- larında teferruatıyla aktarıldığı gibi, Ehl-i Sünnet’in ana hadis kaynaklarında çeşitli detaylarıyla rivayet edilmek- tedir. Gadir-i Hum’a dair en sağlam kaynaklara dayalı en geniş malumatı, Prof. Dr. Haydar Baş beyin 10 ciltlik Ehl-i Beyt Külliyatı’nda bulabilirsiniz. Bu külliyatı, başucu kitabı yapın ki, gönlünüz ve haneniz Ehl-i Beyt sevdasıyla bereketlensin. Gadir-i Hum hadisleri bağlam- ında Cemal Sofuoğlu, Adnan Demircan ve Ali Osman Ateş hocalar da makale düzeyinde çalışmalar yaptılar. Rasulullah’ın Arafat’taki Veda hutbesinden sonra irad ettiği Gadir-i Hum hutbesi, orada hatırlattığı ölçüler ve emanet bıraktığı değerler, bütün Müslümanların ortak malıdır, ortak değeridir, ortak adresidir.

Ahir zamanda güya İslam namına Ehl-i Beyt’in karşısına geçip Deccalların safında yerini almış kimi Ehl-i Sünnet kılıklı softalar bilmezlikten gelseler de… Ehl-i Sünnet’in en sağlam kabul ettiği hadis kaynaklarında Gadir-i Hum olayının nakledilmesi, bu gerçeklerin, sadece 'ötelenmiş' Şia dünyasının değil, Sünni-Şii tüm Müslümanların ortak değeri olduğunu gösteriyor. Zerre kadar iz’anı ve imanı bulunan her İslam evladı, Prof. Dr. Baş’ın gayretleri ile "Rasulullah’ın ümmetine emanet bıraktığı“ bu değerler etrafında buluşuyor, yüreği birlik aşkıyla çarpıyor, Müslümanların tevhidi için çırpınıyor.

Gâdir- Hum, Mekke ile Medine arasında, Mekke’ye 190-200 km mesafede, Medine’ye gidiş istikametinde yolun sol tarafında, eski hac yolu ve mikat mahalli olan Cuhfe’nin 5 km. yakınında sazlık ve bataklık bir mevkidir. Hz. Peygamber’in veda haccı dönüşü dinlen- diği, ikindi namazını kıldığı ve okuduğu hutbe hatırası olarak metruk bir mescit bulunmaktadır (Yakut el-Hamevî, Mu’cem’ul-Buldan, II, 389).

Ehl-i Beyt Külliyatı’nın müellifi Prof. Dr. Haydar Baş beyin gayretleri ile Bursa’da düzenlenen Uluslararası Uluslar- arsı Ehl-i Beyt Sempozyumu’nun kapanış konuşmasında, Prof. Dr. Baş, Rasulullah’ın Gadr-i Hum hutbesinin Ehl-i Sünnet dünyasından 210 temel kaynak eserde konu edildiğini anlattı, ekrandan söz konusu kaynakları tek tek sıralayarak aktardı.

İmam Nesaî, Hz. Ali’nin fazileti hakkında Hasais adlı eserini telif ettiği ve oradaki hadisleri rivayet ettiği için şehit edilmiştir (Bkz. Nesai, Hasais, s. 4, Beyrut, Tarihsiz) Gadir-i Hum hutbesinin bizzat ismi, mevkii ve detayları zikredilerek rivayet edilen Ehl-i Sünnet’in temel hadis kaynaklarından bazılarını hatırlatarak, bugünkü bölümü sona erdirelim: Müslim, Sahih, Fedail’üs-Sahabe, 44/36,6175, 6176, 6177. Nesaî, Hasais-i Ali, H. No. 8, 76, 82,83,85, 90, 95, 96, İbn Mace, Sünen, Mukaddime, Fazl’u Ali’yy-İbni Ebi Talib, 29/116.  Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/241(s.262), 950(s.340), 964(s.344); 7/23959(s.779-780); 6/18671 (s.305-306), 19494 (s.528), 19518(s.534), 19540(s.538-539), 19543 (s.539).

Gadir-i Hum hutbesinin içeriği ve Rasulullah’ın dikkat çektiği ölçüler ise, Prof. Dr. Baş’ın hem Ehl-i Beyt Külliyatı’nda, hem de sempozyumun açılış konuş- masında belirttiği üzere, Ehl-i Sünnet’in 200’leri aşan temel kaynaklarında rivayet edilerek günümüze kadar gelmiştir. Konu bu derece açıktır, nettir, hakikattir.

Ehl-i Sünnet’in vazgeçilemez hadis kaynağı olan Müsned’in müellifi ve Hanbeli mezhebinin sahibi büyük imam Ahmed b. Hanbel(ra), "Hz. Ali’nin faziletleri hakkında varid olan hadisler bir başkası için varid olmamıştır“ demektedir (Heytemî, Sevaik, s. 118, Kahire Mat., Mısır, tarihsiz). Birçok muhaddisi Ehl-i Beyt sevgisi sebebiyle çürüğe çıkartmaya ve rivayetlerini zayıf diye yaftalamaya kalkışan Zehebi ve Nisaburî bile, "Hz. Ali’nin fazileti babında varid olan sahih ve hasen hadisler kadar, sahabeden hiçbiri hakkında varid olmuş değildir“ diyerek, hakkı teslim etmek durumunda kalmışlardır (bkz. Heytemî, Sevaik, s. 118-119)

-    Ehl-i Sünnet adı altında ahir zamanın Deccalların peşine takılıp Ehl-i Beyt’i sevenlerin karşısına geçerek oradan Müslümanlara kurşun atan cahillerin foyaları ortaya çıkıncaya ve hakkı sahibine teslim edinceye kadar, bu konuya devam edelim. Mehmet Emin Koç 06.04.2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.2

-     Siyasal İslam’ın Emperyaliz İle

-    Bütünleşmesini, Bir Yerde Kırmak Zorundayız.

-    Suriye Meselesi Artık İran Meselesidir!

Tayyip Erdoğan’ın Güney Kore’nin başkentinde, Obama ile yaptığı görüşme, hem Amerika, hem de Amerika ile kaderini bütünleştirmiş AKP için, kader niteliğinde bir görüşmedir. Amerika’dan son içi boş tehdidin geleceğini anlayan Ahmedinecat, önce Erdoğan ile görüşmek istememiş, Erdoğan’ın ısrarı sonunda, görüşme ancak bir gün sonra gerçekleşmiştir. Bu görüşmede, Amerika İran’ı birkez daha tehdit etmiştir. Tehdidi iletenin de, tehdidi yapanın yanında olduğunu bilen İran, Türkiye’ye karşı sertleşmeye başlamıştır. İşaretler  şunlardır.

Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını bir gün bekletmek, diploması dünyasında az görülen bir durumdur. "Suriye’ye olan desteğinin artarak devam edeceğini, İran, Türk tarafına bildirmiştir.“ Suriye’nin Dostları adı altında, Suriye’nin Haçlışmanlarının, İstanbul’da toplanmış olmasını, sert bir dil ile eleştirmiştir. Türkiye’nin, Amerika’nın emirleri doğrul- tusunda, İran’a petrol ambargosu uygulayacağını bildirmesi, İran’ı da, Türkiye’ye karşı tedbirler almaya yöneltmiştir.

İran’ın Suriye’ye yapılacak bir müdahalede, Suriye’nin yanında olacağınııklaması, Erdoğan’ı Suriye müdahalesi konusunda elini soğutmuştur. (Amerika’nın planına göre, Türkiye, önce Suriye’ye girecek,  seçimlerinden sonra da, Amerika İran’a hava saldırısı yapacaktı.)

İran ile (5+1) ülkelerinin nükleer enerji konusunda yapacakları görüşmelerin İstanbul’da yapılmayacağı, İran tarafından resmen açıklanmış olmasıdır. Üslup da oldukça yadırgatıcıdır. Bunlardan daha önemlisi, Amerika, İsrail ve Yunanistan’ın bölgede yaptığı askeri tatbikat sırasında, Malatya’daki Küreçik Amerikan Üssünden gemilerin haberleşme yardımı almış olmasıdır. Amerika, bugün yaptığı bir açıklamada, Suriye’nin muhaliflerine istihbarat desteği vereceğini açıklamış bulunuyor. Amerika, İran’ın Amerikan dolarını, diğer ülkeler ile yaptığı alış-verişte kullanmaması, Amerika’yı çileden çıkarmaktadır. Daha fazla dolar basmasını engellemekte, sömürü alanlarını tıkamaktadır. Amerika Suriye’yi vuramasa bile, İran’ı vurmak isteyecekdir. Pazarını genişletmesi,  yeni ham madde ve enerji alanlarına ulaşmasının önünde, İran büyük engel teşkil etmektedir. Yaşananlara böyle baktığımızda, mesele artık Suriye meselesi değildir. İran meselesidir.

Peki, bizim kaderimiz, Amerika’ya uşaklık etmek midir? Amerika komşularımızı bize düşman ederek, bölgede Türkiye’den de bir parça kopararak, Büyük Kürdistan’ı kurup, içine de üslerini yerleştirip, bize harabe bir bölge bırakacak, biz de Amerika’ya bu işleri yapmasında uşaklık edeceğiz.

Peki, bu bir kader midir?

Hayır.

Dincileşerek "dini bölücülük“ cemaatleşmek, sosyal bütünleşmemizi durduruyor. Bizi bölüyor. Sosyal serma- yemizi, "direnme gücümüzü“, Amerikan emperyal-izmini, halkımıza kavratarak bu bölcülüğü/gericiliği kırabiliriz. Siyasal iktidarı ve işbirlikçilerini korkudan eleştirem- iyorsak da, Amerikan saldırganlığını ve tahripciliği/ gericiliğini, yakınlarımıza anlatmak, bu ülkede yaşamanın bize verdiği sorumluluktur. Varlığımızı savunmaktır.

slam'ın en büyük tahrip aracı“, Siyasal İslam’ın emperyalizm ile bütünleşmesini,  bir yerde kırmak zorundayız. Bülent Esinoğlu 06.04.2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.3

Kalıpları Ehl-i Sünnet,

kalpleri Ehl-i Salib

Büyük Ortadoğu Projesi’nin yerel savaş lobileri, Türkiye başta olmak üzere tüm İslam coğrafyasında işbaşı yaptılar. Toplum mühendisliği yapıyorlar. Kardeşi kardeşe kırdırtmak istiyorlar. Müslümanı Müslümana boğazlatmak peşindeler. Böylece BOP işgalcilerine ve İsrail’e yayılma alanı açmak istiyorlar.

Dinlerarası diyalog mavallarıyla Ehl-i Salib’i, Hıristiya- nları ve Yahudileri Müslüman’a "amentüde ortak iman kardeşi“ yapanlar, aynı Allah’a, aynı Peygambere, aynı Kur’an’a iman eden Müslümanları, birbirine düşman yapıyorlar, kendileriyle harp edilmesi gereken "kâfirler“ olarak ilan ediyorlar.

Bölgemizde yaygın bir Şii-Sünni çatışmasını, Alevî-Sünni kapışmasını kurguluyorlar. Irak’ta, Lübnan’da, Suriye’de ilk denemelerini yapmaya kalkıştılar; başara- madılar. Hatta Türkiye’de bile Türk-Kürt, Alevî-Sünni dalaşı arzuluyorlardı.

-    Topyekun seferber olmuşlardı. Hacılarını, hocalarını, cüppellilerini, şalvarlılarını, köşe başlarına ve STK’ların arasına konuşlandırdıkları ne kadar Amerikan ve Haçlı şebekeleri var idiyse hepsini seferber ettiler. Ayrılık ve fitne tohumlarını ektirdiler. İslam’ın ilk döneminin fitnelerine sarıldılar, Yezid pozisyonu aldılar. Şalvarlısını Muhammed Abdulvehhab’ı avladıkları Yahudi Safiye- lerle avlıyorlar.

Cüppelisinin önüne zina kasetlerini koyuyorlar; Haçlı gibi konuş, Müslüman’a savaş açmaya fetvalar ver, yoksa kodeste çürütürüz diyorlar.

İslamcısının önüne Amerikan lobilerinde verdikleri taahhütleri hatırlatıyorlar. Kimisini Saddam’ın boyuna geçirdikleri idam ilmeğiyle korkutuyorlar, kimisine koltuk gösteriyorlar. Pozisyonlarına göre Haçlının safında hizmet ettiriyorlar. Türk milletini tuzaklarına çekmek için Haçlı gibi konuşturuyorlar, Haçlı gibi vaziyet aldırıyorlar.

Sakalları, sarıkları, kalıpları güya Ehl-i Sünnet olanlar, Haçlının safında Müslüman’a karşı cephe vaziyeti alınca; kalplerinin Ehl-i Salib olduğu zahir oldu, kalplerindeki haçlar açığa vurdu. Bunlara rağmen oyun tutmadı… Tutturamadılar. Fitneyi yeşertemediler. Prof. Dr. Haydar Baş bey oyunları bozdu. İslam coğrafyasına Muhammed Mustafa’nın ve Ehl-i Beyt’in Tevhid mayasını çaldı, maya tuttu… Kirli savaş ötelendi. Sarıkları ve kalıpları güya Ehl-i Sünnet, lakin kalpleri Ehl-i Salib olan kesimin Prof. Dr. Haydar Baş beye karşışmanlıkları, taarruzları, yaygara ve hezeyanları bu yüzden.

Küresel işgalciler vaz mı geçtiler? Hayır. Türkiye-Suriye ve Türkiye-İran arasında benzer bir oyun tezgahlıyorlar. İşgalciler baş çekiyor, senaryo yazıyor; yerli-bölgesel figüranlar ve Haçlılardan rol kapanlar oynuyor. ABD, Avrupa Birliği ve İsrail, bu stratejinin senarist- leridir, baş aktörleridir. İslam coğrafyasındaki ülkelerin kimi idarecilerini, toplum önderlerini ve halklarını maşa olarak kullanıyorlar. Bu maşalar kimlerdir, diye sormanıza gerek kalmayacak kadar sorunun cevabııktır. Maşalar Haçlı kabağı gibi ortadadır. İslam coğrafyasında yaymak istedikleri iç savaşı ve Müslümanı Müslümana kırdıtma "fesad“ını, demokrasi ve İnsan hakları diye takdim ediyorlar.

Halkları içten ayartarak demokrasi getirdiklerini ilan ettikleri Irak’ta, Libya’da, Mısır’da, Tunus’ta, Cezayir’de, Sudan’da kan gövdeyi götürüyor. Huzur ve kardeşlik göğe çekilmiş, namuslar kirletilmiş, at izi it izne karışmış… gelen gideni aratıyor. Bütün yanlışlarına ve diktalarına rağmen Irak Saddam’ı, Libya Kaddafi’yi, Mısır Mübarek’i mumla arıyor. Suriye’yi de bu "menem demokrasi ülkelerine“ benzetmek istiyorlar… İran’ı da. Bu kirli işte Türkiye’yi kullanıyorlar. Türk siyaseti, ne Türkiye’nin, ne de kendilerinin akıbetini görüyor. Akıbet hiç ama hiç hayır değil… Hacısı-hocası, cüppelisi-şalvarlısı, İslamcısı-radikal İslamcısı, diyalogcusu-anti diyalogcusu, liberali-neoliberali işgalcilerin hizmetinde, Amerika’nın safında ve Haçlıların cephesinde Müslüman komşularına karşı kurulmuş vaziyetteler.

Haçlılar, Osmanlı’yı Birinci Dünya savaşına böyle bir provokasyon sokmadılar mı? Sonra da Osmanlı’yı bölüp parçalamadılar mı?! Sivili-askeri, yöneteni-yönetileni olarak topyekun Türk milleti aklını başına devşirmez, bu vahim gidişatı ve yakın akıbeti böyle okumazsa; kardeş kıyımı, bölünme ve yok olma çok uzak değildir. Mehmet Emin Koç 11 Nisan 2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.4

ABD - İhvan - F Tipi Cemaatin Sünni kuşak hattı

Arap Baharı Pax Americana’nın Sünni İslam kuşağını oluşturma projesidir. Açın bakın arşivlere İhvan yani Müslüman Kardeşler Teşkilatının önderini yakın geçmişte Washington’daki Demokrasi ve İnsan Hakları Etüt Merkezinde ağırlayanın ABD derin devletinin ünlü ismi Senatör Mc Cain olduğuna tanıklık ederseniz! Buradan hareketle Tunus’ta uç verip bütün Arap coğrafyasına sıçrayan hareketin bağımsız bir halk isyanı gibi değerlendirmek gerçeği yansıtmaz!

ABD’nin yeni bölge planlamasındaki temel dinamik İslam’ın Sünni-Şia eksenli olarak ikiye bölünmesi ve bunun üzerinden dengelerin kurulmasıdır. İhvan, Taliban, El-Cezire ve Hamas’a Katar gibi ABD’nin uydusu olan bir yerde üs verilmesi bu tezimizin en somut işaretidir.

Türkiye’de seçilen partner ise zannedilenin aksine AKP’den ziyade F tipi Cemaattir ki bu durum o camia mensuplarının ABD’ye iman noktasında olmaları ve hadiselere yaklaşımları ile sabittir! Sabahattin Önkibar 12 Nisan 2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.5

Cennet ve Cehennem yetkisini Allah’ın elinden kimse alamaz?

Haçlıların Cennete Müslümanların ise Cehenneme gideceğini biz demiyoruz Saidi Nursi Lahikalarında ve kimi Nurcular yazı ve sohbetlerinde diyor: "Birinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmış da olsa, bir Hıristiyan ölmüşse şehit sayılır.“ (Kastamonu Lahikası,s.45). Ne dinden olursa olsun bir nevi şehit hükmündedir. Mükâfatı büyüktür, belki onu cehennemden kurtarır. Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya mensup Hıristiyanların mazlumlarının çektikleri felak- etler, onlar hakkında bir nevi şehadet denebilir.“ (Kastamonu Lahikası,s.75). "Hatta o mazlumlar kafir de olsa, ahrette kendilerine göre o dünyevi afattan çektikleri belalara mukabil rahmet-i ilahiyenin hazinesinden öyle mükafatlar vardır ki, eğer perde-i gayb açılsa o mazlumlar haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp ‘Ya Rabbi şükür elhamdülillah’ diyeceklerini bildim ve kati surette kanaat getirdim.“ (Kastamonu Lahikası, s.45)

Yukarıdaki alıntıları Muharrem Bayraktar kardeşimiz 3 Nisan 2012 tarihli Yeni Mesaj gazetesinde okurları ile bir defa daha paylaştı. Müslümanlarla savaştıkları için Hıristiyanların cennete gideceklerini savunan cemaat mensuplarının yaptıkları tevil ve Said-i Nursi’yi bu bahiste savundukları gereçe şu: "Kendilerine İslâm hakikati ulaşmamışsa!“ Gerekçeyi görüyor musunuz? Adam Çanakkale’de Müslümanları Anadolu’dan atmak için Haçlı savaşına katılacak amma İslâm gerçeğinden haberdar olmayacak! Bu kişi kiminle savaştığını bilmiyor mu? 1453’ten beri İslâm’ı bilmeyen bir Hıristiyan olabilir mi Avrupa’da? Hatta, Endülüs’ten beri İslâm’dan haberi olmayan bir Hıristiyan bulmak mümkün mü? "E biliyor amma, yanlış biliyor!“ öyle mi? O yanlış bilgi ile Müslüman’ı katledecek Cennete gidecek, Müslüman dinsizle savaşacak Cehenneme gidecek, olacak şey mi

Sakın ola ki Müslüman’ın savaşırken Cehenneme gideceğini kim söylüyor demeyiniz, Kadırga TV’de Hulki Cevizoğlu’nun programında bir başka Nurcu söyledi!“ PKK ile çatışırken ölen Mehmetçiğin şehit sayılam- ayacağı iddiasında bulundu.

Önce bu iddiaya Ankebut Suresinin 69’uncu ayeti ile cevap verelim: "Bizim uğrumuzda cihâd edenleri, elbette yollarımıza eriştireceğiz. Allah şüphesiz, iyi davranan- larla beraberdir.“ İşte Mehmetçik tam da bu ayetin muhatabıdır. Evet, Mehmetçik, Kürtleri Mecusi yapmak isteyen PKK ile mücadele etmektedir, yani Allah yolunda cihâd üzerindedir, şehittir.  Haçlılara hiç mümkün olmadığı halde, "Belki İslâm’dan haberleri yoktur“ diye şehitlik dağıtanların, bu milletin önemli bir kesimini Mecusi yapmak isteyen bir terör örgütü ile savaşan askerlerine şehitliği çok görmesi çok ilginçtir. Sizin bu haliniz yüzünden Aziz Karaca kardeşimizin çok doğru tespit ettiği gibi, "Ataları vatanı seven“ bu milletlin yeni zamane nesli "satanı“ seviyor.

Toparlayacak olursak… O zaman biz kendilerine şu soruları soruyoruz: Asla mümkün değil amma, "Hadi onların İslâm’dan haberi yok!“ Misyonerleri ile İslâm coğrafyasında cirit atan Vatikan’ı; Filistin’de 1948’den beri Müslüman kanı akıtan İsrail dinine mensupları ve devlet içinde devlet talebinde bulunan Patriği ve cemaatini Müslümanlarla aynı kefeye koyup Cennete göndermek neyin nesi oluyor? Onların da mı İslâm’dan haberleri yok?! Namazımızın olmazsa olmazı olan Fatiha’nın son ayetlerini kim neshetti!

-    Allah’u Ekber… Ayrıca Allah(c.c) "… Bugün kâfirler, sizin dîniniz’den (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın; Ben’den korkun! Bugün size dîninizi ikmâl ettim; üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve sizin için dîn olarak İslâm’ı seçtim… (el-Mâide, 3)“  derken, sizin iddia ettiğiniz nedir?

Sonra Müslüman bir kadının Hıristiyan bir erkekle evlene-meyece-ği ayetler, sahabe uygulaması ve icmâ ile sabit olmasına rağmen sizler hangi yetki ile Müslüman bir hanımın Hıristiyan yahut Yahudi bir erkekle evlenebileceğine cevaz veriyorsunuz? Ellerinden topraklarını aldığı Müslümanların kollarını taşlarla kıran ve üzerlerine misket bombası yağdıran şu İsrail’e… Irak’ta ve Afganistan’da kirletmedik İslâmi değer bırakmayan şu ABD’ye… Suriye yahut İran’a yaptığınız eleştirinin onda biri kadar bir eleştiriyi en yetkili ağzınızdan bir kerecik olsun duyalım da bari "Çıkmadık canda ümit var“ diyelim.

Allah (c.c.)’ın yarattıklarını Cennete gönderme ve Cehenneme atma yetkisi Yüce Zatına aittir ve onları muhtelif ayetleri ile Kitabında derç etmiştir.  Yine Yüce Allah (c.c.)’ın kendine verdiği yetki ile Hz. Muhammed (s.a.v) de o ayetlerin tefsiri olan hadisi şerifleri ile Hıristi- yanların ve Yahudilerin ebedî cehennemlik olacaklarını ümmetine ve İnsanlığa tebliğ etmiştir. O yetkiyi Allah (c.c.) ve Resulü (s.a.v)’nün elinden hangi güç alabilir? Babanın aslanı, Hasan Demir 18 Nisan 2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.6

Rabbani alimler ve iktidarlarla ilişkileri

Her devrin Nemrutları, Firavunları, Yezitleri halkı daha fazla sömürmek için âlim kılığındaki iblislerden fetva almak için, onları yanlarına almak zorunda kaldılar.

Hz. Peygamberin (s.a.a.) risaletine inanan ve Ehl-i Beyt imamlarının velayetine tabi olan rabbani âlimler iktidarların gayr-i meşru, haksız, hukuksuz ve adaletsiz, zalimane uygulamalarına ortak olmamak için, kendilerine verilmek istenen valilik, hâkimlik, defterdarlık, muhasebecilik gibi devlet memurluklarını kabul etmediler. Hatta bunun için bedeller ödediler, zorlandılar, zindanlara atıldılar, kırbaçlar yediler, yurtlarından sürüldüler, canlarından oldular. Ama yine de kabul etmediler. Bunun İslam tarihinde birçok örnekleri vardır.

İslam dünyasını yaklaşık 1300 yıldır fırkalaştırarak Müslümanların geri kalmasına sebep olan en önemli faktörlerden birisi mezhep ve mezhepçilik bile siyaset ve idare mekanizmasının maddi makamlarına satılan sözde din adamları tarafından temelleri atılmış ve siyaset tarafından güçlendirilmiştir.

İnançları ve Müslümanları kullanarak toplumları sömürmek isteyen siyaset ve devlet adamlarının bu tutumları halkın bir bölümünü sultanlara yakın olmak, devletin önemli makamlarına atanmak ve dünyalık toplamak için, din ilmini öğrenmeye sevk etti ve bu zihniyetler ilim öğrendikten sonra iltimaslar ve aracılarla, kendilerini zalim yöneticilere takdim ettiler.

Bir zamanlar zalim yöneticiler tarafından aranan din-ilim adamları, bu sefer yöneticileri aramak zilletine düştüler. Böylelikle aziz iken zelil oldular. Âlimlerin zalim idarecilerle düşüp kalkmasının sakıncalı görülüp halk tarafından hoş görülmemesinin sebepleri, Rabbani alimler tarafından çok geniş olarak izah edilmiştir.

O sebeplerden bir kaçı şunlardır: 1- Zalim ümera ile yan yana, 2- Ümera ile düşüp kalkmak dünyaya meyil ve muhabbete sebep olur. Bu da her günahın ve hatanın başıdır. 3- Haram toplamaya ve yemeye sebep olur. 4- Elindeki ilim nimetini ümeranın ayakları altına atarak küçültmüş olur. 5- Güç ve iktidar sahiplerine meyil, onlara muhabbet ve destek verdirir. Oysa bunlar alim için felaketler sebebidir. 6- İnsanların güç ve iktidardan yana olmalarına, onları sevmelerine, dalkavuk olmalarına ve aldanmalarına sebep olur. 7- İyiliği emir, kötülüğü nehiy vazifesini terk ederek günahkâr olur. Bu önemli ilkeyi ihlal eden âlime Allah lanet eder ve halk tarafından haksızlık karşısında sustuğu için dilsiz şeytan olarak addedilir. 8- Dalkavukluk, iki yüzlülük, yalancılık, riyakârlık, iftira, kıskançlık, kin, nefret ve düşmanlık gibi birçok kötü huylara sebep olur. 9- Allah'a, Resulüne, Ehl-i Beyt'e, mukaddes değerlere ve müminlere karşı vazifelerini yapmayarak hain olur. 10- Hakka bâtıl ve bâtıla hak elbisesini giydirerek hakkı değiştirdiği için dinden çıkar veya en azından büyük günahkâr olur. 11- Zamanla İnsanların inançlarından kopmalarına, yozlaşmalarına ve asimile olmalarına sebep olur ve böylelikle büyük veballeri ve günahları üzerine almış olur. Selam ve dua ile…Mehdi Aksu 15 Mayıs 2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.7

An die                                         Aktenzahl  U 812/12 

Verfassungsgerichtshof 

Judenplatz 11, 1010 Wien             Wien, 20.05.2012 

Einschreiter: Haci Bayazit

Alser Strasse 30/26, 1090 Wien

Konu: a) Kendilerini deşifre edenlere karşı "dünyanın en tehlikeli suç tasarım örgütü Fetullah Gülen’i Üst Mahkemeye taşımak için“ tarih, 16.05.2012 de, Verfassungsgerichtsoh vermiş olduğum Schriftliche Aussage für die Verhandlung vom 07.10.2011, in der die Aussagen und inhalt vom 24.08.2011 beim Fachartz für beim Fachartz für Neurologie und Psychiatrie bericht berichtgt verden; ile, tarih, 03. 01. 2012, Bezirksgericht Josefstadt-in 21. Dezember 2011 tarihli kararına karşı yapılmış Protokol-a

ilaveten,

b) orjinali Verwaltungsgerichtshof’da, Verwaltungs-

gerichtshof. Süleymancıları gördükden sonra aşağıdaki kararı alıyor, 

VERWALTUNGSGERICHTSHOF PRASIDIUM   

A-1040 Wien, Judenplatz 11       S 2005/01139-4

 

Herrn

Rechtsanwalt

Dr. Wolfgang BLASCHITZ

Wolfischgasse 11/10,  1010 Wien

Sehr geehrter Herr Rechtsanwalt!

 

Im Hinblick auf Ihre Bestellung zum sachwalter für Herrn Hacı Bayazıt und unter Hinweis auf das Schreiben des Verwaltungsgerichtshofes vom 12. Juli 2005 darf in der Anlage die (neuerliche) Eingabe des Betroffenen vom 17. Juli 2005 übermittelt werden.

Seitens des Verwaltungsgerichtshofes sind keine weiteren Veranlassungen erfolgt.

Anlage

W i e n , am 19. Juli 2005

Für den Prasidenten:

 

c) Sachwalter "davaya bakış alanını değiştirmediği için“ yukardaki Üst Mahkemenin kararı doğrultusunda işlemi takip edemedi.

Dr. Wolfgang Blaschtitz, Verteidiger in strafsachen

 

Herrn

Hacı Bayazıt

Alser Strasse 30/2/26, 1090 Wien

 

Schreiben des Prasidiums des Verwaltungsgerichtshofes vom 12.7.2005 sowie 19.7.2005 jeweils zu Ihrer Kenntnisnahme.

Ich zeichne

Mit freundlichen Grüssen

Dr. Wolfgang Blaschitz

 

d) bilgilendirmede anlatıldığı şekilde aşağıdaki olaylar oldu, daha sonra’da Mehmet Cemil Şahin’de 17 Wien Tauber gasse 21/2-5, de benzer akibeti bulmuş.

Bilgilendirme

Allah(cc)a’ hamdü senalar olsun. Sevgili Peygamber efendimize selät’ı selam olsun. Onun izinde ve ona dost olanlara selam olsun.

Ey Ehli vicdan sahipleri din adamları toplum hayatının mimarlarıdır. Din adamlarının hali ile toplum hayatına ya rahmet Veya siyaha yakın boz acımsı duman şeklinde müsübet yağar. Allah(cc) Sizler ile İnsanları müsübete hazırlayan din tahripcilerin bertaraf  eyleyip; İnsanları rahmete hazırlayan bu yolda mücadele edenlere yardım eylesin.

Yıl 2007 ilk çeyreğinde Türkiye Gazetesine telefon ederek Mehmet Oruc bey ile diğer Beylere, İslam dairesini muafaza eden tarikatın hak tarafını doğrulayan yaylarından dolayı teşekkür etdim; Çok sevindi, O bize yeter Öbür tarafda; dedi. Bizde bilmiyorduk yaz, dedi. Yani bu yazılanalar ile kısmen 18 bölümü iki kitap halinde toparlanmış bilgileri söğlüyor.

Bir beldede İnsanlar kendi yaptıkları puta taparmış; orada bir de Alim/salih kul varmış. Bir gün bu Alim İnsan paltasın alıp putu kırmak için yola çıkıyor; bir müddet sonra önüne şeytan geçip; yoldan çevirmek için mücadel ediyor. Mücadelenin sonunda Alim kişi şeytanı alt ediyor; altda olan şeytan, ey Alim İnsan putu kırınca eline ne geçecek vazgeç, ben her sabah yastığının altına altın bırakırım sende onları Çocuklara dağıtır sevap kazanırsın diyor. Alim kişi düşünüyor teklif akla yatkın kabul ediyor. Hergün şeytanın bırakdığı altınları Çocuklara dağıtıyor; bir müddet sonra altınlar gelmiyor. Hışımla yerinden kalkıp paltasını alarak tekrar yola çıkıyor; aynı yerde şeytan tekrar önüne geçiyor; tutuşuyorlar mücadeleye bu sefer şeytan Alim zatı yıkıp üzerine oturuyor. Altda kalan Alim zat şaşırıyor; nasıl oldu geçen sefer ben seni yenmişdim; diyor... Şeytan, nasıl olacak altın ile ihlası değişdik, diyor. Allah(cc)ın sevgili kulları özellikle Çocukların din’i eğitimini ‘ihlası altına değişen’ yoldan cevrilmişlerin insafına/ateşine emanet etmeyin.

Yıl 2004 ortalarında 17 Wien Marien gasse’deki evime binadan içeri gireceğim vakit (Binan altı Süleymancıların Camisi) Bayram hoca ile bir kişi çapraza almış gibi bana bakıyor/bekliyorlardı.

-    Binanın dışkapısından içeri girdim şeytan arkadan gelerek enseme çarptı; haram ve şüpheli ile kalbi yakınlık olmaz ise etkisi olmuyor. 

    Aynı yer Camin dış giriş kapısını  yıl 2005 onbirinci ay olabilir bombalamışlar.

Yıl 02.05.2005 iltica Mahkemesin’de Hakim, Bayazıt sen sakin ol, dedi... Her ayın birinde anlaşma gereği tranvay bilet parasını bankaya yatırıyor, hafta sonunda kontoda kalan paraya göre harcamalarımı yapıyordum. Banka veya Bilet dairesi beşinci ve altıncı ayın parasın zamanında çekmemiş bende bilmediğim için iki ay ödememiş olmuşum. Durumu öğrendim birazda kızgın olarak Bilet dairesine gitdim; görevli yere yaklaşırken öbür tarafdan iki tane Süleymancı geldi.

-    Süleymancıların taşıdığı şeytan telkin ediyorki; bizi deşifre etmez dost olur İnsanları uyarmaz hak yer günah işler isen, yediğin hak işlediğin veya ortak olduğun günah ile yaklaşır, İçerde ‘devletin içindeki önemli’ haberi getiririz.

-    "Din’in siyaset ve menfate aleti ile yardımcı edindiği İnsanlara; Allah(cc) ve Peygamberine muhalifet yaptırıp ‘din’de yapılan tahribat oranında güç elde ederek’, etnik milliyetci/ırkiçılara yaklaşıp yanıltarak; dünyanın müsü- bet ve kaosa hazırlanmasının sebepleri hazırlatılıyor.“

Ey Aklı selim sahipleri,

büyüklü küçüklü iki ayak üzerinde toparlanmış dünyaları için ‘din’i yırtan’ bu gurupların sofrasına oturan onlar ile gönülden sohbet eden;

"devlet erkanının sırrı olmaz şeytan onlar üzerinden haber taşır, ırki ve milli duyguları hassas ve zafiyetleri olan İnsanlara duyu yollarından yaklaşarak haram ve şüpheli ile kalbe attığı kana karışan telkin ile zihinsel kontrol ederek hata yaptırır.’’

Din’in tahrip/yırtıldığı oranda dünyanın ‘yaşam kenarı’ kutuplardaki yırtılma/erimenin sebeplerini hazırlatır. Yaratılmışların en asili... Allah(cc) Sizler ile Ehli Vicdan sahibi tarihçileri maneviyat deryasında hazırlayıp; kol kırılır yen içinde aldatılması ile İnsanların maddi/ manevi birikimlerinin boşaltılıp itikat ve inanclarının zafiyete uğratılmasını bekleyenleri deşifre/bertaraf eyleyip; yaratılış gayesine uygun İnsanlığın geleceği için mücadele edenleri desdeklesin. Amin. Allah(cc) selamı rahmeti üzerinize olsun. Hacı Bayazıt 19.10.2008

e) İnsanların kalbi maneviyat ve adalete veya siyaset ve menfate yatkın’dır. Iki hal bir arada olmaz. Mahkemeler üzerinden açıklanmış olaylar iltica yasaları içerisinde olmakla birlik’de çok daha derin öneme sahiptir. Bu yüzden din’in siyaset ve menfate alet edilmesi ile rahmet ve bereketin kaldırlıp içtimai ve iktisadi düzenlerin bozularak İnsanların kaos ve müsübete hazırlanmasına sebepler hazırlayan gurup- ların merkezi Türkiye’de’dir. Bundan dolayı Türkiye’de "kısa müddetin“ haricinde ikamet etmem heryerde "deşifre edilmiş“ guruplar/ İnsanlar ile karşılaşma olasılığında manevi ve fiziki korunmayı güçleştirmek- dedir.

f) yazılmış bilgiler donanım ve mücadele sonucu elde edilen, dini ve tarihi geçmişde gizlenen, değişik haller ile perdelenip hayata aksedeni -açığa çıkartarak- geleceğe aydınlık olacak İnsanlara ait bilgilerdir.

Allah’ın selamı bereketi rahmeti Onun dini üzere Habibi izinde olanlara olsun.

Dinler arası diyalogu önceki ve son din İslamın ‘ikinci ana esası Peygamberini perdeleyen’ deccalizimin misyo- nudur;

1960’lı yıllarda din’in siyasallaşması Türkiyede kurumlaşmaya başlayınca;

daha önceden Saidi Nursi’nin göndermiş olduğu mektup ile Vatikan’ın kalbine kadar sızan şeytanın telkinleri ile, Vatikan dinler arası diyalogu siztem haline dönüştürüyor…

Yani İslam bir binadır;

bu binanın bir tarafı din adamları sebebi ile çökerse, diğer taraf çöken tarafın üzerine deccalizmin değişik kanalları ile gayri ihtiyarı kayıp gelir…

Dinler arası deccalizim misyonu ile Büyük Ortadoğu Projesi, fikri fiziki hale dönüştürülüyor, hertürlü bölücü din’i ve ırkı terör örgütleride’… "beynelminel fitne” Büyük Ortadoğu Projesinin As ve Eş Başkanlarının elinde maşa görevi yapıyor; "bir diğer ifade ile son din İslamı tahrip eden din adamları  diğerlerinin önününde sürücü, insi şeytan görevini üstleniyor“… dünyadaki herşey ‘din ahlak manaeviyat dairesinde’ iki kurala bağlı islam üzerin’den gelişiyor; yani İslam dairesini tahrip ederek İslamı siyaset ve menfate alet edenlerin "üzerindeki ateş“, mercimek notut büyüklüğünde toplumun kaderine sirayet eden İnsanların sağına soluna önüne arkasına düşüyor, hedefdeki İnsanların gözleri görmüyor ama Kalpleri mıknantız gibi etrafına düşen siyah ateşden müsübeti siyasi ve menfati hesabına göre algılıyor, farkında olmadan’da deccalizim misyonuna uygun yapılanıyor.

-    Eğer İnsanlar gözünü ve kalbini günahdan korur,  önünde’de günahkar bir lideri, efendisi olmaz ise, sağına soluna düşen mercimek nohut büyüklüğündeki siyaha yakın kalbin algıladığı müsübetleri görür, ‘karşı’ kalbi teyakkuz 'kalbin maneviyat ve adalete dönmesi’ ve ‘en azından imanın en zayıfı Buğz hali’ ile korunur… değilse aksi takdirde, herkimki Allah’ın din’ini tahrip eder, tahrip edene yardım eder, sesziz kalır  ise; Allah’da o toplumu onların görmediği bilmediği yerden ateşine yaklaştırır, kuralı gerçekleşiyiyor.

Ehli Vicdan Sahipleri, Fransada imam Hümeyni’ye İranlılar gelir, efendim Şahın zülmü "her ne kadar AKP’nin zülmü kadar olmasada“ dayanılmaz hale geldi ne yapaılım derler, İmam sabah namazı seher vakti kalkıp dua edin, der. Müslümanların duası ve mücadelesi ile Allah(cc) Ulusalcı, Vatanperver ve Milli güçleri Bu İlimleri alacak şekilde hazırlayıp, Avrasya ve Direniş Cephesini güçlendirip, İslamı tahrip ederek binanın bir tarafını çökertenleri bertaraf ederek, ‘vadi gereği’ dünyayı maneviyat ve adalet asrına hazırlayacak, inşallah. Hacı Bayazıt 04.11.2011

Yüce Mahkeme Heyetinden açıklanmış olayları daha geniş alanda değerlendirmesini arz ve istirham ederim.   Haci bayazit

Sonuç olarak: Anyasa Mahkemesi Sachwalterin vermiş olduğu 'görünürde beni savunan' belge ve iddiaları Red etti... Sachwalter Anyasa Mahkemesinin kararından sonra, "Sen Bizim bütün yaptıklarımız yerle bir edip yıktın,“ dedi... yani muaviyenin takipcisi şeytanın hizbini perdeleyen örtünün mahkemeler üzerinden kaldırılması.

 22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.8

Bu Savaş Gerçek Muhammedî Devletin Tesisine dek Sürecek.

Muhsin Rızai şöyle devam etti: "Dün İran’ın savaş sahnesi kendi toprağına saldıran düşman karşısındaydı, bugünse İran’ın mücadelesi ilerlemesini engellemek isteyen her ülke ya da kudret karşısında verilmektedir. Ve bu savaş Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhur zamanına ve asil Muhammedî devletin tesisine dek sürecektir.“ Muhsin Rızai: Bu Savaş Gerçek Muhammedî Devletin Tesisine dek Sürecek. Eski Devrim Muhafızları Komutanı ve Nizamın Maslahatını Teşhis Komisyonu Sekreteri Muhsin Rızai "İran, muktedir bir şekilde İstanbul müzakerelerini Bağdat’a çekmiştir ve bu durumun kendisi İran’ın zaferinin ve halkın ve Rehberlik Makamı’nın direncinin göstergesidir. 5+1 grubunun İran’a taviz vermekten başka bir seçeneği yoktur“ dedi.

TABNAK’ın bildirdiğine göre bugünkü Meşhed Cuma namazı hutbeleri öncesinde halka konuşan Muhsin Rızai ran milleti 8 sene boyunca, kendisine yüklenen savaş sırasında mücadele etti. İran, Baas rejimi karşısında zafer elde etmiş olmakla birlikte savaşını bugün de sürdürmektedir ve bu savaş günümüzde direnç ve istikamet formunda devam etmektedir“ şeklinde konuştu.

Muhsin Rızai şöyle devam etti: "Dün İran’ın savaş sahnesi kendi toprağına saldıran düşman karşısındaydı, bugünse İran’ın mücadelesi ilerlemesini engellemek isteyen her ülke ya da kudret karşısında verilmektedir.  Ve bu savaş Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhur zamanına ve asil Muhammedî devletin tesisine dek sürecektir.“

Rızai sözlerini şöyle sürdürdü: ran İslam Devrimi’nin zaferinden sonra düşman İran’ın farklı bilimsel ve teknik sahalardaki ilerleyişi karşısında durmak istedi, zira İran’ın ilerleyişinin bir milyar Müslüman için örnek oluşturacağını bilmekteydi.“ Muhsin Rızai, İslami uyanış hareketlerine de değinerek slami uyanış hareketlerinin ortaya çıkmasıyla Batılılar Suriye ve Hizbullah’ı uluslararası camiadan uzaklaştırma projesini devreye soktular, böylece Tahran’a saldırının ön adımlarını da atmak istediler. İran defalarca Suriye’ye halk idaresi ve özgürlük konusunda tavsiyelerde bulundu, İslam İnkılabı Rehberi de bunu vurguluyor. Son dönemde Suriye devleti de demokrasi konusunda adımlar attı“ diye konuştu.

Muhsin Rızai, Suriye meselesinde Arabistan’ın perde ardındaki rolüne işaretle "Arabistan’da özgürlük ve demokrasi alameti olan seçimler mi yapılıyor ki kendileri Suriye’yi hedef alıyorlar? Mesele Suriye’yi yol üstünden kaldırmak ve Hizbullah’ ın silahsızlandırılmasıdır, ta ki böylece Tahran ve İran’a saldırının şartlarını hazırlaya- bilsinler.

Allah’ın lütfuyla Amerika’nın bu planı yenilgiye uğradı. İran’ın sağlam duruşu sayesinde Amerikalılar ve Siyonistler arasında ihtilaf baş gösterdi. Hatta öyle ki İran’a saldırıdan bahseden İsrail’e Amerika karşı çıkıyor ve bu saldırıyı Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve Suriye rejiminin düşüşü şartına bağlıyor.“ medyasafak 25.05.2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.9

İçimizdeki "cemaat“ yüzünden, bizi helak etme Allah’ım.

Allah (cc) bir ayeti kerimede mealen çinizde hakkı tebliğ eden bir topluluk bir cemaat bulunsun“ buyurmu-ştur. Bu neden ile Müslümanların cemaatler, topluluklar halinde, İslam’ı yaşaması bir ayrılık değil, bilakis bir zorunluluktur. Önemli olan bu topluluk veya cemaatin tevhit inancına, itikadına sahip olmasıdır. Ayrıca yaşayış ve çizgilerinin de milli ve dini bütünlük içinde olması gerekir ki dış güçler tarafından kullanılmasınlar.

İslam inancına göre sadece İslam Hak’tır, Allah katında din İslam’dır ayeti bu gerçeği ifade eder. İslam dışındaki bütün inanışlar, dinler batıldır. Bu İslam inancının temelini oluşturur, buna inanan Müslüman, inanmayan ise kâfirdir. Yani bu inanış Müslüman olanları bağlar, Müslüman olmayanları asla bağlamaz. Onların dini onlara, bizim dinimiz bizedir.

İslam dışındaki din ve inanışların da İslam gibi hak olduğunu söyleyen, "üç büyük din, ilahi dinler“ veya brahim’i dinler“ adı altında dinlerin kardeşliğini iddia eden bir "cemaatin“ onlarca yıldır var olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bunların inanışlarına göre; "Yahudi ve Hıristiyanlar  da cennete girecek, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslüman lık arasında bir fark yoktur, "akıl vahiyden daha üstündür.“

Sadece İslam haktır görüşü ırkçı bir yaklaşım ve hoşgörüsüzlük örneğidir. Müslüman kadın gayrimüslim ile evlenebilir, iman için Muhammedi kabul şart değildir, Allah’ı kabul iman, Muhammedi kabul kemaldir“ gibi görüş ve düşünceleri Türkiye’de yazıp, çizdiler... Hatta dev salon programları ile geniş kitlelere duyurup, milyonlarca Müslüman’ın aklını karıştırıp, imanını çaldılar.

Merkezini Amerika’ya taşımış adı, "cemaat“ ama henüz kendilerinin hangi dinin bir cemaati olduğu tam anlamıyla anlaşılamamış bu teşkilatın, ülkemizde din ve devlet alanında hangi icraatları yaptığını bilmek ve anlamak durumundayız. Önceden bazı kardeşlerimiz bizi bu konuda anlamaz, yapılan yanlışları anlattığımızda sözü ağzımıza tıkarak "kardeşlerin arasını açmayalım“ gibi basiretsiz bir tepki koyarlardı. Şu anda ise "yahu bunlar kardeş değil, kalleşmiş“ diyorlar.

Ülke meselelerinde ve milli konularda da çizgileri hep ecnebiden yana olmuştur. İsrail dokuz vatandaşımızı katlettiği zaman srail haklı, kendini savunma da hakkıdır“ dediler. Kucağında oturduğu ülkenin başkanı ile tıpa tıp aynııklamayı yaptılar. Irak işgalinde destek verdiler işgal güçlerine. İsyanların başlatıldığı Müslüman ülkelerde basın yayın kuruluşları ile ABD ve İsrail’in tarafı olduğu isyancıları desteklediler.

Şu anda ise Erdoğan Suriye’ye girsin diye ona baskı ve şantaj yaparak aleyhinde çalışmaktalar. Esasen Sayın Erdoğan’ın küresel güçlerin taşeronluğunu iktidar olarak üstlenmesinde en büyük neden bu "cemaattir.“ ABD ve İsrail’in devlet içindeki örgütlenmesinin adına eskiden "Kontrgerilla“ ve ya "Derin Devlet“ denirdi, galiba Şimdi ise "cemaat“ denmektedir. Devletin tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçiren milli elbiseli, ecnebi örgütlen- mesinin spora kadar el attığını da hesaba katarsak, ne büyük tehditle karşı karşıya olduğumuzu varın siz düşünün.

Milletin gerçek yüzlerini görmediği bu "cemaatin“ İslam’ı anlatmak, Hak ve hakikati yaşatmak, mazlumun yanında zalimin karşısında olmak yerine, zalimlerle ve küresel güçler ile el ele kol kola girerek, İslam dünyasına "Truva atı“ olma görevi üstlenmesi, işgal ve isyanların merkezi olması milletimiz adına çok tehlikeli bir sonuçtur. İçimizde ki bu "cemaat“ yüzünden bizi de helak eder misin Allah’ım, diyerek -onları yüce Allah’a havale ediyorum. Yusuf Karaca 13 Haziran 2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.10

Cin ve İnsan şeytanları

Her zaman ve zeminde olduğu gibi günümüzde ve coğrafyamızda da cin ve İnsan şeytanları fitne-fesat üretiminde yarışmaya devam etmektedirler. Cin ve İnsan şeytanlarının her Peygambere düşman oldukları gibi son elçi son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) de düşman olduklarını kerim kitabımızdan öğreniyoruz. Cümle Peygamberlere düşman kılınan cin ve İnsan şeytanları elbette ki o Peygamberlerin izinden giden "sırat-ı müstakim“ yolcularına da düşmanlıklarını sürdürmüşler ve sürdürmektedirler.

Cin ve İnsan şeytanlarının şerlerinden emin olmak ve onların düşmanlıklarından en az zararla kurtulabilmek için elbette ki onları tanımak, özelliklerini bilmek gerekiyor.

Kerim kitabımız onları şöyle tanıtıyor: "Ey Peygamber, senin karşına kıyasıya mücadele eden düşmanlar çıkardığımız gibi, biz her Peygambere İnsanların ve cinlerin şeytanlarını, şeytan tıynetli ahlâksız azgınlarınışman haline getirdik. Bunlar, birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözlerle vesvese verirler. Eğer Rabbinin iradesi düzeninin yasaları içinde iradesinin tecellisine uygun olsaydı onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.“ "Âhirete, ebedî yurda iman etmeyenlerin kalpleri, akılları yaldızlı sözlere kansın, ondan hoşlansın ve işledikleri suçu, günahı işlemeye devam etsinler diye böyle vesvese vermeye devam ederler.“ (En'am: 112-113)

"Cin ve İnsan şeytanları sureti haktan görünerek yaldızlı laflar ederler, edebiyat parçalarlar, sakın onların yaldızlı lafları sizi aldatmasın, onlar hem bir birlerini kandırmak için hem de inkarcıların akıllarını çelmek, hakka yönelmelerini önlemek için "yaldızlı lafları“ araç olarak kullanırlar.

Bir İnsanın, bir kitlenin yanlışını hatırlatmak, gittiği yolun, tuttuğu işin yanlış olduğunu söylemek onların doğruyu bulmaları için bir kapı aralamak, önlerine bir ışık tutmaktır. Fakat onların doğru yolda olduklarını söylemek, onların doğruyu bulmalarının önünübüs- bütün kapatmaktır.

Cin ve İnsan şeytanlarının en önemli özelliklerini, en bariz vasıflarını öğrenmiş bulunuyoruz: "Bir de ahirete inanmayanların gönülleri o yaldızlı söze meyletsin, ondan hoşlansınlar ve onların işlediği günahları işlesinler diye yaldızlı söz fısıldarlar.“ Her ikisinin de bir araya toplanıp sorgulanacağı gün var bir de: "Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! Siz İnsanlarla çok uğraştınız“ der.

Onların, İnsanlardan olan dostları ise: "Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık“ derler. Allah da buyurur ki: Allah'ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir.“        

"İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.“ (En'am: 128-129) Aziz Karaca 26 Haziran 2012

22.İslam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan.11

İnsan Suretindeki Şeytanlar

Allah’ın adıyla

İblis İnsanları kendisine uşak ve kul etmek için her türlü oyunu kullanır. Bu manada mel'un iblisin İnsanları avlamak için türlü türlü yolları ve hileleri vardır demek doğru olacaktır.

Hz. Peygamber efendimiz bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor; "Herkesin bir şeytanı vardır; benim de bir şeytanım vardır, ancak benim şeytanım bana iman getirmiştir.“ Veya "Herkesin bir şeytanı vardır; benim de bir şeytanım vardır ancak ben şeytanımı zincirlere vurmuşum.“ İnsan kendi şeytanını zincirlere vurmaz ise, şeytanı onu en zaaf olduğu yerden avlamak ve kendisine uşak etmek ister. Merhum Ayetullah İmam Humeyni bir sözünde şöyle buyuruyor; "Herkesin bir şeytanı vardır; Çiftçinin şeytanı çiftçi şeytandır, doktorun şeytanı doktor şeytandır, öğretmenin şeytanı öğretmen şeytandır, âlimin şeytanı âlim şeytandır...“

Âlimin şeytanı âlim konusunda, âlimi kendisine avukat etmek için vaktini içki, kumar, hovardalık, serserilik gibi alanlarda boşa harcamaz. Zira şeytan kendi işinde çok usta ve uzman olduğundan, âlimin içki içmeyeceğini, kumar oynamayacağını, lakayt bir hovarda gibi yaşamayacağını çok iyi bilmektedir. Şeytan âlimi haset, gıybet, kibir, kendini beğenme, makam düşkünlüğü ve kendini vazgeçilmez görme gibi sıfatlarla aldatmak ister. Zira İslam tarihinde ayağı sürçenler bunun bir kanıtıdır.

Merhum Fazlullah Nuri'nin idam fermanını veren İbrahim Zencani adında bir din âlimiydi. Bu fermanı veren, Allah'ın yanında olan izzeti tağutların yanında aradığı için böyle bir ferman vermiştir. Bu sebepler ve sakıncalardan dolayı âlimler, bilge İnsanlar, şuurlu gençler tüm Müslümanlar şeytana ve hilelerine çok dikkat etmelidirler. Zira şeytan günaha din süsü vermesini, şeriat kılıfı giydirmesini çok iyi bilmektedir.

İslam tarihi içerisinde İslamı, Kur'an'ı Peygamber ve Ehlibeyt imamlarının isimlerini kullanan çok İnsan olmuştur. Bir şeyi kullanan İnsan kullandığı alan hakkında bilgisi olmaz ise, onu İnsanları kullanma aracı yapamaz. Dolayısıyla kullananlar bilenler, kullanılanlar ise avam halk tabakası olmuştur.

İslam'dan dem vurup Müslümanlar arasında yaralar açmak, Kur'an'dan söz edip Kur'an'ı kendi fikri görüşleri etrafında yorumlamak, Ehlibeytten söz edip mektep mensupları arasında ihtilaflar çıkarmak, kendi mezhe- binden olmayanları kâfir ilan edip, İslam ehli olmayan- larla kol boyun olmak,  kendinden olmayanı ötekileş- tirmeye çalışmak, her denilene lebbeyk söylemeyeni fasık-müfsit ilan etmek, - Allah ve ilahi değerlerle aldatmanın bir yansımasıdır.

-    Unutmamak gerekir ki, Allah adına aldatanlar iblisin askerleri, Allah adına aldatılanlar ise iblisin tutsakları ve uşakları konumundadırlar. İslam tarihin en büyük katliam ve kanlarının, yalan dolanlarının, dehşet ve ihanetlerinin, soygun ve sömürülerin arkasında aldatma ve susturma aracı olarak genelde dini kavramlar vardır, kendini din diyanet ehli gösteren kişiler vardır. Emevi ve Abbasi zulümleri bunun açık bir örneğidir. Emevi ve Abbasi halifeleri, amirleri, hâkimleri, vaizleri, âlimleri gündüz mabette dinden söz eder, akşam ise günah partileri düzenler ve Müslümanları aldatarak din adına Peygamber evlatlarını bile doğramaktan, perişan etmekten, sürüp sürgün etmekten geri kalmazlardı. İtalyan düşünür Giordano Bruno (ölm 1600) ne güzel söylemiş: "Yeryüzündeki kötü İnsanlar kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar.“

Şeytanın kullandığı İnsanlar Kuran’da eytan evliyası“ veya eytan orduları“  diye anılmaktadır. Bu evliya veya ordular Allah adına aldatmanın öncüleri, uygulayıcılarıdır. Bunlar kimi zaman kendilerini sermayedar, kimi zaman siyasetçi, kimi zaman dindar, kimi zaman âlim, kimi zaman aydın, kimi zaman gazeteci, düşünür, kimi zaman idareci ve yönetici kisvesinde gösterirler. Böyleleri Allah adamı iddiasıyla mal-mülk menfaat-kudret celbi peşinde koşanlardır. Böylelerine âlim-abid suretinde iblis demek gerekir. Allah’tan başkasına teslim olmama anlamına gelen İslam, böylelerinin nazarında Allah dışında her şeye ve herkese teslimiyete dönüşür.

Tüm Müslümanların şeytani sıfat ve özelliklere sahip olan şeytan evliyalarına çok dikkat etmeleri, her duyduklarına ve gördüklerine kanaat etmeden önce araştırma yapmaları gerekir. Zira İnsan olaylara basiret ile bakmaz ise aldatılması söz konusu olabilir. Hz. İmam Ali bu aldatılma konusunda şöyle buyuruyor; ki yaşındaki deve gibi olunuz; zira onun sağılacak sütü ve binilecek sırtı yoktur.“  

İnsan olaylara, hadiselere ve faillerine takım tutma ruhu ile yaklaşırsa aldatılması ve yanlışa düşmesi söz konusu olabilir. Oysa İmam Ali bu veciz sözünde inananların bu alanlarda nasıl olmaları gerektiğini açık bir şekilde beyan buyurmuşlardır. Çinli bilge Sun Tzu ise şöyle demiştir; "Beni bir kez aldatırsan sana yazıklar olsun; beni iki kez aldatırsan bana yazıklar olsun.“

Basiretli, şuurlu, hakka ve doğrulara taraf olan müminler için dini değerler; daha çok sorumlu olmanın, daha çok paylaşmanın, daha çok fedakârlığın yoludur. Şeytan evliyası olanlar için ise dini değerler başkalarından daha çok almanın, başkalarını daha rahat itham etmenin, dokunulmaz ve eleştirilmez olmanın kurumudur. Bazı İnsanların doğruları ve doğru yapanları bildikleri halde, birilerine veya bir yerlere hoş gelsin diye her yapılana şaşı bakarak itiraz etmeleri, ihlâstan söz edip riyakârlığı karakter edinmeleri, birlik, beraberlik naraları atıp da girdiği yerlerde ihtilaf tohumu ekmeleri aldatma yaftasının bir yansımasıdır. Gıybet etmek, çıkar için iftira atmak, töhmet vurmak,  Allah’ın kullarına suç ve ayıp bulmak, en küçük bir kızgınlık anında onları cehenneme göndermek, kendi yaptıklarını din adına kabul edip, din alanında başkalarının yaptıkları hizmetl- eri yok kabul etmek yine aldatma veya dar görüşlülük versiyonudur.

Allah ile aldatan kimliklerin hak duyguları yok, ehliyet ve adalete saygıları yok, sadece menfaatleri icabı hakaretleri, iftiraları ve bu doğrultuda eylemleri var. Hakka, hukuka, çaba ve hizmete ancak kendi hesap- larına uygun düşğünde saygı duymaktalar.  Oysaki hak düşmanında bile tecelli etse onu kabul etmek bir iman borcudur. Allah ile aldatanlar eleştiri kabul etmez. Kabul ettiği anda kendini inkâr etmiş olur. Allah ile aldatanları eleştirdiğiniz anda dinsiz, fasık ilan edilirsiniz. Bu minvalde halka da büyük sorumluluklar düşmektedir.

Şems-iTebrizihalk konusunda bir sözün de şöyle diyor: "Sana bir çift söz söyleyeyim: Bu halk nifak yoluyla konuşmaktan, iki yüzlülükten hoşlanır. Doğru sözden sıkılırlar. Birine desem ki "Sen çağımızın tek büyük adamı biricik şerefli İnsanısın“ şüphe yok ki hoşuna gider ellerimi yakalayarak "Sizi çok özlemiştim, kusurum çoktur gibi iltifatlarda bulunur.“  Hâlbuki geçen sene onunla dosdoğru konuşmuştum bana düşman oldu. Bu şaşılacak bir şey değildir. Çünkü halk ikiyüzlülük yönün- den geçinmek ister, ta ki onlarla birlikte hoşlukla vakit geçirsin.  Ama doğruluk yolunu tuttun mu dağlara kırlara kaçmak gerekir.“( ŞemsMakaalât, 1/99-100)

İslam tarihi boyunca âlim-abid suretinde olan bu iblisler, İslam dininin mukaddes değerlerini malzeme ve araç edinerek, Müslümanları aldatmış ve sömürmüşlerdir. Ehlibeyt imamları her fırsatta inananları bu aldatmaya, sömürüye ve aldatanlara karşı uyarmış ve bunlara karşı koymuşlardır.

Allah adına aldatan din tüccarları genelde siyasetçi, ilim adamı, tüccar, abid olarak Müslümanların karşısına çıkarlar. Bu dört zümrenin her biri kendi iç dünyasında besledikleri şeytani arzulara kavuşmak için dini inançları hedefleri doğrultusunda malzeme ederler. Siyasetçi hedeflediği makama, tüccar amaçladığı maddi güce, ilim adamı amaç edindiği mevkie ve abit de toplum içerisinde kariyer bulma amacına ulaşmak için dini inançları vesile edinirler. Kimi zaman da bazı İnsanlar hem toplumda yer edinmek, makam bulmak ve hem de nefsanî ve şehevi mikropluklarına cevap vermek için dini inançları kullanırlar. Selam ve Dua ile Mehdi Aksu 09.07.2012

-

Allah'u Ekber!

Allah'ın selamı rahmeti alemlerin emniyeti İslamın beli ve omurgası ‘maneviyatın’ merhamet ve marifet kaynağı Hüseyni meşrep direniş cephesi ile masum ve mazlumların üzerine olsun.

Ehli Vicdan Sahipleri 

Peygamber efendimiz sonrası Kur'an'ın bir kısmını görmezden gelerek dinin ‘ucunu açıp şişiren şeytanın yardımcıları’ geliştirildikleri parelel dinin zemini için 'Peygamber efendimize’ iftira etmişler.

Uydurulan Hadis; "Herkesin bir şeytanı vardır; benim de bir şeytanım vardır, ancak benim şeytanım bana iman getirmiştir.“, Bu hadisi şerif uydurmadır; Kur'an'ın süzgecinden geçmez. Kur'an'ın pek çok yerinde eytanın İnsanın düşmanı olduğu uyulmaması, uzak durulması belirtilir“ ve ayrıca hz Aişe vailedimz bir hadisi şerif'de ömrüm boyunca ne ben onu gördüm ne o beni gördü, diyor... avret mahalini hanımın'dan gizleyen - mümkün olsa iç çamaşırım'dan gizlerim diyen - Peygamber efendimizin görme ve nefes alanına şeytan yaklaşamaz, ‘göz ışığından kaçar’ yok olur, ‘nefesin ısısından erir’ ayrıca Peygamber efendimiz Allah'ın koruması altında olduğu hertürlü günah ve hatadan uzak olacağı için şeytan yanına gelemez; ...çünkü şeytanın gelebilmesi için İnsanın işlediği manevi fikri ve fiziki günah hal olması gerekir... başka türlü şeytanın yaklaşması tutunması mümkün değil.

Veya "Herkesin bir şeytanı vardır; benim de bir şeytanım vardır ancak ben şeytanımı zincire vurmuşum.“, iftirası. “İnsan'da bir nefs vardır şeytanın telkinine meyleden; benim'de bir nefsim vardır ancak benim nefsim Allah'ın iradesi Kur'an'a uygun irade altına alınmıştırşeytan hiçbir telkin atamaz, yaklaşamaz.“ olması gerekir.

Peygamberler Mübüvvet makamında; bu makama şeytan gelemez. Harfiyen Peygamber efendimizin'in hayatı sünnetini yaşayan varisleri'de Peygamber efendimizin izine düşmek için Velayet makamına ermiş, olmaları gerekir; - bu makama'da şeytan gelemez, - Velayet makamına ermiş Müslümanın kalbi derya gibidir ama - bir saman çöpü kadar dahi günahı ateşi kaldırmaz - bulanır, gönül deryasında fırtınalar kopar; onların yanına şeytan ve cinin yaklaşması kadar hiçbirşey onları rahatsız etmez...“  

Süleyman (a.s.m) daki Belkis kıssasından anlatılan; Belkisin tahtını getirmek için ifrit şeytan yaklaşır, ben onu göz açıp kapayana kadar getiririm, der; Tahtı kitap’tan ilmi olan Vezir getirir... bunun üzerine Süleyman (asm) Yarap’bim şüphesisiz bu Senin bir imtiahın idi; der.

Nedir imtihan olan! İfrit - şeytanın kovulması - bu olaya karıştırılmaması!

insanların ibret alması için Kur'an'ı Azim'de anlatılan bu kıssa'yı,

Saidi (nursi) Kürdü "sapıtıp“ Süleyman (asm) gibi, ‘şeytana haber taşıtılabilir boyun eğdirilebilir’, diyor... "sonra kendi şeytana boyun eğip takipcisi oluyor“, küresel güç ile de şeytanı perdeliyor... vefatından kısa süre önce pişmanlığını dile getiriyor. Süleyman (asm) hizmetinde çalışan cinler’de ki kıssa uyarı sebebi’dir. Kur’an’ın verdiği uyarı cinlere uyulmaması yönünde’dir... ama kalplerinde eğrilik olanlar önce şeytan ve cin'den faydalanmak ister sonrada takipcisi, esiri kaybeden olur. Şeytanın var oluş nedeni İnsanları yanıltarak Peygamberi izinde çıkartıp kendi izine düşürmektir.

Merhum Ayetullah İmam Humeyni bir sözünde şöyle buyuruyor; "Herkesin bir şeytanı vardır; Çiftçinin şeytanı çiftçi şeytandır, doktorun şeytanı doktor şeytandır, öğretmenin şeytanı öğretmen şeytandır, âlimin şeytanı âlim şeytandır.“

Merhum Ayetullah İmam Humeyni'nin sözünü, Ümmetin Ehl’i Beyt üzerin’den imtihanın gizlemek ve oyun sahası açmak için, çarpıtmışlar… ancak Allah(cc)’ın olayları yarattığı iki kural’dan ikincisi; Vah'y/Işık arkaya akıl/gölge öne alınınca kalp siyaset ve menfate meyleder din insanlara uydurulur şeytani hal oluşur muaviye meşrebi ile insanlar şeytanın izine düşüp hesabına yatkın olunur; insanlar şeytanın izine düşünce Allah(cc) ile arasındaki bağ kopar; böylece şeytan hizbini imtihan eder düzene uygun konumlandırı; yani, onların yanlarından şeytan olur... ancak şeytanın hizbinin dünya ve ahiret'de kazanması olmaz.      

Allah’ın izni yardımı ve sevdiklerinin desdeği ile mücadelemiz manevi fikri ve fiziki üç halin örtüşmesi ile 'alemdeki olaylar din ahlak maneviyat dairesinde' islam üzerinden iki kurala bağlı gelişir, İlah kuralınca; slam dairesi içerisinde! Maneviyat, tasavvuf, tarikat ve İnsan“ künyesi ile 23’üncü bölüm ile devam edip 3 ve 4 üncü kitap olarak 40 bölüm de İnşallah mücadelemiz tamamlanacak. Hacı Bayazıt 19.09.2018

 

Mücadelemiz link "aşama 5" Bölüm 22 devam etmektedir.